ENAM SÛRESİ Bu sûre-i celîle Kur'an-ı Kerîm'in altıncı sûresi olup, 165 âyettir ve hepsi Mekke'de nazil olmuştur. Ancak bir rivayete göre (91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetleri) Medine'de inmiştir. Sûrenin Mekkî olan âyetleri yetmiş bin melâikenin tesbih ve tehlilleriyle bir gecede nazil olmuş, bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ta'zîm secdesine kapanarak Allahü teâlâ'ya çok hamd ü sena etmiştir. Sûre-i celileye en'am sûresi denmesinin hikmeti şudur: Allahü teâlâ bu sûrede insanlara bir lütuf olmak üzere deve, koyun, sığır gibi bir çok hayvanları yarattığını zikretmiş, bundan dolayı bu ismi almıştır. Ayrıca bu sûrede haramlara ait hükümler de geniş olarak zikredilmiştir. 1 «Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken hakkı tanımayanlar, bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar.» Yüce Allah bu âyet-i celîlede «hamd»'in kime mahsus olduğunu beyan ediyor. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «En'am sûresinin başından üç âyet okuyan kimseye Allahü teâlâ kırk melek vekil tayin eder, kıyamete kadar kendilerinin ibadetince ona ibadet yazarlar. Başka bir melekle de şeytanı ondan uzaklaştırır ve şeytan ile arasında yetmiş perde bulunur. Kıyamet günü Allahü teâlâ ona «Rahat ol, cennetimin nimetlerinden ye, kevserimden iç, selsebil suyu ile gusül et. Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim» der. Übey ibn Kâ'b Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «En'am sûresini okuyan kimseye Allahü teâlâ azametiyle rah-Tnetini neşreder ve bu sûrenin inzalinde hazır bulunan yetmiş bin melek sûrenin âyetlerinin sayısınca, gece gündüz Allah"dan mağfiret dilerler. Yüce Allah bu sûreye şükür lâfzı olan “Elhamdülillah” ile başlamış, âyetlerinin kulları için büyük bir nimet olduğunu beyan etmiştir. İsmi geçen sûreyi okuyan kimse büyük sevaba nail olur ve derecesi yükselir. Mü’minlerin bu büyük nimete karşılık hamd etmeleri üzerine vaciptir. Yüce Allah, kullarına tâlim etmek için ilk önce şükür lâfzı olan “Elhamdülillah” zatına hamd etmiştir. Kulları da bu sûreye “Elhamdülillah” başlayarak Allah'a hamd ü sena etmelidirler ki Kur'an'dan hasıl olan sevaba nail olsunlar ve ebedî saadeti elde etsinler. Allahü teâlâ bundan sonra nimetin kime ait bulunduğunu ve hamde lâyık olanın kim olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: «Hamde lâyık yalnız Allah'dır. O, yerleri, dağları, denizleri, ağaçları, bütün nebatları, madenleri ve gökleri yaratandır, Ay ve yıldızlarla yeryüzünü zinetlendirmiş, güneş ile aydınlatmıştır. Bunların her biri bir ölçüye göre yaratılmış olup bir yörüngede hareket etmektedirler. Yerde ve gökte olanların hepsi insanlar için yaratılmış" ;ve onların emrine verilmiştir. Bütün bu nimetler insanların Allah'a ibadet etmeleri için kendilerine verilmiştir. Her insanın bu nimetlerin sahibini bilip O'na hamd etmesi ve nimetlere karşı şükretmesi üzerine vaciptir.» Bundan sonra «Nuru ve karanlığı yaratan Allah'a hamd edin.» Bununla ateşe tapanların sözleri reddedilmiştir. Onlar şöyle demişlerdi: «Nuru yaratan Allah, karanlığı yaratan ise şeytandır.» Halbuki nuru da, karanlığı da yaratan Allah'tır. O, yaratmakta da, mülkünde de birdir. O'nun şeriki, ortağı yoktur, mutlak yaratıcı O'dur. 2 «O, sizi çamurdan yaratan, sonra size ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O'nun katindadir. Sonra bir de şüphe edersiniz.» Yüce Allah bu âyet-i kerime ile, Âdem'i balçıktan yarattığım, bütün insanları onun sulbünden meydana getirdiğini, sonra onlara ecel takdir ettiğini bildiriyor. İnsanların ecelleri daha doğmadan önce Allah tarafından takdir edilmiştir. Ecel denilen vâde geldikten sonra ömür biter, ölüm vuku bulur. Allah'ın takdir buyurduğu ömür Levh-i Mahfûz'da yazılıdır. Bazı tefsirciler bu hususta şöyle demişlerdir: «Ecel ikidir. Birincisi her canlının ömrünün son bulmasıdır. Herkes sonunun ölüm olduğunu bilir. Hiç kimse bunu inkâr edemez. Ölüm dünya hayatinin sonudur. Ancak Allahü teâlâ bazı varlıklara ecelin vaktini bildirmiştir. Rahim melekleriyle, Azrail bunlardandır. Çocuk ana rahmine düştüğü zaman kaç yıl yaşayacağını alnına yazmaları için Rahim meleklerine; vâdesi geldiği an can alması için Azrail (aleyhisselâm)'a ecelin vakti bildirilmiştir. Takdir buyurulan ecel geldikten sonra ne bir saniye ileri, ne de bir saniye geri alınır. İkincisi de ecel-i müsemmâdır. Ecel-i müsemmâyı Yüce Allah kendi zâtına izafe ederek «Belirli bir ecel O'nun katındadır» buyurmuştur. Bundan maksat şudur: Ecel-i müsemmâ kıyamettir. Onun ne zaman vuku bulacağını ancak Allah bilir. Kıyametin ne zaman kopacağını kimseye bildirmemiştir. Onun bilgisi kendi katındadır. Fakat kıyametin vuku bulacağında şüphe yoktur. Kıyamet mutlaka kopacak, bütün mahlûkat tekrar dirilecek, insanlar ilâhî adalet karşısında hesaba çekileceklerdir. 3 «O, göklerde de, yerde de Allah'tır. Sizin içinizi de bilir, dışınızı da. Ne kazandığınızı da bilir O.» Ey insanlar, yerlerin de, göklerin de Halikı Allah'tır. Yerde ve göktekilerin hepsi O'nun varlığının delilidir. Sizin gizlediklerinizi de, açıkladıklarınızı da, yaptığınız hayırları da, serleri de O bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Amellerinize göre mükâfatınızı ve mücazâtınızı verir. O'nun katında hiçbir amel ,zayi olmaz. 4 «Böyle iken onlara Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldi mi, mutlaka ondan yüz çevirirlerdi.» 5 «Gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat yakında onlara ne ile alay etmekte olduklarının haberleri gelecektir.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Mekke'li müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Yâ Muhammed, bize senin peygamber olduğunu tasdik eden bir alâmet göster de, Rabbine iman edelim ve seni tasdik edelim» derler. Bunun üzerine Peygamberimiz «Nasıl bir alâmet istiyorsunuz?» diye sorar. .'"Müşrikler de «Şayet peygamber isen dua et de ay iki parçaya ayrılsın» derler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de ellerini kaldırarak Rabbine dua eder. Rabbi duasını kabul eder ve ay iki parçaya ayrılır: Onlar ayın ikiye ayrıldığını gözleriyle görürler. Fakat yine iman etmeden oradan ayrılıp giderler, «Bu bir sihirdir» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukarda geçen âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Böyle iken onlara Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldi mi, mutlaka ondan yüz çevirirlerdi.» Müşrikler daima hakkı inkâr etmişlerdir. Bazı tefsirciler, «Bu alâmetten maksad ayın ikiye bölünmesidir» demişlerdir. Bir kısım tefsircilere göre ise, bu alâmetlerden maksad, göklerin, yerin, ayın, yıldızların, güneşin, nurun, karanlıkların yaratılmasıdır ki, bunlar Allah'ın birliğine delâlet etmektedirler. Kâfirler onları görürler de yine Allah'ın birliğini inkâr ederler. Kur'an'ın Allah tarafından gönderildiğini kabul etmezler. Onlar Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay ederek şöyle demişlerdir: «Bu, Allah kelâmı değildir, onu sen uydurdun, düzdün.» Halbuki Kur'an-ı Azîmüşşân kendilerine meydan okumuş, onlar da Kur'an'ın azameti ve belagatı karşısında dona kalmışlardır. O kâfirler alay ve istihzalarının cezasını pek yakında göreceklerdir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de onların nasıl bir azaba uğrayacaklarını bildirmiştir. 6 «Kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yer yüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve aralarından başka bîr nesil yetiştirdik.» Allah'ın âyetlerini inkâr eden kâfirler, kendilerinden önce Yüce Allah'ın nice kavimleri günahları yüzünden helak ettiğini görmediler mi? Halbuki onları sizi yerleştirmediği bir şekilde yeryüzüne yerleştirmişti. Onlar servetçe de, kuvvetçe de sizden daha üstün idiler. Allahü teâlâ onların üzerine gökten bol yağmur yağdırmış, bağlarının ve bostanlarının içinden ırmaklar akıtıp kendilerine çeşit çeşit nimetler ihsan etmiştir. Onlar bu nimetlerin kıymetini bilmeyerek küfran-ı nimette bulunmuşlar, ve Allah'ın nimetlerine karşı şükrü terk etmişlerdir. Hatta daha ileri giderek Allah'ın peygamberlerini ve kitaplarını yalanlamışlardır. Yüce Allah da onları yalanları ve inkârları yüzünden helak etmiş, yerlerine Allah'a, peygamberlerine ve kitaplarına iman eden bir nesil getirmiştir. Allahü teâlâ, peygamberlerini, kitaplarını inkâr ederek, nimetlerine şükretmeyenleri helak eder, onların yerine Allah'ın birliğine, peygamberlerine ve kitaplarına iman edip, nimetlerine şükreden bir kavim getirir. Yüce Allah azgınlıkları ve inkârları yüzünden nice milletleri helak etmiştir. 7 «Eğer sana kâğıt içinde yazılı bir kitap göndermiş olsaydık da kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı o küfredenler yine de 'Bu, apaçık bir büyüden başkası değildir" derlerdi.» Müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek, kendisine inen vahi inkâr etmişlerdi. Peygamberimiz ise bu duruma çok üzülmüştü. Yüce Allah sevgili Peygamberini teselli ederek şöyle buyurmuştur: «Eğer sana kâğıt içinde yazılı bir kitap göndermiş olsaydık da kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı o küfredenler yine de "Bu, apaçık bir büyüdür, başkası değildir" derlerdi.» Yahudilerden Nadir ibn Haris, Abdullah ibn Übey ve arkadaşları Peygamberimize gelerek «Yâ Muhammed, Musa'nın kavmine Tevrat'ı getirdiği gibi, sen de bize kâğıt üzerinde yazılmış bir kitap getirmediğin sürece sana inanmayız» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Eğer sana kâğıt içinde yazılı bir kitap göndermiş olsaydık da kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı o küfredenler yine de "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir" derlerdi.» Böylece Yüce Allah kâfirlerin kendi kitabına inanmayacaklarını sevgili Peygamberine bildirmektedir. 8 «"Ona bir melek indirilmeli değil miydi" dediler. Bir melek indirmiş olsaydık, iş bitmiş olurdu da, onlara göz bile açtınlmazdi.» 9 «Biz peygamberi melek kılsaydık, bir erkek şeklinde yapardık da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk.» Mekkeli kâfirler «Muhammed'in üzerine gökten bir melek inse de halkı onunla korkutsa» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek onlara cevaben şöyle buyurmuştur: «Eğer biz gökten bir melek indirseydik, onların işi bitmiş olurdu. Onlara göz bile açtırılmaz helak olurlardı. Bir an bile ona iman edip, tasdik edemezlerdi, azgınlıklarının ve şımarıklıklarının yüzünden helak olup yok olurlardı. Allahü teâlâ onların iddialarını reddederek şöyle buyuruyor: «Biz peygamberi melek kılsaydık, bir erkek şeklinde yapardık da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk.» Yüce Allah Peygamberine bir melek indirmeye kadirdir. Dileseydi onu gönderirdi. Nitekim Dıhye ismindeki sahabenin suretinde iki defa melek göndermiştir. 10 «Yemin olsun ki, senden önce bir çok peygamberler alaya alınmıştı, onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey mahvetti.» Allahü teâlâ peygamberini teselli ederek şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen bu kâfirlerin sözlerine aldırma, onlar senden önce de bir çok peygamberleri alaya almışlardır. Onlarla eğlenenleri alaya aldıkları şey mahvetti.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kâfirlere Allah'ın azabını haber verince, onu alaya almışlar, inanmamışlardır. Halbuki alaya aldıkları şey onları mahvedecektir. İmam-ı Dahhâk (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onescidde mü’minlerin fakirleriyle oturuyordu. Ebû Cehil ile bir kısım müşrikler onları görmüşlerdi. Ebü Cehil mü’minlerle alay etmek maksadıyla yanındakilere şöyle demişti: «Muhammed, cennetin efendisi olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yemin olsun ki, senden önce de bir çok peygamberler alaya alınmıştı, onlarla eğlenenleri alaya aldıkları şey mahvetti.» Yüce Allah sevgili Peygamberini «Sen, onların seninle alay etmesine üzülme. Zira senden önceki bir çok peygamberler de alaya alınmıştır» diyerek teselli etmektedir. Bundan sonra Allahü teâlâ müşriklerin, kendilerinden önce geçen inkarcıların durumlarından ibret alarak hakka dönmelerini ve inkârlarından vazgeçmelerini bildirmiştir. 11 «De ki: "Yeryüzünde yürüyün, sonra da yalanlıyanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın."» Yüce Allah kâfirlerin, yeryüzünde gezip-dolaşarak inkarcıların ve Allah'ın âyetlerini yalanlıyanların sonlarının nasıl olduğuna bakmalarını ve onlardan ibret almalarını buyuruyor. Onlar da bir zamanlar yeryüzünde hüküm sürmüşler, köşkler, hanlar, kervansaraylar kurmuşlar ve debdebeli bir hayat yaşamışlar, yeryüzünde hüküm sürerken Allah'ın varlığını inkâr edip, peygamberlerini yalan-)amışlar, nefislerinin arzularına uyarak hiç ölmeyecekmiş gibi hareket etmişlerdi. Allahü teâlâ onları inkârları ve günahları yüzünden helak etmiştir. Şimdi onların yerlerinde Baykuşlar ötmektedir. .Ey kâfirler, bunlardan ibret alarak Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Bu âyet-i celîlede ikinci bir emir daha vardır ki o da şudur: Ey insanlar, Kur'an'ı okuyun. Sizden önceki inkarcıların nasıl bir azaba uğradıklarına bakın. Onlardan ibret alarak, küfrü terk edin, Hakka, dönün. Kur'an, önceki insanlardan küfredenlerin nasıl bir azaba uğradıklarını açıkça bildirmekte, ibret alıp onların düştükleri hatalara düşmemelerini öğütlemektedir. 12 «De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" de. O, rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. Yemin olsun ki, sizi varlığı şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplayacaktır. Hüsrana düşenler, inanmayanlardır.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e risalet görevi verilip, halkı İslâm'a davet etmeye başlayınca Mekke'li müşrikler kendisini çekemezler, hak yoldan alıkoymak için çeşitli çarelere başvururlar. Ancak bunların hiç birine muvaffak olamazlar, Peygamberimize gelerek şöyle derler: «Yâ Muhammed, eğer maksadın para ve servet biriktirmek ise, seni Mekke'nin en zengini yapalım.» Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" Eğer cevap verirlerse ne âlâ. Şayet cevap vermezlerse "Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır" de. O, bunlardan dilediğine verir. O, zatına and ederek kullarına rahmet etmeyi kendine vacip kılmıştır. Küfürlerinden dönüp tevbe ederek Allah'a rücû ederler diye, dünyada onların azabını tehir etmiştir. Şayet küfürlerinden dönüp tevbe etmezlerse, Yüce Allah zatına and etmiştir ki, kıyamet günü onları bir araya toplayarak iman edenlerle, etmeyenleri açığa çıkaracak, iman edenlere mükâfat, etmeyenlere de mücazat verecektir. Hüsrana düşüp, nefsine zulmedenler iman etmezler. Onlar kendilerine en büyük zulmü yaparak Allah'ın rahmetinden mahrum olmuşlardır. Allah'ın rahmetinden mahrum olmaları, kendi nefislerine zulmederek Hakk'ı inkâr etmelerindendir. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Allahü teâlâ'nın yüz rahmeti vardır. Bunların her biri mahlûkat arasında taksim edilmiştir. Bundan dolayı insanlar birbirlerine iyilik ve merhamet ederler. Hayvanlar dahi Allah'ın rahmeti sayesinde birbirlerine karşı şefkatli ve merhametlidirler. Yüce Allah doksan dokuz rahmetini ise, kullarına âhirette vermek için tehir etmiştir.» Yani Allahü teâlâ yüz rahmetinden sadece birini yeryüzündeki mahlükatının arasında taksim etmiş, doksan dokuzunu ise âhirete bırakmıştır. Bu hadîs-i şeriften Allah'ın rahmetinin sayılı ve mahdud olduğu anlaşılmamalıdır. Allah'ın rahmeti sonsuzdur. Maksad insanların uyarılmasıdır. Bu hadîs, Allahü teâlâ’nın kullarına âhirette vereceği rahmetin dünyada verdiği rahmetten çok daha fazla olduğuna işaret eder. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Yani her şeyden boldur.» Allah'ın rahmetinin bir hududu yoktur. İman eden kullarına kıyamet günü rahmetiyle sayısız nimetler ihsan eder. 13 «Gecenin ve gündüzün içinde barınan her şey O'nundur. O, hakla işitendir, gerçek bilendir.» Yüce Allah bu âyet-i celîlede her şeyin zatına mahsus olduğunu bildiriyor. Gecenin karanlığında gizlenen, gündüzün aydınlığında yeryüzünde dolaşan, denizin diplerinde yüzen, karada gezen ve göklerde olanların hepsi O'nundur. O, söylenenleri hakkıyle işiten, yapılanları bilendir. O'nun bilgisinden hiçbir sey gizli değildir. 14 «"Gökleri, yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka bir dost mu edinirim?" de. De ki: "Bana hakikaten Müslüman olanların birincisi olmaklığım emredildi." Sakın Allah'a ortak koşanlardan olma.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke'li müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Yâ Muhammed, senin dedelerin bizim dinimiz üzereydiler. Sen fakir olduğun için onların dinini bıraktın, yeni bir din getirdin. Bundan vazgeç tekrar atalarının dinine dön, biz de seni Mekke'nin en zengini yapalım» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: «Allah'ı bırakıp da, O'ndan başka ma'bud mu edineyim? O, yerlerin ve göklerin halikıdır. Yoktan var eden ve bütün mahlûkatı rızıklandıran O'dur. Yaratmada ve rızık vermede hiçbir varlık O'na denk değildir. O, yemekten, içmekten beridir. O'nu bırakıp başkalarını mı dost tutunayım? Bana hakikaten Mekke halkından ilk önce Müslüman olanların birincisi olmam emredildi. Rabbim, bana «Onların sözlerine aluanarak müşriklerden olma, tarik-ı Haktan ayrılma» buyurmuştur. 15 «De ki: "Eğer ben Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından elbette korkarım.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'li müşriklere şöyle cevap vermiştir: «Eğer ben Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından elbette korkarım.» Bu âyet-i celilede Allah'ın emirlerine muhalefet edenlere tehdit ve tenbih vardır. Allah'ın emirlerine isyan edenlerin büyük bir azaba uğrayacakları muhakkaktır. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, de ki: "Eğer ben Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından elbette korkarım."» 16 «O gün kimden azap giderilirse, şüphesiz ki Allah'ın rahmetine erişmiştir. Apaçık kurtuluş da işte budur.» Bu âyet-i celîlede Allah'ın azabından kurtulanların, rahmetine erişecekleri bildirilmektedir. Kıyamet günü azaptan kurtulanlar, şüphesiz ki Allah'ın rahmetine erişmişlerdir. Allah'ın azabından kurtulmak kulları için en büyük saadettir. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Dinimizi doğruladık, yolun sevaplısını tutun ve Allahü teâlâ'nın rahmetine yakın olun. Müjdeleyin, zorlaştırmaym. Bilin ki hiç kimse ameliyle necat bulamaz.» Peygamberimizden bu sözleri duyan sahabe «Ey Allah'ın Resulü, sen de mi amelinle kurtulamayacaksın?» diye sorar. Peygamberimiz de cevaben: «Evet ben de amelimle kurtulamayacağım. Fakat Allahü teâlâ’nın rahmetiyle necat buldum» buyurur. Bu hadis-i şerif bütün yaratıkların ancak' Allah'ın fazlı ve rahmetiyle kurtuluşa ereceğini bildirmektedir. 17 «Allah sana bir sıkıntı verirse, onu yine ancak Allah giderir. Sana bir iyilik verdiği takdirde başkası onu engelleyemez. O, her şeye kadirdir.» Yâ Muhammed, eğer Allahü teâlâ'dan sana bir musibet, bir sıkıntı isabet ederse, onu senden giderecek Allah'dan başka kimse yoktur. Onu senden ancak Allah giderir. O'ndan başka kimsenin gücü yetmez. Hayır da, şer de O'ndandır. Sana bir hayır ve bir iyilik verdiği zaman kimse ona mani olamaz. Zira O, her şeye kadirdir. O, dilediğini zengin, dilediğini fakir kılar. Kimine musibet ve mihnet, kimine sıhhat ve afiyet verir. Kimini âlî kılar, kimini zelil eder. Kimini fakih yapar, kimini cahil. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «O, kullarının üstünde yegâne Mutasarrıftır. O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.» Bu hitap Peygamberin şahsında bütün ümmet için söz konusudur. 18 «O, kullarının üstünde yegâne Mutasarrıf'tır. O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden hakkıyla haberdardır.» Her şeyi takdir eden O'dur. O'na iman edip hükmüne teslim olun. Emirlerine itaat ederek nimetlerine şükredin ve şükredenlerden olun. Şayet size bir musibet isabet ederse, sabredenlerden olun. Zira Allahü teâlâ yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyi yoktan var eden O'dur. Yerlerin ve göklerin mâliki, sahibi ve mürebbisi O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. O'nun hükmüne kimse mani olamaz. Kullarının gizli ve aşikâr sırlarını bilir. O, her şeyden hakkıyla haberdardır. Kullarının amellerine göre mükâfat ve mücâzat verir. 19 «"Şahit olarak hangi şey daha büyüktür?" de. "Allah benimle sizin aranızda şahittir. Bu Kur'an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu. Allah'la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz?" de. De ki: "Ben, şahitlik etmem." "O ancak tek bir Allah'tır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım" de.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke'li kâfirler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle derler: «Yâ Muhammed, Allah senden başka peygamber gönderecek kimse bulamadı mı ki, seni gönderdi. Ehl-i Kitap'tan senin peygamberliğini tasdik eden başka kimseyi görmedik. Senin söylediklerini tasdik eden ve gerçek peygamber olduğuna şahit olan birisini bize göster.» Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, Mekke halkına de ki: «Sizin nazarınızda şahit olarak hangi şey daha büyüktür?» Eğer cevap verirlerse ne âlâ. Cevap vermezlerse de ki: «Allah benimle sizin aranızda şahittir. Beni peygamber olarak gönderen O'dur. Bu Kur'an Yüce Allah'dan bana vahyolundu. Onunla sizi ve sizden sonrakileri üızar edip, uyarmam emredildi. Ben, bütün mevcudata, cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderildim. Benim görevim Allah'ın emirlerini ve Kur'an’ın hükümlerini size tebliğ etmektir. Ey kâfirler, siz Allah'tan başka tanrılar bulunduğuna mı şahitlik ediyorsunuz? Allah'tan başka Allah yoktur. O, tekdir, birdir. Ben, sizin bu bâtıl inancınıza asla şahitlik edip, putlarınızı Allah'a ortak tutamam. O'nun ortağı, benzeri yoktur. Bütün varlıklar O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Yoktan var eden O'dur. Bu âyet-i celîle kâfirleri tehdit ettiği gibi, mü’minlerin de imanlarını kuvvetlendirmektedir. 20 «Kendilerine kitap verdiklerimiz, Onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlar kendilerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar inanmazlar.» Kendilerine Tevrat ve İncil verilenler, Peygamberimizin son Peygamber olarak gönderileceğini çok iyi biliyorlardı. Çünkü Yüce Allah Tevrat ve İncil'de Hazret-i Peygamber'in sıfatlarını ve özelliklerini açıkça bildirmişti. «Kendilerine kitap verdiklerimiz, Onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Fakat kendilerini hüsrana düşürenler inanmazlar. Tevrat'ı ve İncil'i okuyanlar hiç şüphesiz Hazret-i Muhammed'in son Peygamber olarak geleceğini biliyorlardı. Fakat kendilerini hüsrana düşürenler, O'nun son Peygamber olduğuna inanmamışlardır. Halbuki O'nun son Peygamber olduğunu çok iyi biliyorlardı. Nitekim Abdullah ibn Selâm şöyle demiştir: «Ben, Hazret-i Muhammed'in hak Peygamber olduğunu, oğlumun benim olduğunu bildiğimden daha iyi biliyorum,. Çünkü Hazret-i Muhammed'in hak Peygamber olduğunda şüphe yoktur. Fakat oğlumun benim olduğunda şüphe vardır. Oğlumdan şüphem vardır ama Hazret-i Muhammed'in peygamberliğinde asla şüphem yoktu». Nefislerine zulmederek hüsrana düşenler, O'nun Peygamberliğini inkâr etmişler, böylece kendilerine zulmetmişlerdir. 21 «Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz ki zalimler kurtuluşa eremezler.» Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini inkâr ederek, Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerden daha büyük zalim olamaz. Zâlimler asla saadete ve mutluluğa ulaşamazlar. Saadet ve kurtuluş ancak Allah'a iman ile olur. İman etmeyenler saadete ve mutluluğa ulaşamadıkları gibi en büyük azaba da uğrayacaklardır. 22 «Kıyamet günü hepsini toplarız. Sonra puta tapanlara, "İddia ettiğiniz ortaklarınız nerede?" deriz.» Kıyamet günü Yüce Allah bütün mahlûkatı mahşer yerine toplayarak, kendisine ortak koşup puta tapanlara. «Nerede bana ortak koşup, taptığınız ilâhlarınız? Siz onlara tapıyordunuz. Getirin şimdi sizi kurtarsınlar» diyecektir. İman etmeyenlere kıyamet günü Allah katında hiçbir şey fayda vermeyecektir. Ancak iman sahipleri kıyametin dehşetinden ve Allah'ın azabından kurtulup saadete kavuşacaklardır. İman etmeyenleri kıyamet günü Allah'ın azabından kimse kurtaramayacaktır. 23 «Sonra "Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler puta tapanlar değildik" demekten başka çare bulamazlar.» Allahü teâlâ kıyamet günü kâfirlere ve müşriklere «Nerede bana ortak koşup, taptığınız ilâhlarınız?» diye soracaktır. Onlar da dünyada taptıkları putlarını inkâr ederek şöyle diyeceklerdir: "Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki bizler puta tapanlar değildik." Böylece kâfirler ve müşrikler puta taptıklarını inkâr edeceklerdir. 24 «Bak, vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler, düzmekte oldukları şeyler de kendilerinden nasıl kaybolup gitti.» Yüce Allah sevgili Peygamberine onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Bak, vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler. Düzmekte oldukları şeyler de kendilerinden ayrılıp gaip oldu.» İmam-ı Mücahid (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Müşrikler kıyamet günü Allahü teâlâ'nın günahlarını bağışlamadığını görünce, birbirlerine : «Yazıklar olsun bize, dünyada putlara taptığımız için Yüce Allah bizi bağışlamadı. Gelin dünyada puta taptığımızı yalanlayalım, bunu inkâr edelim» diyecekler ve yemin ederek şöyle konuşacaklardır: «Biz Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadık». O zaman Yüce Allah ağızlarını mühürler, ellerini ve ayaklarını kendi aleyhlerine konuşturur ve şahit tutar. Onların elleri ve ayakları kendi aleyhlerine şahitlik yapınca, Allahü teâlâ sevgili Habibine şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, bak müşrikler vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler. Dünyada Allah'a ortak koştuklarının cezası kendilerine nasıl ağır geldi. Düzmekte oldukları şeyler kendilerinden ayrılıp yok oldu. Onlar dünyada da Allahü teâlâ'ya iftira edip yalan söylemişlerdi.» Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin kıyamet günü hali işte budur. 25 «Kur'an okurken onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat Kur'an'ı anlamamaları için kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Bütün mucizeleri görseler de inanmazlar, nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkâr edenler "Bu, öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir" derler.» Müşriklerden bir kısmı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'an okuduğu zaman kendini dinlerler, ama bunun onlara bir faydası olmaz. O'nun Allah kelâmı olduğunu bildikleri halde yine iman etmezter. Yüce Allah sevgili Peygamberine onların durumunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, kâfirlerden bir kısmı senin okuduğun Kur'an'ı dinlerler de, o Kur'an kendilerine asla fayda vermez. Zira biz onların küfürlerine karşılık kalblerini mühürledik, kulaklarını tıkadık. Onlar kulaklarıyla senin sözlerini işitip anlayamazlar, kalbleriyle de düşünemezler. Onlar tıpkı hayvanlar gibidir, söz dinlemezler. Senin bütün mucizelerini görseler de yine iman etmezler. Onlar ayın ikiye bölünmesini ve Ebû Cehil'in elinde taşın konuştuğunu gördükleri halde, bütün bunların Peygamberin mucizesi olduğunu bilmelerine rağmen yine iman etmemişlerdir. Yanına geldikleri zaman seninle mücadele ederler ve Kur'an’ın Allah kelâmı olduğunu inkâr ederek «Bu öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir, Muhammed onu öğrenmiş bize okuyor» derler. Yüce Allah onlar için sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Kur'an okurken onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat Kur'an'ı anlamamaları için kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Bütün mucizeleri görseler de inanmazlar, nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler.» Nefer ibn Haris eski insanların masallarını, kahramanlıklarını ve onlara ait İsrailiyat kalıntılarını çok iyi biliyor, Mekke'lilerin geçtikleri yerlere oturarak anlatıyordu. Bu adam aynı zamanda kâfirlerin akıl hocasıydı. Müşrikler ona «Muhammed'in söylediği sözlerden ne anlıyorsun?» diye sormuşlar, o da «Ben onun sözlerinden bir şey anlamıyorum, öyle tahmin ediyorum ki, benim söylediklerim gibi o da eskilerin masallarını, kahramanlıklarını ve hikâyelerini anlatıyor. O'nun söyledikleri asılsız şeylerdir» cevabını vermişti. Bu âyet-i celîlede Resûlüllah’ın nübüvvetine işaret vardır. Onların aralarında gizlice konuştuklarını Yüce Allah sevgili Peygamberine haber vermiştir. 26 «Onlar peygamberden uzaklaştıkları gibi başkalarını da alıkoyarlar. Böylece yalnız kendilerini mahvederler de farkına varmazlar.» Bu âyet-i celîle Ebû Talip hakkında na'zîl olmuştur. Ebû Talip Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e çok hizmet etmiş, O'nu düşmanlarından korumuştur. Fakat kendisine iman nasip olmamıştır. Ebû Talip Mekke'li müşriklere karşı Peygamberimize şöyle demiştir: «Ben ölene kadar Kureyşten sana bir kötülük ve bir zarar gelmez. Ey kardeşimin oğlu, dilediğini yap, sana asla zillet yoktur.» Müşriklere de: «Muhammed'e dokunamazsınız» demiştir. Onlara Peygambere laf söyletmezdi, şayet bir kötü laf söyleyecek olurlarsa derhal karşı koyardı. «Onlar Peygamberden uzaklaştıkları gibi başkalarını da alıkoyarlar. Böylece yalnız kendilerini mahvederler de farkına varmazlar.» Bunların durumu emr-i bi’l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker yapıp da söylediklerine kendileri muhalefet eden kimseler gibidir. Böylece azaba uğrarlar da farkına bile varmazlar. 27 «Ateşe sürüldükleri zaman, "Keşke Rabbimizin âyetlerini inkâr etmeyerek, iman edenlerden olarak dünyaya geri döndürülsek" dediklerini bir görsen.» 28 «Hayır, evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar.» Yâ Muhammed, kâfirler sırat köprüsünün üzerinde bulundukları sırada, cehenneme «Ey cehennem, sen kendi ehlini al, bizim ehlimizi bırak» denildiği zaman cehennemlikler ateşe dökülüp, cennetlikler sırat köprüsünde kaldıklarında o kâfirlerin halini bir görsen. Onlar cehennem ateşini gördükleri zaman «Keşke dünyaya tekrar döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini tasdik edip mü’minlerden olsaydık» diyeceklerdir. Onların bu arzuları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Çünkü onlar bu sözlerinde samimi değillerdir. Daha önce gizlediklerini şimdi açığa vurmaktadırlar. Şimdi dünyaya gelmeyi arzu ederler, şayet onlar tekrar dünyaya dönselerdi, yine önceki gibi kendilerine yasak edilen işlere dönerler ve onlarla meşgul olurlardı. Zira onlar yalancıdırlar, dünyada iken cenneti, cehennemi, hakkı ve bâtılı bildikleri halde hakkı inkâr ederek kâfir olmuşlardır. Onlar tekrar dünyaya döndürülselerdi, bu durumlarını unuturlar yine hakkı bırakıp Allah'ın âyetlerini inkar ederek kâfir olurlardı. Onların hali şu insanın durumuna benzemektedir: Hasta olan veya herhangi bir suçtan dolayı cezaevine düşen bir insan, yaptıklarına pişman olur, hastalıktan kurtulduğu zaman sıhhatinin kıymetini bileceğini, cezaevinden çıktığı takdirde ise bir daha suç işlemeyeceğini söyler. Fakat hastalıktan kurtulduktan veya cezaevinden çıktıktan sonra çektiklerini unutur. Sanki onları hiç çekmemiş gibi olur. Sıhhatinin kıymetini bilmez, Suç teşkil eden işleri tekrar yapar. Yine eskisi gibi ya hastalanır veya cezaevini boylar. Dünyaya tekrar gelmeyi arzu eden kâfirler de aynen bunlar gibidir. Tekrar dünyaya getirilseler çektikleri azabı unuturlar, eski hallerine dönerler, hakkı bırakıp yine kâfir olurlar. Yüce Allah onlar için şöyle buyuruyor: «Hayır, evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler, çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar.» 29 «"Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek değiliz" dediler.» 30 «Onları, Rablerine götürüldükleri zaman bir görsen. "Bu bir gerçek değil mi?" der, onlar "Evet Rabbimiz hakkı için gerçektir" derler. Allah da "Öyleyse inkâr etmenizden ötürü azabı tadın" der.» Kâfirler şöyle demişlerdir: «Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir. Biz öldükten sonra bir daha dirilecek değiliz. Büyükler ölür, küçükler onların yerine geçer, dünya hayatı böyle devam eder gider. Öldükten sonra bir daha dirilmek yoktur. Her şey bu dünyadadır.» Yüce Allak onlar hakkında, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlar Allah'ın azabına götürülüp "Bu gerçek değil midir?" diye sorulduğunda, o zaman onlar "Evet Rabbimizin hakkı için bu gerçektir" derler. Fakat bu ikrarları onlara asla fayda vermez. Yüce Allah onlara şöyle der: "Öyleyse inkâr etmenizden ötürü azabı tadın." Onlar cehennem azabını tadarlar ve cehennem bekçileri kendilerine: "Dünyada Allah'ın âyetlerini inkâr ederek kâfir olduğunuz için bu azaba müstehak oldunuz" derler. Allahü teâlâ onların durumunu şöyle beyan ediyor: «Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek değiliz dediler.» Onlar kıyamet günü büyük bir ziyana uğrayacaklar, böylece küfürlerinin karşılığını göreceklerdir. 31 «Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar doğrusu kaybedenlerdir ki kıyamet saati onlara ansızan gelince, ağırlıklarını arkalarına yüklenmiş olarak "Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar olsun bize" derler. Dikkat edin yüklendikleri şeyler ne kötüdür.» Kıyamet günü Allahü teâlâ’nın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar dünyada iken Allah'ın âyetlerini inkâr ederek, âhireti unutup dünyayı tercih etmişlerdir. Ansızın kıyamet kopup, Allah'ın huzuruna çıkarılarak günahları sırtlarına yüklendiği zaman «Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar olsun bize. Biz dünyada iken âhireti unutarak çirkin ameller işledik ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettik» derler. Onların yüklendikleri günahları ne kötüdür. Yüce Allah onlar için şöyle buyuruyor: «Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar doğrusu kaybedenlerdir ki kıyamet saati onlara ansızın gelince, ağırlıklarını arkalarına yüklenerek: «Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar olsun bize» derler. Dikkat edin yüklendikleri şeyler ne kötüdür.» Esbâtı Süddî şöyle nakletmiştir: «Zalim ve isyankârlar kabre girdikleri zaman yüzü çirkin, kokusu kötü, teni simsiyah ve üzerinde kirli bir elbise olan bir melek gelir. Zâlim ve isyankârlar onu görünce «Senin ne çirkin yüzün var» der. Melek de «Senin amelin de böyle çirkindir» cevabını verir. Zâlim ve âsi kimse «Ne çirkin kokun var» der. Melek «Senin amellerin de böyle kötüdür» cevabını verir. Zalim «Sen kimsin?» diye sorar. Melek «Ben senin amelinim, kıyamete kadar beraberiz» der. Kıyamet kopunca ameli ona şöyle der: «Dünyada ben seni lezzetler ve şehvetlerle götürdüm. Şimdi de sen beni götür.» Ameli sırtına biner, onu cehennem ateşine götürür. Dünyadayken gururlanmaları, nefislerinin arzularına uymaları zalimleri ve isyankârları cehennem ateşine götürür. Fani dünyaya aldananlar, saltanatına mağrur olanlar en büyük zarara uğrayacaklardır. 32 «Dünya hayatı sadece oyun ve oyalamadır, âhiret yurdu, sakınan müttekîler için daha iyidir. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi?» Yüce Allah bu âyet-i celîlesinde dünya hayatının bir oyun ve oyalamadan ibaret olduğunu, âhiret hayatının ise ebedi olduğunu bildirmiştir. Dünya hayatı tıpkı çocukların oyuncakları gibi bir oyundur. Çocuklar elleriyle yaptıkları oyuncaklarla bir süre oynarlar, daha sonra yine kendi elleriyle yok ederler. Bir müddet sonra ellerinde 'hiçbir şey kalmaz, sadece üstlerini - başlarını kirletmiş olurlar. Bundan dolayı da anne-babalarının azarına maruz kalırlar. Dünya hayatı da böyledir, insanları oyalar, aldatır ve sonunda yok eder. İnsanlar dünyada yaptıkları iyi veya kötü amelleriyle kıyamet günü başbaşa kalırlar. Biriktirmiş oldukları mallardan hiçbir menfaat göremezler. Çocuklar boş şeylerle üst-başlarını kirleterek anne-babalarının cezasına müstehak oldukları gibi, kötü amel sahipleri ve dünyada gayr-i meşru yollardan mal biriktirenler de böylece Allah'ın azabına müstehak olurlar. Çünkü onlar ebedi olan âhiret hayatını unutarak, fâni olan dünya hayatını tercih etmişlerdi. Halbuki ebedî olan âhiret yurdu Allah'ın azabından sakınanlar için çok daha hayırlıdır. Îman edip, Allah'a itaat edenler için elbette âhiret yurdu daha hayırlıdır. Zira Allah müttekî kulları için altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İmanı terk edip, âhireti unutarak dünya hayatını tercih edenler, dünyanın fani ve boş olduğunu bilmiyorlar mı? Bunlar âhiret yurdunun ebedî olduğunu hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa dünyanın ebedî olduğunu mu zannediyorlar? Halbuki dünya hayatı fani, âhiret hayatı ise ebedîdir. Düşünebilenler için bunda ibretler vardır. Bu âyet-i celîlede şuna da işaret vardır: Akıllı insan sonunda pişman olmamak için her işin akıbetini düşünerek hareket eder. Sonunda pişman olacağı ve zarara uğrayacağı işi yapmaz. Ondan şiddetle kaçınır. Mü’min sonunda zarara uğrayacağı amelden kaçınmalıdır. Kıyamet günü kendisini azaba götürecek amel ve işlerden şiddetle kaçınmalıdır. Bu amellerden kaçınmadığı takdirde sonunda pişman olur. 33 «Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz. Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Ebû Cehil Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek 'Yâ Muhammed, biz seni suçlamıyoruz, fakat sana gönderilen kitaba töhmet ediyoruz» der. Bu sözleri duyan Peygamberimiz çok üzülür ve olduğu yere oturur. Bu hüzünlü halde Cebrail gelerek «Yâ Muhammed, seni üzen nedir» diye sorar. Peygamberimiz cevaben «Bu kavmin beni tekzip etmesine üzülüyorum» der. Bunun üzerine Cebrail «Bu kavim seni yalanlamıyor, onlar senin sadık olduğunu biliyorlar, fakat inadlarmdan dolayı seni inkâr ediyorlar» cevabını verir. Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz. Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.» Âyet-i celîlede zikredildiği gibi, müşrikler Peygamberimizi tekzip etmiyorlar, onlar bile bile Allah'ın âyetlerini yalanlıyorlardı. Müşrikler Peygamberimize peygamberlik gelmeden önce «Muhammedü'l-emîn» derler, hatta bir çok mes'elelerde onu hakem tayin ederler ve akıl danışırlardı. Peygamberimize vahiy gelmeye başlayıp, Peygamber olduğunu söyleyince inkâr edip yüz çevirmişler, hatta «Bu dâvadan vazgeç, seni başımıza reis yapalım» demişlerdi. Müşriklerin Allah'ın âyetlerini inkâr etmesine çok üzülen Peygamberimizi Yüce Allah teselli etmek için şu âyeti inzal buyurmuştur: 34 «Yemin olsun, senden evvelki peygamberler yalanlanmıştı da tekzip edildikleri ve ezaya uğratıldıkları şeylere karşı sabretmişlerdi. Nihayet onlara yardımımız gelip yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Yemin olsun ki, peygamberlerin haberi sana da geldi.» Yâ Muhammed, kavmi tarafından yalanlanan tek peygamber sen değilsin. Daha önceki peygamberleri de kavimleri yalanlamışlardı. Fakat onlar tekzip edildikleri ve ezaya uğratıldıkları şeylere sabretmişlerdi. Bu sabırlarına karşılık onlara yardımımız gelip yetişince, peygamberlerimizi tekzip edenleri azabımızla helak ettik. Allahü teâlâ'nın hükmü asla değişmez ve O vaadinden de dönmez. Yemin olsun senden önceki peygamberlerin haberi sana geldi. Peygamberlerini yalanlayan kavimleri nasıl helak ettiğimizin ve iman edenleri nasıl kurtardığımızın haberi sana geldi. Öyleyse onların seni yalanlamalarına ve eziyet etmelerine sabret. Sen de, Allah'ın nusretine nail olacaksın. Bu âyetle Yüce Allah Peygamberine nusret vaat etmiştir. Bu ilâhî müjdeden sonra sahabe-i kiram Yüce Allah'ın vaadinde acele etmesini, kâfirlerin bir an önce helak olmalarını isterler. 35 «Onların yüz çevirmesi sana ağar gelince, eğer gücün yeri delmeye veya göğe merdiven dayamaya yetmiş olsaydı, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dileseydi onları doğru yolda toplardı. O halde sakın bilmeyenlerden olma.» Bu âyet-i celîlenin muhatabı görünüşte Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Fakat asıl maksat sahabedir. Yâ Muhammed, kâfirlerin imandan yüz çevirip, seni yalanlamalarına tahammül edemiyorsan ve eğer gücün yeterse yeri del veya göğe çık. Böylece onlara bir mucize getir. Fakat onları yine imana getiremezsin. Eğer Allahü teâlâ dileseydi onları cebriyle kahredip, İslâm üzere hidâyete erdirir ve sana iman ettirirdi. Halbuki Yüce Allah iman etmeleri için onlan zorlamadı, sadece iman etmelerini emretti, kendilerini iradeleriyle başbaşa bıraktı. Dileyen iman eder mükâfatını görür, dileyen iman etmez kâfir olur, cezasını çeker. Hayrı da, şerri de Allahü teâlâ'nın takdir ettiğini bil. Sakın cahillerden olma. Kime hidâyet edilirse o İslama gelir sana iman eder, hidayet verilmeyenler ise İslama girip sana iman edemezler. 36 «Ancak kulak verenler daveti kabul ederler. Ölülere gelince, onları Allah diriltir ve sonra hepsi O'nun huzuruna çıkarılırlar.» Yüce Allah bu âyet-i celîlesinde kimlerin hidâyete ereceklerini bildirmiştir. Yâ Muhammed, senin davetini ancak hidayete ermek isteyip kelâmını gönülden dinleyenler kabul ederler. Hakkı kabul etmek istemeyen ölülere gelince, onları ancak Allah diriltir. Allah'tan başka kimse onları hidayete erdiremez. Resûlüllah'ın davetine icabet etmeyenler tıpkı ölüler gibidirler. Onların kulakları sağırdır hakkı duymazlar, gözleri kördür, gerçekleri görmezler, kalbleri mühürlenmiştir, iman edemezler, onların yaşamaları kendilerine asla fayda vermemiştir. Çünkü iman edip, Allah'ın rahmetinden nasiplerini alamamışlardır. Böylece hem dünyalarını, hem de âhiretlerini helak etmişlerdir. Yüce Allah ölüleri diriltip huzuruna topladığı zaman dünyada yaptıklarının karşılığını kendilerine mükâfat veya mücazat olarak verince o zaman ne yaptıklarını anlayacaklardır. «Ölülere gelince, onları Allah diriltir ve sonra hepsi O'nun huzuruna çıkarılırlar.» İşte o zaman dünyada iken hakkı işitmeyenler, görmeyenler ve söylemeyenler gafletten uyanacaklardır. Fakat bu uyanış kendilerine bir fayda vermeyecektir. 37 «"Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi" demişlerdir-De ki: "Şüphesiz Allah âyet indirmeye kadirdir." Fakat onları çoğu bilmezler.» Kâfirler, Peygamberimizin hak Peygamber olduğunu bilmelerine rağmen iman etmeyerek şöyle demişlerdir: «Muhammed'in Peygamber olduğunu ispat eden bir mucize ve bir alâmet üzerine inse de onunla Peygamber olduğu açıkça bilinse daha iyi değil miydi?» Böyle konuşan kâfirler aslında Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak Peygamber olduğunu yakinen biliyorlardı. Allahü teâlâ onların bu durumlarını şöyle beyan ediyor: «Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi?» demişlerdir. De ki: «Şüphesiz Allah âyet indirmeye elbette kadirdir.» Fakat onların çoğu bilmezler.» Yüce Allah, Peygamberine âyet indirmeye elbette kadirdir. O, Peygamberine bir çok mucizeler ve alâmetler göndermiştir. Onlar ise bu mucizeleri ve alâmetleri görmelerine rağmen yine iman etmemişlerdir. Allah, onların istedikleri âyetleri de indirmeye kadirdir. Fakat bunu söyleyenler iman etmeye niyetleri olmadıkları için çeşitli bahaneler ileri sürmüşlerdir. Böylece dalâlete düşüp imandan uzaklaşmışlar ve Allah'ın azabına müstehak olmuşlardır. Kendilerinden önceki kavimler de peygamberlerini yalanladıkları için Allah'ın azabına uğrayarak helak olmuşlardı. Bunlar da inkârları yüzünden mutlaka Allah'ın azabına uğrayacaklardır. 38 «Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra hepsi toplanıp Rablerine getirileceklerdir.» Ey insanlar, yeryüzünde dolaşan hayvanlar ve havada uçan kuşlar tıpkı sizin gibi bir topluluktur. Onlar da sizin gibi yaratılmışlardır. Ecelleri gelince ölecekler ve kıyamet günü insanlar gibi dirileceklerdir. Bütün bunları Yüce Allah apaçık bir kitapta muhafaza etmiştir. Bunların hepsi kıyamet günü haklarını almak için Allah'ın huzuruna getirilecekler, hakkı olanlar haklarını aldıktan sonra tekrar Allah'ın emriyle toprak olacaklardır. Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet edilmiştir: «Kıyamet günü bütün, mahlûkat Allahü teâlâ'nın huzuruna getirileceklerdir. Yüce Allah adaletini izhar için boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hakkını alacaktır. Eğer dünyada onu incitmiş, ona vurmuş, onu öldürmüş ise hesabını verecektir. Böylece Allah'ın adaleti tecelli edecek, her mahlûk hakkı olanlardan hakkını alacaktır. Yüce Allah sonra onlara toprak olmalarını emredecek, onlar da toprak olacaklardır.» Halbuki insanlardan ve cinlerden başka yaratıklar ilâhî emirlerle mükellef değildirler. Haliyle yaptıkları fiillerden dolayı müâhaze edilmeleri caiz değildir. Bu misaller insanları tehdit için gelmiştir, denilirse, cevabımız şudur: Allahü teâlâ'nın bu hükmü hakikîdir, insanları tehdit için getirilmiş bir misal değildir. Onlar insanlar gibi ilâhi emirlerle mükellef tutulmamıştır. Fakat birbirlerine karşı yapmış oldukları eziyetlerden dolayı müâhaze edilip, kısas olunacaklardır. Doğru olan görüş budur. Kıyamet günü bütün mahlûkat birbirinden haklarını alacaktır. Hiçbirinin hakkı diğerinde kalmayacaktır. Böylece Allah'ın adaleti yerine gelecektir. Şayet haklı olan hakkını Ulah'ın huzurunda alamamış olsaydı, ilâhî adalet tecelli etmezdi. 39 «Âyetlerimizi yalanlıyanlar, karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.» Yüce Allah bu âyetle Peygamberini ve Kur'an'ı inkâr ederek kâfir olanların, hakkı işitmeyen sağırlar ve doğruyu söyleyemeyen dilsizler olduğunu bildirmiştir. Onlar inkârları yüzünden dalâlete düşmüşlerdir, ve hidayete ermeleri mümkün değildir. Allahü teâlâ dilediğini sapıtır zelil eder, dilediğini de dalâletten kurtarır, hidayete erdirir. Îman nuruyla aydınlatır, İslâm ile şereflendirir. Yüce Allah onlar için şöyle buyuruyor: «Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.» 40 «De ki: "Üzerinize Allah'ın azabı gelse veya kıyamet saati size gelip çatsa, Allah'dan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru iseniz bana bildirin."» 41 «"Hayır, sadece O'na yalvarırsınız, dilerse feryada geldiğiniz belâyı üzerinizden kaldırır ve siz de O'na koştuğunuz ortakları unutursunuz."» Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor-. «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: Sizin üzerinize Allah'ın azabı gelse veya kıyamet saati size gelip çatsa kurtulmak için Allah'tan başkasına mı yalvaracaksınız? Eğer sözünüzde doğru iseniz bana bildirin. Fakat Allah'ın azabı üzerinize geldiği zaman sadece O'na yalvarırsınız. O, dilerse müstahak olduğunuz belâları ve azabı sizden kaldırır ve siz de O'na ortak koştuğunuz ilâhları unutursunuz. Çünkü Allah'tan başka ilâh yoktur.» Azaba uğrayanlar, ondan kurtulmak için Allahü teâlâ'ya yalvarırlar. Ondan başkasına asla yalvarmazlar. Zira Allah'dan başka hiçbir kuvvet insanları Allah'ın azabından kurtaramaz. 42 «Yemin olsun ki biz, senden evvelki ümmetlere de peygamberler gönderdik de kendilerini çetin bir yoksullukla, çeşitli hastalıkla yakaladık, olur ki yalvarırlar, (tevbe ederler diye.)» 43 «Hiç değilse, onlara azabımız geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değilmiydiler? Lâkin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi.» Allahü teâlâ, Peygamberimizden önceki bütün ümmetlere, milletlere de peygamber göndermiştir. Bu peygamberler de, peygamberimiz gibi, gönderildikleri milletleri doğru yola, hidâyete davet etmişlerdir. Fakat peygamberlerin bir çoğu kavimleri tarafından yalanlanmış ve peygamberlikleri inkâr edilmiştir. Yüce Allah onlar, inkârlarından dolayı dünyada çeşitli musibetlere, felâketlere, azaplara, yokluklara, kıtlıklara uğratmıştır. Onların çeşitli musibetlere ve azaplara uğraması inkârlarından dolayıdır. Şayet inkârlarından vazgeçip iman etmiş olsaydılar hidâyete ererlerdi. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki biz, senden evvelki ümmetlere de peygamberler gönderdik de kendilerini çetin bir yoklukla, çeşitli hastalıkla yakaladık, olur ki yalvarırlar, tevbe ederler diye.» Allah'ın âyetlerini inkâr ederek kâfir olanların kalbleri kararmış, katılaşmış, şeytan da yaptıklarını kendilerine güzel göstermiştir. Bu bakımdan dalâletten kurtulup iman etmemişlerdi. Eğer iman etmiş olsaydılar Allah'ın azabı kendilerinden giderilirdi, îman etmedikleri için Allah'ın azabı kendilerinden kaldırılmamıştır. İman edenler Allah'ın rahmetine nail olacaklar, iman etmeyenler ise ilâhı azaba uğrayacaklardır. Küfredenler mutlaka inkârlarının cezasını göreceklerdir. 44 «Bu sebeple kendilerine ne hatırlatıldı, ne öğüt verildiyse onları unutunca üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam ferahladıkları sırada ansızın onları yakaladık da umutsuz kalaverdiler.» 45 «İşte bu suretle, zulmedenler güruhunun kökü kesilmişti. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'adır.» İmanı terk edip küfre dalanlar kendi nefislerine zulmetmişlerdir Küfredenler inkârları yüzünden çeşitli belâlara, musibetlere uğramalarına rağmen bundan ibret alıp yine iman etmemişlerdir. Yüce Allah onların cezalarını ve günahlarını artırmak için bütün nimet kapılarını onlara açmıştır. «Bu sebeple kendilerine ne hatırlatıldı, ne öğüt verildiyse onları unutunca üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam ferahladıkları sırad ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler. İşte bu sureti zulmedenler güruhunun kökü kesilmişti." Kâfirler, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetlere gururlanarak ve şımararak küfre daldıkça dalmışlardır. Bu nimetlerin sahibini düşünerek O'na iman edip, şükretmemişlerdir. Onlar kendilerine verilen nimetlerle küfürlerini artırmışlardır. Onlar küfürle içinde yüzerken ansızın Allah'ın azabı kendilerini yakalayıvermişti. İşte o zaman helak olup, mahvolmuşlardır. Yüce Allah her zaman ze lim toplumları helak edip, köklerini kesmiştir. Zalimler her zama: aynı akıbete uğrayacaklar, zulümleri kendilerini helak edecektir. Allahü teâlâ âyetin sonunda «Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'adır» emriyle, hamd ve şükrün yalnız Allah'a mahsus olduğum tenbih ederek “Velhamdülillahirabbilalemin” buyurmuştur. Şükür, bütün âlemleri yoktan var eden ve onları rızıklandiran Allah'a mahsustur O, her şeye kadirdir, düşmanlarından intikamını alır. Küfredenlerde intikamını bırakmaz. Âyetlerini yalanlayanlar elbette cezalarını göreceklerdir. 46 «De ki: "Söyleyin bakayım, Allah sizin kulaklarınıza, gözlerinizi alsa, kalblerinizi kapasa, Allah'dan başka hangi tanrı onu sizlere getirebilir?" Bak, âyetlerimizi türlü türlü nasıl açıklıyoruz da onlar yine yüz çeviriyorlar.» Yüce Allah sevgili Habibine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: «Allah sizin kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör etse, kalblerinizi de kapasa, Allah'dan başka hangi tanrı onları açacak bana haber verin? Kulaklarınızı, gözlerinizi ve kalblerinizi Allah'dan başka açacak yoktur.» Yüce Allah, onların iman etmeleri için Peygamberine bir çok deliller göndermiş, kâfirler ise bütün bu delilleri gördükleri ve işittikleri halde yine iman etmemişlerdir. Çünkü onların gözleri görmez, kulakları işitmez, kalbleri ise Hakk'ı tefekkür etmekten acizdir. Dolayısıyla küfrü terk edip imana gelmeleri mümkün değildir. 47 «De ki: "Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur? Söyleyin bana."» Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere ve zâlimlere de ki: «Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkasını mı yok eder? Söyleyin bana. Elbette imam terk edip, kendilerine zulmedenleri yok eder.» Kâfirler ve zalimler bundan ibret alarak küfrü terk edip iman etmeleri gerekir ki, hidayete erip kurtuluşa kavuşsunlar. İman etmeyenler asla kurtuluşa ulaşamazlar. «De ki: "Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur?"» Zulmedenler elbette cezalarını göreceklerdir. 