139

«Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız mutlaka en üstünsünüzdür.»

Ey iman sahipleri, kendinizi zayıf hissedip, düşmandan korkup, acze düşmeyin. Uhud Muharebesinde uğradığınız musibetlere üzülmeyin. Eğer hakkıyla inanmışsanız mutlaka onlara galip gelecek, zaferi kazanacaksınız. Çünkü siz hüccet bakımından onlardan çok üstünsünüz. Yeter ki, savaş meydanında gevşemeyin, Allah'ın hükmüne razı olun. Zira siz yeryüzünün hâkimisiniz. Allah'ın nizamını yeryüzüne yayacak olanlar sizlersiniz.

Bu âyet-i celile Uhud Muharebesinden sonra sahabe-i kiramın her savaşta muzaffer olacağını müjdeliyor. Bundan sonra Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında yapılan savaşların hepsi kazanılmış, bir çok şehirler fethedilmiştir. Yüce Allah -inanmışsanız en üstünsünüzdür» buyurarak, bu ümmetin çok şerefli ve çok üstün olduğunu belirtmiştir.

Yüce Allah bütün peygamberlere nasıl hitap etti ise, Âhirzaman Peygamberinin ümmetine de öyle hitap etmiştir. Nitekim Musa (aleyhisselâm)'ya : Muhakkak sen en üstünsün- buyurmuştur.

Bu ilâhî hitap Musa (aleyhisselâm)'nın şahsmadır. Âyette geçen «inanmışsanız mutlaka en üstünsünüzdür hitabı, Âhirzaman Peygamberinin ümmetine mahsustur. Bu, Allahü teâlâ'nın, Âhirzaman Peygamberinin ümmetini ne kadar şerefli ve ne kadar üstün kıldığının ifadesidir.

Bazı tefsirciler de şöyle demiştir: «Uhud Muharebesinde şayet Resûlüllah'ın emrini dinleselerdi, Allahü teâlâ, onları galip kılacaktı. Yüce Allah, bunu va'd ediyordu. Nitekim Bedir'de onlan galip getirmişti. Fakat onlar Uhud'da Resûlüllah'ın emrine muhalefette bulundukları için müşrikler Müslümanlar üzerine galip gelmişlerdir.»

Müşrikler Bedir'deki yenilgilerini bir türlü hazmedemiyorlardı. Müslümanlardan intikam almaya can atıyorlardı. Bunun için büyük bir hazırlık içindeydiler. Hatta büyük bir ticaret kafilesi hazırlamışlar, kârını savaş malzemesi almak için harcamışlardı. Mekke'nin reisi olan Ebû Süfyan’ın etrafında toplanarak mutlaka bu intikamın alınmasını istiyorlardı. Bunun için de üç bin kişilik bir ordu hazırlamışlardı. Ebû Süfyan başkanlık ettiği orduya yüz deve de yardımda bulunmuştu. Süfyan'ın başkanlığında yola çıkan orduda Halid ibn Velid, Amr ibn As ve İkrime ibn Ebi Cehil de vardı. Çünkü onlar henüz Müslüman olmamışlardı. Kureyşten Mekke'de kimse kalmamış, kadınlar ve çocuklar da ordunun arkasına takılmışlardı.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerin harbe hazırlandıklarını ve kısa bir zaman içinde yola çıkacaklarını öğrendi. Bununla ilgili bir de rüya görmüştü. İstişare etmek için sahabesini topladı ve rüyasını onlara anlattı. Peygamberimizin rüyası şöyledir: -Rüyada kılıcımda bir gedik 'açıldığını gördüm. Bunu sahabemden bazılarının şehid olmasıyla yorumladım. Yine rüyada elimdeki zırhın içine giriyordum (Muvatta' - Nesei). Bunu da Medine olarak yorumladım.' Bu hususta görüşleriniz nedir? Bana bildirin.»

Peygamberimiz savaş yapmayı pek uygun bulmuyordu. Bunun üzerine münafıkların reisi Abdullah ibn Selûl şöyle der: «Yâ Resûlallah, onlarla savaşa çıkalım. Düşmanla savaşırken elbette bize zararı dokunacaktır. Fakat hiç bir düşman bizi yenemez, biz onlar üzerine galip geliriz.»

