A'RÂF SÛRESİ

Bu sûre-i celile Kur'an-ı Kerim'in 7. sûresi olup, Mekke'dev nazil olmuştur' 206 âyettir. Bazılarına göre 163. âyetten 171. âyete kadar olan kısım Medine'de nazil olmuştur. Akaid, dini hükümler ve bazı peygamberlerin kıssalarının yer aldığı bu sûrede mühim bir mevzu teşkil eden -A'RAF»'a dair âyetler bulunduğu için «A'RAF» unvanını almış ve A'RAF Sûresi diye isimlendirilmiştir.

1

«Elif, Lam, Mim, Sâd.»

Bazı sûrelerin başında bulunan (......) bu gibi harflere «Hurüf-i Mukatta'a- denir. Bu harfler için, dahil olduğu sûrenin adıdır diyenler olduğu gibi, Cenab-ı Hak ile Peygamberi arasında bir şifredir diyenler de vardır.

İbn Abbas (radıyallahü anh) bu konuda şöyle demişty;: «Bu harflerin mânası müteşâbihâttandır. Hurûf-ı Mukatta'a ile neyin kastedildiğini ancak Allahü teâlâ bilir. Bu harflerin her biri bir mânaya delâlet ettiği gibi, Yüce Allah'ın şöyle buyurduğuna da işaret ederler: Allahü teâlâ buyurmuştur ki: «Ben bütün âlemlerin halikıyım. Yerde ve göklerdeki bütün emirleri, hükümleri takdir eden, tanzim eden ve onlara hükmeden benim. Şerikim ve ortağım yoktur. Her mahlûku ana rahminde şekillendiren, var eden, dünyaya getiren ve ruhsat veren benim.»

Bir kısım tefsirciler de şöyle demişlerdir: «Bu harfler kasem harfleridir. Allahü teâlâ bu harflerle and içmektedir. Elif ile Lam

Allah'ın ismine, Mim ile Sâd Allah'ın tasvir ismine delâlet eder. O zaman anlam şöyle olur: Bütün mahlûkatı yaratan, tasvir edip, şekillendiren Allah'tır, Diğer bir görüşe göre ise, Elif, Allah'a, Lâm îsm-i Celâl'e, Mim Muhammed'e, Sâd, Muhammed'in sadâkatına delâlet ederler. Buna göre mâna şöyle olur: Allah birdir, şeriki ve ortağı yoktur. Muhammed sâdıktır, sözünde hilaf yoktur.

2

«Sana bir kitap (Kur'an) indirildi. Onunla insanları uyarman ve mü’minlere öğüt vermen için kalbine bir sıkıntı gelmesin,»

Allahü teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i peygamberine insanları uyarmak ve mü’minlere öğüt vermek için göndermiştir. Yâ Muhammed, Kur'an’ın Allah tarafından gönderildiği hususunda kalbinde asla şüphe olmasın. Yüce Allah bu âyet-i kerîmesiyle Peygamberin şahsında ınü’ıninlere hitap etmektedir. Yoksa Peygamberin, Kur'an’ın Allah tarafından gönderildiği hususunda şüphe etmesi mümkün değildir. Aslolan mü’minlerin şüpheye düşmemeleri için ikaz edilmeleridir.

Bir kısım tefsirciler bu hususta şöyle demişlerdir: «Yâ Muhammed, bu Kur'an sana Allah katından gönderilmiştir. Kâfirlerin seni yalanlamasına ve sana muhalefet etmesine ütülme, gönlünü hoş tut. Biz, sana Kur'an'ı o kavmi uyarman, Allah'ın azabı ile korkutman ve mü’minlere öğüt vermen için gönderdik.» Kur'an, mü’minler için bir öğüt, kâfirler için de bir uyarıcıdır.

3

«Rabbinizden size' indirilen Kitab'a uyun. O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt tutuyorsunuz.»

Ey insanlar, Rabbinizden size indirilen Kitab'ı tasdik edin, hukümlerine tabi olun ve içindekilerle amel edin. Allah'dan başkasını dost edinip tapınmayın. Çünkü Allah'dan başka ilâh yoktur. Fakat siz pek az öğüt tutuyorsunuz. «Rabbinizden size indirilen Kitab'a uyun. O'ndan başka dostlar edinerek onlara tapmayın. Pek az öğüt tutuyorsunuz. Biz nice memleketleri helak ettik. Geceleyin veya gündüz uykularında iken azabımız; gelip çattı onlara.»

4

«Biz nice memleketleri helak ettik. Geceleyin veya gündüz uykularında iken azabımız gelip çattı onlara.»

Ey insanlar, sizden önce nice memleketlerin ahâlisini helak ettik. Sizin gibi, onlara da va'z ettik. Fakat nasihat dinlemediler, isyanlarına ve inkârlarına devam ettiler. Bundan dolayı bizim azabımız onları geceleyin veya gündüz uykusunda iken ansızın yakalayıverdi. Eğer siz de bu Kur'an'ı yalanlar, öğütlerini dinlemezseniz, gece veya gündüz azabımız size de erişir, siz de helak olursunuz.

5

«Kendilerine azabımız geldiği zaman çağrışırlar «Biz hakikaten zalimler idik demekten başka bir itirafları kalmadı.»

Kendilerine Allah'ın azabı geldiği zaman birbirlerine şöyle derler: «Biz hakikaten zalimlerdendik, kendi nefsimize zulmettik. Rabbimize isyan ederek, emirlerini terk ettik.» Fakat onların bu şekilde gerçekleri itiraf etmeleri kendilerinden azabı gidermez. Ey insanlar, siz de bunlardan ibret alarak, kendi nefislerinize zulmetmeyin ve Allah'ın emirlerine itaat edin. O'na isyan etmeyin, isyan edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

6

«Yemin olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız. Peygamberlere de soracağız.»

7

«Yemin olsun ki, onların yaptıklarını kendilerine bir bir sayacağız, zira onlardan uzak değildik.»

Allahü teâlâ, bütün milletlere peygamber göndermiştir. Peygamber göndermediği hiç bir toplum yoktur. Peygamber gönderdiği milletlere kıyamet günü şöyle soracaktır: «Ey insanlar, bizim peygamberlerimiz size gelip, emir ve yasaklarımızı bildirmediler mi, cennet ve cehennemin hak olduğunu, kıyametin vuku bulacağını söylemediler mi? Onlar sizi hak yola davet etmediler mi? Siz onların bu davetine nasıl icabet ettiniz? Sonra peygamberlere: -Ey Resullerim, siz bu milletlere bizim emir ve yasaklarımızı tebliğ edip, kendilerini bizim yolumuza davet etmediniz mi? Hakkı, bâtılı, küfrü ve imanı bildirmediniz mi, onlar sizin davetinize nasıl cevap verdiler?» diye sorar. Allahü teâlâ bu sorgulamadan sonra onların dünyada yapmıç oldukları amelleri bir bir kendilerine haber verir. Çünkü hiçbir hareket Allah'ın ilminden gizli değildir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız. Peygamberlere de soracağız: Yemin olsun ki, onların yaptıklarını kendilerine bir bir sayacağız. Zira onlardan uzak değildik.»

Yüce Allah'ın,kıyamet günü peygamber gönderdiği milletlere ve peygamberlere yukarda geçtiği şekilde sorular sorması, hâşâ cevaplarını bilmemesinden değil, kendilerinin itirafta bulunup üzerlerindeki delilin sağlam çıkmasından kaynaklanmaktadır. İnanmayanlar kendi aleyhlerine itirafta bulunduktan sonra, artık özür beyan edemeyecekler ve yaptıklarına karşılık lâyık oldukları cezayı göreceklerdir.

8

«Gerçek tartı kıyamet günündedir. Tartıları ağır gelenler, işte onlardır kurtulanlar.»

9

«Tartıları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerine çok yazık etmiş kimselerdir.»

Kıyamet günü herkesin ameli tartılacaktır. İyi amelleri ağır gelenler felah bulup, kurtuluşa ve saadete ulaşacaklar, kötü amelleri ağır gelenler ise, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiklerinden dolayı kendilerine çok yazık etmiş olacaklardır. Onlar ebedî azaba uğrayacaklardır.

İslâm" bilginleri, amellerin tartılması hususunda aynı görüşe sahip değillerdir. Onlardan bir kısmı -Allahü teâlâ amelleri bir suret gibi tasvir eder ve terazide tartar» demişlerdir, Bir kısmı da «Hafaza melekleri tarafından amellerin yazıldığı sayfalar tartılır» demişlerdir. Diğer bir kısmı ise «Allahü teâlâ amellerin -terazide» tartılacağını zikretti, biz bunun hakikat olduğuna iman ederiz, fakat mahiyetini bilemeyiz. Gerçek mahiyetini ancak Allah bilir» demişlerdir.

