2

İmam-ı Ebu'l-Leys (radıyallahü anh); İbn Abbas'tan rivayet ederek şöyle demiştir: (.......) demek -bütün şükredenlerin şükrü Allah'a mahsustur.

Allah'tan başkasına şükür lâyık değildir» demektir. Çünkü bütün nimetleri veren Allah'tır, Şükür de nimet sahibine lâyıktır.

İmam-ı Katâde: -Yüce Allah bu sûreye şükürle başladı, surenin sonunda gadaba uğrayan Yahudilerle, sapıklığa düşen Nasranileri zikretmesi buna işarettir. Sonsuz şükürler olsun o padişaha ki, bizi gadabına uğrayanlardan. Haktan uzaklaşanlardan yapmadı. Bizi İslâm'la şereflendirdi. Rahmetine lâyık gördü» demiştir.

Bazı tefsir sahiplerinin görüşü ise şöyledir: «Yüce Allah kitabına namd ile başlayarak zatına şükretti. Bundan dolayı kulların da Allah'a şükretmesi vacip oldu. Allah'ın kullarına bahşetmiş olduğu nimetler sayılamayacak kadar çoktur. İnsanlar bu nimetleri saymaya kalksalar asla sayamazlar. Bu nimetlere karşılık elbette Allah'a şükür gerekir. Şükrü bize öğreten de kerem sahibi Allah'tır. Yüce Allah iki cihan güneşi olan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ile tenbih edip buyurdu ki: -Bütün nimetlerin sahibi Allah'tır. Size nimetlerini bahşeden O'dur.» Buna mukabil şükür yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

(........) mânadan dolayı «Elif lâm» ile gelmiştir. Bize verilen nimetler karşılığı yaptığımız şükür ve hamdlerimiz yalnız Allaha mahsustur, ikinci mâna, bizim de Allah'a hamd ü sena etmemiz için Allahü teâlâ zâtına hamd ü sena etti.

Hüseyin b. Fadıl (radıyallahü anh): «Kullar Allah'a şükürden âcizdir. Ona hakkıyla şükredemezler. İnsanlar zaaflarına kapılıp kendilerinde bir üstünlük görerek övünmesinler diye Allahü teâlâ kendi zâtına hamd ü sena etti» demiştir. Çünkü insan daima kendini beğenir. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de:

«Siz, kendinizi mednetmeyin» (Necm: 32) buyurmuştur. Bir kimsenin ben buyum, ben şuyum gibi sözlerle kendini övmesi İslâm'da yasaktır. Böyle bir övünme kibir alâmetidir. Yasak olan şeyi işlemek Allah'a âsi olmaktır. Mü’mine kibir değil vakar yaraşır.

Allahü teâlâ'nın kitabına -Hamd» ile başlamasının üç hikmeti vardır:

Birinci hikmet: Kulların Allah'a nasıl ibadet, şükür ve hamd edeceklerini bildirmek içindir.

İkinci hikmet: İnsanların medhe lâyık özellikleri olsa bile noksanları da çoktur. Ancak kemal sahibi Allah'tır. Noksan ve hatâlar içinde olan insanın kendini övmesi ve büyük görmesinin çok hatâh bir hareket olacağını bildirmektir.

Üçüncü hikmet: İnsanın hiç hatası olmasa, her hâli medhe lâyık bulunsa bile fani olan insana bütün bu özellikleri veren Allah'tır. Allah'ın vermiş olduğu bu lütuflarla kibirlenmenin ve övünmenin Allah'a itaatsizlik olacağını bildirmektir. Allah'ın verdiği ile kibirlenen adamın hali şu misale benzer: Başkasının malını fakire vermek için görevlendirilen bir adam, kendi malını fakirlere dağıtıyormuş gibi hareket ederek, kendini medhetmesi ne kadar yersiz bir harekettir. Başkasının malıyla övünmek, rüyada zengin olmaya benzer. Bu ne kadar hayâlse başkasının malıyla övünmek de o kadar hayâldir. Mal başkasının, kendini medheden başkası. Bunun için Yüce Allah insanların kendilerini medhetmelerini ve kendilerine verilen meziyetlerle övünmelerini men ediyor. İnsan ne kadar mükemmel olursa olsun yine noksanlıklarla doludur. Noksan sıfatları bulunmayan yalnız Allah'tır, övgüye lâyık olan O'dur. Kitabına hamd ile başlamasının hikmeti de budur. O, ebedî ve ezelidir. O'nun varlığı başkasından değildir.

