MÜCÂDELE SÛRESİMedine devrinde nazil olmuştur, 22 âyettir. 1Kocası hakkında seninle tartışan âyet metninde geçen ”mücâdele" (tartışma) kelimesi, münakaşa etme ve karşısındakini yenmeye çalışma ve bir meseleyi çözmek, karara bağlamak için karşılıklı görüşme anlamına gelir. Bu kelimenin aslı, ipi sıkı bir şekilde büktüm anlamına gelen ”cedeltü el hable" ifadesinden türemedir. Mücâdele yani tartışma kelimesinde de bu kök mânânın izleri mevcuttur. Birbiri ile münakaşa eden kişilerden her biri diğerini fikrinden vaz geçirmek için, iplik büker gibi çevirmeye çalışmaktadır. Kelimenin buradaki mânâsı ise, karşılıklı konuşma ve sözünü tekrarlama anlamınadır. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur: Yüce Allah kocası hakkında fetva istemek üzere seninle konuşan, kocasının kabule şayan bir sebep ve meşru bir neden olmaksızın kendisi hakkında yapmış olduğu zıhar hususunda tekrar tekrar sana müracaat eden kadının duasını kabul etmiştir. Ve Allah'a şikâyette bulunan yani Yüce Allah'a yalvaran, içine düşmüş olduğu kötü durumu ortaya koyan kadının sözünü Allah işitmiştir. el-Müfredat'da şöyle ifade olunur: ”Şikâyet", kişinin halini ortaya koyması demektir. Şikâyet anlamına gelen ”şekva" kelimesinin aslı, ”şekve"yi açmak ve içinde olanları ortaya koymak demektir. ”Şekve" ise, içine su konulan küçük kap demektir. Aslında burada istiare yapılmaktadır. Tıpkı bir kimse birisine kalbinde olanları açtığı zaman istiare yoluyla bunu ifade ederken söylemiş olduğu ”ona kalbimi açtım, dağarcığımda ne varsa silkeledim" cümlesinde olduğu gibi. Burada peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışan kadın, Hazrec Kabilesi'nden Havle binti Sa'lebe'dir. Kocası da Ubâde b. Sâmit'in kardeşi olan Evs b. Sâmit'dir. Rivayete göre Havle, vücudu güzel bir kadın imiş. Namaz kıldığı bir sırada kocası Evs onu görür ve kendisi ile cinsel ilişkide bulunma isteği duyar. Havle namazını bitirip selâm verince kocası onu davet eder. Ancak Havle kabul etmez. Kocası Evs ise, hafif bir kişilik sahibidir. Bu sebeple karısına kızar ve: ”Sen bana annemin sırtı gibisin" der. İşte İslâm tarihinde meydana gelen ilk zıhar hadisesi bu olur. Evs, daha sonra söylediğine pişman olur. Çünkü zıhar ve ila câhiliyet döneminde yapılan boşamalardandır. Evs karısına: ”Zannediyorum artık sen bana haram oldun" der. Bu ifade, karısı Havle'ye ağır gelir ve Havle Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelir. O geldiğinde Hazret-i Âişe Rasûlüllah'ın başını yıkamakla meşguldür. Havle: ”Ey Allah'ın Rasûlü, çocuğumun babası, amcamın oğlu ve insanlar içinde bana en sevgili olan kişi kocam Evs b. Sâmit bana zıhar yaptı. Ancak boşama kelimesini kullanmadı ve sonra yaptığına pişman oldu. Acaba aramızı birleştirecek herhangi bir çare var mı?" der. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Görüşüme göre sen ona haram olmuşsun" der. Kadın: ”Ey Allah'ın Rasûlü, beni boşamadı ki" der ve sonra ihtiyacını yalnızlığını ve küçük çocukları olduğunu ifade ederek der ki: ”Benim küçük çocuklarım var, onları kendi yanıma alacak olursam aç kalırlar. Babalarına verecek olursam sefil, perişan olurlar." Bu ifadeye karşılık Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) birinci görüşünü tekrar- eder ve der ki: ”Benim görüşüme göre sen ona haram olmuşsun." Havle, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ilk söylediği sözleri tekrar etmeye başlar ve Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona kocasına haram olduğunu her söylediğinde kadın sesini yükselterek der ki: ”Kocamdan görmüş olduğum muameleyi Yüce Allah'a şikâyet ediyorum. İhtiyacımı, yalnızlığımı Allah'a şikâyet, ediyorum. Onunla uzun bir ömür birlikte geçirdim ve ona karnımda ne varsa sallayıp silkeledim," der. Havle, bu cümlesi ile kocası ile uzun seneler geçirdiğini artık yaşlılık çağına girdiğini, ve çocuk doğuramayacak yaşa geldiğini ifade etmek istemektedir. Ve bu şikâyetini her yaptıkça insanların âdeti olduğu üzere arş katından ilâhî bir