118Ve savaştan geri bırakılan üç kişinin tevbesini de kabul etti. Allahü teâlâ, durumları geciken ve haklarında vahiy gelinceye kadar durumları kesinlik kazanmayan üç kişinin tevbesini de kabul buyurdu. Bu üç kişi, şâir Kâ'b b. Mâlik, Murare b. Rebi' ve Hilâl b. Ümeyye el-Ensârî idi. Bütün genişliğine rağmen, dünya kendilerine dar gelmiş, canları sıkıldıkça sıkılmış ve Allah'tan kurtuluşun ancak Allah'a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Dünya o kadar geniş olmasına rağmen, o üç kişiye dar gelmeye başlamıştı. Durum bu aşamaya gelinceye kadar, onlar hakkındaki hüküm geciktirilmişti. Bu üç kişiyle insanlar konuşmayı kesmişlerdi, onlara selâm bile vermiyorlardı. O üç kişi, ölmelerinden ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müslümanlann cenaze namazlarını kılmayacaklarından korkuyorlardı. Âyet-i kerime onların şaşkınlıklarını ifade etmektedir. Sanki onların kendilerini sakinleştirecek ne bir kararları ve ne de sığınılacak bir yerleri vardı. Bu üç kişinin canları sıkıldıkça sıkılmış ve kalbleri gam ve yalnızlığın son noktasına varmıştı. Sığınacakları bir insan kalmadığı gibi, rahat ve huzurları gitmişti. İşte o zaman kesin olarak anladılar ki, Allah'ın gazabından kurtulmak için, yine O'nun rahmetine sığınmak gerekiyor. Önceki ilim adamlarının bazıları şöyle diyorlar: ”Üzerinde nimetler görülen kimse, Allah'a hamdetmeyi artırsın. Sıkıntısı artanlar, istiğfarı artırsın. Bilmiş olunuz ki, tevhid denizine dalan, Allah'tan başka varlık göremez. O'ndan başkasına sığınamaz. Ne şekilde olursa olsun, O'ndan başkasına da kaçış yoktur." Sonra (eski durumlarına) dönmeleri için, Allah onların tevbesini kabul etmişti. Şüphesiz Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır. Daha sonra Allahü teâlâ, onları tevbe etmeye de muvaffak kıldı. Günahlardan dönmelerine fırsat sağladı. Çünkü O, tevbe etmek isteyenlerin tevbesini çok kabul eden, çeşitli nimetler vermek suretiyle onlara merhamet edendir. Ebû Zer el-Gıfari (radıyallahü anh)'den rivayet edildiğine göre, devesi yavaşlayınca, devenin yükünü kendisi sırtlamak suretiyle, yaya olarak Hazret-i Peygamberin izini takip etmişti. Hazret-i Peygamber onun karartısını görünce ”Herhalde hu Ebû Zer olmalı" demişti. Yanında bulunan insanlar ”tâ kendisi" demişlerdi. Bunun üzerine Peygamber: ”Allah, Ebû Zer'e rahmet etsin. O tek başına yürür, tek başına ölecek ve tek başına diriltilecektir." buyurdu. O üç kişiden Hilâl Akabe Bey'atı'nda, Murare ve Kâ'b ise Bedir gazvesinde bulundular. Kâ'b şöyle der: ”Seferden döndüğü zaman Hazret-i Peygamber'e gidip selâm verdiğimde, kızgın bir şekilde selâmıma karşılık verdi ve dedi ki: 'Benimle neden gelmeyip geciktin. Yoksa binmek için deve almamış miydin?' Ben de: 'Beni sana tâbi olmaktan alıkoyan bir özürüm yoktu' dedim. Bunun üzerine o: ”Yanımdan kalk, Allah, senin hakkında hükmünü verir" buyurdu. İki arkadaşına da aynı şeyi söyledi ve Müslümanlara onlarla konuşmayı yasakladı. İnsanlar onlardan uzaklaştı, ne uzak ve ne de yakınlarından hiçbir kimse onlarla konuşmadı. O iki kişi kendi evlerinde kalıp, ağlamaya devam ettiler. Kâ'b ise namaza geliyor, Müslümanlarla namaz kılıyor ve sokaklarda dolaşıyordu. Fakat hiçbir kimse onunla konuşmuyordu. Kâ'b şöyle anlatır: ”Medine sokaklarında dolaşırken, Şam'dan yiyecek ve gıda maddeleri getirip satan bir Nabtî ile karşılaştım. Bu adam 'Kâ'b'ı bana kim gösterebilir?' diye soruyordu. İnsanlar da beni gösterince, yanıma geldi ve Gassan kralı Haris b. Ebû Şemr'den bir rnektub getirdi. Bu mektup, ipekten bir kumaş parçasına sarılıydı. Mektupta şöyle yazılıydı: 'Bana bildirildiğine göre, arkadaşın (yani Hazret-i Peygamber) sana eza ve cefa etmektedir. Bu tür zillete düşmekten kurtulman için bize katıl sana yardım edelim.' Bunu okuyunca: 'Bu da bir başka belâ' dedim ve o mektubu bir fırına attım. Aradan kırk gece geçtikten sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir elçisi geldi ve: Hazret-i Peygamber, hanımından ayrılmanı emrediyor' dedi. 