8Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. ”Tevbe", özür dileme yollarının en üstünüdür. ”Ben yaptım, fakat iyi yapmadım" demekle olur. Şeriat ıstılahında tevbe şöyle tarif edilir: ”Çirkinliğinden dolayı günahı terketmek, işlenen günaha pişman olmak, tekrar işlememeye azmetmek, kaza yoluyla telâfisi mümkün olan amelleri telâfi etmektir." İşte bu dört şart bir arada bulunursa, tevbenin şartları tamam olur. "Samimi" diye tercerne ettiğimiz ”nasûh" kelimesi, mübalâğa kalıplarından birisidir. Çok sabreden kişiye ”sabûT", çok şükredene de ”şekûr" denilmesi gibidir. ”Çok fazla nasihat eden tevbe" demektir. Bu da kişilerin kendi nefislerine tevbe yi tavsiye etmeleri ve usulünce tevbe etmelerindir. Bu kötülüklerden, kötü oldukları için, pişmanlık duyarak, onları yapmaktan dolayı kederlenerek, kılıçla kesilse, ateşte yakılsa bile süt memeye dönmedikçe bir daha kötülüğe dönmemeye azmederek nefislerini bu duygu üzerine, hiç kimsenin çeviremiyeceği bir şekilde yerleştirerek tevbe etmektir. Hazret-i Ali'den rivayet edildiğine göre, o bir bedevinin: ”Allah'ım senden bağış diliyorum, sana tevbe ediyorum," dediğini işitmişti ve: ”Ey adam! Tevbede dil çabukluğu yalancıların tevbesidir" dedi. Bedevi: ”O halde tevbe nedir?" diye sordu. Hazret-i Ali şu karşılığı verdi: "Tevbe ancak şu altı şeyi içerisinde toplayandır: 1- Günahlara pişmanlık duyman, 2- Farzları iade etmen yani namaz, oruç ve zekâtı kaza etmen, 3- Zulümleri reddetmen, 4- Hasımlarla helâlleşmen, 5- Bir daha günaha dönmemeye azmetmen, 6- Nefsini masiyet içerisinde büyüttüğün gibi Allah'a taatte eritmen ve ona günahın tadını tattırdığın gibi, taatin acısını tattırnıandır." Ayette geçen ”nasûh", halis demektir. ”Mumundan ayrılan halis bal" anlamında ”aselun nâsıh" denilir. Saflığında ve samimiyetinde tevbe buna benzetilmiştir. Zünûn el-Mısrî şöyle der: ”Tevbe geçmiş günahlardan dolayı sürekli ağlamak, bir daha günaha düşmekten korkmak, kötü dostları terketmek, cennetliklerle birlikte olmaktır." Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: ”Ey insanlar! Allah'a tevbe ediniz. Ondan bağış dileyiniz. Ben ona günde yüz kere tevbe ederim." (6) 6- Hadisi Müslim, Eğar b. Yesâr el-Müzenî'den rivayet etti. Buna benzer bir hadisi de Gâmidiyye kıssasında rivayet etti. Tevbenin günahın hemen peşinden yapılması gerekir. Çünkü geciktirilmesi, haramda ısrar etmek anlamına gelir. Israr, küçük günahı büyük hale getirir. Tevbenin kabulünün alâmeti, Allah'ın kişiye günahını andırmamasıdır. Çünkü tevbe günahı bırakmaz, siler. Tevbe eden, günahını hatırlarsa onun tevbesi sakattır. Bazen tevbe Allah katında makbul olur. Buna rağmen, günahı işleyenden cezayı defetmez. Meselâ, hırsız tevbe etse, tevbesi ondan el kesme cezasını düsürmez. Bu konuda Mâız hadisinde yeterli delil vardır. Rasûlüllah onun hakkında: ”O öyle bir tevbe etti ki, tevbesi tüm Medine ehline taksim edilse, hepsine yeterbuyurdu. Buna rağmen, tevbesi ondan had cezasını düşürmedi. Aksine Efendimiz recmedilmesini emretti ve reemedildi. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter hatta onları siler ve iyilik haline dönüştürür ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. "Umulur ki" diye terecine ettiğimiz ”asâ" kelimesi, büyüklerin âdeti üzere, umut vermek için kullanılan bir ifadedir. Krallar, ”umulur ki ve belki: asâ ve lealle" diye cevap verirler ama bu kesinlik ifade eder. Bu ifade, anılan nimetlerin, Allah'ın bir fazlı olduğuna delildir. Bunlar, tevbenin gereği değildir. Kulun, çok fazla ibadet etse bile sürekli korku ve ümit arasında olması gerekir. O gün Allah, peygamberi ve iman edip onunla beraber olanları utandırmaz. ”Utandırmaz" diye tercenıe edilen kelimenin aslı olan ”el-hızyü" kelimesi, rüsvay etmek anlamına da gelir. O zaman mânâ, haklarında Allah'ın: ”...Gerçekten bugün, rezillik ve kötülük kâfirleredir" (Nahl: 27) buyurduğu kâfirlere tariz olur. Ama burada uygun olanı, bu sözün ”el-hızâye" kelimesinden türeyip, utanma ve sıkılma anlamında olmasıdır. Çünkü Hazret-i Peygamberin şanına uygun olanı budur. Ama daha da iyisi bu sözü, hesap, kitap ve ceza gibi herhangi bir sebebe dayanan ve her türlü utanç ve rüsvaylığa vermektir. Allahü teâlâ Rasûlüllahla birlikte, inananları da rüsvay etmez, utandırmaz. Utanç, kötü hesaba çekmekle, kınama ve azarlamakla olur. Allah mü'minleri kolay bir şekilde hesaba çeker. Bu sözde de, Allah'ın rüsvay ettiği kâfir ve fâsıklara tariz, onların durumuna düşmekten