27Çünkü Sen onları bırakırsan, öldürnıezsen, kullarını hak yoldan çıkarırlar. Çünkü sapıklık onların içine işlemiştir. Bu âyet, Hazret-i Nuh'un onlar için, kendi öfkesinden değil, sırf dinî bir gayretten ötürü beddua ettiğini açıklamaktadır. Bu izaha şu olay işaret etmektedir: Kavminden bir adam oğlunu Nuh'a götürüp ”Şundan sakın, çünkü o yalancıdır. Şüphesiz ondan babam da beni sakındırmış ve sana ettiğim vasiyeti etmişti," derdi. İşte bu hal üzere büyük ölür, küçük yetişirdi. Sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar. Yani onların neslinden sadece sapıklar, âsîler, kâfirler gelir. ”Kâfir" diye ifadelendirdiğimiz ”keffâr" kelimesi, Rağıb'ın belirttiğine göre, ”kefûr" kelimesinden daha mübalâğalı bir anlam ifade eder. Kefûr, nankörlükte aşırı giden anlamındadır. Âyetin bu bölümünün anlamı şu şekildedir: ”Ancak ahlâksızlık yapacak, inkâr edecek nesiller gelir." Nûh (aleyhisselâm)'un, onları erginlik çağına girdikten sonra fâcir ve kâfir ol uçaklarıyla nitelemesi, kendisine gelmesi muhtemel olan şöyle bir itiraza mazeret beyanı gibidir: ”Onların nesillerinden belki de mü'min ler gelecektir. Öyleyse onlar için tümüyle helak isteyerek beddua etmek yanlıştır." Hazret-i Nûh bu bedduayı şüphesiz kendisine gelen vahye istinaden yapmıştır. Hûd Sûresi'ndeki şu âyet bunun açık kanıtıdır: ”Nuh'a: Senin kavminden, inananlardan başka hiçkimse iman etmeyecek diye vahyedildi." (Hûd: 36) Anlaşılan o ki, bu beddua, felâket emareleri göründükten sonra edilmiştir. Eskilerden birisi: ”Yılan, ancak yılan doğurur," demiştir. Bu, genelde böyledir. Bundan dolayı denilmiştir ki: ”Kişinin aslı iyi olursa, nesli de iyi olur" Bu sözün bir benzeri de şöyledir: ”Çocuk, babasının avcunun çizgisidir (aynıdır.)" Bu bedduanın açıklaması hakkında bir bilgin şöyle demiştir: ”Çocuk büyüyünce, babasının özelliklerini öğrenir veya onun huyundan bir şeyler kapar. Bazen insan birisiyle arkadaşlık eder, onun iyi ve kötü huylarından kapar. İşte Nûh (aleyhisselâm) gördüğü emareler sebebiyle böyle beddua etmiştir. Çünkü onları bin yıla yakın bir süre tecrübe etmiş, onlardan küfür ve ahlâksızlıktan başka bir şey görmemiştir. Eğer onun bedduası, vahye istinaden olsa idi, mazeret beyanına gerek olmazdı. Onun bedduasının vahye dayanmadığına, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Hazret-i Ömer'i şiddette Hazret-i Nuh'a; Hazret-i Ebû Bekir'i yumuşaklıkta Hazret-i İbrahim'e benzetmesi de delildir. Şu da bilinmelidir ki, muayyen bir kâfire beddua edilmesi caiz değildir. Çünkü biz onun sonunun nasıl olacağım bilmiyoruz. Ama mutlak anlamda kâfirlere ve tacirlere beddua edilebilir. Nitekim Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müminlere karşı grup teşkil edenlere beddua etmiştir. Kâfirlere karşı bedduanın delili budur. |
﴾ 27 ﴿