7

Allahü teâlâ kullarının ihtiyacını bilip bunu gidermek için: buyurmuştur. «Bizi sırat-ı müstakime hidayet et.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre bu âyetin mânası şöyledir: «Yolun en doğrusu olan İslâm'a bizi hidayet et.» Sırat-ı müstakimden maksat doğru yoldur, Bu da İslâm'dır. İslâm'dan başka yollar batıl yollardır. İslamın dışında hak yol yoktur. Zaten «Hak- İslâm'dır.

Soru: Sırat-ı Müstakimden maksat İslâm'dır. İslâm, sırat-ı müstakimde olanlara mahsustur. Mevcut ve hasıl olanı tekrar dilemenin hikmeti nedir?

Cevap: Sırat-ı müstakim sahibini arzu ettiğine ulaştıran şeydir. Kulun arzu ettiği sıratın kendisi değil, sırat üzere daimi kalacak sebeplerdir. Maksuda ulaşınca o sebeplerle kaim olsun. O zaman mâna şu şekilde kendini gösterir: -Bizi, İslâm'ın gönüllerde yerleşip sabit olacağı sebeplere hidayet et. Onunla bizi arzu ettiklerimize ulaştır. Bizi dağınık ve batıl yollardan muhafaza eyle.»

Abdullah bin Mes'ud’tan rivayet edilmiştir:

«Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bir doğru çizgi çizdi. İki yanına da eğri çizgiler çizdi. Bundan sonra buyurdu ki, «Bu doğru çizgi sırat-ı müstakim olan İslâm yoludur. Eğri çizgiler ise dağınık ve bâtıl yollardır ki, her birinin başında şeytanlar bulunur. İnsanları hak yoldan alıkoyup, batıl yollara çevirmek için uğraşırlar.»

«İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bu fırkaların her biri bir yol tutacak ve İslâm'dan çıkacaklardır. Bunların hepsi helak olup cehenneme gidecek, yalnız bir tanesi kurtuluşa erecektir. Kurtuluşa erenler, benim ve sahabemin yolunda olanlardır. Yani sırat-ı müstakimden ayrılmayanlardır. Sadece bunlar kurtulacak, diğerleri helak olacaktır.»

«Resulüm, size gösterdiğim yol benim doğru yolumdur. O yola tâbi olun. Hak yoldan çıkıp şeytanın yoluna tâbi olmayın ki, o yol cehennem yoludur» (En'âm: 153), Batıl yollar dağınık yollardır, daha doğrusu hakkın dışındaki yollardır. Yüce Mevlâ buna işaret ederek buyurmuştur. «Rabbimiz, Rahim ve» Rahmanımız, ceza gününde malikimiz, dünya ve âhirette mabudumuz, bizi dağınık ve batıl yollardan muhafaza eyle. Sırat-ı müstakim üzere ayaklarımızı daim eyle. Gönlümüzü şeytanın vesvesesinden koru. İmanımızı muhafaza eyle. Bize, emirlerine karşı gelmek için fırsat verme. Fâni âlemden, ebedî âleme göçerken, son nefesde îman nasip eyle.»

Her an devamlı bir hidayet üzere yaşamak en büyük ihtiyaç olduğu için Yüce Allah kullarına namazda ve namazın dışında Fatiha sûresini çok okumalarını ve her zaman bununla dua etmelerini emretmiştir. Böylece yapılan dualar, duaların kabul edildiği bir zamana rastlar ve saadet ehlinden olarak îmanlarının yok olma tehlikesinden emin bir şekilde âhirete göç ederler.

İlim erbabına göre bu âyette bazı incelikler bulunmaktadır. Bu inceliklerin her biri bir sınıfın duasına işaret etmektedir.

Buna göre (......)in mânası şudur:

«Rabbimiz, bizi hak yola ilet. Seninle bizim aramıza şeytan girip ibadetten alıkoymasın. Bizi nefsimize uydurup sana isyan ettirmesin. Senin varlığına ve birliğine tam olan inancımızı gölgelemesin.» Bu, müritlerin duasıdır. Onlar, henüz tevbe edip muhalefetten kurtulamamışlardır. Mâbudlarına tam manasıyla teslim olamamışlardır. Allah'ın azametinden, celâlinden ve katırından haberdar değillerdir. Yaratan’ın lütfundan, kereminden gafil olup rahmetinden uzaklaşmışlardır.

