DUHA SURESİ

1

Kuşluk vaktine yemin ederim. Âyet metninde yer alan ”duhâ", güneşin günün ortasına doğru gökyüzünde yükseldiği vakittir. Bu kelimeyle zikredilen vakitten kuşluk vakti kastedilmektedir. Âlimlere göre özellikle bu vaktin seçilerek bunun üzerine yemin edilmesinin sebebi; bu vaktin, Allahü teâlâ 'nın Mûsa (aleyhisselâm) ile konuştuğu ve sihirbazların secdeye kapandıkları vakit olmasıdır. Nitekim Yüce Allah sihirbazların secdeye kapandıkları o vakti, şöyle dile getiriyor: ”Mûsa: 'Buluşma zamanımız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun,' dedi." (Tâhâ: 59) İşte böylece kuşluk vakti, şeref kazanmakta ve yeminin yapılmış olduğu amaçla uygunluk elde etmektedir. Kuşluk vakti namazı âlimlerin ittifakı ile sünnettir.

2

Ve sükûna erdiğinde, halk sükûna erdiğinde veya karanlığı koyulaşıpta son haddine vardığında ve istikrar bulduğunda geceye yemin ederim. Denizin dalgaları durulup sükûna erdiğinde bunu ifade etmek için Arapçada ”sece'l-bahru secven" denir. ”Leyletün sâciyetün" tabiri, rüzgâr esmeyen sakin gece demektir. Bu sözün, insanların sükûna erdiği ve sesin sedanın kesildiği gece anlamında olduğu da söylenmiştir.

Geceye, gece cinsine

yemin ederim ki... İbn Hâluye der ki: ”Buradaki ”gece" kelimesi, bir önce geçen ”duhâ" kelimesine atfediimiştir, yoksa yemin değildir. Çünkü vav'ın yerine sunime, fâ gibi atıf harfleri gelebilir. Meselâ ”sunime el-leylü" denebilir ve ”sümme" ise, yemin olamaz.

Bir önceki sürede ”gece" nin önce getirilmesinin sebebi, gecenin asıl olmasından dolayıdır. Çünkü gündüz, güneşin doğması ile meydana gelmektedir. Kuşluk vakti, gündüzün belli bir bölümü olduğu halde neden bu vakit zikredilerek üstüne yemin edilirken gecenin tamamına yemin edilmektedir? diye sorulacak olursa bu soruya şöyle cevap verilir: Kuşluk vakti, her ne kadar gündüzün belli bir bölümü ise de bu vakit, gecenin tamamına eşittir. Tıpkı Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bütün peygamberlere denk olması gibi. Sonra gündüz, rahat ve sevinç vaktidir. Gece yalnızlık, gam ve keder anıdır. Bu ifade işaret ediyor ki, dünyanın tasası sevinçlerinden daha fazladır. Çünkü kuşluk zamanı günün belli bir anıdır. Gece ise birçok anın birleşmesinden meydana gelir.

3

Rabbin seni bırakmadı. Bu söz, yukarıdaki yeminin cevabıdır. Ayetteki fiilin mastarı olan ”tevdi", terketmek, bırakmak demektir. Çünkü Arapçada ayrılma ifade edilirken ”veddea" fiili kullanılırsa, ayrılma ve terkte pekiştirme ve mübalâğa ifade edilmiş olur. Buna göre âyetin manası; Rabbin tanı manasıyla terketmek suretiyle seni bırakmadı, seni vahye mazhariyet, Allah'a yakınlık ve şeref verme gibi mertebelerden düşürmek suretiyle terketmedi

ve sana darılmadı, sana kızmadı.

Ayette yer alan ”kalâ", şiddetli biçimde darılmak, buğzetmek demektir. Arapçada ”kala zeyden yaklûhu yaklîhi" dendiğinde bunun manası filanca kişi Zeyd'e darıldı ve ondan son derece nefret etti anlamına gelir. Âyette ”sana" anlamına gelen ”kaf zamirinin hazfedilmiş olması sözün buna işaret etmesinden dolayıdır ve âyet sonlarındaki ses uyumunun gözetilmesi içindir.

Rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vahyin gelmesi.

