122Mü'minlerin hep birlikte savaşa çıkmaları gerekmez. Âyette geçen 'lam' harfi, nefyi tekid için kullanılmıştır. ”Onların savaşa çıkmaları doğru olmaz, ” anlamına gelir. Mü'minlerin hep birlikte, savaşa ya da ilim tahsiline çıkmaları doğru olmaz. Yine onların hepsinin savaşa ve ilim tahsiline gitmeyerek, oldukları yerde kalmaları da uygun bir davranış olmayıp, geçim, temin etme konusundaki emre aykırıdır. O halde çıkan her kabileden bir grup; dini bilgileri öğrenmek ve kavimleri kendilerine döndüklerinde, onları uyarmak için geride kalmalıdır. Umulur ki dikkatli olurlar. Âyette geçen 'Lev lâ edatı da, 'hellâ' gibi teşvik edatıdır. Bu tür teşvik edatları, -dili geçmiş zaman fiiliyle kullanıldığında (mazi fiil), o fiilin yapılmamasından dolayı kınama ifade eder. Bu da, ancak vacib terkedildiği için olur ve o işi yapmanın vacip olduğunu gösterir. Âyette geçenden kasıt da, savaşa çıkmanın ve gereğini yapmanın emredildiğidir. Her kabile, ya da topluluktan bir grup savaştan geri kalıp, din bilimlerini öğrenmeli ve savaşa katılanlar geri dönünce, onlara dinlerini öğretmelidir. Buradaki fıkıhtan kasıt, dinle ilgili hükümleri bilmektir. Onların savaştan geri kalmalarının en önemli sebebi, kentli toplumlarını irşad etmek ve onları fenalıklardan sakındırmaktır. Âyette, sadece ”inzar" (uyarma) belirtilmiştir. ”Tebşir" (müjde) belirtilmemiştir. Çünkü uyarı, daha önemlidir. Tıpkı, kötü huylardan temizlenmenin, güzel huylarla süslenmekten daha önce geldiği gibi. Umulur ki böylece, onlar uyarılırlar ve içine düşmeleri muhtemel şeylere karşı dikkatli olurlar. Bu âyetten anlaşıldığına göre, fıkıh bilgisi ehle edip, insanlara öğüt vermek, farz-ı kifâyelerden birisidir. Öğrencilerin yegâne gayeleri, doğruluk ve dini yaymak olmalıdır. Yükselmek, üstün olmak ve başa geçmek olmamalı, giyim kuşam, binek, cariye ve köle yönünden, diğer insanlardan üstün olmak, olmamalıdır. Zamanımız insanları bu güzel huylardan uzaktırlar. Allah yardımcımız olsun! Öğrenci, Allah'ın rızâsını ve ahireti istemelidir. Kentlisinden ve diğer cahil kişilerden, cehaletin gitmesini arzu etmelidir. Dinin ihyasını, İslâm'ın bekasını temine çalışmalıdır. İslâm'ın bekası ilimle mümkündür. Cahillikle ne zühd olur, ne de takva. Yine öğrenci, elde ettiği ilimden dolayı, bedenine verilen sıhhatten, organlarının sağlamlığından ve kendine ikram edilen akıl nimetinden dolayı Allah'a şükretmeyi niyetine koymalıdır. Allahü teâlâ'nın şu buyruğunu aklından çıkarmamalıdır: ”Allah sizi, annelerinizin karnından çıkardı. Bir şey bilmiyor dunuz. Şükredesiniz diye size; kulak, göz ve kalpler verdi." (Nahl: 78) Yine öğrencinin, iyice düşünerek, en bilgin ve en takva sahibi hocayı seçmesi gerekir. Tıpkı Ebû Hanife'nin Hammad'ı seçtiği gibi. Ebû Hanife şöyle der: ” Basra'ya girdim ve sandım ki, sorulan her soruya cevap verebilirim. Bir şeyler sordular, verecek cevabım yoktu. Bunun üzerine. Hammad'ı terketmemeye yemin ettim ve onun yanında tam yirmi yıl daha kaldım. Hiçbir namaz kılmadım ki, annem ve babamla ona da dua etmiş olmayayım." Sâlih hocaların ve kâmil insanların nefeslerinde, hayret verici etkiler vardır. Anlatıldığına göre, Ebû Hanife'nin babası olan Sabit, Nevruz ve Mihrican gününde, Ali b. Ebî Tâlib'e helva hediye etmişti. O da Sâbit'e ve çocuklarına bereket duasında bulunmuştu. Öğrenci, bilgin ve bilgisinin gereğini yerine getiren hocayı bulunca, her ilimden âhirette kendisine yarayacak olan bilginin, en güzelini ve en faydalısını seçmelidir. İz b. Abdi's-Selâm şöyle der: ” Farz olan ilim üç gruptur: 1) Tevhid ilmi: Bu konuda insana gerekli olan dinin temellerini bilecek kadar bilgi sahibi olmaktır. Önce, mabudu ve ona nasıl ibadet edeceğini bilmesi gerekir. İsimlerini ve zatının sıfatlarını, hakkında nelerin vacip, nelerin muhal olduğunu bilmediğine nasıl ibadet edeceksin? Belki de, onun hakkında bazı şeylere inanmış olacaksın, halbuki bunlar bâtıl şeylerdir. Bütün ibadetlerin heba olup gidecektir. 