Abdullah İbn Abbas (radıyallahü anh) demiştir ki: (.......) lâfzı bütün şükredenlerin kelâmıdır. Âdem (aleyhisselâm) yaratıldığı zaman aksırdı ve dedi. Buna mukabil Yüce Allah Adem'e rahmet edip

«Yâ Âdem, Rabbin sana rahmet etti, sen de O'na hamd ü sena et. Çünkü sen O'nun için yaratıldın» buyurmuştur. Allah'a hamd ü sena edenlere Allah rahmet edecektir. Allah'ın rahmeti her şeyi ihata etmiştir.

Nûh (aleyhisselâm) kendisine iman edenlerle beraber gemiye binip düşmandan uzaklaşınca Yüce Allah'a şöyle dua etmiştir:

«O Allah'a şükürler olsun ki, bizi düşmanın zulmünden kurtardı» (Mü’minün: 28).

Hazret-i İbrahim yaşlanıp çocuğu olmasından ümidini kesmişti. Yüce Mevlâ Hazret-i İbrahim'in yaşlılığına rağmen İsmail ile İshak'ı ona verdi. İbrahim (aleyhisselâm) da Allah'a şükrederek:

«Bana (şu) ihtiyarlığıma rağmen İsmail'i ve İshak'ı bahşeden Allah'a hamdolsun. Çünkü benim Rabbim duaları elbette işiten (kabul eden) dir» (İbrahim: 39) demiştir.

Âlemlerin Rabbi olan Allah lütuf ve ihsanı ile Dâvud ve Süleyman (aleyhisselâm)'a hilâfet ve peygamberlik verince, onlar:

«Bizi mü’mîn kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun» (Neml: 15) dediler. Bize hilâfet ve peygamberlik vermekle mü’min kullarının birçoğundan üstün kıldı. İlim ve hikmet öğretti.

Yüce Allah Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle buyurmuştur;

«Ve de ki: Hamd, evlât edinmeyen, mülkünde hiçbir ortağı olmayan, bir noksanlıktan dolayı başkasının yardımına ihtiyacı bulunmayan Allah'a olsun. O'na kemâl-i ta'zim ile ta'zimde bulun» (İsrâ: 111).

Yâni evlât edinmeyen, mülkünde ortağı olmayan, başkasının yardımına ihtiyacı bulunmayan, ezeli ve ebedi olan, bütün noksan sıfatlardan beri olan Yüce Allah'a şükürler olsun. Benim Rabbim yücedir. Kimse O'na hükmedemez. Mülküne ortak olamaz. Her şeyin sahibi ve velisi O'dur. Her şükür Allah'adır. Her şükür nimet mukabilindedir. Allahü teâlâ kullarına sayısız nimet bahsetmiştir. Nitekim Cennet ehli âhiretin şiddetinden kurtulup cennet nimetine kavuştukları zaman, Kur'ân-i Azîmüşşân’ın beyanına göre şöyle diyeceklerdir:

-Bizden tasayı gideren Allah'a hamdolsun' (Fâtır: 34). Mahşer ve kıyamet sıkıntılarını bizden giderip cennet nimetini bize bahşeden Allah'a şükürler olsun.

Dünya ehli de Allah'a şükrederek şöyle demişlerdir;

-Gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a hamdolsun» (Enam: 1).

Geceyi, gündüzü, yeri ve gökleri yaratan Allah'a şükürler olsun. Bunlarda bizim için sayılamayacak kadar nimetler yaratmıştır. Allahü teâlâ'nın mülkünde ortağı yardımcısı ve çocuğu olsaydı Allah olamazdı. Allah ezelî ve ebedîdir. Ortağı yoktur. Bunun için bütün nimetlerini kullarına vermiş, karşılığında şükür istemiştir.