emrin indirilmesini isteyerek başını semaya çevirir ve şöyle duâ eder: ”Allah'ım peygamberinin lisanı üzere vahiy indir." Havle Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışırken ve şikâyetini Yüce Allah'a açarken Hazret-i Âişe, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın başının kalan kısmını kalkıp yıkamaya başlar. Nihayet Cebrail (aleyhisselâm) burada zikri geçen dört âyeti kerimeyi Havle'nin duasının ve şikâyetinin kabulü mahiyetinde olmak üzere indirir. Böylece Havle, zıhar meselesinin aydınlığa kavuşmasına sebep olmuş olur. Âyeti kerimede ayrıca Rasûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve kendisi ile tartışan Havle'nin bu olay hakkında Yüce Allah'ın hükmünü indireceğini ve Havle'nin sıkıntısını gidereceğini umduklarına da işaret vardır. Allah ikinizin konuşmanızı işitir. Yani Yüce Allah sizin zıhar meselesi hakkındaki birbirinizle konuşmanızı, birbirinize hitabınızı ve cevabınızı işitir. Çünkü metinde geçen ”tehâvur" kelimesi, konuşmak ve bu ifadeye karşı cevab vermek yani karşılıklı konuşmak anlamınadır. Kelime, dönmek anlamına gelen ”havr" kökünden türemedir. Âyet metninde bu ifadenin kullanılmış olması, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kadının kocasına haram olduğu hükmünü tekrar tekrar dönüp vermesinden ve Havle'nin de aynı şekilde helâl olmasını talep etmesindendir. Herhangi bir şeyi araştırmaya muhavere denmesi de kelimenin bu yapısından dolayıdır. Bir örnek daha vermek gerekirse Arapların şu duasını gösterebiliriz: ”Kevr'den sonra Havr'dan Allaha sığınırız" Bunun mânâsı şudur: Ziyadeye erdikten sonra noksana dönmekten ya da ünsiyet ve kaynaşma elde ettikten sonra yalnızlığa dönmekten Allaha sığınırız. Görüldüğü üzere burada havr, dönmek anlamına gelmektedir. Çünkü Allah işitendir, görendir. Yani Allah işitilecek ve görülecek her şey hakkında muazzam bir ilim sahibidir. Böyle olduğunun sonucu olarak onların karşılıklı konuşmalarını işitir, bu tartışma esnasındaki Havle'nin yakarmasını, başını semaya kaldırmasını, şikâyetini ve diğer yakarma izlerini görür. İmam es-Süheyli şu beyitlerde ne güzel söyler: Ey kalblerde olanı gören ve işiten! Her bekleneni hazırlayan sensin sen. Ey bütün sıkıntılarda meded umulan, Ey kendisine şikâyet ve korku sunulan! Senin kapını çalmaktan başka yoktur çarem. Eğer red edersen hangi kapıyı çalarım ben! Lütfün isyankârı ümitsizliğe düşürmez hâşâ, Fazlın bol, geniştir ihsan! Bu âyeti kerime bize gösteriyor ki, herhangi bir kimsenin yaratıklardan ümidi kesilir ve derdinin çözümü için Rabbindan başka hiçbir kimse kalmaz, duasında ve şikâyetinde samimi olursa Allahü teâlâ ona yeter. Bir kimse ne kadar zayıf olursa yani alçak gönüllü olursa, Allahü teâlâ ona daha lâtif olur. Yine bu âyeti kerime gösteriyor ki, Allah'ın, peygamberin ve halifelerin kulak verip dinledikleri kimseyi diğer insanların haydi haydi dinlemesi gerekir. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) halifeliği döneminde bu kadına rastgelir. Halife bir merkebe binmiş etrafında insanlar vardır. Hazret-i Havle halifeyi uzun bir süre durdurur ve ona nasihatlerde bulunur. Halifeye şöyle söyler: ”Ey Ömer sen küçük bir çocuktun. Sana Ömercik diyorlardı. Sonra Ömer dediler. Daha sonra da adın Emîri'l-Mü'minin oldu. Ey Ömer, yönettiğm insanlar hakkında Allah'tan kork. Çünkü kesinlikle öleceğine inanan bir kimse, yok olmaktan korkar. Kesin olarak hesaba çekileceğine inanan bir kişi azaptan korkar." Hazret-i Ömer durmuş Hazret-i Havle'nin sözünü dinlerken kendisine şöyle söylenir: ”Ey mü'minlerin em iri! Şu yaşlı kadın sebebi ile bu kadar uzun durulur mu?" Hazret-i Ömer cevab verir: ”Allah'a kasem ederim ki bu kadın, beni günün ilk saatinden akşama kadar alıkoysaydı, farz namazlar müstesna huzurundan ayrılmazdım. Bu yaşlı kadının kim olduğunu biliyor musunuz? Bu kadm Havle binti Sâ'lebe'dir. Yüce Allah, onun sözünü yedi kat semadan dinlemiştir. Alemlerin Rabbi onun sözünü dinlesin de Ömer mi dinlemesin, hiç olur mu?" |
﴾ 1 ﴿