Huzeyfe (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle söylediğini nakleder: «Kıyamet günü Cebrail tartı memuru tayin edilir. Allahü teâlâ ona «Ya. Cebrail, bunların günahlarını ve sevaplarını tart. Başkalarında hakkı olanların hakkım al, sahiplerine ver' buyurur. Şayet bir kimsenin başkasında hakkı varsa, onun hasenatından alınır hak sahibine verilir. Zâlimin iyi amellerinden mazlumun hakkı alınır ve kendisine verilir. Eğer zâlimin iyi ameli yoksa, bu defa mazlumun hakkı kadar günahı alınır, zalime yüklenir. Zâlimin günahı da dağ gibi yükselir.»

İbn Abbas (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: «Kıyamet günü ameller iki kefesi olan bir terazide tartılır. Kefenin biri nurdan, biri de siyah bir kapdandır. Nurdan olan kefeye mü’minlerin iyi amelleri güzel bir surette konulur. Kötü amelleri ise siyah kapdan yapılmış olan kefeye çirkin bir şekilde konulur. İkisi de tartılır. Mü’minin iyi ameli kötü amelinden zerre miktarı fazla gelirse kurtulur, selâmete erer ve arzu ettiklerine kavuşur. Şayet kötü ameli iyi ameli üzerine zerre kadar galip gelirse, o mü’minin işi Allah'ın hükmüne bağlıdır. Allah dilerse affeder, dilerse günahı kadar azap eder.»

10

«Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve size orada birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.»

Allahü teâlâ kıyametin ahvalinden haber verip, amellerin tartılacağını bildirdikten sonra, kullarına vermiş olduğu nimetleri zikretmiştir. Belki bunlardan ibret alarak Allah'a isyan etmekten vazgeçerler. Ey insanlar, Allah size yeryüzünde çeşitli nimetler ihsan etmiş ve onlarla sizi rızıklandırmıştır. Siz, bu nimetlere ne az şükredersiniz. Hem Allah'ın nimetlerini yer, hem O'na isyan edersiniz. Yüce Allah şükredesiniz diye bütün nimetlerini sizin istifadeniz için halk etmiştir. «Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve size orada birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne az şükredersiniz.» Allahü teâlâ'nın yeryüzünde insanlara çeşitli nimetler vermesinin hikmeti de budur.

11

«Yemin olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, "Adem'e secde edin" dedik, hemen secde ettiler. Fakat iblis dayattı, secde edenlerden olmadı.»

Ey insanlar, biz sizin atanız Âdem'i balçıktan yarattık, sonra şekil verdik. Daha sonra da meleklere, ona secde etmelerini emrettik, onlar hemen secde ettiler. Fakat iblis secde edenlerden olmadı. O, Allah'ın emrine isyan ederek secde etmedi.

Âdem (aleyhisselâm) 'i balçıktan yaratan Yüce Allah, sulbünden de bütün insanları yaratmıştır. İnsan neslinin atası Âdem'dir. Meleklerin Adem (aleyhisselâm)'e yapmış olduğu secde, tehıyyât secdesi olup Adem (aleyhisselâm)'in şahsında Allah'a yapılmıştır. Şeytan ise, kibrinden dolayı bu secdeden imtina etmiştir.

12

«Allah: 'Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan neydi?" dedi. "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ben ondan üstünüm" cevabını verdi.»

13

«öyleyse, hemen in oradan. Artık senin orada kibirlenmen, kafa tutman gerekmez. Hemen çık. Çünkü sen alçaklardansın" dedi.»

Allahü teâlâ Âdem (aleyhisselâm)'i balçıktan yarattığı zaman, daha can vermeden önce meleklere secde etmesini emreder. Melekler enirin gereğini hemen yerine getirirler. Fakat iblis Âdem'e secde etmekten kaçınır. Ve böylece ilâhi emre karşı gelir. Yüce Allah, iblis'e Adem'e neden secde etmediğini sorar. Şeytan, kibrini ortaya koyarak şöyle der: «Beni ateşten, onu da çamurdan yarattın. Ben ondan daha üstünüm. Ateş nurdur, çamur ise karanlıktır. Nur, neden karanlığa secde etsin?» Şeytan böylece kendisinin üstün olduğunu ve bu üstünlüğünden dolayı secde etmediğini ifade eder. Halbuki toprak ateşten daha üstündür. Çünkü toprak bütün hububatın, nebatatın, meyvelerin, çiçeklerin kaynağa olup, kıymetli madenleri ve cevherleri içinde saklamaktadır. Enbiyanın, evliyanın, şehidlerin, sâlihlerin, mü’minlerin ve bütün insanların medfun olduğu yer topraktır. Bütün bu özelliklerinden dolayı toprak Allah'ın bir hazinesidir. Ateş ise, yakıcı, yok edici, helak edicidir. İçine konan her şeyi yok eder. Buna rağmen iblis, ateşten yaratıldığı için kendisini üstün görerek secdeyi terk edip Allah'a âsi olur. Allahü teâlâ, onun isyanına karşılık, «Cennetimden ve göklerimden hakir ve zelil olarak in aşağı, yeryüzünde de hakir ve zelil olarak dolaş» der.

İmâm-ı Kelbî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Şeytanın sırtında eski bir elbise olduğu halde halkın arasında dolaşır ve onlara vesvese verir, azdırır. Yüce Allah ona şöyle der: «Sana kullarım arasında kibirle dolaşman yakışmaz. Göklerimden zelil ve hakir olarak in.»

İblis, Adem (aleyhisselâm) 'e secde etmediği için ilâhi rahmetten kovulunca, Allahü teâlâ'dan dünyanın sonuna kadar mühlet ister. Allah da ona hu mühleti verir.

14

«İblis, "İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi.»

15

«Allah: "Sen mühlet verilenlerdensin" dedi.»

Allahü teâlâ, iblis'i rahmetinden kovunca, ne yapacağını şaşırmış, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar Allah'dan mühlet istemiştir.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «iblis ölüm acısını tatmamak için insanların tekrar dirilecekleri zamana kadar bu mühleti istemiştir. Yüce Allah, onun dileğini kabul etmiş ve «Sen kıyamete kadar mühlet verilenlerdensin» demiştir. O zaman iblis ölür ve bütün ölüm acısını tadanların tatdığı acı kadar acı tadar.»

16

«Mademki sen beni azgınlığa mahkûm ettin. Yemin olsun ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunda pusu kurup oturacağım.»

İblis, cennetten çıkarılınca Allahü teâlâ'ya şöyle demiştir: «Mademki sen beni cennetten kovdun, azgınlığa mahkûm ettin, yemin olsun ki, ben de insanları kandırmak için senin doğru yolunda pusu kurup oturacağım. Sonra, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim ve onları senin doğru yolundan alıkoyacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulamayacaksın.» Şeytan böylece insanları Allah'a ibadetten ve O'na şükretmekten alıkoyacağını bildiriyor.. Şeytanın bütün arzusu, kendisi gibi, insanları da Allah'a secdeden alıkoymaktır. Bunun için Yüce Allah'tan mühlet istemiştir.

17

«Sonra, yemin olsun, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim. Sen de onların çoğunu şükrediciler bulamayacaksın" dedi.»

İmâm-ı Kelbi (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Şeytanın insanların önlerinden gelmesi, onlara âhireti, öldükten sonra dirilmeyi, cenneti ve cehennemi inkâr ettirmesidir. Arkalarından gelmesi, onlara dünyayı güzel gösterip, Allah'ı unutturması ve dünya sevgisiyle oyalamasıdır. Sağlarından gelmesi, onları sapıklığa sevk ederek, dinlerini unutturup, bâtılı sevdirmesi, hoş göstermesi ve bid'at olan şeyleri güzel göstermesidir. Böylece şeytan onları boş şeylerle oyalar. Zamanımızda olduğu gibi.

Sol taraflarından gelmesi ise, onların şehevi arzularını artırarak Allah'ın yasak ettiği şeyleri güzel göstermesi, nefsî arzuları peşinde koşturmasıdır. Böylece insan her şeyi mubah görür, Allah'ın emirlerini terk eder, yasaklarını yapar. Şeytan telkinleriyle insanları Allah'a şükürden ve ibadetten alıkoyar, sapıklığa düşürür.» Zamanımızdaki insanların birçoğu böyledir. Onlar Allah'ın emirlerini unutmuşlar, yasaklarını yapmada yarışa girmişlerdir. Üstelik yaptıklarının çok güzel ve hoş olduğunu zannetmektedirler. Halbuki Allah'ın dininden ayrılmak, şeytanın bir iğvasıdır ve sapıklıktır. Ne yazık ki insanlar bunu fark edemeyecek kadar dalâlete düşmüşlerdir.