2) Sır ilmi: Bu ilim, kalb ve onunla ilgili ilimdir. Bir Mü’minin, kalbin durumlarına dair ilmi de bilmesi farzdır. Bunlar; tevekkül, Allah'a yönelme, Allah korkusu, rızâ (ki bu her durumda gerekir), hırstan, öfkeden, kibirden, hasetden, gurur ve gösteriş gibi şeylerden sakınmadır. 3) Şeriat ilmi: Bu ilim, şer'î amellerden yapman gerekenleri bildiren ilimdir. Şeriat tarafından emrolunduğun şekilde, nasıl davranacağını bilmen gerekir. Bunu sana şeriat ilmi öğretir. Yapmaman gereken şeyleri de sana yine bu ilim öğretir. Bu ilim, bütün ibadetleri ve muamelâtı kapsamına alır. Her kim, alışverişle ve sanatla uğraşırsa, muamelelerinde ve kazancında, haramdan kaçınmasını öğreten bilgiyi öğrenmesi gerekir. Bu bilgilerin öğrenilmesi, bazan da farz-ı kifaye olur. 'Ayn'ul-Me'ânî isimli eserde şöyle denir: " '...Dinde geniş bilgi elde etmek için...' ifadesinden kasıt, ahiret ilmidir. Çünkü âyetin sonunda, uyarma ve dikkat etme, sakınma ifadeleri yer almıştır. Ahiret ilmi, hem muamele ve hem de mukâşefe ilmini kapsamına alır. Muamele ilmi; Allah'a nasıl yaklaşılacağını, O'ndan ne yapılırsa uzak kalınacağını belirten ilimdir. Bu ilime, organların ve kalblerin yaptıkları da girer. Mukâşefe ilmi ise: ”Âlimin âbide olan üstünlüğü, benim ümmetime olan üstünlüğüm gibidir" hadisinde belirtilen husustur. Astronomi ilmini de, kıbleyi ve namaz vakitlerini tesbit edebileceği kadar öğrenmesi caizdir. Hastalıkları tedavi edecek kadar tıb ilmi öğrenmesi de gerekir." Eşbâh adlı ese ide de şöyle söylenir: ”İnsanın dinini yaşayabilmesi için gerekli olan bilgileri öğrenmesi farz-ı ayındır. Başkalarına faydalı olacak olanı öğrenmesi, farz-ı kifayedir. Fıkıh ilminde ve gönül ilminde derinlemesine bilgi sahibi olması da mendubtur. Göz boyama, müneccimlik, kumla fala bakmak ve büyü gibi şeyler haramdır. Şâirlerin kahramanlık ve gazel türünden şiirleri mekruhtur. Manası bozuk olmayan şiirler de mubahtır." İlmi yaymak ve ilimle irşad faaliyetlerinde bulunmak, büyük bir fazilettir. Onun içindir ki Hazret-i Peygamber Muaz b. Cebele, kendisini Yemene gönderdiği zaman şöyle demiştir: ”Allahü teâlânın, senin sayende bir insanı hidayete kavuşturması, senin için güneşin doğmuş olduğu en hayırlı gündür." İlim adamları, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Çünkü peygamberler tebliğ ve irşadla meşgul oldukları gibi ona varis olanlar da irşad ve tebliğ ile meşgul olurlar. Peygambere vâris olan her mürşidin maksadının Hazret-i Peygambere saygı göstermek ve ümmetinin çoğalması için çalışmak olmalıdır. Çünkü Sehl b. Sa'd'dan rivayet etmişlerdir. Orada hitap Hazret-i Ali'ye olup şöyledir: ”Allah'a yemin ederim ki senin vasıtanla Allah'ın bir adamı hidayete erdirmesi senin için kırmızı develerden daha hayırlıdır. ” Hazret-i Peygamber; ”Ben diğer ümmetlere karşı sizin çok oluşunuzla övüneceğim" buyurmuştur. Ayette, mü'minler için, vatanlarını terkederek, faydalı ilimleri öğrenmeye teşvik vardır. Hazret-i Câbir, bir tek hadis elde etmek için, Medine'den Mısır'a gitmiştir. Bundan dolayıdır ki bir kimse, ilim için yolculuk yapmadıkça kâmil sayılamaz, göç etmeden ise, maksadına ulaşamaz. Şâir şöyle der: Gez dolaş, ayrılmış olduğun şeye bir karşılık bulursun. Durmadan çalış, çünkü şeref kazanmak ancak çalışmayladır. |
﴾ 122 ﴿