ABESE SURESİMekke devrinde nazil olmuştur, 42 âyettir. 1Yanına ama bir kimse geldi diye Peygamber yüzünü asıp çevirdi. ”El-Ubsü" ve ”El-Ubûs"; yüz ekşitmek, surat asmak, kaş çatmaktır. "En câehü, yanına... geldi" cümlesindeki zamir Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e râcidir. Âmânın gelmesi, yüz çevirmenin sebebidir. Âmânın kendisine gelmesinden ötürü geri döndü, yüz çevirdi, demektir. ”El-Umyü" gözün kaybedilmesidir. ”El-âmâ"daki el, ahd içindir. Böylece bilinen âmâ kastedilir ki, o da Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ikinci müezzini olan İbn-ü Ümm-i Mektûm'dur. Rivayet edilir ki, İbn Ümm-i Mektûm Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a geldi. O anda Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in yanında Rebia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe. İbn-i Hişamın oğlu Ebu Cehil. Abdülmuttalib'in oğlu Abbas, Ümeyve İbn-ü Halef ve El-Velîd İbn-ül Muğîre gibi Kureyş'in ileri gelenleri vardı. Onları İslâm'a çağırıyordu. Çünkü insanların âdetidir; büyükleri bir şeye meyletti mi başkaları da meyleder. Nitekim ”İnsanlar krallarının dini üzeredir" denmiştir. İbnü Ümmi Mektûm Rasûlüllah'a dedi ki: ”Yâ Rasûlallah, Allah'ın sana öğrettiğini bana da öğret de ondan faydalanayım." O, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir grupla ilgilendiğini bilmediği için bu sözü tekrarlayıp duruyordu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünün kesilmesini, onları bırakıp da onunla meşgul olmayı hoş karşılamıyordu. Yüzünü ekşitti ve ondan yüz çevirdi. İbn-ü Ümm-i Mektûm da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yüzünü ekşitmesinin ve yüz çevirmesinin, Allah'ın kendisinden sudûrunu çirkin gördüğü şeyden dolayı olmasından korkarak hüzünlü bir şekilde geri döndü. Bunun üzerine âyetler nazil oldu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu gördüğü zaman ikramda bulunur ve derdi ki: ”Kendisi hakkında Rabbimin beni itab ettiği kişi merhaba!" Denilir ki: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatında hiç’Abese Sûresi' kendisine indiğinde üzüldüğü gibi üzülmedi. Çünkü o, rüşd sahibi Habibdir. Bununla beraber Allah bu hitabı onunla kendisi arasında bırakmadı ki bu kınama daha hafif kalsın. Aksine O, bunu müminlere açıkladı, bu harekete karşı takva sahibi kullarını uyardı. Bundan dolayıdır ki Ömer İbn'ül Hattab (radıyallahü anh)'a münafıklardan birinin kavmine imamlık yaparken sırf’Abese Sûresini' okuduğu başka bir sure okumadığı haberi ulaştı. Bunun üzerine onun da bununla küfre girdikleri sonucunu çıkardığı için bir adam gönderip boynunu vurdurduğu rivayet edilir." İbn-ü Zeyd der ki: ”Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için vahiyden bir şey gizlemesi caiz olsaydı, bunu gizlerdi." Şu âyetler de buna benzemektedir: ”Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?..." (Tahrim: 1) ”(Rasûlüm!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: ’Eşini yanında tut, Allah'tan kork!' diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır..." (Ahzâb: 37) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaptığı şey, evlâ olanı terketme babından olup günah sayılmaz. Çünkü onun içtihadı evlâ olanı talep hakkındadır. Amâ sıfatıyla ifade -halbuki bu vasıfla zikretme onun durumunu tahkirdir ki, bu da itabdan anlaşılan tazime aykırıdır- ya Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o topluluğa olan sözünü kesmeye cesaret etmesindeki özrünü kabul edip onu tasdik etmek, yumuşak davranmaya, kaba