130Yok eğer eşler birbirlerinden ayrılırlarsa, her ne şekilde olursa olsun, birbirleriyle anlaşma sağlayamazlarsa, Allah her birini diğerinden kendi lütuf ve kudretiyle müstağni kılar. Bu ifadede, her iki şahsa da, diğerine rağmen ondan ayrılmasından dolayı bir kınama vardır. Ancak, bunların birisini diğerine muhtaç etmez. Allah'ın lütfu geniştir, hikmet sahibidir. Allah, hüküm ve fiillerinde mutlak hüküm ve kudret sahibidir. Hükmettiği her konuda mutlaka bir hikmeti vardır. Onun içindir ki, her müminin, nefsinin isteklerini bırakması ve bütün hareketlerinde Allah'ın emirlerine boyun eğmesi gerekir. Kadınlar konusunda da, yüce Allah'ın: ” Ya iyilikle tutım, ya da iyilikle salıverin" (Bakara: 229) emrine uyularak, hiçbir aracının fayda vermiyeceği ve alışverişin de olanılyacağı kıyamet giinü gelmeden önce, helâllaşmak gerekir. İbn Mes'ud şöyle der: ”Kıyamet gününde kul insanların huzuruna çıkarılır. Bunun üzerine bir münadî: 'Bu, falanca kişidir; kimin ondan hakkı varsa gelsin alsın.' diye seslenir. O esnada kadın, evlâdından, kardeşinden, babasından, ya da kocasından alacak hakkı var ümidiyle sevinir." Daha sonra İbn Mes'ûd: ” ...O gün, aralarında soy bağlarının bir değeri kalmaz ve birbirlerine bir şey de soramazlar" (Müminim: 101) âyetini okur. Yüce Allah der ki: ”Bunlara haklarını verin." O da: ”Ey Rabbim, ben dünyada değilim, nereden vereyim?" der. Bunun üzerine meleklere: ”Bu adamın salih amellerinden alın ve onlardan insanlara istedikleri kadar verin. Eğer bu adam Allah dostu ise, hardal tanesi kadar bile iyiliği varsa, Allah o iyiliği artırarak o kimseyi cennete koyar" der. Daha sonra da: ”Şüphesiz ki Allah, hiç kimseye zerre kadar haksızlık etmez. Yapılan iyilik zerre kadar da olsa, onu kat kat artırır. Ve yapana katından kat kat iyilik verir" (Nisa: 40) âyetini okur. Eğer bu kimse hayırsız birisi ise melekler: ” Ey Rabbim iz, iyilikler tükendi, fakat alacaklılar var" derler. Meleklere: ”Alacaklıların kötülüklerinden alın ve bu adamın kötülüklerine ekleyin. Sonra da bu adamı cehenneme atın" denir. Bunun içindir ki, tevbeleri kabul edip, günahları bağışlayan o yüce Allah'a tevbe etmek ve O'na dönmek gerekir. Rivayet edildiğine göre, Ebâ Mansur b. Zükeyr, salih ve zahid bir adammış. Ölümü yaklaştığı zaman devamlı ağlamaya başlamış. Ona: ” Ölümün yaklaşınca niçin ağlıyorsun" diye sorulunca: ” Daha önce girmediğim bir yola girdim" cevabını vermiş. Oğlu onu, ölümünün dördüncü gecesinde rüyasında görmüş ve: ”Babacığım Allah sana ne yaptı" diye sormuş. Babası da: ”Yavrum! Durum, gördüğünden ve zannettiğinden daha zor. Adillerden daha adaletli bir kralla karşılaştım. Hasımları çekişirken gördüm. Rabbim bana: ”Ey Ebâ Mansur! Sana yetmiş yıl ömür verdim. Bugün sende ne var?" diye sordu. Ben de: ”Ey Rabbim! Otuz defa hacca gittim, elimle kırk bin dirhem tasaddukta bulundum ve kırk defa da savaşa katıldım" diye cevap verdim. ”Bunları kabul etmedim" buyurdu. Ben de: ”Öyleyse mahvoldum" dedim. Bunun üzerine Allahü teâlâ: ”Ey Ebâ Mansur! Bu şekilde azap etmek benim şanımdan değildir. Bir müslümanın eziyet çekmemesi için, yoldan taşı kaldırıp, sıkıntıyı giderdiğin günü hatırlamıyor musun? Ondan dolayı sana merhamet ettim. İyilik yapanların mükâfatını zayi etmem" buyurdu. Bu hikâyeden anlaşılıyor ki, yoldan bir engeli kaldırmak, affedilip bağışlanmaya sebeptir. Öyleyse, insanların sıkıntılarını gidermek de, kıyamet gününde o sıkıntıyı giderenler için çok büyük faydalar sağlar. Hele mü'minlerin ve aile fertlerinin sıkıntılarını giderenlere, kat kat daha fazla sevap verilir. Çünkü hadiste: ” Müslüman, diğer Müslümanlara, eliyle ve diliyle zarar vermeyen kimsedir" buyurulur.(88) Ey Allah'ım! Bizi, zararlılardan değil, faydalılardan eyle. |
﴾ 130 ﴿