129

Yüz çevirirlerse de ki: 'Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah bana yeter. Ben O'na dayandım. Burada Hazret-i Peygamberi teselli etme vardır. Eğer onlar, sana inanmaktan yüz çevirir ve nasihatlerini dinlemezler ve sana uymazlarsa, onların sana ettikleri kötülüklere karşı: ”Bana Allah yeter" de. Çünkü O sana yardım edecek ve onların kötülüğünden seni koruyacaktır. Buradan anlaşılıyor ki, Hazret-i Peygamberin yapmış olduğu tebliğ, onun Allah'a yaklaşmasına ve kabulüne vesiledir. O Allah'tan başka ilâh da yoktur. İbadet edilecek olan sadece O'dur. O'na dayandığım için, başkasından korkmanı. Tevekkül etmek, kalbi Allah'a dayamak ve O'na güvenmektir. Kalbin huzura ermesi ve ızdıraptan kurtulması, ancak bu şekilde Allah'a bağlanmasıyla olur.

Ve O, yüce Arş'ın sahibidir.' O Allah, yerden ve göklerden daha büyük olan Arş'ın yaratıcısıdır. Allah, her şeyin Rabbi olduğu halde burada özellikle Arş'ın Rabbi olduğunun belirtilmesinin sebebi, bu kadar yüce bir şeyin Rabbi olan, Allah'ın, ondan daha küçük olan şeylerin Rabbi de olacağı açık olduğu içindir. Bir başka görüşe göre ise, 'Arş'ın' zikredilmesi, onu yüceltmek ve ona şeref vermek içindir.

Bu iki âyetin faziletleri konusunda çeşitli şeyler anlatılır:

Sâlih kimselerden birinden şöyle nakledilmiştir: Adamın birinin içi daralmış. Rüyasında Hazret-i Peygamber'i görmüş. Hazret-i Peygamber ona: ”Ey Adam! Üzülme ve tasalanma! Yarın sabah, Ali b. İsa'ya git. (O bir vezirdir.) Ona selâm söyle ve işaret ederek, bana bin defa duâ salavât getirdiğini söyle. O da sana yüz dinar para verir." Ertesi gün bu adam, doğrudan Ali b. İsa'ya gider ve rüyayı anlatır. Ali b. İsa'nın gözlerinden yaşlar akar ve: ”Allah ve Rasûlü dosdoğru söyler. Sen de doğru söylüyorsun ey adam. Bu, Allah ve O'nun Rasûlünden başkasının bileceği bir şey olamaz. Getir yavrum şu keseyi" der. Sonra da keseyi açarak üçyüz dinar para çıkarır ve: ”Bu yüz dinar Hazret-i Peygamber'in söylediği, bu yüz dinar müjde ve şu yüz dinar da sana hediye," der. Adam, üç yüz dinarı alarak oradan ayrılır, böylece üzüntü ve tasası da gider. Allah bu vezire lütuf ta bulunur ve vezirliği de başkanlığı da bırakır. Daha sonra, Mekke'ye giderek Hazret-i Peygamber'i anmanın bereketi hürmetine orada itikâfa girer. Çünkü bu adamın bu hale gelmesi, Allah'ın ezelî olan ilminde vardı ve işin sonunda işlerin Allah'a havale edileceği takdir edilmişti.

Bilmiş olunuz ki, sûrelerin sonunda, bunların faziletleriyle ilgili Keşşafta, zikredilen ve Kadı Beyzavî ile Ebû's-Suud'un da almış olduğu hadisler hakkında, ilim adamları olumlu ve olumsuz çok şeyler söylemiştir. İmam Sâğânî gibi bazı âlimler bu hadislerin uydurma olduğunu söylemişlerdir. Eğer bu tür hadisler sahih ve kuvvetli ise, üzerinde konuşmaya gerek yoktur. Eğer isnad yönünden zayıf iseler, hadis âlimlerinin ittifakına göre, bu zayıf hadislerle, sadece teşvik ve sakındırma (terğib-terhib) konularında amel etmek caizdir. Nitekim Nevevî'nin Ezkâr’ında böyle denilmektedir.

Eğer hadisler uydurma ise, Hâkim ve diğerleri şöyle derler: ”Zahidlerden birisi, Kur'an sûrelerinin faziletleri konusunda hadis uyduruyormuş. Ona 'Neden böyle yapıyorsun?' diye sorulduğunda şöyle demiş: 'İnsanların Kurandan uzaklaştıklarını gördüm. Ona teşvik etmek için böyle yapıyorum.' Bunun üzerine o adama, Hazret-i Peygamberin şu hadisi hatırlatılmış: 'Her kim, kasten, hana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.' Bu hadisin lâfzı emir, manası ise haberdir. Yani Allah ona, cehennemde bir yer ayırmıştır. Bu hadis hatırlatıldıktan sonra o adam şöyle demiş: 'Ben, onun aleyhinde değil, lehinde yalan uydurdum."'

Gerçek olan da şudur ki, yalan söylemek kesinlikle caiz değildir. Çünkü yalan, İslâmın temellerini yıkmaya sürükler, şeriatı ve dinin hükümlerini bozar. Bu durumlar cahillikten kaynaklanır. Çünkü cahiller, şeriatın hükümlerini bilmezler. Yalan söylemek, ister teşvik isterse sakındırma için olsun, kesinlikle haramdır.

Allah'ın yardımıyla Tevbe Sûresinin tefsiri tamamlandı.

129 ﴿