davranmamaya ve merhamete lâyık olduğunu bildirmek için, ya da aşırı yadırgama içindir. Çünkü yadırgamanın aslı makamın delâletindendir. Sanki şöyle denmiştir: Âmâ olduğu için ondan yüz çevirdi, bu ise onun yüce ahlâkına yakışmaz. Nitekim Allah'ın: Ne bilirsin... sözündeki iltifat (gıyabî itabdan hitaba geçme) bundan dolayıdır. Çünkü karşısına alıp hitap etme, kınamanın şiddeti hususunda daha tesirlidir. Tıpkı kendisine cinayette bulunan caniyi insanlara şikayet edip sonra da caniye dönerek onu azarlayan kimse gibi. Yani onun durumunu sana bildiren ve işin iç yüzüne seni muttali kılan nedir ki ondan yüz çeviriyorsun? İmam Süheylî der ki: ”Bak âyet nasıl gaibden haber verme lafzıyla indi, ”yüzünü asıp çevirdi" dedi de ”yüzünü astın ve geri çevirdin" demedi. Bu, yüz çevirip sonra da muhataba yönelerek onu karşısına alan ve: ”Ne bilirsin" diyen gaibin durumuna benzer. Halbuki Allahü teâlâ biliyor ki o, âmâdan yüz çevirmekle sadece hayra rağbetini ve bu müşrikin yani Velîd b. Mıığira'nın İslâm'a girmesini istiyordu. Çünkü böyle büyük birinin Müslüman olması çoğu kimselerin Müslüman olması demektir. Allahü teâlâ Nebisi (sallallahü aleyhi ve sellem)'ne kendisinden yüz çevirenin sözüne benzer sözle konuştu, sonra da onu yalnızlıktan kurtarmak için ’Ne bilirsin...' kitabıyla karşısına aldı." "İbn Ümm-i Mektûm Müslüman olmuş, din işleri ile ilgili olarak muhtaç olduğu şeyleri öğrenmeye gelmişti. O kâfirlere gelince henüz Müslüman olmamışlardı. Onların Müslüman olması çoğu kimselerin Müslüman olmasına sebep olacaktı. Nasıl oldu da Allahü teâlâ peygamberini bunun üzerine kınadı?" denilecek olursa, cevaben denilir ki: Durum her ne kadar anlatıldığı gibi ise de, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in yaptığı şeyin dış görünüşü, zenginleri fakirlere takdim ettiğini, fakirlerin kalplerinin kırılmasına az önem verdiğini andırır. Bu ise peygamberlik makamına yakışmaz. Çünkü bu, en iyiyi terketmektir ki, bundan dolayı Allahü teâlâ onu itab etmiştir. 2Bak. Âyet 1. 3Belki o âmâ senden aldığı şeyle günah kirlerinden tamamen temizlenecekti. 4Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt yani senin öğüdün tam temizlenme derecesine erişmese bile kendisine fayda verecekti. Keşşafta şöyle denilmiştir: ”Âyetin mânâsı: Temizlenme ve öğüt alma açısından, ondan beklenen, şeyi sen bilemezsin. Şayet bilmiş olsaydın, böyle yapmazdın."“sen" zamiridir- hoş karşılamamanın sebebinin Aleyhisselâtı vesselâmin özelliği olduğuna dikkat çekmektir. Yani, özellikle senin gibisinin kendisini muhtaç görmeyene yönelmesi, fakirden, iyilik talep edenden yüz çevirmesi gerekmez. Aziz, insanlar arasında zelil olsa da, inicin ve ibadetle Allah'ın aziz kıldığıdır. Zelil, küfür ve günahla Allah'ın zelil kıldığıdır, insanlar arasında azîz olsa bile. Rivayet olunur ki, bundan sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) asla hiçbir fakire karşı yüzünü ekşitmedi, hiçbir zengine de yönelmedi. Aleyhissalâtü vesselâmin meclisinde fakirler emir idi. Yani, onlara son derece ihtiramda bulunurdu. Bunda, küçük için büyükle edep dersi vardır. Dine omuz verenler, ilim erbabı ve hükmedenler, hayır ehlinden olan zayıfları kendilerine yaklaştırmak ve hayırdan uzak zenginlerden önde tutmakla muhataptırlar. Tıpkı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in bu sûrede muhatap kılındığı gibi. 5Kendini (sana), imana ve sendeki ilme ve Kur'an'a muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Âmâyı bırakıp onun irşadı ve ıslahına ihtimam gösteriyorsun. Bunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onlarla sohbetinden son derece uzaklaştırma vardır. Çünkü sırtını dönene yönelmek, izzetlilerin âdetinden değildir. " Tesaddâ", aslında ”tetesaddâ ”dır. Hafiflik için’ ”te’den biri hazfedilmiştir. Bu kelime: ”Bir şeye yönelmek, durumunu nazar-ı itibara alma, ihtimam gösterme" anlamlarına gelir. Zıddı, ona önem vermemektir. 