117

And olsun ki Allah; peygamberi ve güçlük saatinde ona uyan Muhacirlerle Ensâr'ı, içlerinden bir kısmının kalpleri neredeyse sapacak duruma geldikten sonra tevbeye muvaffak kıldı, sonra da tevbelerini kabul etti.

İbni Abbas (radıyallahü anh) bu konuda şöyle diyor: ”Hazret-i Peygamber'in affedilmesi, onun münafıkların savaştan geri kalmalarını affetmesi do kıy ısıyladır. Bu günah, zelle cinsinden bir günahtır. Çünkü peygamberler, küçük ve büyük günah işlemekten korunmuşlardır. Günah işleyen kimseler heybet ve azametlerinden bazı şeyler kaybederler ve müminlerin gözünde saygınlıkları azalır. Peygamberler ise, heybet ve azametli olmak durumundadırlar. Bu sebeple de, cüzzam ve buna benzer nefret verici hastalıklardan korunmuşlardır. ”'Zelle"nin anlamı; haktan bâtıla sapmak değil, en üstün olandan, üstün olana yöneliştir. Bundan dolayı peygamberler, yaptıkları zelleler için, Allah katındaki şan ve mevkilerinden dolayı kınanırlar. Bu kınama Allah tarafından yapılır."

Ebû Sa'îd el-Harrâz şöyle der: ” İyilerin iyilikleri, mukarrebûnun kötülükleri mesabesindedir."

Ensâr; Hazret-i Peygamber Mekke'den Medine'ye göç ettiği zaman, kendisini karşılayıp misafir edenlere verilen sıfattır. Bu isim İslâmîdir ve Allah tarafından Evs ve Hazrec kabilelerine verilmiştir. Bu kabileler. Hazret-i Peygamber'e yardım etmeden ve Kur'an inmeden önce, bu isimle anılmıyorlardı. Ensâr'ı sevmek vacip olup, imanın belirtisidir. Hadiste şöyle buyurulur: ”Müminin belirtisi, Ensâr'ı sevmek, münafığın belirtisi de Ensar'a buğzetmektir."

Hazret-i Peygamber'in belirttiğine göre Muhacirler, Ensar'dan daha faziletlidir. Hadiste: ”Hicret olmasaydı, Ensardan bir fert olurdum" buyurulur. Bu ifadeden maksat, Ensar'a ikramda bulunmak, onlara değer vermektir. Çünkü, Allah katında, hicretten sonra O'nun dinine yardım etmekten daha yüce bir rütbe yoktur.

Ayette geçen 'ona uyanlar' tabirinden kasıt da, Hazret-i Peygamber'e uyarılar ve ondan geri kalmayanlardır. ”Güçlük saatinde" tabiri, Tebük savaşının gerçekleştiği zamandır. Çünkü o zaman, müslüınanlar büyük güçlüklerle karşılaşmışlardı. Sıcak fazlaydı, binek o kadar azdı ki, bir deveye on kişi sıra ile biniyordu. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) der ki: ” Çok sıcak bir günde çıkmıştık. Korkunç bir susuzluk yaşamıştık. Bizden birisi devesini keserek, işkembesini sıkar, elde ettiği suyu içerdi." İşte bu zorluklardan dolayı Tebük Savaşına ”Zorluk Savaşı" adı da verilmiştir. Bu savaşa katılıp savaşanlara da, 'zorluklar ordusu' adı verilmişti. Hazret-i Peygamber'in ashabı zorluk anında ona uydukları için methedilmişlerdir. Durum böyle olmasına rağmen, o yüce insanlar bile tevbeye muhtaçtırlar. Diğer insanların durumunu artık siz düşünün!

Tebük savaşında Hazret-i Peygamberle bulunan bir grup, karşılaştıkları zorluklara dayanamayıp, izinsiz olarak, zamanından önce savaş yerinden ayrılmayı arzular olmuşlardı. Fakat onlar da sabretmişler ve neticede mükâfatlarına ulaşmışlardı. İşte Allahü teâlâ, onların da tevbelerini kabul etmiş, günahlarını bağışlamıştı. Çünkü onlar da çok büyük zorluklarla karşılaşmış ve sabretmesini bilmişlerdi. Bu sabrın karşılığı olarak da, tevbeleri kabul olunmuştu.

Gerçekten Allah, onlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir. Allahü teâlâ'nın şefkat ve rahmet sıfatı, tevbe ve affın dinamiklerindendir. Yüce Allah'ın kullarına olan rahmetlerinden birisi de, sevgili peygamberini göndermesi ve ona mucizeler vermesidir.

Rivayet edildiğine göre Tebük savaşına katılanlar, Hazret-i Peygambere dert yanarak, su sıkıntısı çektiklerini bildirmişlerdi. Ebû Bekir (radıyallahü anh) şöyle demişti: ”Ey Allah'ın elçisi! Allahü teâlâ seni hayır duada bulunmaya alıştırmıştır. Gel bize de duâ et!" Hazret-i Peygamber de ”Öyle mi istiyorsun? ” diye sorunca, Ebû Bekir ”evet" demişti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber ellerini kaldırarak duada bulunmuş, yağmur bulutu gelip yağıncaya kadar ellerini indirmemiştir. Bunun üzerine, bütün insanların suya kanmasına ve ihtiyaçları kadar su elde etmelerine kadar yağmur yağdı. Bu yağmur sadece, askerlerin bulunduğu bölgeye yağmıştı."

Yine rivayet edildiğine göre, Tebük savaşma katılanlar, bir gün suyu olmayan kayalık bir yerde bulunuyorlardı ve neredeyse atlar ve insanlar, susuzluktan perişan olacaklardı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber orada bulunan bir su kabı için: ”Şu su kabının sahibi nerede?" diye sordu. ”İşte burada Ey Allah'ın elçisi" dediler. ”Getir bana onu" buyurdu. Su kabını kendisine getirdiler. İçerisinde bir damla kadar su vardı. Parmaklarını üzerine koyar koymaz, parmak aralarından on göze halinde sular çıkıverdi. İnsanlar toplanıp sularını içtiler, artan suyu da bineklerine içirdiler. Orduda: 12.000 at, 15.000 deve ve 30.000 insan vardı.

Yine rivayet edildiğine göre. Tebük savaşında açlıkla karşılaşan müslüınanlar, Hazret-i Peygamber'e gelerek: ”Ey Allah'ın Elçisi! İzin verseniz de, şu hayvanlarımızı kesip, birazcık yağlansak yani açlığımızı gidersek" derler. Hazret-i Ömer ise: ”Eğer öyle yaparsan, bineklerimiz yok olur, fakat duâ et de Allah onların azıklarını artırsın, bereketleri artsın" der. Hazret-i Peygamber de bunu kabul ederek bir deri (sahtiyan) parçası istedi. Sonra onu yaydı, herkesin kalan azıklarını getirip oraya koymasını istedi. Biraz sonra, adamın biri, bir avuç mısır, birisi bir avuç hurma, bir diğeri de bir avuç değişik yiyecek getirerek derinin üzerine koydular. Hazret-i Peygamber bunların bereketlenmesi için duâ yaptı ve ”kaplarınızı alın" buyurdu. Kaplarını dolu olarak alıp yediler ve orduda doymayan hiçbir kimse kalmadı. Bir miktar da arttı. Daha sonra Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: ”Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve ben O'nun Rasûlüyüm. Şüphe içerisinde olmayan bir kul bu inanç üzere Allah 'a kavuşursa, Allah da onu cenennemden korur."

117 ﴿