18

«Allah: "Ayıplanmış ve kovulmuş olarak defol oradan. Yemin olsun ki, İnsanlardan sana kim uyarsa, hepinizi birlikte cehenneme dolduracağım" dedi.»

Allahü teâlâ şeytana «Ey mel'un ayıplanmış ve kovulmuş olarak cennetimden çık, defol. Yemin olsun ki, insanlardan ve cinlerden sana uyanlarla, hepiniz ibirlikte cehenneme dolduracağım» demiş, şeytana uyanlarla, hepinizi birlikte cehenneme dolduracağım» demiş, şeytana tâbi olanları onunla birlikte cehenneme gideceklerini ve oranın bir cezasıdır. İnkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

19

«Ey Âdem, sen ve zevcen cennette yerleşin ve istediğiniz yerden yeyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.»

Allahü teâlâ Âdem (aleyhisselâm)'i yarattıktan sonra, kaburga kemiğinden de Havva anamızı yaratmış, her ikisini de cennete koymuş ve nimetlerinden dilediğinizi yeyin, fakat -Şu ağaca yaklaşmayın» buyurmuştur. Onlara sadece cennet nimetlerinden birini yasaklamış, «Şayet buna yaklaşırsanız nefsinize zulmedenlerden olursunuz» buyurmuştur.

20

«Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı. "Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesi, melek olmanızı veya burada ebedî kalmanızı önlemek içindir.»

21

«"Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim" diye onlara yemin etti,»

İblis, Âdem'i cennette görünce haset etmiş, cennette bulunuşunu cekememiştir. Onun da, kendisi gibi cennetten çıkması için çareler aramış ve çeşitli hilelere başvurmuştur. Ayıp yerlerini kendilerine göstermek için vesvese vermiş, ve şöyle demiştir: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesi, melek olmanızı veya burada ebedî kalmanızı önlemek içindir. Eğer siz o ağaçtan yerseniz, melekler gibi olur, onların bildiklerini siz de bilirsiniz. Melekler gibi olmasanız bile burada ebedî kalırsınız, bir daha çıkmazsınız.» Şeytan bu sözlerle de kalmayarak yalan yere yemin eder ve «Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim, eğer bu ağaçtan yerseniz hiç ölmez, ebedi olarak burada kalırsınız» demiş, Âdem (aleyhisselâm) de, şeytanın bu yeminine aldanmıştır. Çünkü o hiç kimsenin yalan yere Allah'a yemin edeceğini tahmin etmemiş, şeytanın yeminine kanmış ve yasaklanan ağaca yaklaşmıştır.

22

«Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarını üst üste koyup oralarını örtmeye başladılar. Rableri onlaraı "Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslendi.»

Adem. (aleyhisselâm) ile Havva anamız, şeytanın yeminine altlanarak Allah'ın kendilerine yasak ettiği ağaçtan yerler. (Bu ağaç buğday veya üzüm ağacıdır). Daha sonra üzerlerindeki cennet elbisesi çıkarılır ve her ikisinin de avret mahalleri açılır.

Übey ibn Kâ'b, Peygamberimizin şöyle söylediğini nakletmiştir: «Adem (aleyhisselâm) uzun boylu, gür saçlı idi. Hata işledikleri zaman avret yerleri açıldı. Avret yerinin açıldığını görünce utancından kaçmaya başladı ve cennet ağaçlarından birinin dalları arasına girdi. Yüce Allah nida edip «Ey Âdem, benden mi kaçıyorsun?» dedi. Âdem: «Utancımdan kaçıycrum» cevabını verdi. Adem ile Havva avret yerlerini cennet yapraklarıyla örtmüşlerdir. Bu, setr-i avretin Âdem'den beri vacip olduğuna delâlet etmektedir, tik örtünenler de Âdem ile Havva olmuştur. (Buradaki vacip farz anlamındadır)

Sonra Allahü teâlâ onlara nida edip şöyle buyurmuştur: «Ey Adem, ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?» Niçin şeytanın sözüne aldanıp bana âsi oldunuz?» Onlar şeytanın sözüne aldanıp Allah'a âsi olmuşlardı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Şeytan, böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü. Cennet yapraklarını üst üste koyup oralarını örtmeye başladılar. Rableri onlara: «Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın sizin apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş' miydim?» diye sormuştur.

23

«Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen herhalde zarara uğrayanlardan olacağız, dediler.»

Adem ile Havva yasak ağaçtan yedikten sonra yaptıklarına pişman olmuşlar ve nedametlerini Rablerine karşı şöyle dile getirmişlerdir; «Ey Rabbimiz, biz kendi nefsimize zulmettik. Senin enirini dinlemeyerek o ağaçtan yedik. Suçumuzu bağışla, bizi affet. Eğer sen bizi bağışlayıp, suçumuzu affetmezsen zarara uğrayanlardan olacağız.» Yüce Allah onların tevbesini kabul etmiş ve günahlarını bağışlamıştır. Bu konuda Bakara Sûresinin 37. âyetinde bilgi verilmiş' tir.

Bu âyet-i celile şuna delâlet etmektedir: Günah işleyenler günahlarından vazgeçerler, yaptıklarına tevbe-i istiğfar ederlerse Allah onların günahlarını affeder ve suçlarını bağışlar. Ancak günahlarından vazgeçmeyenlerin ve tevbe etmeyenlerin günahlarını affetmez. Allahü teâlâ şeytanı bunun için affetmemiştir. O, Allah'a isyan ettikten sonra tevbe etmemiş, günahında ısrar ederek mühlet istemiştir. Yüce Allah da ona istediğini vermiş, böylece isyana devam ederek ebedî azaba müstehak olmuştur. Fakat Adem ile Havva yaptıklarına pişman olmuşlar, Allahü teâlâ'ya yalvararak suçlarının bağışlanmasını istemişler ve yaptıklarına tevbe etmişlerdir. Allahü teâlâ da onların tevbesini kabul edip suçlarını bağışlamıştır.

24

«Allah: "Birbirinize düşman olarak inin. Sîz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.»

25

«Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız" dedi.»

Yüce Allah, Adem'e, Havva'ya ve şeytana birbirinize düşman olarak gökten yere inin demiştir. Adem ile Havva iblise, iblis de onlara düşmandır. Çünkü onları şaşırtan, Allah'a isyan ettiren ve cennet nimetlerinden mahrum, ettiren şeytandır. Allahü teâlâ da onları yaptıklarına binâen cennetten çıkarıp yeryüzüne indirmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Birbirinize düşman olarak inin. Siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz. Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız.»

26

«Ey Ademogulları, ayıp yerlerinizi örtecek libasla, sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri öğüt almanız içindir.»

Allahü teâlâ, kullarına bir lütuf olarak, ayıp yerlerini ve vücutlarını örtecek libaslar ve elbiseler göndermiştir. Ta ki, onlarla ayıp yerlerini örtsünler, ibadetlerini yapsınlar, Allah'a şükretsinler. Ademoğlu bütün mahlûkatın en şereflisidir. Bu bakımdan onun açık olması tabiatına aykırıdır. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Haya ve edep örtüsü elbette çok hayırlıdır. Haya ve edebi olmayanlar üryan gibidirler. Onlar en güzel elbiselerle örtünseler bile yine açık gibidirler. Çünkü insanı gizleyen takva, edep ve hayadır. Bunlardan yoksun olanlar çıplak gibidirler. Allahü teâlâ'nın bu âyetleri öğüt almanız içindir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Ey Ademoğulları, ayıp yerlerinizi örtecek libasla, sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri öğüt almanız içindir.»

Bazılarına göre, takva elbisesi amel-i sâlih, bazılarına göre ise imandır. Îmanı ve güzel ameli olmayanların takva elbiseleri olamaz. Zalimler de çıplak gibidirler. Çünkü onları örtecek takva elbiseleri yoktur. Zalimlerin, facirlerin, âsilerin elbette takva elbiseleri olmaz, bu hareketleri takvaya mânidir.

27

«Ey Ademoğulları, şeytan ana ve babanızın, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz, şeytanları, iman etmeyenlere dost kılarız.»

Allahü teâlâ, kullarının şeytana aldanmamalarını öğütlüyor. Ey insanlar, şeytan ana ve babanızı aldatıp, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de aldatıp, şaşırtmasın. Sizi dininizden alıkoymasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Kanın damarda dolaştığı gibi şeytan da insanın hücrelerinde dolaşır.

