TEKÂSÜR SURESİ

Mekke devrinde nazil olmuştur, 8 âyettir.

1

Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı.

"Oyaladı" diye ifade ettiğimiz ”elhâ" kelimesinin kökü olan ”el-lehvü", kişiyi önem verdiği ve ilgilendiği şeyden meşgul eden şey anlamındadır. ”Tekâsür" de çoklukta yarışmak, çoklukla övünmek, demektir. Mana şöyledir: Çoklukla üstünlük taslamak ve övünmek, sizi Allah'ı zikretmekten ve kalbe bağlı olan ilim, tefekkür ve ibret almaktan ve organlara bağlı olan çeşitli taat ve vazifelerden alıkoydu. Buradaki ”çoklukla övünmek"ten maksat, mal, mevki, avane ve akrabalar gibi fani dünyaya ait çokluktur. İlim, ahlâk, sıhhat ve kuvvet gibi âhirete ait şeylerele övünmek ise, övgüye lâyıktır. Hazret-i Abbas'ın hacılara su dağıtma işinin elinde olması ile, Şeybe'nin Kabe'nin anahtarını elinde bulundurmasıyla övünmeleri bu ikinci guruptandır.

Çoklukla övünme iki şeyle; mal ve sayı ile övünmedir. Burada muradedilen sayı ile övünmektir. Çünkü rivayet edildiğine göre Abdü Menâf ve Sehm oğulları üstünlükleri ve kabilelerinin eşrafı ile övündüler. Onlardan her biri: ”Biz sizden daha çok efendiyiz ve sayımız sizden daha fazla dediler." Saydılar, sonunda Abdü Menâf oğulları diğerlerinden daha çok geldi. Bunun üzerine Sehm oğulları: ”Şüphesiz harpler, bizi cahiliyye döneminde tüketti. Bizimle, diriler ve ölülerle sayışınız dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Âyetin manası şöyledir: ”Siz dirilerin çokluğu ile övündünüz, yetmedi nihayet kabirleri de ziyaret ettiniz, saydınız."

"Kabirlere varıncaya kadar" diye ifade ettiğimiz âyetin anlamı şudur: ”Öyle ki, siz ölülerin sayılarını da kattınız. Çokluk taslamak ve övünmekte ölülere sığındınız." Onların ölüleri saymaya geçişleri, ”kabirleri ziyaret" sözüyle ifade edildi. Yani bu, onlarla alay için kinayeli olarak kullanıldı.

Tîbî şöyle demiştir: ”Bu, alay için kullanılmıştır. Çünkü kabirleri ziyaret ölümü hatırlamak, dünya sevgisini atmak, övünme ve böbürlenmeyi terk için meşru kılınmıştır. Onlar ise, aksini yaptılar. Kabir ziyaretini, kasveti artırmaya, dünya sevgisine dalmaya ve çoklukla övünmeye sebep olsun diye yaptılar." Âyette, bu tür davranışta bulunanlar azarlanmakta ve bundan men edilmektedirler.

Âyetin şu anlamda olabileceği de söylenmiştir: ”Malların ve çocukların çokluğu ile övünmek, sizi ölünceye ve kabirlere gömülünceye kadar meşgul etti. Siz dünyayı elde etmek için ömürlerinizi heba ettiniz. (1)Âhiretiniz için çalışmaktan ve size önemli olan şeylerden yüz çevirdiniz."

Bu izaha göre, kabir ziyareti ölümden, çoklukla övünmek de mal ve evlât çokluğu ile övünmekten ibarettir. Nitekim rivayet edilmiştir ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okur sonra da şöyle derdi: ”insanoğlu, malım, malım der. Senin yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden veya tasadduk edip tamamladığından başka malın mı var ki?" (2)

2- Hadisi Tirmizî Abdullah b. eş- Şıhhîr'den tahric etti. Ayrıca Ahmed b. Hanbel, Müslim ve Nesâî tahric ettiler. Bkz. İbn Kesîr: 3/671.

