10Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Onlar İslâm güçlendikten sonra hicret edip, Medine-i Münevvere'ye gelenlerdir. Yahut ihsanda sahabe-i kiramı takip edenlerdir. Bunlar, Muhacir ve Ensar'dan sonra kıyamete kadar gelmiş ve gelecek olan müminlerdir. Bunun için âyetin tüm Müslümanları içerdiği söylenmiştir. Bu durumda kastedilen, varlık sahasına gelenlerdir. Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır: ”Benim ümmetimin durumu, yağmurun durumu gibidir. Evveli mi yoksa sonu mu daha iyidir bilinmez." (6) 6- Hadisi Tirmizî, Emsal'da rivayet etmiş, hasen olduğunu söylemiştir. Ahmet b. Hanbel de Müsned'inde rivayet etmiştir, 3/130. Bkz. Camiu'l-Usûl, 9/201. Bu âyet de, kendilerinden önce gelen Müslümanları sevmeleri ve din kardeşliği hususundaki haklarından dolayı müminleri övmek için gelmiştir. Âyette kastedilen önce gelme, sebkat etme, imanda olan önceliktir. Bunlar, imanda önce gelen kardeşleri için şöyle dua ederler: 'Ey Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan din kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Yâni bizden meydana gelen günahları affet. Neseb kardeşliğinden çok daha şerefli ve çok daha değerli olan din kardeşlerimizi de affet. Önceki Müslümanların üstünlüklerini itiraf ederek onları ”iman ile daha önce geçme" sıfatıyla vasıflandırdılar. Denildi ki: ”Onlar, evvela kendilerinin mağfiret olunmasını istediler. Zira meşhurdur ki, kulun evvela kendisinin mağfiret olunması lazımdır ki, başkaları hakkında yaptığı dualar kabul olunsun." Bu âyette mağfiret olunmadan önce günahkâr insanların yaptıkları duaların kabul olunmayacağına dair bir hüküm vardır. Fakat haberlerin ifadesine göre hakikat böyle değildir. Gerçek şu olabilir: Dua ve istiğfarda kişinin kendi nefsini takdim etmesi nefsinin kendisine her nefisden daha yakın olmasındandır. Üstelik Allah'tan mağfiret istemede, günahını itiraf vardır. Kul için en güzel olanı, evvelâ kendi günahını görmesidir. Bazı tefsirlerde böyle söylenmiştir. Bu fakir (müellif) der ki: Kişinin kendi nefsi, ona başkasının nefsinden daha yakındır. O halde her faydalı olanın elde edilmesini ve her zararlının giderilmesini evvelâ kendi nefsi için ister. Çünkü önde olanın hakkını vermek gerekir. Başkası, kendisinden sonra gelir. Ayrıca kişi kendi günahını kesin olarak bilir. Başkasının günahını o kesinlikte bilmez. Olabilir ki Allahü teâlâ o kişiyi affetmiştir, fakat o bunu bilmez. Birde şu var: Bu istiğfar makamında öncekileri takdim etmek, Selef-i Sâlihin hakkında su-i zan ve su-i edep olabilir. "Ğill", kin demektir. Kötü ve çirkin bir huydur. Mü'min kinci olmaz. Râğıb şöyle söyledi: ”Gill ve ğulül: hıyanet ve düşmanlığa zırhtır. Çünkü Arapçada ğelâle, iç elbise ile dış örtü arasında giyilen elbisenin adıdır. Zırh, hiyanet ve düşmanlık için istiare edildiği gibi bunun tersi de yapılır." Âyetteki ”iman edenler" ifadesi, sahabeye ve onların yolundan yürüyen tüm Müslümanlara şamildir. Âyette ayrıca şuna da işaret vardır: Müslümana hased yakışmaz. Fakat dinî bir gayretten dolayı Müslüman olmayanlara kin beslemek uygundur. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen, çok şefkatli, pek merhametlisin. Yani şefkat ve merhamette yücesin, dualarımıza icabet etmeye lâyıksın. Bu âyette, daha önce gelip geçen Müslümanlar için mağfiret talep edip merhamet göstermenin Müslümanlara vacip olduğuna delil vardır. Hususiyle anne-babalar ve İslâm'ı öğreten hocalar olursa... Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) dedi ki: ”Onlar için mağfiret istemekle emrolundular, fakat onlar sövüp hakaret ettiler." Bir hadisi şerifte şöyle rivayet olunmuştur: ”Bu ümmetin sonra gelenleri, evvel gelenlere lanet etmedikçe helak olmazlar. ” Râfizîler, Haricîler ve onlar gibi sapık mezhepler en şerli yaratıklardır ve Müslüman cemaatlerin dışındadırlar. Çünkü Cenab-ı Hak Müslümanları üç mertebeye ayırdı: 1- Muhacirler 2- Ensar 3- Allah'ın zikrettikleriyle sıfatlanmış onlara tâbi olan kimseler. Tâbilerden kim bu sıfatlarla muttasıf değilse Müslüman cemaatının dışında kalır. Hüccetü'l İslâm İmam Gazalî (radıyallahü anh) şöyle dedi: ”Vaizlere ve diğer Müslümanlara, Hazret-i Hüseyin (radıyallahü anh)'in öldürülmesini, onunla ilgili hikâyeleri, sahabeler arasında cereyan eden ihtilâf ve çekişmeleri rivayet edip anlatmak haramdır. Çünkü böyle yapmak, Sahabe-i Kirama buğzu ve onlara dil uzatmayı teşvik eder. Halbuki onlar, dinde en önde gelen büyüklerdir. Onların aralarında meydana gelen çekişmeler, şahsiyetlerine uygun bir şekilde yorumlanmalıdır. Olabilir ki aralarında meydana gelen hadiseler, içtihadda olan hatadan dolayıdır. Yoksa açıktır ki, başkanlık veya dünya menfaati arzusundan değildir." Terğîb ve Terhîb'in Fethu'l-Karîb adındaki şerhinde şöyle söylenmiştir: ”Sahabe-i Kiram arasında meydana gelen ihtilâflara girişmekten son derece sakın! Çünkü Sahabenin tümü adaletli kişilerdir, en hayırlı nesildir ve müctehiddirler İctihadlarında isabet edenlere iki mükâfat, hata edenlere de bir sevap vardır." Şeyh İzzüd-dîn ibn Abdüsselâm, dilin âfetleri bölümünde şöyle diyor: ”Bâtıl sözlere girişmek dilin âfetidir. Bu da, sapık mezhepleri hikâye etmek, zalimlerin zulmünü, içki meclislerinin ve cinsi ilişkilerin hallerini hikâye etmek gibi günahlar hakkında ileri geri konuşmaktır. Sahabe-i Kiram'ın arasında cereyan etmiş ihtilâfları nakletmek de böyledir." |
﴾ 10 ﴿