Allahü teâlâ ile şeytan arasında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet edilmiştir:

Şeytan, Ey Rabbim, Ademoğullarına peygamber ve kitap gönderdin. Peki, benim peygamberim kimdir, kitabım nedir, diye sorar. Yüce Allah şöyle cevap verir:

— Senin peygamberin kâhinler, kitabın da vücutlarına dövme yaptıranlardır.

— Kur'an'ım hangisidir?

— Şiirlerdir.

— Mescitlerim neresidir?

— Sokaklardır.

— Müezzinlerim kimlerdir?

— Şarkı söyleyenlerdir.

— Evim neresidir?

— Hamamlardır.

— Tuzaklarım nedir?

— Kadınlardır.

— Yiyeceklerim nelerdir.

— Besmelesiz yenen her şey.

— İçeceklerim nelerdir?

— Sarhoşluk verici her içki.

Yüce Allah, bütün bunları haber verip buyurmuştur ki, «Biz, şeytanları iman etmeyenlere dost kılarız. Bunlarla meşgul olanlar, şeytanın dostudurlar. Allah'tan uzak, şeytana yakındırlar.

28

«Onlar bir fenalık yaptıkları zaman; "Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti" dediler. De ki: "Allah hiçbir zaman kötülüğü emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?"»

Müşrikler, Allah'ın helal kıldığı şeyleri kendilerine haram, haram kıldığı şeyleri de helâl saymışlardır. Onlar İslâm'dan önce Beytullah'ı çıplak olarak tavaf ederlerdi.. Bu tavafı erkekler gündüz, kadınlar da gece yaparlardı. Üzerlerinde bir şey olduğu halde tavaf ederlerse «Bizim böyle tavaf etmemiz günah» derlerdi. Eğer kadınlar da gündüz tavaf ederlerse edep yerlerini küçük bir bez parçası ile kapatırlardı. Yürüdükleri zaman da açılırdı. Onlara Beytullah'ı niçin böyle tavaf ediyorsunuz? denildiğinde: «Biz babalarımızdan ve dedelerimizden böyle gördük, Allah bize de böyle yapmamızı emretti» derlerdi. Allahü teâlâ onların yaptıklarını nehyederek Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Allah hiçbir zaman kötülüğü emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?" Allah hiç kimseye ma'siyet işlemesini emretmez. Kullarına daima hayrı ve iyiliği emreder. «Onlar bir fenalık yaptıkları zaman "Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti" dediler.»

29

«De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde edişinizde yüzlerinizi (kıbleye) doğrultun. Dinde samimi olarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."»

30

«Allah insanlardan bir kısmını doğru yola eriştirdi. Fakat bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini doğru yolda sanmışlardır.»

Allahü teâlâ insanların birbirlerine karşı adaletle hükmetmelerini, kendi varlığına ve birliğine iman etmelerini, namaza kalktıkları zaman da kıbleye dönmelerini emretmiştir. Namazın farzlarından bir tanesi de kıbleye dönmektir. Dinde samimî olarak O'na ihlasla ibadet edin. İhlâsla yapılmayan ibadetler Allah katında makbul değildir. Zira ilkin sizi yarattığı gibi yine ona döneceksiniz.

Araplar cahiliye devrinde telbiye ederken Allah'a şirk koşarak telbiye ederler ve şöyle derlerdi:

«Ey Rabbim, davetine icabet ettim. Senin, senden başka şerikin yok. Sana şerik olana da mâliksin, mâlik olduğuna da yine sen mâliksin.»

Onların telbiyesi bu şekilde idi. Allahü teâlâ, kendisine ortak koşarak ibadet yapılmasını yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: «Dinde samimi olarak ibadetinizi halis yapın. Hiç kimseyi O'na eş tutmayın. Sizi misak gününde var eden O'dur. Bazınızı mü’min, bazınızı kâfir, bazınızı said ve bazınızı da şakı yapmıştır, ölümünüz ve kıyamet günü mahşer yerine gelişiniz de bu şekilde olacaktır. Sizden bir kısmmız hidayete ererek mü’min oldu. Allah, onların iman edeceklerini ezelde biliyordu. Bir kısmınıza da dalâlet vacip olmuştur, Allah onların da âsi olacaklarını, iman etmeyeceklerini biliyordu. Bunu bildiği için onları tevhid kerametinden uzaklaştırmıştır. Çünkü onlar şeytanları kendilerine dost edinmişler ve ona tâbi olmuşlardır. Böylece de Allah'a isyan ederek emirlerini terk etmişlerdir. Bunu yapmakla da kendilerinin doğru yolda ve hidayet üzere olduklarını zannetmişlerdir.

31

«Ey Ademoğulları, her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin. Yeyin-için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.»

Allahü teâlâ, mescidlere gidenlerin temiz ve güzel elbiselerini giyinmelerini buyuruyor. Çünkü temizlik imandandır Temizlik olmayınca ibadet olmaz. Müşrikler cahiliye devrinde Beytullah'ı çıplak olarak tavaf ederler ve etin yağını yemezlerdi. Yüce Allah onları yaptıkları bu şeylerden nehyederek şöyle buyurmuştur: «Ey A-demoğulları, her namaz vaktinde temiz ve güzel elbiselerinizi giyin. Avret yerlerinizi örtün. Allah'ın helâl kıldığı şeylerden yeyin-için, israf etmeyin. Allahü teâlâ israf edenleri sevmez. İsraf: Allah'ın helâl kıldığı şeyleri haram, haram kıldığı şeyleri de helâl saymaktır. Veya ihtiyaçtan fazla harcamak ve yemektir. Bunları yapmak Allah'ın emirlerine karşı gelmektir. Allah'ın emirlerine karşı gelmek ise küfürdür. «Ey Âdemoğulları, her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin. Yeyin-için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.» İslâm dini, israfın her çeşidini, ister zaman israfı olsun, ister servet israfı olsun yasaklamaktadır.

32

«De ki: "Allah'ın kulları için yarattığı zinet ve temiz rızıkları kim haram etmiş? Bunlar, dünya hayatında iman edenlerindir. Kıyamet günü ise yalnız onlara mahsustur." Bilen kimseler için âyetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz,»

Araplar cahiliye devrinde Beytullah'ı çıplak tavaf ettikleri gibi. Allah'ın helâl kıldığı şeylerin bir kısmını da kendilerine haram kılmışlardı. Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Yâ Muhammed, de ki: "Allah'ın kullan için yarattığı zinet ve teiniz rızıklan kim haram etmiş?» Yüce Allah göklerde ve yerde olan şeylerin hepsini kulları için yaratmış, hangisinin haram, hangisinin helâl olduğunu bildirmiştir. Zinet eşyalarını, libasları ve temiz rızıklan kulları için yaratmıştır. Kim Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl kılarsa, Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olur. Allah'ın âyetlerini inkar edenler de kâfirlerin tâ kendisidir. Onlar dünyada hüsrana uğradıkları gibi, âhirette de ebedi olmak üzere elîm bir azaba uğrayacaklardır. «Ya Muhammed de ki: "Allah'ın kulları için yarattığı zinet ve temiz rızıkları kim haram etmiş? Bunlar, dünya hayatında iman edenlerindir. Kıyamet günü ise yalnız onlara mahsustur. Bilen kimseler için âyetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz.» Allah, bilen, düşünen akıl sahipleri için âyetlerini böylece uzam uzun açıklamıştır. Bu açıklama insanların bunlardan ibret alarak Allah'ın emirlerine itaat edip, nimetlerine şükretmeleri içindir.

33

«De ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günâhı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."»

Allahü teâlâ, kullarına zararlı olan şeyleri haram kılmıştır. Bunlardan bir kısmını yukardaki âyette zikretmiştir: Zinanın gizli ve açığı, içki, kumar, haksız yere adam öldürmek, halka zulmetmek, Allah'a şirk koşmak, Allah'a karşı iftira etmek, başkasının hakkını yemek haramdır. -Yâ Muhammed de ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."»

34

«Her ümmetin mukadder bir eceli vardır. Vakitleri dolunca ne bir saat geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.»

Allahü teâlâ her ümmete ve her canlıya bir ecel takdir etmiştir. Vakitleri gelince ne bir saniye öne, ne de bir saniye geriye alınır. Allah'ın takdir ettiği vade ne ise o olur. Hiç kimse eceli gelmeden ölmez. Allah'ın takdiri de değişmez. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her ümmetin mukadder bir eceli vardır. Vakitleri dolunca ne bir saat geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.»

35

«Ey Âdemoğulları, size aranızdan âyetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde her kim bunlara karşı gelmekten sakınır ve gidişini düzeltirse işte onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.»

