106Diğer bir grup da, Allah'ın takdirine bırakılmıştır. Onlara ya azap eder, ya da tevbelerini kabul eder. Allah bilendir, hakimdir. Daha önce zikredilenlerin dışında Medine ve civarında yaşayanlardan savaşa katılmayan bir grup daha vardır. Bunların durumu ise, Allah, haklarında hükmünü indirinceye kadar Allah'ın takdirine kalmıştır. Tevbe edip özürlerini belirtmedikleri müddetçe ya kendilerine azap edilecektir. Yahut da, tevbe ederlerse kabul edilecektir. Tevbelerinin kabulü için de, tevbelerinin sahih, niyetlerinin de samimi olması gerekir. Allah, onların hallerini çok iyi bilir. Onlara yaptıklarını da hikmeti gereği olarak yapar. Bu âyet, savaşa katılmayan üç kişi hakkında inmiştir. Bunlar, Kâ'b b. Mâlik, Murâre b. Rebî' el-Umerî ve Hilâl b. Umeyye'dir. Bu üç kişi, Bedir'e katılanlardandı. Fakat her nasılsa, Hazret-i Peygamber'le birlikte Tebük savaşına katılamamışlardır. Bu şahıslar, diğer gruplar gibi ne yalan yere özür beyan etmişler, ne de kendilerini direklere bağlamışlardı. Sadece yaptıklarına pişman olmuşlardı. Bunlardan Ka'b b. Malik: ”Ben Medine'de devesi en iyi olan biriyim. Dilediğim zaman onlara yetişirim." diye acele etmemiş, aradan günler geçince onlara yetişmekten ümidini kesmiş ve yaptığına pişman olmuştur. Diğerlerinin durumu da böyledir. Fakat bunlar Ebû Lübabe'nin yaptığı gibi kendilerini mescidin direğine bağlamamışlardır. Hazret-i Peygamber bu şahıslara bir nevi boykot ilân ederek, şu âyet ininceye kadar, insanların onlarla birlikte olmasını, onlarla birlikte yemesini ve içmesini yasakladı. Kadınlarının bile kendilerinden ayrı kalmalarını, kendi ailelerinin yanlarına dönmelerini emretti. Hilâl'in hanımı Peygamber'e gelerek, kocasının çok yaşlı olduğunu, ona yemek verip veremiyeceğini sordu. Hazret-i Peygamber de, sadece yemek konusunda ona izin verdi. O zamanlar Hristiyanların yaşadığı Şam'dan bir elçi Ka'b'a gelerek, kendilerine katılması için ona teşvikte bulundu. Bunun üzerine Kâ'b: ”Hatalarım o kadar çoğaldı ki, müşrikler dahi kendilerine katılacağımı umuyorlar. Artık dünya bana dar gelmeye başladı" dedi. Hilâl b. Ümeyye o kadar ağladı ki, gözlerini kaybedeceğinden korkuldu. Yanında bulunan insanlar da: ”Allah bunlar hakkında bir hüküm indirmezse, perişan olacaklar" dediler. Bir grup insan da: ”Belki de Allah onları bağışlayacaktır" diyerek, onların yanında Allah'ın emrini beklemeye başladılar. Ya affedilirler, ya da azaba çarptırılırlar. Nihayet aradan elli gün geçtikten sonra, tevbelerinin kabul edildiğine dair âyetler iniverdi. O âyetler de, ”Allah; peygamberi..., ve savaştan geri bırakılan üç kişinin tevbe sini de kabul etti.." (Tevbe: 117-118) mealindeki âyetlerdir. Yüce Allah, onların durumlarını bir müddet geciktirdi ve sonunda onların tevbesinin kabul edildiğini en güzel şekilde açıkladı. Onların tevbesini. Peygamber'in, ensarın ve muhacirlerin tevbeleriyle birlikte zikretti. Bundan anlaşılıyor ki, eğitim amacıyla, üç günden fazla bile olsa, ayrılık caizdir. Bakınız! O zamanki Müslümanlar. Allah Kitabında bir açıklamada bulununcaya kadar, o üç kişiyle nasıl ilgilerini kestiler. Onlara ne selâm verdiler ve ne de onlarla konuştular. Niyetteki samimiyet ve olayları Allah'a havale etmek, O'nun rahmetini elde etmeye vesiledir. Aynı şekilde, ağlamak ve kendini ıslah edip, ihlâsa bürünmek de tevbenin kabulüne vesiledir. Onun içindir ki, yapılan günahlardan pişmanlık duyarak, istiğfar edilmelidir. |
﴾ 106 ﴿