112

Bunlar; şirkten, münafıklıktan, büyük ve küçük bütün günahlardan

tevbe edenler dir. Tevbe, bir şeyden dönmek, vazgeçmek demektir. Bir günah işledikten sonra hemen tevbe yapılması vaciptir. Bundan önce ise, dönülen yani, tevbe edilen günahın, günah olduğunu bilmek gerekir. Tevbenin kabulü için dört şey gerekir:

1) Fâsıklardan ayrılmak,

2) Sâlihlere katılmak,

3) Allah'a ibadet ve itaata başlamak. Eğer tevbe, samimi bir şekilde yapılmışsa, görürsünüz ki bedenin organları, niçin yaratılmışlarsa, onu yaparlar, yaratana boyun eğerler. Ağacın kökü sağlam olunca, dallarının meyve vermesi gibi.

4) Dünya sevgisinden uzaklaşmak.

ibadet edenler, samimi ve ihlâslı bir durumda Allah'a ibadet edenler. İbadet; Allah'ın yüceliğini hissettirmek üzere yapılan davranışlardır.

Hamd edenler, ikram etmiş olduğu nimetlerden dolayı Allah'a hamd edenler, O'nun nimetlerine şükredenler, Allah'ı, şanına lâyık isim ve sıfatlarla övenler. Bilinmelidir ki, insanın tevhid esasını kabul etmeye muvaffak kılınması, yüce Allah'ın en büyük nimetidir. Onun için her mü'min şu ifadeleri dilinden düşürmemelidir: ”Elhamdü lillâhi alâ dini'l-İslâm ve tevfikil iman." (İslâm'a ve imana ulaşma şerefinden dolayı, Allah'a hamd ederim.)

Mücâhid, ”Allahü teâlâ şükredenleri bilmez mi? ”(Enam: 53) âyetinin tefsirinde şöyle der: ”Bunlar, tevhid esasına inandığına şükredenlerdir."

Seyahat edenler... İbn Abbas (radıyallahü anh), Kur'ân'da geçen bütün 'seyahat' ifadesinin, oruç anlamına geldiğini söyler. Hadiste de: ”Ümmetimin seyahati, oruçtur" buyurulur. Şair'in şu şiirindeki ”saihan" kelimesinin de oruç anlamında olduğu gibi:

Onu gece gündüz namaz kıldığını,

Oruç tutarak Allah'ı fazlaca andığını görürsün.

Orucun seyahata benzetilmesinin sebebi, insanları şehvetlerinden alıkoymasıdır. Seyahata çıkan insan, birtakım isteklerine ulaşamaz. Oruçlu da öyledir. Onun için bu benzetme yapılmıştır. Oruç, nefsânî bir riyazettir. Mülk ve melekütün gizliliklerine, oruç vasıtasıyla ulaşılır. Tıpkı seyahat edenin, bilmediği ve görmediği yerleri görüp bilmesi gibi.

Atâ şöyle der: ”Ayetteki seyahat edenlerden kasıt, 'Allah yolunda savaşan gazilerdir. Bunlar, birçok yollar ve yerler katederler. Neticede küfür diyarlarına ulaşırlar ve onlarla cihad ederler."

İkrime: ”Bunlar, ilim elde etmek için ülkeden ülkeye koşan ilim meraklısı öğrencilerdir" demiştir. Câbir, bir tek hadis öğrenmek için, Medine'den Mısır'a gitmiştir. Bir kimse yolculuk etmedikçe kâmil yani olgunluğa erişmiş sayılmazdı. İnsan bir yerlere göç etmeden dileğine ulaşamaz.

Rükû edenler, secde edenler... Rükû ve secde edenlerden maksat namaz kılanlardır. Çünkü namaz da bu iki fiilin ibadet ciheti diğerlerine nisbetle daha açıktır. Bir insanın ayakta durması ve oturması (kıyam-kuûd) olağan durumlardandır. Rükû ve secde olayı ise, normal âdetin dışında yapılan hareketlerdir. Bu iki fiil (rükû ve secde) sadece ibadet kastıyla yapılır. Bu da namazdır.

iyiliği emredip kötülüğe engel olanlar... İman ve ibadet gibi iyilikleri emredip, şirk ve günah gibi şeylere mani olanlar.