48 «Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. O halde kim iman eder ve - kendini - düzeltirse onların üzerine hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.» Bütün peygamberler ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmişlerdir. Onlar Allah'ın emirlerini insanlara tebliğ ve davet için gelmişlerdir. Onlara iman edip, Allah'a itaat edenler hidayete ermişler ve Allah'ın rahmetine kavuşmuşlardır. Peygamberlerin davetine uyup iman edenler salih ameller yaptıkları takdirde kıyamet günü kendileri için korku yoktur. Onlar Allah'la, huzurunda mahzun da olacak değillerdir. Çünkü imanları onları Allah'ın azabından kurtaracak ve mü’minler için hazırlanmış olan cennetlere kavuşturacaktır. İman etmeyenler ise elim bir azaba uğrayacaklar, küfürlerinin cezasını göreceklerdir. «Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. O halde kim iman eder ve - kendini - düzeltirse onların üzerine hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.» İman sahiplerinin hiçbir zaman mahzun olmayacaklarını Yüce Allah bu âyetiyle bildiriyor. 49 «Ayetlerimizi inkâr edenler, yoldan çıkmalarından ötürü azaba uğrayacaklardır.» Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ve Kur'ân'ı inkâr edip kâfir olanlar, küfürleri sebebiyle Allah'ın azabına uğrayacaklardır. Onlar için elîm bir azap hazırlanmıştır. Bu azap, onların inkâr ve günahlarının bir karşılığıdır. Herkes mutlaka amelinin karşılığını görecektir. Hiç kimse günahı olmadan azaba müptelâ olmaz. Ancak günahkâr olanlar ilâhi azaba uğrayacaklardır. 50 «De ki: "Size, Allah'ın hazineleri elimdedir veya gaybi bilirim demiyorum. Melek olduğumu da iddia etmiyorum. Ben, ancak bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?"» Yüce Allah bu âyetle cihana rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberinin melek olmadığını bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, de ki: "Size, Allah'ın hazinelerinin anahtarı benim elimdedir veya üzerinize gelecek olan azabı biliyorum da demiyorum. Size melek olduğumu da söylemiyorum. Ben de sizin gibi bir insanım. Kur'an'dan bana vahyedileni size bildiriyorum. Görenlerle görmeyenler, bilenlerle bilmeyenler, düşünenlerle düşünmeyenler hiç bir olur mu? Siz hiç düşünmüyor musunuz? Kur'an'ın âyetlerini okuyup da Yüce Allah'ın kâfirleri ve zâlimleri nasıl helak ettiğini görüp ibret almıyor musunuz? Siz hâlâ düşünmeyecek misiniz?"» Kur'ân-ı Azîmüşşân, insanların onu okuyup âyetleri üzerinde düşünmeleri ve geçmiş insanların durumlarından ibret alarak kötülüklerden ve zulümden vazgeçip iman etmeleri için gönderilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in gönderilişinin asıl gayesi budur. Bunu anlayamayanlar onun nurundan istifade edemezler. Kur'an'ın nurundan ancak iman edenler istifade ederler. 51 «Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'anla uyar. Rablerinden başka bir dost ve aracıları yoktur. Umulur ki Allah'dan sakınalar.» Yâ Muhammed, Rablerinin huzuruna toplanacaklarından korkanları Kur'anla uyar. İnsanlar, cinler ve diğer mahlûkat kıyamet günü Allah'ın huzurunda toplanacaklardır. Orada Allah'ın azabından onları kurtaracak bir dost ve bir yardımcı yoktur. Onların dostu ve yardımcısı ancak Allah'tır. Onlar Peygambere iman edip, Allah'ın emirlerine itaat eder, azabından sakınırlarsa hidayete ererler. Allahü teâlâ'nın mü’minler için hazırlamış olduğu cennetlere kavuşurlar. Eğer iman etmezler, küfür ve şirkleri üzere devam ederlerse kıyamet günü onları kurtaracak bir dost ve bir yardımcı bulamayacakları gibi, elim bir azaba da uğrayacaklardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Rablerinden başka bir dost ve aracıları yoktur. Umulur ki Allah'dan sakınalar.» 52 «Sabah akşam, Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabımdan sana, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki, onları kovarak, zulmedenlerden olasın.» Yüce Allah bu âyet-i celîlede sevgili Peygamberine, Allah'ın rızasını arayanlara iyi muamele etmesini emrediyor. Bu âyette mü’minler için de ders alınması gereken husus vardır. Onların da Allah'ın rızasını arayanları incitmemesi gerekir. Ebû Vakkas (radıyallahü anh) bu âyetin nüzul sebebini şöyle naklediyor: «Biz, Peygamberin yanında altı kişi idik. Biri ben, Bilâl, İbni Mes'ud, Uzeyil kabilesinden bir kişi ve iki kişinin ise isimlerinı hatırlamıyorum. Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden bir grup Peygamberimizin huzuruna girdiler, bir köşeye oturdular ve şöyle konuşmaya başladılar: «Yâ Muhammed, biz senin kavminin reisleri ve eşrafıyız, sen bizi kovdun, yanına fakirleri, kimsesizleri, yoksulları ve cimrileri topladın. Eğer onlara göstermiş olduğun rağbeti bize göstermiş ve bizi yanına almış olsaydın sana iman ederdik. Onları yanından kov, onlar bizimle bir arada oturmaya lâyık değillerdir.» Müşriklerden bu sözleri duyan Peygamberimiz, onların iman etmelerini arzuladığı için yanında bulunan altı kişiyi huzurundan dışarı çıkarmayı gönlünden geçirir. Fakat müşriklere cevap vermeyerek tefekküre dalar ve bu hususta gelecek olan ilâhî emri bekler. O sırada bu âyet-i celile nazil olur ve şöyle buyrulur: «Sabah akşam, Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak, zulmedenlerden olasın. Eğer müşrikler İslâmı kabul etmezlerse, onların günahından sana bir zarar yoktur. Senin amellerinin hesabı da onlardan sorulacak değildir. O fakirleri de huzurundan kovma, onların rızıklarmı sen vermiyorsun. Bütün mahlûkatın rızkı Allah'a aittir. Hepsinin rızkını veren O'dur. Şayet sen onları huzurundan kovarsan kendi nefsine zulmetmiş olursun.» 53 «Böylece, "Aranızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?» Yüce Allah, kullarından kimini zenginlikle, kimini fakirlikle, kimini iman ile, kimini de küfür ile denemiştir. Kimini dünya metaı ile zengin edip, İslâm'dan yoksun kılmış, kimine iman zenginliği vererek âhiretini mamur etmiştir. Böylece Allahü teâlâ dünya ve âhiret zenginliğine kimlerin lâyık olduğunu ortaya çıkarmıştır. O, kimlerin dünya ve âhiret zenginliğine lâyık olduklarını çok iyi bilir. Fakat insanların da bilmesi için imtihana tabi tutar. Kimi dünya zenginliği ile âhiret zenginliğini satın alır, izzet ve şeref sahibi olur. Kimi de ebedî olan âhiret zenginliğini terk edip, geçici dünya zenginliğini tercih eder, zelil ve hakir olur. Böylece iflâs edip ebedî fakirliğe düşer. Asıl fakirlik âhiret fakirliğidir. Dünya fakirliği ölümle son bulur, fakat âhiret fakirliği ebedîdir, daimîdir, sonu yoktur. Dünyada zengin olanlar, zenginlikleriyle gururlanarak fakir mü’minler için "Bunları"mı Allahü teâlâ bizden üstün kıldı da imana getirdi? Eğer Muhammed'e iman etmekte hayır olsaydı önce ona biz iman ederdik, onlar da hayrı bizden öğrenirlerdi" demişlerdir. Allahü teâlâ onların bu durumlarını şöyle beyan ediyor: «Böylece, "Aranızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için onları'birbirleriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?» Yüce Allah kimlerin imana lâyık olup, şükredeceklerini en iyi bilendir. Kimlerin hayır ve kimlerin de şer işleyeceğini bilir. Ona göre kullarının mükâfat ve mücâzatını verir. Allah katında hiçbir amel karşılıksız kalmaz. 54 «Âyetlerimize iman edenler sana gelince, onlara şöyle de: "Size selâm olsun. Sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, Rabbiniz ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Günahkâr bir toplum yaptıklarına pişman olarak Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzuruna gelir ve tevbe etmek ister. Peygamberimiz onların geldiğini görünce yüz çevirir. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, âyetlerimize iman edenler sana gelince, onlara de ki: "Size selâm olsun. Allah tevbelerinizı kabul edip, size rahmet etmeyi kendi üzerine aldı." içinizden her kim bilmeyerek bir günah işler ve sonra o günahına tevbe ederek salih amel yaparsa 'Allah tövbesini kabul eder. Çünkü Yüce Allah, gafurdur, günahları -affeder, rahimdir, ihlâsla tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan buyuruyor: «Âyetlerimize iman edenler sana gelince, onlara de ki: "Size selâm olsun. Sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, Rabbiniz ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır." Yüce Allah ihlâs ve samimiyetle tevbe edenlerin tevbelerini kabul edeceğini ve günahlarını bağışlayacağını bu âyetle bildirmektedir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Kureyşlilerin ileri gelenlerinin faaliyetlerini ve Müslümanlar hakkındaki konuşmalarını Peygamberimize haber verirdi. Bu âyet gelince yaptıklarına pişman olarak Peygamberimizden özür dilemiştir. 55 «Suçluların yolu belli olsun diye, böyle âyetleri uzun uzun açıklarız.» Kâfirler, iman etmemeleri için bir çok bahaneler uydurmuşlardır. Kendilerinden önce fakir kimselerin Müslüman oluşunu hazmede memişlerd ir. Fakir ve kölelerin Müslüman olduklarını görünce, kendilerinde bir büyüklük gören müşrikler İslâm'a girmekten vazgeçmişlerdir. Halbuki Allahü teâlâ, dinini bütün insanlığa göndermiştir. İslâm'da zengin, fakir ayrımı yoktur. Kim iman ederse o Müslüman olur. İster zengin olsun, ister fakir. Yüce Allah müşriklerin durumlarını şöyle beyan ediyor: «Suçluların yolu belli olsun diye, böyle âyetleri uzun uzun açıklarız.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine kâfirlerin ve müşriklerin durumlarını açıklamıştır. Onların iman edip etmeyeceklerini bildirmiştir. 56 «De ki: "Ben sizin Allah'tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten men olundum." De ki: "Sizin heveslerinize uymayacağım, yoksa sapıtmış olup, doğru yolda gidenlerden olmamış olurum."» Allahü teâlâ bu âyet-i celilesinde ve muhtelif âyetlerde ibadetin ve şükrün ancak kendisine yapılacağını bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed kâfirlere de ki: "Ben sizin Allah'tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten men olundum. Sizin tâbi olduğunuz dine de giremem. Fakirleri hor görüp sizi onların üzerine tercih edemem. Şayet öyle yaparsam haktan uzaklaşıp sizin gibi sapıklığa düşmüş, Allah'ın emirlerine karşı gelmiş oluruna."» Cihana rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz elbette kâfirler ve müşrikler gibi, Allah'tan başkasına ibadet edecek değildi. Fakat burada mü’minlere ikaz vardır. Şöyle ki: Sizin dininizden olmayanlara tâbi olmayın ve onların yolundan gitmeyin. Eğer onlara tâbi olur, yollarından giderseniz Hak'tan ayrılıp onlar gibi sapıklığa düşersiniz. 57 «De ki: "Ben Rabbimden bir hüccete dayanmaktayım. Halbuki siz onu yalanladınız, acele istediğiniz azap da elimde değildir. Hüküm ancak Allah'andır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır."» Bu âyetin nüzul sebebi şudur: Nadr İbni Haris Peygamberimize «Yâ Muhammed, senin söylediklerin eğer doğru ise bize vaat ettiğin azabı getir» der. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «De ki: "Ben Rabbimden bir hüccete dayanmaktayım. Halbuki siz onu yalanladınız, acele istediğiniz azap da elimde değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır."» Kâfirler Peygamıberimizin kendilerine azap indirilmesini istemişlerdir. Peygamberler hiçbir zaman insanlara azap indiremezler. Onlar insanlara doğru yolu gösterir ve Allah'ın azabını haber verirler. Azabı gönderecek olan ancak Allah'dır. Allah'tan başkası mükâfat ve mücazât vermeye kadir değildir. Peygamberler ancak Allahü teâlâ'nın kendilerine vahyettiğini insanlara bildirmekle mükelleftirler. Onların hüküm verme konusunda hiçbir yetkileri yoktur. Hüküm yalnız Allah'ındır. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır. 58 «De ki: "Acele istediğiniz şey elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu." Allah zulmedenleri en iyi bilendir.» Kâfirler, Peygamberimizin kendilerine haber verdiği azabın hemen gelmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Yüce Allah sevgili Peygamberine bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Acele istediğiniz şey elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu. Fakat hüküm yalnız Allah'ındır. O, zâlimlere azabın ne zaman geleceğini en iyi bilendir."» Zamanı gelince elbette azabını gönderecek, onlardan intikamım alacaktır. Zira Yüce Allah vaadinden asla dönmez. 59 «Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Kendinden başkası bilmez.» 60 «Geceleyin sizi ölü gibi uyutan, gündüzün yaptıklarınızı bilen, eceliniz gelinceye kadar gündüzleri sizi diriltircesine uyandıran O'dur. Sonra dönüşünüz yine ancak O'nadır. Sonra da O, size, yapmış olduklarınızı haber verecektir.» Ey insanlar, Yüce Allah sizi geceleri ölü gibi uyutur, sonra tekrar uyandırır. Ecel size gelinceye kadar bu böylece devanı eder. Al-İahü Teâlâ'nın dünyada size takdir etmiş olduğu rızık verilir. Size takdir edilen rızık bitmedikçe ölüm gelmez. Ancak takdir edilen rızık bittikten sonra ölüm gelir. Hiçbir canlının dünyada kendisine takdir edilen rızkı yemedikçe ölmesi mümkün değildir. Geceleri uykuda iken ruhunuzu kabzedip öldüren Yüce Allah sizi tekrar diriltir ve gündüz vakti hayır ve şerden yaptıklarınızı bilir. İnsan uyuyunca ruh bedenden çıkar fakat hayat devam eder, nefes alıp verme ve hareket bundan dolayı olur. Ömür son bulunca ruh vücuttan çıkar, hayat son bulur, hareket biter. Çünkü bunların hepsi ruha bağlıdır. Soru: Uykuda iken ruhun vücuttan çıkışı bir acı ve bir zahmet meydana getirmez mi? Cevap : Uyku halinde ruh vücuttan kendi isteği ile çıkar ve tekrar vücuda döner. Döneceğini de bilir. Bundan dolayı insan herhangi bir acı hissetmez. Fakat ölüm anında kendi isteği olmadan vücuttan çıkar, bir daha oraya dönmeyeceğini bilir. İşte o zaman vatanından sürülen bir insanın acı duyduğu gibi acı duyar. Uyku halinde iken ruhun bedenden ayrılması, bir insanın herhangi bir ihtiyacı için birkaç günlüğüne başka bir memlekete gitmesi gibidir. Birkaç günlüğüne başka bir yere giden bir insan tekrar evine döneceği için üzüntü duymaz. Çünkü tekrar evine döneceğini bilmektedir. Uyku halinde ruhun vücuttan çıkması da böyledir, tekrar evi durumunda olan vücuda döneceği için asla üzüntü, acı duymaz. Çünkü evi olan vücuda tekrar geleceğini biliyor, ondan ayrılması geçicidir. Ölüm ile vatanı olan vücuttan ebedî olarak ayrılınca o zaman acı ve üzüntü duyar. Uyku ile ölüm tıpkı bu misalde olduğu gibidir. Bazı tefsirciler de şöyle demişlerdir: Uyku Allahü teâlâ’nın insanlar üzerine bir emridir. İnsanların bedenlerinin istirahat etmesi, yediklerinin hazmolması ve vücutlarının kuvvetlenmesi için uyumaları gerekir. Uyku bir emirdir, hakikatini ancak Allah bilir. Nitekim ruhun hakikatini de Allah'dan başka kimse bilmez. Uykuda insanlar için büyük faydalar ve hikmetler vardır. Ey insanlar, hepinizin dönüp varacağı yer Allah'ın huzurudur. Dünyada yapmış olduğunuz iyilikleri ve kötülükleri size haber verecektir. Yapmış olduğunuz amellerinize göre, kıyamet günü mükâfat veya mücazât verecektir. Salih amel işleyenler mükâfatını, kötülük yapanlar da mücazâtmı göreceklerdir. 61 «O, kulları üstünde yegâne hâkimdir. Size koruyucular gönderir. Artık birinize ölüm gelince elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun ruhunu alırlar.» Yüce Allah kullarının üstünde yegâne hâkimdir. Onların üzerine muhafız melekler göndermiştir. Biri insanların yapmış olduğu hayrı, diğeri de Kötülükleri yazar. Yürürken meleklerden biri önde, diğeri de arkada gider. Otururken ise biri sağında, diğeri solunda bulunur. Bu melekler, insanlar ölene kadar yapmış oldukları amelleri yazarlar. Dünyada takdir edilen ömür bitince Azrail yardımcılarıyla birlikte gelir, canı alır. Ömür, Allah'ın takdir ettiği süreden ne bir saniye öne alınır ve ne de bir saniye geri bırakılır. Allah'ın takdir ettiği vade bittikten sonra Azrail canı alır. Bazıları da şöyle demişlerdir: «Her insana ölüm anında Azrail'le birlikte yetmiş rahmet, yetmiş de azap meleği gelir. Ruhunu kabzedecekleri insan eğer mü’min ise Azrail onu rahmet meleklerine teslim eder, onlar o zata rahmetle muamele ederler ve ruhunu alıp göğe çıkarırlar ve orada mü’minler için hazırlanmış üliyyîn defterine kayıt ederler. Şayet ruhunu kabzedecekleri insan kâfir veya âsî biri ise, Azrail onları da azap meleklerine teslim eder, onlar da ona azapla muamele ederler. Ruh, kâfirin vücudundan ayrıldığı zaman yeryüzüne çok kötü bir koku dağılır. Sonra melekler ruhu alıp göğe çıkarlar, göğün kapısı onlara açılmaz, tekrar o ruhu geri getirirler ve kâfirler için hazırlanmış yedi kat yerin altındaki siccîn defterine kayıt ederler. Bundan sonra onların yapmış oldukları amelleri Allahü teâlâ'ya havale ederler. 62 «Sonra, gerçek Mevlâları olan Allah'a döndürülürler. Doğrusu hüküm O'nundur. O, hesap görenlerin en süratlisidir.» Daha sonra, onlar gerçek Mevlâları olan Allah'a döndürüleceklerdir. Allah kıyamet günü onların arasında hükmedecektir. Doğrusu hüküm O'nundur. O, adaletiyle kullarının arasında hükmeder, O, hesap görenlerin en hayırlısıdır. 63 «De ki: "Karanın ve denizin karanlıkları içinden sîzi kim kurtarır. Halbuki siz: Eğer bizi bundan kurtarırsan yemin olsun ki, şükredenlerden oluruz, diye boyun eğerek gizlice O'na dua edersiniz."» Yüce Allah bu âyet-i celilede insanların Allah'ın kudreti karşısında düşünmelerini emrediyor. Ey insanlar, karaların ve denizlerin âfetlerinden ve çeşitli felâketlerden sizi kurtaran kimdir? Herhangi bir tehlike ile karşı karşıya geldiğiniz zaman, ondan kurtulmak için gizli ve aşikâr O'na dua edersiniz. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, de ki: "Karanın ve denizin karanlıkları içinden sizi kim kurtarıyor ki O'na gizli yalvararak dua edersiniz. Eğer bizi bundan selâmete erdirirsen and olsun şükredenlerden olacağız."» Ey kâfirler, bu gerçekleri gördüğünüz halde hâlâ inanmayacak mısınız? 64 «De ki: "Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da O'na ortak koşarsınız."» İnsanlar, bir felâkete ve bir musibete düştükleri zaman Allah'a yalvarırlar, Fakat içine düştükleri felâketlerden kurtulunca eski durumlarını unutarak hemen isyan ederler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da O'na ortak koşarsınız."» İnsanları karada ve denizde her türlü felâketlerden kurtaran Allah'tır. Fakat onlar bütün bunları unutarak yine Allah'a isyan etmekten geri kalmazlar. Allah'a isyan edenler, mutlaka isyanlarının cezasını göreceklerdir. 65 «De ki "O, size üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya sizi birbirinize katıp kiminizden kiminin hıncını tattırmaya kadirdir." Bak, âyetleri, onlar iyice anlasınlar diye, nasıl türlü türlü açıklıyoruz.» Ey insanlar, Allahü teâlâ sizin üzerinize çeşitli azaplar göndermeye, sizi yok etmeye ve bulunduğunuz yerlerin altını üstüne getirmeye kadirdir. O, dilerse üzerinize taş yağdırır ve sizi Lût (aleyhisselâm) 'un kavmi gibi helak eder. O, dilerse sizi Karun gibi yere batırır veya Nûh (aleyhisselâm) 'un kavmi gibi suda boğar. Zira O, her şeye kadirdir. Lût (aleyhisselâm)'un kavmi işlemiş oldukları suçun cezasını böyle çekmişler, Karun da kibirliliğinin cezasını bu şekilde ödemiştir. Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi de inkârlarının cezasını böyle görmüşlerdir. Ey insanlar, siz de Israiloğulları gibi Peygamberi yalanlar, nefislerinizin arzusuna uyar, Allah'a iman etmezseniz Yüce Allah sizin kiminizi kiminize musallat kılar. Allah sizden intikam almaya kadirdir. Nitekim sizden önceki inkarcılara böyle azap etmiştir. Siz de onlar gibi Peygamberinizi inkâr ederseniz aynı azaba uğrarsınız. Cebrail bu âyet-i celîleyi getirince Peygamberimiz «Yâ Cebrail benim ümmetim bunun üzerine nasıl baki kalır?» der, Cebrail de «Yâ Muhammed, ben de senin gibi bir kulum, Rabbine dua et ve ümmetinin kurtulmasını O'ndan iste» cevabmı verir. Bunun üzerine Peygamberimiz abdest alır, huşu içinde namaz kılar, sonra ellerini kaldırarak Rabbine dua eder, o anda Cebrail gelir «Yâ Muhammed, Allahü teâlâ duanı kabul etti ve ümmetini üzerlerinden ve altlarından gelecek olan iki azaptan halâs etti' der. Yine Peygamberimiz «Yâ Cebrail, ümmetimin bekası nasıl olur? İçlerinden çeşitli gruplara ayrılanlar olabilir ve bunlardan biri diğerini öldürebilir» demiş ve şöyle buyurmuştur: «İsrailoğulları dinleri hususunda yetmiş bir fırkaya ayrılmışlar ve herbiri ayrı ayrı yol tutmuşlardır. Benim ümmetim de yakında yetmiş iki fırkaya ayrılacak hepsi sapıklığa düşecek ve içlerinden biri hidayette olacaktır.» Sahabe «Ey Allah'ın Resulü hidayette olan kimlerdir?» demişlerdir. Peygamberimiz «Benim -ve sahabemin yolunda olanlardır- buyurmuştur. Yüce Allah sevgili Habibine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, tak, sizden önce geçen milletleri, isyan ve küfürlerinden dolayı nasil helak ettiğimizi Kur'an'da açıklıyoruz ki, bütün bunlardan ibret alarak kâfirler isyan ve küfürlerinden vazgeçsinler. Küfür ve isyanlarından vazgeçerek Allah'ın emirlerine itaat etmeyenler küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir. Küfür ve isyanlarından vazgeçip Allah'a iman edenler ise hiç şüphesiz mükâfatlarını göreceklerdir. 66 «O Kur'an hak iken kavmin onu yalan saydı. De ki: "Ben sizin üzerinize bir vekil değilim."» 67 «Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz de onu ilerde öğreneceksiniz.» Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, senin kavmin Kur'an’ın hak kitap olduğunu bildikleri halde, onu yalanladılar. Onlara de ki: «Ben sizin üzerinize bir vekil değilim.» Müşrikler, Kur'an-i Kerlm'in Allah tarafından gönderildiğini bildikleri halde onu yalanlamışlardır. Onlar inkârlarının cezasını göreceklerdir. Her iyiliğin ve kötülüğün meydana çıkıp gerçekleşeceği bir zaman vardır. Bunlardan kiminin cezası dünyada verilir, kimininki âhirete bırakılır. Allahü teâlâ peygamberlerini ve kitaplarını yalanlayan kavimleri daha dünyada iken çeşitli azaplara uğratarak helak etmiştir. Âhirette ise onlar için sonu olmayan elim bir azap hazırlamıştır. Bu, onların inkârlarının cezasıdır. Kur'an'da zikredilen gerçekler mutlaka vuku bulacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz de onu ilerde öğreneceksiniz.» Fakat sonunda bunları öğrenmenin hiçbir faydası olmayacaktır. 68 «Âyetlerimiz üzerinde çekişmeye dalanları gördüğün zaman, başka bir bahse geçmelerine kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık zulmedenlerle oturma.» Yüce Allah sevgili Peygamberine, birçok âyetlerde olduğu gibi, bu âyette de Allah'ın âyetleriyie alay edenlerden yüz çevirmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor: -Yâ Muhâmmed, âyetlerimiz üzerinde seninle çekişmeye dalanları gördüğün zaman, Kur'an'ı bırakıp başka bir bahse geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Şayet şeytan sana Allahü teâlâ ‘nın vasiyetini unutturur da onlarla beraber olursan, hatırlayınca hemen onlardan ayrıl, zulmedenlerle beraber oturma.» Zira zâlimlerle beraber oturup-kalkmak onların küfrüne rıza göstermektir. Küfre rıza ise küfürdür. Bu âyet-i celîle şuna delâlet etmektedir: Eğer bir yerde bozgunculuk, gıybet, yalan, fuhuş, küfür ve herhangi bir şey işleniyor da, ona mani olunamıyorsa orada bulunanların dinlerinin selâmeti için o meclisi terk etmeleri şarttır. Şayet o mecliste bulunanlar orayı terk etmezler ve yapılan işlere de göz yumarlarsa aynı günaha ortak olurlar. İmanlarını muhafaza etmek isteyen mü’minlerin buna çok dikkat etmeleri gerekir. Aksi takdirde hem günaha girerler, hem de imanları tehlikeye düşer. Çünkü küfre rıza göstermek küfürdür. Küfür ise imanın en büyük düşmanıdır. Küfrün işlendiği mecliste bulunup da, orayı terk etmeyerek, sükût etmek küfre rıza göstermektir. Yüce Allah bu hususta mü'minleri ikaz etmek için sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Âyetlerimiz üzerinde çekişmeye dalanları gördüğün zaman, başka bir bahse geçmelerine kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık zulmedenlerle oturma.» Bu emir bütün mü’minleredir. 69 «Allah'tan korkanlar, o zâlimlerin hesabından sorumlu değillerdir. Fakat bu bir hatırlatmadır. Gerekir ki, sakınırlar.» Bu âyet-i edilenin nüzul sebebi şudur: Allahü teâlâ yukarda geçen âyetle Peygamberini müşriklerle oturup - kalkmaktan men edince, sahabe-i kiram Peygamberimize şöyle derler: «Ey Allah'ın Resûlü, müşrikler bizimle alay ettikçe onların yanından kalkar gidersek Harem-i Şerifte oturacak ve tavaf edecek zaman bulamayız. Çünkü onlar bizi gördükçe Kur'an-ı Kerîm'e ta'n ediyorlar ve bizi alaya alıyorlar. O zaman biz onlara karşı ne yapalım?» Bunun üzerine Yüce Allah yukardaki âyeti inzal ederek onlarla oturup - kalkmaya ruhsat vermiş, bu âyetle de yukarda geçen âyetin hükmü nesh edilmiştir. «Gerçi Allah'dan korkanlara onların hesabından bir sorumluluk yoktur. Ama, belki sakınırlar diye nasihatta bulunmalıdırlar.» Kendilerini şirk ve büyük günahlardan muhafaza edenlerin onlarla oturup - kalkmalarında üzerlerine bir günah yoktur. Müşrikleri va'z u nasihatla imana davet etmek için mü’minlerin onlarla oturup - kalkmalarında bir mahzur yoktur. Umulur ki bu nasihatlerden sonra İslâm'ı kabul ederler de Kur'an'la alay etmekten vazgeçerler, Müslümanların kâfirleri imana davet etmek maksadıyla bir arada bulunmalarında sakınca yoktur. Çünkü Müslüman islâmı tebliğ etmekle görevlidir. Dolayısıyla inanmayanlarla bir arada olmanın mahzuru yoktur. 70 «Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak. Allah'tan başka dost ve yardımcısı olmayan bir kimsenin kazandığından ötürü helake sürüklenip atılmaması için Kur'an ile öğüt ver. O kimse, bütün varını fidye olarak verse yine kabul olunmaz. Kazandıkları günahlarından ötürü yok olanlar işte bunlardır. Nankörlük ettiklerinden dolayı kaynar su ve acıklı azap onlar içindir.