Aile efradı olan bir padişah düşünün. Bu padişahın bütün servetini emri altındakilere vermesine aile efradı asla razı olmazlar. Şayet verecek olsa aile efradı buna mani olur. Ancak kendi avanesinden artanı emri altındakilere verir. Tamamını veremez. Yüce Mevlâ'nın ortağı ve O'nun ihsanına mâni olacak biri bulunmadığı için bütün nimetlerini kullarına vermiştir.

Bu nimetlere mukabil, kullarının da kendine şükretmesini emretmiştir. Şükür, kulun yaratılışının gereğidir. Kul şükreder, Mevlâ nimetini artırır. Şükür nimetin artmasına vesiledir. Kulun şükretmesi Yaratan’ın hoşuna gider. Yüce Mevlâ'yı memnun eder. Allah'ın nimeti kullarının üzerine daimîdir. Allah'ın nimetlerinin sonu gelmez. Bitip tükenmez. Bitmeyen, tükenmeyen nimetlere karşı kulun da her an Allah'a şükretmesi vaciptir. Kul, Allah'ın vermiş olduğu nimetlerin şükrünü hakkıyla edâ edemez. Buna hiç bir kulun yetmez. Sadece hayatı boyunca kendi vücudundaki nimetlerin şükrünü eda etmeye çalışsa, onların şükrünü bile eda etmekten âcizdir. Kendi vücudundaki nimetlerin şükrünü eda edemeyen, bunca nimetin şükrünü nasıl eda edebilir? İnsanın sayısız nimetler karşısında şükürden âciz olduğunu bilmesi de ayrıca bir şükürdür.

Acziyet içinde olan insanın aczini bilip, Yaratan'ına boyun eğmesi, O'na teslim olması da şükür sayılır. Yaratan'a teslimiyet, O'nun emirlerine boyun eğip yerine getirmekle ve verdiklerine şükretmekle mümkün olur. Her nimetin şükrü kendi cinsiyle eda edilir. Bunu bilip ömürlerini ibadet ve itaatla geçirenler İslâm nimetinden istifade etmiş, Allah'ın -Bana hamd edin» emrini yerine getirmiş olurlar. Çünkü Yüce Allah kullarının kendine hamdetmesini emretmiş, Allah ismi ile Hamd ismini birlikte zikretmiştir, Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce Allah:

«Hamd yalnız alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur» buyurmuştur. Bu ifade hem Allah'a hamd, hem de Allah'a ta'zimdir.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Rab» kelimesi seyyid yerine kullanılmıştır. Seyyid ise Ulu anlamına gelmektedir. Yüce Allah, Yûsuf kıssasında Yûsuf (aleyhisselâm)'ın zindan arkadaşı olan sucuya şöyle söylediğini beyan ediyor:

«Rabbine dön.» (Yûsuf: 50).

Bu âyeti İbn Abbas misal vermiştir. Hamd ve şükür yalnız âlemlerin seyyidinedir. Âlemlerin seyyidi bütün varlıkların Rabbidir.

Bazı müfessirlere göre «Rabbü'l-âlemîn» bütün varlıkların yaratanı, rızıklandıranı, besleyeni, halden hâle değiştirenidir. Âlemlerin Rabbi olan Allah insanı nutfe iken kan, kan iken bir parça et, bir parça etten iskelet ve ruh vererek dünyaya getirip ölene kadar şekilden şekle sokmuştur. İnsan bütün bunları düşünürse Rabbine nasıl kulluk yapması gerektiğini anlamış olur.

Bazı bilginlere göre «Rab» sahip mânasına gelmektedir. Nitekim Araplar: (......) derler: Mânası «Bu evin ve bu hayvanın sahibi demektir. «Rabbü'l-âlemin»'in mânası, -Yüce Allah bütün âlemlerin sahibidir.»