Haddâdî şöyle der: ”Ma'rûf (iyilik) Hazret-i Peygamberin sünneti, münker (kötülük) ise bidattir." İbn Mâlik, Hazret-i Peygamber'in 'her bidat sapıklıktır' sözü hakkında şöyle der: ”Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yapmadığı ortaya atılan her yeni şey sapıklıktır. Çünkü sapıklık, doğru yolu bırakıp, başka yollara gitmektir. Doğru yol ise şeriattır."

Bu hükümden, güzel bidat (bidat-ı hasene) ayrı tutulmuştur. Nitekim Hazret-i Ömer teravih namazı hakkında: ” Ne güzel bidattir" demiştir.

İlim adamları, beş çeşit bid'at olduğunu söylerler:

1) Vacip olan bidat: Dinsizlerin ve diğerlerinin şüphelerini gidermek için ilmî ve mantıkî deliller getirmek.

2) Mendup olan bidat: Kitap yazmak ve medreseler yapmak... gibi.

3) Mubah olan bidat: Yemek ve buna benzer şeylerin çeşidini artırmak gibi.

4,5) Mekruh ve haram olan bidatlar: Bunlar da bellidirler.

Ve Allah'ın koyduğu sınırlara riayet edenlerdir. Bunlar da, Allahü teâlâ'nın belirlemiş ve bildirmiş olduğu hakikatleri yaşayanlar ve insanların da yaşamasını sağlamaya çalışanlardır. Bu şer'î mükellefiyetler bu âyette sayılanlardan ibaret değil, çok fazladır. Birçok kısımdır. Bütün bu hakikatları sayıp dökmek için, ciltler dolusu kitaplar yazmak gerekir. Yüce Allah, mükellefiyetlerle ilgili diğer hususları kısaca ”Allah'ın koyduğu sınırlara riayet edenler" şeklinde ifade etmiştir.

Mükellefin fiilleri iki kısımdır:

1) Vücut organlarının fiilleri,

2) Kalbin fiilleri. Fıkıh kitaplarında organların amelleriyle ilgili mükellefiyetler uzun uzadıya açıklanmıştır. Kalbin amelleri konusunda ise, fıkıh kitaplarında pek az şey vardır. Ancak, kelâm kitaplarında bu konuyla ilgili bazı bilgiler bulmak mümkündür. Bu konudaki bazı bilgileri ise, İmam Gazâlî ve benzerleri, ahlâk ilmi başlığı altında incelemişlerdir. Bütün bunlar, Allahü teâlâ'nın ”Allah'ın koyduğu sınırlara riâyet edenler" ifadesi içerisinde mevcuttur.

Haddâdî şöyle der: ” Âyette belirtilen bu sıfat, kulların Allah'a itaatlarını, O'nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçmayı en mükemmel şekilde ifade etmektedir. Çünkü Allah, emir, nehiy ve mendup olan konuların hududunu açıklamıştır. Bazı şeyleri yapmaya kulu teşvik etmiş, ya da serbest bırakmıştır. Kul, bunlardan dilediğini seçebilir. Allah'ın emir ve yasaklarına uyup, onları yerine getirir, Allah'ın dilediğine uyarsa, işte o zaman, Allah'ın sınırlarına riayet etmiş olur."

Rivayet edildiğine göre, Halef b. Eyyûb hanımına, gecenin bir bölümünde, çocuğunu emzirmemesini emretmiş ve ”iki yıl doldu" demişti. Ona, ”Niçin bıraktırdın? Bu gece de enızirseydi ya?" dediklerinde, onlara: ”Allah'ın koyduğu sınırlara riayet ederler" âyeti nerede kaldı?" diye cevap vermişti.

Mü'minleri müjdele! Bahsedilen bu faziletlere sahip olanları müjdele. Ayette, ”müminler" kelimesi yerine ”Onları müjdele" denilebilirdi. Fakat Allahü teâlâ, mü'minlerin imanlarına dikkat çekmek için, zamir kullanmamıştır. Neyin müjdeleneceği de, tazimden ötürü hazfedilmiştir. Sanki denmiştir ki: Sözle anlatılamıyacak ve bilinemeyecek derecede yüce bir şeyle müjdelendiniz.

112 ﴿