92

Yanlışlığın dışında, yani bir hata durumu hariç,

bir mü'min diğer bir mü'mini öldüremez. Bu ne doğru olur, ne de uygun. Mü'min insanın imanı, haksız yere bir başka mü'mini öldürmeye engeldir. Hata da, mü'mini böyle bir fiili işlemeye yaklaştırmaz. Yahut da, bir canın ortadan kaldırılmasını amaçlamaz. Bir kimsenin, müslüman olduğunu bildiği halde, o müslümanı kâfirler grubuna atmak... gibi.

Rivayet edildiğine göre, Ebû Cehil'in anneden kardeşi olan Ayyaş b. Ebî Rebîa, müslüman olmuş ve ailesinden korkarak Medine'ye hicret etmişti. Bu hicret, Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretinden önceydi. Ayyaş'ın annesi, Ayyaş döniinceye kadar yememeye, icmemeye ve eve girmemeye yemin etmişti. Ebû Cehil ve Haris b. Zeyd, dağlık bir yerde bulunan Ayyaş'a gelerek: ”Muhammed seni sıla-i rahimde bulunmaya teşvik etmiyor mu? Geri dön ve annene iyilikte bulun. Emin ol ki, biz senin bu halini kınayıp, çirkin görmeyiz. Dininle senin arana da girmeyiz" demişler. Ayyaş da, üzerinde bulunduğu, dağdan inerek, onlarla gidivermiş. Şehirden uzaklaşınca, onun ellerini bağlayarak ıssız bir dağın arkasına çekmişler ve herbiri kendisine yüz sopa atmış. Bunun üzerine Ayyaş, Hâris'e şöyle demiş: ”Ebû Cehil benim kardeşimdir. Sen de kim oluyorsun? Allah'a yemin olsun ki, bir fırsat bulursam seni öldüreceğim." Daha sonra Ayyaş'ı annesine teslim ediyorlar. Bu sefer de annesi, Ayyaş eski dinine döniinceye kadar, ellerini çözmeyeceğine yemin ediyor. Ayyaş ise, kalbi imanla dolu olarak, diliyle, eski dinine dönmüş olduğu izlenimini veriyor, bundan sonra da hicret ediyor. Daha sonra da, Haris müslüman oluyor ve o da hicret ediyor. Ayyaş bunu yakalayıp öldürüyor. Sonradan da, Hâris'in müslüman olmuş olduğu kendisine haber veriliyor. Ayyaş, Hazret-i Peygamber'e gelerek, Hâris'i öldürdüğünü, fakat müslüman olduğunu bilmediğini söylüyor. İşte âyet, bu olay üzerine iniyor.

Yanlışlıkla bir mü'mini öldüren kimsenin, mü'min bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine de teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Eğer ölenin ailesi bağışlarsa, bu diyetten vazgeçerse

başka. Küçük olsun veya büyük olsun, mü'min bir insanı kaza sonucu öldüren kişi, müslüman olduğuna hükmedilen bir köleyi hürriyetine kavuşturması gerekir. Köleyi hürriyetine kavuşturmak, o müslüman insanın işlediği günaha keffaret olur. Bu, Allah'ın hakkıdır. Ayrıca, öldürülen müslümanın ailesine de belli bir diyet ödenmesi gerekir. Bu diyeti mirasçılar, kendi aralarında bölüşürler. Fakat, öldürülmüş olan kişinin ailesi, eğer isterse, diyet almaktan vazgeçebilir. Çünkü bu diyeti almak, mirasçıların hakkıdır. Onu almayabilirler de. Fakat köle azadı, Allah'ın hakkı olup, veliler affetmiş olsa bile, ondan vazgeçilemez.

Diyet, canın bedeli olup, hatalı öldürmelerde 1000 dinar altındır ya da 10.000 dirhem gümüştür.(65) Hata sonucu olan öldürmelerde bu diyeti, öldürenin âkilesi öder. ”Akile;" kardeşler, kardeş çocukları, amcalar ve amca çocuklarıdır. Kâtil, âkileden bir parçaymış gibi sayılır. Âkileden her birinin vermiş olduğu miktar kadar, kâtil de verir. Diyetin bir adı da ”akl"dır. Çünkü diyet, kanları akmaktan korur.

Eğer öldürülen mü'min, düşmanınız olan kâfir

bir toplumdan ise, kâtil de, öldürmüş olduğu kimsenin mü'min olduğunu bilmiyorsa, işte o zaman,

mü'min bir kole azad etmek gerekir. Bunun katiline, sadece keffaret gerekir, diyet gerekmez. Çunku, öldürülenin ailesi kâfir olduğu için, öldürenle aralarında veraset hükümleri uygulanmaz.

Ve eğer öldürülen mümin,

sizinle kendileri arasında andlaşma bulunan bir toplumdan ise, kâtil tarafından

ailesine verilecek bir diyet ve mü'min bir kole azad etmek gerekir. Bu toplumun kâfir veya mümin olması, aranızda yapılan sözleşmenin de geçici veya sürekli olması, durumu değiştirmez, ııcıyeyi ödemek mecburiyetindesiniz. Tıpkı, diğer Müslümanlara fidye ödediğiniz gibi.

Bunları bulamayan kimsenin... Azad etmek için köle bulamayan, ya da, bulmuş olduğu kölenin fiyatı fazla olup, ona ödeyebileceği parayı temin edemeyenin

Allah tarafından tevbesinin kabulü için, iki ay peşpeşe oruç tutması gerekir. Burada, ”peşpeşe" ifadesinin kullanılmış olmasından anlaşılmaktadır ki, keffaret orucu tutmaya başlayan bir kimsenin, peşpeşe iki ayı bitirmeden, orucuna ara vermesi, bu orucu yeniden başlayarak tutmasını gerektirir. Ancak; hayız, nifas gibi haller, bu hükmün dışındadır. Bu gibi durumlar, kaçınılmaz durumlar olup, ”peşpeşe" lik mecburiyetine aykırı değillerdir. Fakirlere yemek yedirmek, bu keffarette meşru değildir. Yapılan bu hatadan dolayı, Allahü teâlâ'nın tevbenizi kabul etmesi için, bu orucu tutmalısınız. ”Allah tarafından tevbesinin kabulü için" ifadesinin kullanılması, bu konuda tembellik gösterilmemesine dikkat çekmek içindir.

Allah, her şeyi bu arada onun halini ve kasden öldürmediğini çok iyi

bilendir ve ona emretmiş olduğu şeyde de

hikmet sahibidir.

92 ﴿