6Bak. Âyet 5. 7Oysa ki onun arınmamasından sen sorumlu değilsin. Yani, bu kendini muhtaç görmeyenin temizlenmemesinde sana bir baskı ve günah yoktur ki, onun durumuyla ilgilerlesin ve Müslüman olandan da yüz çeviresin! 8Fakat sen, sendeki hidayet ve irşadı, güzel hasletleri talep edip koşarak ve Allah'tan korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yerini tutan zamirin iki fiilden önce zikredilmesi -ki o 9Bak. Âyet 8. 10Bak. Âyet 9. 11Hayır, öyle yapma! İhtiyaç göstermeyene yönelmekten ve irşad talebinde bulunanı irşaddan yüz çevirmekten sakın! Hasan-ı Basrî der ki: ”Cibril bu âyetleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e okuduğunda -Allah'ın hakkında vereceği hükmünü bekleyerek- yüzü kül gibi yani, sanki yüzüne kül serpilmiş gibi oldu. ”Hayır!" deyince yüzü açıldı, sevindi." Âyetin mânâsı şöyledir: Bunun gibisini yapma, çünkü bu sana yakışmaz. Şüphesiz bunlar yani, Ya Muhammed, seni mükellef kıldığımız ve sana emrettiğimiz öğütleri içine alan Kur'an. Allah'a yakınlık ve şeref yönüyle değerli ve güvenilir, takva ile mücehhez, Allah'a itaat eden katiplerin elleriyle yazılıp tertemiz kılınmış şeytanların ellerinin dokunmasından uzaklaştırılmış, yüce makamlara yani, yedi kat semaya kaldırılmış yahut kadri ve adı yüceltilmiş Kur'ân-ı Kerim sabiteleri olduğu için Allah katında mukaddes sahifelerde yanı, Levlı-i Mahfuz'dan istinsah edilmiş sahifelerde yazılı, ders alınması ve gereğiyle amel edilmesi gereken bir öğüttür, dileyen ondan Kur'an'dan öğüt alır, onu ezberleyip korur, unutmaz. "Sefere" meleklerden bir gurup katipdir ki, Levh-i Mahfuz'dan kitapları yazarlar. ”Sefr"den türemiş olup ”safir"in çoğuludur. ”Sefr" ise ”ketb" yani yazmaktır. Sefer (yolculuk), kişinin ahlâkını açığa çıkardığı için bu ismi almıştır. Bu lâfız meleklere hastır. Lügat yönüyle kullanılması caiz olsa da neredeyse başka şeyler için kullanılmaz. Kurtubî der ki: ”Allahü teâlâ 'nırı: lO'na ancak temizlenenler dokunabilir' (Vakıa: 79) âyetindeki temizlenenlerden murat, Allah'a itaat eden, takva ile mücehhez, Allah'a yakınlıklarıyla değer kazanan şerefli katiplerdir." "Kiram ” kelimesi, ”kerim'in cem'i olup ”keramet" ten gelmektedir. 12Bak. Âyet 11. 13Bak. Âyet 11. 14Bak. Âyet 11. 15Bak. Âyet 11. 16Bak. Âyet 11. 17Kahrolası insan! İnsan aleyhinde yapılan en şenî bedduadır. Çünkü öldürülme, kahredilme dünya âfet ve musibetlerinin en ferişidir. ”Kahrolası" diye çevirdiğimiz ”kut ile = öldürülme" kelimesini lanetle tefsir eden, onunla ruhanî helaki kastetmiştir. Çünkü bu, cezaların en şiddetlisidir. Ne inkarcıdır! Allah'ın ona bol ihsanına mukabil o, Allah'a karşı ne çetin bir inkâr içindedir! Nankörlükteki aşırılığına şaş! Gerçekte şaşmak cahilden beklenir. İlmi, bütün bilgileri içeren kimseden şaşmak ve taaccüb tasavvur edilemez. Aslında bu, Allah tarafından, yaratıklarını hayrete düşürme, ve bedduaya müstahak olduğunu beyandır. Yani, Allah'ın kendisine olan çok ihsanını bilmekle beraber, Allah'ı inkârına ve O'na karşı nankörlüğüne hayret edin, kahırla, lanetle v.s. aleyhine duâ edin. İbnu'ş-Şeyh der ki: ”Bu duâ, Arapçanın