HAŞR SURESİ

1

Göklerde ve yerde olanlar(ın hepsi) Allah'ı tesbih etmektedir.

"Tesbih ”, Cenab-ı Hakk'ı her türlü çirkinlikten tenzih etmek ve ulûhiyyetinin şanına yakışmayan her şeyden temiz ve yüce olduğunu itiraf etmektir. Tesbih; kalp, dil ve hâl ile olur. Kalp ile olan tesbih, kulun, Allah'ın ulûhiyyetine yakışmayan her şeyden yüce olduğuna itikad etmesidir. Dil ile tesbih, ”Allahu Ekber, lâ ilahe illallah" ve ”âmin" gibi Cenab-ı Hakk'ın yüceliğini ifade eden cümleleri söylemektir. Halk arasında meşhur olan da bu ikinci kısımdır. Üçüncüsü, yaratılan varlıkların, yaratanın, azamet sıfatlarıyla muttasıf olduğuna ve olması ile olmaması ihtimalli olan şeylerden münezzeh olduğuna delâlet etmeleridir.

Bazı tefsirlerde açıklandığı gibi müfessirler, Kur'an-ı Kerim'deki bu gibi âyetleri, her varlığın tesbihine şamil olması için ikinci ve üçüncü şekilde tefsir etmişlerdir.

Muhakkik yani araştırıcı âlimlerin çoğunluğu ise, bu tesbihin yalnız işaret lisanıyla değil, hem işaret hem de ifade diliyle yapılan tesbih olduğunu söylemişlerdir. Buna göre, akıllı ve akılsız bütün varlıklar Cenab-ı Hakk'ı tesbih ederler. Nitekim bunun izahı, Hadîd Sûresinin baş tarafında ve Kur'an-ı Kerim'in diğer yerlerinde geçti.

Bir hadisi şerifte rivayet olunduğuna göre Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ”Ben, Mekke'de bir taş biliyorum ki, Peygamber olarak gönderilmemden önce bana selâm veriyordu. Ben o taşı şu anda da biliyorum. (1)

1- Müslim, Tirmizî ve Ahmed b. Hanbel Müsned'inde Câbir b. Semüre'den merfü olarak rivayet ediyor. Bkz. el-Fethu'l-Kebîr, 1/457.

Abdullah İbn Mes'ûd'dan da şöyle rivayet olunmuştur: ”Biz yenmekte olan yemeklerin tesbihlerini işitirdik."

Organ ve derilerin şahitlik yapacakları, Kur'an-ı Kerim'in dile getirdiği hususlardandır.

Mücahid de şöyle demiştir: ”Canlı-cansız her şey Allah'ı tesbih eder. Eşyanın tesbihi, ”sübhânellahu ve bihamdihî" demeleridir."

Bu, genel manâsıyla böyledir. Fakat her cins varlığa nisbetle yapılan tesbihler ayrı ayrıdır. Her varlığın, yaratılışının gerektirdiği şekilde kendine has tesbih etmesi vardır.

O, hükmünde galip, kahredici gücün sahibi, üstün

hüküm ve hikmet sahibidir. Tesbihten sonra bu iki sıfatın zikredilmesinde; tesbihe yönelten ve tesbih etmeyi gerektiren şeye işaret vardır. Çünkü ”izzet"; büyüklüğün, ”hikmet" de güzelliğin eseridir. O halde Allah (celle celalühü) bütün kemâl sıfatlar ile muttasıftır.

Nüzul sebebine gelince: Bu sûre, Benî Nadîr (Yahudi) Kabilesi hakkında nazil olmuştur. Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edince, Benî Nadîr Kabilesi, Rasûlüllah'ın ne lehinde ne de aleyhinde bulunmayacaklarına dair Rasûlüllah ile antlaşma yapmıştı. Fakat Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir Savaşı'nda zafer elde edince Nâdir Oğulları kendi aralarında: ”Tevrat'ta sıfatları belirtilen Peygamber'in sancağı reddolunamaz," diye konuştular. Ne zaman ki, Uhud Muharebesi'nde olanlar oldu Rasûlüllah hakkında şüpheye düştüler ve antlaşmayı bozdular. Ka'b b. Eşref, kırk süvariyle beraber Mekke'ye gidip Kabe'nin yanında, Kureyş Kabilesi ile Rasûlüllah'a karşı savaşacaklarına ve O'na zarar vereceklerine dair ittifak edip antlaşma yaparak Rasûlüllah'la olan antlaşmayı bozdular.

Âlimler derler ki: ”Şu anda hiçbir şey olmaksızın, harp halindeki kâfirler ile, yurtlarını terketmek üzere anlaşma yapmak caiz değildir. Bu, İslâm'ın ilk yıllarında caizdi, sonra nesholundu. Şimdi, ya onlarla savaşmak veya onları esir etmek yahut da onları vergilendirmek (cizye) şarttır."

1 ﴿