NÂS SURESİ

1

De ki: 'Sığınırım ben insanların Rabbine... Yani faydalarına olan şeyleri bolca vermek ve zararlarına olan şeyleri de uzaklaştırmak suretiyle kendilerini terbiye eden, işlerini çekip çeviren Allah'a sığınırım.

2

İnsanların hükümdarına... Bu âyet açıklamaktadır ki, Cenab-ı Hak'kın onları terbiye etmesi, diğer mal sahiplerinin, sahip oldukları mallarında uyguladıkları terbiye üslûbuna benzemez. O'nun Rabliği, kâmil bir hükümranlık, yaygın bir tasarruf ve mutlak bir hakimiyet tarzındadır. Hazret-i Peygamber'in dualarından birisi şöyledir: ”Hamd, sadece sanadır. Senden başka ilâh yoktur. Her şeyin Rabbi ve hükümdarı sensin."

3

İnsanların ilâhına... Bu âyet belirtmektedir ki, Allahü teâlâ 'nın hakimiyeti, diğer hükümdarların en fazla yapabildikleri gibi sadece insanlar üzerinde üstünlük kurmak, yaşama tarzlarını düzenleyip yönetmek, muhafaza ve himaye esaslarını üstlenmekten ibaret değildir. O'nun hakimiyeti bundan da öte ilâhlığa dayalı, yok etme, var etme, öldürme ve diriltme gibi, onlar üzerinde her türlü tasarrufu, kâmil manada sağlayacak olan mabudluk yoluyladır. Bütün âlemlerin düzeni O'nun ilâhlığı, otoritesi ve Rabliğine tâbi olduğu halde özellikle, ”insanların Rabbi, hükümdarı ve ilâhı" denmesi şundan ötürüdür: Burada kendisinden sığınılan, insanlara düşmanlığıyla bilinen şeytanın şerridir. İnsanların Allah'ın kulluğu ve otoritesi altında bulunduğunu söylemek, onları şeytanın baskı ve tehlikesinden kurtarmanın bir bakıma işaretini vermektedir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: ”Kullarım üzerinde senin bir nüfuzun olamaz..." (Hicr: 42) Muzaf-ı ileyh (tamlayan) olan ”insanlar" sözünün tekrar edilmesi, izafet yoluyla durumun iyice açığa çıkarılması ve vurgulanması içindir. Çünkü şerefli sayılmayanlara önem verilmez, adı tekrarlanmaz, aksine ihmal edilip bir tarafa bırakılır. İnsanlar ise şerefli oldukları için tekrar edilmişlerdir. Şâir şöyle dedi:

Numân'ın adını bize tekrar tekrar an,

O, andıkça kokusu yayılan misktir her an.

Şayet insanlar, yaratılmışların en şereflisi olmasalardı, Allah kitabını onların adıyla bitirmezdi.

4

O sinsi vesvesecinin şerrinden... ”Vesvâs," vesvese anlamında bir isimdir. Hissedilip sakmılamayan gizli bir fısıltıdır. Vesvese, vesvesecinin tekrarladığı ve kalbine attığı kimsenin yanında vurguladığı bir söz olduğu için, mana tekrarlandıkça vesvese sözü de tekrarlandı. ”Vesvâs"tm maksat, şeytandır. Çünkü o, sesini işitmeksizin kalbin anladığı gizli bir sözle yani fısıltıyla günaha çağırmaktadır. Bu da, Allah'ın rahmetinin genişliğini ileri sürerek veya ömrünün uzun olduğunu ve tevbe için çok zaman bulunduğunu hayal ettirerek olmaktadır. Şeytan, mübalâğa için yaptığı vesvese fiiliyle adlandirildi. Devamlı vesvese verdiği için sanki bizzat vesvesenin kendisi sayıldı. Cenab-ı Hak, vesvesesinin şerrinden demedi de vesvâs diye tanımlanan şeytanm şerrinden sığınmayı dile getirdi ki, sığınma, onun bütün serlerini kapsasın. O, şeytanı, sıfatlarının en kötüsü, en tesirlisi ve en bozguncusuyla tanımladı.