Abdullah aslında bu sözlerinde samimî değildi. Onun samimî olmadığını Peygamberimiz çok iyi biliyordu. Onun ardından Bedir muharebesine iştirak etmeyen Müslümanlar da «Yâ Resülâllah, düşmanla savaşa çıkalım. Onlar Allah düşmanıdır, bizden korktular da savaşa gelemediler demesinler ve bizim zayıf olduğumuzu sanmasınlar» demişlerdi, O kadar ileri gitmişler ki, Resûlüllah'ın canı sıkılarak evine girmişti. Bir müddet sonra silâhını kuşanarak evinden çıkar, sahabe-i kiram da toplanır. Peygamberimiz evine girdiği zaman durgundur. Sahabe bunun sebebini sorar ve -Ey Allah'ın Resulü, bizim bu hususta hiç bir fikrimiz yoktur. Şayet savaşa gidelim dersen gideriz, gitmeyelim dersen gitmeyiz. Biz her hususta sana tabiyiz' derler.

Cevaben Peygamberimiz «hiç bir Peygambere silâhını kuşandıktan sonra savaşmadan geri dönmesi yakışmaz» buyurmuştur. (Müslim), Peygamberimiz ordusu ile Uhud'a doğru yürüdü. Ordusu bin kişi idi. Fakat münafıkların başkanı Abdullah ibn Selûl üç yüz kişiyle Peygamber ordusundan ayrıldı, geri döndü. Peygamberimiz yediyüz kişi ile Uhud Dağına geldi. Savaşta stratejik yeri bulunan bir mevkiye Abdullah İbn Cabir'in başkanlığında elli kişilik bir okçu kuvvet yerleştirdi. Ve -benden emir gelmeyince kat'iyetle yerlerinizden ayrılmayın» talimatını verdi. Çünkü burası harbin kaderini tayin edecekti. Peygamberimiz geri kalan ordusu ile düşmana yakın yere geldiler ve Uhud Dağını arkalarına aldılar. Savaş başladı. Ebu Dücâne Müslümanlardan bir toplulukla savaştı. Sonra Hazret-i Ali karşısına çıktı. Sa'd ibn Vakkas düşmana ok yağdırmaya başladı, müşriklerden bir kısmım öldürdüler. Müşrikler geri çekilmeye, Müslümanlar ilerlemeye başladı. Düşmandan bazıları kaçmaya yüz tutmuştu.

Müslümanlar zaferi kazanmak üzereydi. Bunu gören Abdullah ibn Cabir'in kumandasındaki elli kişi yerlerinden ayrılarak savaş alanına koşmuşlardı. Abdullah'ın bütün ısrarlarına rağmen yanında ancak sekiz kişi kalmıştı. Bunu gören Halid ibn Velid iki yüz elli kişi ile hemen hücuma geçer ve orada kalan sekiz kişiyi şehid eder ve arkadan Müslüman ordusunu vurur. Bunu gören müşrikler hep birden hücuma geçerler. Ani baskına uğrayan Müslümanlar dağılır. Bu arada bir kısmı şehid olur, bir kısmı yaralanır ve bir kısmı da dağılır. Fakat Musa ibn Amr Peygamberimizin yanından hiç ayrılmaz, kâfirlere karşı onu korur. Şehid olunca bu defa kılıcı Ziyad ibn Sükkan alır ve şehid olana kadar Peygamberimizi korur. Şehid olunca Peygamberimiz kılıcı kendi alır ve düşman ile mukateleye başlar. O sıra atılan bir taş mübarek yüzünü yaralar, dişini kırar ve ayak bileği de yaralanır. Musa ibn Amr'ı şehid eden Resûlüllah'ı şehid ettiğini zannederek «Muhammed'i öldürdüm' diye iki defa bağırmıştır.

