MAUN SURESİ

Mekke devrinde nazil olmuştur, 7 âyettir.

1

Ey Rasûlüm Muhammed!

Dini, cezayı veya İslamı

yalanlayanı gördün mü? Bildin mi? Onu öğrenmek istiyorsan:

2

İşte o, yetimi itip kakandır. Yani onu şiddetle iter veya kötü bir şekilde azarlar ve reddeder.

Müfessirlerin dediklerine göre o, Ebû Cehil'dir. Bir yetimin vasisi idi. Yetim çırılçıplak ona geldi, kendine ait maldan istiyordu. Ebû Cehil onu çirkin bir şekilde geri çevirdi. Kureyş'in ileri gelenleri yetime: ”Muhammed'e söyle, sana şefaatçi olsun" dediler. Maksatları Rasûlüllah'la alay etmekti. O, hiçbir ihtiyaç sahibini geri çevirmezdi. Yetimle birlikte Ebû Cehil'e gitti. Ebû Cehil kalktı ve yetime malını verdi. Bunun üzerine Kureyşliler Ebû Cehil'i ayıpladılar. ”Sen dininden döndün mü?" dediler. O: ”Hayır, vallahi ben dinimden dönmedim. Ama sağında ve solunda gizlenmiş birer mızrak gördüm, vermeseydim onu bana saplayacaktı," dedi.

Bu izaha göre âyetteki ” ellezî" kelimesi, bilinen birisi içindir. Ama cins (âyette belirtilen işi yapan herkes) için olması da muhtemeldir. O zaman, dini yalanlayan, kendisini hayvanı nefsin kapladığı için huyu zayıflara eziyet ve onu kötü bir biçimde geri çevirmek olan herkese şamil olur.

3

Zengin olan aile efradını ve başkalarını

yoksulu doyurmaya yani ona yiyecek vermeye

teşvik etmez. Hak sahibine iyiliği engeller. Çünkü cimrilik hastalığı içine işlemiştir. O, başkalarını bu işe teşvik etmezse kendisi nasıl yapsın ki?

Bu ifadeden anlıyoruz ki, iyilik yapmamak ve teşvik etmemekten her birisi yalanlama alâmctlerindendir. Yedirmenin, yoksula izafe edilmesi onların, zenginlerin mallarında hakları ve ortaklıkları olduğuna delildir. Demek ki, yoksula kendi hakkı olan şeyi vermemek, en büyük cimrilik, kalbin katılığı ve huyun kötülüğüdür.

4

Vay haline o namaz kılanların ki onlar namazlarından gafildirler! ”Gafildirler" diye ifade ettiğimiz ”es-sehvü" kelimesi, gafletten dolayı hata etmek anlamındadır. Mana şudur: ”Namazlarından, onları terkederek, fazla iltifat etmeyerek, onları önemsemeyerek gafil olanlar, unutanlar..." Bu davranışlar, münafıkların veya günahkâr müminlerin işidir. Bundan dolayı Enes (radıyallahü anh): ”Allah'a hamdolsun ki, namazlarında demedi. Çünkü Müslümanlardan bundan kurtulabilen neredeyse bulunmaz. Gafletten korunabilmek çok zor, öyleyse aklı olan kişi, mîrac ve münacât babından olan namazı terketmez. Namazda sakalı ve elbisesiyle oynamaz, fazlaca esnemez, sağa sola dönmez. Namaz kılanlar içerisinde kaç rekât kıldığını, ne okuduğunu bilmeyenler var!"

5

Bak. Âyet 4.

6

Onlar riyakârlık yapıyorlar. Yani kendisini övsünler diye amellerini insanlara gösteriyorlar. Gösteriş için amel işliyorlar.

Keşşafta şöyle denilmektedir: ”Eğer sâlih amel, farzlardansa, farzların hakkı ilândır ve teşhirdir gizli yapılmazlar. Çünkü farzlar İslâmın alâmetleri, dinin şiarlarıdırlar. Ve çünkü onları terkedenler kınanmayı ve öfkeyi haketmişlerdir. Öyleyse farzı açıktan yapmak suretiyle töhmeti gidermek gerekir. Ama amel nafile cinsinden ise, onun hakkı da gizlemektir. Çünkü onları terk, kınanmayı gerektirmez ve bunda töhmet yoktur. Fakat başkaları da yapsın diye açıklarsa güzel olur."

Riya olanı, gözler görsün de onu iyiliğinden dolayı övsünler maksadıyla açıklamaktır. Riyadan kaçınmak çok zordur. Çünkü o, kara karıncanın karanlık gecede, kara taş üzerinde yürümesinden daha gizlidir. Münafıkla mürâî arasındaki fark şudur: Münafık içinde inkârı gizler, dışa iman aksettirir. Mürâî (riyakâr) ise, görenin kendisinin, salâh ehlinden olduğuna inanması için ibadetinde aşırı huşu ve salâh izleri ortaya koyar.

7

Zekâtı da vermez onlar. Âyetteki ”zekât" manasına gelen ”elmamı" kelimesi, sözlükte az şey anlamındadır. Zekât, malın kırkta biri oranında -ki o az bir şeydir- alındığı için ”mâûn" kelimesi ile ifade edilmiştir. Âyet: ”Zekâtı menederler yani vermezler anlamındadır. Namazdan hemen sonra anılmış olması, mananın bu olduğuna işaret eder. Ya da ”mâûn", âdeten aralarında alıp verdikleri şeydir.

Yetime ve yoksula önem vermemek, kınamayı ve azarlamayı gerektirir. Dinin direği olan namaza önem vermemek, küfrün bir şubesi olan riyada bulunmak, İslâmın köprüsü olan zekâtı vermemek ve halka karşı kötü muamelede bulunmak, kınama ve azara daha çok müstehaktır. Müslüman adını taşıyan, ama bu nitelikleri üzerinde bulunduran niceleri var. O, ne büyük musibet!

İnsanların aralarında alıp verdikleri şeylerden murat, birbirlerine yardım olarak iyreti verip aldıkları şeylerdir. Bunlar balta, kazan, kova, iğne, taş, kalbur, keser, su ve tuz gibi şeylerdir. Komşunun, senin fırınında ekmek yapmak istemesi veya bir malını birgün ya da yarım gün senin yanında bırakması da bu kabildendir.

Âyet-i kerime, münafıkların özelliği olan cimrilikten menetmektedir. Allah'ın yardım ve tevfîkı ile Mâûn Sûresinin tefsiri sona erdi.

0 ﴿