4Kendilerine kitap verilenler, etmiş oklukları vaadlerinden ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. Yani, gelen Allah Rasûlünün kitaplarında vaadedilen peygamber olduğuna, şüpheye yer bırakmadan apaçık delâlet eden delil gelinceye kadar hiç bir vakit ayrılığa düşmediler. Âyette, müşriklere temas edilmemiş, sadece ehli kitap olanlar anılmıştır. Çünkü bilenin inkârı, cahilin inkârından daha çirkin ve daha kötüdür. 5Oysa onlar, dini sadece Allah'a has kılarak yani canlarını sırf Allah'a mahsus kılarak... İhlâs: Bir işi, bir tek sebep ve maksat için yapmaktır. Başka hiçbir maksadın, bu işin yapılmasına etkisi olmaz. Bir menfaat sağlamak veya zarar savmak için edilen ibadet ihlâs değildir. Aynı şekilde, başkalarına göstermek için namazda huşulu olmak, riyadır. Kulluktaki ihlâs, içi Allah'tan başka her şeyden temizlemek ve soyutlamaktır. Büyüklerden birisi şöyle demiştir: ”İhlâs, ameline Allah'tan başka hiç kimsenin muttali olmaması, onda nefsini görmemen, bunun sana Allah'ın bir lütfü olduğunu bilinendir. Çünkü seni ibadete O ehil kıldı, O muvaffak etti. Hiç kimseden bir ecir ve karşılık beklememen de yine ihlâstır." Ve hanifler olarak, yani tüm bozuk inançlardan, İslama yönelerek... Bu, ihlâsı te'kiddir. Çünkü ihlâs, bozuk inançlardan ayrılmaktır. En büyük bozuk inanç da Allah'a ortak koşma inancıdır. Ancak Allah'a ibadet etmekle, bedenî ibadetlerin direği olan namazı kılmakla ve mâlî ibadetlerin esası olan zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Yani hâl şu ki, onların, kitaplarında emrolundukları şeyler, sadece Allah'a ibadet etmeleri, O'nun için baş eğmeleri, O'nu en üst seviyede büyük bilmeleri, mükellef tutuldukları şeyi yerine getirme konusunda Rableri ve sahipleri olan Allah'a baş eğmeleri, bundan başka hiçbir şey istememeleridir. Onlar bununla emrolundular. Sevap ve ceza olmasa bile sırf kulluk olarak, sahipliğin ve rabliğin gereği olarak ibadetle emrolundular. Bu söz işaret ediyor ki: Kim Allah'a, sevap veya ikap için ibadet ederse, gerçekte mabud sevap ve ikap olur. Hak teâlâ vasıtadır. İbadette asıl maksat, mâbûd (ibadet edilen) dur. Sen, ibadette mabuda, irfanda ise bilinene yönel. Allah'tan başka şeyler düşünmekten sakın. İşte bu Allah'a ihlâsla kulluk etmek, namaz kılmak ve zekât vermek doğru dindir. İbnü'ş-Şeyh şöyle demiştir: ”Yahudi, Hristiyan ve Mecûsîler esasları sağlam tutmadan amel konusunda ileri gidince, çoğu kez taatlerde nefislerini yordular. Uygun itikadı elde edip de hak dine varamadılar. Bazıları ise prensipleri elde ettiler, amelleri ihmal ettiler. Onlar da: 'İman ettikten sonra isyanın zararı olmaz,' diyen Mürciedir. Allah bu âyette her iki grubun da hatalı olduğunu ortaya koydu. Ayetteki: 'Sadece Allah'a has kılarak' ifadesiyle, bilginin ve İhlasın; 'namazı kalmakla ve zekâtı vermekle' ifadesiyle de amelin mutlaka gerekli olduğunu bildirdi. İşte bunların hepsinin toplamı mutedil, müstakim milletin dinidir. Tüm organların bir beden oluşu gibi, yukarıda sayılanların tümü de tek bir dindir." 6Ehli kitaptan ve müşriklerden inkarcılar, cehennem ateşindedirler. Onların dünyevî hâlleri beyan edildikten sonra uhrevî hâlleri açıklanmaktadır. Hüküm sırf ehli kitaba ait olduğu şeklinde bir şey anlaşılmaması için, nübüvvete şehadet eden delilleri de gördükleri için müşrikler de anılmıştır. Bunların cehennem ateşinde oluşlarının anlamı, kıyamet günü oraya dönecek olmalarıdır. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Her iki gurubun da inkârlarından dolayı azapta ebediyyen kalmaları, azaplarının keyfiyette farklı olması gerçeğine zıt düşmez. Çünkü cehennemin çeşitli mertebeleri vardır. Azabı çeşit çeşittir. Müşrikler: Yaratıcıyı, peygamberliği ve kıyameti inkâr ediyorlardı. Ehli kitaptan olanlar ise, sadece Hazret-i Muhammed'in peygamberliğini inkâr ediyorlardı. Onların inkârı, müşriklerin inkârından daha hafifti. Ama en büyük suç olan inkârda hepsi iştirakçi idiler. Bundan dolayı cezaların en büyüğünü hak ettiler. O da azapta ebedî olarak kalmaktır. Yükseklik arzusuyla inkâr ettikleri için, aşağıların aşağısına düştüler. Çünkü cehennem, derili, karanlık ve çukur bir yerdeki ateştir. Eğer bir çukurun derinliği fazla ise, ona ”cehennem kuyusu" denilir. Onlar anılan kâfirler yaratıkların en şerlileridirler. Bundan maksat, amel, makam ve dönüş yeri bakımından en kötü oluşlarıdır. Onlar hırsızlardan daha şerlidirler. Çünkü onlar Allah'ın kitabından Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in niteliklerini çaldılar. Nasıl yol kesicilerden kötü olmasınlar? Hak dini, halkın elinden aldılar. Ahmak cahillerden daha kötüdürler. Çünkü bile bile inkâr, küfrü inâdîdir. Bu, cahillerin inkârından daha çirkindir. Bundan anlaşılıyor ki, kötü bilginlere karşı olan tehdit, sıradan birisine olan tehditten daha büyüktür. 7İnananlar ve sâlih amel işleyenler var ya, ”Sâlih amel işleyenler" cümlesinde, hem ”sâlih amel" hem de ”işleyen" kelimelerinin çoğul oluşu, bir kişinin bütün sâlih amelleri işlemekle mükellef olmadığına delâlet etmektedir. Aksine, her ferdin sâlih amelden bir payı vardır. Zenginin payı vermek, fakirin payı almak, sabretmek ve kanaat etmektir. İşte onlar şeref, fazilet, iman ve taatin zirvesi ile nitelenen yaratıkların en hayırlılarıdırlar. Bu âyet, insanın melekten daha üstün olduğuna delil gösterilmiştir. Çünkü ”inananlar" dan maksat, insanlardır. ”Yaratık" kelimesi, meleklere ve cinlere de şamildir. Hasan-ı Basrî'ye: ”Onlar yaratıkların hayırlılarıdır" âyeti hatırlatılarak: ”Onlar mı yoksa melekler mi daha hayırlı?" diye sorulmuş, Hasan-ı Basrî: ”Yazık sana! Melekler inanıp sâlih amel işleyenlere nasıl denk olabilirler? Meleklerin taatleri fıtrîdir. İnsanların taatleri ise, bir mücadele sonucudur. Onlar sürekli şeytan ve nefisle mücadele halindedirler" demiştir. 8Rableri katında onların imanlarına ve taatlerine mukabil mükâfatları, altlarından ırmaklar akan Adn Cennetleridir. Yani Adn Cennetlerine girmektir. ”Adn": İkamet ve devam anlamındadır. İbn Mes'ûd: ”Adn, cennetin ortasıdır" demiştir. Âyette geçen ”cennet" kelimesinden, sık dallı ağaçlar kastedilmişse, altlarından ırmakların akmasının anlamı açıktır. Ama tüm arz ve üzerindekiler kastedilmiş ise maksat, nehirlerin her hangi bir çukurluk olmadan akışlarıdır. Âyetteki ”cennet" kelimesinin çoğul oluşu, mükellef için birden fazla cennet olduğunu göstermektedir. ”Rablerinin makamından korkanlar için iki cennet vardır" (Rahman: 46) ”Bu ikisinden aşağıda iki cennet daha vardır." (Rahman: 62) âyetleri de buna delâlet etmektedir. ”Allahü teâlâ cennetleri, onlara mukabil tutmuş, yani hem mükâfatı, hem de hak edenleri çoğul olarak getirmiştir. Bu da, ferdi ferde mukabil tutmaktır. Dolayısıyla her bir mükellef için tek bir cennet vardır. Ama bu cennetlerin en basiti dünyanın içindekilerle birlikte on katıdır" da denilmiştir. Hatta merfu bir hadiste böyle rivayet edilmiştir. ”Orada nereye bakarsan bak, nimet ve büyük bir saltanat görürsün" (İnsan:20) âyeti de buna işaret eder. Âyette geçen ”el-enhâr" kelimesinin başındaki ”el", tarif içindir. Daha önce geçen nehirlere işaret eder. Bu nehirler, su nehri, süt nehri, bal nehri ve şarap nehridir. Nehirlerin akıcılıkla nitelenmesi, taatlere devamları sebebiyle onları medhe işarettir. Sanki Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: ”Sen hayatta olduğun müddetçe, taatin devam etmektedir. Bundan dolayı Benim keremimin nehirleri de sonsuza kadar akıcıdır." Orada, çeşitli cismânî ve rûhânî nimetlerden menfaatlenerek ebedî olarak kalacaklardır. Orada ölmezler ve oradan çıkartılmazlar. Onların amellerine karşılık olarak verilecek olanlara ek olarak Allah onlardan razı olmuş, sanki ”onlara Allah'ın rızası da eklenir" denilmiştir. İbnü'ş-Şeyh şöyle der: ”Mükellef ruh ve cesetten yaratıldığı ve Rabbine taate gayret ettiği için, hikmet onun ruh ve cesetten her birinin rahat edeceği ve nimetleneceği şeylerle mükâfatlandınlmasını gerektirdi. Cesedin cenneti, özellikleri belirtilen cennettir. Ruhun cenneti de Rabbin rızasıdır." Bir sahih hadisle şöyle buyurulmaktadır: ”Allahü teâlâ cennetliklere: Razı mısınız? diye sorar. Sonra: ”Ben rızamı sizin için helâl kıldım. Bundan sonra artık ebediyyen size kızmam" buyurur." (2) 2- Buharî ve Müslim'in tahric ettikleri hadisten bir bölümdür. Bkz. Muhtasaru Tefsiri ibn Kesîr, 21156. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Çünkü isteklerinin doruğuna ulaşmışlar, emellerinin hepsini elde etmişlerdir. Kendilerine, hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı, hiç bir beşerin gönlünden geçmeyen nimetler verilmiştir. Onlara, özellikle en büyük hedef olan Rabbe kavuşma verilmiştir. İşte bu, anılan mükâfat ve ceza Rabbinden korkan, O'ndan çekinen, Mevlâsına taatle amel eden içindir. Bu korku, bilginlerin özelliklerindendir. Allahü teâlâ bir âyette: ”...Kulları içinde ancak âlimler, Allah'tan gereğince korkarlar..." (Fatır:28) buyurmuştur. Hazret-i Enes'ten rivayet edilen bir hadisi şerifin manası da şu şekildedir: ”Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Übey b. Ka'b (radıyallahü anh)'a: ”Şüphesiz Allahü teâlâ hana, sana 'lem yekunillezîne keferu sûresini okumamı emretti," buyurdu. Übey: ”Allah sana benim adımı söyledi mi?" dedi. Hazret-i Peygamber: ”Evet," buyurdu. Enes der ki: ”Bunun üzerine Übey'in gözlerinden yaş boşandı."(3) 3- Hadisi Buhârî, Müslim ve Ahmed b. Hanbel tahric ettiler. Bkz. ed-Dürru'l-Mensûr, 6/378. Kur'an-ı Kerim'i bazı vakitlerde başkasından dinlemek sünnettir. Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh)'un rivayet ettiği şu hadis buna işaret etmektedir: ”Resûlullah bana: ”Bana Kur'an oku" buyurdu. ”Kur'an sana inmişken ben mi okuyayım?" dedim. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Ben başkalarından dinlemeyi severim" buyurdu. Bunun üzerine Nisa sûresini okumaya başladım. ”Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz, seni de onlara şahit tuttuğumuz zaman durundan nasıl olacak? ”(Nisa: 41) mealindeki âyete geldiğimde, ”şu an yeter," buyurdu. Kendisine döndüm. Ne göreyim! Gözlerinden yaşlar bosanıyordu." (4) 4- Hadisi Buhârî ve Müslim tahric ettiler. Bkz. Câmiu'l-Usûl, 2/465. Hazret-i Ömer, Ebû Mûsa el-Eş'arî'ye: ”Bize Rabbimizi hatırlat" der. Ebû Mûsa okumaya başlardı. Namaz vakti yarılanınca ”Ey mü'minlerin emiri! Namaza, namaza" derdi. Hazret-i Ömer de: ”Ben namazdayım" derdi. Bununla anlaşılıyor ki, bazı zamanlarda başkasından Kur'an dinlemek sünnettir. Allah'ın yardım ve tevfikı ile Beyyine Sûresi'nin tefsiri bitti. |
﴾ 4 ﴿