MESED SURESİMekke devrinde nazil olmuştur, 5 âyettir. 1Ebû Leheb'in eileri kurusun. ”Leheb," ateşin tutuşması anlamındadır. Ebû Leheb, Abdül Uzzâ b. Abdülmuttalib'in künyesidir. ”Kurusun" diye ifade ettiğimiz ”tehbet" kelimesi, helak edilsin veya hüsrana uğratılsın manalarmadır. Zaten hüsran da helake götürür. Rivayete göre: ”En yakın akrabım uyar." (Şuarâ: 214) âyeti indiği zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Safâ tepesine çıktı. Akrabalarını topladı ve onları uyardı: ”Ey Muttalıp oğulları! Ey Filır oğulları! Size şu dağın eleğinde süvariler var desem bana inanır mısınız?" dedi. ”Evet, çünkü senden hiç yalan duymadık," dediler. Rasûlüllah: ”Ben sizi gelecek olan çok şiddetli bir azaptan uyarıyorum," buyurdu. Bunun üzerine amcası Ebû Leheb: ”Helak ol ya Muhammed! Bizi bunun için mi çağırdın?" dedi. Bu söz üzerine bu sûre nazil oldu. Zaten o tamamen helak oldu. ”Tebbet" ve ”tebbe" kelimelerinin her ikisi de haber anlamındadır. Buna göre mana: ”Ebû Leheb'in elleri helak oldu ve onun tamamı helak oldu" şeklinde olur. Mananın geçmiş zaman kipi ile ifadesi, vuku un un kesinliğinden dolayıdır. ”Helak oldu" manasını verdiğimiz ”tebbe" kelimesi, helak meydana geldi, hasıl oldu anlamlarındadır. Kelimeyi, ”kad tebbe" okuyanların kıraati, bu anlamı te'kid eder. Çünkü ”kad" kelimesi, duanın başına gelmez. Her iki kelimenin de, onun helaki için beddua olduğunu söyleyenler de vardır. Maksat onun, helaki için bedduayı hak ettiğini belirtmektir. Aslında birisine künye vermek bir ikramdır. Ama bu adama künye verilişi ona ikram için değildir. Yüce Allah, bu künye ile meşhur olduğundan dolayı veya çirkin ismi ”Abdul Uzzâ" yı kullanmak istemediği için bu künyeyi kullanmıştır. Çünkü Abdül Uzzâ isminde bir pula izafe vardır. Bu künye ile anıl ışının sebebi, ”Alevli bir ateşe girecektir" âyet indeki ateşle münasebetinden dolayı da olabilir. Yani Ebû Leheb künyesi, izafi manası itibariyle cehennemlik olan hâlinden kinaye olmaya elverişlidir. El-Itkan adındaki eserde şöyle denilmektedir: ” Kur'an-ı Kerim'de, Ebû Leheb'den başka künye yoktur. Onun Abdül Uzzâ olan adı, anı İmamı ştır. Çünkü Uzzâ bir puttur. Onu ad koymak, şer'an haramdır." Sûrede, Efendimiz amcasına karşı kötü konuşma ve kınama durumunda olmasın diye ”elin kurusun, de" denilmemiştir. Çünkü babaya karşı olduğu gibi, amcaya da saygı gösterilir. Ve çünkü Hazret-i Peygamber âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Onun çok yüksek bir ahlâkı vardır. Onun için Ebû Leheb'e Allahü teâlâ cevap vermiştir. 2Onu malı ve kazandığı şey kurtarmadı. Yani kendisine helak geldiği zaman bunlar ona asla fayda vermedi. Yahut da bu âyet: ”Onu ne kurtardı?" anlamındadır. Buna göre âyetteki ”mâ" soru edatıdır. İnkâr içindir. ”Kazandığı şey", dünyada kazandığı kârlar, menfaatler, saygı ve taraftarlardır. Karun'dan daha zengin kimse yoktur. Ama malı onu ölümden de azaptan da koruyamamıştır. Rivayete göre Ebû Leheb şöyle dermiş: ”Eğer kardeşimin oğlunun söylediği haksa, ben kendimi malım ve oğlumla kurtarırım." Ama nafile. Umudu boşa çıktı, arzusu yerine gelmedi. Oğlu Uteybe'yi Şam yolunda aslan parçaladı. Uteybe Rasûlüllah'ın kızı ile evli idi. Şam'a doğru gitmek istedi. ”Muhammed'e varıp ona eziyet edeceğim" dedi. Rasûlüllah'ın yanına gelip: ”Ey Muhammed! Ben, 'battığı zaman yıldıza yemin ederim ki!' (Necm: 1) ve 'yaklaştı ve sarktı' (Necm: 8) âyetlerini inkâr ediyorum." dedi. Sonra Rasûlüllah'ın yüzüne tükürdü. Kızını boşayıp geri gönderdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: ”Allah'ım! Ona köpeklerinden birisini musallat et," diye beddua etti. Uteybe babasına varıp olanları haber verdi. Sonra Şam'a doğru sefere çıktılar. Bir yerde konakladılar. O aradaki bir kiliseden bir rahip yanlarına geldi ve: ”Burası yırtıcı hayvanların bulunduğu tehlikeli bir yer," dedi. Ebû Leheb: 'Ey Kııreyş! Bu gece bana yardım ediniz. Çünkü ben Muhammed'in bedduasından oğluma bir şey geleceğinden korkarım," dedi. Develerini topladılar, onları etraflarına çöktürdüler. Uteybe'yi ortalarına aldılar. Aslan onların arasını yara yara ve yüzlerini koklayarak geldi, Uteybe'yi öldürdü. Ebû Leheb'de, Bedir savaşından yedi gece sonra, kara kızıl hastalığından öldü. Bu hastalık bulaşıcı olduğu için, ailesi kendilerine bulaşır korkusuyla ondan uzak durdular. Leşi üç gün kaldı, koktu. Onun için bir çukur bile kazmadılar. Bir duvara yasladılar ve o gömülünceye kadar duvarın arkasından taş attılar. 