Rasülüllah'ın ”înşâallah" dememesi dolayısıyla on, on beş gün gecikmişti. Bu olay şöyle gerçekleşti: Kureyş müşrikleri Medine Yahudilerine haber saldılar ve Yahudilere Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in durumunun ne olabileceğini sordular. Yahudiler onlara dedi ki: ”Ona ashâb-ı kehf'i, Zülkarneyn kıssasını ve rûh'u sorun. Eğer size ehl-i kehf ve Zülkarneyn kıssalarını haber verir de rûh'un durumundan bir şey söylemezse bilin ki o doğrudur. Bu ifadeden sonra müşrikler Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a geldiler ve Yahudilerin söylemiş oldukları soruları kendisine sordular. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere dedi ki: ”Şimdi dönüp gidin, yarın size bunlar hakkında haber vereceğim." Fakat Rasûlüllah ”inşâallah" demedi. Bunun üzerine günlerce vahiy gelmedi. Müşrikler: ”Muhammed'i Rabbi terketti, ona darıldı" dediler. Bunun üzerine Cebrail şu âyet-i kerimeyi getirdi: ”Hiçbir şey hakkında: 'Bunu yarın yapacağım' deme. Ancak 'Allah dilerse yapacağım' de..." (Kehf:23, 24) Bu âyetten sonra Cebrail, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kendisine sorulan soruların cevabını bildirdi. Bu olay daha önce Kehf sûresinde geçmişti. (1) Ve yine Cebrail: ”Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı," âyet-i kerimesini de indirdi.

1- Olayı Hafız İbn Kesîr, İbn Abbas'tan Muhammed b. İshak kanalıyla rivayet eder. Bkz. Muhtasar İbn Kesir Tefsiri, 2/408.

Böylece müşriklere cevap verilmiş, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a da sevgilinin sevgilisini terketmeyeceği müjdelenmiş olmakta ve Allahü teâlâ 'nın dünyada Rasûlüllah'a vahyetmeye ve ona şeref bahşetmeye devanı edeceğini, bununla birlikte ahirette verecek olduğunun da bundan daha muazzam ve daha büyük olacağı ifade olunmaktadır. Nitekim biraz sonra gelecek âyet-i kerimeler de buna işaret etmektedir.

Rivayete göre bir köpek yavrusu Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın evine girer ve sedirin altında saklanarak orada ölür. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a günler geçtiği halde vahiy nazil olmaz. Rasûlüllah, hizmetçisi Havle'ye: ”Evimde ne oldu, Cebrail bana artık gelmiyor?" diye sorunca Havle: ”Evi süpürürken süpürgeyi sedirin altına uzattığımda ölmüş bir köpek yavrusu ile karşılaştım. Ve onu aldım duvarın arkasına attım" der. Bundan sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Cebrail gelir ve bu sûreyi indirir. Cebrail, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelince Rasûlüllah gecikmesinin sebebini sorar. Cebrail: ”Bilmez misin bizler içerisinde köpek veresini olan evlere girmeyiz" der.(2)

2- Hadisi İbn Ebî Şeybe, İbn Merdûye ve Taberânî rivayet ederler. Bkz. ed-Dürrü'l-Mensûr, 6/361.

Vahyin kesiliş sebebinin bundan başka olduğu da söylenmiştir.

Burada, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın daha evlâ olanı (inşâallah demeyi) terkettiğine işaret vardır. Bu sebeple Rasûlüllah'a kızılmamış ve gazaba uğramamıştır. Kendisine vahyin bir müddet gelmemesi, sırf onu eğitmek ve uygun olan yolu kendisine göstermek içindir.

4

Gerçekten senin için âhiret dünyadan daha hayırlıdır. Çünkü âhiret bakîdir ve mutlak olarak her türlü kirlerden, pisliklerden arınmış ve temizdir. Dünya ise fanîdir, içinde zararlı şeyler vardır. Âhiret kelimesinin başındaki ”lâm", başlangıç lamıdır ki, daha önceki geçen cümlelerin ifade ettikleri manayı pekiştirmektedir.

5

Ve sen ey Muhammed!

Rabbin sana hiç akla gelmeyen iyi şeyler

verecek de gönlünü huzura kavuşturan, vermiş olduğu bu şeylere karşılık

sen hoşnut olacaksın. Âyet-i kerime, çok değerli, çok şerefli ve kapsamlı bir vaad içermektedir. Bu vaad, Allahü teâlâ 'nın kendisine dünyada vermiş olduğu mükemmel bir nefis, öncekilerin ve sonrakilerin bilgileri, peygamber olarak durumunun ortaya çıkması, dinin, kendi asrında, raşit halifeler döneminde ve diğer İslâm hükümdarları çağında fetihlerle yücelmesi, İslâm davetinin ve İslâmın yeryüzünün doğusunda ve batısında yayılması gibi nimetlere ve Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği, kendisi için saklanan bir çok şereflere şamildir.

