21

Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımız sandılar?

Ayetin orjinal metinde yer alan ”em" kelimesi ”bel" manasınadır. Kelime, bir beyandan diğer bir beyana geçmek, yani intikal etmek için kullanılır. Hemze ise bu gibi kimselerin inanıp iyi ameller işleyen kimselerle bir tutulacaklarını sanmalarını inkâr yani hoş olmadığım göstermek içindir. Bu inkârın ifade ediliş biçimi de böyle olacağını yani bir tutulacaklarını sanmayı yadırgama, hoş görmeme ve azarlama mahiyetinde ve biçimindedir. Yoksa böyle olacağını inkâr ve bir tutulmayacaklarını ifade biçiminde değildir. ”İctirah" kelimesinin mânâsı kazanmak demektir. Bu kelimeden türeme kazanıcı özellikteki organlara ”cevarih" denmiştir.

el-Müfredanâ denir ki: ”Av yapan köpeklere, parslara ve kuşlara Arapçada carina denmektedir. Bunun çoğulu da cevarih gelir. Bu hayvanlara aynı kelimeden türeme 'cevarih' denmesi iki sebebe dayanmaktadır: Ya parçalayıcı, yırtıcı olmalarından ya da kazanıcı özelliklerindendir. İnsanın kazanıcı vücud organlarına da cevarih denmesi yukarıda zikredilen iki özellikten birisi sebebiyledir."

Burada işlenen ”kötülük"ten maksat inkâr ve isyanlardır. Yani durumları bu kadar kötü iken onları hüküm ve değer verme açısından güzel ameller işleyen sadık müminlerle bir mi tutacağımızı, ikram ve derecelerini yükseltme açısından aynı muameleyi mi yapacağımızı sandılar?

Bu açıklamaların ışığı altında âyetin mânâsı şöyle olur: Onlar ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini o müminlerle eşit tutacağımızı mı sandılar? Asla hiç bir açıdan onlar müminlerle bir olamazlar. Çünkü müminler imanın ve itaatin izzetindedirder. Sağlıklarında imanın ve itaatin şerefini taşırlar. Ölümlerinde ise Yüce Allah'ın rahmetinde ve hoşnutluğundadırlar. Bu sebeple Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescitte ”Ashab-ı Sufleyi" görünce: ”Hayat, sizin hayatınızdır. Ölüm sizin ölümünüzdür" buyurmuştur.(3)

3-Meşhur ve sabit olan, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu sözü Ensar'a söylediğidir: ”Hayat sizin hayatımzdır, ölüm sizin ölümünüzdür." Bu hadisin uzunca bir hikâyesi vardır. İmam Müslim el-Cihad babında ve İmam Ahmed Müsned'inde 3 /528 zikrederler.

O kötülük işleyenler ise, hayatlarında inkârın ve isyanın zilleti içindedirler. Ölümlerinde ise, Allah'ın laneti ve ebedî azabı içindedirler.

Kureyş'in kâfirleri derlerdi ki: ”Kıyametin kopması durumunda âhirette bizim durumumuz müminlerden daha güzel olacaktır. Nitekim Kur'anin ifadesi ile: 'Biz malca ve evlâtça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz (Sebe: 35) Çünkü dünyada güçlü ve kuvvetli olan âhirette de güçlüdür" demişlerdi.

Bazı âlimler âyetten maksadın; kâfirlerin hayatlarında ve sağlıklarında mü'minlerle bir oldukları gibi ölümlerinde de eşit olduklarını inkârdır, demişlerdir. Çünkü kötülük işleyenlerle iyilik yapanlar hayatlarında ve sağlıklarında nzıklanmak ve sıhhat içinde olmak bakımından birdirler. Onlar asıl, ölümlerinde birbirlerinden farklı olacaktır, görüşündedirler.

Ne kötü hüküm veriyorlar. Yani onların verdikleri bu hüküm ne kötüdür. Veya hüküm verdikleri şey ne kötüdür.

Rivayet olunduğuna göre Temim ed-Darî bir gece makamı İbrahim'de namaz kılmaktadır. Namazdaki kıraatinde bu âyeti kerimeye gelince, ağlamaya başlar ve sabaha kadar âyeti tekrar eder.

Rivayet olunduğuna göre el-Fudayl (radıyallahü anh) bu âyeti kerimeye gelince âyeti tekrar etmeye başlar, ağlar ve der ki: ”Ey Fudayl! Keşke sen, bu iki zümreden hangisi arasındasın, bir bilebilseydin? Çalışmayan kimseler amel edenlerin sevabını ummazlar. Korkaklar da kahramanların makamına tamah etmezler. Cahil, âlimin sevabını, uyuyan da geceleri ibadetle geçirenin sevabını ummaz. İnsanın çalıştığı oranda ecri ve sevabı artar, eksikliği oranında değeri düşer. ”

Bazı eski kitaplarda şöyle yazılıdır: ”Yüce Allah'ın bir görevlisi vardır. Her gün şöyle seslenir: Elli yaşına gelenler hasat zamanı yaklaşmış ekindirler. Ey Altmışlıklar! Haydi hesap vermeye gelin, ey Yetmişlikler! Neleri yaptınız ve neleri yapmadınız? Ey Seksen yaşındakiler! Sizlerin herhangi bir mazeretiniz kalmamıştır. Keşke mahlukât yaratılmamış olsaydı, onlar yaratıldığı zaman keşke niçin yaratıldıklarını bilselerdi. Biraraya gelip işlediklerini hatırlasalardı. İyi bilin ki kıyamet gelmiştir. Hazırlığınızı yapınız ve tedbirinizi alınız."

