26Allah, iman edip iyi işler yapanların dualarını kabul eder, Allah, kendisine duâ ettiklerinde salih mü'minlerin dualarını kabul eder, itaatlarına karşılık âhirette kendilerine sevap verir, lütfundan onlara kendisinden bir ihsan ve ikram olmak üzere istediklerinden fazlasını verir. Burada yer alan ”kabul etme" fiilinin faili yukarıda mana verildiği üzere Allah olabileceği gibi, iman edip salih amel işleyenler de olabilir. Bu durumda ”isticâbe", Allah'ın değil, onların fiili olur. Buna göre âyetin manası; onlar itaat etmek suretiyle Allahu teâlâ'ya uyarlar, O'nun çağrısını kabul ederler ve Allah da kendisinden bir ihsan olmak üzere onların hak ettikleri sevabı daha da artırır, demek olur. Allahu teâlâ, kulu kendisinden bir şey talep etmediği zaman onu mahrum eder. İsteklerine cevap vermez ve ona gazap eder. Ebû Hureyre (radıyallahü anh) der ki,: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: ”Allahu teâlâ kendisinden bir şey talep etmeyen kimseye gazap eder, Allah'tan başka hiç kimse böyle bir davranışta bulunamaz" Bu nakil Bahru'l-Ulûm 'dan alınmıştır. Âcizane kanaatimiz: Buraya kadar söylenenlerin tamamı kabule şayandır, makbuldür. Çünkü bunlar gösteriyor ki, itaatkâr mü'minin Rabbine yapacak olduğu duası her halükârda makbuldür, fakat bundan her mü'minin yapacak olduğu duânm mutlaka kabul olunacağı sonucunu çıkarmamak gerekir. Çünkü bazı günahlar vardır ki, duânm kabulüne engel olur ve duânm reddine sebep olur. Meselâ insanın giydiği ve içtiği haram olduğunda, kalbinin gafil ve eğlence ile oyalanması halinde, duâ edenin başkalarına zulmetmiş olması ve üzerinde kul haklarının bulunması vb. durumlarda durum böyledir. Bizim bu görüşümüze Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, Sa'd b. Ebî Vakkas'a vermiş olduğu şu cevap örnektir: Sa'd der ki,: Ya Rasûlüllah! Allahu teâlâ'ya duâ buyur da beni kurtulan kullarından eylesin. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Vücudunu helâlle besle, duan kabul olsun. Çünkü hangi karın olursa olsun içine haram bir lokma girdi mi, o kimsenin duası kırk gün kabul olunmaz" buyurmuştur. Yine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu hadisi de bizim görüşümüze delildir: ”İnsan uzun bir yolculuk yapar, saçı başı toztoprak içindedir. Elini yâ Rab, yâ Rab diyerek semaya kaldırır. Fakat yediği haram, içtiği haramdır, haramla beslenmiştir. Böyle bir kimsenin duası nasıl kabul olunsun?" Bu âyet-i kerimede yer alan ”fazlanın verilmesi" kavramı, cehenneme girmesi vacip olan kimseler açısından şefaatle ve Allahu teâlâ'nın cemalini görmekle tefsir olunmuştur. Çünkü cennet ve nimetleri mahluktur ve kendisi gibi bir mahluka mükâfat olarak verilecektir. Bu mahluk da, kulun amelidir. Allah'ın cemalini görmek ise ezelî ve kadîm olan Allah ile ilgilidir ve ancak kadîmin mukabelesi ile olur. O da Allah'ın ilâhî fazlıdır. Mü'minlere sevap ve fazlanın verilmesine karşılık kâfirlere gelince, onlara da çetin bir azap vardır. |
﴾ 26 ﴿