üslubunda vardır. Bu, kendisine kötülük yapanın intikamından âciz kalanın bedduası kabilinden değildir. Aynı şekilde bu taaccüb ve şaşma da, hakiki manasında değildir. Çünkü Allahü teâlâ acizlik ve cehaletten münezzehtir. Aksine duâ şeklinde zikredilen şeyden kastedilen, O'nun büyük gazabına delâlet ve onun en korkunç ve şenî cezalara müstahak olduğuna dikkat çekmektir. Taaccüb kipiyle gelmesinde de en çirkin kabahati işlediği için, onu aşırı bir şekilde kötülemek vardır. Şüphesiz ki Allah'ın gazaplanması caiz olduğu gibi, zem etmesi, kötülemesi de caizdir." "Ne inkarcıdır!" sözünün; kınama, azarlama anlamında soru olması da caizdir. O zaman: ”Hangi şey onu inkâra götürdü?" mânâsında olur. 18Allah onu neden yani hangi hor ve hakir şeyden yarattı? Sonra onu şöyle açıkladı: 19Pis bir nutfe (sperm) den yarattı da ona şekil verdi. Onun için, uzuv ve şekil olarak ona uygun ve lâyık olan şeyi hazırladı. Böylece onu, o şekil içinde maslahatına uygun duruma ulaşmaya yetenekli kıldı. Aslı böyle hor ve hakir bir şey olan kimseye, böbürlenmek ve zorbalık yakışır mı? Buhakir şeye, böyle eşsiz sureti giydiren nimet sahibi hakkında nankörlük etmek nasıl yakışır?! 20Sonra ona yolu yani rahmin ağzını açmak suretiyle karından çıkışı kolaylaştırdı. Doğumdan önce rahim açık değildi. Çevrilmek suretiyle çocuğun başının aşağı ve ayağının yukarı gelmesini ona ilham etti. Şayet böyle olmasaydı kadının çocuğu doğurması mümkün olmazdı. Ona, dinde de hayır ve şer yolunu kolaylaştırdı, ona bu iki yolda gitme imkânı verdi. Bu da, kendisi için faydalı ve zaralı şeyi tanıtmak, onu uyarmak, peygamberler göndermek, kitaplar indirmek ve benzeri şeylerle olmuştur. Ebubekir b. Tâhir (radıyallahü anh) der ki: ”Her bir kimseye, onun için yarattığı ve ona takdir ettiği şeyi kolaylaştırdı." 21Sonra onun canını aldı yani, takdir edilen ve muayyen eceli tamam olunca ruhunu kabzetti ve kabre soktu. Yani, ona ikram olarak kabre koyup orada defnettirdi. Diğer hayvanlar gibi, yırtıcı hayvanlara, kuşlara yem olsun diye yer yüzüne atıp bırakmadı. Keşfü'l-Esrar da şöyle denilmektedir: ”Onu, yırtıcı hayvanlara atılan leş gibi atıhverilen cinsten kılmadı. Kabir, Müslümanlara ikram edilen şeylerdendir." Ölümün nimet sayılması, mü'mine nisbetledir. Çünkü o, ölümle dünya hapishanesinden kurtulur. Aynı zamanda ölüm bir lütuf, ebedî hayata ve daimî nimetlere kavuşmadır. Ancak o, kötü inancından ve kötü amelinden dolayı kâfir hakkında bütün belâ ve sıkıntıların anahtarıdır. Bazı tefsirlerde şöyle denilmiştir: 'İmâte: canını alma' nin zikri, ya onun defnin mukaddimesi olduğu için ya da korkutmak ve dünya hayatının fani, sonunun ölüm olduğunu hatırlatmak içindir." İmam Şafiî (rahmetullahi aleyh)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yer yüzünde gururlanarak yürüme, Yakın bir zamanda onun toprağı seni içine alır. Yahut, canını alınanın anılması; Ona hazırlığa teşvik, ya da Onun kudretinin kemaline ve hikmetinin tamamına tenbih olarak; ”ematehü" ile ”enser akü" onu arasında karşılaştırmaya riayet içindir. 