Denilmiştir ki: ”Yüce Allah bir kulu günahın zilletinden, taatın izzetine çıkarmak istediği zaman ona yalnızlığı sevdirir, kendisini kanaatkârlık vererek müstağni kılar, nefsinin ayıplarını kendisine gösterir. Kendisine bunlar nasip edilen kimseye dünyanın ve âhiretin bütün iyilikleri verilmiş demektir. Yüce Allah itaatkârla fâsık olanı birbirinden ayırdığı gibi itaatkârları da kendi arasında derecelere ayırmıştır. İtaat ve niyetlerde derecelendirmeler olduğu için makamlar ve dereceler de birbiri arasında farklı farklıdırlar. Bu sebeple cennetliklerden bazıları bazılarını dünyadan semadaki yıldızın görüldüğü gibi (uzaklarda) görürler."

Ubeyd bin Halid (radıyallahü anh) rivayet ediyor: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kişiyi birbiri ile kardeş yaptı. Bunlardan birisi Allah yolunda öldürüldü. Diğeri de ondan bir hafta veya buna yakın bir zaman sonra cuma günü, ya da benzeri bir günde öldü. Namazını kıldılar. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sordu: 'Ne dediniz?' Dediler ki: 'Yüce Allah'tan kendisini bağışlamasını, merhamet etmesini ve arkadaşına kavuşturmasını diledik, bunun için Yüce Allah'a duâ ettik.' Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: 'Onun (ilk ölenin) namazından sonra, arkadaşının (sonra ölenin) namazı nerede? Onun amellerinden sonra arkadaşının amelleri nerede?' Ya da Rasûlüllah şöyle dedi: 'Onun oruçlarından sonra arkadaşının oruçları nerede? Çünkü her ikisinin arasında yeryüzü ile gökyüzünden daha fazla uzaklık vardır.'“ (4)

4- Hadisi Ebû Davud el-Cihadda, Nesaî el-Cenâiz'de, İmam Ahmed, el-Müsned 4/500'de rivayet etmişlerdir.

Bazı rivayetlerde şu ifadeler yer alır: ”Ölenler artık daha amel edemeyeceklerine üzülürler. Hatta öyle duruma gelirler ki kendilerine verilen bir selâmı almaya ve onun sevabına bile hasret kalırlar."

O halde akıllı bir kimse daha öncekilerin hasretinden yani onların durumuna düşüp iç yangısından ve ayrılığın acısından sakınsın. Önce geçenlerin hasretine gelince onlar kabirlerinden doğruldu klan, itaatkâr olan kimseler en üstün nurları elde ettikleri ve Allah'a yakın olan faziletliler kendilerinden öne geçirildiğinde geride kalanlar mahrumların arasında yer alırlar. Ayrılığın acıklı oluşuna gelince bu da şu demektir: Yüce Allah yaratıklarını bir makamda topladığı zaman bir meleğe emreder. Melek şöyle seslenir: ”Ey insanlar ayrılınız. Çünkü Allah'tan korkan müttakiler kurtuluşa ermişlerdir." Nitekim Yüce Allah bunu Kuranın diliyle şöyle ifade eder: ”Ayrılın bir tarafa bugün ey günahkârlar." (Yâsîn: 59) Bu emir üzerine çocuk anne ve babasından, koca karısından, seven sevgilisinden ayrılır. Kimisi tazim olunarak nimet bahçelerine, cennete götürülürken; kimisi zincire vurulmuş olarak cehennem azabına sevk olunur.

Büyüklerden birisi şöyle der: ”Vefat ettikten sonra rüyamda Ebıı İshak eş-Şîrâzî'yi gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise, başında tac vardı. Ona sordum: 'Nedir bu beyaz?' Dedi ki: 'Bu itaatin şerefidir.' 'Peki bu tac nedir?' diye sordum. Dedi ki: 'Bu ilmin izzetidir.'

Ebû Bekir el-Verrak'dan rivayet olunur ki: ”Dört şeyi taleb ettik ve bunları dört şeyin içinde bulduk: Yüce Allah'ın hoşnutluğunu ona itaatte, geçimdeki genişliği kuşluk namazında, dinde selâmeti dilimizi muhafazada, kalbin nurunu gece namazında bulduk. Şu halde vakit elden çıkıp gitmeden bunları yakalamaya bak. Çünkü zaman kesici bir kılıç gibidir. ”

21 ﴿