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Kureyşli müşrikler putlarını Harem-i Şerifin etrafına dikerler, kulaklarına cevahirden küpe takarlar, boğazlarına da deve yumurtası asarlardı. Böylece güya putlarını süslüyorlardı. Bu manzarayı gören Peygamberimiz çok üzülür. O zaman bu âyet inzal olarak şöyle buyurulmuştur: «Yâ Muhammed, dinlerini oyun ve eğlenceye alanları dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak, Allah'tan başka dost ve yardımcısı olmayan bir kimsenin kazandığından ötürü helake sürüklenip atılmaması için Kur'an ile öğüt ver. O kimse bütün varını fidye olarak verse yine kabul olunmaz. Kazandıkları günahlarından ötürü yok olanlar işte bunlardır. Nankörlük ettiklerinden dolayı kaynar su ve acıkh azap onlar içindir.» İmam-ı Kelbi (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Allahü teâlâ, her millete namaz kılmaları, ibadet yapmaları, tekbir ve tehlil getirmeleri, hayır ve hasenatta bulunmaları için yılın bir gününü bayram yapmıştır. Fakat onlar bayram günlerini oyun ve eğlenceye alarak ibadeti terk etmişler, boş günleri kendilerine bayram yapmışlardır. Bayram günlerini sadece Hazret-i Peygamberin ümmeti muhafaza etiriş, o günlere ta'zim ve hürmet ederek namazlarını kılmışlar, ibadetlerini yapmışlar, tekbir ve tehlillerde bulunmuşlar, sadakalarını vermişler, hayır ve hasenatlarını yapmışlardır. Dünyanın sonuna kadar da o günlerde böylece ibadetlerini yapmaya devam edeceklerdir. Yüce Allah Müslümanlara cumayı, Ramazan ve Kurban Bayramı günlerini bayram kılmıştır. Bu günlerde yapılan hayır ve hasenatın, kılınan namazların, getirilen tekbirlerin sevabı ve mükâfatı diğer günlerde yapılan ibadetlerinkinden daha çoktur. Her zaman Allah'ın rızasını kazanmaya çalışan mü’minler, rızay-ı Bârî'yi elde etmek için böyle günlerde daha çok gayret gösterirler. Dünya menfaati için ibadetlerini, hayır ve hasenatlarını asla terk etmezler.» Kâfirler ve müşrikler dünya hayatına dalmak, kibirlenmek ve Hakk'ı inkâr etmek suretiyle dinlerini eğlence haline getirmişlerdir. Dünya hayatı onları mağrur etmiş, nefislerine uydurmuş, Allah'a isyan ettirmiş, böylece ebedî olan âhiret hayatını unutturmuştur, Böylece hem dinlerinden, hem de bayramlarından vazgeçmişlerdir. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine onlar için şöyle buyuruyor; «Yâ Muhammed, kâfirlere Kur'an ile va'z u nasihat et. Ahiret azabını onlara hatırlat. Tâ ki nefislerinin arzusuna uyarak kendilerini tehlikeye ve ateşe atmasınlar. Kıyamet günü onları Allah'ın azabından kurtaracak ve onlara şefaat edecek Allah'dan başka kimse yoktur. Herkes dünyada yaptıklarının karşılığını âhirette mutlaka görecektir.» Kâfirler, Allah'ın azabından kurtulmak için kıyamet günü fidye olarak dünyayı verseler bile, fidyeleri asla kabul olmaz ve azaplarından da zerre kadar bir şey eksilmez. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «... Allah'tan başka dost ve yardımcısı olmayan bir kimsenin kazandığından ötürü helake sürüklenip atılmaması için Kur'an ile öğüt ver. O kimse, bütün varım fidye olarak verse yine kabul olunmaz. Kazandıkları günahlardan ötürü yok olanlar işte bunlardır. Nankörlük ettiklerinden dolayı kaynar su ve acıklı azap onlar içindir.» -Nankörlük yapanlar günahları sebebiyle helak olmuşlardır. Onlar için çok elim bir azap hazırlanmıştır. 71 «De ki: "Allah'ı bırakıp da bize ne fayda, ne de zararı dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola eriştirdikten sonra -(bir yanda) arkadaşları «bize gel» diye doğru yola çağırırken, (diğer yanda) şeytanların yeryüzünde şaşırttıkları bir kimse gibi - geriye mi dönelim?" De ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk."» 72 «Namaz kılın ve Allah'tan korkun diye de emrolunduk. Varıp huzurunda toplanacağınız O'dur.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke 'li kâfirler Müslümanlardan bir topluluğa işkence ederek, onları puta tapmaya davet etmişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek mü'minlere şöyle buyurmuştur: «Ey iman edenler, kâfirlere deyin ki: «Allah'ı bırakıp da, dünyada ve âhirette bize faydası olmayan putlara mı ibadet edip, taparak tekrar küfre ve şirke mi dönelim? Halbuki Allahü teâlâ bizi İslâm ile hidayete erdirdi. Biz İslâm'ı ve emin bir yolu bırakıp da size asla tabi olamayız.» Bizim durumumuz şuna benzer: Bir kimse bir toplulukla doğru ve emin bir yolda giderken arkadaşlarından ayrılıp doğru yoldan sapar şeytana tabi olur. Şeytan onu bilmediği çok tehlikeli ve meçhul bir yola götürür. Arkadaşları onu ikaz ederler, gittiği yolun tehlikeli olduğunu söylerler ve doğru yolun kendi yolları olduğunu bildirerek «Bizden ayrılma» derler. Fakat o arkadaşlarının ikazına aldırmaz şeytana tabi olup tehlikeli yolda devam eder ve neticede helak olup gider. Doğru yolda gidenler ise hiçbir tehlike ile karşılaşmadan yollarına devam ederler, arzularına kavuşurlar ve selâmeti bulurlar. Bizim durumumuz tıpkı onların durumu gibidir. Biz eğer Muhammed'in dinini bırakıp size tabi olursak helak oluruz. Hazret-i Muhammed'e tabi olursak hidayete erer, selâmeti bulur, hakka ulaşırız. İşte bizim yolumuz budur.» Hidayeti bırakıp şeytana tabi olanlar ise tıpkı kâfirler ve münafıklar gibidir. Kıyamet günü kâfirler gibi onların da gidecekleri yer cehennemdir. Ancak Hazret-i Peygambere tabi olup, O'nun yolundan gidenler cehennem azabından kurtulacaklardır. Yüce Allah sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «De ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk. Namaz kılın ve Allah'dan korkun diye de emrolunduk. Varıp huzurunda toplanacağınız O'dur."» Ey insanlar, işte o zaman dünyada yapmış oldurunuz amellerinize göre mükâfat vemücazat göreceksiniz. 73 «Gökleri ve yeri, yerli yerince yaratan O'dur. Bir şeye «ol» dediği gün hemen oluverir. O'nun sözü haktır. «Sûr»'a üfürüldügü günde mülk ancak Onundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, Hakimdir. Habirdir. Hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.» Yerleri ve gökleri yaratan Yüce Allah'dır. O, varlığını izhar için bunları yaratmıştır. Bunları yoktan var ettiği gibi, tekrar yok edecektir. Bu nizam bozulacak, her şey târumâr olacaktır. O, «Ol» dedi mi o anda her şey oluverir. Kıyamet kopar, yer ve gökler târumâr olur, canlı mahlûk kalmaz, işte o zaman İsrafil (aleyhisselâm) Sûra üfürür, herkes mezarından kalkar, kıyametin dehşetinden insanlar bölük bölük kimi sağa, kimi sola koşarlar. Herkes -Nefsi nefsi» diyerek başının çaresine düşer. Kimsenin kimseye faydası olmaz. Allahü teâlâ'nın vaadi haktır. Artık hak olan gün gelmiştir. Her canlı mahşer yerinde O'nun huzurunda toplanır, işte o zaman mülk de, hüküm de O'nundur. O, dilediği gibi hükmeder, kimse O'nun hükmüne mani alamaz. Kullarının amellerine göre mükafat ve mücazât verecektir. O, hakimdir dilediği gibi hükmeder. Habîrdir, kullarının yaptıkları tıer şeyden haberdardır. 74 «İbrahim, babası Azer'e: "Putları tanrı olarak mı benimsiyorsunuz? Doğrusu ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.» ibrahim (aleyhisselâm)'in babası Azer put ustası idi. Put yapar, satardı, İbrahim (aleyhisselâm) küçük bir çocuk olmasına rağmen babasının put yapıp satmasından ve onlara tapmasından asla hoşlanmazdı. O, babasına şöyle demişti: «Putları tanrı olarak mı benimsiyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum.» Bir kısım tefsirciler şöyle demişlerdir; «Hazret-i ibrahim'in babası Tâhor'un oğlu Tarih'tir. Âzer, onların tapmış oldukları büyük bir putun adıdır. Onlar aynı zamanda yolunu şaşırmış kimseye «Azer» derlerdi. Bu bakımdan İbrahim (aleyhisselâm) babasına «Azer» demiş ve ona şöyle hitap etmiştir: «Sen putları mı ma'bud ediniyorsun? Halbuki onlar ma'budluğa asla lâyık değildir.» Hazret-i İbrahim, putların asla ma'bud olamayacaklarını daha çocuk yaşta iken babasına bildirmiş, fakat onlar bunu anlamamazlıktan gelmişlerdir. 75 «Yakînen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını şöyle gösteriyorduk.» Allahü teâlâ İbrahim (aleyhisselâm)'e yerin ve göklerin hükümranlığını göstermiş, o da hiçbir zaman puta tapmamış ve bu hususta her zaman babasıyla ve içinde bulunduğu toplum ile mücadele etmiştir. Hazret-i İbrahim böylece babasının dininden yüz çevirince Yüce Allah onun gözünden manevî perdeyi kaldırmış yerin ve göklerin sırlarını ona temaşa ettirmiştir. İbrahim (aleyhisselâm) böylece bütün mevcudatta Allah'ın kudretini görmüştür. Allahü teâlâ, kudretini aynelyakin ve hakkalyakîn olarak görmesi için yerlerin ve göklerin sırlarını Hazret-i ibrahim'e açmıştır. Bu durum aynı zamanda gelecekte peygamber olacağına işaret etmektedir. İbrahim (aleyhisselâm)'e birçok özellikler veren Yüce Allah, Nemrud'un dininin bâtıl, islâm dininin ise hak olduğunu bildirmiştir. Atâ (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «İbrahim (aleyhisselâm) göklerin sırrını temaşa etmek için melekût âlemine götürülürken yolda zina halinde bir adam görür ve beddua eder. Yüce Allah da duasını kabul ederek zâniyi helak eder. Bir müddet sonra aynı durumda başka bir adam daha görür, ona da beddua eder, o da helak olur. Bunun üzerine Allahü teâlâ İbrahim (aleyhisselâm)'e vahyederek “Ya İbrahim sabırlı ve sükûn üzere ol. Senin duan müstecaptır (kabul olmuştur). Duan ile kullarımın helak olmasını ister misin? Günah işleyen kullarım üç durumdan hâli olmazlar: Onlar ya tevbe ederler, tevbeleri kabul olur veya sulplerinden salih bir evlât gelir de, bana ibadet eder, ben de onun atasının günahlarını bağışlarım. Yahut da yaptıklarına pişman olarak ondan dönerler. Ben onlara ceza vermeye kadirim, sen onlara beddua etmekten vazgeç. Senin duan ile helak olmasınlar» buyurur. Rivayete göre İbrahim (aleyhisselâm) daha doğmadan önce devrin kâhinleri ve müneccimleri Nemrud'a şöyle demişlerdir: «Bu sene senin memleketinde bir erkek çocuk doğacak, büyüyünce sana huzur vermeyecek, düşmanlık yapacaktır.» Bunun üzerine Nemrud yeni doğan erkek çocukların hepsini öldürtür. Bu katliâm tam bir yıl sürmüştür. Bir kısım tefsircilere göre ise, Nemrûd rüyasında bir koçun gelip tahtını devirdiğini görür. Buna bir anlam veremez, rüyasını kâhinlere ve rüya tabircilerine tabir ettirir. Onlar da kendisine yukarda geçen bilgiyi verirler. Bunun üzerine tam bir yıl yeni doğan erkek çocuklarını öldürtür. Bu arada da İbrahim (aleyhisselâm)'in anası hamile kalır ve korkusundan kimseye sezdirmez. Doğum günü gelince bir mağaraya giderek Hazret-i İbrahim'i orada dünyaya getirir. Güzelce kundak yapar, süt verir ve mağaradan ayrılır. Çocuğa 'bir şey olmasın diye de mağaranın ağzını bir taş ile güzelce kapar. İbrahim (aleyhisselâm)'in anası oradan ayrıldıktan sonra Cebraü gelir, mağaraya çocuğun yanına girer, başparmağını çocuğun ağzına verir, çocuk ondan süt emer, şehadet parmağını verdiği zaman da ondan bal emer. Bu Allah'ın kudretinin bir işaretidir. Böylece İbrahim (aleyhisselâm) kısa zamanda büyür. Bir kısım tefsirciler ise şöyle demişlerdir: «İbrahim (aleyhisselâm) 'in anası her gün gelir çocuğunu enızirir ve diğer yiyeceklerden de yedirir. Hazret-i İbrahim, konuşup yürüyene kadar anası mağarada böylece bakar. İbrahim (aleyhisselâm) konuşup yürümeye başlayınca bir gece anasıyla birlikte mağaradan çıkar. Mağaradan ilk olarak çıkan çocuk yerlere, göklere, dağlara ve kendi nefsine ibret nazarı ile bakar, yaradılışını tefekkür ederek şöyle der: «Elbette bunların bir yaratanı var, bir sahibi var, bunlar asla kendiliğinden meydana gelmedi, işte beni yaratan da, O'dur.» İbrahim (aleyhisselâm) böylesine tefekküre daldığı bir sırada Müşteri yıldızının doğduğunu görür, «Benim Rabbim budur» der. Çünkü o, Rabbin herşeyden yüce olduğunu ve hiçbir şeyin O'na benzemeyeceğini biliyordu. Bu bakımdan onu görünce hiç düşünmeden «Rabbim o» demişti. Çünkü o, bugüne kadar böyle bir şey görmemişti, her şeyden habersizdi. 76 «Gece basınca bir yıldız görmüştü. "İşte bu imiş Rabbim" dedi. Yıldız batıverînce: "Batanları sevmem" dedi.» Hazret-i İbrahim, geceleyin parlak Müşteri yıldızını görünce -İşte bu imiş Rabbim» demişti. Bîr kısım tefsircilere göre, ibrahim (aleyhisselâm) istifham ile «Bu mudur, benim Rabbim?» demişti. O zaman mânâ şöyle olur: «Bu benim Rabbim» değildir. Hazret-i İbrahim 'bir müddet sonra yıldızın battığını görünce «Batıp yok olanları sevmem, benim Rabbim asla değişikliğe uğramaz» demiştir. Bundan sonra ay'i görür. 77 «Ay'ı doğarken görünce! "Bu imiş Rabbim" dedi. Batınca, "Rab'bim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum" dedi.» İbrahim (aleyhisselâm) yıldız battıktan sonra seher vaktinde ay'ı görünce «Bu mu benim Rabbim?» demişti. Bir müddet sonra gün doğup ay da yok olunca «Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum, ilâhlığa lâyık olmayanı asla ma'bud edinmem» demişti. Ay da kaybolup güneşin doğduğunu görünce, bu defa fikrini değiştirir. 78 «Güneşi doğarken görünce: "işte bu imiş benim Rabbim, bu daha büyük" dedi. Batınca: "Ey milletim doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım" dedi.» İbrahim (aleyhisselâm) putperest bir toplum içinde doğmuştu. Onlar puta tapıyorlar, puttan başka ilâh tanımıyorlardı. İbrahim (aleyhisselâm), onların dînine asla iltifat etmiyor, sapıklık içinde olduklarını biliyor ve «Ey milletim, doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım» diyordu, İbrahim (aleyhisselâm) bir arayış içindeydi, gerçeği bulmağa çalışıyordu. Bunun için de yıldıza, aya ve güneşe «İşte bu imiş benim Rabbim' diyordu. Onların batıp kaybolduğunu görünene «Batanları sevmem» diyerek, onların ilâh olamayacağım haykırıyordu. Hazret-i İbrahim, güneşin doğup her tarafı aydınlattığını gorünca «Benim Rabbim bu mu ola? Bu hepsinden büyük ve ışığı ile bütün kâinatı aydınlatıyor» demişti. Güneşin de akşam battığını görünce «Bu da ma'bud olamaz» der ve bu hal içinde düşünceye dalar. Tam o sırada anası yanına gelerek ne düşündüğünü sorar. İbrahim, tefekkür aleminden bir an kendini alır «Benim Rabbim kim?» der. Anası «Senin Rabbin benim- der. İbrahim «Senin Rabbin kimdir?». Anası «Benim Rabbim babandır.» İbrahim «Babamın Rabbi kim?» diye sorar, Anası; «Babanın Rabbi de Nemrud.» İbrahim «Nemrud'un Rabbi kimdir?» der. Anası, İbrahim (aleyhisselâm) 'in sorularına cevap veremeyince «Sus yâ İbrahim!» der. Bâtıl daima hakikat karşısında susmaya mahkûmdur. Nitekim öyle olmuştur. İbrahim «Nemrud kimdir, onun özelliği nedir? Yer mi, içer mi, yatar uyur mu?» Anası «O da bizim gibi bir insandır, yer, içer, yatar, uyur.» İbrahim «Benim gibi bir insan nasıl ma'bud olur? O asla ma'bud olamaz» der. Bu hakikatler karşısında anası donakalır, söyleyecek bir şey bulamaz yanından ayrılır, babasının yanına gelir. İbrahim ile arasında geçenleri ona anlatır. Babası, İbrahim'in neler söylediğini kendi ağzından dinlemek için yanına gelir ve söylediklerini öğrenmek ister. İbrahim, anasına söylediklerinin aynısını ona da söyler. Hazret-i İbrahim'in sorularına cevap veremeyen babası, çareyi oğluna kızmakta bulur. Fakat İbrahim (aleyhisselâm) babasının kızmasına aldırmaz, son cevabını verdikten sonra şöyle der: «Ey babacığım, gel seni de, beni de, Nemrud'u da yaratan Hâlik'a tapalım ve O'ndan başkasını ma'bud edinmeyelim.» Artık babası susmuştu, söyleyecek bir şey bulamamıştı, elinden kızmaktan başka bir şey gelmiyordu. Çünkü duymadığı hakikatleri oğlundan öğrenmişti, bu hakikatler karşısında susmaktan başka ne yapabilirdi? Böylece oğlundan ayrılır. Fakat babalık şefkati ağır basar, tekrar oğluna döner «Ey oğlum, gel bizimle beraber şehre gidelim» der. İbranın, babasının davetini kabul eder, birlikte şehre giderler. Şehre geldiklerinde şehir halkının puta taptıklarını görür. Puta tapanlar İbrahim'in de puta tapmasını isterler. Hazret-i İbrahim onların teklifine şöyle karşılık verir; «Ey milletim, doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım. Sizin taptıklarınıza asla- tapmam.» Onlar, Hazret-i İbrahim'in kime ibadet ettiğini öğrenmek için «Yâ İbrahim, sen kime tapıyorsun, ma'budun kim?» derler. 79 «Doğrusu ben, yüzümü o gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim.» İbrahim (aleyhisselâm) böylece kime ibadet ettiğini onlara açıkça bildirmişti. O zamana kadar duymadıkları şeyleri kendilerine hiç çekinmeden söylüyordu. Onlar sadece Nemrud'un ilâh olduğuna inanıyorlar, putlara tapıyorlardı. İbrahim (aleyhisselâm) bu küfrün karşısına dikilerek şöyle haykırıyordu: «Ey milletim, benim dinim dosdoğru bir dinilir. Ben yerleri ve gökleri yaratan Allah'a ibadet ederim. Sizin taptıklarınızdan uzağım, taptıklarınıza tapıp müşriklerden olamam.» işte ibrahim (aleyhisselâm) gerçekleri müşrik olan kavmine böyle sıralıyordu. Hakikat ehli şöyle demişlerdir: «İbrahim (aleyhisselâm)'in yıldızı, ayı ve güneşi gördüğü zaman her biri için «Bu mu benim Rabbim?» demesi hakikat değildir. Maksat yıldıza, aya ve güneşe tapanları alaya almaktır. Bununla beraber onlara yavaş yavaş hatalarını ve cehaletlerini bildirmektir. Çünkü onların bir kısmı yıldızlara, bir kısmı da aya ve güneşe taparlardı. İlk olarak yıldızı gördüğü zaman «Bu mu benim Rabbim?» demesi, yıldıza tapanların İbrahim'i kendilerinden zannetmeleri içindir. Yıldız batınca «Ben gaip olup, batanı sevmem» diyerek, onları ikaz etmek için «Soğup - batan asla ma'bud olamaz» demiştir. Ayı ve güneşi görünce, onlara tapanları da ikaz için «Bunlar asla ma'bud olamazlar. Çünkü doğup - batıyorlar. Ma'bud olan kafiyen değişmez» demiştir.» İsa (aleyhisselâm)'dan şöyle rivayet olunmuştur: İsa (aleyhisselâm) bir memleketin padişahını dine davet etmek için elçilerinden birini gönderir. Elçi padişahın memleketine gelince halkın tamamının puta taptıklarını ve davetle imana gelmeyeceklerini görür. Onları bu inançlarından vazgeçirmek için, bir müddet onlarla birlikte putlarına tapar ve secde eder. Onlar, bunu kendilerinden zannederler. Halbuki o putlara değil, Allah'a secde ediyordu. Fakat onlar elçinin putlara secde ettiğini zannediyorlardı. Bunun için de kendisini çok sevmişlerdi. Hatta padişahın danışmanı olmuştu. Padişah bütün işlerinde ona akıl danışır ve verdiği direktif üzere hareket ederdi. O şuralarda padişahın bir düşmanı zuhur eder. Padişah bütün adamlarını toplar ve elçiyi de çağırır ona bu düşmandan nasıl kurtulacaklarını ve nasıl galip geleceklerini sorar. Elçi «Gelin taptığımız putlardan yardım isteyelim, şefaat dileyelim, bize yardım etsinler' der. Bunun üzerine, hep birlikte putlarının önüne giderler, secdeye kapanırlar, kurbanlar keserler, tevazu ile dua ederler, onlardan şefaat dilerler ve kendilerine yardım etmesini isterler. Onların bütün bu yalvarmalarına karşılık putlardan bir ses çıkmaz. Putlardan bir netice alamayınca ümitsizliğe düşerler ve «Bunlardan bize hayır gelmez» derler. Bunu fırsat bilen elçi «Bize bir hayrı dokunmayan ve yardım edemeyen, bizden bir musibeti de gidermeye gücü yetmeyen şeye nasıl tapıyorsunuz? Gelin bize menfaati olan ve yardımını bizlere gönderen birine tapalım» der. Onlar kime tapacaklarını sorarlar. Elçi «Yerlerin ve göklerin halikı ve mâliki olan Allah'a tapalım» cevabını verir. Bundan sonra Allahü teâlâ'ya tevazu ile dua ve niyaz eder, yanındakiler de dua ederler. Yüce Allah dualarını kabul eder, düşmanların şerrinden kurtarır. Bunu görenlerden bir kısmı derhal iman ederler. İbrahim (aleyhisselâm)'in yıldıza, aya, güneşe «Rabbim» demesi, onların Allah'ı bırakıp bunlara tapmasının çok çirkin ve büyük bir hata olduğunu bildirmek içindir. Ola ki hatalarını anlarlar da bunlara tapmaktan vazgeçerler diye böyle konuşmuştur. Buna rağmen yine de onlara tapmaktan vazgeçmemişlerdir. Onların bu derece sapıttığını gören İbrahim (aleyhisselâm) «Ey milletim, ben sizin taptıklarınızdan çok huzursuz oluyorum» der. 80 «Milleti onunla tartışmaya girişti. "Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Ona ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Meğer ki Rabbimin bir dileği ola. Rabbim ilim yönünden her şeyi kuşatmıştır, hâlâ öğüt kabul etmez misiniz' dedi.» İbrahim (aleyhisselâm) onlara doğruyu söyleyince, onlar İbrahim (aleyhisselâm) ile Allahü teâlâ hakkında ve dini hususunda mücadeleye girişirler. Hazret-i İbrahim, onlara «Allah beni doğru yola eriştirmişken, O'nun hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Allah'a ortak koştuklarınızdan korkmuyorum» der. Taptıkları ilahları zemmedip, yalanlardı. Onlar Hazret-i İbrahim ile başa çıkamayınca 'Yâ İbrahim, ilâhlarımızın aklına veya azalarına bir zarar vermesinden korkmaz mısm?» derlerdi. Çünkü onlar putların kendilerine'bir zararı dokunacağından korkuyorlardı. Halbuki İbrahim (aleyhisselâm) onlardan asla bir kötülük gelmeyeceğini biliyordu. «Allah'a ortak koştuklarınızdan asla korkmam. Zira onlar kat'iyyen bana zarar veremezler. Ancak Rabbimden korkarım. Çünkü zararı da, iyiliği de ancak O verir, hayır da şer de O'ndandır. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır, hiçbir şey O'nun ilminin dışında değildir. O, gizli ve aşikâr ne varsa hepsini bilir. Size ne oldu ki, bu hakikatler karşısında hâlâ iman etmiyorsunuz?» der, kavmine'hakikatleri bu şekilde haykırırdı. Her mü’minin bundan ibret alması gerekir. Yüce Allah'ın İbrahim (aleyhisselâm) ile milleti arasında geçenleri Kur'an-ı Azîmüşşân'da nakletmesinin hikmeti budur. Sonra iman bir nasip mes'elesidir. Allahü teâlâ onu talep edene verir, talep etmeyene vermez. 81 «Hem nasıl olur da ben sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Baksanıza siz Allah'ın hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz, iki taraftan hangisine güvenmek daha yerindedir, bir bilseniz.» İbrahim (aleyhisselâm)'e kavmi «Putlara sataşma, onların seni çarpmasından korkmuyor musun? Onlar sonra seni çarparlar» demişlerdi. İbrahim (aleyhisselâm) de «Nasıl olur da ben sizin Allah'a şirk koştuklarınızdan korkarım? Halbuki siz, onlara tapma hususunda Allah'ın hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, sizin elinizle yapıp taptığınız o oansız şeylerden ben niçin korkayım? İki taraftan hangisine güvenmek ve hangisinden korkmak daha yerindedir, bir bilseniz. Siz hangisinden korkmak gerektiğini bilmiyorsunuz. Elinizle yaptığınız cansız şeylerden korkuyorsunuz da, bütün kâinatı yaratan Allah'tan korkmuyorsunuz» demiştir. İbrahim (aleyhisselâm) böylece kimden korkulması gerektiğini ve bu kâinatın halikının kim olduğunu kâfirlere açıkça bildirmiştir. «Hem nasıl olur da sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Baksanıza siz Allah'ın hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek daha yerindedir, bir bilseniz.» 82 «İman edip de imanlarına bir haksızlık karıştırmayanlar. İşte korkudan emin olmak onların hakkıdır. Onlar doğru yoldadırlar.» Allahü teâlâ İbrahim (aleyhisselâm) ile milleti arasında geçen olayları muhtelif âyetlerde zikretmiştir. İbrahim (aleyhisselâm)'in kavmi, kimlerin Allah korkusundan emin olduklarını sordukları zaman, o şöyle cevap vermiştir: «İman edenler, şirk koşmayanlar, puta tapmayanlar, sapıklığı terk edip hidayete erişenler Allah korkusundan emin olanlardır, Puta tapıp şirk koşanlar ise en büyük azaba uğrayacaklardır.» İman edip amel-i salih yapanlar, ancak Allah'ın azabından emin olurlar. Allah'a, şirk koşarak kâfir olanlar ise çok şiddetli bir azaba uğrayacaklardır. Bu onların şirk ve inkârlarının cezasıdır. İbn Mes'ud (radıyallahü anh) «Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman sahabe -Ey Allah'ın Resulü, bizim hangimiz nefsine zulmetmemiştir. Biz Allah'ın azabından emin olamayacak mıyız.» derler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), .Lokman (aleyhisselâm)'ın oğluna: “Muhakkak şirk büyük bir zulümdür» dediğini duymadınız mı. Âyetteki zulümden maksad «şirktir-. Bundan ber'i olanlara eman vardır buyurmuştur» demiştir. Allah'a şirk koşanlar nefislerine en büyük zulmü yapmışlardır. Çünkü şirk koşanlar Allah'ın rahmetinden uzaklaşmışlardır. Allah'ın rahmetinden uzaklaşanlar elbette kendilerine en büyük zulmü yapmışlardır. 83 «İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüccetlerdi. Biz kimi dilersek, onu derece derece yükseltiriz. Şüphe yok ki Rabbin tam hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.» Allahü teâlâ, ibrahim (aleyhisselâm)e hüccetler, mucizeler vermiş, bu hüccetlerle Onu düşmanlarının üzerine her zaman galip kılmıştır. Allah kimi dilerse onu dinde yükseltir, âli kılar ve şanını-şerefini artırır. Âhirette de makamların en üstününü verir. Allah, sevdiği kullarını böyle mükafatlandırır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «işte bunlar kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüccetlerdir. Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, senin Rabbin Hakimdir, dilediğini hükmeder. O'nun hükmüne kimse mani olamaz. Âlimdir, her şeyi bilir, O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Nübüvvete lâyık olanları da, Allah'tan korkanları da bilir. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.» 84 «Biz ona İshak île Yakub'u ihsan ettik ve her birini hidayete erdirdik. Daha evvel de Nuh'u ve onun neslinden Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yûsuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete kavuşturmuştuk. Biz iyi hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız.» Allahü teâlâ ibrahim (aleyhisselâm)'e sayısız nimetler ihsan etmiştir. Onlardan bir kısmını şöyle beyan ediyor: «İbrahim yüz yirmi yaşında, hanımı Sâre de doksan dokuz yaşında iken oğlu İshak'ı verdik. Ona da oğlu Yakub'u verdik ve her ikisini de hak din üzere sabit kıldık. Bunlardan önce de Nuh'u nübüvvet ve İslâm ile hidayete erdirdik. İbrahim'in zürriyetinden Davud'u ve oğlu Süleyman'ı, Yakub'u ve kardeşi "Aysık'ın oğlu Eyyub'u ve Yakub'un oğlu Yusuf'u, Musa'yı ve kardeşi Harun'u da nübüvvet ve İslâm ile hidayete erdirdik. Biz iyi hareket edip, ihsana lâyık olanları işte böyle mükâfatlandırırız.» Yüce Allah iyi hareket eden kullarını böylece mükafatlandırır. 85 «Zekeriyyâ'ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyas'a da böyle hidayet verdik. Hepsi salihlerdendir.» 86 «İsmail'i, Elyesâ'i, Yûnus'u, Lût'u da hidayete ilettik. Her birine âlemlerin üstünde yüksek meziyetler verdik.» Ayet-i celîlede adıgeçen peygamberler de Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in soyundandır. Hazret-i Yahya, Zekeriyyâ (aleyhisselâm)'nın oğludur. Hazret-i İsa ile İlyas (aleyhisselâm) da Hazret-i İsmail'in soyundandırlar. İsmail (aleyhisselâm) de, Hazret-i İbrahim'in Hacer'den doğma oğludur. Bunların hepsi sâlihlerden ve peygamberlerdendir. Elyesâ' da, İlyas (aleyhisselâm)’ın şakirdi ve kendisinden sonra gelen halifesidir. Yunus (aleyhisselâm) da, Elyesâ'ın oğludur. Bunların hepsi peygamberlerden olup, risâlet ve nübüvvetle şereflendirilmiş, yaşadıkları zaman içinde diğer insanlar üzerine üstün kılınmışlardı'. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Zekeriyyâ'ya, Yahya'ya, İsa'ya, İlyas'a da böyle hidayet verdik. Onların hepsi salihlerdendir. İsmail'i, Elyesâ'i, Yünus'u, Lût'u da hidayete ilettik. Her birine âlemlerin üstünde yüksek meziyetler verdik.? Allahü teâlâ dilediği ve layık gördüğü kullarını böylece aziz eder, lâyık olmayanları da zelîl eder. 87 «Onların babalarından, oğullarından ve kardeşlerinden bir kısmını da seçip doğru yola eriştirdik.» Yüce Allah bunların babalarından, oğullarından ve kardeşlerinden bir kısmını seçip risalet vererek, hidayete erdirip doğru yola eriştirmiştir. Allah dilediğini hidayete erdirir ve aziz kılar. 88 «Bu, Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği hidayet yoludur. Eğer onlar da eş koşsalardı yapageldikleri her şey elbette boşa gitmişti.» Allah katında makbul din İslâm'dır, islâm dini, Allahü teâlâ’nın kullarından dilediğini eriştirdiği hidayet yoludur. Allah'a eş koşanların yapmış oldukları bütün ameller boşa gitmiştir. Eğer peygamberler de Allah'a eş koşsalardı yaptıkları her şey elbette boşa giderdi- Yüce Allah emirlerine itaat ettikleri için peygamberleri insanlardan üstün kılmıştır, Allah'ın emirlerine itaat edenler dünyada da, âhirette de ebedî saadet ve mutluluğa ulaşacaklardır. 89 «Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır. Kâfirler onları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız.» Yüce Allah, peygamberlerine kitap, fıkıh, hüküm ve peygamberlik vermiştir. Şayet gönderildikleri toplumlar onları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek bir milleti Allah onlara muhafız kılar, Allah'ın koruduğuna hiç kimse bir şey yapamaz. «Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz işte bunlardır. Kâfirler onları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız.» Eğer peygamberlerin gönderildikleri toplumlar onları inkâr ederek kâfir olurlarsa, inkâr etmeyecek başka bir milleti Yüce Allah onlara muhafız kılar, Her devirde bu böyle olmuştur. Allah mutlaka iman eden bir topluluğu onlara vekil kılmıştır. Şayet Mekke'li müşrikler Hazret-i Peygamber'i inkâr ederlerse, Yüce Allah onların yerine başka bir milleti Peygamberine vekil kılar. Ve onlar iman ederek, Allah'ın âyetlerini ve Peygamberi tasdik ederler. Böylece Allah'ın âyetlerini ve dinini dünyanın sonuna kadar muhafaza ederler. Çünkü bu dinin kurucusu ve koruyucusu Allahü teâlâdır. 90 «İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir. Sen de onların yoluna uy. De ki: "Sîzden buna karşılık bir ücret istemem, bu sadece âlemler için bir öğüttür."» Allahü teâlâ peygamberini hidayet üzere sabit kılıp İslâm ahkâmı üzere daim kılmıştır. Bütün peygamberler islâm ahkâmı üzeredirler. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen de onların yoluna tabi ol ve amelleri üzere kaim ol.» Bu da gösteriyor ki bütün peygamberlerin getirmiş oldukları hakikat tektir. Allahü teâlâ onlar için şöyle buyuruyor: «işte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir. Sen de onların yoluna uy.» Bu âyet-i celîle mü’minlerin de Hazret-i Peygamberden önceki peygamberlerin şeriatlarına tabi olmalarına defalet etmektedir. Çünkü bu hüküm başka bir âyet ite neshedilmemiştir. Zira her peygamberin getirdiği şeriat haktır. Hepsi de Allah tarafından gönderilmiştir. Fakat peygamberlerin getirmiş olduğu şeriatlar daha sonraları mensupları tarafından tahrif edilmiştir. Âyetteki hüküm aslına racidir, bugünkü tahrif edilmiş şekline değil. Zaten bugünkü şekliyle, İslâm'dan başka diğer ilâhî dinler bâtıl dinler sınıfına girmiştir. Peygamberlerin Allah tarafından getirdiklerini tasdik etmek imanın şartlarındandır. Bunlardan birini inkâr ise imanın tamamını inkâr olur. Peygamberler Allah'ın emirlerini insanlara tebliğ ederken, karşılığında onlardan bir ücret talebinde bulunmamışlar, her türlü zorluğa katlanarak ilâhi emirleri insanlara tebliğ etmişlerdir. Allahü teâlâ bu hususta sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed müşriklere de ki: "Ben sizi imana davet edip, Kur'an'ın ahkamını bildirmek için bir ücret talep etmiyorum. Bunun için bir ücret verseniz de almam. Bu Kur'an, cinler ve insanlar için sadece bir öğüt ve bir hidayet kaynağıdır."» Tabi olanlar sapıklıktan kurtulup hidayete ererler, tabi olmayanlar ise sapıklığa düşüp helak olurlar. 91 «Allah'ı gereği gibi tanıyamadıkları içini "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" dediler. De ki: "Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? - ki siz onu parça parça kâğıtlar hâline getirip işinize geleni açıkladınız ve çoğunu gizlediniz. Atalarınızın da, sizin de bilmediğiniz şeyler size onunla öğretilmiştir.-." Sen "Allah" de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynayadursunlar.» Bu âyet-i celîle Yahudilerin reisi Malik ibn Daîf hakkanda nazil olmuştur: Mâlik gıyaben Peygamberimizin risaletini inkâr eder ve bu hususta da inatlaşırdı. Aynı zihniyete sahip bir toplulukla birlikte Medine'den Mekke'ye giderler. Niyetleri Peygamberimize baza sorular sorup, akıllarınca Peygamber olduğunu yalanlayacaklardı. Boğazına çok düşkün olan Mâlik şişman bir adamdır. Bu yüzden Tevrat'ın yapılmasını emrettiği bütün ibadetleri terk etmiştir. İşi-gücü sadece yemektir. Resûlüllah'ın huzuruna girdikleri zaman bazı sorular yöneltir. Peygamberimiz cevap vermeden önce Mâlik'ten doğru söyleyeceğine yemin etmesini ister. O da, doğru söyleyeceğine and içer. Peygamberimiz «Ey Mâlik, sen Allahü teâlâ'nın Tevrat'da: Şüphesiz Yüce Allah aşırı şişman âlimi sevmez» dediğini gördün mü? diye sorar. Mâlik: «Evet, bu âyeti Tevrat'ta gördüm» der. Peygamberimiz işte Allahü teâlâ'nın Tevrat'ta zikredip sevmediği şişman âlim sensin, yemekle böyle semirmişsin ve Allah'ın gadabına uğramışsın» der, Resûlüllah’ın yanında bulunanlar Mâlik'in bu haline gülerler. Mâlik Resûlüllah'a söyleyecek bir şey bulamaz ve Tevrat'ı inkâr ederek «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir, bu insan sözüdür» der. Mâlik'in bu sözü Yahudiler arasında hoşnutsuzluğa yol açar ve «Ey Mâlik bu nasıl bir sözdür? Sen Allah'ın kitabını inkâr ettin» derler. Mâlik «Ben, Muhammed'e kızdığım için böyle söyledim, o beni kızdırmasaydı böyle söylemeyecektim» der. Yahudiler «Demek ki sen kızdıkça hakkı inkâr edecek ve dinini terk edeceksin öyle mi?» derler ve kendisini reislikten azlederler, yerine Kâ'b ibn Eşrefi reisliğe getirirler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek onlar hakkında şöyle buyurur: «Allah'ı gereği gibi tanıyamadıkları için: «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» dediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? -ki siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip işinize geleni açıkladınız ve çoğunu gizlediniz. Atalarınızın da, sizin de bilmediğiniz şeyler size onunla öğretilmiştir.- .» Sen «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynayadursunlar.» Kâfirler Allahü teâlâ'ya nasıl hürmet ve ta'zimde bulunacaklarını bilemediler, O'nun kudret ve azametini hakkıyla bilemedikleri için de âyetlerini inkâr ettiler ve -Allah hiçbir insana bir şey indirmedi» dediler, öyle ise Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim gönderdi? Halbuki onlar bunun Allah tarafından gönderildiğini çok iyi biliyorlardı. Hatta işlerine gelen yerleri insanlara açıklıyorlar, gelmeyen yerleri ise gizliyorlardı. Tevrat'tan Hazret-i Muhammed'in özelliklerini ve sıfatlarını, recim âyetlerini, içkiyi yasaklayan âyetleri çıkarmışlardır. Çünkü bu âyetler onların işine gelmiyordu. Böylece Tevrat'ın bir çok hükümlerini de değiştirmişler, helâli haram, haramı helâl saymışlardır. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine onlar hakkında şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, onlar inkârlarından vazgeçmez inat ederlerse, sen 'Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah'dır» de. Yine seni tasdik etmezlerse, onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynayadursunlar.- Hakkı inkar edenler mutlaka inkârlarının karşılığını göreceklerdir. 92 «Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekke'lileri ve etrafandakileri uyaran mübarek kitaptır. Âhirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.» Allahü teâlâ Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerini şöyle sıralıyor; Biz, O'nu Muhammed'e indirdik, bereketi çok ve mübarek bir kitaptır. İman edenleri ma'siye ilerden men ederek hakka teşvik eder, okuyanlara şefaatçi, hastalara şifadır, kalblere sürür, gözlere nurdur. Ahlâkı olgunlaştırır, imanı artırır. Okunan evlerde şeytan mekân kuramaz. O, kendinden önce geçen kitabları tasdik eder. Mekke'lileri ve etrafındakiler! uyaran mübarek kitaptır. Ahirete iman edenler, buna da iman ederler. Âhirete ve Kur'an'a iman edenler namazlarını da dosdoğru kılarlar, onu asla terk etmezler. Kur'an’ın emirlerine sımsıkı sarılırlar, yasaklarından kaçarlar, mükâfatlarını Allah'dan isterler. Yüce Allah Kur'an-ı Azimüşşân için şöyle buyuruyor: 'Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekke'lileri ve etrafındakileri uyaran mübarek kitaptır. Âhirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.» İşte bunlar ebedî saadete erenlerdir. 93 «Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken "Bana vahyolundu", "Allah'ın indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim" diyenden daha zâlim kim olabilir? Bu zâlimler can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış: "Can verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız" derken bir görsen.» Bu âyet-i celîle Müseylemetü'l-Kezzâb hakkında nazil olmuştur. Müseyleme Yemenli olup, peygamberlik iddiasında bulunmuş, «Muhammed'e vahyolunan bana da vahyolunuyor, Muhammed büyük işleri bildirmek için gönderildi, ben de orta ve küçük isleri bildirmek için gönderildim» demiştir. Böylece peygamber olduğunu iddia ederek kafir olmuş ve Ebû Bekir (radıyallahü anh)'in hilâfeti zamanında öldürülmüştür. Allahü teâlâ bu gibilerin iddialarını reddetmek için yukardaki ayeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu», 'Allah'ın indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim- diyenden daha zalim kim olabilir?' Elbette böyle söyleyenlerden daha zalim kimse olamaz. Abdullah ibn Ebî Şerh «Allah'ın indirdiği âyetler gibi, ben de indireceğim» demişti. Abdullah Müslüman olduktan sonra bir müddet Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahy kâtipliği yapmış, âyette geçen «Semian alîmâ» yerine, «Alîmen hakîmâ», «Alîmen hakima» yerine de «Semîan basirâ» yazmıştı. Şeytan kendisini fitneye sürükleyince «Haktan bana böyle vahyolundu, Muhammed'e indirilen bana da indirildi' diyerek peygamberliğini ilân etmiş ve böylece kâfir olmuştu. Bir müddet böyle devam ettikten sonra hatasını anlayınca Mekke'nin fethinden önce tekrar Müslüman olmuştu. Yüce Allah islâm'dan yüz çevirenler için şöyle buyuruyor: «Bu zâlimler can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış: «Can verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız» derken bir görsen.» Ölüm melekleri kâfirlerin canlarını almaya geldikleri zaman onlara «Ey pis, günahkâr, habîs ruhlar, Allah'ın azabından yana çıkın, Allah'ın gadabı sizin üzerinizedir» derler. Bu şekilde onların ruhlarını alırlar. Kafirlerin ruhları çıktığı zaman yeryüzüne çok pis bir koku yayılır, melekler çok muzdarip olurlar. Eğer insanlar o kerih kokuyu hissetselerdi günlerce yemekten-içmekten vazgeçerlerdi. Ebû Hüreyre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «Mü'min ölüm döşeğine düştüğü zaman melekler yanına içinde misk bulunan cennet ipeği ve cennet kokularıyle gelirler. Azrail onun canını yağdan kıl alır gibi hiç zahmet vermeden alır ve «Ey temiz ruh, ey Hakkın emirlerine mutî olan can, makamından çık, Allah senden, sen de O'ndan razısın, Allah'ın rahmetine ve katındaki kerametlere gel» der. Ruh bedenden hiç acı duymadan çıkar, melekler onu alır cennetten getirdikleri misk kokulu ipeğe sararlar ve «Illiyyûn»a götürürler. İlliyyün mü’minler için hazırlanmış en yüksek bir makamdır. Kâfir de ölüm, döşeğine düştüğü zaman cehennem zebanileri ona gelirler. Ellerinde cehennem elbisesi ve cehennem kokusu olduğu halde gelirler ve dikenli teli yünün içinden çekip çıkardıkları gibi büyük bir işkence ile canım alırlar. Kâfir can çekiştirirken melekler «Ey habîs ruh, Allah'ın gadabına ve azabına uğradığın halde çık» derler. Ruh çıkınca alırlar ve cehennemden getirdikleri elbisenin içine koyarlar, kâfirler için hazırlanmış siccine götürürler. Kıyamet günü dirildikleri zaman «Bugün, dünyadaki ihanetinizin ve küfrünüzün cezasını göreceğiniz bir gündür. Dünyada iken Allah'a şirk koştunuz ve peygamberlerini yalan İtici iniz, âyetlerime dil uzattınız, şimdi onların cezasını çekin» denilecek, inkârlarının cezasını çok fazlasıyla göreceklerdir.» 94 «Onlara: "Yemin olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi, - size verdiklerimizi arkanızda bırakarak - bize birer birer geldiğiniz, varlığınızda ortaklan olduğunu sandığınız şefâatçılarınızı beraber görmüyoruz. Yemin olsun ki aranızda bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmıştır" denecek.» Âhireti inkâr edip dünyayı sevenlere «Ey gafiller, sizi ilk defa yarattığımız gibi, kıyamet günü tekrar dirilteceğiz, size verdiklerimizi ardınızda bırakarak birer birer bize geleceksiniz. Sizinle birlikte evlâdlarmız, dünyada biriktirdiğiniz mallarınız, aileleriniz, sevdikleriniz yok. Kendilerinden şefaat umup taptığınız putlarınız da yok. Orada size yurt edinecek birisini de önden göndermediniz, hepsini geride bıraktınız, tek başınıza geldiniz. Şimdi onlarla aranızdaki bütün bağlarınız kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» delecektir. İşte o zaman her şeyin boş olduğunu anlayacaklardır. Dünyada biriktirdikleri ve çok sevdikleri şeyler kendilerinden ayrılmış, taptıkları putlar yok olmuştur. «Onlara: "Yemin olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi, - size verdiklerimizi arkanızda bırakarak - bize birer birer geldiğiniz, varlığınızda ortakları olduğunu sandığınız şefaatçilerinizi beraber görmüyoruz. Yemin olsun ki aranızda bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmıştır" denecek.» 95 «Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'dır. Ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır, işte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?» Allahü teâlâ kuru tanelerden yemyeşil bitkileri, çekirdeklerden çeşit çeşit ağaçları çıkarır, ölü yumurtadan diri yavruyu, bir damla nutfeden insanı halk eder. Bazı insanlardan da ölü nutfeyi çıkarır. Bunun gibi Yüce Allah kâfirden mü’mini, mü’minden de kâfiri, âlimden zâlimi, zâlimden de âlimi çıkarır. Bu, ölüden diriyi getirmektir. Çünkü zâlimden âlimi, kâfirden mü’mini çıkarmak ölüden diriyi getirmek gibidir. Bütün bunları yapan Allah'dır. Bunları gördüğünüz halde Allah'ın âyetlerini nasıl yalanlıyorsunuz? 96 «Tanyerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı vakit ölçüsü kılandır O. Bunlar, Aziz ve Alîm olan Allah'ın nizamıdır.» Gecenin gidip gündüzün, gündüzün gidip gecenin gelmesi Allah'ın kudretinin eseridir. Yüce Allah geceleri insanların istirahati, gündüzü de maişetlerini temin için halk etmiştir. Güneşi, ısısıyla bütün canlıları ve bitkileri ısıtmak, ayı da vakitleri bildirmek için yaratmıştır. Bütün bunlar Allah'ın nizamıdır. O, her şeyi bir nizam dahilinde yaratmıştır. O, yaratmış olduğu her şeyi bilir, hiçbir şey O'nun bilgisinin dışında değildir. O, mülkü içinde azizdir. 97 «O, yıldızlan kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için ayetleri uzun uzadıya açıkladık.» Yüce Allah karada ve denizde gecenin karanlıklarında yolunuzu şaşirmayasınız diye sizin için yıldızlan var etmiştir. Siz, yıldızlar sayesinde yönlerinizi tâyin edip, arzu ettiğiniz istikamete ulaşırsınız. O, her şeyi insanların faydalanması için yaratmıştır. Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın vahdaniyyetine delâlet etmektedir. Düşünebilen milletler için bunlarda büyük hikmetler ve ibretler vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için âyetleri uzun uzadıya açıkladık.» Allah'ın var ettiği her şeyde düşünebilenler için büyük hikmetler vardır. 98 «Sizi bir tek candan yaratan O'dur. Sizin için, karar kılınan ve emanet olarak kalınan yerler vardır. Anlayan bir kavim için ayetleri geniş bir şekilde açıkladık.» Bir çok âyetlerde olduğu gibi, bu âyette de Allahü teâlâ insanların nasıl yaratıldığını bildirmektedir. Yüce Allah bütün insanları Adem'den yaratmıştır. İnsanın ilk atası Âdem (aleyhisselâm)'dir. İnsan nesli Adem ile başlar. Allahü teâlâ, çocukları babalarının sulbünde kararlaştırıp, zamanı gelince annelerinin rahmine nutfe olarak yerleştirir, bir müddet orada kararlaştırır, şekil ve hayat verdikten, sonra dünyaya getirir. Dünyada kendisine tayin edilen ömür bittikten sonra tekrar alır kabre yerleştirir. Kıyamete kadar orada bekler. Kıyamet günü kullarının amellerine göre kimine mükafat, kimine de mücazat verir. Her fert dünyada yaptığının karşılığını eksiksiz olarak görür, Hiç kimseye haksızlık yapılmaz. Yüce Allah anlayanlar için âyetlerini böyle açıklamıştır. Düşünebilenler için bunlarda hikmetler vardır. Bunların hepsi Allah'ın kudretinin eseridir. Allahü. Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «... Anlayan milletler için âyetlerimizi açıkça bildirdik.» 99 «O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden -birbirine benzeyen ve benzemeyen- yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağlan, zeytin ve nar çıkardık. Mahsul verdiklerinde mahsullerine, olgunlaşmalarına bir bakın. Şüphesiz ki, bütün bunlarda iman edecekler için bir çok ibretler vardır.» Yerde ve göklerde olan her şey Allahü teâlâ'nın iradesiyle vücuda gelmiştir. Hiçbir şey kendiliğinden olmamıştır, olması da mümkün değildir. O, bulutlar vasıtasıyla gökten yağmur yağdırıp, yerde ;eşitli bitkiler bitirmiştir. Onlar insanlar ve hayvanlar için bir ihtiyaç ve bir geçim kaynağıdır. Yüce Allah, san'atının eseri olarak o taneleri inciler gibi dizmiş ve gözlere hayranlık, akıllara durgunluk verecek şekilde yaratmıştır. O, insanların istifadeleri için hurma bahçeleri, üzüm bağları, zeytin ve nar ağaçlan bitirmiştir. Allahü teâlâ'nın bitirmiş olduğu bitkilerin, sebzelerin, meyvelerin ve hububatın kimi diğerine benzemektedir. Böyle olmakla beraber bunlardan kimi acı, kimi tatlı, kimi ekşidir. Hiçbirinin tadı diğerine benzemez, herbirinin tadı ve lezzeti başka başkadır. Bunların hiçbiri kendiliğinden olmamıştır. Elbette bunların, bir yaratıcısı vardır, O da, Allahü teâlâ'dır. O, her şeye kadir olduğu gibi, sizi de öldükten sonra tekrar diriltmeye kadirdir. O, kuru otlara ve kuru ağaçlara hayat verip meyve verdiği gibi, bütün canlıları da kıyamet günü öylece diriltecektir. Bunlarda iman edenler için büyük hikmetler vardır. Bütün bunlar Hâlik-ı Zü’l-Celâl'in kudretinin eseridir ve O'nun yaratmasıyla vücuda gelmiştir. 100 «Cinleri Allah'a ortak koştular. Halbuki bunları da O yaratmıştır. Bundan başka bilmeden O'nun oğulları ve kızları olduğunu da uydurup söylediler. Hâşâ, O, onların vasıflandırmalarından çok -uzaktır, çok yücedir.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Benî Cüheyne kabilesi cinlerin Allah'ın kızları olduğunu söylemişler, zındıklar da Allahü teâlâ ile şeytanın kardeş olduğunu iddia etmişler ve «Allah insanları ve hayvanları yarattı, şeytan da yırtıcı hayvanları, yılanları, akrepleri yaratmıştır» demişlerdi. Yüce Allah onların iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur:. «Kâfirler cinleri Allah'a ortak koştular Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstererek, elleriyle yaptıklarını Allah'a ortak koşmuşlardır. Halbuki bunları da Allah yaratmıştır Bundan başka bilmeden O'nun oğulları ve kızları olduğunu da uydurup söylediler. Hâşâ, O, onların vasıflandırdıklarından çok uzaktır, çok yücedir.» Yüce Allah, onların ortak koştuklan her şeyden yüce ve âlîdir. Çünkü her şeyi yaratan O'dur, hiçbir şey O'na ortak ve denk değildir. 101 «O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir? O'nun zevcesi de yoktur. Her şeyi O yaratmıştır. Ve O, her şeyi hakkıyla bilendir.» Allahü teâlâ yerleri ve gökleri yoktan var edendir. Her şeyi yoktan var eden O'dur. O'nun çocuğu ve zevcesi yoktur. Bütün melekleri, peygamberleri, cinleri ve insanları yoktan var eden Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur ve hiçbir şeye muhtaç da değildir. O, yerde ve göklerde olan her şeyi bilir. Çünkü hepsinin Halikı ve sahibi O'dur. 102 «işte Rabbiniz olan Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin üstünde mutlak bir vekildir.» Ey insanlar, yerleri, gökleri ve bu ikisi arasında bulunanları yoktan var eden Allah sizin Rabbiniz'dir. O'ndan başka ilah ve ma'büd yoktur, bütün mevcudatı yaratan O'dur. O'na ibadet ve itaat edin. Zira sizi yaratan ve rızıklandıran O'dur. O'ndan başka yaratıcı ve rızıklandırıcı yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: İşte Rabbiniz olan Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin üstünde mutlak bir vekildir.» 103 «Gözler O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O Lâtîf dir, Haberdardır.» Bütün mevcudatın sahibi, halikı ve mâliki olan Allahü teâlâ'nın azametini bu gözler göremezler. Ancak cennet ehli Yüce Allah'ı görecekler, fakat hakikatini ve keyfiyetini idrâk edemeyeceklerdir. Gözler O'nu göremezler, fakat O bütün gözleri görür. O'nun görmesi mahrukatın görmesi gibi değildir. Onlar gözün nasıl gördüğünü idrâk edemezler ve gözdeki görme özelliğinin ne olduğunu da bilmezler. Görme vazifesini göz yapıyor, başka bir aza yapmıyor neden? Halbuki göz de diğer organlar gibi etten, kaslarâan, damarlardan, kandan ve saireden meydana gelmiştir, diğer azaların oluşumu da aynıdır. Yüce Allah siyah tabaka ile beyaz tabakayı bir araya getirmiş, siyah daire içine bir mercek yerleştirmiş, o merceğe görme özelligi vermiştir, Mahlûkat o mercekle görür, fakat nasıl gördüğünü idrâk edemez. Gözün nasıl gördüğünü idrâk edemeyenler, Allahü teâlâ'nın hakikatini nasıl göreceklerdir? Göz, Yüce Allah'ı göremez. Çünkü O Lâtifdir, göz O'nu görecek özelliğe sahip değildir. Göz ancak maddeyi görür. Lâtif olan şeyi göremez. Allahü teâlâ Habir'dir, kullarının yapmış olduğu her şeyi bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. 104 «Doğrusu size Rabbinizden açık hüccetler gelmiştir. Kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim.» Yüce Allah kullarına hak ile bâtılı beyan eden ve haram ile helâli bildiren Kur'an'ı indirmiştir. O'nu tasdik edip iman edenler Allah katında çok büyük mükâfatlara nail olacaklardır, O'nu tasdik etmeyenler de ebedi cezaya uğrayacaklardır. Allahü teâlâ, âyetlerine iman etmeyenlerden intikamım alacaktır. Onlar için elîm bir azap vardır, iman eden kendi lehine, etmeyen de kendi aleyhine hareket eder. Yüce Allah sevgili Peygamberine onlar için şöyle buyuruyor: -Ben, sizi imana getirmek için üzerinize bir bekçi değilim.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hiç kimseyi iman etmeye zorlamamıştır. Ayrıca insanların iman etmeleri için de üzerlerinde bir bekçi değildir. Îman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir. Bu âyet-i celile «kıtal- âyetinden önce nazil olmuş ve bilâhare kıtal âyetinin inzaliyle neshedilmiştir. 105 «İşte biz âyetleri böylece türlü türlü beyan ederiz. Tâ ki onlar: "Sen okumuşsun" desinler ve Biz öğrenecek kimselere Kur'an'ı açıklamış olalım.» Böylece Allah-ü Teâlâ âyetlerini sevgili Peygamberine bir bir beyan etmiş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Peygamberimiz kendisine vahyedileni Mekke'li müşriklere açıklayınca, onlar «Sen bunları Cebr ve Yaser'den öğrendin -onlar iki Yahudi bilgini idiler- bize söylediklerin eskilerin masalları ve hikâyeleridir- diyerek Pey gamberi yalanlamışlardır. Yüce Allah inkârlarına karşılık onların azaplarını artırdıkça artırmıştır. Onlar Peygamberi yalanlamakla Allah'ın âyetlerini inkar etmişlerdir. «İşte biz âyetleri böylece türlü türlü beyan ederiz, Tâ ki onlar: «Sen okumuşsun» desinler ve Biz öğrenecek kimselere Kur'ân'ı açıklamış olalım.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlayanlar Kur'an-ı Kerîm'in Allah kelâmı olduğunu çok iyi biliyorlardı. Buna rağmen yine de inkâr ediyorlardı. 106 «Rabbinden sana vahyolunana uy, O'ndan başka Allah yoktur. Puta tapanlardan yüz çevir.» Yüce Allah, bu âyet ile Peygamberine kafirlerden yüz çevirmesini, onların sözlerine aldırış etmemesini ve kendisine Allah tarafından vahyolunana uymasını ve onunla amel etmesini emretmiştir. Hazret-i Muhammed, peygamber olmadan önce de kâfirlerin sözlerine uymamış, onlara asla tâbi olmamıştır. Peygamber olduktan sonra elbette onlara tâbi olmaz. Bu emir bütün mü’minleredir. Mü’minlerin, kâfirlerden yüz çevirmeleri, onların sözlerine kanmamaları ve onlara tâbi olmamaları emredilmiştir. Kâfirlere tâbi olmak imanı tehlikeye sokar. Çünkü küfür ehline tâbi olmak, onların küfrüne rıza göstermektir. Küfre rıza ise küfürdür. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka Allah yoktur. Puta tapanlardan yüz çevir.»” 107 «Eğer Allah dileseydi O'na ortak koşmazlardı. Biz seni onlara koruyucu yapmadık, onların vekili de değilsin.» Allahü teâlâ eğer dileseydi bütün insanlara iman ettirir de, hiç kimseyi kendisine şirk koşturmazdı. Fakat O, kullarını iman hususunda muhayyer bırakmıştır, dileyen îman eder, dileyen küfreder, îman edenler inançlarının mükâfatını, iman etmeyenler ise küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Bu bakımdan iman hususunda onları muhayyer bırakmıştır. Böyle olmakla beraber kullarına peygamberleri vasıtasıyla hakkı, bâtılı, iyiyi, kötüyü, imanı ve küfrü bildirmiş ve bunları birbirinden ayırt edecek aklı da kendilerine vermiştir, Bu akıl sayesinde insan iradesini iyiye kullanarak iman eder, Allah'ın emirlerine itaat ederse mükâfat, iradesini kötüye kullanır iman etmezse cezasını görür. Görülüyor ki imanda cebir yoktur. Bu hususta Allahü teâlâ Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Biz seni onlara koruyucu yapmadık, onların vekili de değilsin.