4

Ve düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden... ”Nefes" ile neflıa birbirine benzer. Tedavi kastıyla okumada tükrüksüz üflemeye denir. Eğer üflemede tükrük olursa buna ”Tefi" denir. Nefesçiler (üfleyiciler) den maksat, bu işi sanat haline getirenlerdir. ”Ukad," ukdenin çoğuludur. Ukde ise, sihirbazın, yay kirişi, ip veya saç üzerine bağladığı düğümdür. Oraya lifler ve okur. Ayetin mânası şöyledir: İpler üzerine düğümler yapıp üzerlerine üfleyen sihirbaz kadınların şerrinden.

İbn Abbas ve Hazret-i Âişe şöyle rivayet ettiler: ”Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Yahudi bir hizmetçisi vardı. Yanında Rasûlüllah'ın tarağından dişler vardı. Bunları Yahudilere verdi. Onlarda bu dişlerle Rasûlüllah'a sihir yaptılar. Bu işi, Yahudi Lebîd b. A'sam ve kızları üstlendi. Bu kızlar düğümleri üflemede mahirdiler. Yahudi hizmetçi bu sihri Eris kuyusuna gömdü. Cebrail (aleyhisselâm) Felak ve Nâs sûrelerini indirdi ve bu sihrin yerini ve kimin yaptığını Rasûlüllah'a haber verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-iAli, Zübeyr ve Ammâr'ı gönderdi. Kuyunun suyunu boşalttılar. Kına suyu gibi olmuştu. Sonra kapak taşını kaldırdılar. Bu, kuyunun dibine konan bir taştı. Altından sihir yapılan tarağın dişlerini çıkardılar. Bunlarla beraber bir de yay kirişi vardı. O kirişte iğnelerle tesbit edilmiş on bir düğüm vardı. Alıp onu Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e getirdiler. O da düğümler üzerine muavvizeteyni (Felak ve Nas sûrelerini ) okumaya başladı. Her bir âyet okuduğunda bir düğüm çözülüyor ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hafiflik buluyordu. İki sûrenin okunması bitince son düğümde çözüldü. Rasûlüllah sanki bağından çözülmüş gibi ayağa kalktı. Cebrail de şu duayı okumaya başladı: Allah'ın adıyla sana okuyorum. Allah sana şifa versin. Sana eziyet veren her şeyden, kasetçiden ve gözden seni korusun, şifa versin. (2)

2- Yahudinin Hazret-i Peygambere sihir yaptığına dair olan hadis sahihtir. Buharî bu hadisi Tıb Kitabı'nda tahric etmiştir. Aynı hadisi Müslim ve Ahmed b. Hanbel de rivayet etmiştir. Bazı mutezilenin inkârı, hadisin sıhhatini kaldırmaz. Mûsannif bu mânâyı belirtmiştir. Buharî ve Müslim'e Bkz.

Bilmiş ol ki, Mûtezîlî'lere göre sihir hayalden ibarettir ve aslı astarı yoktur. Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğuna göre ise, sihrin aslı ve tesiri vardır. Bundan ötürü şeriat sihri büyük günahlardan saymıştır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: ”...Sihirle karı koca arasını ayırıyorlardı..." (Bakara: 102) Mûtezîle zikredilen rivayetin sahih olmadığını ve sihrin Rasûlüllah'a tesir etmediğini ileri sürdüler ve şöyle dediler: Bunun doğruluğu aklen nasıl mümkün olabilir ki, Hak teâlâ şöyle buyurmuştur: ”...Allah seni insanlardan korur..."(Mâide: 67) ”...Sihirbaz nereden gelirse gelsin, başarı gösteremez." (Tâhâ: 69) Sihri caiz görmek, peygamberliği zedelemeye yol açar. Zaten kâfirler de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i büyülenmiş diye ayıplıyorlardı. Şayet bahsedilen olay doğru olsa idi kâfirler, iddialarında haklı olurlardı. Bu durumda Rasûlüllah töhmet altında kalmış olur ki, bu da caiz değildir.

