128Size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Buradaki hitap, bütün Arap ve Acemleredir. Allah'a yemin olsun ki, size kendi aranızdan şanı yüce bir peygamber gelmiştir. Rasûl; Allah'ın, insanlara hükümlerini gönderdiği insandır. O da sizin gibi bir insandır. Sizin aranızdan birisidir. Melek ve bir başka varlık değildir ki, ondan kaçasınız ve ona uymaktan çekmesiniz ve sonra da: ”O bizim cinsimizden değildi, onun için de kendisine uyamadık" diyesiniz. Ayette ”De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim." (Kehf: 110) buyurulur. Buradaki hitap, sadece Araplara da olabilir. Buna göre âyetin manası: Ey Araplar! Allah'a yemin olsun ki, sizlere, sizin gibi bir Arap peygamber gelmiştir. Sizin dilinizi konuşuyor. Ona uyum sağlamak sizin için çok kolaydır. Onun delillerini çabucak anlarsınız. İnsanları doğru yola iletmek, ancak onların dillerini bilmekle olur. Şöyle bir hikâye anlatılır: Arap, Türk, Acem ve Rum olmak üzere dört milletten dört kişi varmış ve hiçbiri bir diğerinin dilini anlatılıyormuş. Bunlar yolda bir dirhem para bulmuşlar ve birbirlerini anlamadıkları için de ihtilâfa düşmüşler. Bu dört kişinin dilini bilen bir başka kimse, her birine ayrı ayrı ne istediklerini sormuş. Bu dört kişinin herbirinin istediği şey, o parayla üzüm satın almakmış. Dil bilen o adam, ellerindeki parayla onlara üzüm satın almış. Böylece, aralarındaki ihtilâf çözümlenmiş. Ayetteki: ”Min enfüsiküm =İçinizden..." ifadesi ”min enfesiküm" şeklinde de okunmuştur. Buna göre âyetin manası: ”Size sizin en şerefliniz ve en faziletli olanınız peygamber olarak gönderildi" şeklinde olur. Sizin sıkıntıya uğramanız, dini hükümlere inanmamanız ona çok ağır gelir. O, âkibelinizin kötü olmasından ve azaba uğramanızdan korkuyor. Çünkü o, size çok düşkün, mü'minlere de çok şefkatli ve merhametlidir. O peygamber, sizin iman etmenizi çok ister ve durumunuzu düzeltmenize çok düşkündür. Yoksa Hazret-i Peygamber, onların bizzat kendilerine düşkün değildi. Bir şeye düşkün olmak (hırs) o şeyi elde etmek için şiddetli çaba sarf etmektir. Ayette, ”raûf (şefkatli) kelimesi önce zikredilmiştir. Şefkatli olmak, merhametli olmanın daha kuvvetli halidir. Bir yerde övme yapılırken, alttan yukarıya doğru gidilir. Burada tersinin yapılmış olması, âyet sonlarındaki fasılalara riâyet içindir. Bir de burada da mü'minler kelimesi önce zikredilmiştir. Bunun sebebi de mü'minlerden başkasına şefkat ve merhamet olmadığını vurgulamak içindir. İnkarcılara gelince, onlara ne şefkat ve ne de merhamet yoktur. Rivayet edilir ki, Ebû Tâlib öldüğü zaman, Hazret-i Peygamber Kureyş'ten o zamana kadar görmediği çileleri gördü. Kureyş'ten çektiği o akıl almaz çileler yüzünden Tâif denen yere gitti. Kendisine çektirilen çile ve işkenceden, yalanlama ve hakaretlerden dolayı çok muzdaripti. Ona: ”Sen değil misin tanrıları tek tanrı diye ilân eden?" diye bağırıp çağırıyorlardı. Bu sözler üzerine Hazret-i Ebû Bekir ortaya çıkıp, kimine vurarak, kimini de iterek şöyle diyordu: ”Rabbim Allah'tır' diyen adamı mı öldürmeye kalkıyorsunuz?" Hazret-i Peygamber'in Tâif’e gidişi, peygamberliğinin onuncu şevval ayında idi. Tâifte bulunan Sakif kabilesinin müslüman olmasını istiyordu Onların İslâm'a girmelerini ve bu dine yardımcı olmalarını umuyordu. Tâif'e vardığı zaman, onların ileri gelenlerine gidip, kendisine gelen vahyi bildirdi'. Birisi dedi ki: ” Bu adam Kabe'nin örtüsünü kesiyor, çalmıyor." Bir başkası '“Allah, rasûl göndermek için senden başka birisini bulamadı mı?" Üçüncü bir kişi de: ”Allah'a yemin ederim ki, seninle hiç konuşamam sen, söylemiş olduğun gibi, Allah'ın göndermiş olduğu bir peygambersen çok yüce bir insansın. Onun içindir ki, sana cevap veremem. Eğer yalan söylüyorsan, sana cevap vermeye değmez" dedi. Hazret-i Peygamber bunların yanından üzgün olarak kalktı ve şöyle dedi ”Bu durumu kimseye söylemeyin. Aramızda sır olarak kalsın." Hazret-i Peyoarn' ber, durumdan kendi kavminin haberinin olmasından ve işin zorlaşacağından endişe ediyordu. Taifliler Hazret-i Peygamber'e: ”Şehrimizden çık git" diyorlar ayak takımını ona musallat ediyorlardı. Onlar da bir araya toplanıp, Hazret-i peygamber'e hakaret ederek bağırıp çağırıyorlardı. Olay şöyle gerçekleşmişti insanlar iki grup halinde yolun sağında ve solunda toplanmışlar, Hazret-i Peygamberi taş yağmuruna tutmuşlardı. Ayaklarını kana bulamışlardı. Onların serlerin den kurtulunca, bir üzüm bağına girdi. Ağaç altında gölgelenirken şöyle duâ ediyordu: ”Ey Allah'ım! Kuvvetimin zayıflığını, imkânımın azlığım ve insan lava karşı düşkünlüğümü ve hakir görülmüş olmamı sana arzediyorum Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım! Sen zayıfların Rabb'isin! Benim de Rabbimsin, beni kime bırakıyorsun? Eğer bana öfkelenmediysen bei aldırış etmem." Daha sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gamlı ve üzgün bir şekilde oradan ayrılarak, Karnusseâlib denen ve Mekke ile Tâif arasında bulunan bir yere vardı. Burası Necid veya Yemen halkının mîkat yeri olup Mekke ile arasında ki mesafe bir gün ve gecelik yoldu. Burada Allahü teâlâ Cebrail'i ve onunla birlikte dağlarla görevli meleğini peygambere gönderdi ve şöyle haber verdi ”Eğer dilersen, şu iki dağı Sakif kabilesinin başına yıkayım." Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: ”Hayır! Ben Allah'tan onların zürriyetinden, Allah'a ibadet edecek olan ve şirk koşmayacak olan nesiller çıkarmasını istiyorum" buvur du. Bunun üzerine dağlara müvekkel olan melek: ”Sen, Rabbinin seni isim lendirmiş olduğu gibisin" buyurdu. Yani sen ”Çok şefkatli ve merhametlisin" demek istedi. |
﴾ 128 ﴿