Rivayete göre Rasûllülah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Fatımâ'nın yanına gelir. Fatıma'nın üzerinde deve tüyünden yapılmış bir elbise vardır. Bir yandan el değirmeninde un öğütmekte, öte yandan çocuğunu emzirmektedir. Rasûlüllah'ın görmüş olduğu manzara karşısında gözleri yaşarır ve der ki: ”Ey kızcağızım! Elini çabuk tut. Dünyanın acı hayatından âhiretin tatlılığına geç. Allahu teâlâ: 'Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın' âyetini indirdi."

Bir başka hadisi şerifte de şöyle buyurulur: ”Hoşnut oldun mu ey Muhammed! diye soruluncaya kadar ümmetime şefaat edeceğim. Bu soru sorulunca ben: 'Ya Rabbi! Artık hoşnut oldum' derim." (3)

Fethu'r-Rahmân'âa denir ki: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı hoşnut eden şeylerden birisi de hiç kimsenin kendisini annesi ve babası hakkında üzmemesidir. Kendisine zaman zaman onların kabirlerine ziyaret etme izni verilmiştir. Rasûlüllah'ın anası ve babası fetret döneminde yaşayan kişilerdi. Nitetim Allahü teâlâ  şöyle buyurur: ”...Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz." (İsrâ: 15)

6

O seni yetim, anne ve baban ölmüş

bulup da barındırmadı mı? Yani Allahu teâlâ senin yetim olduğunu bilip de sana sığınacak olduğun bir kucak hazırlamadı mı?

Rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah'ın babası Abdullah b. Abdülmuttalip, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ana karnında altı aylık bir yavru iken vefat etti. Sekiz yaşına geldiğinde de annesi vefat etti. Rasûlüllah'ın bakımını amcası Ebû Talip üzerine aldı. Ona şefkat gösterdi ve en güzel bir biçimde yetiştirdi. İşte Rasûlüllah'ın ”barındırılma"sı budur.

Bazıları der ki: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyaya geldiğinde dedesi Abdülmuttalip ve annesi Âmine ile birlikte idi. Sonra annesi Âmine vefat etti, ardından da iki yıl sonra dedesi vefat etti. O zamanlar Rasûlüllah sekiz yaşında idi. Dedesi Abdülmuttalip'in ölmesi yaklaşınca torununun bakımını Ebû Talip'e vasiyet etti. Çünkü Rasûlüllah'ın babası Abdullah ile Ebû Talip aynı anadan kardeş idiler. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olarak gönderilinceye kadar kendisinin bakımını amcası Ebû Talip üstlenmişti. Ebû Talip Rasûlüllah'a uzun bir süre yardım elini uzatmıştır. Daha sonra Ebû Talip vefat edince müşrikler onun zamanında yapamadıkları hareketleri Rasûlüllah'a yapmaya başlamışlardı. Bir başka ifadeyle ona eziyet ettiler.

Rasûlüllah yetimleri sever, onlara ihsanlarda bulunurdu. Yüce Allah'ın kendisini yetim kılmasının sebebi, hiç kimsenin aklına, onun elde etmiş olduğu izzet ve şerefin nesebinden veya miras olarak kendisine kalan maldan ya da benzeri şeylerden kaynaklandığı yolunda herhangi bir fikir gelmemesi içindir.

7

Şaşırmış bulup da... Burada yer alan ”dalar, daha önce geçen şeriat lerden hiçbirinin üzerinde olmamak ve akılla değil, ilâhî kaynaktan duymakla ulaşılabilecek ahkâmdan uzak olmak anlamınadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: ”...Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin..." (Şûra: 52) Buna göre âyetin manası; ”seni, senden önce geçen peygamberlik yoluna girmemiş bulup da yol göstermedi mi?" demek olur. Burada yer alan ”dalâl", hidayetten ve dinden sapma anlamındaki dalâl değildir.(4)

Yol göstermedi mi? Yani sana şeriatlerin yollarını, vahyetmiş olduğu kitâb-ı mübînin sayfaları arasında gösterdi. Daha önce bilmediğin şeyleri sana öğretti. Bu nimeti bildirme'nin, daha sonrakinden önce getirilmesinin sebebi; yetimlik dönemi sonunda mükelleflik çağına başlamasıdır. Çünkü Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mükelleflik çağına geldiğinde artık isabetli düşünmeye başlamıştı. Bu sebeple Rasûlüllah hiçbir zaman hiçbir puta tapmamı ştır. Hiçbir çirkin fiili işlememiştir.

