İSRA SURESİMekke devrinde nazil olmuştur, 111 âyettir. 1Geceleyin kulunu... Gecenin bir kısmında...Nekre olan bu kelime, yürüyüş süresinin azlığını gösterir. Meşhur görüşe göre bu gece, Recep ayının yirmi yedinci günü olan Pazartesi gecesidir. Yaygın olan bu görüşe dayanarak insanlar Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Pazartesi günü doğduğunu, bu günde peygamberlikle görevlendirildiğini, İsrâ olayının bu gece gerçekleştiğini, Mekke'den bu günde çıktığını, Medine'ye bu günde girdiğini ve yine bu günde vefat ettiğini söylemişlerdir. Âyette ”kulunu" dendi, ”peygamberini" denilmedi. Bunun sebebi Hazret-i İsa'da olduğu gibi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ulûhiyyet isnad edilmemesi içindir. Çünkü Peygamber Miraç hadisesinde dünya âleminden sıyrılarak cismi ile mele-i a'lâya yükselmiştir. Bu ise beşerî âdete zıttır. Ayrıca bunda kulluk makamının şerefine işaret vardır. Hatta Fahrettin er-Râzî tefsirinde demiştir ki: ”Ubûdiyyet risaletten daha faziletlidir. Çünkü ubûcliyyette halktan Hakk'a yönelinir, risalette ise Hakk'tan halka yönelinir. Ayrıca ubûdiyyette kulun, işini mevlâsına bırakması vardır. İşlerini mevlâsı yapar. Risalette ise ümmetin işlerini tekeffül etme, onlarla ilgilenme vardır. İkisi arasındaki durum ne kadar farklı." Miraç hadisesi hem ruh, hem de bedenle olmuştur. Bunun delili âyetteki ”kulunu... götürdü" ifadesidir. Çünkü ”abd/kul" ruh ve bedene birden denir. Yine bir hayvan cinsi olan ”Burak" da cesedi taşır. Bir başka delil; Miraç hadisesi uyku halinde ruh ile olsaydı o zaman müşrikler bunu inkâr etmezlerdi. Çünkü uyku halinde benzerî durum herkeste görülür. Ayetlerimizden bir kısmını göstermek için... İsrâ mucizesinin amacı, hiç kimsenin müşerref olmadığı şekilde peygamberlerin efendisi ve sonuncusu Hazret-i Muhammed'e, ilâhî zatına mahsus âyetleri göstermektir. Nitekim, ”işte böylece Biz İbrahim'e yerin ve göklerin melekûtunu (hükümranlığını) gösteriyorduk." (En'am: 75) âyet-i kerimesinde buyurduğu gibi dostu İbrahim (aleyhisselâm)'e hükümranlığını; sevgili elçisi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ise, ”Yemin olsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü." (Necm: 18) buyurarak Rubûbiyyetinin büyük âyetlerini gösterdiğini bildirmiştir. Müfessirlere göre Peygamberimize gösterilen bu âyetler şunlardır: Bir aylık mesafedeki Mescid-i Aksâ'ya gecenin az bir kısmında gitmesi, Beytü'l-Makdis'i görmesi, enbiya ruhlarının temessül ederek kendisine görünmesi, onların yüce makamlarına vakıf olması ve Levh-i Mahfuz'daki kalemlerin cızırtısını duyması. Refrefi ve Sidre-i Müntehâ'yı kaplayan ilâhî nurları görmesi gibi delillerdir. Mescid-i Haram'dan... En güvenilir rivayetlere göre İsrâ. Ebu Talih'in kızı Ümmühânî'nin Harem içindeki evinden başlamıştır. Harem'in tamamı ise Mescid'dir. Çevresini din ve dünya bereketleriyle mübarek kıldığımız... Çünkü burası, vahyin ve meleklerin indiği, Hazret-i Mûsa'dan beri peygamberlerin ibadet yaptıkları bir yerdir. Ayrıca nehirler ve mey vali ağaçlarla donatılmıştır. Şam, Ürdün ve Filistin de onun çevresindeki şehirlerdendir. Mescid-i Aksâ'ya, yani, Beytu’l-Makdis'e. Bu mescidin ”uzak" anlamında olan ”Aksa" diye adlandırılması, o gün için onun ötesinde başka bir mescid'in olmamasından, yani, bu mescidin Mekke'deki mescide en uzak mescid olmasındandır. Bu iki mescid arasında, bir aylık mesafeden daha uzun bir mesafe vardır. İşte