Mürid, gönül aynasından akıl gözüyle baktı, hakikat suretinin ayıplan ona göründü. Hatâları meydana çıktı. Allah'a muhalefeti dininde bilindi. Ki neredeyse helak olacaktı. O anda pişman olup doğruluk kemerini kuşandı. Beline ihlâs eteğini bağladı. Uyandı ve hak yoluna başını koydu. Tevbe silâhını eline aldı, tevekkül kabını beline taktı. Rıza ve teslim azığını içine koydu. Kanaat kılıcı ile nefs-i hevayı öldürdü. Şeytanı mağlûp etti, akıl ve canı güldürdü. Bunlarla mutlak hüküm sahibinin kapısına ulaştı. O'nun lütuf ve yardımına el açtı. Allah'ın lütuf ve yardımından istifade eden, rahmet macunundan yer, marifet ilâçlarından içer, böylece kalbi ve bedeni sıhhat ve selâmet bulur. Kendine musallat olan hastalıklardan kurtulur. Kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Orada oturmaya hak kazanır. Bütün bu arzular, ancak Yaratanın lütfü ile gerçekleşir.

Kulun asıl vazifesi, daima yaratanından yardım dilemesidir. Ona karşı her zaman hizmet makamında bulunmalı, huzurunda el bağlayıp gözlerinden yaşlar akıtmalı, Yüce padişaha yalvarıp tevazu diyerek şükretmelidir. Onun rahman ve rahim sıfatlarını zikrederek, diyerek teslim olmalıdır.

Kıyamet gününün şiddet ve dehşetini hatırından çıkarma. Allah'a karşı yaptığın isyanları unutma ve onların sonucu olan cehennem azabını düşün. Aciz ve güçsüz olduğunu bil. Mülk sahibini medh ü sena et. (......) diyerek canı gönülden yalvar. Kul olduğunu aklından çıkarma. Mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu bil. Ondan yardım iste, ayetlerini oku ve kulluğunu isbat et. Bu durumunu devam ettir. Allah'a isyandan uzak ol. (......)'e devam et.

Yâ Rabbi, bizi hak yola hidayet eyle. Bize hidayetini nasip eyle ki, son nefesimize kadar kapında ve hizmetinde ebedi kalalım.

Soru: Mürid hakkında bu izahatı verdin. Ne kadar hoş, u lizol ve uygun. Bundan sonra müride -Na'büdü - neste'înü - ihdina» diyerek cemi lâfızlarıyla dua ve niyaz etmek gerekir mi? Bu lâfızlarla kendi şahsına tazim etmiş olmuyor mu? Bu şahsına tazim oluyorsa, el bağlayarak Allah'a yalvarmanın ve boyun eğmenin ne gereği vardır?

Cevap: Kişinin dua esnasında cemi sigasını kullanarak «bize» diye dua etmesinin üç ihtimali vardır. Ayrıca birinci ihtimal de üçe ayrılır:

1- Yapılan dua umumi, hususî ve şahsi olur.

Umumi dualar: Bu türlü dualar bütün Muhammed ümmetini içine alır. Dua yapılırken mü’minlerin hepsi zikredilir. Zira Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Dualarınızı umumî yapın» buyurmuştur. Bu hadîs-i şerife uygun olsun diye dualar umumî yapılır, işte bunun için dua eden şahıs cemi sığası olan «Biz»i kullanır.

Hususi dualar: Dua eden adam aile efradını hısım akrabasını kast ediyorsa, yine cemi sığası olan «biz»i kullanarak dua eder.

Şahsi dualar: Dua eden şahıs bütün azalarını kast etmiş olur. Dilini bunların tercümanı yapar, bütün işlerinin ve amellerinin hayırlı olmasını Allah'tan niyaz eder, daima hidayet üzere olması için yalvarır. Ve bunun için cemi sigasmı kullanır.

Cemi sigasıyla yapılan dua şahsa tazim değildir. Bu tazim Allah'adır. Çünkü âyette bu şekilde zikredilmiştir.

2- İkinci mâna'dir. Mânası, «Bizi yoktan var eden Rabbimiz, bize doğru yolu sen gösterdin.. Bizi doğru yola hidayet ettin. Gösterdiğin doğru yol üzere mülkünde sabit dururuz. Ebedî bizi bu yoldan ayırma.» Bu, bütün mü’minlerin duasıdır.

3- Üçüncü mâna: Yine bu âyetten şu mâna anlaşılmaktadır: -Ey Halikımız, bizi senin yoluna ilet. Ki senden başkasına kulluk yapmayalım. Senin ibadetinle sana yakın olalım. Bu vesile ile dünya ve âhiret mutluluğuna ulaşalım. Bu, ariflerin duasıdır ki, kendileriyle Allah arasında marifet (yakınlık) hasıl olmuştur. Onlar heran Mevlâ'nın hizmetine hazırdırlar. Mevlâ'nın yolunda karar kılmışlardır. Her an O'na dua ve niyaz ederler.