Bazılarına göre o bağıran iblisti. Hattâ Medine'de bile aynı şekilde bağırmıştır. Bu haberi duyan Müslümanlar küçük - büyük, kadın - erkek âni bir mateme bürünmüşlerdir. Onlar Peygamberlerine o kadar bağlı idi ki «canımız, anamız, babamız sana feda olsun Yâ Resûlâllah» diyorlardı.

Savaş henüz son bulmamıştı. Enes İbn Nadr (radıyallahü anh) Hazret-i Ömer'le, Hazret-i Talha'nın bulunduğu yere gider. Onlar sahabeden bir cemaatle bir yere çekilmiş oturuyorlardı. Enes «niçin oturuyorsunuz?» der. Onlar -Peygamberimizin öldürülmesi bizi mateme bürüdü de, ondan oturuyoruz» derler. Enes «Onun öldüğü gibi şerefle siz de ölün. Şerefle ölmek varken neden oturuyorsunuz?» der. Bunu duyan Hazret-i. Ömer, Hazret-i Talha ve diğerleri hücuma geçerler. Bu arada düşmanla savaşmakta olan Kâ'b İbn Mâlik Peygamberimizi görür ve hemen yüksek sesle «Peygamber buradadır- diye bağırır. Müslümanlar bir anda Resûlüllah'ın etrafında toplanırlar. O matem bir anda bayram sevincine döner. Mübarek elleriyle yüzünden akan kanı siler ve şöyle der: «Bu kavim nasıl felah bulur ki, Allah Resulü onları Mevlâ'larının kapısına çağırıyor da, buna mukabil onlar savaş açıp yüzünü yaralıyorlar.»

Peygamberimizin bu durumunu gören sahabe-i kiram «keşke onlara beddua etseydiniz de, onlar helak olsalardı» demişlerdir. Pey-Kamberimiz «ben beddua etmek için gönderilmedim. Ben âlemlere rahmet olarak gönderildim» buyurmuştur. Ve «Yâ Rabbi, bu kavme hidayet et. Onlar benim gerçek peygamber olduğumu bilmiyorlar» demiştir (Buhârî - Müslim). Peygamberimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O düşmanına da hiç bir zaman beddua etmemiş, onların da hidayete ermeleri için daima Rabbine niyaz etmiştir.

Bu savaşta müşrikler kölelerini de getirmişlerdi. Cabir İbn Mu'tam, Vahşi adında bir köleye şöyle demişti: «Eğer Muhammed'i öldürürsen, sana bir sürü at vereceğim. Ali'yi öldürürsen yüz deve vereceğim. Şayet bunları değil de Hamza'yı öldürürsen, seni kölelikten âzad edeceğim.» Vahşî ona şöyle cevap verir: «Muhammed'in üzerinde Allah'ın muhafızları vardır. Kimse onu yalnız bulamaz. Ali de öyle cengâverdir ki, gördüğünü sağ bırakmaz. Hamza pehlivandır, onu gafil avlayabilirim.»

Vahşî bir taşın arkasında siper alır, Hazret-i Hamza'yı beklemeye koyulur. Hazret-i Hamza oradan geçerken okunu atar ve Hazret-i Hamza'yı şehid eder. Ebü Süfyan'ın karısı Hazret-i Hamza'nın karnını yarar, ciğerini çıkarır, hıncından çiğner. Yüksek bir yere çıkarak« Bedir'deki intikamı aldık» diye bağırır. Kâfirler de «Hübel yükseldi' diye bağırırlar. Peygamberimiz «Yâ Ömer onlara cevap ver- buyurur. Ömer «Yüce olan Allah'tır. Sizin ölülerinizle bizimkiler bir değildir. Bizim ölülerimiz cennete, sizinkiler de cehenneme gittiler» demiştir. Bundan sonra Peygamberimiz ve sahabesi düşman ile savaşmaya başladılar, Allahü teâlâ Resulüne nusret edip, muavenet etti. Düşman ordusunu dağıttılar, müşrikler bu savaştan bir netice almadan geri döndüler.

Uhud Muharebesinde yetmiş kişi şehid oldu. Bunun altmış altısı Ensar'dan, dördü de Muhacirlerdendi. Müşriklerden de on dokuz kişi öldürülmüştü.

139 ﴿