bu Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. Burada ”münezzeh" diye terceme ettiğimiz ”sübhan" kelimesi ”tesbih" anlamındadır. Buna göre manası: ”Allah'ı, yaratılmış olan şeylerin sıfatlarından tenzih ederim," tarzında olur. Aynı zamanda ” Sübhan" kelimesi, hayret ifade eder. Bu, yüce Allah'la, Rasûlü arasında cereyan eden, insanı hayrette bırakan ve şaşkınlık uyandıran olaya işaret etmektedir. O, gerçekten elçisinin sözlerini işitendir ve fiillerini görendir. Burada Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsrâ mucizesine maznar kılınması O'nun izzet ve değerini arttırmak ve makamını yükseltmek içindir, yoksa Cenab-ı Hak sevgili elçisinin sözlerini ve davranışlarını kendisine yaklaştırmadan da ihatalı bir şekilde bilir. Miraç mucizesi esnasında Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, dinî vecibeleri ihmal ve terk eden bazı kimselerin durumları gösterildi: Başları taşlarla vurularak ezilen, eski halini aldıkça da tekrar ezilmek suretiyle azap edilmekte olan toplulukların yanından geçti ve: ”Bunlar kimdir ey Cebrail!" diye sordu. Cebrail (aleyhisselâm): ”Bunlar kendilerine farz kılınan namazları ifa etmekte tembellik edenlerdir, ” cevabını verdi. Zekâtı vermeyenlerin durumu da, ön ve arkalarında suçlarını bildiren yaftalar asılı bulunan, koyunların ot yedikleri gibi yayılan ve zehirli kurumuş diken ve zakkum ile cehennemin kızdırılmış taşlarını yiyen kimseler şeklinde gösterildi. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrail'e: ”Bunlar kim, Ey Cebrail?" diye sordu. Cebrail: ”Bunlar, mallarının farz kılınan zekâtlarını vermeyenlerdir." dedi. Zina edenlerin durumu da, önlerinde etlerin en güzelinden nefis bir şekilde pişirilmiş, tertemiz tencerelerin içinde, leziz etler konmuş; yanına da çok pis kaplara çiğ ve kokmuş etler konmuş; temiz ve leziz etler dururken pis tencerelerdeki kokmuş etleri yiyen kalabalığın yanından geçerken, bunların kim olduklarını Cebrail (aleyhisselâm)'e sordu, Cebrail (aleyhisselâm): ”Bunların her biri senin ümmetinden iken yanı başında nikâhlı hanımı bulunduğu halde onu bırakarak namus ve iffetten mahrum kadınla zina etmiş, o pis kadının yanında sabahlamış; hu topluluktaki kadınlardan her biri de, yanıbaşındaki nikâhlı namuslu ve iffetli eşi dururken onu bırakmış, namus ve iffetten mahrum yabancı erkeğin yanına giderek onunla sabahlamış olan kadınlardır, ”dedi. Faiz yiyenlerin durumları da, kan halinde akmakta olan bir nehir içinde yüzen ve cehennem taşlarını yutmakta olan bir kişi olarak gösterildi. Cebrail'e bunun kim olduğunu sordu. Cebrail de bunun faiz yiyen olduğunu söyledi. Vaaz ettiği halde kendi vaazından yararlanamayanın hali de, demir makaslarla dudakları kırpılan, kırpıldıkça da eski durumuna dönen, dudakları tekrar kırpılmak suretiyle azap edilen kimseler olarak gösterildi. Hazret-i Peygamber, Cebrail'e bunların kim olduğunu sordu, o da bunların ümmetinden, yapmadıklarını söyleyen ve söylediklerini yapmayan, fitneyi körükleyen hatipler olduklarını söyledi. Bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayıp yırtan bir topluluğa uğradı. ”Bunlar kim, ey Cibril," dedi. Cebrail de: ”Onlar, başkalarının ırz ve namuslarına sataşan ve gıybet edenlerdir. ” dedi. İri bir öküzün bir inden çıkarak tekrar dönmek istediğini, ama dönemediğini görünce: ”Yâ Cibril! Bu durum nedir?" diye sordu. Cebrail (aleyhisselâm): ”Ümmetinden müstehcen konuşanların söylemiş oldukları kötü sözden mahcup olup kurtulmak istediği halde kurtulamayan kişilerin durumudur" cevabını verdi. Cennet ile cehennemin durumları ise şöyle gösterildi: Suyu soğuk ve misk gibi kokan bir dereye geldiğinde güzel bir ses işitti ve Cebrail (aleyhisselâm)'e bu sesin ne olduğunu sordu. Cebrail: ”Bu ses cennetin sesi. 