Arifler buna kanaat etmeyerek haliklarına daha yakın olmayı, makam-ı illiyyine çıkmayı, Rableri ile vasıtasız kelâm etmeyi arzu ederler.

Bu âyet-i celîledeki incelikler sıralanırsa söz uzar. Ehl-i halden başkası da bunları anlamaz. Mânasını düşünemezler. Bilmedikleri için inkâr ederler ve dinlerine zarar verirler, Sözü uzatmamak için bu kadarla yetindik.

Bundan sonra Yüce Allah mümin kullarına tenbihatta bulunup «sırat-ı müstakim'i talep etmelerini buyurdu. «Bu yol daima hakkı dileyenlerin, sapık yoldan kaçanların yoludur.»

Nitekim Yüce Allah buyurdu:

«Kâinatın halikı, bizi de kendine dost ettiklerinin yoluna ilet. O yolu sen ihsan edip gösterdin. O yol ile sana ulaştılar.» Gönüllerinde senden başkasının sevgisini taşımadılar. Onlar senin peygamberlerin, dostların, şehidlerin, salih kullarındır.

İmam-ı Fakih (radıyallahü anh) Asım'dan rivayet ederek demiştir ki: Bu âyetle Peygamberimiz ve mağara ashabı kast edilmektedir. Sonra halifelere, yani Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer'e işaret edilmiştir.

Muhakkikler demişlerdir ki: Yüce Allah'ın âyat-i ceülesinin anlamı Allah'ın arif, evliya, iyiler, müridler ve bütün mû'min kullarına şâmildir. Yüce Allah ariflere in'am ve ihsan etti. Bunu iman marifetiyle yaptı. Doğruluk ve rızasıyla evliyalara ihsan etti. Hilim ve yumuşaklıkla iyilere ihsan etti. İbadetlerindeki tad ve lezzetle müridlere in'am ve ihsan etti. Doğru yola hidayetle mü’minlere in'am ve ihsan etti.

Bu âyeti okuyan mü’min, yukarıda geçenlerin hepsinin nasibini talep etmiş olur. Böylece ariflerin marifetini, evliyaların rızasını, iyilerin hilmini, müridlerin ibadetlerindeki lezzeti, salihlerin hidayet üzere olan istikametini kendinde toplamış olur. Aynı zamanda Allah'a yakın olur ve dostlarının arasına girer.

Ebu Osman (radıyallahü anh) (......) âyetinin mânasını şöyle açıklamıştır:

«Ey bizi yaratan Rabbimiz, nefsinin kötülüklerini, şeytanın hilelerini ve tehlikeli yollan kendilerine bildirerek hidayet ettiğin kimselerin yoluna bizi de hidayet eyle. Onlar rızanı kazanarak ve hak yola girerek sana yaklaştılar.» Bundan sonra Yüce Allah buyurmuştur. «Yâ Rabbi, bizi doğru yoldan sapmış, isyana dalmış olanların yolundan muhafaza eyle. Yardımını bizlere gönder. Bizi mâsiyetlerimizle zelil ve helak etme.» Nitekim Yahudilerin yardımım Kesip kendilerini zelil ettin. İslâm'dan uzaklaşıp gadabına uğradılar. Nasranîler gibi sapıtıp yanlış yola düşürme bizi. Onlar İslâm'ı terk ederek Hristiyan oldular. Bizi İslâm'la şereflendirdin. Bizi ondan ayırma.

Tefsir sahipleri şu hususta birleşmişlerdir: Fatiha sûresinde geçen «Mağdübi aleyhim» den Yahudiler kast edilmektedir. Çünkü Allah'ın gadabma uğrayan Yahudilerdir. «Dallın- den de Hristiyanlar kast edilmektedir. Çünkü onlar İslâm'ı kabul etmeyip Hristiyan oldular.

Soru: Neden «Gadap» Yahudilere, «Dâllîn» Hristiyanlara tahsis edilmiş de, «Gadap» Hristiyanlara, «Dallın» de Yahudilere tahsis edilmemiştir?

Cevap: Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de: (......) âyetini Yahudilere tahsis etmiştir, Hristiyanlar hakkında ise; (......) âyetini zikretmiştir. Bu âyetlerden de anlaşılıyor ki, gadap Yahudiler üzerine, dalâlet de Hristiyanlar üzerinedir.

