ÂDİYAT SURESİMekke devrinde nazil olmuştur, 11 âyettir. 1Yemin olsun soluyuşlarıyla ses çıkararak koşanlara...'' Solııyuşlarıyla ses çıkararak" diye ifade ettiğimiz ”dabhan", atın koşarken çıkardığı sestir. Atın ağzından ve karnından çıkar. Bu kişneme değildir. Allahü teâlâ, bu âyette, gazilerin düşmana doğru koşan atlarına yemin etmiştir. 2Çakarak ateş çıkaranlara... ”Mûriyât" kelimesinin mastarı olan ”Irâ", ateş çıkarmak demektir. Çünkü atlar tırnakları ile taşlara vurup, kıvılcım çıkarırlar. Âyetin manası şudur: Taşlı arazide yürüdüklerinde tırnakları ile ateş çıkartan atlara... 3Sabahleyin saldıranlara... Saldırılarda âdet, sabaha doğru gece saldırışıdır. Düşman hücumu farketmesin diye onlara gaflette oldukları sabah vaktinde hücum yapılır. Araplar bir hücum esnasında: ”Ya sabâhâhu" derler. Bu söz: ”Ey kavm! Sabahleyin bize doğru gelen serden sakının," anlamına gelir. 4O vakitte yani sabahleyin saldırı vaktinde tozu dumana katanlara... 'Toz" diye ifade ettiğimiz ”nek'an" kelimesi, aslında yüksek ses manasındadır. Toz, yukarıya doğru yükseldiği için bu kelime ile ifade edilmiştir. Toz kaldırma işinin sabah vaktine has kılınışına sebep, geceleyin kalkan tozun görülmeyişidir. Sa'di el-Müftî bu toz kaldırma olayını şöyle açıklar: ”Onlar saldın esnasında hücum etme ve çekilme taktiği olarak sağdan soldan, önden arkadan olmak üzere çeşitli yönlerden gelirlerdi. Dolayısıyla çok fazla toz kalkardı. İşte âyet bunu ifade ediyor." 5O zaman o vakitte, düşmanlardan oluşan topluluğun ortasına dalanlara ki, 6Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür. Bu âyet, bundan önce birbirlerine atıf harfleriyle (bağlaçlarla) bağlı olan yeminlerin cevabıdır. Âyetteki ”insan" dan maksat, insanların bazı fertleridir. Yani insanlardan bazıları, Rablerinin nimetlerine karşı son derece nankördürler. Yemin harfinin başında bulunduğu ilk âyetteki ”el-âdiyât" kelimesinde ki ”el" harfi, cins içindir. Yani bu yemin, daha sonra anılan nitelikleri haiz, Allah yolunda koşan tüm atlara şamildir. Onlar bu değerli özellikleri taşıdıkları için kendileri ile yemin edilmeye lâyıktırlar. Kendileri ile yemin edilmeye, gazilerin atlarının seçilişinde, daha fazlası olmayan tam bir üstünlüğe işaret edilmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: ”Gazilerin şöyle şöyle olan atalarına Yemin olsun ki, onlar nankörlükte aşırı gitmişlerdir." Gazilerin atları, Allah'ın kendi adlarına yemin edeceği kadar şerefli olunca, bizzat gazilerin şerefi ve Allah katındaki üstünlükleri ne kadardır? Var sen takdir et. Nankör anlamına gelen ”Kenûd" kelimesinin, kölesini döven, tek başına yiyen, başkasına ikram etmeyen cimri, manalarında kullanıldığı da rivayet edilmiştir. Denildiğine göre, Araplar arasında aynı asırda üç şahıs yaşamıştır. Bunlardan birisi cömertlik timsali Hatem-i Tâî, ikincisi cimrilik mümessili Ebû Habâib'ti. Bu adam, insanlar uyuyana kadar ekmek pişirmek için ateş yakmazdı. Onlar uyandığında, aydınlığından kimse yararlanmasın diye ateşi söndürürdü. Üçüncüsü de tamahkârlık timsali Eş'ab b. Cübeyr'dir. Bir çocuk okurken, Eş'ab yanında oturuyordu. Çocuk ”şüphesiz babam seni çağırıyor" anlamına gelen metni okudu. Eş'ab hemen kalkıp