Şeytanın, insanoğlunu çağırdığı şeyler şu altı mertebede toplanmaktadır:

Birinci mertebe: Küfür, şirk, Allah ve Rasûlüne düşmanlık. Bu konuda insanoğluna galip gelirse içi serinler ve beraberindekilerle yorgunluğundan istirahat eder. Şeytanın insandan ilk istediği budur.

İkinci mertebe: Bid'attır ki, bu, iblise günahtan daha sevimli gelir. Çünkü günahtan tevbe edilir ve günah silinir. Bidat ise, sahibi onu doğru sanır ve tevbe etmez. Şeytan bundan âciz kalırsa üçüncü mertebeye geçer.

Üçüncü mertebe ise, bütün çeşitleriyle büyük günahlardır. Bundan da âciz kalırsa dördüncü mertebeye atlar.

Dördüncü mertebe; biriktiğinde sahibini mahveden küçük günahlardır. Küçük günahlar, küçücük odunlardan yakılan ateş gibidir. Şeytan bunda başarılı olmazsa beşinci mertebeye geçer.

Beşinci mertebe: Kendisinde sevap ve ceza bulunmayan mubah işlerle meşgul olmaktır. Ancak burada mubah işlerle uğraşmaktan ötürü sevabı kaçırma cezası vardır. Bunda da başarılı olamazsa sonraki mertebeye geçer.

Altıncı mertebe: Bu mertebe ise, daha sevaplı işleri bırakıp az sevaplı işlerle meşgul etmektir. Şeytan, hiç olmazsa insanı daha sevaplı olan amelin sevabından mahrum etmek istemektedir.

Ebû Amr el-Buhârî (radıyallahü anh) şöyle dedi: ” Vesvesenin aslı ve neticesi on şeyden meydana gelir. Birincisi hırstır. Ona tevekkül ve kanaatla karşılık ver. İkincisi emeldir. Onu da hemen öleceğini düşünerek kır. Üçüncüsü dünya nimetleriyle zevklenmedir. Ona da, nimetlerin kaybolacağını ve hesaplarının uzunluğunu düşünerek karşı koy. Dördüncüsü hasettir. Onu da Allah'ın adaletini göz önüne alarak yok et. Beşincisi sıkıntıdır. Ona da Allah'ın ihsanını düşünerek karşı koy. Altıncısı kibirdir. Onu tevazu ile kır. Yedincisi mü'minin değerini küçümsemedir. Onu da mü'minleri sayarak ve hürmet ederek izale et. Sekizincisi dünya sevgisidir. Onu ihlâsla yok et. Dokuzuncusu yükselme ve baş olma arzusudur. Onu zillet ve huşu ile defet. Onuncusu cimriliktir. Onu da cömertlikle yok et."

Hannâs: İnsan Rabbini andığı zaman sinip geri çekilmeyi huy edinen demektir.

Hikâye edildiğine göre velîlerden birisi Allahü teâlâ 'ya duâ ederek şeytanın nasıl gelip vesvese verdiğini görmek istedi. Bunun üzerine Allah ona billur şeklinde bir insan silueti gösterdi. İki omuzu arasında kuş yuvası gibi siyah bir boşluk vardı. Sinsi şeytan geldi. O domuz kılığında idi ve fil hortumu gibi uzun hortumu vardı. İnsan vücudunun her tarafını yoklamaya başladı ve iki omuzu arasına gelip hortumunu kalp tarafına sarkıttı, hemen ona vesvese vermeye koyuldu. Kul Allah'ı zikredince şeytan geriye çekildi, bundan dolayı ona, geriye çekilen manasına ”hannâs" dendi. Çünkü zikrin nuru kalpte gözükünce o gerisin geriye çekilir. Şeytanın cisimlere girmesi de mümkündür. Çünkü o, her ne kadar ateşten yaratılmış olsa da lâtif bir cisimdir. Yakıcı değildir. Zira ateş, hava ile karışınca insan gibi özel bir karışını ortaya çıkmaktadır.