22Sonra dilediği bir vakitte onu tekrar diriltir. Yani diriltmeyi istediği zaman, onu yeniden diriltir. Diriltmenin Allah'ın dilemesine bağlanmasında, aslında vaktinin tayin edilmeyişine işaret vardır. Ölümün vaktinin aksine o, Allah'ın dilemesine tâbidir. Meselâ biz, bizden her hangi birinin yüz elli seneden daha fazla yaşamayacağını kesin olarak söyleriz. Dirilme konusunda ise hiç kimse böyle kesin bir şey söyleyemez. İşte böylece ölüm, kıyametin mukaddimelerindendir demişlerdir. Onun için; ”kim ölürse onun kıyameti kopmuştur" denilmiştir. Yani ölüm zamanının kıyamet zamanıyla irtibatından dolayı ölüm, meçhul olan küçük kıyamettir. Burada şuna işaret vardır: Eğer ölü saadet ehlinden ise, kötülerin kabristanında medfûn olsa bile diriltilmesi saadet ehlinin kabirlerinden olacaktır. Şekavet ehlinden ise, saadet ehlinin kabrinde medfürı olsa bile, diriltilişi şekavet ehlinin kabirlerinden olacaktır. Onun için Meşârik müellifi anılan kitabının başında şöyle der: ”Her kim lâyık olmadığı halde Mekke'de defnedilse, melekler onu başka yerlere götürürler." Rivayet edildi ki: İbn-i Hiylân namıyla anılan bir şahıs, Şiîlikte aşırı gidenlerden idi. Sahabe hakkında çirkin şeyler söylerdi. Bir gün bir duvarı yıkarken, düştü ve öldü. Bakî kabristanına defnedildi. Defnin ikinci gününde defnedildiği yerde bulunamadı. Kabrin üzerine örtülen toprakta ortada yoktu. Kabrin açılarak kefenin soyulduğuna hükmedildi. Ancak içersindeki kerpici olduğu gibi buldular. Büyük bir kalabalık bunu gördü. Hatta bunlardan birisi de kadı Cenıaleddin idi. Onu görmek için grup grup insanlar geliyordu. Öyleki adamın bu durumu meşhur oldu. Bu, Allah'ın kalplerini açtığı kimselerin ibret alacağı alâmetlerden sayıldı. Allah'tan selâmet isteriz. Yine rivayet edilir ki: Müezzin Muhammed b. İbrahim hac günlerinde bir ölü taşıdı. Kendisine yardım edecek, bir kişiden başkasını bulamadı. Derki: ”Onu götürdük, kabre koyduk. Sonra adam gitti, ben de kabir için kerpiç getirdim. Ölüyü kabirde bulamadım. Kabri öylece bırakarak gittim." Nakledilir ki: Medine'de ölmeyen sâlihlerden birisi rüyada görüldü. Gören kimseye: ”Çocuklarıma selâm söyle ve benim alınıp, Bakîye Abbas (radıyallahü anh) ın kabrinin yanına gömüldüğümü söyle. Şayet beni ziyaret etmek isterlerse orada dursunlar, selâm versinler duâ etsinler." Sehâvî'nin el-Mekasıdu'l-ffasene sinde böyle rivayet edilmiştir. 23Hayır! İnsanı üzerinde bulunduğu şeyden men içindir. İnsan, iman ve ibadetten henüz Allah'ın kendisine emrettiğini yapmadı. Onu eda etmedi ve onunla amel etmedi. Aksine küfür ve isyanla bazısını ihlal etti. 24İnsan, yiyeceğine bir baksın. Bekasına ait nimetlerin sayıp dökülmesine bir başlayıştır. Yani: İnsan, geçiminin medarı olan gıdasına bir baksın! Biz onu nasıl temin ettik? İbn Abbas (radıyallahü anh) der ki: ”İnsan, gücünün yetersizliğini ve ömrünün faniliğini bilmesi için besin maddesine bir baksın!" 25Buluttan muhtaç olduğunuz suyu nasıl bol bol boşalttık! Sonra toprağı bitkilerle nasıl göz göz eşsiz güzellikte; büyüklük, küçüklük, şekil ve suret bakımından toprağı yaran bitkilere yakışır şekilde yardık da oradan yani bitkilerle yarılan topraktan ekinler, üzüm bağları, yoncalar, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, veya hurmalı ve ağaçlı bostanlar ya da etrafı duvarla çevrili bahçeler, üzüm, nar, taze hurma ve daha başka 26Bak. Âyet 25. 27Bak. Âyet 25. 28Bak. Âyet 25. 29Bak. Âyet 25. 30Bak. Âyet 25. 31meyveler ve çayırlar bitirdik. Bütün bunlar 32sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir. Zira sayılan bazı nimetler onlar için yiyecek, bazıları da hayvanları için yemdir. "Ekinler" diye ifade ettiğimiz ”habb", buğday, arpa ve benzeri şeyler gibi hasad edilen her şeydir. Burada ”üzüm"den murat, üzüm asmasıdır. Meyveler arasında özellikle o zikredilmiştir. Çünkü bir yönüyle kendisiyle lezzet alınan bir meyve, bir yönüyle de besin kaynağı bir yiyecektir. O aynı zamanda gıdaların en iyisidir. "Kadb", yonca demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan: Onun, hurma ağacından alınan yaş hurma olduğu rivayet edilmiştir. Bazıları üzümle münasebetinden ötürü bu izahı tercih etmişlerdir. Bazı âlimler de derler ki: ”O, nane, maydanoz, pırasa ve benzerî, yemek için kökünden kesilen, sonra tekrar biten bitkilerdir." "Zeytûn" dan murat, ağacıdır. Üçbin sene yaşar. Faydalarının çokluğundan ötürü zikredilmiştir. Özellikle Arap ülkeleri ahalisi için. Çünkü onlar ondan yemek, yağlanmak, aydınlanmak ve temizlenmek için faydalanırlar. Ondan sabun da yapılır. "Nahl", hurma ağacıdır. Taze hurma ve kuru hurma en faydalı gıdalardandır. "Hadîka", ağaç bahçesi, yahut hurma ve diğer ağaçlardan oluşan bahçe, yahut da bina veya hurma ağaçlarının kuşattığı şeydir. "Gulb", sıklığından ve ağaçlarının çokluğundan, veya içinde kalın ağaçlar bulunduğundan dolayı büyük bahçeler demektir. "Ebb" hayvan otlatmak için için hazırlanmış çayır anlamındadır. 33Kulakları sağır eden o ses geldiğinde... O öyle bir belâdır ki, yaratıklar ona kulak kesilir. Yahut sesinin şiddetinden o, kulakları sağır eder. 34İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. Yani, insan onlardan yüz çevirir, onlarla bir araya gelmez, kendi haliyle meşgul olduğu, onların kendisine faydaları olamayacağını bildiği için dünyada olduğu gibi onların halini sormaz. 35Bak. Âyet 34. 36Bak. Âyet 34. 37O gün, onlardan herbirinin kendine yetip artacak bir derdi vardır. Adı geçenlerden her birinin meşgul olacağı, ihtimam göstereceği başından aşkın önemli işi, göğsünü doldurup boş yer bırakmayan düşünce ve tasası vardır. Bir haber de şöyle gelmiştir: Âişe (radıyallahü anh): ”Yâ Rasûlallah insanlar nasıl haşrolunur?" dedi, Rasûlüllah: ”Yalınayak, çırıl çıplak" buyurdular. Hazret-i Âişe: ”Kadınlar nasıl haşrolunur?" dedi. Rasûlüllah: ”Yalınayak, çırıl çıplak," buyurdular. Hazret-i Âişe: ”Eyvah! O ne sefalet! Erkekler ve kadınlar beraber olacaklar. Onlar birbirlerinin ayıbına bakacaklar," dedi. Allah'ın Rasûlü: ”Yâ Âişe! İş, birbirlerine bakmaktan daha mühim ve daha büyük", buyurdu ve sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu. 38O gün bir takım yüzler parlak yani, zat ve sıfatlarının nurluluğuyla ışıklı ve parıl parıldır. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan: ”Bu parlaklık, gece namazından ötürüdür" dediği rivayet edilmiştir. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Kimin gece namazı çok olursa, gündüz yüzü güzel olur." Dahhâk der ki: ”Bu, abdest izlerinden ötürüdür." Ayrıca, Allah yolunda epeyce tozlandığındandır da denilmiştir. Daimî nimetleri ve güzellikleri müşahede ettiği için 39güleç ve sevinçlidir. 40Yine o gün bir takım yüzlerin de üzerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür. Bir hadiste ”Ter, kâfirin ağzına kadar ulaşır, sonra yüzlerine toz bulaşır," denilmiştir. 41Yüzlerin de üzerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür. Denildi ki: ”O toz nifak ve zillet tozudur." "Katera", karalık, duman gibi karanlık, demektir. Tozun ve karanlığın yüzde birleşmesinden daha korkunç bir şey göremezsin. Tıpkı zencinin yüzünün tozlanması gibi. 42İşte bunlar yani yüzlerinin karalığı, tozlanmasıyla nitelendirilenler, küfürle günahkârlığı bir arada toplayan kâfirlerdir, günahkârlardır. Bundan dolayıdır ki Allah, yüzlerinin karalığına tozu ilâve etmiştir. Aynü'l-Meânfde: ”Onlar. Allah'ın hukuku hususunda kâfir, kulların hukukunda da fâcillerdir" denilmiştir. Allah'ın lütfuyla Abese Sûresi tamam olmuştur. |
﴾ 0 ﴿