3O, şüphesiz alevli yanan, parlayan büyük bir ateşe girecektir. O ateş cehennem ateşidir. O, küfründen, fışkından, sapıklığından ve kötülüklerinden dolayı girecektir o ateşe. 4Karısı da... O, Harb'in kızı Ümmii Cemil'dir. Ebû Süfyan'ın kardeşidir. Adı Avrâ'dır. Dikenden, pıtraktan ve demir dikeni gibi olan bir dikenden bir demet taşır ve geceleri Hazret-i Peygamber'in yoluna yayardı. Odun hamalı olarak. ”Hamal olarak" anlamındaki ”hammâlete" kelimesinin harekesinin fetha (üstün) oluşu, kınama ve hakaret içindir. Yani. ”ben odun hamalı olanı kınarım" manasınadır. Ebû Leheb'in karısı kıyamet günü bir demet odun yüklenir. Boynunda ateşten, zincirlerden bükülmüş bir ip vardır. Her suçlu suçuna uygun bir şekilde azabedildiği gibi o da böyle azap edilir. Katâde'den gelen bir rivayette belirtildiğine göre; o kadın, onca zenginliğine rağmen, çok cimri olduğu için sırtında odun taşırdı. İşte o cimriliğinden dolayı ayıplanmıştır. Buna göre ”hammâle" kelimesinin mensup oluşu sırf hakaret içindir. Bir diğer görüşe göre ise, insanlar arasında söz taşır, bozgunculuk yapardı. Sanki aralarında odun taşır, kavgayı alevler, kötülük yayardı. 5Boynunda da bükülmüş bir ip olacaktır. Yani boynunda oduncuların yaptıkları gibi, dikenden veya hurma kabuğundan bükülmüş bir çeşit ip olacaktır. Bu, onun hâlini tahkir ve onu bazı oduncu kadınların şekliyle tasvir içindir. Anlatıldığına göre, o kadına Tebbet sûresi haber verilince kardeşi Ebû Süfyan'a geldi. Öfkesinden yanıyordu. Ebû Süfyan'a: ”Yazıklar olsun sana! Muhammed beni kötülüyor, sen oturuyorsun," dedi. Ebû Süfyan: ”Ben senin öcünü alırım, onun hakkından gelirim," diyerek kılıcını aldı ve evden çıktı. Az sonra süratle geri geldi. Ümınü Cemil: ”Onu öldürdün mü?" diye sordu. Ebû Süfyan şu karşılığı verdi: ”Kardeşim! Kaidesinin başının bir ejderhanın ağzında olması seni memnun eder mi?" Kadın: ”Hayır vallahi" dedi. Ebû Süfyan da: ”Şu anda bu, neredeyse olacaktı," dedi. Yani Ebû Süfyan büyük bir ejderha gördü. Eğer yak kıssaydı başını yutacaktı. Daha sonra Ebû Süfyan Müslüman oldu, kız kadeşi ise kâfir olarak öldü. Her şey Allah'ın önceden belirlediği hükmüne göre olur. Tefsir âlimleri şöyle derler: ”Ebû Leheb ve karısı Avrâ (Ümmü Cemil), Rasûlüllah'a şiddetle düşmandılar. Kadın, kocası ve kendisi hakkında inen sûreyi duyunca Rasûlüllah'a gitti. Rasûlüllah Mescid'i Haram'da Kabe'nin yanındaydı. Yanında Hazret-i Ebû Bekir vardı. Kadının elinde sert ve keskin bir taş parçası vardı. Efendimize yaklaşınca Allah onun gözünü aldı. Sadece Ebû Bekir'i görüyordu. Dedi ki: 'Ey Ebû Bekir! Duyduğuma göre, senin arkadaşın beni hicvediyormuş. Vallahi eğer onu bulsaydım, şu taşı yüzüne vuracaktım,' dedi. Sonra da: 'Biz Müzemmem'e karşı geldik, onu işinden imtina ettik, dinine buğzettik,' deyip de foldu gitti. Hazret-i Ebû Bekir: 'Yâ Rasûlüllah! O seni görmedi mi?' dedi. Hazret-i Peygamber: 'Allah onun gözünü beni görmekten alıkoydu,' buyurdu." Kureyşliler Rasûlüllah'a küfrediyorlar, onu hicvediyorlardı. Muhammed demiyorlar, onun yerine alay olsun diye dalga geçerek ”Müzemmem" diyorlardı. Onun için Rasûlüllah: 'Allah'ın Kureyşlilerin eziyetini benden nasıl uzak tuttuğuna şaşmıyor musunuz? Onlar, Müzemmem'i hicvedip ona küfür ediyorlar. Ben ise Muhammed'im," buyururdu. Allah'ın yardım ve tevfiki ile Mesed Sûresinin tefsiri sona erdi. |
﴾ 0 ﴿