5

O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar. İnsan Allah'ı anmaktan gafil olunca vesvese verir. Cenab-ı Hak önce şeytanın vesvesesini, sonra da vesvese yeri olan göğüsleri zikretti. ”İnsanların göğüslerine vesveseler fısıldar" sözündeki inceliği iyi düşün. Kalplerine demedi de, göğüslerine dedi. Göğüs kalbin alanı ve evidir. Şeytandan insan aleyhinde olan kötü duygular içeri girer, göğüste toplanır sonra kalbe ulaşır. Göğüs, dehliz konumundadır.

Kalpten çıkan duygu ve emirler de göğüse gelir, oradan diğer organlara dağılır. Şeytan kalp mıntıkasına ve evine girer. İstediğini kalbe atar. Böylece göğüsten kalbe ulaşacak şekilde göğüslere vesvese vermiş olur.

6

Gerek cinlerden, gerek insanlardan.'“ el-Cinnetü," cin topluluğu demektir. ”Miri' vesvese vereni açıklamak için gelmiştir. Vesvese veren ise, insan ve cin olmak üzere iki kısımdır. Nitekim Allahü teâlâ  şöyle buyurmuştur: ”Cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık..." (En'am: 112) Kendisine vesvese verilen ise, birtek cinstir. O da, insandır. Cin şeytanı, bazan vesvese verip, bazan çekildiği gibi, insan şeytanı da aynı şekilde yapmaktadır. Önce insana bâtıl fikirleri aşılar, sonra da ona karşı kendisini cok samimi ve merhametli bir dost gibi takdim eder. Dinleyen onu reddederse geri çekilip vesvese vermeyi bırakır. Şayet sözünü dinleyip kabul ederse vesveseyi artırır.

Burada mühim bir incelik vardır; Felak sûresinde kendisine sığınılan Allah, bir sıfatla belirtildi. O da. ”felahın Rabbi" sıfatıdır. Kendisinden sığınılan ise, üç çeşit musibettir. Bunlar; gece, büyücüler ve hasetçidir. Nâs sûresinde ise, kendisine sığınılan Allah, üç sıfatla sıfatlanmıştır. Bu sıfatlar; Rab, melik ve ilâh'tır. Kendisinden sığınılan musibet ise, bir tektir. O da vesvesedir. Malumdur ki, istenilen şey çok önemli, ona karşı arzu da tam ve aşırı olursa, istekten önce isteyicinin övgüsü çok olur. Önceki sûredeki istek, bedenin, belirtilen âfetlerden selâmette olmasıdır. Bu sûredeki ise dinin, şeytanın vesveselerinden selâmette olmasıdır. Bu, her nekadar bir tek istekse de çok önemli bir istektir. Bedenin belirtilen musibetlerden selâmette olmasını istemek çeşitli ise de, dinin vesveseden selâmetini istemek kadar önemli değildir.

Hazret-i Âişe validemizden şöyle rivayet edilmiştir: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), her gece yatağına girdiği vakit, iki avucunu bir araya getirir, onlara üfler, İhlâs, Felak ve Nâs sürelerini okur, sonra da vücudunun erişebildiği yerlerini sıvazlardı. Önce başından, yüzünden ve vücudunun ön taraflarından başlar ve bunu üç defa yapardı." (1)

1- Hadisi, Buharî ve Sünen sahipleri tahrie ettiler. Bkz. Muhtasar-u ibn Kesîr: 3/692.

Kûtu'l-Kulûb adlı eserde şöyle denilmektedir: ” Kul, dersine şöyle diyerek başlasın: 'Kovulmuş şeytanın şerrinden, her şeyi bilen ve işiten Allah'a sığınırım. Ey Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rabbim!' Sonra Nâs ve Fatiha sûrelerini okusun ve her sûreyi okuduğunda da: 'Allah doğru söyledi, Peygamberi de tebliğ etti' desin ve şöyle devam etsin: Allahım! Bu duamızda fayda ve bereket ihsan et. Hamd alemlerin Rabbi Allah'a aittir. Hayy ve Kayyımı olan Allah'tan af dilerim."

Rivayet edildiğine göre. İbni Kesîr Kur'an'ı okuyup. Nâs sûresine geldiğinde Fatihayı ve Bakaranın ilk beş âyetini de okurdu. Bu hâle, varıp göçenin hâli denir. Çünkü o, okumasıyla hatmin sonuna ulaşıyor, hemen başka bir hatme geçiyor. Şeytanı mat etmek için Müslümanların toplu oldukları yerlerde hatim, bu şekilde yani İbn Kesîr ve başkalarının yaptıkları gibi yapılmaktadır.

