3Günahı bağışlayan... Bu ifade, Yüce Allah'ın sıfatlarından bir diğeridir. Burada Arapça dilbilgisi açısından insanın aklına şöyle bir soru takılabilir. Yukarıda geçen ”Allah" lâfzı marifedir. Buna sıfat teşkil eden ”ğâfiri'z-zenb" ifadesi, bir izafet tamlamasıdır. Şekil itibariyle izafet-i lâfziye olan bu tamlama nekredir. Oysa kural olarak sıfatla mevsufun ikisinin de ya marife, ya da nekre olması gereklidir. Burada mevsuf ”Allah" marife, sıfat olan ”ğâfîri'z-zenb" nekredir. Acaba bu kurallara aykırı olmuyor mu? Bu soruya cevap olarak deriz ki, buradaki izafet, lâfziye değil, hakikiyyedir. Çünkü günahların bağışlanması için özel bir zaman tayin edilmiyor. Zira Yüce Allah'ın sıfatları ezelîdir. Durmadan yenilenmekten ve herhangi bir zamanla kayıtlı olmaktan münezzehtir. Bu sıfatların meselâ burada günahların bağışlanması meselesinde olduğu gibi bağlı olduğu olayın sonradan olma durumuna göre daha sonra gerçekleşse bile aslı itibariyle yenilenme ve herhangi bir zamana kayıtlı olmaktan münezzehtir. Arapça açısından isnı-i fail ile - burada ğâfir kelimesi ile - sıfat-ı müşebbehe aksine süreklilik murad olunabilir. Âyet metninde geçen ”ğâfir" kelimesi örten, silen demektir. ”Zenb" ise günah demek olup ”zenebu'ş-şey" (bir şeyin sonu) manasına kıyasla sonunda insana zarar veren her fiile ”zenb" denilir. Bu âyet-i kerimede Yüce Allah ”ğâfiri'z-zünûb" (günahları bağışlayan) şeklinde çoğul bir ifade kullanmamıştır. Tekil olan ”zenb" kelimesiyle tıpkı ”elhamdü lillah" ifadesinde olduğu gibi günah cinsi kastedilmiştir. Buna göre âyetin manası: ”Küçük büyük bütün günahları tevbeyle ve tevbesiz bağışlayan, onu işleyeni, buradaki büyük medih makamının gerektirdiği gibi, kıyamet günü rezil ve rüsvay etmeyen" demektir. Asilerin yaptığı tevbeyi kabul eden... Âyet metninde yer alan ”kabil" kelimesi lügatta kuyudan çıkan kovayı karşılayıp alan demektir. Yine ebeye de, dünyaya gelen çocuğu kabul etmesi münasebetiyle bu kelimeden türeyen ”kabile" ismi verilmiştir. Yine Arapçada filancanın özrünü, tevbesini vb. şeylerini kabul ettim denir. Âyet metninde geçen ”tevb" kelimesi tıpkı tevbe gibi mastardır. Manası bir şekilde günahı terketmek demektir. Tevbe, özür beyan şekillerinin en ilerisidir. Çünkü özür beyanı üç şekilde olur: Özür dileyen kimse ya ben bunu yapmadım der veyahut şu sebeple işledim der. Ya da işledim fakat kötü yapmışım vazgeçiyorum, der. Bu üç özür beyanının dışında bir dördüncüsü yoktur. İşte yukarıda saydığımız şekillerden üçüncüsünün adı tevbedir. Şeriatta bir terim olarak tevbe, çirkin olması nedeniyle günahtan vazgeçmek, yapmış olduğu kötü şeye pişman olmak, bir daha istememeye karar vermek, işlediği kusurlardan telâfi edilmesi mümkün olan varsa bunları yaparak telâfi etmektir. İşte bu dört unsur bir araya geldi mi tevbenin şartları tamamlanmış olur. Tevbe, Şeriatta kötü ve yasaklanmış olan bir fiili bırakıp dinde övülen ve kabul edilen şeye dönmek demektir. ”İstiğfar" işlenen nıasiyetin çirkinliğini gördükten sonra bağışlanmayı dilemek ve ondan vazgeçmektir. Tevbe, istiğfardan önceliklidir. İstiğfar yapılırken tevbe ettim, ya da hata etmişim bir daha asla işlemeyeceğim! Beni bağışla ya Rabbi, demedikçe âlimlerin görüş birliği ile tevbe sayılmaz. Âyet metninde ”ğâfir" (bağışlayan), ”kabil" (kabul eden) kelimelerinin arasına ”vav"ın getirilmesi günah işleyip tevbe eden zümre açısından günahların silinmesiyle tevbenin kabulünün aynı zatta birden gerçekleştiğini ifade etmek içindir. Mağfiret, günahların silinmesi demektir. Kabul, sözkonusu tevbeyi kabul edilmiş ve insana sevap kazandıran taat haline getirir. Tevbenin kabulü. Yüce Allah'ın sözkonusu tevbe dolayısıyla bunu yapana bir itaat yazması olayından kinayedir. Eğer böyle olmasaydı Yüce Allah tevbeyi kabul etmezdi. Çünkü Allahü teâlâ ancak itaat olan bir fiili kabul eder. Biz yukarıda ”ğâfir" kelimesiyle ”kabil" kelimesi arasına vav harfinin getirilmesinin