Peygamberimizin şu hadîsi de bunun bir delilidir. Peygamberimiz bir gün Va'dil Kurada iken (bir yer ismi) bir zat geldi. -Ey Allah'ın Resulü, «Magdûbi aleyhim» kimlerdir, «Dâllîn» kimlerdir?» diye sordu. Peygamberimiz şöyle cevap verdi: «Mağdûbi Yahudiler, Dâllîn de Hristiyanlardır- (Muvatta'). Bundan anlaşılıyor ki, Mağdûbi yahudiler, Dâllîn de Hristiyanlardır.

Yahudilere gadabm, Hristiyanlara dalâletin tahsis edilmesinin sebebi, Yahudilerin şerir ve azgın bir millet oluşlarıdır. Yahudiler kendilerine gönderilen peygamberleri ya öldürmüşler veya işkence etmişlerdir. Hristiyanlar ise hiç bir peygamber öldürmemişlerdir. Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya îman edenlere Hristiyan denilmiş ve Hristiyanlık, ismi geçen peygamberle başlamıştır. Dolayısıyla Hazret-i İsa ile Peygamberimize kadar geçen zaman içinde hiç bir peygamber öldürülmemiştir. Ancak Peygamberimizi çok üzmüşlerdir.

Hazret-i İsa'dan öncekilere de İsrailoğulları, yani Yahudiler denilmiştir. Yahudiler kendilerine gelen peygamberlerin hepsini öldürmüşler veya işkence etmişlerdir. Hattâ bir yıl içinde yetmiş peygamber öldürmüşlerdir. Allah'ın resullerine böyle muamele etmekten çekinmemişler, onları öldürmeyi, eza, cefa etmeyi lâyık görmüşlerdir. Bundan dolayı yaptıklarının karşılığı olarak Allah'ın gadabma uğrayanlardan olmuşlardır. Böyle bir cezayı kendileri hak etmişlerdir.

Hıristiyanlar ise islâm'ı terk edip puta taptılar. Hak yoldan çıkıp batıla daldılar. Bundan dolayı dalâlete müstehak oldular. Onlar da bunu kendi elleriyle kazandılar.

Allahü teâlâ mü’min kullarına hamd ü senayı öğretti. Mürebbi, rahman ve rahim sıfatlarını bildirdi. Kıyamet gününün sahibi, mâliki ve hâkimi olduğunu haber verdi. Mü’min kullarının nasıl dua yapacağını öğretti. Daha sonra şükürlerin ve duaların kabul olması için Fatihadan sonra «Amin» denilmesini emretti.

İbn Abbas (radıyallahü anh) «Âmin» hakkında şu açıklamayı yaptı: «Fatiha'dan sonra âmin demek, 'Yâ Rabbi, bizi gadabma uğrayanlardan değil de, sırat-ı müstakimde olanlardan eyle demektir. Fakat Âmin Fâtiha'dan değildir. Yalnız Peygamberimiz Fatiha'yi okuduğu zaman «âmini- derdi, demiştir.

Îmam-ı Mücahit (radıyallahü anh): «Âmin, Allah'ın isimlerinden bir addır. Mânası, Yâ Rabbi, dualarımızı kabul eyle demektir», demiştir.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Hristiyanlar hiç bir hususta size haset etmediler, yalnız Âmin'in faziletini bildikleri için hased ettiler» buyurmuştur.

Kâ'bü'l-Ahbar (radıyallahü anh): «Amin, Allahü teâlâ'nın mührüdür. Mümin kullarının dualarını onunla mühürler» demiştir.

Imam-ı Mukatil (radıyallahü anh): «Âmin, Allahü teâlâ'nın kuvvetidir. Allah'tan ayrılıp rahmet indirir' demiştir.

İbn Abbas (radıyallahü anh): -Peygamberimize Âmin'in mânasını sordum. Âmin, Yâ Rabbi isteklerimizi tamamla» demektir dedi ve ilâve etti: «İmam veleddâllin dedikten sonra peşindekiler âmin derlerse melekler de bunların âminine iştirak eder ve Allah onların geçmiş günahlarını bağışlar.»

-Amîn, dört harftir. Fatiha sûresini okuyan kimse «Âmin» dediği takdirde, Yüce Allah her harfi için bir melek yaratır, o melekler o kul için kıyamete kadar mağfiret dilerler. Hak teâlâ Fatiha'yı okuyan mü’min kullarına rahmet nazarıyla bakar ve tevfik-ı hidayet kılar» buyurmuştur.

7 ﴿