Soru: Yüce Allah Fatiha sûresinde «Rabbü'l-âlemîn» diye zikretti de neden «Hâliku'l-âlemin» veya buna benzer sıfatlardan birini zikretmedi? Sadece Rabbü'l-âlemin diyerek -Rab' de tahsis etmesinin hikmeti nedir?

Cevap: Rab, besleyen ve terbiye edendir. Çünkü yaratılanların daima beslenmeye ve terbiyeye ihtiyacı vardır. Bunun için «Rab» zikredilmiştir. Bu açıklamadan şu soru akla gelmektedir.

Soru: «Rab» besleyen anlamına geldiğine göre neden Yüce Allah, demedi?

Cevap: «Rab» besleyen, terbiye eden ve büyüten anlamlarına gelir. Halbuki Allah'ın «Rezzak- sıfatı sadece varlıkların beslenmesi ile ilgilidir. Allah'ın Rab sıfatı, Rezzak sıfatından daha şümullü olduğu için «Rabbü'l-âlemin» denilmiştir. Zira terbiye yalnız beslenmekle olmaz. Beslenmek sadece varlıkların gelişmesini sağlar. Halbuki varlıkların beslenmeye ihtiyaçları olduğu gibi, terbiyeye ve korunmaya da ihtiyaçları vardır. Rab kelimesi bunların hepsini içine aldığı için Yüce Allah «Rabbü'l-âlemîn- buyurmuştur. Rab kelimesinin bu sayılanlardan daha başka bir çok hikmetleri vardır.

Yaratmış olduğu bütün varlıkların rızkını veren Allah'tır. İnsanlar kendi rızıklarını kendilerinin kazandığını sanmasınlar. İnsanların çalışması, koşuşması rızkı elde etmek için bir sebeptir. Gerçekte rızkı veren yalnız Allah'tır. «Rızkımı ben kazanıyorum» demek küfürdür. Yüce Allah'ın «Rezzâk-ı âlem» olduğunu inkardır. Bütün gayretler Allah'ın tayin etmiş olduğu rızkı elde etmek için bir sebep ve bir vasıtadır. Bize düşen görev de budur.

Diğer bir açıklamaya göre «Elhamdü lillâhi rabbil âlemin»'in mânası şöyledir: Sonsuz şükür ve hamd ü senalar âlemlerin yaratıcısı olan Allah'a mahsustur. Allah, gizli ve açık çeşitli nimetleriyle âlemleri besleyendir. Bu nimetlerin kimi ruhani; namaz kılmak, Kur'an okumak, tesbih çekmek ve Allah'ı zikretmek gibi. Kimi de cismanîdir, yenilen çeşitli gıdalar gibi. Bunlar olmadıkça hayatın devam etmesi mümkün değildir. Bütün bunların hepsi Allah'ın «Rab» sıfatının birer tecellisidir.

İslam bilginleri âlem hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimine göre âlem bir nesnedir. Bazılarına göre yeryüzünde hareket eden her canlı bir âlemdir. Bazılarına göre ise akıl sahibi olan, Allah'ın emir ve yasaklarının muhatabı bulunan insanlar, melekler, cinler gibi varlıklardır. Diğer varlıklar âlemden sayılmaz, demişlerdir.

Bazı bilginler de âlem hakkında beş görüş ileri sürmüşlerdir.

Birinci görüş: İnsan ve cin topluluğu âlemdir. Bunun delili de şu âyet-i kerîmedir:

«Furkan'ı (Kur'ân'ı) âlemlerin bir korkutucusu olsun diye, kulu (Muhammed'e) indiren (Allah'ın şanı) ne yücedir» (Furkan: 1).

Ulu padişah kulu Muhammed üzerine Kur'ân-ı Kerîm'i indirdi ki, bunun ile âlemleri korkutucu olsun. Bu âyetin muhatabı insanlarla cinlerdir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de ibadetle mükellef tutulan bu ikisidir.

İkinci görüş: Rüzgâra âlem denilmiş ve misal olarak şu ayet getirilmiştir:

«Sizi, şüphesiz bütün âlemler üzerine üstün kıldık» (Bakara: 122).