Ey insanlar, aranızdan bizim âyetlerimizi okuyan, hükümlerini size bildiren peygamberler gelmiştir. İçinizden her kim bunlara tâbi olur, güzel amel işler, Allah'a şirk koşmaktan sakınır, emirlerini yerine getirir, yasaklarını terk ederse, onlar için korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınanlar dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşacaklardır. Allah'a eş koşanlar ve yasaklarından sakınmayanlar ise ebedi azaba müstehak olacaklardır.

36

«Âyetlerimizi yalanlayıp, onlara inanmayı kibirlerine yediremiyenlere gelince, onlar da ateşin yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.»

Allah'ın âyetlerini ve Peygamberini yalanlayanlara ve onlara iman etmeyi kibirlerine yediremiyenlere gelince, onların hepsi ateşin yaranıdırlar. Onların yeri ebedî cehennemdir. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler kendilerine zulmettikleri için ebedi olmak üzere elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkârlarının karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ayetlerimizi yalanlayıp, onlara inanmayı kibirlerine yediremiyenlere gelince, onlar da ateşin yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.

37

«Allah'a karşı yalan uydurup iftira eden ve O'nun âyetlerine yalan diyen kimseden daha zalim kim olabilir? Kitapdaki paylan kendilerine, erişecek olanlar onlardır. Meleklerimiz canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi bırakıp kaçtılar" derler. Böylece, inkarcı olduklarına dair kendi aleyhlerine şahidlik ederler.»

Allah'a eş koşandan, âyetlerini yalanlayandan ve Allah'a karşı yalan uydurup, iftira edenden daha zâlim kimse olamaz. En büyük zalim onlardır. Onlara kitapta (Levh-i Mahfûz'da) vaad olunan azap, musibet, felâket, rızık dünyada da, âhirette de kendilerine verilecektir. Küfürlerinin karşılığını dünyada da, âhirette de göreceklerdir. Dünyadaki ömürleri bitince Azrail yardımcıları ile birlikte onların ruhunu almak için gelir ve şöyle der: «Allah'tan başka taptıklarınız nerede? Onlar şimdi gelsinler size yardım etsinler.» Halbuki taptıkları çoktan kendilerinden uzaklaşmıştır. Çünkü taptıklarının kendilerine hayrı yoktur. Kendisine hayrı olmayanın başkasına nasıl hayrı olabilir? Kâfirler de cevaben «Onlar bizi bırakıp kaçtılar» diyeceklerdir. İnanmayanların bütün azaları aleyhlerine şahidlik yapacaktır.

Bazı tefsircilere göre bu soru kâfirler cehenneme girmeden önce cehennem bekçileri tarafından sorulacak ve şöyle denecektir: «Dünyada iken Allah'tan başka taptıklarınız nerede? Şimdi onlar gelsinler ve sizi cehennem ateşinden kurtarsınlar.» Allah'a eş koşanlar da «Onlar bizden ayrıldılar, şimdi onlar kendi başlarının derdine düştüler» diyeceklerdir. Böylece, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler kendi aleyhlerine şahidlik edeceklerdir. «Meleklerimiz canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit diyecekler ki: «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?- «Onlar bizi bırakıp kaçtılar» derler. Böylece, inkarcı olduklarına dair kendi aleyhlerine şahidlik ederler.»

38

«Allah: "Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle birlikte siz de girin bu ateşin içine" diyecek. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için "Rabbimiz, bizi sapıtanlar işte bunlardır. Onlara ateş azabını kat kat ver" derler. Allah da "Herkes için kat kattır, ama bilmezsiniz" der.»

Allahü teâlâ, kendisine şirk koşanlara ve isyan edenlere kıyamet günü «Ey cehennem ehli sizden önceki geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte siz de girin bu ateşe» diyecektir. Her ümmet ateşe girdikçe kendisini hak yoldan saptıran yoldaşına lanet eder. Müşrikler müşriklere, Yahudiler Yahudilere, Hıristiyanlar Hıristiyanlara, zalimler zalimlere lanet edeceklerdir. Hepsi birbiri ardınca cehennemde toplanacaklar, sonrakiler öncekilerden şikâyetçi olacaklar ve «Rabbimiz, bizi senin yolundan sapıtan işte bunlardır. Onlara azabını kat kat ver» derler. Çünkü her milletin cehennem ateşine önce ileri gelenleri ve halkı sapıtanları atılır: Halbuki Allahü teâlâ onların hepsinin azabını kat kat verecektir.

İlk önce cehenneme atılacak olan Adem (aleyhisselâm)'in oğlu Kabil denmiştir. Zira ilk önce kâfir olan ve Allah'ın emirlerine isyan öden odur. Kendisinden sonra cehenneme girenlerin hepsi ondan şikâyetçi olacaklardır. Çünkü cehennemliklerin hepsi onun açmış olduğu yoldan yürümüşlerdir. «Her ümmet (cehenneme) girdikçe kendi yoldaşlarına lanet ederler. Hepsi birbiri ardından cehenneme toplanınca, sonrakiler öncekiler için «Rabbimiz, bizi sapıtanlar işte bunlardır. Onlara ateş azabını kat kat ver» derler. Allah da «Herkes için kat kattır, ama bilmezsiniz» der.

39

«Öncekiler sonrakilere: "Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur. Ka sandığınıza karşılık azabı tadm" derler.»

Kıyamet günü cehenneme girenler birbirlerini suçlayacaklardır. Önden girenler, sonradan cehenneme girenlere «Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur. Kazandığınıza karşılık azabınızı tadm. Biz kâfir olduk siz de kâfir oldunuz. Biz sapıttık siz de sapıttınız. Biz imanı terk edip küfrü tercih ettik, siz de öyle yaptınız. Şimdi bizim gibi siz de tadm azabı' diyeceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «öncekiler sonrakilere: «Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur. Kazandığınıza karşılık azabı tadın,» derler.»

40

«Doğrusu ayetlerimizi yalanlayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Biz günahkârları böyle cezalandırırız.»

41

«Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız.»

Allah'ın âyetlerini Ve peygamberlerini yalanlayarak, onlara karşı büyüklük taslayanların amelleri Allah katında asla makbul olmaz. Onlar için göğün kapıları açılmadığı gibi, Allah'ın rahmet kapıları da açılmaz. Zira onların amellerinde hayır yoktur, imanı olmayanın ameli de olmaz, ameller ancak iman ile değer kazanır ve onun ile kaim olur. Öldükleri zaman da onların ruhlarına göğün kapıları açılmaz. Çünkü onların ruhları habistir. Göğün katlarına yükselmeye layık değillerdir. Oraya ancak lâyık olanlar çıkarlar. Yüce Allah iman etmeyenleri âhiret nimetlerinden mahrum etmiştir. Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe, onlar ebedî cennete giremezler. Devenin iğnenin deliğinden geçmesi imkânsız olduğu gibi, onların cennete girmesi de mümkün değildir.

Allahü teâlâ, bu inceliğe insanların dikkatini çekerek, onları düşünmeye sevkediyor ve imanı olmayanların asla Allah'ın nimetlerinden istifade edemeyeceklerini ve cennete giremeyeceklerini bildiriyor. Yüce Allah böylece küfredenlerin cezasını veriyor. Onların altlarına ve üstlerine cehennem ateşinden döşekler ve örtüler vardır. Allah, kâfirleri, zalimleri böyle cezalandırır. Bu, onların küfür ve zulümlerinin cezasıdır. Bunlardan ibret alarak belki iman ederler diye Allahü teâlâ bu âyetleriyle kullarını uyarıyor.

42

«İman edip güzel amel işleyenler -ki biz hiçbir kimseye gücü yeteceğinden fazlasını yüklemeyiz- işte cennetlikler onlardır. Onlar orada ebediyyen Kalacaklardır.»

43

«Cennette altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kini çıkarıp atarız. "Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. Yemin olsun ki, Rabbinizin peygamberleri bize gerçeği öğretmiştir" derler. Onlara: "İşlediğinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet" diye seslenilir.»

