11

Sonra duman halinde olan göğe yöneldi. Yüce Allah gıdaların takdirinin nasıl olduğunu beyan ettikten sonra bu noktadan itibaren yaratmanın nasıllığım beyana başlıyor. Önce yeryüzünün ve içinde bulunan canlıların beyan edilmesi, Yüce Allah'ın emrine muhatap olan kişilere itina göstermesinin ve kendileri daha yaratılmadan önce geçim vasıtalarının takdir edilmesinin kendilerini imana sevkedeceğinden ve inkârdan, azgınlıktan alıkoyacağından olsa gerektir.

Âyetin deyimiyle ”istiva" eğriliğin zıddıdır. Arapçada ”istevâ el-ûdu" denir ki, odun dosdoğru oldu demektir. Ancak âyetin içinde yer alan bu kelime, burada yönelme anlamınadır. Buna göre âyetin mânâsı: Allah sonra iradesi ve dilemesiyle dosdoğru semaya yöneldi, onların yaratılışına benzeyen başka bir şeyi yaratma iradesi olmaksızın doğrudan doğruya semaya yöneldi demek olur. Arapçada herhangi bir kimse başka bir hedefe sapmaksızın doğrudan doğruya bir noktaya yöneldiğinde ”İstevâ ilâ mekâni keza ke's-sehmi'l-mursel" (Filan mekâna yayından çıkmış ok gibi yöneldi) derler. Burada ”sümme-sonra" ifadesiyle yukarımızda bulunan nesneleri yoktan var etmeye Yüce Allah'ın ne kadar önem verdiği de ortaya çıkmaktadır. ”Duman halinde olan" demek, sema duman halinde iken demektir. Âyette yer alan ”duhân" kelimesi hararetle birlikte havaya yükselen lâtif yeryüzü parçacıkları demektir.

el-Müfredat'ta ”duhân" ateş alevine eşlik eden buhar ve duman demektir. ”Buhar", suların sathından yükselen ışık zerreleriyle birlikte havaya çıkan rutubetli su parçacıkları demektir. Buna göre âyetin mânâsı; sonra o duman halinde olan göğe yöneldi, demek olur. Bir başka ifadeyle ateşten yükselen duman gibi sayılan karanlık göğe yöneldi, demektir. Bu ifade teşbîh-i beliğ kabilinden bir ifadedir. Dumana sema denmesi, daha sonra alacak olduğu şekil itibariyledir.

er-Râğıb, ”Duman halinde gök" ifadesi hakkında şöyle der: ”Sema tıpkı duman gibiydi. Böylece Yüce Allah işaret ediyor ki, sema henüz birbirini tutan dinamiklere kavuşmamıştı. Semanın ilk oluşumu kapkaranlık olunca ona duman ismi verilmesi uygun düşmüştür. Bu isim verilirken sema parçacıklarının birbirine bitişik olmaması ve duman gibi ışıksız ve darmadağınık parçalara sahip olması açısından dumana benzediği içindir. Çünkü dumanın da henüz terkip halinde bir biçimi yoktur."

Bazı âlimlere göre: ”Duman halinde olan gök" tabirinden maksat, sudan yükselen duman, yani gök, duman gibi su buharıdır, demektir.

Ona semaya

ve yoktan varoluşunu ve içindekilerin varlık dünyasına gelişini takdir ettiği

yerküreye: 'İsteyerek veya istemeyerek gelin,' dedi. Her biriniz muayyen bir şekilde takdir edilmiş bir vakitte bir tek oluşla meydana geliniz, dedi. Bu oluş Yüce Allah'ın iradesinin, onların meydana gelişlerine fiilî bir bağlantıyla ilgilenmesinden ibarettir. Âyet metninde yer alan ”tavan, kerhen" (isteyerek, istemeyerek) kelimeleri hal makamında olup mastardırlar. ”Tav"' isteyerek boyun eğmek demek olup ”kerh" ise bunun zıddıdır. Buna göre Yüce Allah onlara demiş oluyor ki,; ya boyun eğerek ve isteyerek, ya da istemeyerek gelin. Bir başka ifadeyle, bunu ister isteyin, isterseniz istemeyin demektir. Bu ifade Allahü teâlâ'nın kudretinin kesin oluşunu ve yer ile göğün bundan kaçınmalarının imkânsızlığını temsil yoluyla anlatan bir ifadedir. İşte Yüce Allah'ın kudretinin kesinliği ve yeryüzüyle göğün bundan kaçınamayacakları kendilerine istemek ve istememek şeklinde bir muhayyerlik verilerek ifade edilmiştir. Aslmda bu muhayyerlik, iradesi, seçimi ve tercihi olan akıllıların vasıflarındandır. Yeryüzü ve gökyüzü, iradesi ve tercihi olmayan cansız varlıklar kabilindendir.

İkisi de: 'İstiyerek geldik' dediler. Bu ifadede yeryüzüyle gökyüzünün ilahî kudretten ne derece etkilendiklerini, kendilerine emrolunan emir gereğince ne kadar mükemmel meydana geldiklerini vurgulamaktadır. Ve yine bu ifade yeryüzüyle gökyüzünün mevcut durumlarının büyük ilâhî hikmete göre olduğunu anlatmaktadır. Çünkü ”tav"' (isteyerek) kelimesi bunu vurgulamakta, 'kerh" (istemeyerek) kelimesi de aksini işaret etmektedir.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir. ”Tâiîn" kelimesi erkek ve akıllı olan varlıkların çoğul yapıldığı bir siğadır (kiptir.) Acaba âyet-i kerimede neden lâfız göz önüne alınarak ”Tâiateyni" ya da mânâ dikkate alınarak ”Tâiâtin" denmemiştir. Çünkü burada kastolunan ”semâvat" (gökler) ve ”aradûne" (yeryüzleri) dir. Bu soruya cevabımız şöyledir: Yeryüzü ve gökyüzü bu âyette hitap ve cevap makamında gelmektedirler. Bunlar akıllı olan kimselerin vasıflarıyla vasfedilince kendilerine aklı başında kimselere yapılan muamele yapılmış ve mânâları birden çok olduğu için çoğul yapılmıştır. Bunun benzeri Yusuf (aleyhisselâm)'un hikayesinde yer alan ve onun ağzından çıkan ”sâcidîne" ifadesidir. Nitekim Yusuf (aleyhisselâm) orada şöyle demekteydi: ”Bir zamanlar Yusuf, babasına demişti ki,: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken (sâcidîne) gördüm." (Yûsuf: 4)

et-Te'vîlât en-Necmiyye'de şu ifadeler yer alır: ”Burada Yüce Allah işaret ediyor ki, mükemmel kudreti sayesinde malum olan gökyüzünü ve mâdûm (yok) olan yeryüzünü dile getirip konuşturmuştur. Bunu onlara yapmış olduğu: ”İsteyerek veya istemeyerek gelin" şeklindeki hitabını onlara işittirdikten sonra yapmış ve kendilerine ”İsteyerek geldik," cevabını verdirmiştir. Bu kelimelerin başta müennes lafzıyla zikredilmeleri müennes ve mâdûm (yok) oluşlarından, sonunda da müzekker lafzıyla ifade edilmeleri Yüce Allah'ın kendilerini diriltmesinden, onlara yok oldukları halde akıl vermesinden ve tıpkı akıllılar gibi ”İsteyerek geldik," sözleriyle cevap verdirmesinden dolayıdır."

11 ﴿