Başkası üzerine sizi üstün yaptık. Allahü teâlâ insanları âlemler üzerine hükümran kılmıştır.

Üçüncü görüş: Âdem (aleyhisselâm)'dan kıyamete kadar geçen zamana âlem denilmiştir. Şu âyet-i kerîme de bunun misâlidir:

«Lût'u da, içinde âlemler için bereketler verdiğimiz arza (ulaştırarak) kurtardık' (Enbiyâ: 71).

Âdem Babamızdan kıyamete kadar geçen devirlere âlem denilmiştir.

Dördüncü görüş: Nuh (aleyhisselâm)'dan kıyamete kadar geçen zamana âlem denilmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de:

«Bütün âlemler içinde (bizden) Nuh'a selâm» (Sâffât: 79) buyurulmuştur.

Nuh (aleyhisselâm) insanlığın ikinci babasıdır. Bunun için Nûh (aleyhisselâm)'dan kıyamete kadar geçen zamana âlem denilmiştir.

Beşinci görüş: Kendilerine kitap verilenlere âlem denilmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de

«Kim küfrederse şüphesiz ki, Allah âlemlerden ganîdir.» (Al-i İmrân: 97).

Ehl-i kitaptan kâfir olanların zararı kendilerinedir. Küfürlerinin Allah'a herhangi bir zararı dokunmaz. Ancak inkârlarının cezasını kendileri göreceklerdir. Allah bütün âlemden ganî ve münezzehtir. Her varlık O'na muhtaçtır. O, hiç birine muhtaç değildir.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah on sekiz bin âlem yaratmıştır. Dünya da bu on sekiz bin âlemden biridir» buyurmuştur.

Bazı bilginler de, yaratılan varlıkların her biri bir âlemdir ki, Allahü teâlâ hepsinin Rabbidir, demişlerdir. Onları yaratan, beşleyen, büyüten ve koruyan O'dur.

Übey bin Kâ'b (radıyallahü anh): -«Âleminden maksat meleklerdir. Meleklerin sayısı on sekiz bindir. Dört bin beş yüzü Doğu'da, dört bin beş yüzü Batı'da, dört bin beş yüzü kuzeyde, dört bin beş yüzü güneydedir. Melekler o kadar çoktur ki, sayılarını Allah'tan başkası bilmez. Gerçek sayılarını ancak Allah bilir. Bu konuda bizim fikir beyan etmemiz mümkün değildir. Bunlardan başka Hak teâlâ meleklerle dolu, genişliğini kendinden başka kimsenin bilmediği bir yer yaratmıştır ki, oradaki melekler yüksek sesle Allah'ı tesbih ederler. Onların sesini yeryüzündekiler duysalardı, korkudan helak olurlardı. Bunların bir ucu Arş'ı yüklenen meleklere ulaşır» demiştir.

Allahü teâlâ kullarına «Rubûbiyet» sıfatını açıkladıktan sonra, -Rahmet» sıfatını arz etti ve buyurdu.

Soru: Yüce Allah neden «Rububiyet» sıfatından sonra «Rahman» sıfatını zikretti? Diğer isim ve sıfatlardan birini zikretmedi?

Cevap: Bu tertip Allah'ın rahmetinin gereğidir. Zira bir kimse muhtaç olanı görüp ona acımazsa ihtiyacını karşılamaz. Ona acıyacak ki, ihtiyacını karşılasın. Allahü teâlâ yarattığı varlıkların ne durumda olduğunu biliyor. Bunun için rububiyet sıfatını zikrettikten sonra diyerek şuna işaret etti: Ey kullarım ben sizi çeşitli şekillerde terbiye ettim. Size rızık verdim, ihtiyaçlarınızı karşıladım. Zaruretlerinizi giderdim. Bütün bunlara mukabil Allah kullarından kendine ibadetten başka bir şey beklemiyor. Bunlar Allah'ın rahman ve rahim sıfatlarının gereğidir.

2 ﴿