'Boşayayım mı yoksa?' diye sordum. Elçi: 'Hayır, ondan ayrıl ve yaklaşma' dedi. Aynı sözleri diğer iki arkadaşıma da gidip bildirdi. Hanımıma dedim ki: 'Ailene git ve Allah bir hüküm belirtinceye kadar orada kaL' Hilâl'in hanımı Hazret-i Peygamber'e gelerek şöyle dedi: 'Hilâl yaşlı bir insandır. Hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet vermemi istemiyor musun?' Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Hayır, fakat sana yaklaşmasın!" buyurdu. Bunun üzerine kadıncağız: 'Allah'a yemin ederim ki o hiç hareket edecek durumda değil. Başına bu iş geldiğinden beri, ağlaması durmadı' dedi." Bu günden sonra tam elli gün daha geçti. Yani o üç kişiye boykot etme emri verilmesinin üzerinden tam elli gün geçmişti. Kâ'b yine şöyle der: ”Ellinci günün sabahı, sabah namazı vaktinde, Sel' dağının en zirve noktasından gelen bir ses duydum. O ses: ”Müjde Ey Kâ'b b. Mâlik!' diyordu. Hemen secdeye koyuldum ve Hazret-i Peygamber'e, Allahü teâlâ'nın bizim tevbemizi kabul buyurduğunu bildirdiğini anladım. Dağın tepesinden sesini işittiğim adam yanıma gelip müjdeyi verince, üzerimdeki elbiseyi çıkarıp müjdesine karşılık olarak ona hibe ettim. Halbuki o gün, bir başka elbisem de yoktu. Amcamın oğlu Katâde'den alt ve üste giyilen iki elbise ödünç aldım ve onları giydim. Allahü teâlâ Hazret-i Peygamber'e tevbelerimizi kabul ettiğini, gecenin son üçte birinde bildirmişti. Hazret-i Peygamber o zaman, Ümmü Seleme (radıyallahü anh)'nin evinde bulunuyordu. Ümmü Seleme beni iyi bilirdi ve bana yardımcı olmak isterdi. Hazret-i Peygamber ona: 'Kâ'b'ın tevbesi kabul edildi' demişti. O ise: 'Kâ'b'a adam gönderip müjde vereyim mi?' diye sormuştu. Hazret-i Peygamber de: 'İnsanlar uyanır ve gecenin bu saatinde size uyku uyutmazlar' buyurmuştu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldıktan sonra Allah'ın tevbelerimizi kabul ettiğini bildirdi." Ka'b diyor ki: ”Daha sonra Peygamber'e gittim. Halk beni karşılayıp kutlamak için, sıraya girmişlerdi. Şöyle diyorlardı: 'Allah tevbeni kabul buyurdu. Tebrik ederiz.' Nihayet Mescide girdim. Hazret-i Peygamber oturuyordu ve yanında diğer insanlar da vardı. Talha b. Abdullah derhal ayağa kalkıp bana doğru koştu, benimle musafaha yaptı ve beni kutladı. Muhacirlerden hiçbir kimse benim bu halime aldırış bile etmedi. Onun içindir ki. Talha'yı hiç unutamam. -Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret ettiği zaman, bu iki şahsı birbirlerine kardeş yapmıştı.- Hazret-i Peygamber'e selâm verdiğim zaman, neşesinden dolayı yüzü parlıyordu. Hazret-i Peygamber neşelendiği zaman, yüzünden ay parçası gibi ışıklar saçılırdı. Önüne oturduğum zaman: 'Ey Ka’b, ananın seni doğurduğu günden beri, en hayırlı şeyi sana müjdeliyorum' buyurdu ve bu âyetleri (Tevbe sûresinin 118 ve 119'uncu âyetlerini) okudu. Bunun üzerine ben: Tevbemin kabulü için, elimdeki bütün malımı sadaka olarak dağıtıyorum' dedim. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): 'Malının bir kısmını kendine ayır. Bu daha hayırlıdır"-' buyurdu." |
﴾ 118 ﴿