Allah'ın âyetlerine ve peygamberlerine iman edip güzel amel işleyenlere altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlanmıştır. Onlar orada ebediyyan kalacaklardır. Onların cennetteki köşklerinin altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kin, haset çıkarılır. Orada tertemiz olurlar Allah, hiç kimseye gücü yeteceğinden başkasını yüklemez. Ancak güçleri nisbetinde emreder. Allahü teâlâ, iman edip güzel amel yapanları böylece mükâfatlandırır. Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Bu âyet Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali ve diğer sahabelerle onlara tabi olup, yolundan gidenler hakkında nazil olmuştur. Onlar temiz olarak cennete girecekler, bağlarından, bostanlarından dilediklerini yiyecekler, içecekler, köşklerinde oturacaklardır. Cennet ağaçlarının dibinden iki pınar çıkar, birinden içerler, birinde yıkanırlar. O pınardan içince kalblerindeki kin, haset, cimrilik gider, gönülleri ferahlar. Yıkandıkları zaman da vücutları tertemiz olur, sıkıntıları gider, hiçbir kederleri kalmaz. Onlar bu keramet ve bu nimet içinde iken Rablerine şöyle hamd ve şükür ederler: «Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamaz ve bu mertebelere ulaşamazdık. Bütün bunlar Rabbimizin bize ihsanıdır. Peygamberleri bize gelip hakkı bildirdiler, cenneti ve cehennemi haber verdiler, biz de Allah'ın inayetiyle onları tasdik ettik, onların gösterdikleri yoldan gittik ve bu nimetlere nail olduk.» Cennetin bekçileri de onlara şöyle nida ederler: 'îman ve amelinize karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet budur. Dünyadaki amelinize karşılık bu makamlar size dünyadayken yaptığınız amellerin karşılığı olarak verilmiştir.

Nitekim, bu konuda şöyle rivayet edilmiştir: Allahü teâlâ kıyamet günü cennet ehline «Surattan affını ile geçin, rahmetim ile de cennete girin. Dünyadaki amellerinize göre oradaki nasibinizi alın» der.

44

«Cennettekiler cehennem ehline: "Biz Rabbimizin bize vaadettiğini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin vaadettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslendiler. Onlar da: 'Evet» derler. Bunun üzerine aralarından bir münâdi "Allah'ın lâ'neti zâlimleredir" diye seslenir.»

Kıyamet günü bütün mahlûkat mahşer yerine toplanıp herkes hesaba çekildikten sonra cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikleri zaman, cennet ehli cehennem yaranma «Biz, Rabbimizin bize vaadettiği mükâfatları, sevapları, kerametleri fazlasıyla bulduk. Siz de Rabbinizin size vaadettiği azapları, cezaları gerçek olarak buldunuz mu?» diye seslenirler. Cehennem ehli de «Evet, Rabbimizin bize vaadettiği azabı ve cezayı hak bulduk» derler. Böylece cehennemde de kendi aleyhlerine şahitlik yaparlar. Fakat bu şekilde kendi aleyhlerine tanıklık yapmaları asla fayda vermez. Bunun üzerine cennet ile cehennem arasında A'raf da bulunan bir münâdî herkesin işitebileceği yüksek bir sesle «Allah'ın lütfü ve ihsanı mü’minlerin üzerinedir, azabı ve gazabı da kâfirleredir» diye seslenir.

45

«Ki onlar, insanları Allah'ın yolundan alıkoyar, o yolu eğri bir hâle getirmek isterler ve âhireti de inkâr ederlerdi.»

Allahü teâlâ'nın azabı, âyetlerini inkâr edip, insanları İslâm dinine girmekten ve Allah yolundan alıkoyan zâlimler içindir. Onlar, kendilerine tâbi olanları imandan ve Allah'a kulluktan alıkoyarlar. Âhireti, cennet ve cehennemi de inkâr ederler. Kendileri Allah'dan başkasına taptıkları gibi kendilerine tâbi olan kimselerin de Allah'tan başkasına tapmalarını temin ederler.

46

«İki taraf arasında bîr perde ve burçlar üzerinde her iki tarafı da simalarından tanıyan adamlar vardır. Cennetliklere; "Size selâm olsun" elerler. Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir.»

Cennet ehliyle cehennem yaranı arasında bir perde ve burçların üzerinde her iki tarafı da simalarından tanıyan adamlar vardır. Onlar cennet ehlini tebrik ederek: «Size selâm olsun» derler. Bunlar henüz cennete girmeyen fakat şiddetle arzu eden kimseler olup kendilerine A'raf ehli denir.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e A'raf ehlinden sorulmuş, O'nun da şöyle söylediği rivayet edilmiştir: «Onlar ana-babalarından izinsiz savaşa gidip, orada şehit olan kimselerdir. Allah yolunda şehit olmaları onları cehennem ateşinden korur. Ana ve babalarından izinsiz, onların rızalarını almadan savaşa gitmeleri de kendilerini cennete girmekten men eder. A'raf denen yerde bir müddet hapis kalarak ana-babaya âsi olmanın cezasını çekerler. Onların A'rafta hapis kalması anababalarının rızasını almamalarının bir cezasıdır. Ana, babanın bakıma ihtiyacı olduğu halde onları terk ederek ilim tahsiline gidenlerin de bir müddet cezalarını çekecekleri yer orasıdır.»

Bazıları da A'raftakileri şöyle tarif etmişlerdir: «Onlar, sevapları ve günahları denk olanlardır. Ne zerre kadar sevapları fazla gelip cennete gîderler, ne de zerre kadar günahları fazla gelip cehenneme giderler. Bir müddet A'raf denen yerde hapis kalırlar. Yüksek bir yerde bulundukları için cennete gidenleri de, cehenneme gidenleri de görürler ve simalarından tanırlar. Cennet ehlinin yüzleri nur gibi pırıl pırıl parlar, cehennem ehlinin yüzleri ise simsiyahtır. Cennet ehli bölük bölük cennete giderken, A'raf ehli «Selâmün aleyküm» diye seslenirler. A'raf ehli henüz cennete girmeden bu selâmı verirler, Kendileri de bir an önce cennete girmeyi arzu ederler.» «İki taraf arasında bir perde ve burçlar üzerinde her iki tarafı da sımalarından tanıyan adamlar vardır, Cennetliklere: -Size selâm olsun» derler. Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir.»

47

«Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince: "Rabbimiz, bizi zâlimlerle beraber bulundurma" derler.»

Cennet ile cehennem arasında yüksek bir yerde bulunan A'raf ehli cehennemlikleri görünce «Rabbimiz, bizi zalimlerle beraber bulundurma» diye dua ederler. Onlar bulundukları yerden cennet ehlinin de, cehennem yaranının da durumunu görürler ve cennet ehlinden olmayı arzu ederler.

48

«Burçlarda olanlar, simalarından tanıdıkları adamlara: "Topluluğunuz ve büyüklük taslamalarınız size fayda vermedi" derler.»

49

«"Kendilerini Allah'ın, rahmetine erdirmeyeceğine yemin ettikleriniz bunlar mıydı?" diye seslenirler. Oysa Allah onlara şöyle der: "Cennete girin, size korku yoktur, sizler mahzun da olacak değilsiniz."»

A'raf ehli cehennem ateşinde olanlara şöyle derler: «Siz dünyada iken âhireti inkâr ediyor, cenneti ve cehennemi kabul etmiyordunuz. Şimdi kendinizi niçin cehennem ateşinden kurtarmıyorsunuz? Dünyada iken biriktirmiş olduğunuz mallarınız ve büyüklük taslayarak imandan yüz çevirmeniz size fayda vermedi mi? Şimdi hor ve hakir olarak tadın cehennem azabını. Hani mallarınız, hani büyüklük taslamanız? Siz, Müslümanları hor ve hakir görerek "Bunlara Allah'ın rahmeti erişmez ve bunlar cennete de giremezler" demiştiniz. Şimdi görün, onlar Allah'ın rahmetine erişip cennete girdiler." Bu sözler onları tekdir ve zemmetmek içindir. Çünkü onlar dünyada iken Müslümanları tekdir ve zenımetmişlerdi. Bundan sonra Allahü teâlâ Araf ehlini affeder ve «Cennete girin, bundan sonra size korku yoktur. Sizler mahzun da olacak değilsiniz» buyuracaktır.

50

«Cehennem yârânı cennet ehline: "Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan gönderin" diye seslenirler. Onlar da: "Doğrusu Allah kafirlere ikisini de haram etmiştir" derler.»

51

«Dinlerini eğlence, oyuncak edinip dünya hayatına aldanan (o kâfirler) bu güne kavuşacaklarını nasıl unutmuş, âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etmişlerse biz de bugün onları unuturuz.»

Kıyamet günü cennet ehli cennete, cehennem yârânı da cehenneme girip azabı tatmaya başladıkları zaman cennet ehline «Biz susuzluktan yandık - kuruduk, açlıktan da helak oluyoruz, bize içtiğiniz sudan biraz su ve yediğiniz cennet nimetlerinden de biraz yiyecek verin. Dünyada iken sizlerle dost idik» diyeceklerdir. Cennet ehli de «Allah cennet taamını ve şarabını cehennem yaranma haram kılmıştır. Siz dünyada iken Allah'ın dinini eğlence ve oyuncak edindiniz, dünya hayatına aldanarak âhireti, cennet ve cehennemi inkâr ettiniz. Allah'ın âyetlerini yalanladınız, Allah'tan başkasına taptınız, Allah da bugün sizi unuttu. Şimdi çekin azabınızı» diyeceklerdir.