İbn Abbas (radıyallahü anhüma) dan rivayet olunuyor: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Mekke'nin vadileri arasında kaybolur. Dedesi Abdülmuttalip kendisini ararken Kabe'nin örtülerine yapışarak şöyle der:

Kavuştur bana ya Rab oğlum Muhammedi

Olsun bana her işimde yardım eli.

Bu duadan sonra Ebû Cehil onu bulur ve dedesi Abdülmuttalip'e teslim eder. İşte bu hareketinden dolayı Allah-u Zülcelâl, Ebû Cehil'e ihsanda bulunarak onu düşmanının elinden kurtarır. Bu konuda Rasûlüllah tıpkı Hazret-i Mûsa'ya benzer. Hazret-i Mûsa'yı da Firavun Nil nehrinden çocuk iken almış ve daha sonra o, kendisine üzüntü kaynağı ve düşman olmuştu.

8

Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Yani seni fakir bulup sana nasip etmiş olduğu ganimetler, sayesinde zengin etmiştir. O kadar ki. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir çırpıda yüz deveyi hibe edebilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: ”Benim rızkım mızrağımın gölgesi altında takdir olunmuştur." (5) Bu âyet-i kerimede işaret olunuyor ki: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha ilk başta zengin olsaydı bazılarının kafasında, elde ettiği izzet ve galibiyet, elindeki inaldan kaynaklanıyor şeklinde bir düşünce uyanabilirdi. Ama Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün zenginler ve hükümdarların üzerine çıkınca anlaşıldı ki, bu izzet ve şeref Hak katından gelmektedir.

5- Hadisi Buharı, Cihad bölümünde rivayet eder. Bkz. Câmiu'l-Usûl 8/534.

Bazı âlimler âyete şöyle mana vermişlerdir: ”Seni fakir bulup da kanaat sahibi kılmadı mı, kalbini zengin kılmadı mı?"

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: ”Gerçek zenginlik mal çokluğu değildir, fakat asıl zenginlik gönül zenginliğidir." (6) Bu nimetlerin bu âyet-i kerimede zikredilmesinden maksat, başa kakmak değildir. Tam tersine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kalbine takviye vermektir.

6- Hadisi Buharı, Müslim ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Bkz. Cûmiu'l-Usûl, 10/140.

9

Öyleyse yetimi sakın ezme. Bu âyet-i kerimede yer alan fiilin mastarı olan ”kalır", birisine üstün gelmek, o kimseyi ezmek anlamınadır. Fiil her iki manada da kullanılır.

er-Rağıp der ki: ”Eela tekhar" demek, yetimi zillete düşürme, demektir.

Bir başka âlim de yetimin malına ve hakkına göz dikip de zayıflığından yararlanarak onu ezme manâsında olduğunu söyler.

Denilir ki: ”Herhangi bir yetim ağladığı zaman onun gözyaşları Rahmanın avuçlarına dökülür. Allahü teâlâ  sorar: 'Babasını toprağın altına gizlediğim bu yetimi kim ağlattı? Bunu kim susturur ve hoşnut ederse ona cennet vardır' buyurur."

Mücahid bu âyete şöyle mana verir: ”Yetimi küçümseme çünkü onun, kendine yardım edecek Rabbi vardır."

10

El açıp isteyeni de sakın azarlama. ”Nehr ve intihar ” Arapçada birisini ağır bir biçimde azarlamak anlamınadır. Buna göre âyetin manası şöyledir: ”El açıp isteyen kimseyi ters çevirme, ona sert söz söyleme. Aksine onu iyilikle geri çevir."

İbrahim b. Edhem der ki: ”El açıp isteyen insanlar ne kadar iyi insanlardır. Onlar bizim azıklarımızı alıp âhirete taşıyorlar."

İbrahim en-Nehâî şöyle demiştir: ”El açıp dilenen kimse âhireti istiyor. Kapınıza gelip adeta size şöyle söylüyor: Âhirete irtihal etmiş akrabalarınıza, aile fertlerinize bir şeyler göndermek ister misiniz?"

11

Ve Rabbinin nimetini anlat da anlat. Kulun, Allah'ın kendisine bahşettiği nimetten söz etmesi ve bunu bildirmesi, dil ile eda edilen bir şükür ve başkalarına hatırlatma, demektir.

