5

Güneşi gündüz için

bir ışık, yani onu ışıklı olarak yaratan ve

ayı da gece için

nur kılan... Işık (ziya) nurdan daha güçlü olduğu için ziya güneşe, nur da aya nisbet edilmiştir. Bilginlere göre ziyâ, kendisinden ışıklı olan şeydir. Güneş gibi... Nur ise, yeryüzünde göründüğü gibi, başka bir şeyle var olan şeydir. Ay, nurunu güneşten alır. Yani aslında ay, kendi zatında, nuru kabul eden karanlık bir kütledir. Güneşle karşı karşıya gelince, yansıma suretiyle güneşten gelen nurla dolar. Böylece yeryüzüne ışık parıltıları gelir.

Yılların sayısını ve aylar, günler, geceler ve saatlerin

hesabı bilmeniz için... Bu hesabın bilinmesiyle hac, oruç, bayram, namaz ve diğer farzların zamanında ifâ edilmesiyle din ve dünya işleriniz düzgün gider.

Aya menziller takdir eden, hem aya, hem de güneşe menziller belirleyip hazırlayan

O'dur. Bunlar, o menzillerin dışına çıkamazlar, onlardan birine uğramam azlık da etmeyip hepsine takdir edildiği şekilde uğrarlar. Güneşin menzilleri on iki burçtur. Güneş bu menzillerin herbirini bir ayda gezer. Bu seyrin bitmesiyle yıl tamamlanır ve böylece şemsî yıl meydana gelmiş olur. Bu, güneşin ayrıldığı burç noktasına tekrar varmasıyla olur ki, 365 gün 6 saat eder. Sadru'ş-Şeriâ isimli kitapta bu açıklama vardır.

Ayın menzilleri ise yirmi sekiz tanedir. Bu menziller, 12 burca bölünmüştür. Her burç için iki tam bir bölü üç menzil vardır. Ay her gece bu menzillerden birisinde konaklar. Son menzile gelince incelir ve kavisleşir. Eğer ay otuz gün çekerse, ay iki gece; yirmi dokuz gün çekerse bir gece görünmez.

Güneş bu menzillerden her birinde on üç gün kalır. Bu menziller, Arapların yağmur taleb edilen yıldızlar diye inandığı yıldızların bulunduğu yerlerdir.

Allah bunları, yani yüce Allah ayı ve güneşi

bir gerçekle, yüce hikmetlerin gereğini gözeterek

yaratmıştır. Bu, biraz önce özet olarak işaret edildiği gibi, din ve dünya işlerinin kendisine bağlandığı zamanların ve yılların durumlarının bilinmesidir. Evet, göklerin ve yerin yaratılışında kesinlikle bir anlamsızlık ve abeslik yoktur.

Hikâye edildiğine göre bir adam, bir osurgan böceği gördü ve kendi kendine dedi ki: ”Allah bunu yaratmakla neyi irade etmiştir: Şekli güzel değil, kokusu da çok kötü." Daha sonra, Allah, bu adamı öyle bir çıbanla müptelâ kıldı ki, doktorlar tedavi etme imkânı bulamadılar. Sonunda tedaviyi bırakmak zorunda kaldılar. Nihayet bir doktorun medhini işitti ve kendisine bakması için bu doktorun getirilmesini istedi. Ona: ”Doktorların en mütehassısları bile seni tedavi etmekten âciz kaldılar. Şimdi bu doktoru ne yapacaksın?" dediler. Adam ise: ”Mutlaka ona görünmem lâzım" dedi. Bunun üzerine o doktoru getirdiler, yarasına baktı, osurgan böceği getirilmesini istedi. Orada olanlar güldüler. Bu çıbanlı adam daha önce bu böcek hakkında söylemiş olduğu sözleri hatırladı ve dedi ki: ”Doktorun isteğini yerine getirin. Şüphesiz doktorun bir bildiği var."

Doktor osurgan böceğini yaktı, küllerini adamın yarası üzerine koydu ve Allah'ın izniyle yara iyileşti. Bunun üzerine adam oradakilere şunları söyledi: ”Allah bana, yaratılanların en değersizi olarak gördüğüm böceğin, ilâçların en değerlisi olduğunu ve yarattığı her şeyde bir hikmetin bulunduğunu öğretmek istedi."

O, bu kâinatın sanatlı yaratılışındaki hikmetleri

bilen ve bununla, yaratıcının hallerine delil bulan

bir topluluk için âyetleri, yani kudretine ve birliğine işaret eden evrensel delilleri

açıklıyor. Âyette özellikle bilenler zikredildi. Çünkü âyetler üzerinde düşünmek suretiyle istifâde edenler, bilenlerdir.

5 ﴿