55Yûsuf: 'Beni Mısır toprağı olan bu yerin hazinelerine, gelir gider işlerinin idaresi için tayin et. Çünkü ben (onları) çok iyi koruyan ve tasarrufunu pek iyi bilenim' dedi. Yûsuf (aleyhisselâm)’un kraldan, kendisini Mısır'ın hazinelerinin idaresine tayin etmesini istemesinin sebebi, kralın gördüğü rüya dolayısıyla insanların kıtlık felâketine uğrayacaklarını anlamasıydı. İnsanların telef olmalarından korkuyordu. Onlara acıdığından, ihtiyaç halinde kendilerine yardımda bulunmak amacıyla, hazinenin idaresinin kendi üzerinde olmasını istemişti. Bu âyette iki şeyin cevazı konusunda delil vardır: 1- Devlet yönetiminde adaletle davranmaya ve şeriatın hükümlerini yerine getirmeye gücü yeten kişinin, idareciden velayet makamını istemesinin cevazı. 2- Allah'ın hükmüyle yönetmenin ve bâtılın uzaklaştırılmasının ancak kâfir veya zalim bir sultanın devlet görevini kabul etmekle mümkün olacağı anlaşılırsa, bunu kabul etmek caizdir. Nitekim selef (yani ilk Müslümanlar) meşru yönetime başkaldıran bağîlerden görev alıyorlardı. Şeyh Allâme b. Şıhne'nin anlattığına göre, Timurlenk'in inatla âlimlere yanıltıcı sorular sorduğu, sonra da onları öldürmek, ya da işkence yapmak için bunu bahane ettiği söylenirdi. Halep'e girince zorla burayı fethetti ve Müslümanların çoğunu öldürdü veya esir aldı. Krallığın bakanlarıyla ileri gelenleri kaleye çıktılar. Timurlenk ülkenin âlimleriyle yöneticilerini huzuruna çağırdı. Biz de gittik. Bir süre önünde durduktan sonra, bize oturmamızı emretti. Çevresindeki ilim ehlinin ileri gelenine dönerek şöyle dedi: ”Ben Semerkant, Buhârâ, Herat ve fethettiğim diğer bölgelerin âlimlerine bir mesele sordum. Ancak onlar cevap veremediler. Sakın onlar gibi olmayın. En bilgili ve fazilet sahibi olanınızdan başka kimse bana cevap vermesin, cevap vereniniz de ne konuştuğunu bilsin." Bunun üzerine Abdu'l-Cebbâr bana Timurlenk'in söylediklerini terceme ederek dedi ki: ”Sultanımız sana, dün bizden ve sizden öldürülen kimselerden hangisinin şehit olduğunu soruyor. Bizden öldürülenler mi, yoksa sizden öldürülenler mi?" diyor. Allah’tan hemen aklıma güzel bir cevap geldi ve dedim ki: ”Bedevi'nin birisi Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek şöyle dedi: Kimileri şöhret için, kimileri yeri görülsün diye savaşıyor. Peki bunların hangisi Allah yolunda savaşmış oluyor?" Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'de: ”Kim Allah'ın kelimesinin yükselmesi için savaşırsa, işte o, Allah yolunda savaşmış olur" diye cevap vermiştir. Öyleyse sizden ve bizden kim Allah'ın kelimesinin yükselmesi uğrunda öldürüldüyse, o şehittir. Bu cevabı duyan Timurlenk: ”Harika! Harika", dedi. Abdu'l-Cebbar bana dönerek: ”Cevabın ne güzel oldu!" dedi. Böylece ortam yumuş ay arak aramızda bir yakınlaşma oluştu. Sohbet, soru ve cevap şeklinde koyulaştı. Timurlenk'in bana en son yönelttiği soru şu oldu: ”Ali, Muâviye ve Yezid hakkında ne diyorsunuz?" Ben de cevap olarak dedim ki: ”Şüphesiz Ali haklıydı ve Muâviye halifelerden değildi." O, da: ”Ali haklı, Muâviye zalim ve Yezid fasıktı, de." dedi. Ben de dedim ki: El-Hidaye adlı eserin müellifi şöyle diyor: ”Zâlim valilerden kadılık görevi almak caizdir. Çünkü sahabî ve tabiinin çoğu Muâviye tarafından kadı tayin edilmişler, onlar da bu görevi kabul etmişlerdir. Oysa tayin hakkı Hazret-i Ali'nin idi." Bu cevap Timurlenk'in çok hoşuna gitti ve bize ikramda bulunduğu gibi o şehirde bizimle ilgili her türlü muameleyi kolaylaştırdı. |
﴾ 55 ﴿