Bu âyeti Ömer b. Abdülaziz okudu ve: ”Ben kabirler için ziyaretten başka bir şey düşünmem. Ziyaret eden kişi, evine dönerken ya cennete veya cehenneme döner." Bu söz, dünyadan sakındırmakta, âhirete ve ölüme hazırlamaya rağbet ettirmektedir.

2

Bak. Âyet 1.

3

Hayır! Bu, onları içlerinde bulundukları çoklukla övünme haleti ruhiyesinden mendir. Yani şöyle denilmektedir: Mesele onların zannettikleri gibi, insanın üstünlüğü ve mutluluğu, avanesinin ve malının çokluğu ile değildir. Böyle bir düşünceden kaçınız. Hataya düşmeye karşı uyanık olunuz. Akıllı kişinin himmeti dünyaya münhasır olamaz. Çünkü bunun sonu vebal ve hüsrandır.

Yakında mahşerin dehşetini önünüzde gördüğünüz zaman, hatanızı

bileceksiniz. Bu ifade, korkmaları ve gafletlerinden uyanmaları için onları korkutma ve uyarıdır.

Hasan-ı Basrî rahimehullah şöyle demiştir: ”Etrafında gördüklerinin çokluğu seni aldatmasın. Çünkü sen tek başına ölecek, tek başına dirilecek ve tek başına hesaba çekileceksin."

4

Yine hayır! Yakında bileceksiniz. Uyarma ve men etmenin tekrarı için te'kittir. ”Yine" diye ifade ettiğimiz ”sümme", ikinci uyarının birincisinden daha beliğ olduğuna işaret etmektedir. Çünkü bunda, öncekinde olmayan te'kid vardır. Meselâ nasihat ettiğin kişiye: ”Sana diyorum, sana diyorum, yapma" dediğin zaman, ikinci ”sana diyorum" sözü birincisinden daha etkili olur. Ya da aynı anlamdaki iki âyetten birincisinin, ölmek üzere olan kişiye, ölüm anında cennetlik veya cehennemlik olduğu haber verildiği zaman; ikincisinin de, münadinin ”falan artık kendisinden sonra saadet olmayan bedbahtlıkla bedbaht oldu" diye nida ettiği ve: ”Ey mücrimler! Bu gün bir tarafa aynün." (Yâsîn: 59) denildiği zaman söylenecek sözler olması da caizdir. Bu izaha göre, konumlar değişik olduğu için âyetlerde bir tekrar söz konusu değildir.

Hazret-i Ali'den: ”Bu sûre ininceye kadar biz kabir azabından şüphe ediyorduk," dediği rivayet edilmiştir. Bir hadisin manası da şu şekildedir: ”Kâfire kabrinde doksan dokuz tane ejdarha musallat edilir. Bunlar kâfiri ısırırlar, sokarlar. Bu hal kıyamete kadar devam eder. Eğer o ejderhalardan birisi yeryüzünde bir üflese, hiç bir yeşillik bitmez." (3)

5

Hayır! Bu kelime tekit için tekrarlanmıştır.

Eğer kesin bir bilgi ile bilseydiniz. Şart edatının cevabı, korkutmak için hazfedilmiştir. Çünkü cevap anılmayınca sözden bir çok manaların çıkartılması mümkündür. Mana şudur: ”Eğer siz önünüzdeki kesin şeyi bilseydiniz nitelendirilemeyecek ve gerçeğine varılamayacak şeyler yapardınız. Ama siz cahillersiniz."

6

O alevlenmiş ateşi mutlaka göreceksiniz. Bu cümle, gizli bir yeminin cevabıdır. Onunla tehdit kuvvetlendirilmiştir. Çünkü onun tehdit ettiği şey, içerisinde hiç şüphe bulunmayan bir şeydir. Dolayısıyla bu âyetin, bundan önceki âyetteki şart edatının cevabı olması caiz değildir. Çünkü cehennemin görülmesi, vukuu kesin bir olaydır, bir şeye bağlı değildir. Eğer bu âyeti, önceki âyetteki şart edatının cevabı sayarsak, mananın: ”Siz onu, cahil olduğunuz için göremezsiniz" olması gerekir ki, bu asla caiz değildir.