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) cebren onlara iman ettirmek için gönderilmemiş, sadece Allah'ın kendisine vahyettiğini bildirmek için gelmiştir. İman eden hidâyete ulaşır, kurtulur, iman etmeyen ise sapıklığa düşer helak olur. 108 «Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler. Biz her ümmetin yaptıklarını kendilerine böylece hoş gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. O, ne yapıyor idiyseler kendilerine haber verecektir.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabeleriyle birlikte kâfirlerin putlarına ta'n eder ve onlara ibadet edilemeyeceğini söyler. Bunu duyan müşrikler -Yâ bizim putlarımıza ta'n etmekten vazgeçersiniz yâ da biz de, sizin ilâhınıza küfrederiz» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey iman edenler, siz kâfirlerin ma'budlarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler. Biz her ümmetin yaptıklarını kendilerine böylece hoş gösterdik, onların Allah'a küfretmesine sebep olmayın.» Yüce Allah onların sapıklıklarını ve bâtıl amellerini kendilerine güzel göstermiş, mü’minleri de onların taptıklarına küfretmekten men etmiştir. Zira mü’minin şiarı Allah'ın emirlerine itaat etmek ve daima hayır söz söylemektir. Bu âyet-i celîle şuna da işaret eder: Mü’minler emr-i bi’l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker yaparken, Hakk'a davet ettiği kimseler küfürlerini ve nifaklarını daha da artırarak, emr-i bi'l-marûf yapanları döverler, söverler veya öldürmeye teşebbüs ederler, Müslümanlara olan kinlerini artırırlarsa onlara emr-i- bil-ma'rûfu terk etmek daha iyidir. Çünkü emr-i bi’l-ma'rûf yaptıkça küfür ve fesat içinde olanların, küfür ve fesatları daha da artacak, Müslümanlar onlardan daha çok zarar göreceklerdir. Bunu önlemek için, o gibi insanlara ve toplumlara emr-i bi’l-ma'rûfun yapılmamasına bu âyette ruhsat vardır. Ey insanlar, hepinizin sonunda dönüp varacağı yer Allah'ın huzurudur. Bu dünyada ne yaparsanız yapınız hepiniz Allah'a döndürüleceksiniz. İşte o zaman dünyada yaptıklarınız size bir bir haber verilecek, amellerinizin karşılığı olan mükâfat veya mücazatı göreceksiniz. Herkes amelinin karşılığını orada bulacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sonunda dönüşleri Rablerine'dir. O, ne yapıyor idiyseler kendilerine haber verecektir.» Hiç şüphesiz bütün mahlûkat Allah'a döndürülecek ve dünyada yaptıklarının karşılığını orda bulacaklardır. 109 «Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: "Mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?"» 110 «Onlar, evvelce indirilenlere iman etmedikleri gibi, biz onların gönüllerini ve gözlerini çevirmiş, kendilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşırmış oldukları halde terk etmiş bulunuyoruz.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Araplar cahiliye devrinde putlarını, atalarını ve Allah'ı zikrederek üçüne birden yemin ederlerdi. Buna da, kuvvetli yemin anlamına gelen «Cahdü'l-yemin» der- dileseydik onların üzerine gökten bir alâmet ve bir nişan indirirdik de, onlar buna boyun eğip, itaat ederlerdi» âyetini inzal buyurunca, kafirler aynı şekilde, yemin ederek, Peygamberimize «Bu mucizeyi ve nişanı getirirsen vallahi sana iman ederiz» derler. Müslümanlar da, müşriklerin iman etmeleri için Peygamberimize «Bu mucizeleri getir» derler. Bunun üzerine Yüce Allah yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: «Mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?» Eğer dilerse Yüce Allah onlara istedikleri mucizeleri ve alâmetleri indirir. Çünkü Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Fakat istedikleri mucizeleri Peygamberimiz onlara getirse bile, yine iman etmezler. Çünkü onlar daha önce indirilen âyetlere ve mucizelere de iman etmemişlerdir, dolayısıyla bundan sonra indirilecek olanlara da inanmayacaklardır. Allah onların kalblerini ve gözlerini mühürlemiş ve onları Hak'tan çevirmiştir. Onları, kendi azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşırmış oldukları halde bırakmıştır. Artık Hakk'a dönemezler. Onlar ayın ikiye bölündüğünü gördükleri halde iman etmemişler, "Bu, ne büyük bir sihirdir" demişlerdir. Kendilerine yine böyle bir mucize gönderilse iman etmeyeceklerdir. Onlar küfürlerinin içinde ebedî kalıcıdırlar. Çünkü Allah onları sapıklıkları ve dalâletleri üzere bırakmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «ilkin buna iman etmedikleri şekilde onların kalblerini, gözlerini çeviririz. Onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız.» 111 «Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.» Bu âyet-i celîle kâfirlerin «Muhammed'e niçin bir melek inmedi? Ona bir melek inse de insanları onunla korkutsa» demelerini reddeder. Yüce Allah onların durumlarını şöyle beyan ediyor: «Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlarla' konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, bunların hepsi de Hazret-i Muhammed'in peygamberliğine tanıklık etselerdi, onlar yine iman etmezlerdi. Sen, onların iman etmelerini bekleme, onlar iman etmezler. Ancak Allahü teâlâ'nın hidayet verdikleri iman ederler. Bunların çoğu cahil oldukları için kendilerine mucizeler gelse bile iman etmezler. Helak olmalarının sebebi cahillikleridir. Eğer cahil olmamış olsalardı, Resûlüllah'ın mucizelerini gördükleri zaman iman ederlerdi.» İnsanoğlunun dünyevi bilgisi ne kadar çok olursa olsun, iman etmedikçe cahildir. Hakikî ilim insanı Allah'a imana götürür. Allah'a götürmeyen ilim insanın cehlini artırır. 112 «Biz, her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için, yaldızlı bir takım söz telkin eder, Eğer Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı, öyle ise onları düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak.» Allahü teâlâ peygamberlerini imtihan etmek için kendilerine insan ve cin şeytanlarını düşman kılmıştır. Bu şeytanlar, muayyen bir zaman Allah dostlarına eziyet etmek hususunda kendi başlarına bırakılmışlardır. Bu arada Yüce Allah kendi dostlarını da denemektedir. Bütün peygamberlere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldığı gibi, Hazret-i Peygamber'e ve ümmetine de, Ebû Cehil'i ve şeytanı düşman kılmıştır. Onlar halkı iman etmekten alıkoymaya çalışmışlar, iman edenlere de çeşitli eziyetler etmişlerdir. Her peygambere ve ümmetine cin ve insan şeytanları aynı şekilde eza-cefa etmişlerdir. Ancak peygamberlerin hiçbiri bunların eza ve cefalarına aldırmamışlardır. İnsanları intandan alıkoyan yalnız şeytan değil, şeytan durumunda olan insanlar da vardır. Onlar da şeytanların görevlerini yaparlar, iman etmek isteyenlere mâni olurlar veya iman edenleri imanlarından vazgeçirmeye çalışırlar, insan şeytanları da cin şeytanları kadar tehlikelidir. İnsan şeytanlarıyla cin şeytanları karşılaştıkları zaman birbirlerine «Ben arkadaşımı iman etmekten alritoydum ve onu hak yoldan çevirdim, sen de arkadaşını iman etmekten alıkoy ve şöyle şöyle yap- derler. Peygamberlerin ve iman sahiplerinin ebedî düşmanı olan insî ve cinni şeytanların bütün gayesi, mü’minleri imandan uzaklaştırmak, imana girmek isteyenlere de engel olmaktır. İkrime (radıyallahü anh) «Cinden de, insandan da şeytan vardır. Bâtıl inançlarından ayrılmamakta ısrar edenler şeytandır. Çünkü şeytanlar daima bâtılı savunurlar» demiştir. Hakk'ı bırakıp sapıklıkta ve bâtılda direnenler şeytandan başka ne olabilirler? Onlar da tıpkı şeytanlar gibidirler. Ebû Zer Gıfârî (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştik «Bîr gün Resûlüllah'ın yanına uğradım, mescidde iki rekât namaz kılmamı söyledi, kıldım ve gelip yanına oturdum. Bana dönerek «Yâ Ebâ Zer, insan ve cin şeytanlarından Allah'a sığın» dedi. Ben «Ey Allah'ın Resulü, insandan da şeytan olur mu?» diye sordum. Cevaben «Yâ Ebâ Zer, Allahü teâlâ'nın ayetini okumadın mı?» dedi. «Cin ve insan şeytanları, insanları kandırıp helak etmek için birbirlerine yaldızlı ve bâtıl sözler söylerler ve böylece birçoklarını sapıklığa düşürerek helak ederler. Eğer Yüce Allah dileseydi, onları insanlara vesvese verip şaşırtmaktan alıkoyardı, onlar da hiç kimseyi şaşırtamazlardı. Fakat Yüce Allah, ilminde saklı olan şeyleri meydana çıkarmak için kullarını onlarla denemektedir. Hikmetine muvafık olan da budur. Bütün mes'ele kulların Allah'ın emirlerine ve yasaklarına itaat edip etmemelerinin açığa çıkmasıdır. Aslında Yüce Allah, kullarından kendisine itaat edenlerle etmeyenleri çok iyi bilmektedir. Bunu açığa çıkarmak için cin ve insan şeytanlarını kullarına musallat etmiş ve onları bu şeytanlarla denemiştir. Bununla beraber şeytanların onların en büyük düşmanı olduğunu da bildirmiştir. Onların vesveselerine uyup Allah'a isyan edenler cezalarını, vesveselerine uymayarak Allah'a itaat edenler de mükâfatlarını göreceklerdir. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Biz, her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için, yaldızlı bir takım söz telkin eder. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı, öyle ise onları düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak.» Şeytanların vesveselerine uyanlar lâyık oldukları cezayı mutlaka göreceklerdir. 113 «Ve o yaldızlı sözleri âhirete inanmayanların gönülleri ona meyletsin, ondan hoşlansınlar ve onlar işlemiş oldukları suçlan işlesinler diye telkin eder.» Allahü teâlâ'nın, şeytanlara mani olmamasının sebebi, kalblerinde imanı olmayanların onların vesveselerine uyarak masiyetlerini artırmaları ve böylece ebedî azaba uğramaları içindir. Çünkü Allahü teâlâ, peygamberleri vasıtasıyla kullarına kitaplar göndererek hak ile bâtılı, iman ile küfrü, iyi ile kötüyü, haram ile helâli bildirmiş, şeytanların da onların en büyük düşmanı olduklarını haber vermiştir. Onların vesveselerine uyanların sapıklığa düşüp helak olacaklarını, uymayanların ise hidayete erip kurtulacaklarını da bildirmiştir. Artık bundan sonra şeytanın vesvesesine uyanlar cezalarını göreceklerdir. 114 «(De ki): "Allah size Kitab'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?" Kendilerine Kitab verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler- öyle ise sakın şüpheye düşenlerden olma.» Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendi dinlerine tâbi olmalarını istemişlerdir. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: «Ben Allah'dan başkasına mı ibadet edip, hükmünü talep edeyim? Siz benden bunu mu istiyorsunuz? Halbuki Kur'an'ı indirip emirleri ve yasaklarını bildiren Allah'dır. Onda her şeyi açık açık bildirmiştir. Tevrat'ı ve incil'i de indiren O'dur. Bunların Allah tarafından gönderildiğinde şüphe yoktur. Sen, sakın şüpheye düşenlerden olma.» Bu hitap mü’minleredir. Onların, Kur'an’ın Allah kelâmı olduğunda şüphe etmemeleri, emir ve yasaklarına uymaları içindir. Kur'an’ın Allah kelâmı olduğunda şüphe edenler asla mü’min olamazlar. Kâfirler, Kur'an’ın Allah kelâmı olduğunu bildikleri halde inatlarından dolayı inkâr etmişlerdir. Onlar, Tevrat ve incil gibi, Kur'an’ın da Allah tarafından gönderildiğini çok iyi biliyorlardı. Allahü teâlâ onlar hakkında Peygamberine şöyle büyütüyor: «De ki: "Allah size Kitab'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?" Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyle ise sakın şüpheye düşenlerden olma.» 115 «Rabbimin sözü doğrulukça da, adaletçe de tam kemâlindedir. O'nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işiten, kemâliyle görendir.» Allahü teâlâ’nın kelâmında şüphe olmadığı gibi, vaadinde de asla şüphe yoktur. Yüce Allah bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, senin Rabbinin sözlerinde ve adaletinde asla bir noksanlık yoktur. O'nun kelimelerini değiştirecek kimse de yoktur. O, vaadinden asla dönmez, vaadi ve sözü haktır. O, peygamberlerine ve mü’min kullarına yardımını ve cennetini, kâfirlere de hezimeti ve cehennemini vaad etmiştir, O'nun vaadi asla değişmez ve hükmü bozulmaz. Çünkü O, adaletle hükmeder, hiç kimseye haksızlık yapmaz. O, kullarının söylediklerini işitir, yaptıklarını bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Yüce Allah bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Rabbimin sözü doğrulukça da, adaletçe de tam kemâlindedir. O'nun kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur. O, hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir. 116 «Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar.» Müşrikler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'i atalarının dinine davet ederek hak dinden vazgeçmesini istemişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, eğer sen yeryüzündeki kâfir ve müşriklere tâbi olursan, onlar seni Hak dinden vazgeçirmek için atalarının dinine davet ederler. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar, tâbi olduklarının hak mı, bâtıl mı olduğunu bilmezler. Bununla beraber murdar hayvanların etlerini yemeyi de kendilerine helâl sayarlar.» Soru: Bunlar hakkı bilmedikleri için zan ile hükmederler, bu sebeple niçin muazzep olsunlar? Cevap: Onlar hakkı ve bâtılı araştırmadan atalarının dinine sapmışlardır. Atalarının yaptıklarını aynen tatbik etmişler ve murdar hayvanların etlerini kendilerine helâl saymışlardır. Bunun helâl olduğuna dair de şöyle delil getirmişlerdir: «Bizim kestiklerimiz helâl olduğuna göre, Allah'ın öldürdükleri de helâldir.» Halbuki Allah'ın ismi üzerine zikredilmeden kesilen ve kendiliğinden ölen hayvanlar murdardırlar. İşte onlar hakkı araştırmadan bâtıla saplandıklarından dolayı muazzep olacaklardır. 117 «Doğrusu Rabbin, yolundan kimin saptığını daha iyi bilir. Doğru yolda olanları da en iyi O bilir.» Allahü teâlâ, kullarından hak yolda olanları da, olmayanları da bilir. Ona göre mükafat ve mücazatlarını verir. Yüce Allah sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Doğrusu Rabbin, yolundan kimin saptığını daha iyi bilir. Doğru yolda olanları da en iyi O bilir. 118 «Allah'ın âyetlerine iman edenlerden iseniz, üzerine Allah'ın ismi anılmış olan şeylerden yeyin.» 119 «Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları uzun uzun anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz. Doğrusu çoğunluk hevâ ve heveslerine uyarak bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.» Ey insanlar, size murdar hayvanların etlerini yemek haram kılınmıştır. Çünkü onda sizin için bilmediğiniz bir çok zararlar vardır. Eğer siz gerçek mü’min iseniz Allah'ın adını üzerine anıp kestiğiniz hayvanların etlerini yeyin. Allah'ın ismi üzerine anılmadan kesilen hayvanların etleri murdardır, onlardan yemeyin. Bununla beraber darda kaldığınız zaman ölmeyecek kadar murdar olan hayvanların etlerinden yemenizde size bir vebal yoktur, Fakat bir çokları hevâ ve heveslerine uyarak bilmeden sapıtmışlar, Allah'ın yasak ve haramlarını kendilerine helâl saymışlardır. Halbuki haram ile helal Allah'ın âyetlerinde açıkça bildirilmiştir. Bu hüküm Maide Sûresi'nin 3. âyetinde tafsilatıyla beyan edilmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları uzun uzun anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk hevâ ve heveslerine uyarak bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.» Allahü teâlâ kullarının menfaatine olan her şeyi helâl kılmış, onların zararlarına olan her şeyi de yasaklamıştır. İnsanlar menfaatlerine ve zararlarına olanları bilmedikleri için sapıtmışlardır. 120 «Günâhın açığını da, gizlisini do bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir.» İslâmın zuhurundan önce, câhiliye devrinde Araplar açıkta yapılan zinayı günah sayıyorlar, gizli zinayı buna dahil etmiyorlardı. İlâhi bir kanun olan Kur'an-ı Kerim, muhatabı olan insanlara; sağlığa, aile hayatına, dine ve ahlâka, topluma zararlı olan şeyleri yasaklamıştır. Zinanın gizli olanı da, açıkta yapılanı da kötülük bakımından eşittir. Zina aile hayatını yıkar, insanları ahlâkî yönden alçaltır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor; «Günâhın açığını da, gizlisini de bırakın.» Fuhşun açığı ne ise gizlisi de odur. Ayette buyurulduğu gibi günâhın gizlisi - açığı olmaz, hepsi birdir. Bir kısım tefsirciler âyette geçen «zahirden» zina, «bâtından» da öpme, elleme ve bakma anlamlarını çıkarmışlardır. Her ikisi de büyük günahtır. Bazıları da «zahire» ma'siyet, «bâtına' da farzların terki demişlerdir. Her ikisini de işleyen büyük günah irtikâp etmiş olur, Ma'siyet işleyen de, farzları terk eden de büyük günaha girer. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir. Herkes hayır ve şerden kazandığının karşılığını mutlaka görecektir. Hiç kimsenin ameli karşılıksız kalmayacaktır. 121 «Üzerine Allah'ın ismi anılmadan kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktık Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşrik olursunuz.» Besmelesiz kesüen hayvanların etlerini yemek haramdır. Besmelesiz veya başkası adına kesilen yahut daha önce ölen hayvanların etleri murdardır, yenilmez. Bunları bile bile yemek Allah'ın emrine isyandır. Allah'ın emrine isyan ise O'nun yolundan çıkmaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Üzerine Allah'ın ismi anılmadan kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşrik olursunuz.» Allah'ın haram kıldığı şeyleri helâl, helâl kıldığı şeyleri de haram saymak küfürdür. Ey iman edenler, siz insan ve cin şeytanlarına uymayın. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz. İman sahipleri asla şeytanların vesveselerine uymaz. Onlar Allah'ın emirlerine itaat ederler ve yasaklarından kaçınırlar. 122 «Ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse, içinden çıkamaz bir halde karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç? Kâfirlerin yapmakta oldukları şeyler kendilerine güzel göründü.» Yüce Allah bu âyet-i celîlede iman edenleri diriye, iman etmeyenleri de ölüye benzetmiştir. Kafir iken iman edip, İslâm nuru ile aydınlanıp hidayete eren ve kalbi marifet nuru ile parlayan ve İslam safında yer alan mü’min, küfür bataklığında kalan kâfir gibi midir? Onlar asla iman sahipleri gibi değillerdir. İman edenler diri, iman etmeyen kâfirler de ölü gibidirler. Çünkü onların gözleri hakkı göremez, dilleri hakkı söyleyemez, kulakları hakkı işitemez ve kalbleri de hakkı tefekkür etmez. Onlar ölüler gibidir. Yüce Allah onlar çin şöyle buyuruyor: «Ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse", içinden çıkamaz bir halde karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç? Kâfirlerin yapmakta oldukları şeyler kendilerine güzel göründü.» Küfredenler elbette küfür ve inkârlarının cezasını göreceklerdir. 123 «Bunun gibi, her kasabanın ileri gelenlerini hile yapan suçlular kıldık. Oysa yalnız kendilerine hile yaparlar da farkına varmazlar.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik gelip halkı İslâm'a davet edince, Mekke'nin ileri gelenleri İslâm'ı kabul etmezler. Kendileri kabul etmedikleri gibi, islâm'ı kabul etmek isteyenlere de mâni olurlar. Daha da ileri giderek Müslümanlar aleyhine tuzaklar hazırlarlar, akıllarınca Müslümanları güç duruma düşürecekler ve İslâmdan alıkoyacaklardı. Halbuki onlar tuzaklarını kendi aleyhlerine kurmuşlar, fakat bunun farkına varamamışlardır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor. «Bunun gibi, her kasabanın ileri gelenlerini hile yapan suçlular kıldık. Oysa yalnız kendilerine hile yaparlar da farkına varmazlar.» Hile yapanlar âyette de belirtildiği gibi, hilelerini yalnız kendi aleyhlerine yaparlar ve hilelerinin cezasını da mutlaka görürler. 124 «Onlara bir âyet geldiği zaman: "Allah'ın peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe iman etmeyiz" derler, Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve hilelerinden ötürü de şiddetli bir azap erişecektir.» Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Peygamber olarak gönderilince Mekke'liler, kendisinden peygamber olduğunu isbat eden alâmetler ve mû-' cizeler getirmesini isterler. Peygamberimiz de Allah'ın izniyle onlara nübüvvetini isbat eden bir çok mucizeler gösterir. Müşriklerden bir kısmı da «Şayet peygamber isen ayı ikiye böl» derler. Peygamberimiz de bir mucize olarak şehâdet parmağım işaret etmek suretiyle ay» ikiye böler. Bir müddet sonra ay tekrar birleşir. Bu mucizeyi birçok insan görmüş, bir kısmı iman etmiş, iman etmeyenler de «Allah'ın peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe iman etmeyiz» demişlerdir. Bu âyetle temas edilen olay şudur: Müşriklerden Velid ibn Mugire ile Ebû Mes'ud Es-Sekafi «Eğer Allah vahiy indirmek isteseydi, bize de vahiy indirirdi» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Allah, peygamberlik vereceği kimseyi daha iyi bilir.» Ona göre peygamberlik verir. Yoksa peygamberlik veraset yoluyla babadan oğula intikal etmez. Ancak Allah peygamberliği dilediği kimseye Verir. Mekkeli müşrikler böylece peygamberi yalanlamışlar, Allah tarafından gönderilen vahyi inkâr etmişlerdir. Allah'ın indirdiği vahyi inkâr edenler, inkârlarının cezasını mutlaka göreceklerdir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve hilelerinden ötürü de şiddetli bir azap erişecektir.» Hiç şüphe yok ki hayır yapanlar mükâfatlarını, şer yapanlar da cezalarını göreceklerdir. 125 «Allah kime doğru yolu gösterir, imana muvaffak ederse onun kalbini İslâmiyete açar. Kimi de sapıklık da bırakmak dilerse, zorla göğe çıkacakmış gibi kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah iman etmeyenleri küfür bataklığında bırakır.» Allahü teâlâ kullarından dilediğine doğru yolu gösterir, imana muvaffak eder, kalbini yumuşatır ve İslâm nuru ile aydınlatır. Îman etmeyen kullarını da sapıklıkta bırakır, kalbini daraltır, sıkıntısını artırır, huzurunu kaçırır, kederini artırır, ve o insan zorla göğe çıkacakmış gibi sıkıntılı olur. İbn Mes'ud şöyle rivayet etmiştir: «Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman sahabe-i kiram mânasını anlayamadılar. Peygamberimizden sordular. O da «Allah'ın nuru kalbe girdiği zaman kalb gözü açılır' der. Yanındakiler «Ey Allah'ın Resulü kalb gözünün açıldığına delâlet eden bir alâmet var mıdır?» diye sorarlar. Peygamberimiz «Evet, vardır. Kalb gözü açılanlar dünya muhabbetinden uzak olurlar, kalbleri Allah sevgisi ile dolar ve ölümü hiç akıllarından çıkarmazlar» buyurur. Yüce Allah kullarından sapıklıkta bırakmak istediğinin gönlünden nuru giderir, kalbini daraltır, şüpheye düşürür, onların imandan nasiplerini keser ve onlar hiçbir zaman Hakk'a yönelmezler. Tıpkı dalları birbirine sarılmış yapraklarıyla gövdesi tamamen kapanmış, güneşin ziyasının gövdesine dokunacak yeri kalmamış yabanî ağaç gibidirler. Bu ağacın gövdesi güneşin ziyasından ve ısısından istifade edemediği gibi, sapıklığa düşenler de İslamın nurundan istifade edemezler. Onlar İslama davet edildikleri zaman gönülleri daralır, sıkıntıları artar, kederleri çoğalır, sanki göğe çıkması teklif edilmiş gibi zorlanır. İşte onlara İslâm'ı kabul etmek bu kadar zor gelir. Allah, iman etmeyenleri böylece daraltır, sıkıntıya düşürür ve küfür bataklığında bırakır. Onlar inkârlarından dolayı böylece ebedî azaba müstahak olurlar. 126 «Rabbimin, dosdoğru yolu işte budur. Biz, âyetleri, aklını başına alıp düşünen cemiyet için apaçık gösterdik.» Halbuki İslâm, nurdur, saadettir, huzurdur, kurtuluştur, mutluluktur, hayırdır, doğru yoldur. Yüce Allah Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Rabbimin, dosdoğru yolu işte budur. Biz âyetleri, aklını başına alıp düşünen cemiyet için apaçık gösterdik.» Allahü teâlâ kullarına doğru yolu, kurtuluş yolunu göstermiştir. İman edip, İslâm nuru ile aydınlananlar hidayete erip kurtulmuşlardır. İman etmeyenler ise sapıklığa düşüp helak olmuşlardır. Yukarda da belirtildiği gibi, Allahü teâlâ iman noktasında kullarını muhayyer bırakmış, iman edenleri hidayete erdirip kurtuluşa ulaştırmış, iman etmeyenleri de sapıklığa düşürüp helak etmiştir. 127 «Rablerinin katında cennet onlarındır. O, işlediklerinden ötürü onların dostudur.» Mü’minlerin Rableri katında çok büyük mükâfatlan ve ecirleri vardır. Allah onların dostudur. Allah onlardan, onlar da Allah'dan razıdırlar. Allahü teâlâ, onların muhafızı ve yardımcısıdır. İmanlarına ve amellerine karşılık âhirette onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Yüce Allah iman ve amel-i salih sahiplerine ebedî olarak içinde kalacakları cennetleri vaad etmiştir. Allah vaadinden asla dönmez. İman edenler böylece mükâfatlandırılacaklardır. 128 «Allah hepsini toplayacağı gün: "Ey cin topluluğu, insanların çoğunu yoldan çıkardınız" der. Onların dostları olan insanlar ise: "Rabbimiz, yekdiğerimizden istifade ettik ve bizim için takdir buyurduğun ecele ulaştık" derler. Yüce Allah da: "Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere, cehennem sizin ebedî kalacağınız durağınızdır" der. Şüphesiz ki Rabbin tam hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.» Allahü teâlâ cinleri ve insanları kıyamet günü mahşer yerine toplayacak, cinlere «Ey cin topluluğu, insanların çoğunu hak yoldan çıkardınız» diyecektir. Onların dostları olan insanlar ise: «Rabbimiz, birbirimizden istifade ettik ve bizim için takdir buyurduğun ecele ulaştık» derler.» Mahşer yerinde cinlerle, onlara tabi olan insanlar birbirlerini suçlayacaklardır. İnsanların cinlerden istifadesine gelince, Araplar câhiliye devrinde sık sık sefere çıkarlardı. Sefer esnasında ıssız bir yerde geceledikleri zaman korkularından «Biz bu yerin halkının şerrinden, onların reislerine sığınırız» derlerdi. Yani cinlerin şerrinden, onların reislerine sığınırlardı. Reisleri de onları sabaha kadar askerleriyle birlikte cinlerin şerrinden korumuş. Cinlerin, insanlardan istifadesine gelince: Onlar şöyle demişlerdir: «İnsanlardan bize reis tayin edildi, biz onunla şereflendik.