Ahmet b. Hanbel'den de şöyle bir söz rivayet edilmiştir: ”Nâs sûresini okuyan peşinden duâ eder, hatmine başka bir kıraat eklemesi müstehap olmaz. ” Bunun müstehap olduğuna dair de kendisinden bir görüş varid olmuştur. Irak âlimleri, Kur'an hatmedildiğinde üç kerre İhlâs okunmasını güzel görmüşlerdir. Şayet hatim, namazlarda olmuşsa İhlâs tekrar edilmez.

İmam Buhârî'den şöyle rivayet edilmiştir: ”Her hatimde makbul bir duâ vardır. Kişi Kur'an'ı hatmettiğinde melek onun alnından öper."

Ahmet b. Hanbel, hatim esnasında duâ etmenin müstehap olduğunu söyledi. Seleften bir topluluk da aynı görüştedir. Hatim indiren kimse, kıbleye yönelerek istediği duayı eder. Ellerini açar, Allah'a boyun eğer, duanın kabulünü umar, duada yaldızlı ifadelerden kaçınır. Duadan önce ve sonra Cenab-ı Hakkı över, Hazret-i Peygamber'e salevât getirir. Dua bitince ellerini yüzüne sürer.

Hazret-i Ali, hatim indirdiğinde şu duayı okurdu: ”Allahım! Senden, huşu duyanların tevazuunu, yakîn sahiplerinin itilâsını, fazîletlilerle beraber olmayı, her güzelliğin ganimetini, her günahtan selâmeti, cennete ermeyi, cehennemden kurtulmayı dilerim."

Cezerî şerhinde şöyle denilmektedir: ”Hatim indiren kişinin duada ısrar etmesi, mühim şeyler istemesi, manalı kelimeler kullanması, çoğu isteklerinin âhiretle, mü'minlerin işleriyle, kralların ve diğer idarecilerin ıslahıyla, onları itaatta başarı ile, aykırılıktan korunmaları, takva ve fazîlet hususunda yardımcı olmaları, hakkı yerine getirmeleri, din düşmanlarına ve diğer isyankârlara galip gelmeleriyle alâkalı olmalıdır."

Hatim sırasında Hazret-i Peygamber'in söylediği bazı sözler şunlardır: ”Allahım! Bu yüce Kur'an la hana merhamet et. Onu benim için önder, nur, hidayet ve rahmet kıl. Allahım! Kur'an dan unuttuklarımı bana hatırlat. Ondan bilmediklerimi bana öğret. Gece gündüz Kur'an okumakla beni rızıklandır. Ey Alemlerin Rabbi! Kur'an'ı benim için delil yap."

Ebu'l-Kasım Şâtıbî de hatim indirdiğinde şu duayı okurdu: ”Allahım! Biz senin âciz kullarınız. Erkek ve kadın kullarının çocuklarıyız. Üzerimizde hükmün geçerlidir. Üzerimizdeki hükmün sırf adalettir. Allahım! Sana ait bütün güzel isimlerinle - ki sen kendini bunlarla isimlendirdin veya kullarından birine öğrettin veya Kitabında bildirdin veya kimseye bildirmeyip kendine sakladın- senden istiyoruz ki, Kur'an'ı kalplerimizin baharı, gönüllerimizin şifası, üzüntülerimizin ve dertlerimizin ilâcı yap. Kendilerine nîmet verdiğin Peygamberler, sıddîklar ve sâlihlerle birlikte Sana, selâmet yurduna ve Naîm cennetine giden yolda onu bize delil eyle. Ey merhametlilerin en merhametlisi! ”

Dualarımızın sonu, ”âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" demektir.

***************

Allah'ın yardımıyla bu yüce Kur'an'ın tefsiri, Peygamberlerin önderi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)' in hicretinin 1404. senesinde Mekke'de tamamlandı. Efendimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ve bütün ashabına salât ve selâm olsun.

0 ﴿