koruduğu içinde mü'minleri hamde teşvik vardır. Burada söz konusu edilen iman, olgun imandır. Dolayısıyla bu, âsi olan mü'minlerin cehenneme girmemelerini gerektirmez. Onların yani imanlarının ve taatlerininin sırat üstünde güneş ışınları gibi olan nurları, ünlerinden ve yanlarından koşar da: Yani onların önlerini, sağlarını, sollarını ya da tüm yönlerini aydınlatır. Âyette, tüm yönler yerine, hepsine şamil olmak üzere sadece, en şerefli yön ”eymân: sağ taraf" zikredildi, Şu da, Hazret-i Peygamber'in duâlarındandır: ”Ey Allah'ım! Benim kalbimi, kulağımı, gözümü, sağımı, solumu, önümü, arkamı, üstümü ve altımı nurlandır. Beni nur yap." (8) Bazı bilginler, burada sadece ön ve sağın anılmasının, iyiliklerin amel defterinin bu yönlerden verilecek oluşundan dolayı olduğunu söylerler. Nitekim kötülerin amel defteri de sol taraflarından verilecektir. İşte bu nur, onların defterlerinin bu yönlerinden verileceğine işaret, onlar için cennete girene kadar sırat üzerinde bir rehber ve cennette zinet olur. Münafıkların nurları söndüğünde onlara şefkat olarak, müminler: 'Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, selâmet evine varıncaya kadar devanı ettir, bizi bağışla. Günahlarımızı gizle, rezil etme. Çünkü Sen bağışlamak ve tamamlamakda her şeye kadirsin,' derler. Denilmiştir ki: ”Mü'minlerin nurları, amellerine göre farklılık gösterir. Bu yüzden, Allah'tan bir ikram olarak, nuru eksik olanların nurlarını tamamlamasını isterler. Bir başka izaha göre ise, cennete gidenlerden kimisi sırat üzerinde şimşek gibi, kimisi rüzgâr gibi, kimisi de emekleyerek ve sürünerek geçerler. İşte: ”Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla," diyenler bunlardır." (9) Seni (Kuddise sirruhu) şöyle der: ”Dünyada ve âhirette müminler Allah'a ihtiyaçtan müstağni olamazlar. Onlar Allah'a âhirette daha çok muhtaçtırlar. İzzet ve zenginlik evinde (cennette) olsalar bile durum budur. O'na kavuşma aşklarından dolayı: ”Bize nurumuzu tamamla" derler. Ayrıca, nurlar çeşit çeşittir; zatın nuru, namaz, onuç, abdest ve diğer ibadetlerin nuru bunlardandır. Nitekim Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzunca bir hadiste ”namaz nurdur" buyurmuştur. Namaz kılanın Rabbine yalvarmasının. O'na yönelmesinin sırrı, Rasûlüllahin şu hadisinde haber verdiği şeydir: ”Şüphesiz kul namaz kılmak üzerere kalktığı zaman. Rabbi yüzünü ondan tarafa çevirir." (10) Allah nurdur. Kulun hakikati, karanlıktır. Karanlık bir şey, ışıklar saçan bir nesneye yöneldiğinde, onunla gerçek bir hizada karşılaşır. Işık veren nesnenin nurlarından o da kazanır. Nitekim, simsiyah, karanlık bir cisim olan ay, karsısında bulunduğu zaman güneşten ışık almaktadır. Güneşe olan mukabelesi ve onun hizasında olup olmaması durumuna göre, aldığı ışık farklılık arzetmektedir. Güneşin tam hizasında bulunur, onunla tam karşı karşıya gelirse ışık alışı tam olur. Bir hadiste: ”Karanlıkta camiye gidenleri, kıyamet günü tam nurla müjdele," buyurulmaktadır. (11) 10-Hadisi Buhârî, Müslim ve Nesâî şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir: ”Biriniz namaza kalktığı zaman, Rabbine münacatta bulunur. Şüphesiz Rabbi onunla kıble arasındadır." Câmiu'l-Usûl: 1 1/190. 11- Hadisi Ebû Dâvud ve Tirmîzî rivayet etmişlerdir. Bkz. el-Fethu'l-Kebîr, 2/7. Bir başka hadisin meali de şöyledir: Rasûlüllah: ”Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim," buyurdu. Sahabiler: ”Yâ Rasûlüllah! Biz senin kardeşlerin değilmiyiz?" dediler. Hazret-i Peygamber: ”Sizler ashabımsınız. Kardeşlerimiz, henüz gelmeyenlerdir," buyurdu. Sahabiler: ”Ümmetlerinden henüz gelmeyenleri nasıl tanırsın, Ya Rasûlallah?" dediler. Rasûlüllah: ”Söyleyiniz, bir adamın siyah atlar arasında, alnı ve üç ayağı beyaz bir atı olsa atını tanımaz mı?" buyurdu. Ashabı kiram: ”Evet ya Rasûlallah! Tanır." dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah: ”İşle o kardeşlerimiz kıyamet günü abdestten alınları parlayarak gelirler. Ben onları havuz başında bekleyeceğim," buyurdu." (12) Rasûlüllah ışığın nurunu, atın alnındaki ve ayaklarmdaki beyazlığa benzetti, başka renklere benzetmedi. 12- Hadisi Müslim Sahih'inde Ebû Hüreyre'den şu lâfızlarla rivayet etti: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabristana gelip: ”Esselâmü aleyküm, ey müminler topluluğunun yurdu. Kardeşlerimizi görmeyi isterdim..." dedi. Hadisin benzerini Buhârî, Mâlik ve Nesâî rivayet etmiştir. Hadisin tamamı için Bkz. Câmiu'l-Usûl, 9/207. |
﴾ 8 ﴿