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) insanların da cinlerin de seyyidi, efendisi, peygamberidir. Cinlerin iman edenleri de Peygamberimizle şereflenmiştir. Cinler de, insanlar gibi iman eden ve etmeyen olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İnsanların ve cinlerin ondan başka efendisi, seyyidi yoktur. Peygamberimiz sadece bu iki varlığın değil, kâinatın efendisidir. Cinler, insanlara sihir, kehânet ve çirkin şeyleri telkin ederler, bir takım insanlar ise onlara itaat ederek müfsid arzularını gerçekleştirirler. Cinler ve onlara tâbi olan insanlar birbirlerini suçlayarak «Ey Rabbimiz, birbirimizi aldatarak senin dinine girmekten alıkoyduk, sapıklığa düşürdük, hidayet yerine dalâleti tercih ettik» diyeceklerdir. Allahü teâlâ da onlara «Bu sapıklığınıza ve dalâletinize karşılık sizin vatanınız ve makamınız ebedî cehennemdir» buyuracak. İnsanlardan ve cinlerden iman etmeyenler ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Ancak Yüce Allah'ın diledikleri müstesnadır. İman edip, güzel amel işleyenler için ebediyyen içinde kalacakları cennetler hazırlanmıştır. Onlar için Allah katında korku da yoktur ve mahzun da olacak değillerdir. Allahü teâlâ hüküm ve hikmet sahibidir, tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Alimdir, her şeyi hakkıyla bilir. 129 «İşte biz zalimlerden kimini kimine, kazandıklarından ötürü böylece musallat ederiz.» Yüce Allah cinleri, onlara tâbi olan insanlara musallat kılmıştır. Kâfir cinler kafir insanlar üzerine musallat kılınmıştır. Kıyamet günü birbirlerinin aleyhine şahadette bulunacaklardır. Dünyada da insanlara musallat olarak çeşitli hastalıklara uğramalarına sebep olurlar. Allahü teâlâ onları birbirlerine musallat ettiği gibi, zalimleri de birbirlerine musallat eder. Onlar da zulümleriyle birbirlerini helak ederler. Bu, zâlimlerin zulümlerinden vazgeçmeleri için onları bir tehdittir. Şayet zalimler zulümlerinden vazgeçmezlerse, Yüce Allah onları birbirlerine musallat ederek, zulümleri yüzünden kendilerini helak eder. Zulmedenlerin sonu budur, hiçbir zaman Allah mazlumların ahım onlarda bırakmaz, intikamını alır. Bu âyetin hükmüne şu tipler de dahildir: Emri altındakilere zulmeden âmirler, idareciler, aile büyükleri, alış-verişlerinde halka zulmedenler, malının aybım gizleyenler, fahiş fiyata satanlar, işçilerine eziyet eden patronlar ve benzerleri de zalim kimselerdir. Görüldüğü gibi zulmün her çeşidi yasaklanmıştır ve zalimler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Fudayl ibn Iyad şöyle demiştir: «Bir zâlimin diğer bir zâlimden intikam aldığını gördüğün zaman dur, düşün ve Allah'ın hikmetine bak. Allah zâlimlerde asla intikamını bırakmaz. Bir zâlimi başka bir zâlime musallat ederek intikamını alır.» İbn Abbas (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: «Allahü teâlâ razı olduğu milletlerin başına onların en hayırlılarını veli ve hâkim tayin eder. Onlar halkın işini adaletle yaparlar. Eğer Allahü teâlâ bir milletten razı olmazsa, onların başına da zalimlerini, şerlilerini reis ve hâkim diker. Onlar da halk arasında zulümle hükmederler, böylece Allah onlardan intikamını alır.» Mâlik ibn Dinar şöyle demiştir: «Allahü teâlâ'nın gönderdiği kitaplardan bâzılarında şöyle buyurduğunu okudum.: «Ben, bütün padişahların padişahıyım. Bunların hepsinin gönlü benim kudret elimdedir ve bana itaatkârdırlar. Bana itaat eden milletlerin başına adaletli ve merhametli bir reis dikerim. Bana itaat etmeyenlerin başına ise, adaletsiz, merhametsiz birisini tayin ederim ki, zulmü ile onlardan intikamım alır. Şayet reislerinizden ve büyüklerinizden zulüm görürseniz, onlara beddua edip sövmeyin. Yaptıklarınıza tevbe ederek bana dönün, ben de unların kalblerine merhamet ve dürüstlük vereyim.» Demek ki her millet lâyık olduğu şekilde idare edilir. Eğer bir milletin başındakiler zulümkar ise, o millet buna lâyıktır. Yüce Allah onların lâyık olduklarını başlarına getirmiştir. 130 «Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağını haber veren peygamberler gelmedi mi? "Ey Rabbimiz" diyecekler, "Kendi hakkımızda şahidiz." Dünya hayatı onları aldattı da kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.» Allahü teâlâ kıyamet günü insanları ve cinleri mahşer yerine topladığı zaman iman etmeyenlere «içinizden size âyetlerimi anlatan ve bugününüzün gelip çatacağını haber veren peygamberler gelmedi mi?» diyecektir. Cevaben cinler ve insanlar «Evet içimizden bize peygamberler geldi, bugünün geleceğini de haber verdiler, fakat biz onları yalanladık ve kâfir olduk» cevabını vereceklerdir. Bunların kendi aleyhlerine şahitlik yapmaları, gözlerinim, kulaklarının, ellerinin ve ayaklarının şehadetinden sonra olacaktır. Onlar dünya hayatının fani zinet ve lezzetlerine aldanarak nefislerine mağrur olmuşlar, peygamberleri yalanlamışlar, âhireti hiç hatırlamamışlar ve böylece de kâfir olmuşlardır. Imam-ı Mukatil'e göre, cinlerden de kendi kavimlerine peygamber gelmiştir. Bu âyet ona delâlet etmektedir. Bazı tefsircilere göre ise, cinlerin peygamberleri dokuz tanedir. Onlar Peygamberimize gelerek Kur'an öğrenmişler ve kavimlerine döndükleri zaman «Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine icabet edin- mealindeki Ahkâf sûresinin 31. âyetini okuyarak inzar etmişlerdir. Cinlerin bir kısmı iman etmiş, bir kısmı iman etmemiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: «Bütün peygamberler insanlara gönderilmiştir. Ancak bizim Peygamberimiz bütün beşeriyete gönderilmiştir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) cinlerin de, insanların da peygamberidir. Ayrıca cinlere peygamber gönderilmemiştir.» 131 «Bu, haberleri yokken kasabalar halkını Allah'ın haksız yere yok etmeyeceğinden dolayıdır.» 132 «Herkesin yaptıkları şeylere karşılık dereceleri vardır. Rabbin onların işlediklerinden habersiz değildir.» Allahü teâlâ insanlara ve cinlere emir ve yasaklarını, hakkı -bâtılı, iyi-kötüyü, imanı-küfrü bildirmek için peygamberler göndermiştir. Bunları bildirmeden şehirlerin ve kasabaların halkım suçsuz yere helak etmez. Ancak onlara peygamberler gönderip emir ve yasaklarını bildirdikten sonra, emirlerine itaat etmezler, isyan ederlerse o zaman isyanlarının cezasını verir. Fakat insanlar ve cinler peygamberlerin davetlerine icabet edip, iman ederlerse Allahü teâlâ mükâfatlarını kat kat verecektir. Amellerine göre her birinin cennette faziletleri ve birbirinden üstün dereceleri vardır. Cennetteki bu makamlar ve faziletler kulların sadakatine ve amellerine göredir. Peygamberlerin davetine icabet etmeyen kâfirlerin de, cehennemde dereceleri vardır. Kiminin azabı kimisinînkinden daha şiddetli olur. Onlar da küfür ve amellerine göre birbirinden farklı cezalandırılacaklardır, Yâ Muhammed, senin Rabbin iman edip itaat eden kullarını da, iman etmeyip isyan eden kullarını da bilir. Kullarının bütün amellerinden de haberdardır. Ona göre mükâfat ve mücâzat verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Herkesin yaptıkları şeylere karşılık dereceleri vardır. Rabbin onların işlediklerinden habersiz değildir.» 133 «Rabbin müstağni ve merhamet sahibidir. Sizi başka bir milletin soyundan getirdiği gibi, dilerse yok eder ve yerinize dilediğini getirir.» 134 «Size vaadedilen şeyler mutlak gelip çatacaktır. Siz, onun önüne geçemezsiniz.» Allahü teâlâ'nın, kullarının ibadetlerine ihtiyacı yoktur. O, her şeyden müstağnidir, Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç, değildir. O, rahmet sahibidir. Kullarını esirger, işlemiş oldukları günahlardan ötürü hemen helak etmez. Tevbe etmeleri için mühlet verir ve tevbe edenlerin tevbesini kabul eder, günahlarını bağışlar. Eğer Allahü teâlâ dilerse sizi yok eder ve yerinize dilediği başka bir milleti getirir. Nitekim sizi başka bir milletin soyundan getirip, onların yerine sizi halef kılmıştır. Allahü teâlâ, tevbe ederek kendisine dönersiniz diye yaptıklarınıza karşılık hemen sizi helak etmemiş, esirgemiştir. Yüce Allah kullarının işlemiş olduğu suçlardan dolayı hemen helak etmez, tevbe etmeleri için kendilerine mühlet verir. Tevbe edenlerin tövbesini kabul eder, günahlarını affeder, kusurlarını bağışlar. Îman etmeyen kafirlerin ise cezalarını mutlaka verir, Allahü teâlâ bunu şöyle beyan eder: -Size vaad edilen şeyler mutlaka gelip çatacaktır. Siz, onun önüne geçemezsiniz.» İman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir. 135 «De ki: "Ey kavmim, bütün kuvvetlerinizle yapın yapacağınızı. Ben vazifemi yapıyorum. Sonucun kimin için hayırlı olacağını bileceksiniz. Zulmedenler şüphesiz kurtulamazlar?» Mekke'li müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i peygamberlikten vazgeçiremeyince kaba kuvvete başvurarak öldürmeyi plânlarlar. Resûlüllah ise, müşriklerin süfli niyetlerine ve plânlarına aldırış etmeden, Allah'ın kendisine vahy ettiği Kur'an'ı insanlara tebliğe devam eder. Müşriklerin kaba kuvvetlerine karşılık şöyle der: «Ey kavmim, bütün kuvvetlerinizle yapın yapacağınızı, beni öldürmek için elinizden geleni yapın. Ben, Allah'ın bana vahyettiğini tebliğ etmekle vazifemi yapacağım. Dünyada da, âhirette de sonucun kimin için hayırlı olacağını bileceksiniz.» Allah'a şirk koşan zalimler hiçbir zaman felah bulup, kurtuluşa eremezler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Zulmedenler şüphesiz kurtulamazlar.» Ancak iman sahipleri felaha ererler. 136 «Kendi zanlarına göre, "Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındir" diyerek, Allah'ın yarattığı meyve, ekin ve hayvanlardan pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi. Hükmedegeldikleri bu şeyler ne kötüdür.» Araplar cahiliye devrinde meyvelerinden, ekinlerinden, develerinden, sığırlarından ve koyunlarından bir pay da Allah'a ve putlarına ayırırlar, Allah için ayırdıklarını tasadduk ederler, putları için ayırdıklarını da, putlarına ve onlara hizmet edenlere harcarlardı. Şayet putlarına ayırdıkları miktar telef olursa, Allah için ayırdıklarını alırlar «Allah bundan müstağnidir, buna ihtiyacı yoktur- diyerek onu da putlarına harcarlardı. Eğer Allah için ayırdıkları pay telef olursa şöyle derlerdi: «Allah dileseydi nasibini artırırdı, onu muhafaza eder, helak olmaktan korurdu.» Bunun yerine putlarına ayırdıkları paydan bir şey alıp tasadduk etmezlerdi. Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek bunu şöyle beyan buyurmuştur.- «Kendi zanlarına göre, "Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır" diyerek, Allah'ın yarattığı meyve, ekin ve hayvanlardan pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah, için ayırdıkları putlarına verilirdi. Hükmedegeldikleri bu şeyler ne kötüdür.» 137 «Böylece, putlara hizmet edenler puta tapanların çoğunu helake sürüklemek, dinlerini karma karışık etmek için çocuklarını öldürmelerini onlara hoş göstermişlerdir. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Sen onları, düzmekte devam ettikleri yalanlarıyla başbaşa bırak.» Putlara tapanlar geçim korkusundan dolayı çocuklarını öldürmüşler, kızlarını da diri diri toprağa gömmüşlerdir. Şeytan onlara yaptıklarını hoş göstermiştir. Onlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten hoşlanmışlar ve bunu bir ahlâk kuralı kabul etmişlerdir. İbrahim ile İsmail'in de dinini değiştirmişlerdir. Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı, onları yaptıklarından alıkoyardı veya onları helak ederdi. Yüce Allah buna kadirdir. Fakat onları muayyen bir zamana kadar yaptıkları ile başbaşa bırakmıştır. Yâ Muhammed, sen onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak. Allahü teâlâ onlar için şöyle buyuruyor: «Böylece, putlara hizmet edenler puta tapanların çoğunu helake sürüklemek, dinlerini karma karışık etmek için çocuklarını öldürmelerini onlara hoş göstermişlerdir. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Sen onları, düzmekte devam ettikleri yalanlarıyla başbaşa bırak. Allah onların hesabını görür. 138 «Bu davarları ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır. Bir kısım develerin sırtlarına yük vurmak da haramdır" derler. Diğer bazı hayvanları da Allah'ın ismini anmadan boğazlarlar. Bütün bunları Allah'a iftira ederek yaparlar. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.» Müşrikler, putlan için koyundan, sığırdan, deveden, ekinden ve meyveden ayırdıklarını yemeyi haranı saymışlardır. Hâm dedikleri develerin sırtına da yük vurmazlar ve etlerini yemezlerdi. Bunlara yük yüklemek ve etlerini yemek onlara göre haramdır, Bu husus Mâide sûresinin 103. âyetinde açıklanmıştır. Halbuki bu hükümlerin hiçbiri Allahü teâlâ'nın emri değildir, onların kendi arzularına göre çıkardıkları hükümlerdir. Onların akıl hocası olan Mâlik ibn Avf, kendi arzusuna göre fetvalar vermiş, Allah'ın haram kıldıklarını helâl, helâl kıldıklarını da haram saymıştır. Putlarına kurban ettikleri hayvanların etlerini yemezler, sulbünden on deve doğmuş erkek deveden de istifade etmezler, onu başıboş olarak salıverirlerdi. Koyun, sığır ve deve gibi hayvanların bir kısmını keserken Allah'ın adını üzerine anmadan boğazlarlar ve yaptıklarının meşru olduğunu göstermek için «Allah bize böyle emretti» diyerek Allahü teâlâ'ya iftira ederlerdi. Halbuki onlar Allah’ın kendilerine helâl kıldığını, haram kılmışlardır. Allah'a iftira edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Allahü teâlâ onların durumunu şöyle beyan ediyor; «Bu davarlar ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır. Bir kısım develerin sırtlarına yük vurmak da haramdır» derler. Diğer bazı hayvanlan da Allah'ın, ismini anmadan boğazlarlar. Bütün bunları Allah'a iftira ederek yaparlar. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.» Allah'a iftira edenler elbette cezalarını göreceklerdir. 139 «"Bu davarların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, kadınlarımıza yasaktır. Eğer ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar" dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.» Araplar cahiliye devrinde putlarına adadıkları develerin karınlarındaki yavruların etlerini yalnız erkeklerine helal, kadınlarına ise haram saymışlar, kadınları kendileriyle aynı seviyede görmemişlerdir. Bu gibi develerin yavrularının etlerini ve sütlerini erkekler yer, kadınlara yedirmezlerdi. Şayet devenin yavrusu ölü doğarsa o zaman kadınları da ete ve süte ortak ederlerdi. Allahü teâlâ onların yalanlarının cezasını verecektir, Hiçbir hain cezasız kalmayacaktır. Allah, hakimdir onlara azabıyla hükmeder. Alimdir, onların iftiralarını bilir, ona göre mücazatlarını verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor; «Bu davarların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, kadınlarımıza yasaktır. Eğer ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar- dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.» Bu âyet-i celile şuna da delâlet eder: Âlimler Allahü teâlâ'nın emirlerini ve yasaklarını halka bildirmekle görevli oldukları gibi, emirlerine muhalefet edenlerin sözlerini ve fesatlarını bildirmekle de görevlidirler. Fesatçılara ve bozgunculara mani olmaya çalışmak, halkı onlara tabi olmaktan men etmek, onların fesatlarını ve bozgunculuklarını halka anlatmak âlimlerin görevleridir. Allah'ın âyetlerini her yerde çekinmeden söylemek peygamber vârisi olan âlimlerin vazifesidir.. Çünkü Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de sahabesine bozguncuların ve fesatçıların fesadmı bildirmiştir. Alimlerin görevi de bunu yapmaktır. Bunu yapmayan âlimler Allah katında mes'uldürler. 140 'Bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah'ın kendilerine ihsan ettiği nimetleri Allah'a iftira ederek haram sayanlar muhakkak ki, maddî manevi en büyük zarara uğramıştır. Onlar şüphesiz ki sapmışlardır. Zâten doğru yolda değillerdi.' Bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenler, kız çocuklarını diri diri toprağa gömenler ve Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeyleri haram sayanlar maddî ve mânevi yönden kendilerine yazık etmişlerdir. Geçim korkusundan ve kızlarını evlendirmekten ar ettiklerinden dolayı çocuklarını öldürenler ve gömenler en büyük hüsrana uğrayanlardır. «Bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah'ın kendilerine ihsan ettiği nimetleri Allah'a iftira ederek haram sayanlar muhakkak ki, maddi ve manevi en büyük zarara uğramıştır. Onlar şüphesiz ki sapmışlardır. Zâten doğru yolda değillerdi.» Cahiliye devrinde Arap kabilelerinin bir çoğu kızlarını evlendirmekten ar ettiklerinden dolayı onları diri diri toprağa gömmüşlerdir. Bu kabileler içinde Bebia ve Mudâr kabileleri kızlarını gömmekte meşhurdurlar. Rivayete göre. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sahabelerinden birisi her zaman Resûlüllah’ın yanında kederli ve hüzünlü oturuyordu. Bu durum;- Peygamberimizin dikkatini çeker, neden hüzünlü ve kederli olduğunu sorar. O da, «Ey Allah'ın Resulü, ben cahiliye devrinde büyük bir günah işledim, onun affolunmayacağından korkarım» der. Peygamberimiz «Nasıl bir günah işledin? Söyle» der. O da şöyle konuşur: «Ey Allah'ın Resulü, ben kızını diri diri toprağa gömenlerdenim. Benim kızım oldu, onu gömmek istedim, hanımım bana çok yalvardı, gömmememi istedi, ben de gömmekten vazgeçtim. Çok güzeldi, büyüdü, evlilik çağına geldi, onu istediler, kimse ile evlendirmeye gönlüm razı olmadı ve evlendirmek bana ağır geldi. Gönlümden onu öldürmek geçiyordu, fırsat bulamıyordum. Hanımıma «Ben filan kavmi ziyarete gideceğim, kızım da benimle birlikte gelsin» dedim. Hanımım buna çok sevindi, ona en güzel elbiselerini giydirdi bana da «Sakın kızıma bir hainlik yapma» dedi. Beraber yola koyulduk, ıssız bir yerde bir kuyunun başına geldik, zaten ben böyle bir kuyu arıyordum, içine baktım, kızım o zaman kuyuya atılacağını anladı, bana sarılarak ağlamağa başladı: «Ey babacığım, beni öldürerek isim mi yapmak istiyorsun» dedi. Dayanamadım, bıraktım. Bir müddet sonra gönlümden yine onu kuyuya atmak geçti, atmak istedim, bana sarılarak ağlamağa başladı: -Ey babacığım, benî ananı sana emanet etti, onun emanetine hıyanet mi edeceksin?- dedi. Bu sözlere dayanamayarak bıraktım. Fakat gözüm yine kuyuda idi, şeytan bu defa bana galip geldi, kızımı kuyuya attım. «Baba beni öldürüyorsun» diye kuyunun içinde bir müddet bağırdı ve sesi kesildikten sonra oradan ayrıldım. İşte benim hüzün ve kederim budur.» Bütün bunları dinleyen Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ve yanındakiler bu sözleri duyunca ağlamaya başlarlar. Peygamberimiz «Eğer cahiliye devrinde yaptığınız suçlardan dolayı sizi cezalandırmak için bana müsaade edilseydi, şimdi seni cezalandırırdım» buyurur. Allahü teâlâ’nın helâl kıldığı rızıklan kendilerine haram kılarak »Allah bunları bize haram kıldı» diyen yalancılar en büyük hüsrana uğrayacaklardır. 141 «Çardaklı ve çardaksız cennet gibi bağları vücuda getiren Allah'dır. Tadlan çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı - birbirine benzer ve benzemez şekilde - yaratan Odur. Mahsul verdiği zaman mahsulünden yeyin, devşirildiği ve toplandığı zaman da hakkını verin. İsraf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.» Bütün ekinleri, bostanları, meyveleri, bahçeleri, zeytin, hurma ve nar bahçelerini, üzüm bağlarını çardaklı ve çardaksız yaratan, var eden, mahsul veren ve olgunlaştıran Allah'dır. Bunların bir kısmı birbirine benzer, bir kısmı benzemez. Renkleri birbirine benzemediği gibi, tatları da birbirine benzemez. Bunlardan kimi acı, kimi tatlı, kimi de ekşidir. Bağlar, bahçeler mahsul verdikleri vakit mahsulünden yeyin, topladığınız zaman da öşrünü verin. O mahsullerinizde onda bir fakirin hakkı vardır, onu verin, öşür verirken israfa kaçmayın, aile efradınızın ihtiyacını ayırın. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. Sahabeden Sabit ibn Kays'ın beş yüz ağaç hurması vardı, bir günde bunların hepsini tasadduk eder, çoluk çocuğuna bir şey bırakmaz, eli boş evine döner. Bunun üzerine bu âyet-i celile o zat hakkında nazil olmuş ve şöyle buyurulmuştur: 'Siz bütün mahsulünüzü tasadduk edip, çoluk çocuğunuzu aç bırakmayın. Bu israftır, Allahü teâlâ müsrifleri sevmez.» Bu âyetin hükmü umumîdir. Yüce Allah hiç bir şeyde israfı sevmediği gibi, israf edenleri de sevmez. Mü’müı her işinde mutedil olacak, israf etmeyecektir. Bazı tefsirciler göyle demişlerdir: Ma'siyet olan şeylere harcanan israftır. Allah yolunda Ebu Kubeys dağı ağırlığınca -Mekke'de büyük bir dağın adıdır- altın tasadduk edilse yine israf olmaz. Şayet meşru olmayan yere bir akça verilirse, o israftır. Bu bakımdan Allah israf edenleri sevmez. Soru: Sabit ibn Kays bütün servetini Allah rızası için tasadduk ettiği halde neden, İsraf sayılıp nehyedilmiştir? Cevap: Allah'ın rızası aile efradının nafakasından fazlasını tasadduk etmektedir. Çünkü sadaka vermek müstehaptır. Aile efradının nafakası ise farz ve vaciptir. Farzı bırakıp, müstehabı işlemek Allah'ın rızasını terk etmektir. Aynı zamanda aile efradının nafakasını tasadduk edip, onları aç ve muhtaç bırakmak ma'siyettîr. Aile efradının nafakasını tasadduk etmek ma'siyete harcamak olacağından israftır. Bu bakımdan nehyedilmiştir. 142 «Develeri de yük ve kesim hayvanı olarak yaratan Allah'dır. Allah'ın size verdiği rızaktan yeyin. Şeytanın izleri ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmarunızdır.» Allahü teâlâ kullarının istifadesi için hayvanların kimini yük, kimini de kesim hayvanı olarak yaratmıştır. Bunların kiminin yükünden, kiminin etinden, kiminin sütünden, kiminin yününden, kiminin derisinden istifade edilir. O, kullarını çeşitli nimetlerle rızıklandırmıştır. Ey insanlar, siz Allah'ın rızık olarak verdiği şeylerden yeyin. Şeytana tabi olarak, Allah'ın haram kıldıklarını helâl, helâl kıldıklarını da haram kılmayın. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır. Babanız Âdem'e hased ederek cennetten çıkmasına sebep olmuştur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Şeytanın izleri ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.» 143 «(Allah) sekiz çift (yarattı): Koyundan ik! çift, keçiden de iki çift. De ki: "Allah iki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü iseniz ilme dayanarak bana cevap verin.» Bu âyet-i celile'nin nüzul sebebi şudur: Mâlik ibn Avf ve arkadaşları «Bu develerin karınlarındaki yavrular bizim erkeklerimize mahsus olup, kadınlarımıza haramdır» derler. Ancak kadınlara niçin haram olduğunu söylemezler. Halbuki erkeğe helâl olan kadına da helâldir. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, onlarla münazara ederek iddialarının bâtıl olduğunu söyle.» Bu âyette ilmi münazaraya müsaade vardır. Âyet-i celîle ayrıca şuna da delâlet eder: Kıyas ile sabit olan bir hüküm hakkında nass vârid olursa kıyas ortadan kalkar. Allahü teâlâ, onların kıyaslarını sahih delillerle isbat etmelerini, Allah'ın helâl kıldığını neden haram saydıklarına dair hüküm beyan etmelerini emretmiştir. Allah, iki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı' haram kılmıştır, Şayet haram olmaya sebep dişilikse bütün dişilerin haram olması gerekir. Eğer haram olmaya sebep erkek olmaksa bütün erkek hayvanların haram olması gerekir. Eğer rahimlerdeki yavruları haram kılıyorlarsa erkek-dişi hepsi ana rahminden çıkmıştır, bunların haram olmasındaki sebep nedir? Neden haram olsunlar? Yüce Allah onların bu bâtıl iddialarını reddetmek için yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Sekiz çift: Koyundan iki çift, keçiden de iki çift. De ki: "Allah iki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü iseniz ilme dayanarak bana cevap verin." Bunlar erkek oldukları için mi, dişi oldukları için mi, yoksa ana rahminde oldukları için mi haram'dırlar? Hayır, bunların hiçbiri haram değildir. 144 «Deveden iki, sığırdan iki yaratmıştır. De ki: "iki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Yoksa Allah size bunları buyururken orada mı idiniz?" İnsanları ilme dayanmadan saptırmak için yalan uydurup Allah'ın üstüne atanlardan daha zâlim kimdir? Allah zâlim milleti doğru yola eriştirmez.» Allahü teâlâ, koyundan ve keçiden erkek ve dişi yarattığı gibi, deveden ve sığırdan da erkek ve dişi yaratmıştır. Müşrikler bunlardan hangisini haram kılıyorlar? Yüce Allah Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, de ki: -İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavrular mı haram kılınmıştır? Bunların hangi cihetten haram kılındığını bana haber verin? Bunların haram olduğuna dair Allah tarafından size bir kitap gönderilmiş ise onu getirin, haram olduğuna o şahitlik etsin.» Peygamberimizden bu sözleri işiten Malik ibn Avf, dona kaldı, söyleyecek söz bulamadı, dili tutulmuşa döndü. Malik ne konuşabilirdi ki? Zira karşısında hak konuşuyordu. Elbette bâtıl hakkın karşısında susacaktı. Her zaman hak galip, bâtıl ise mağlûp olmuş ve dünyanın sonuna kadar da mağlûp olacaktır. Çünkü hakkın olduğu yerde bâtıl olamaz. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Malik'in şaşkına döndüğünü görünce «Ey Mâlik ne oldu sana, niçin konuşmuyorsun?» diye sorar. Mâlik «Benim söyleyecek bir şeyim yok. Ben, seni dinliyorum, konuş» der. Bütün bunlar karşısında Mâlik acizliğini ortaya koymuş ve bir şey bilmediğini ifade etmişti. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona şöyle der: «İnsanları ilme dayanmadan saptırmak için yalan uydurup Allah'ın üstüne atanlardan daha zâlim kimdir? Şüphesiz ki Allah zâlim milleti doğru yola eriştirmez.» 145 «De ki: "Bana vahyolunanda, ölü, akıtılmış kan, domuz eti -ki bu, şüphesiz bir murdardır - ve yoldan çıkarak Allah'dan başkası adına kesilen hayvandan gayrisini yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum. Fakat darda kalan başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir." Şüphesiz ki, Rabbin çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Yüce Allah haram olan şeyleri de, helâl olanları da açık açık bildirmiştir. Haram da bellidir, helâl da bellidir. Bunlar üzerinde hüküm beyan etmek akıllı işi değildir. Allahü teâlâ bu hususta Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed de ki: "Bana indirilen Kur'an içinde, ölü, akıtılmış kan, domuz ve Allah'ın ismi üzerine zikredilmeden kesilen hayvanlardan gayrisini yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum. Fakat darda kalan başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir."» Yenilmesi haram olanlar şunlardır: ölü hayvan eti, domuz eti, akıtılmış kan, Allah'ın ismi üzerine zikredilmeden kesilen hayvanların eti, merkep cinsinden olan hayvanların eti, kelp, kedi ve kendisi gibi azı dişleri bulunan hayvanlar, ayı, kurt gibi vahşî hayvanlar, pençe sahibi olan kuşlar, yılan, akrep gibi sürüngenler. Bu hususta geniş bilgi edinmek isteyenler fıkıh kitaplarına müracaat edebilirler. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şöyle rivayet edilmiştir: -Cahiliye devrinde halk bir çok şeyleri yerlerdi, bir çok şeyleri de haram diye yemezlerdi. Allahü teâlâ Peygamberini gönderip, ona inzal buyurmuş olduğu Kur'an'da haram ve helâli bildirmiştir. Haram da helâl da açıkça belli olmuştur. Peygamberimiz «Bu âyette haram olduğu zikredilenlerden gayrisi mubahtır» demiştir. Bazıları da bu âyette haram olduğu zikredilenlerden gayrisinin mubah olduğuna hükmetmişlerdir. Fakat Allahü teâlâ bu âyette ismi geçenlerden başkalarını da haram kılmıştır. Ancak âyette ismi geçenlerden başkalarının haram olduğunu Resûlüllah bildirmiştir. Çünkü Yüce Allah «Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının» buyurmuştur. Peygamber'in hükmü Allah'ın hükmüdür. Peygamber her şeyi vahiy ile söyler, kendiliğinden bir şey söylemez. Allahü teâlâ kullarının menfaatine olan her şeyi helâl, zararına olanları da haram kılmıştır. Bunların haram ve helâl oluşu insanların menfaati içindir, Düşünebilenler için bunlarda büyük hikmetler vardır. Bununla beraber darda kalanların ölmeyecek kadar murdar olan şeylerden yemelerinde bir vebal yoktur. Haddi aşmak yasaktır. Allah Gafûr'dur, kullarının hatalarını bağışlar, Rahim'dir, darda kalanları esirger. 146 «Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları bir yana, iç yağlarını da haram kıldık. Aşın gitmelerinden ötürü onlan bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüz.» Allahü teâlâ, bazı hayvanların aslını haram kılmıştır, yenmesi yasaktır. Bazılarını da, aslında helal olduğu halde bir ceza olarak sadece'Yahudilere haram kılmıştır. Buna sebep onların işlemiş oldukları mahiyetlerdir. Yahudilere deve, kaz, ördek eti, sığır ve koyundan çıkarılan iç yağlar haram kılınmıştır. Onlar Allah'ın helâl kıldıklarını kendilerine haram kılmışlardır. Yüce Allah da böylece onlara nimetlerini haram kılmıştır. Bunların haram oluşunun sebebi onların zulüm ve şirklerinden dolayıdır. Allahü teâlâ aşırı gidenleri böylece cezalandırır. 147 «Seni yalanlarlarsa: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. O'nun gücü günahkârlar güruhundan döndürülemez" de.» Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'in hak peygamber olduğunu ve Allah'ın âyetlerini yalanlamışlardır. Yüce Allah, kâfirlerin bu gibi sözlerine üzülmemesi için Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirler eğer seni yalanlarlarsa de ki: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. O'nun gücü günahkârlar güruhundan döndürülemez." Kâfirler, Peygamberi yalanladıkları için kendilerine hemen azap etmez. Fakat Allah'ın azabım hiç kimse de onlardan kaldıramaz. Onlar mutlaka lâyık oldukları azabı göreceklerdir. 148 «Allah'a şirk koşanlar: "Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık" diyecekler. Onlardan öncekiler de, bizim aca gücümüzü tadana kadar böyle demişlerdir. Onlara de ki: "Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz."» Allah'a şirk koşanlar kendilerini haklı çıkarmak için söyle demişlerdir: «Eğer Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık. Fakat O, dilediği için biz puta taptık. O, bize böyle emretti. Onların bu tür iddiaları bâtıldır. Yüce Allah hiçbir zaman kulunun kendisine şirk koşmasını emretmez. Onlar kendi iradeleriyle Allah'a şirk koşmuşlardır. Onlardan önceki milletler de peygamberlerini yalanlamışlardır. Peygamberleri tekzip edenler, yalanlarının cezasını mutlaka göreceklerdir. Onların «Eğer Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık» demeleri de gerçek değildir. Münafıkların zahirde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e iman etpûş görünüp, kalben inkâr etmeleri gibi bu da gerçek değildir. Onlardan önceki milletler de Allah'ın azabı kendilerine gelene kadar peygamberleri yalanlamışlar ve Allah'ın azabı kendilerine gelince hatalarını anlamışlardır. Yüce Allah onları tekziplerinden dolayı helak etmiştir. Bütün bunlar ibret almaları için bir tehdittir. Yüce Allah onlar hakkında Peygamberine şöyle buyuruyor: 'Ya Muhammed onlara de ki: «Bize karşı onların haram olduğuna dair getirebileceğiniz Allah tarafından gönderilen bir delil var mıdır? Eğer varsa onu getirin, belki bu söyledikleriniz, sîzin sözünüz değil, Allah tarafından gönderilen bir hükümdür. Fakat siz ancak zanna uyarsınız ve sadece tahminde bulunursunuz. Tanınızda bunların haram olduğuna dair bir hüccet, bir hüküm yoktur. Siz sadece Allah'a iftira ediyorsunuz.» 149 «De ki: "Tam ve kâmil delil Allah'ın delilidir. O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi,"» 150 «Haydin, de, "Allah şunu haram kıldı diye şehâdet edecek şâhidlerinizi getirin." Eğer gelir yalan yere şâhidlik ederlerse, onlarla beraber olup sözlerini kabullenme, âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete inanmayanların heveslerine uyma. Nasıl uyarsın ki, onlar Rablerine başkalarını denk tutuyorlardı.» Allahü teâlâ, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan söyledikleri şeyler hakkında delil getirmelerini istemiştir. Yüce Allah'ın haram kıldığı şeylere de, helâl kıldığı şeylere de delil Kur'an-ı Kerîm ve Hazret-i Peygamberdir. Kuranı Kerim'de haram ve helâl açıkça belirtilmiştir. Yahudilerin ve Hıristiyanların delilleri ise sadece zandan ibarettir. Onlar bu sözleriyle Allahü teâlâ'ya iftira etmektedirler. Ey kâfirler, eğer siz islâm'a yönelseydiniz Allah sizi doğru yola eriştirerek hidâyete erdirirdi. Siz hak yola yönelmediğiniz için Allah da sizi hidâyete erdirmedi. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Haydin, Allah şunu haram kıldı diye şehâdet edecek şâhidlerinizi getirin." Eğer gelir yalan yere şâhidlik ederlerse, onlarla beraber olup sözlerini kabullenme, âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete inanmayanların heveslerine uyma. Nasıl uyarsın ki, onlar Rablerine başkalarını denk tutuyorlardı.» Yüce Allah bu âyet-i celîlesiyle mü’minleri uyarıyor. Resûlüllah albette kâfirlere tâbi olup, sözlerine uymaz. Dolayısıyla burada mü'minler ikaz edilmektedir. Mü’min Allah'ın düşmanı ile asla dost olamaz. Onlarla dost olmak küfürlerine rıza göstermektir. Küfre rıza ise küfürdür. 151 «De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını söyleyeyim. O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksul luktan ötürü çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin ve onların rızkını veren biziz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Bir hak olmadıkça Allah'ın haram ettiği cana kıymayın, işte Allah aize, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emretti."» Müşriklerden Malik ibn Avf ve arkadaşları, Allah'ın haram kıldığı şeyleri kendilerine helâl kılarak «Bunları Allah bize helâl kıldı» demişlerdir. Halbuki onlar nelerin haram olduğunu bilmiyorlardı. Yüce Allah onlar hakkında Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığım söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluktan ötürü çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin ve onların rızkını veren biziz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Bir hak olmadıkça Allah'ın haram ettiği cana kıymayın. İşte Allah size, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emretti.» Allah'a şirk koşmak, ana-babaya âsi olmak, gizli ve aşikâr zina yapmak, geçim korkusundan dolayı çocukları öldürmek haramdır. Bir hak olmadıkça haksız yere adam öldürmek de haramdır. Ancak 'kısas, zina suçu ve dinden çıkma müstesna. Bu üç suç ölümü iktiza eder. Bu hükümler Kur'an-ı Azımüşşân'da, Tevrat'da, Zebur'da ve incil'de aynıdır. Bu âyetlere «Ümmü'l-Kitap- denir ki, ismi geçen kitapların hiçbirisinde bu hükümler neshedilmemiştir. 152 «Yetim, erginlik çağına erlşinceye kadar en iyi sekilin dışında malına yaklaşmayın, ölçüyü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır.» Allahü teâlâ bu âyeti celîlede, yetimlere' karşı iyi muamele edilmesini, ölçü ve tartıların tain yapılmasını, insanlar arasında adaletle hükmedilmesini emrediyor. Çünkü bunlar içtimai mes'elelerdir. Kur'ân-ı Kerim, itikadı, ibâdî, ahlâkî, ilmî, ailevi, içtimaî, siyasî, ekonomik, dünyevi ve uhrevî bütün mes'eleleri açıklamıştır. Bütün bunların Kur'an-ı Kerîm'de açıklanması insanların hataya düşmemesi içindir. İslâm dininin gayesi insanların dünya ve âhiret mutluluğunu ve saadetini teinindir. İslâm dünya ve âhiret mutluluğuna engel olacak herşeyi de yasaklamıştın. Yetime hor bakmak, malını haksız yere yemek veya telef etmek yasaktır, yani haramdır. Erginlik çağına kadar onu ve malını korumak mü’minlerin görevidir. Bu mes'ele ile ilgili husus Nisa Sûresinin 2. ve 6. âyetlerinde geçmiştir. Ey iman edenler, ölçülerinizi ve tartılarınızı alırken ve satarken tam ve doğru yapm. Eğer bunlarda hile yaparsanız Allah hepsini alır, kazandığınızın da hayrını görmezsiniz. Bu konu -Mutaffifîn- sûresinde izah edilecektir. Ey iman edenler, bir mes'ele hakkında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmedin, kimseye zulmetmeyin. Şahidiik yaptığınız zaman da Allah rızası için şehâdette bulunun, doğruyu söyleyin, hakkı asla gizlemeyin. İnsanlar arasında adaletsizlik yaparak kendiniz için cehennemin en aşağı tabakası olan «Veyl» azabını hazırlamayın. İnsanlar arasında hükmederken olsun, şahitlik yaparken olsun en doğrusunu yapın. Çünkü Yüce Allah -Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz» buyurmuştur, Allah, adalet hususunda, ölçü ve tartıda hiç kimseye yapamayacağını emretmez. Ancak yapabilecekleri kadarını emreder. Adalette, şehâdette, ölçü ve tartıda bilmeden hatâ edenlerin kusurlarını bağışlar. Ey iman edenler, bir kimse hakkında şâhîtlik yapacağınız zaman asla adaletten ayrılmayın. Şahitlik yaptığınız en yakınınız da olsa hakkı söyleyin. Sizinle Allah arasındaki ahde vefa gösterin. O'nun emirlerini yerine getirin, yasaklarından kaçının. Haksız yere yetimin malını yemek, ölçü ve tartıda hile yapmak, insanlar arasında adaletle hükmetmemek, doğru şehâdette bulunmamak ve Allah'ın emirlerini terk etmek ahde ihanettir, ma'siyettir. Allahü teâlâ bu hususta şöyle buyuruyor: «Allah size bunları öğüt almanız için buyuruyor.» Bunlara ihanet edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. 153 «Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye emretmektedir.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlesinde doğru yolun hangisi olduğunu bildiriyor. Ey insanlar, doğru yol Allah'ın razı olduğu İslâm yoludur. Ona tâbi olunuz ki, kurtuluşa, hidayete, saadete ulaşıp, korktuğunuzdan emin olasınız. Bu yol Hakk'a götüren yoldur. Nefislerinizin arzusuna uyup hak yolundan ayrılmayın. Şeytana tabi olursanız, sizi Allah yolundan alıkoyan Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. Sizi Allah yolundan ayrı düşür recek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye emretmektedir.» 154 «Sonra, iyilik işleyenlere bir bütün halinde, her şeyi ayrı ayrı açıklamak, doğruyu göstermek ve rahmet olmak üzere Musa'ya Kitabı verdik. Belki Rablerine kavuşacaklarına artık inanırlar diye.» Yüce Allah bu âyet-i celilede Musa (aleyhisselâm)'ya göndermiş olduğu kitabın özelliklerinden bahsediyor. Belki Rablerine kavuşacaklarına inanırlar diye Allahü teâlâ, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya iyilik edenlere mükâfat, kötülük yapanlara mücâzat yereceğini bildiren, emir ve yasaklarını ayrı ayrı açıklayan, İsrailoğullarını doğru yola çağıran ve kendileri için rahmet kaynağı olan Tevrat'ı göndermiştir. Yüce Allah bunu, şöyle beyan ediyor: «Sonra, iyilik işleyenlere bir bütün halinde, her şeyi ayrı ayrı açıklamak, doğruyu göstermek ve rahmet olmak üzere Musa'ya Kitab'ı verdik. Belki Rablerine kavuşacaklarına artık inanırlar diye.» 155 «İndirdiğimiz bu Kur'an da feyz kaynağı bir kitabdır. Artık buna tâbi olun ve kötülükten kaçının ki merhamet onmasınız.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerini ve hikmetlerini beyan ediyor. Allah tarafından gönderilen kitapların sonuncusu olan Kur'an-ı Kerîm iman edenler için hidayet, hasta kalblere şifa olup bereketi büyük ve mübarek bir kitaptır. Ey iman edenler, siz onun hükmüne tâbi olun ve içindekilerle amel edin. Emirlerini yerine getirin, yasaklarından kaçının, Allah'tan korkun ki, merhamet ol imasınız. Allah'ın emirlerine itaat etmeyip, Kur'an-ı Kerim'e tâbi olmayanlar merhamet olunmazlar. 156 «Bu Kitap: "Bizden önceki iki topluluğa kitap indirildi, bizim onlarınkinden haberimiz yok" dememeniz için (gönderilmiştir).» Kur'an-ı Kerîm'in gönderilmesinin bir hikmeti de, Peygamberin imana davet ettiği insanlar «Ne yapalım bizim bir kitabımız yok. Bizden öncekilere kitap gönderilmiştir, eğer bize de bir kitap gönderilseydi biz de iman ederdik» diyerek bir mazeret ileri sürmemeleri içindir. Kur'an, hak ile bâtılı ayırmak, haram ile helâli bildirmek ve iman edenlere doğru yolu göstermek için indirilmiştir. Artık bundan sonra iman etmeyenler hiçbir mazeret ileri süremezler. Bize kitap gönderilmedi, biz hakkı, bâtılı, haramı, helâli bilmiyorduk, duymadık diyemezler. Çünkü Yüce Allah bunları Peygamberine inzal buyurmuş olduğu Kur'an-ı Mübin'de beyan etmiştir. 157 «Yahut "Bize de kitap indirilseydi muhakkak onlardan fazla hidayete ererdik" dememeniz içindir. İşte size Rabbinizden apaçık bir hüccet, bir hidayet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah'ın âyetlerini yalan sayandan, onlardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir? Biz, âyetlerimizden yüz çevirenleri bu sebeple, yaman bir azap ile cezalandıracağız.» Allahü teâlâ Kur'an-ı Kerim'i, Peygamberin İslâm'a davet ettiği insanların «Bize de,kitap indirilseydi muhakkak onlardan fazla hidayete ererdik» dememeleri için indirmiştir. İnsanların iman etmeleri için Kur'an-ı Azîmüşşân Allah tarafından gönderilen apaçık bir hüccettir. Îman edenler için bir hidayet ve bir rahmet kaynağıdır. Artık Allah'ın âyetlerini yalan sayanlardan ve O'na iman etmekten yüz çevirenlerden daha zâlim kimdir? Allah'ın âyetlerinden yüz çevirenler şiddetli bir azap ile cezalandırılacaklardır. Allahü teâlâ söyle buyuruyor; «Yahut "Bize de kitap indirilseydi muhakkak onlardan fazla hidayete ererdik" dememeniz içindir. İşte size Rabbinizden apaçık bir hüccet, bir hidayet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah'ın âyetlerini yalan sayandan, onlardan yüz çevirenden daha zalim kimdir? Biz, âyetlerimizden yüz çevirenleri bu sebeple, yaman bir azap ile cezalandıracağız.» 158 «Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin gelmesini mi yahut Rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbimin bir takım mucizeleri geldiği gün, insan daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez. Onlara: "Bekleyin, doğrusu biz de bekliyoruz" de.» Allahü teâlâ, insanlara iman etmeleri için açık deliller ve kitaplar göndermiştir. Buna rağmen onlar yine iman etmemişlerdir. O iman etmeyenler kendilerine meleklerin gelip ruhlarını kabzetmesini mi bekliyorlar, yoksa iman etmeleri için Allah'ın vaad ettiği azabın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Yoksa Rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi istiyorlar? Yani iman etmek için güneşin batıdan doğmasını mı bekliyorlar? Güneş batıdan doğduktan sonra hiç kimsenin imanı ve tevbesi kabul olmaz. Daha önceki iman ve tevbe makbuldür. Kâfir, güneş batıdan doğduktan sonra iman ederse bu imam asla kabul edilmez. Çünkü o zaman Allah'ın âyetlerini, mucizelerini açıkça görmüş olacaklardır. Halbuki iman, Kayba inanmaktır. Bundan dolayı güneş batıdan doğduktan sonraki iman ve tevbeye itibar edilmez. Bir kimse ki daha önce iman edip hayırlı amelde bulunmamışsa sonraki imanı ve ameli kendini kurtarmaz. Keza aynı kimse güneş batıdan doğmadan önce iman edip iyi amel işlemişse, daha sonra işleyeceği amel de kabule şayandır. Buradaki bütün incelik güneş batıdan doğmadan önce edilen imanın ve yapılan amelin, kabul olmasıdır. Daha önce iman etmeyenler ve güzel amel yapmayanlar, iş işten geçtikten sonra aynı yola başvursalar bile kendilerini kurtaramayacaklardır. Saffan ibn Gaslan (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: «Peygamberin seferde olduğu bir gün, bir Arap geldi, tevbe edene kadar birçok mes'ele sordu. Resûlüllah ona şöyle buyurdu: «Tevbenin mağripte bir kapısı vardır ve uzaklığı yetmiş yıllık yoldur. Bu kapı güneşin batıdan doğmasına kadar açıktır.» Hadîs-i Şeriften de anlaşıldığı gibi, tevbe kapısı güneşin batıdan doğmasına kadar açıktır, dolayısıyla o zamana kadar yapılacak olan tevbelerin kabul edilmesi mümkündür. Ebu Zer (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştir: «Peygamberimiz; (sallallahü aleyhi ve sellem) bugün merkebine bindi, beni de terkisine aldı, sırtında da beyaz bir elbise vardı. Yolda gidiyorduk, bu arada güneş battı, akşam oldu. Bana -Yâ Eba Zer, bu güneşin nerede dolaştığım biliyor musun?» dedi. «Allah ve Resulü bilir» dedim. Şöyle buyurdu: -Güneş kaynar bir bölgede dolaşır, oradan Arşın altına gelir, Rabbine secde eder. Doğması yaklaştığı zaman Allahü teâlâ ona ruhsat verir, tekrar doğudan doğar. Şayet Allahü teâlâ onu batıdan doğdurmak isterse üç gün hapseder. Bu hapis esnasında güneş 'Yâ Rabbi seyredecek yerim uzaktır» diyerek tekrar dünyaya doğması için izin ister. Yüce Allah o zaman «Battığın yerden doğ» emrini verir, o da batıdan doğar.» Abdullah İbni Abbas (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: «İşte o zaman kâfirin imanı kabul olmaz. Hatta sabi bile iman etse, onun dahi imanı kabul olmaz.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Siz Allah'ın azabını bekleyin, biz de bekliyoruz. Allah katında hangimizin yaptığı daha makbuldür ve hangimiz saadete ulaşacak göreceğiz." Güneş batıdan doğduktan sonra mü’min günahına tevbe ederse tevbesi kabul ohır. Çünkü o, güneşin batıdan doğmasından önce de iman etmiştir. Bunun için tevbesi kabul olur. Kıyametin büyük alâmetleri 10 tane olup şunlardır: 1- Yeryüzünde bir dumanın zuhuru ki, bu duman kırk gün devam edecektir, 2- Dâbbetü’l-Arz, yerden çıkacak garip bir hayvandır ki, insanlarla konuşacak. 3-Maşrıkta bir yerin batması, 4- Mağripte bir yerin batması, 5- Arap yarımadasında bir yerin batması. 6- Güneşin batıdan doğması, 7- Deccal’ın Allah'lık iddiasında bulunması, 8- Ye'cüc ve Me'cüc admda iki kabilenin yeryüzüne dağılarak fesat çıkarmaları, 9- Hazret-i İsa'nın semadan inmesi ve Hazret-i Muhammed'in şeriatı ile amel etmesi, 10- Aden istikametinden müthiş bir ateşin çıkması. Bütün bu alâmetler ortaya çıkmadığı sürece kıyamet kopmaz. 159 «Fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi Allah'a kalmıştır. Yaptıklarını O kendilerine sonra bildirecektir.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik geldiği zaman insanlar çeşitli dinlere mensup idiler. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları islâm'a davet edince ilk önce muhalefetle karşılaştı ve çok üzüldü. Onların İslâm'ı kabul etmeyişine üzülen Peygamberine Yüce Allah şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, senin görevin bizim sana vahyettiğimizi onlara tebliğ etmendir. İman etmediler diye onlarla savaşmak senin vazifen değildir. Onları tevbeye getirmek veya azap etmek de senin elinde değildir. Bunların emri ve hükmü Allah'a aittir. Amellerine göre onların mücâzatını verecek olan da Allah'tır.» Mükâfatı da, mücâzatı da verecek olan Allah'dır. Bu âyetin hükmü kıtal âyetiyle neshedilmiştir. 160 «Kim bir iyilikle, güzellikle gelirse işte ona bunun on katı verilir. Kim de bir kötülükle gelirse o da ancak misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.» Allahü teâlâ bu âyet-i celilesinde iman sahiplerinin mükâfatını beyan ediyor. İman sahipleri dünyada ne kadar hayırlı ameller yaparlarsa, âhirette'her birine on sevap verilir, Bu, mü’minlerin iyi amellerine verilen mükafatın en azıdır. Bunun derecesi yedi yüz misline kadar çıkar. Dünyada kim bir kötülük yaparsa âhirette o yapmış olduğu kötülüğün kargılığını görür, ondan fazlasıyla cezalandırılmaz. Îman etmeyenlerin cezası ise ebedi cehennemdir. Çünkü günahlar içinde şirkten daha büyüğü yoktur. Azaplar içinde de cehennem azabından daha büyüğü yoktur. Şirk ve cehennem günah ve ceza bakımından birbirinin mislidirler. Tefsirciler amellere göre mükâfatın verilmesinde farklı görüşlere sahiptirler: Bir kısım tefsirciler, dinde salih amel işleyenlere Allahü teâlâ bir iyiliğe karşılık on sevap verir demişlerdir. Bazıları da, her iyi amele karşılık bire on sevap verilir demişlerdir. Diğer bazı tefsirciler de -Allahü teâlâ bir iyiliğe karşılık on sevap vereceğini vaad ediyor. Fakat bunun keyfiyetini ancak Allah bilir, biz bilemeyiz. Sen iyi amel yap, sonucu Allah'a bırak, Allah vaadinden asla dönmez ve kullarına ne vaad etmişse onu verir- demişlerdir. Soru: Allahü teâlâ bu âyette bir iyiliğe karşı on sevap, başka bir âyette de yediyüz sevap vereceğim buyurmuş, diğer bir âyette ise mükâfatın kat kat verileceği zikredilmiştir. Ancak verilecek sevabın miktarı malûm değildir. Bunun hikmeti nedir? Cevap: Allahü teâlâ'nın bire on mükâfatı avam içindir. Bire yediyüz mü’minlerin salihleri içindir. Mükâfatın kat kat verileceği insanlar da evliya ve meşâyihdir. Peygamberlerin mükâfatı ise hesapsızdır. Onlara verilecek mükâfatı ancak Allah bilir. Bir kısım tefsirciler de şöyle demişlerdir: «Bire on sevap kişinin yapmış olduğu bütün iyi amellerin karşılığıdır. Bir iyiliğe karşı yediyüz mislinin verilmesi ise Allah yolunda yapılan hayrın karşılığıdır. Bunun dışında herkesin yapmış olduğu iyi amelin karşılığı müsavidir.» Huzeyfe (radıyallahü anh)'den şöyle rivayet edilmiştir: -Ameller altıya ayrılır. İkisi mükâfat ve mücâzatı vacip kılar. Bir amelin karşılığı da misli mislinedir. Birinin karşılığı da bir hasenedir. Birinin karşılığı ise bire on'dur, Ve birinin karşılığı da bire yediyüzdür. Vacipler şunlardır: îman sahibi olan mü’minlere cennet vaciptir. Çünkü imanı onu cennete götürür. Kâfirlere de cehennem vaciptir. Çünkü küfrü onu cehenneme götürür. Misli misline olan da şudur: Şayet mü’min günah işler tevbe etmeden ölürse, günahı kadar cezasını çeker, günahından fazla cezalandırılmaz. Bir mükâfat verilen amel de şudur: Bir insan bir iyilik yapmayı arzu eder de, onu yapamazsa yapmaya niyetlendiği için Allah ona bir mükâfat verir. Bir iyiliğe karşılık on hasene de şudur: Bir insan bir iyilik yaparsa Allahü teâlâ mükâfat olarak on sevap verir. Bire yediyüz misli de şudur: Bir insan Allah yolunda bir hayır yaparsa ona mükâfat olarak yediyüz misli sevap verilir. Hiç kimseye zulmedilmez, herkese yaptığının karşılığı verilir. İyi amel yapanlar mükâfatını, kötü amel yapanlar da cezasını görürler. 161 «De ki: "Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, doğruya yönelen ve puta tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine iletmiştir."» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke'li müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'e şöyle demişlerdir: «Yâ Muhammed, sen de bizim gibi bir insansın, bu şerefe ve bu üstünlüğe nasıl nail oldun? Eğer senin arzun mal biriktirmekse, sana istediğin kadar mal verelim yeter ki sen bu işten vazgeç.» O zavallılar Hazret-i Muhammed'in şan, şöhret için peygamberlik iddiasında bulunduğunu zannediyorlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ Peygamberine yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: 'Yâ Muhammed onlara de ki: "Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, doğruya yönelen ve puta tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine iletmiştir.» Doğru yol Allah'ın yoludur, hak din de O'nun razı olduğu İslâm'dır. Saadet, hidayet ve kurtuluş ancak İslâm'dadır. 162 «De ki: "Şüphesiz namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, Alemlerin Rabbi Allah içindir."» 163 «O'nun hiçbir ortağı yoktur. Müslümanların ilki olarak böylece emrolundum.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklere şöyle demişti; «Benim bütün namazlarım, ibadetlerim, kurbanlarım, haccım, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir. Alemlerin Rabbi O'dur, ortağı ve benzeri yoktur. Ben ancak O'na ibadet eder ve O'ndan yardım beklerim.» 164 «De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı kendisinedir. Kimse başkasının yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size, hakkında ihtilâfa düşmüş olduğunuz şeyleri haber verecektir."» Müşrikler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu davadan vazgeç deyince onlara şöyle cevap vermişti: «Ben Allah'tan başka bir Rab mi arayayım? O bütün âlemlerin Rabbi ve Halikıdır. Benim Ma'budum ve Rabbim de O'dur, Yapmış olduğum bütün ibadetler O'nun içindir. Herkesin kazandığı kendisi içindir. Hiç kimse başkasının günahım taşımaz. Siz ne yaparsanız yapınız sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size, hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri haber verecektir. O zaman kimin hak üzere, kimin de bâtıl üzere olduğunu göreceksiniz. 165 «Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur. Doğrusu Rabbinin cezalandırması sür'atlidir. Şüphesiz ki O hakkıyla yarlığayıcı, hakkıyla merhamet edicidir.» Allahü teâlâ insanları yeryüzünün halifesi yaratmış, çeşitli nimetler ve musibetlerle denemiştir. Ey insanlar, Allahü teâlâ sizden önceki milletleri helak ederek, sizi onların yerine halef kılmıştır. Onların yurtlarını ve meskenlerini size vermiştir. Muhammed de bütün peygamberlerin sonuncusu ve halefidir. Onun ümmeti ise bütün milletlerin halefi ve sonuncusudur. Ey iman edenler, sizin bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldık. Kiminizi zengin yaptık, şükredip etmediğinizi; kiminizi fakir yaptık, sabredip etmediğinizi, kiminize ilim verdik, ilminizle âmil olup olmadığınızı denedik. Yâ Muhammed, Allah'ın emirlerine- itaat etmeyenlere Rabbinin azabı pek sür'atlıdır. Çünkü her gelecek şey yakındır. Uzak olan, gelmeyecek olandır. Yüce Allah, Gafûr'dur bollukda ve darlıkta emrine mutî olup sabredenlere ve şükredenlere mükâfatını verir. İsyan edenlerin ve nankörlük yapanların azabını çabuklaştırır, intikamını alır. Ancak tevbe edip Rabbine dönenleri bağışlar, tevbelerini kabul eder. |
﴾ 0 ﴿