ayakkabılarını giydi. Çocuk: ”Ben dersimi okuyorum," dedi. Birisinin boynunu kaşıdığını görse, kendisine vermek için gömleğini çıkaracağını zannederdi. Bir evden yükselen bir duman gördüğü zaman, sahiplerinin yemek getireceğini sanırdı. Bir yerde zifafa konacak bir gelin görse kendi evine girsin diye kapısının önünü süpürürdü. Bizzat kendisi: ”Benden daha tamahkâr, sadece bir köpek gördüm. Sakız çiğnerken beni bir fersah izledi," demiştir. Hasan-ı Basrî, ”el-kenûd" kelimesinin: ”Rabbim kınayan, nimetleri unutan, musibetleri anan" manalarında olduğunu söylemiştir. Ebû Ubeyde ise: ”Hiçbir şey bitirmeyen anlamında kullanılan; 'el-arzu'l-kenûde' terkibine bakarak, 'hayrı az' manasına geldiğini söyler." 7Kuşkusuz kendisi de, insanda buna, nankörlüğe şahittir. Yani bizzat kendisi de, eseri üzerinde göründüğü için aleyhine şahitlik eder. Burada söz konusu olan şahitlik dille değil, lisanı hâlledir. 8Gerçekten o, mal sevgisinden dolayı katıdır. Güçlüdür, dayanıklıdır, isteğinde ve isteğini elde etmekte gayretlidir. Onun için kendini feda eder. O Allah'a ibadet sevgisinde ve nimetine şükürde ise zayıftır, geride kalmıştır. Ayette ”mal" anlamında, ”hayır" kelimesi kullanılmıştır. ”Eğer mal bırakırsa" anlamına gelen ”in lerake hayran" (Bakara: 188) âyetinden buradaki ”hayır" dan maksadın ”mal" olduğu anlaşılmaktadır. O, dünyayı tercih eder ve ister. Mal; gayri meşru ve haram olabildiği halde, âdete binaen Allahü teâlâ, ”malı" hayır diye adlandırmıştır. Çünkü insanlar malı hayır sayarlardı. Nitekim cihadı da ”kötülük" diye isimlendirmiş: ”Kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan, Allah'ın lütuf ve keremiyle geri döndüler..."(Al-i İmrân: 174) buyurmuştur. Bu âyetteki ”su: kötülük" anlamına gelen kelime, savaş manasında kullanılmıştır. Oysa savaş (cihad), kötülük değildir. Ama onların âdeti üzerine, kötülük denilmiştir. 9O bilmiyor mu ki, kabirlerdeki ölü ler çıkartıldığı, 10Açık ameller şöyle dursun göğüslerde, içerisinde münafıkların gizledikleri küfür ve isyanların da bulunduğu sırlardan ne varsa -kalplerdeki irade ve istekler olmasaydı organların fiilleri hasıl olmazdı. Kalp asıl, organların amelleri tâbidir- derlenip toparlandığı zaman, yani sabitelerde toplanıp da, topluca ortaya döküldüğü zaman... Ayette ki ”hussıla" kelimesinin mastarı olan ”tahsil", gizliyi açığa çıkarmak anlamındadır. Özü kabuktan, altını madenden çıkarmak için bu kelime kullanılır. Bu kelimenin; ”hayrı serden ayırma" anlamında olduğu da söylenmiştir. 11Gerçekten o gün, Rableri onların bütün yaptıklarından, zatlarından, sıfatlarından ve hâllerinden haberdardır. O hâlde niçin bu kötülükleri yapıyorlar? Allah'ın kendilerini cezalandıracağını niçin düşünmüyorlar? Ayetle, ”Rab" kelimesi, bir zamire izafe edilmiştir. Zamir, diriltildiler yerinde kullanılmıştır. İkinci diriltmeden sonra onlar, akıllılara has zamirle anılmışlardır. Onlar kabirde iken, haşir vaktinin aksine aklı ve ilmi olmayan cansız yaratıklar gibi idiler. Allah o gün onların içlerini ve dışlarını sevap ve cezayı gerek kılacak şekilde bilir. Allah'ın mutlak ilmi, zaten olan ve olacak olan her şeyi kuşatıcıdır. Adiyât Sûresinin tefsiri Allah'ın inayeti ile sona erdi. |
﴾ 0 ﴿