113

Ne peygamber, ne de mü’minler, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, yakın akrabaları da olsa, müşrikler için af dileyemezler. Yüce Allah'ın hükmüne ve hikmetine göre, ne peygamberin ve ne de müminlerin, cehenneme gideceği belirtilmiş olan bir müşrik için, bağışlanma dileğinde bulunmaları doğru olmaz. Bu müşrik, onların yakınlarından birisi dahi olsa, durum yine aynıdır. Bu cehennemlik kişinin, cehennemlik olması, ya küfür üzereyken ölmesiyle anlaşılır, ya da bu şekilde öleceği vahiy gelmesiyle.

Rivayet edildiğine göre, Ebû Tâlib'in hastalığı artınca, Kureyş'liler kendi aralarında şöyle konuşmuşlar: ” Hamza ve Ömer müslüman oldular. Muhammed'in dini Kureyş kabileleri arasında yayıldı. Gelin Ebû Tâlib'e gidelim ve yeğenine karşı bize yardımda bulunmasını isteyelim. Bu yaşlı adam ölürse, içimizden biri Muhammed'i öldürür, bu bizim için kötü olur ve Araplar bizi ayıplarlar. 'Amcası ölünceye kadar onu bıraktılar, sonra da alıverdiler' derler." Bu konuşmalardan sonra, aralarında Rebia'nın oğulları Utbe ve Şeybe, Ebû Cehil, Umeyye b. Halef ve Ebû Süfyan'ın da bulunduğu ileri gelenler grubu, toplanıp Ebû Tâlib'e gittiler. İçlerinden birini gönderip Ebû Tâlip'ten: ”Senin kavminin ileri gelenleri yanına girmek için senden izin istiyorlar" diyerek izin istemişti. O da: ”Buyursunlar, gelsinler" demişti.

Adamlar içeri girip şöyle dediler: ”Ey Ebû Tâlib! Sen bizim büyüğümüz ve efendimizsin. Başına gelen bu hastalıktan korkuyoruz. Yeğeninle aramızdaki olayları da biliyorsun. Ona söyle de, dinimizi bıraksın, biz de onun dinini bırakalım. Ebû Talip Hazret-i Peygamber'e haber gönderdi, o da Ebû Tâlib'in evine geldi. Hazret-i Peygamber Ebû Tâlib'in yanına varınca, toplulukla Ebû Tâlib arasında bir kişinin sığabileceği bir boşluk vardı. Ebû Cehil, Hazret-i Peygamber'in bu boş yere oturarak kendisinden daha üstte olmasından korkmuş bunun için hemen oraya oturmuştu. Hazret-i Peygamber de, Ebû Tâlib'e yakın yer bulamayarak, hemen kapının yanında oturuverdi.

Ebû Tâlib şöyle dedi: ”Ey yeğenim! Bunlar senin kavminin ileri gelenleridir. Senden istediklerini ver ki, sana insaflı davransınlar. Onlar, kendilerinin tanrılarına sövmekten vazgeçmeni istiyorlar. Buna uyarsan seni ilâhınla başbaşa bırakacaklar." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara:

"Söyleyin bakalım: Ben size istediğinizi verirsem, siz de bana istediğim bir kelimeyi verir misiniz ki, bu bir tek kelime ile Araplara hakim olursunuz, acem de size boyun eğer. ” dedi. Ebû Cehil ortaya çıktı ve: ”Sana hem o sözü veririz hem de yanında on mislini veririz. O söz nedir?" diye sordu. Hazret-i Peygamber de:

"Lâ ilahe illallah diyeceksiniz ve Allah'tan başkasına kulluktan sakınacaksınız" dedi. Onlar da ellerini birbirine vurarak: ”Ey Muhammed! Bizden başka bir söz iste" dediler ve içlerinden biri şöyle dedi: ” Vallahi bu adam size, istediğiniz şeyi vermez. Atalarınızın dini üzere devam edin. Tâ ki Allah, sizinle onun arasında bir hüküm verinceye kadar." Daha sonra da dağılıp gittiler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber amcasına şöyle dedi: ”Ey Amca! Sen de kelime-i şahadeti söyle de Allah katında onunla sana şahitlik edeyim." Ebû Talibin cevabı ise: ”Ey Yeğenim! Sana karşı utandığından dolayı iman etti demeleri korkusu ile bir de Kureyş'in 'ölümden korkarak iman etti' zanlarından da çekinmeseydim, kelime-i şehadet getirirdim" şeklindeydi. Bu diretme üzerine Hazret-i Peygamber: ”Yasaklanmadığım müddetçe, senin bağışlanmanı istemeye devanı edeceğim" dedi. Çünkü o, Hazret-i Peygamber'i korumuş ve ona yardım etmişti. Hazret-i Peygamber de, bu âyet nazil oluncaya kadar, onun bağışlanması için dilekte bulunmaya devam etmiştir.

113 ﴿