11O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Ulvî ve süfli kâinatın bütün ufuklarını yaratandır. Size kendinizden, cinsinizden eşler, kadınlar hayvanlardan da (kendilerine) kendi cinslerinden eşler yaratmıştır. Âyetin manası bu şekilde olabileceği gibi şöyle anlamak da mümkündür: O, hayvanlardan faydalanmanız için sizlere ikram olsun diye onları sınıf sınıf, cins cins yaratandır. Çünkü Arapçada, âyet-i kerimede yer alan ”zevç" kelimesi, sınıf manasına da kullanılır. Nitekim şu âyet buna örnektir: ”Ve sizlerde üç sınıf olduğunuz zaman." (Vakıa: 7) Bu âyet-i kerimeyi bir üçüncü ihtimal olarak şöyle de anlamak mümkündür: ... Hayvanlardan da dişili erkekli kendilerine eşler yaratmıştır. Çünkü dişi ve erkekten oluşan çifte, ”zevç" denir. Zevç, tek anlamına gelen ferdin zıddıdır. Ey insanlar! Bu suretle, bu tedbir (plânlama) sayesinde sizi çoğaltıyor. Hayvanlar da bu şekilde çoğalıyor. Âyetin ifadesiyle ”zer'", saçmak anlamına gelir. Zürriyyet ise insan ve cin nesline denir. Yüce Allah'ın seçmiş olduğu bu tedbir ve plânlama, insanları ve hayvanları, aralarında üreme olması için dişili ve erkekli yaratmaktır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Âyetteki ”misi", zâttan kinayedir. Araplar şöyle söylerler: ”Mislüke lâ yef alü keza" (Senin gibi birisi böyle yapmaz.) Bunu, söz konusu fiilin yapılmayacağını mübalâğa yoluyla ifade etmek için söylerler. Çünkü onun gibi birisinden böyle bir hareketin çıkamayacağını ifade edince, kendi zâtından gelemeyeceğini haydi haydi ifade etmiş olur. Bu cümlenin ifade edilmesi için o kimsenin dış dünyada herhangi bir benzerinin olması gerekmez. Tam tersine bir benzerin varsayılması yeterlidir. İşte bu ifade ve anlayış hiçbir benzeri olmayan hakkında da kullanılmıştır. Âyetin metninde yer alan ”şey"; mevcut demektir. Sîbeveyh'e göre ”şey", gerek mevcut, gerek mevcut olmayan bilgiye konu olabilen ve kendisinden haber vermek mümkün olan nesne ve kavramdır. Buna göre âyetin manası: Bu eşsiz plânlamanın da arasında bulunduğu işlerden herhangi birini gerçekleştirecek O'nun zâtı gibi bir zât yoktur. Çünkü O'nun zâtı, hiçbir açıdan kimsenin zâtına benzemez ve O'nun ismi gibi hiçbir isim yoktur. Nitekim bu konuda Yüce Allah: ”...O'nun bir adaşı (benzeri) olduğunu biliyor musun? (Asla benzeri yoktur.)" (Meryem: 65) buyurmaktadır. Yüce Allah'ın sıfatı gibi hiçbir sıfat da yoktur. Ancak ortada olanlar sadece bir söz uygunluğundan ibarettir. O işitendir, görendir. Öyle bir işitendir ki, her varlık, O'nun işitme sıfatıyla ortaya çıkar. Her işitilen şeyin sözlerini ve diğer şeylerini idrak eder. Öyle bir görendir ki, görmesiyle her varlığı idrak eder. İmam Gazâlî der ki,: ”Allah hakkında 'sem'" (işitme) bir sıfattan ibarettir. Bu sıfatla, işitilen şeylerin sıfatlarının kemâli, mükemmelliği açığa çıkar. O'nun hakında 'basar' (görmek) bir vasıftan ibarettir. Bu öyle bir vasıftır ki, kendisiyle