Bu âyet-i kerimede ”nimet" kelimesiyle kastolunan, Allahu teâlâ'nın Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vermiş olduğu mevcut nimetler ve vaadettikleridir. Nimetlerin en büyüğü de peygamberlik nimetidir. Rasûlüllah'ın dalâlette olanlara hak yolu göstermesi, Allah'ın kendisine verdiği hikmete ve öğrettiği kitaba göre şeriatleri ve hükümleri emretmesi bu emrin kapsamındadır.

İşte bu üçüncü emir, ikinci nimetin karşılığıdır. İkinci nimet: ”Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" sözüdür.

Bu son âyetin geriye bırakılması âyet sonlarındaki ses uyumuna riayet etmek içindir. Allah'ın nimetlerinden söz etmek; riyaya düşme tehlikesi yoksa, nefsin kötülüklerine maruz kalmak tehlikesi yoksa, bununla birlikte başkalarının da bu konuda kendisini örnek alması kastediliyorsa ibadet sayılır.

Bazı âlimler, fitne korkusuyla Allah'ın verdiği nimetlerden söz etmeyi hoş görmemişlerdir: İbn Atıyye bu âyet-i kerimeyi şöyle anlar: ”Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla kendi nefsinde an. Yani Allah'ın sana olan eski ve yeni ihsanlarını unutma. Mademki zahirî nimetlerden söz etmek caiz oluyor o halde kerametler, Allah'ın kendisiyle karşılıklı konuşması ve benzerî batınî nimetlerden söz etmek de caiz olur."

et-Te'vîlât in-Necmiyye'de bu âyet açıklanırken şöyle denir: ”Peygamberlik nimetini nefsinin zahirine, risalet nimetini kalbinin batınına, velayet nimetini sırrına, yokluktan sonra baka nimetini ruhuna zikret ve hatırlat. Bu, 've'd-duha sûresinin manasıdır."

Bu sûreyle bundan sonraki İnşirah sûresi, eşi ve benzeri olmayan çok değerli birer incidirler. Çünkü bu iki sûre içerisinde, hikmetler ve marifetler vardır.

Duhâ sûresi nazil olduğu zaman Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyin inmeye başlamasından dolayı duyduğu sevinç sebebiyle tekbir getirdi. Böylece ”Allahu ekber" ya da ”Lâ ilahe illâllâhu vallâhu ekber" sözleri sünnet oldu. Rasûlüllah'ın bu hareketi, bu sûreden sonraki sûrenin başından, Kuranın sonuna kadar tekbir getirmeye sebep oldu.

Ubey bin Ka'b (radıyallahü anh)'dan rivayet olunduğuna göre, kendisi Rasûlüllah'ın bu konudaki emrinden sonra ona Kur'an'ı bu şekilde okumuştur. Ubey bin Ka'b her sûreyi bitirdikçe bir nebze durur sonra ”Allahu ekber" derdi. Bu tekbirler, Duhâ sûresinin sonundan itibaren başlar Nâs sûresinin sonuna kadar olurdu. Sûrenin başında ve sonunda tekbir getirmek ise, her iki rivayeti cemetmek olur. Rivayetlerden birisine göre zikredilen sûrenin başında tekbir getirilirken, diğer rivayete göre Duhâ sûresinin sonunda tekbir getirilmeye başlanır.

Rivayet olunduğuna göre İmam Şafiî (rahimehullah) birisine şöyle der: ”Duhâ sûresinden itibaren Fatiha sûresine kadar tekbiri getirmezsen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünnetlerinden birisini terketmiş olursun."

Fakat Hafız İbn Kesîr şöyle diyor: ”Mekkelilerin kıraat imamlarından ve âlimlerinden tekbir hususunda herhangi bir rivayet gelmemiştir. Ebû Cafer ve İbn Amr'dan gelen sahih haberler de bu yöndedir. Öteki kıraat imamlarından gelen rivayete göre ise, hatim esnasında tekbir getirilir. Bu, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, sahabeden, tabiînden rivayet edilip gelen bir sünnettir. Hem namazda ve hem namaz dışında sünnettir. Fakat bu sünneti yerine getirmek güzeldir, yapılmaması durumunda herhangi bir mahzur yoktur."

Allah'ın yardımı ve başaralı kılmasıyla Duhâ Sûresinin tefsin tamamlandı.

0 ﴿