18Mekke kâfirleri Allah'ı bırakıp kendilerine zarar da yarar da veremeyen şeylere tapıyorlar. Âyet şu anlamdadır: Onlar Allah'a ibâdeti tamamiyle terketmemişlerdi. Fakat yalnız Allah'a ibâdetle yetinmeyip putlara da ibâdet ederek, inançlarına göre iki ibâdeti birbirine yaklaştırıyorlardı. Oysa bu putların onlara zarar vermeye veya herhangi bir yarar sağlamaya güçleri yetmez. Çünkü cansız varlıklar bu özellikten uzaktırlar. Kendisine ibâdet yapılan mabudun menfaat sağlayabilmesi, zararları giderebilmesi gerekir. 'Bunlar, yani şu putlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır' diyorlar. Yani, dünya işlerinden bizim için önemli olan hususlarda bize şefaat ettikleri gibi, eğer öldükten sonra dirilme olayı varsa, âhirette de şefaat ederler. Bil ki; ilk defa putlara ibâdet olayı Nuh (aleyhisselâm)'un kavminde görülmüştür. Şöyle ki: Âdem (aleyhisselâm)'in beş tane sâlih çocuğu vardı. Bunlar: Vudd, Suvağ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr isimli kişilerdi. Bunlardan Vudd vefat etti. İnsanlar, onun ölümüne son derece üzüldüler, kabri etrafında toplandılar, nerdeyse ayrılıp gitmeyeceklerdi. Şeytan bu durumu görünce, insan şeklinde onlara gelerek: ”Ben size onun heykelini yapayım mı? Ona bakınca onu hatırlarsınız" dedi. ”Evet" dediler. Bunun üzerine şeytan Vudd'un heykelini yaptı. Sonra o salih çocuklardan her birisi ölünce, onların da heykellerini yaptı. Bu heykelleri, onların adlarıyla isimlendirdiler. Daha sonra aradan uzun zaman geçip babalar, çocuklar ve torunlar unutulunca, şeytan geriden gelen nesillere dedi ki: ”Sizden evvelki insanlar bu heykellere tapıyorlardı." Bunun üzerine onlar da tapınmaya başladılar. Allah (celle celalühü) Nuh (aleyhisselâm)'u onlara gönderdi. Hazret-i Nûh, onları bu putlara tapınmaktan men etti, fakat onlar kabul etmediler. Hazret-i Adem ile Hazret-i Nûh arasında on yüzyıl geçmiştir. Her asırdaki yaşayanlar hak bir Şeriat üzeriodeydiler. Araplar içerisinde ilk defa put diken, Huzaa kabilesinden Amr b. Luhayy'dır. Bu adam, bazı işlerini görmek için Mekke'den çıkıp Şam'a geldi. Belkâ denilen yerde Amâlika kabilesini, putlara taparken gördü. Onlara: ”Nedir bunlar? diye sordu. Onlar da: ”Bunlar putlardır, biz onlara tapmıyoruz. Onlardan yağmur yağdırmalarını istiyoruz. Onlar da bize yağmur yağdırıyor, onlardan yardım istiyoruz, bize yardım ediyorlar." Bunun üzerine Luhayy onlara: ”Bunlardan bana bir put verseniz de onu Arabistan'a götürsem olmaz mı?" dedi. Bunun üzerine ona, insan suretinde, akîk taşından yapılmış Hübel denilen bir put verdiler. Luhayy, bu putu Mekke'ye getirip Kabe'nin içine dikti. İnsanlara da bu putu tazim edip ona ibâdet yapmalarım emretti. Artık bundan sonra bir kimse seferden dönünce ailesinin yanına gitmeden önce Kabe'yi tavaf eder, Hübel'i tazim eder ve- onun yanında başını tıraş ederdi. Taif halkı Lât'a, Mekke ahâlisi ise Uzzâ, Menât, Hübel ve İsaf isimli putlara tapınmışlardı. De ki: 'Allah'ın göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz?' Onların tutumlarını yadırgayan bu soruda, yaptıklarını yüzlerine vurma ve onları küçümseme anlamı vardır. Çünkü onlar burada, Allah'ın ortakları olduğunu ve onların Allah'ın indinde şefaatçi olacaklarını iddia ederek akıldan uzak şeyleri, tüm gayb âlemini hakkıyle bilen Allah'a haber vermeye kalkan ahmakların durumuna düşürülmüşlerdir. "Göklerde ve yerde" denilmekle dikkatler şuna çekilmiştir. Allah'tan gayrı taptıkları şeyler ya melekler ve yıldızlar gibi semavîdir, veya yeryüzüne hastır, ağaçtan ve taştan yontulmuş putlar gibi... Halbuki göklerde ne varsa hepsi sonradan meydana gelmiştir ve kendileri gibi Allah'ın tasarrufu altındadır. Allah'a ortak koşulmaya lâyık değildir. O'ndan başka mabûd olsaydı, Allah onu mutlaka bilirdi. Allah'ın bilmediği bir şeyin varlığı mümkün değildir. O, onların koştukları ortaklardan yüce ve münezzehtir. |
﴾ 18 ﴿