görülebilen eşyanın sıfatlarının mükemmelliği ortaya çıkar. Kulun işitmesi eksiktir. Çünkü kul, yakın olanları işitir. Kulağının işitme gücünden uzakta olanları işitemez. Hatta bazan sesin yüksekliğinden işitme duyusu dumura uğrayabilir. Bu iki duygudan kulun nasibine düşen iki noktadır: Bunlardan birincisi: Kul bilmelidir ki, Allahü teâlâ işitir ve lisanı bunu muhafaza eder. İkincisi: Kul bilmelidir ki, Allahü teâlâ kendisine işitme duygusunu, kendi kelâmım, Peygamberinin hadis-i şerifini işitsin ve bunlardan yararlanarak Yüce Allah'ın yoluna ulaşabilsin diye yaratmıştır. Kul, işitmesini ancak bu uğurda kullansın diye yaratmıştır. Dolayısıyla çalgı aletlerini dinlemek haramdır. Kasıt olmaksızın ansızın kişinin kulağına çalgı sesi gelirse bunda bir günah yoktur. Fakat ona düşen, o çalgıyı duymamaya çaba göstermektir. Çünkü Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarını kulağının içine sokmuştur. Bir âlim der ki,: ”Çalgı âletlerini dinlemek günahtır. Bunların çalındığı yerde oturmak fısktır. Bunlardan lezzet duymak küfürdür." Bu ifade tehdit için söylenmiş bir ifadedir. Kulun gözü de yetersizdir, çünkü uzakları göremez, kendine yakın olan nesnelerin de iç yüzünü göremez. Görme olayından kulun nasibine düşen de iki tanedir. Birincisi; kul bilmelidir ki, kendisine verilen bu görme gücü, âfâkî (dış dünyaya ait) ve enfüsî (iç âleme dair) âyetlere baksın diye verilmiştir. İkinci olarak; bilmelidir ki, kendisi, Yüce Allah'ın gözünün önünde, kulağının dibindedir. Öylesine ki, kulunu hem görmekte ve hem de işitmektedir. Herhangi bir kimse, herhangi bir günahı işlemeye kalkışır da Yüce Allah'ın kendisini gördüğünü bilirse, ne kadar cesur ve ne kadar da zarardadır. Eğer Allah'ın, kendisini görmediğini zannediyorsa ne kadar küfre girmiştir." Keşfu'l-Esrârda denir ki,: ”Sonra Yüce Allah 'O, işitendir, görendir,' buyurmaktadır. Yüce Allah bu âyetin öncesinde ifade buyurduğu gibi kendisinin nasıl bir misli ve benzeri yoksa, sıfatlarının da olmadığı vehmine insanlar kapılmasınlar diye böyle buyurmuştur. Bu âyet-i kerime Allah'ın sıfatlarını ispat ederken, kendi zatının benzerinin olduğunu ortadan kaldırmaktadır. Tevhid inancının tamamı bu iki prensip arasındadır. Yani Allah'ı, herhangi bir mahlukata benzetmeksizin sıfatlarını kabul etmek ve sıfatlarını ortadan kaldırmaksızın herhangi bir mahlukata benzemediğini ifade etmek gerekir. Herhangi bir kimse Allah'ın sıfatları olmadığını söyler ve Allah'ı herhangi bir şeye benzetmekten korktuğu iddiasında bulunursa sıfatları ortadan kaldırmış olur. Yolun doğrusu Allah'ındır. Allahu teâlâ tesbihe (benzetmeye) değil, tenzihe (benzerinin olmadığını ifadeye) lâyıktır. Sıfatlarının olmadığım ve bir benzeri olduğunu söylemekle değil, sıfatlarının bulunduğunu söylemekle tarif olunur. Sınırlamaya değil, tevhide lâyıktır. Sıfatların mükemmelleriyle mevsuftur. Her türlü ayıp ve noksandan uzaktır. ” |
﴾ 11 ﴿