Dünyada iken Allah'ın âyetlerini inkâr edenler kıyamet günü böylece cezalarını çekeceklerdir. «Dinlerini eğlence, oyuncak edinip dünya hayatına aldanan (o kâfirler) bugüne kavuşacaklarını nasıl unutmuş, âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etmişlerse biz de bugün onları unuturuz.»

52

«Şüphesiz ki biz onlara, iman eden bir topluluk için bir hidayet rehberi ve bir rahmet kaynağı olmak üzere, ilim ile açıkladığımız bir kitap getirdik.»

Allahü teâlâ, kullarına ikram ve ihsan edip Kur'an'ı indirmiştir. Onun içinde helâl ve haramı, emir ve yasakları, hakkı ve batılı, imanı ve küfrü, iman edecekler için uzun uzun açıklamıştır. Tâ ki insanlar sapıklıktan kurtulup iman ederek hidayete kavuşsunlar. Fakat insanların çoğu Allah'ın âyetlerine iman etmemişlerdir, iman etmeyenler hidayete erişemeyecekleri gibi, Allah'ın rahmetinden de istifade edemeyeceklerdir. Allah'ın rahmetinden ancak iman sahipler: istifade ederler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Andolsün, biz onlara öyle bir kitap gönderdik ki, iman edecek herhangi bir millete hidayet ve rahmet olmak için onu tam bir ilim üzere ıkun uzun açıkladık.» Allahü teâlâ kullarının iman etmeleri için peygamberleri vasıtasıyle kitaplar göndererek her şeyi bildirmiştir. Buna rağmen insanların birçoğu yine iman etmemişlerdir.

53

«Kitabın haber verdiklerinin neticesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, "Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti. Şimdi bize şefaat edecek var mı ki şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek" derler. Doğrusu kendilerine yazık ettiler. Uydurdukları şeyler de onları bırakarak kaybolup gitti.»

Allahü teâlâ, iman etmeyenlerin küfürlerine mukabil kıyamet günü elim bir azap hazırlamıştır. Kıyamet günü azabları kendilerine ulaşacaktır. Onlar dünyada iken Allah'ın âyetlerini, âhireti, cennet ve cehennemi inkâr ederek Allah'a eş koşmuşlar, peygamberleri de yalanlamışlardır. Kıyamet günü Allah'ın azabı kendilerine eriştiği zaman «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti. Fakat biz onları yalanladık, şimdi bize şefaat edecek var mı ki şefaat etsin» derler. Kâfirler cehennem azabını tadınca, dünyada yaptıklarına, Allah'ın âyetlerini yalanladıklarına, cennet ve cehennemi inkâr ettiklerine pişman olurlar ve kurtulacak yer ararlar. Onlar cennet ehlinin birbirlerine şefaat ettiklerini görünce «içinizden bize de şefaat edecek var mı, gelsin şefaat etsin, bizi de bu azaptan kurtarsın» derler. Onların bu isteklerine karşılık cennet ehli de «Kâfirlere asla şefaat edilmez» derler. Kâfirler cehennem azabını tatdıkça «Keşke dünyaya tekrar döndürülsek sizin gibi iman edip, güzel ameller yapsak da biz de cennete girsek» diyeceklerdir. O zaman Yüce Allah şöyle nida eder: «Bunlar dünyada kendi nefislerine zulmederek, yazık ettiler. Bizim âyetlerimizi, peygamberimizi, âhi-ı'eti, cennet ve cehennemi inkâr ettiler. Puta taparak «Bunlar bize Allah katında şefaat edecek» diyerek iftira ettiler. Şimdi bütün ümidleri boşa çıktı.» îman etmeyenlerin elbette bütün amelleri boşa çıkacaktır. «Kitab'ın haber verdiklerinin neticesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önpteleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz; bize gerçeği getirmişti. Şimdi bize şefaat edecek var mı ki şefaat etsin. Yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek» derler. Doğrusu kendilerine yazık ettiler. Uydurdukları şeyler de onları bırakarak kaybolup gitti.»

54

«Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra arşdan her şeye hükmeden, gündüzü - daima takip eden - gece ile bürüyen, güneşi, ayı, yıldızlan, hepsini baş eğdirerek var eden Allah'dır. Bilin ki, yaratmak da, emir de Ona mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın şânı ne kadar yücedir.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kâfirlerin puta tapmalarını zemmederek, »Tapmış oldukları putların hepsi bir araya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. İlâh diye taptıklarından kendilerine bir örümcek ağı kadar bile fayda gelmez» demiştir. Peygamberimizin büyle söylediğini duyan kâlirler, gelerek «Senin bizi ibadete davet ettiğin Rabbin kimdir?' diye sorarlar. Kâfirlerin bu şekilde sorması Allah'ın isimlerini veya fiillerini yalanlamak içindir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti onların sorusuna cevap olarak inzal etmiş, onlar da bu âyet karşısında âciz kalıp şaşırmışlardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Rabbiniz, Allah gökleri ve yeri altı günde yaratandır.»

İbn Abbas (radıyallahü anh) a göre, bu âhiret günü ile altı gündür. Âhiretin bir günü dünyanın bin yılı kadardır. Hasan-ı Basri Hazretlerine göre, dünya günü ile altı gündür. Allahü teâlâ dünya günü ile altı günde yerleri ve gökleri yaratmıştır. Bir kısım tefsircilere göre de, altı günün altı saati içinde Allahü teâlâ yerleri ve gökleri yaratmıştır. Eğer dileseydi bir anda yaratırdı. Bir anda yaratmamasının hikmeti, kullarına ibret olması içindir. Onlara işlerinde ve ibadetlerinde teenni ile hareket etmelerini öğretmek içindir, işlerinde sabırla hareket edenler kolay kolay yamlmazlar. Fakat acele ile iş yapanlar çoğu kez yanılırlar, hatâya düşerler, neticede telâfisi mümkün olmayan durumlarla karşılaşırlar. Bunun için Allahü teâlâ kullarına teenni ile hareket etmelerini emrediyor. Göklerin ve yerin de altı günde yaratılmasının hikmeti budur. O, yerleri ve gökleri yaratıp arş üzerine istiva edendir. Yani arşından her şeye hükmedendir.

bihâttan sayarak te'vilini Allah'dan başkası bilmez, ancak Allah bilir. Ona iman edip, keyfiyeti ile meşgul olmamak gerekir demişlerdir. Nitekim bir kişi Enes ibn Mâlik'e «İstiva»nın mânasını sormuş, Enes de cevaben şöyle demiştir: «istivânın mânası bilinir, keyfiyeti ise meçhuldür. Akıl onun hakkında hüküm sahibi değildir. Lâkin ona iman etmek şarttır, hakkında sual sormak bid'attır. Senin kötü birisi olduğunu zannediyorum.» Sonra soru sahibinin oradan çıkarılmasını emreder ve çıkarılır.

Bazı tefsircilerin de istiva hakkındaki görüşleri şudur: Allahü teâlâ yerleri ve gökleri yarattı ve, hükmünü arş üzerine galip kıldı. Nitekim yerin ve göklerin halikı ve arşın mâlikidir. O, ol dedi mi her şey oluverir. O, kendi ihtiyacından dolayı arşı yaratmamış, kullarının ihtiyacı için yaratmıştır. Arş, onların duasının kıblesidir. Dua ederken gönlün ona yönelmesi gerekir. Tıpkı insanların namaz esnasında Kâ'be'ye yöneldikleri gibi. Mü’min namaza durduğu zaman nasıl ki kıbleye yöneliyorsa, dua esnasında gönlü de o şekilde arşa yönelir, her şeyden arınır, Rabbine teslim olur ve Rabbine müracaat eder. İşte o zaman dua kabul olur.

Yüce Allah geceyi gündüzün, gündüzü de gecenin arkasından getirir, bunlar birbirlerini takip ederler, güneşi, ayı, yıldızları, hepsini emrine baş eğdiren ve var eden Allah'dır, Onlar kendi yörüngelerinde seyrederler, hiçbiri diğerinin yörüngesine girmez. Bilin ki bütün âlemi yaratan ve hükmeden O'dur. O, yücelerin yücesidir.

55

«Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın, doğrusu O aşırı gidenleri sevmez.»