sebebini, günahların silinmesi ile tevbenin kabulünün bir arada olduğunun ifade edilmesi için getirildiğini söylemiştik. Bu, bir ihtimaldir. Bir diğer ihtimale göre bu iki vasfın birbirine zıt olmasından dolayı getirilmiştir. Çünkü vav getirilmeseydi ”ğâfir" kelimesiyle ”kabil" kelimesinin bir olduğu, ikinci kelimenin sırf birinciyi açıklama ve tefsir etme için getirildiği zannedilebilirdi. Vav harfinin buraya getirilmiş olmasının bir başka ihtimali iki fiilin ikisinin de yerinin ve bağlandıkları kelimenin birbirinden farklı olmasıdır. Çünkü ”ğâfir" kelimesinin kökü olan ”ğafr" günah mevcut olmakla birlikte örtmek demektir. Bu ise büyük günahları işleyenlerden tevbe etmeyenler içindir. Çünkü günahına tevbe eden kimse günahsız gibidir. Kabul olayı ise günahlarına tevbe eden kişiler için sözkonusudur. Bu âyette günahın bağışlanmasının, tevbenin kabulünden önce zikredilmesi Yüce Allah'ın rahmetinin gazabını geçmiş olmasındandır. Âyet aynı zamanda Mutezile mezhebine de bir cevap mahiyetindedir. Çünkü buradan anlaşılıyor ki, Allahü teâlâ günahları, kişi tevbe etmese bile bağışlayabilir. İsyan eden kullara azabı çetin, lütuf sahibi Allah tarafındandır. Yoksa kâfirlerin dediği gibi Muhammed’in uydurması değildir. Âyet metninde yer alan ”tavl" kelimesi lütuf ve ihsan demektir. Arapçada ”lilülânin alâ fülânin, tavlım" denilir ki, manası filancanın filan kişi üzerinde ihsanı ve lütfü var, demektir. ”Tavl" kelimesin aslı, kısalık anlamına gelen ”kısar" ın zıddı olan ”tûl" (uzunluk)dan türemedir. Çünkü herhangi bir şey uzun olduğu zaman onda mükemmellik ve fazlalık var, demektir. Tıpkı bir şey kısa olduğu zaman kendisinde noksanlık olduğu gibi. Arapçada zenginliğe de ”tavl" denir. Çünkü insan zenginlikle, fakir olsa ulaşamayacağı şeyleri elde eder. Tıpkı uzunluk ile kısa olsaydı ulaşamayacak olduğu şeylere ulaşabilmesi gibi. Buradaki mana ise Yüce Allah'ın günahkâr olan kimseye hakettiği cezayı vermemek suretiyle lütuf sahibi olmasının vurgulanmasıdır. Rahmet sıfatlarının arasında gazap yönünden bir tek sıfatın getirilmesi rahmetin, gazaba öncelikli ve ağırlıklı olduğuna delildir. Bazıları âyeti şöyle tefsir etmişlerdir: ”Allah'ın günahı bağışlaması ”Lâ ilahe illallah" diyenler içindir. Bunlar Allah'ın dostları ve kendine itaat edenlerdir. ”Tevbeyi kabul etmesi" şirk içindir. ”Azabının çetin olması" kendisini birlemeyen, tevhid ehli olmayan kimseler içindir. ”Lütuf sahibi olması" kendisini birlemeyen, tevhid ehli olmayan ve Lâ ilahe illallah demeyen kimselerden müstağni olması, onlara muhtaç bulunmaması demektir." O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde emirlerinde ve yasaklarında O'na itaat etmeye yönelmek gerekir. Âhirette Hakka dönüş ne başlı başına, ne de başkasıyla müşterek olmaksızın başkasına değil, sırf ve ancak O'nadır. O halde O, itaatkâr ve isyankâr herkesin yaptığına karşılığını verir. Bazı âlimlere göre: ”Günahı bağışlaması" tevbelerini kabul etmek suretiyle dostları için sözkonusudur. ”Tevbeyi kabul etmesi" ise dostlarına tevbede ihsanı nasib etmesi suretiyledir. Çünkü onlar Yüce Allah'ın lütuf sıfatlarının tecelli ettiği kimselerdir. ”Azabının çetin olması" imana gelmeyip tevbe etmeyenler için sözkonusudur. Çünkü bunlar da Yüce Allah'ın kahır sıfatının tecelli ettiği kimselerdir. ”Lütuf sahibi olması" bütün yaratıklarını yoktan var etmesi, hayat ve rızık vermesi dolayısıyla onların tamam madır. Yine ”Günahı bağışlaması"yaratıkların zalimleri için, ”tevbeyi kabul etmesi" orta halli yaşayanlar için, ”azabının çetin olması" bunların müşrikleri için ve ”lütuf sahibi olması" dinde ve hayırda önde olanlar içindir. Madem ki, Yüce Allah'ın rahmetinin gazabını geçmesi, kereminin bir kuralıdır. İşte burada lütuf sıfatlarını ifade eden isimler kahır sıfatını ifade eden isme baskın ve galip gelmiştir. Bir tane kahrını ifade eden sıfata mukabil üç tane lütfunu ifade eden sıfatı zikredilmiştir. |
﴾ 3 ﴿