'Ey Rabbim! Bana vermeyi vaad ettiğini ihsan et' diyor", dedi. Başka bir dereye geldiğinde çirkin bir ses işitti ve çirkin bir koku duydu: ”Ey Cebrail! Bu ses nedir? ” diye sorunca, ”Bu ses de cehennemin sesi. 'Ey Rabbim! Bana va'd ettiğini ver' diyor, ” cevabını aldı. Yolundan saparak kenara çekilmiş birinin: ”Ey Muhammed! Buraya gel." dediğini işitti, Cibril: ”Yürü Ey Muhammed!" dedi ise de, Peygamberimizin, ”bu kim ey Cibril?" diye sorması üzerine, ”Allahın düşmanı İblistir, kendisine meyi etmeni ister," cevabını aldı. Rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mescid-i Harama dönünce Miraç mucizesi konusunda müşriklerin kendisini yalanlayacaklarını, bildiğinden mahzun ve mükedder olarak oturdu, o esnada Allah düşmanı Ebu Cehil yanına geldi, alaylı bir ifade ile: ”Yine bir şey var mı?" diye sordu. Peygamber Efendimiz: "Allah beni geceleyin seyr ettirdi," buyurdu. Ebu Cehil: ”Nereye? dedi. ”Beytü'l-Makdis'e" buyurdu. Ebu Cehil. ”Sonra da aramızda sabahladın öyle mi?" diye sordu. Peygamberimiz, ”Evet" cevabını verdi. Ebu Cehil: ”Ben kavmini çağırsam, toplandıklarında bana söylediklerini onlara da anlatır mısın?" deyince. Efendimiz: ”Evet" diye buyurdular. Ebu Cehil hemen ”Ey Lüey oğlu Kâ'b topluluğu!" diye olanca sesiyle bağırmaya başladı. Hemen şurada, burada kümelenmiş olan insanlar, bulundukları meclislerden ayrılarak Peygamberimiz ile Ebu Cehil'in yanına gelip oturdular. Ebu Cehil: ”Bana anlattıklarını bunlara da anlat," dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Ben gece Beytü'l-Makdis'e seyr ettirildim," buyurdu. Bunu duyan Kureyş oğulları, feryadı basarak bağırışmaya başladılar, kimi el çırpıyor, kimi ellerini başlarının üzerine koyuyor; hayretle, ”Hiç böyle bir şey olur mu imiş?" diye inkâr ediyorlardı. ”Biz Beytü'l-Makdis'e kadar develerimizin ciğerlerine vura vura ancak bir ayda gidiyor ve bir ayda gelebiliyoruz, sen ise bir gecede mi gittiğini iddia ediyorsun?" dediler. Bunun üzerine daha önce iman etmiş olan bazı kişiler irtidad ettiler. Bir kısmı da Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'e koştular ve onun fikrini sordular. Ebû Bekir: ”Bunu o, demiş ise doğrudur." dedi. Onlar: ” Sen bu durumda da onu tasdik mi ediyorsun hâlâ?" dediler. Ebû Bekir (radıyallahü anh): ”Evet ben, onu bundan daha garip hususlarda da tasdik ederim. Semadan getirdiği haberinde de onu tasdik ediyor, doğru söylediğine inanıyorum," dedi. Onların aralannda Beytü'l-Makdis'i bilenler vardı ve yine biliyorlardı ki. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), onu hiç gönnemiş, oraya hiç gitmemişti. Akıllarınca yalanını ortaya çıkarmak maksadıyla: ”Ey Muhammed! Bize Beytü'l-Makdis'i anlat, kaç tane penceresi var?" dediler. Hazret-i Peygamber: ”Onların bu soruları karşısında o kadar zor durumda kaldım ki, hiç bir zaman bu kadar zor durumda kalmamıştım. Zira tesbit etmediğim bazı şeyler hakkında sormuşlardı. Ben ise Beytü'l-Makdis'e, gece girmiş ve çıkmıştım. Bunun üzerine ben, Hicr mevkiinde durdum, Allah, Mescid-i Aksa ile aramdaki uzaklık engelini kaldırdı da ona bakarak ne sordularsa cevap verdim," buyurdu.' |
﴾ 1 ﴿