Buna karşılık Ehl-i sünnet şöyle dedi: Olayın doğruluğu kâfirlerin, Muhammed büyülenmiştir sözlerinde haklı olduğunu gerektirmez. Çünkü onlar Hazret-i Peygamberin büyülenmiş olmasından onun deliliğini kastediyorlardı. Yani ”sihir sebebiyle aklı gitmiştir, babalarının dinini bundan ötürü ter ketti," diyorlardı. Fakat Rasûlüllah'ın bedeninde acı duyması manasında büyülendiğini hiç kimse inkâr etmez. Sözün özü şudur: Cenab-ı Hak Hazret-i Peygambere, aklı ve peygamberliğiyle ilgili olarak ne cin, ne insan, ne de bir şeytan asla musallat etmemiştir. Fakat bedenî ve insanî cihetiyle onun zarar görmesi yadırganacak bir şey değildir. Sinirin ona tesiri, peygamberliği cihetinden değildir. İnsan olması yönünden sadece bedenine yöneliktir.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insan olduğu için diğer insanların maruz kaldıkları sıhhat, hastalık, ölüm, yeme, içme ve abdest bozma gibi şeylere o da maruz kalmaktadır. Beşer olması yönüyle sihrin O'na tesiri peygamberliğine zarar vermez. Peygamberliğe yönelik bir işte sihrin tesiri olsa o takdirde zarar verir. Böyle bir tesir de yoktur. Nasıl olabilir ki, Allah O'nu herhangi bir kimsenin peygamberliğe yönelik bir konuda zarar vermesinden korumuştur. Diğer taraftan Uhud harbinde dişinin kırılması ”Allah seni insanlardan korur" (Maide: 67) âyetinde belirtilen koruma teminatına zıt değildir.

Keşfu'l Esrar’da şöyle dendi: ”Sihrin Hazret-i Peygambere tesir etmesinin hikmeti nedir? Allah, tuzak kuranın tuzağını niye boşa çıkarmamıştır? Onu niçin iptal etmemiştir? denirse, biz de şöyle cevap veririz: Aslında bu, Rasûlüllah'ın doğruluğuna, Mucizelerin gerçekliğine ve kendisine sihirbazlık ve kâhinlik isnad edenlerin yalancılığına delâlet eder. Çünkü sihirbazın sihri Rasûlüllah'a tesir etmiş, öyleki bazı şeyleri karıştırmış, bir çeşit acı hissetmiştir. Halbuki Hazret-i Peygamber sihir bilmiyordu. Rabbine duâ etti, sonra yine duâ etti. Rabbi de O'nun duasını kabul ederek durumunu açıkladı. Şayet olağanüstü olaylar şeklinde mucizelerle ortaya çıkan şeyler, Rasûlüllah'ın düşmanlarının iddia ettikleri gibi sihir kabilinden olsaydı, sihrin tesiriyle durum kendisine karışık gelmez, Allah'a duâ yerine sıkıntıyı kendi kendine savmaya kalkardı. Allah'a harndolsun ki, bu durum O'nun peygamberliğine en büyük delillerdendir."

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh)'den şöyle rivayet edilmiştir: ”Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uykuda iken yahutta uyku ile uyanıklık arasında iken O'na iki melek geldi, Birisi başı ucuna diğeri ise iki ayağı yanına oturdu. Ayak ucundaki melek, başı ucundakine seslendi: ”Bu uyuyan zatın şikâyeti nedir?" Başı ucundaki: 'Sihirdir' dedi. Öteki: 'Peki sihri kim yaptı?' deyince başı ucundaki: 'Yahudi Lebıb b. A'sanı' dedi. Ayak ucundaki melek: 'Peki sihri nereye koydu?' dedi. Öteki melek: 'Filân kuyunun dibine' deyince bu sefer 'bunun ilâcı nedir?' diye sordu. Başı ucundaki melek: 'Bu kuyuya gidilecek, suyu boşaltılacak ve inşallah iyileşecektir,' dedi. Hazret-i Peygamber uyandı. Zaten söylediklerini anlamıştı. Bunun üzerine, daha önce de belirtildiği gibi Hazret-i Ali'yi gönderdi."

Yine Hazret-i Âişe (radıyallahü anh)'den şöyle rivayet edilmiştir:"Rasûlüllah, vücudunda herhangi bir rahatsızlık hissedince sağ eli içine İhlâs ve muavvizeteyn sûrelerini okur ve eliyle ağrıyan yerini sıvazlardı." (3)

3- Hadisi, Mâlik Ebu Davucl ve Nesaî tahric etmiştir. Bu hadiste Âişe validemiz şöyle demiştir: ”Rasûlüllah'ın ağrısı artınca ben O'na Felak ve Nâs sûrelerini okur, ağrıyan yere bereket umarak elimi sürerdim." Bkz. Tefsiru İbn Kesir. 3/694.

4 ﴿