13'Dini ayakta tutun ve onda dinin temel prensiplerinde ayrılığa düşmeyin,' diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi, Allah size de din kıldı. ”Şerea", apaçık yol kıldı anlammadır. Buna göre âyetin manası: Ey Rasûlüm Muhammed ümmeti! Allahu teâlâ size tevhidi, İslâm dinini bütün şeriatlerin ve ahkâmın aslını (değişmez temel ilkelerini) bir yol olarak kıldı, demek olur. Burada yer alan ”tavsiye etmek", bir başkasına yapacak olduğu bir şeyi öğüt ve nasihatle birlikte takdim etmek demektir. Buna göre âyetin manası; ... Nuh'a emrettiğimi, sana vahyettiğimizi ... Allah size din kıldı, demek olur. Çünkü Arapçada ”tavsiye" kelimesi, bir şeyi pekiştirilmiş biçimde emretmek ve emredilen şey hakkında özen göstermek demektir. Âyet-i kerimede önce Nuh (aleyhisselâm)'un ismine yer verilmesinin sebebi, onun kendisine şeriat gelen peygamberlerin ilki olmasından dolayıdır. Çünkü Nuh (aleyhisselâm) kendisine helâl ve haramların vahyedildiği ilk peygamber, aynı şekilde analarla, kız kardeşlerle, kızlarla ve diğer mahrem olan kadınlarla evlenmenin haramlığının da vahyedildiği ilk peygamberdir. İşte bu hanımlık, Nuh (aleyhisselâm)'dan günümüze kadar gelmiştir. "Sana vahyettiğimizi" ifadesine gelecek olursak; Muhammed'e vahyettiğimizi size din kıldı demek olur. Âyet metninde diğer peygamberlerden bahsedilirken tavsiye etmek kelimesi kullanılırken Rasûlüllah hakkında ”îhâ" (vahyetmek) fiilinin kullanılması onun peygamberliğini açıkça vurgulamak içindir. Bu âyet-i kerimede beş adet peygamberin ismine yer verilmesi, onların büyük şeriat sahibi ve tabileri çok peygamberlerden oldukları içindir. Burada sanki şöyle bir soru sorulmaktadır: Bu peygamberler arasında ortak olan nokta acaba nedir? İşte bu soruya cevap olarak bu ortak nokta, Allah'ı tevhid etme, O'na itaat, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve insanı mü'min yapan diğer ilkelere inanmaktan ibaret olan İslâm dinini ayakta tutmaktır, denilmiş olmaktadır. Dini ayakta tutmaktan maksat, onun rükünlerini ayakta tutmak ve dini, içine herhangi bir sapıklık karışmasından muhafaza etmek, ya da dine devam etmek ve ona yönelmek demektir. Bu âyet-i kerimede: ”Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin," diye yapılan hitap Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmetinedir. Bu, bütün kullara yapılmış bir tavsiyedir. Bilindiği üzere peygamberler dinin özünde ortaktırlar ve aynı şeyleri söylemişlerdir. Bütün peygamberler dini ayakta tutmuşlar, ona hizmet etmişler, insanları davet etmişler ve bu fiillerinden asla geri kalmamışlardır. İşte dinin özündeki peygamberlerin bu birliği ve aynı şeyi söylemeleri dolayısıyla Allahu teâlâ şöyle buyurur: ”Allah nezdinde hak din İslâm'dır..." (Âl-i İmran: 19) Burada Yüce Allah, peygamberden peygambere bir ayrım yapmamıştır. Onlar fürûda (detay ahkâm)da ve şer'î hükümlerde farklı şeyler söylemişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurur: ”...(Ey ümmetler!) Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik..." (Mâide: 48) Ümmetlerin farklılığından ve mizaçlarının değişikliğinden kaynaklanan bu ihtilâf, aynı zamanda peygamberlerin, dinin özünde aynı şeyleri söylemeleri ile çelişmez. Sonra Yüce Allah kullarına dini ayakta tutmalarını ve dinin etrafında biraraya gelmelerini emrediyor ve din hakkında ayrılığa düşmelerini yasak ediyor. Çünkü Allah'ın eli ve yardımı toplulukla birliktedir. Kurt ancak sürüden ve cemaatten ayrılıp kaçan koyunu kapar. Bilge olan kişilerden birisi ölürken oğullarına nasihatte bulunur. Onlara der ki,: ”Bana birer tane sopa getirin." Çocuklar bunu getirirler. Sopaları demet yapar ve onlara: ”Haydi bunu kırın," der. Çocuklar demetleri kiram azlar. Sonra sopaları birbirinden ayırır, der ki,: ”Sopaları alın, teker teker kırın." Bunun üzerine çocuklar onları kırarlar. Bilge kişi: ”İşte siz benden sonra böyle olacaksınız. Eğer biraraya gelirseniz sizi kimse yenemez. Şayet birbirinizden ayrılırsanız düşmanınız sizi kolaylıkla ele geçirip, helak edebilir." İşte dini ayakta tutanlar da bu uğurda biraraya gelirler ve tefrikaya düşmezlerse kendilerini hiçbir düşman altedemez. İnsan, kendi nefsinde dinini yaşarken de aynı durumdadır. Eğer bütün benliğini dini ayakta tutmaya verirse kendisini ne insan, ne de cin şeytanı vesvesesiyle yenemez. Çünkü iman ve melek, dini ayakta tutmakta kendine yardımcı olurlar. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) der ki,: ”Sakın tefrikaya düşmeyiniz. Çünkü cemaat, rahmettir, tefrika ise azaptır. Ey Allah'ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz." Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilmeden önce mutlak olarak kendisinden önce gelen şeriatle -Âdem’in ve başka peygamberlerin şeriatiyle-ibadet ederdi. Bazı âlimlere göre; en sahih olan görüş, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamberliğinden önce, İbrahim (aleyhisselâm)’in şeriati üzere ibadet ettiğidir. Nihayet peygambere vahiy gelir, peygamberlik görevi verilir. Bütün imamların ittifakı ve icmâ-ı ümmet ile sabittir ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendi kavminin inançlarını taşımıyor, onların ibadetleri gibi ibadette bulunmuyordu. Fakat Ey Rasûlüm Muhammed! Tevhid inancı ve putlara ibadeti reddetmek gibi kendilerini çağırdığın şey Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Bu hüküm, onlara ağır ve zor geldi ve Peygamberin bu teklifini uzak bir ihtimal gördüler. Zira şöyle söylüyorlardı: ”Tanrıları, tek tanrı mı yaptı? Doğrusu hu tuhaf bir şeydir." (Sâd: 5) Allah dilediğini (senin davet ettiğin) şeyde (dinde) biraraya getirir. O, (dine) yöneleni de doğru yola iletir. Âyet metninde yer alan ”ictibâ", seçerek biraraya toplamak anlamınadır. Buna göre âyetin manası: Allah biraraya getirmeyi dilemiş olduğu kimseleri, senin davet etmiş olduğun şey üzerinde toplar. Allah'ın dilemiş olduğu bu kimse ise kendisine davet olunan şeye tercihini yönelten ve onu bu yönde kullanan kimsedir. Ve Yüce Allah dinine yöneleni, irşadla, tevfikıyle ve lütuflarıyla doğru yola iletir. Âyetin manası bu şekilde olabileceği gibi, burada geçen biraraya getirme fiiliyle, doğru yola iletme fiillerinin tümleç zamirleri, her iki yerde de Allah'a râcî olabilir. Buna göre âyetin manası; Allahu teâlâ kullarından dilediği kimseleri kendi yeteneklerine göre katında toplar ve kendisine yöneleni de ona yardım ederek doğru yola iletir. Allah'ın, kulunu seçmesi demek, ona ilâhî bir feyz vermesi demektir. Böylece kul, herhangi bir çaba sarfetmeksizin çeşit çeşit nimetleri elde eder. Bu, peygamberler ve onlara yakın olan sıddîkler ve şehitler içindir. Âyet metninde yer alan ”enîbû" fiilinin mastarı olan ”inâbe" (Allah'a yönelme) tevbenin sonucudur. Eğer tevbe sahih bir tevbe ise Allah'a yönelme meydana gelir. Şu halde her zaman ve her durumda insanın gücü yettiği oranda bütün ibadetleri yerine getirmesi gerekir. Mü'minin günahmda bile mutlaka bir itaat vardır. Çünkü o, günahı işlerken, bunun günah olduğuna inanmaktadır. Bir de bu itaatıyla birlikte tevbe ve istiğfar ederse o zaman itaat üzerine itaat, ibadet üstüne ibadet yapmış olur. İçine kötü amel karışan itaatin karşılığı güçlü olur. Bu itaat yukarıda da işaret olunduğu üzere günahın günah olduğuna inanmadır. İman ise ibadetlerin en güçlüsü ve Allah katında en büyüğüdür. Çünkü iman, üzerine bütün ibadetlerin bina olunduğu ana temeldir. Bir kudsî hadiste şöyle buyrulur: ”Eğer kulum Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın, eğer bir arşın yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak gelirim."(5) Her halükârda görüldüğü üzere mü'min itaattan ve ibadetten uzak olmaz. Salih amel, hataları siler. Çünkü kul, kötülükten dönüp Yüce Allah'a yönelirse Allahu teâlâ onun durumunu ıslah eder ve kaçırmış olduğu nimetleri ona iade eder. |
﴾ 13 ﴿