7

Sonra onu yakîn gözüyle yani kesin bilgi ve yakînin kendisi ile

göreceksiniz. Çünkü hissedilen şeyleri görerek bilmek, kesin bilgi mertebelerinin en üstünüdür. Bu âyet de, hükmü kuvvetlendirmek maksadıyla, önceki âyetin tekrarıdır. Yahut da birincisinde ”onu uzak bir yerde gördükleri zaman", bu âyette de ”içine girdikleri zaman" manaları kastedilmiştir.

8

Sonra, yemin olsun ki, o gün size elbette nimetlerden şükür mü ettiniz, yoksa nankörlük mü ettiniz diye

sorulacaktır. Mana şudur: Sonra siz, cehennem görüldüğü gün, sizi dinden alıkoyan nimetten sorulacaksınız. ”Sorulacak" sözündeki hitap, tüm himmetini lezzetleri elde etmeye sarfeden, sadece iyi şeyleri yemek, güzel giyisiler giymek için yaşayan, zamanını oyun ve eğlencede harcayan, ilmi ve ameli umursamayan, meşakkatlere katlanmayanlara mahsustur. Âyetin, kâfirlere mahsus olduğu da söylenmiştir.

Bazı bilginlerin söylediklerine göre, nimetten murat, sıhhat ve boş vakittir. Bir hadisi şerifte: ”İki nimet var ki insanların çoğu onlarda aldanmıştır. Bunlar, sıhhat ve boş zamandır," buyurulmuştur. (4) Bu hadis, anılan iki nimetin büyüklüğüne ve değerlerinin yüceliğine delâlet etmektedir: Çünkü dünyanın ve âhiretin maslahatları bunlarla elde edilir. Diğer nimetler, bunların tâbilerinden sayılır.

4- Hadisi Buharî, Tirmizî ve İbn Mâce tahrie etmişlerdir. Bkz. el-Fethu'l-kebir, 3/264.

Eski âlimlerden birisi şöyle demiştir: ”Besmele çekip yiyen, bitirdiğinde de hamdeden kişi o nimetten sorguya çekilmez."

Bir adam Hasan Basriye: ”Bizim bir komşumuz var, şükrünü eda edemem diye nişasta helvası yemiyor," dedi. Hasan şu karşılığı verdi: ”Komşunuz ne kadar cahilmiş, Allah'ın onun üzerindeki soğuk su nimeti, tüm tatlılarla olan nimetinden daha fazladır." Bundan dolayı bir hadiste belirtildiğine göre, kulun nimetlerden ilk sorulacağı soru şudur: ”Senin bedenine sıhhat vermedik mi? Seni soğuk su ile kandırmadık mı?"

Aynul-Meânî adındaki eserde kişinin şu beş nimetten sorulacağı bildirilmiştir: ”Karınlarının doyması, içeceğin soğukluğu, uykunun lezzeti, evlerin gölgesi, yaratılıştaki ahenk ve güzellik."

Ben fakir derim ki: Nimet ya cismânî, ya da ruhanîdir. Cismânî olanın şükrü şeriatın hükümlerini muhafaza, rûhânî olanın şükrü ise. İslâm âdabına riâyettir. Şüphesiz muhafaza ve riâyet arttığı gibi, nimette artar. Nitekim Allahü teâlâ : ”...Eğer şükrederseniz elbette size (nimetlerimi) artıracağım..." (İbrahim: 7) buyurmuştur. Her organ ve her kuvvetten bir çeşit şükür istenilir. Bundan dolayı Yüce Allah: ”...Kulak, göz ve kalp, bunların hepsi yaptığından sorumludur," (İsra: 36) buyurmuştur.

Şüphesiz tüm sıfatları ve isimleri bilen, nimetleri de bilir. Allah bizi ve sizi nimetlere şükretmeye muvaffak etsin. Şüphesiz O, iyidir, merhametlidir.

Allah'ın yardım ve tevfikıyle Tekâsür Sûresinin tefsiri tamamlandı.

0 ﴿