56

«Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara pek yakındır.»

Ey insanlar, siz bütün âlemleri yaratan, var eden, besleyen ve rızıklandıran Allah'a gönülden edep ve tevazu ile gizlice dua edin. Doğrusu Allah aşırı gidenleri, haddi aşanları, haksız yere beddua edenleri, başkasının helakini isteyenleri sevmez.

Allahü teâlâ bu âyet-i celilede kullarına duanın âdabını öğretiyor. Başkasının küfrünü istemek ve herhangi birisine haksız yere lâ'net etmek yasaklanmıştır. Mü’min, kendisi için hayır dilediği gibi başkaları için de hayır duada bulunacaktır. Allah, kendisine isyan edenleri, zulmederek yeryüzünde bozgunculuk yapanları, adaletle hükmetmeyenleri sevmez. Çünkü yeryüzünün ıslâhı ve insanlığın ikamesi adaletledir. Bollukta ve darlıkta halinize şükrederek Allah'tan korkun. Verdiklerine şükredin, asla nankörlük etmeyin. Azabından sakının, rahmetini isteyin. O'nun rahmeti, mağfireti, cenneti mü’minler içindir. O, yeryüzünde bozgunculuk yapanları, nimetlerine şükretnıeyenleri, haksız yere başkalarına zulmedenleri sevmez.

«Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın, doğrusu O, aşırı gidenleri sevmez. Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara pek yakındır.»

57

«Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgârları gönderen Allah'tır. Rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklendiğinde» onu ölü bir memlekete gönderir. Su indirir ve onunla her türlü mahsulü yetiştirir. İşte, ölüleri de böyle diriltiriz, belki bunları düşünüp ibret alırsınız.»

Allah'ın ibret levhalarına dikkat ediniz. Bulutlardan nasıl yağmur indirdiğine ve ölü arazileri o yağmur suları ile nasıl dirilttiğine bir bakınız. Yüce Allah rahmetinin önünden, yağmurun müjdecisi olarak rüzgârları göndermiştir. Rüzgâr yağmurun müjdecisidir. Rüzgârlar yağmur yüklü bulutları sürüp ölü arazilere ve memleketlere götürür. Allahü teâlâ o bulutlardan ölü memleketlere su indirerek ekinleri, otlakları, çeşit çeşit sebze ve meyveleri, bağları ve bahçeleri yeşillendirir. Bütün bunlara hayat veren sudur. Allah, bütün bunları yağmur suları vasıtasıyle dirilttiği gibi, kıyamet günü bütün canlıları da koyu bir yağmur vasıtasıyla diriltecektir. Bu yağmur onların dirilmesi için bir sebeptir. Nitekim şöyle rivayet edilmiştir: -İkinci sûra üflenmeden evvel kırk gün kırk gece koyu bir yağmur yağar, yer tam manasıyla kanar, kırk gün sonra bütün canlılar noksansız olarak kabirlerinden kalkarlar. Sonra ikinci sûra üflenir, bu defa veliler dirilip mahşer yerine gelirler ve bütün manlûkat orada toplanır.

Allahü teâlâ ölüleri diriltmeyi, yağmur suyu ile ölü araziyi diriltmeye benzetmiştir. Yüce Hâlik'a yağmur suyu ile ölü araziye hayat vermek ne kadar kolaysa, kıyamet günü ölüleri diriltmek de o kadar kolaydır. İnsanların bundan ibret alarak Allah'a iman etmeleri' ve öldükten sonra tekrar dirileceklerini inkâr etmemeleri gerekir. Otların ve nebatatın kuruyup yok olduktan sonra tekrar hayat bulmaları, mahlûkatın öldükten sonra tekrar dirileceklerine en büyük delildir. Akıl sahipleri için en büyük bir ibrettir. Hiç şüphesiz öldükten sonra bütün mahlükat tekrar dirilecektir.

58

«İyi ve temiz topraklar, - Rabbinizin izniyle - mahsulünü bereketli verir. Çorak topraklatın mahsulü kıttır. Biz, âyetleri, şükreden milletler için böylece tekrar tekrar beyan ederiz.»

Bu âyet-i celîlede büyük ibretler vardır. Toprağı yumuşak, münbit, suyu tatlı olan bir arazinin bitirmiş olduğu meyveler, sebzeler, hububat, mahsuller bereketli ve leziz olur. Çorak bir arazinin mahsulü ise kıt ve sevimsiz olur. Mü’min, münbit bir arazi misâli, kâfir de çorak arazi gibidir. Münbit arazi yağan yağmurdan istifade ettiği gibi, mü’min de kendisine yapılan va'z u nasîhattan istifade eder, ahlâkı güzelleşir, imanı artar, Herkes kendisinden istifade eder. Kâfir de çorak arazi gibidir. Kimse kendisinden istifade edemez, herkese şerri dokunur. Çorak araziden istifade edilmediği gibi, kâfirden de asla istifade edilmez, Kâfirler şayet iman edip, küfür ve isyanlarından vazgeçerlerse Allahü teâlâ günahlarını bağışlar. Eğer iman etmezlerse, küfür ve isyanlarının cezasını görürler. Yüce Allah âyetlerini şükreden milletler için böylece tekrar tekrar beyan eder. -İyi ve temiz topraklar Rabbinin izniyle mahsulünü bereketli verir. Çorak toprakların mahsulü kıttır. Biz âyetleri, şükreden milletler için böylece tekrar tekrar beyan edeceğiz.»

59

«Yemin olsun ki Nuh'u milletine peygamber gönderdik. "Ey milletim, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum" dedi.»

60

«Kavminin ileri gelenleri de şöyle dediler: "Biz seni hiç şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz,"»

Biz Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik, O, kavmine: -Ey kavmim, gelin Allah'ın birliğine iman edin. Sizi yoktan var eden O'dur. O'ndan başka ma'budunuz yoktur, ibadete lâyık olan da yalnız O'dur. Eğer iman etmezseniz üzerinize gelecek olan büyük bir günün azabından korkuyorum» demiştir. Kavminin ileri gelenleri Nûh (aleyhisselâm) ile -alay ederek: -Ey Nûh, biz seni büyük bir hatâ içinde görüyoruz, sen bizi eski dinimizden yeni bir dine davet ediyorsun.» Halbuki Nûh (aleyhisselâm) onları Hakka davet ediyor, hidayete çağırıyor, kurtuluşa ve selâmete götürüyordu. Onlar ise hidayeti bırakıp sapıklığı tercih ediyorlardı.

61

«Bunun üzerine Nûh: "Ey kavmim, ben de hiçbir sapıklık yoktur. Ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim.»

62

«Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum. Sizin iyiliğinizi istiyorum, sizin bilmediklerinizi bilirim.»

Kavmi Nûh (aleyhisselâm)'u sapıklıkla itham edince, onlara şöyle cevap vermiştir: «Ey kavmim, ben bir hata içinde değilim. Alemlerin Rabbi tarafından size gönderilmiş bir peygamberim ve O'nun bana vahyettiklerini size bildirmekle mükellefim. Ben sizi Allah'ın birliğine imana çağırıyor, emir ve yasaklarını size bildiriyor, yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapmamanızı istiyorum. Eğer Allah'ın birliğine iman eder, yeryüzünde bozgunculuk yapmazsanız kurtuluşa ulaşırsınız. Şayet Allah'a iman etmezseniz büyük bir günün azabı sizi helak edip yok edecektir. Fakat siz bunu bilmiyorsunuz, bu azap sizi mutlaka helak edecektir. Ancak bu azaptan iman edip yeryüzünde bozgunculuk yapmayanlar kurtulacaklardır.» Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi bu gerçeği kulak ardı etmişler, ileri gelerveenginler fakirlere şöyle demişlerdir: «Sakın siz buna aldanmayın, o da sizin gibi bir insandır.» Halbuki onlar Nûh (aleyhisselâm)'un peygamber olduğunu biliyorlardı. İleri gelenler çıkarları için fakirlere böyle söylüyor ve onların iman etmesine mani oluyorlardı.

63

«Size o korkunç akıbeti haber vererek sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden size haber getirmesine mi şaşıyorsunuz? dedi.»

Ey kavmim, içinizden birisinin size Allah'ın kitabını getirip emir ve yasaklarını bildirmek suretiyle o korkunç azabı haber vermesine mi şaşıyorsunuz? Size korkunç azabı haber vererek küfür ve şirkten vazgeçip Allah'a iman etmeniz için sizi uyarıyorum. Böylece Allah'ın rahmetine, affına nail olur azabından kurtulursunuz. Ben Allah'ın bana vahyettiğini size bildirmek için aranızdan seçilmiş birisiyim.

Onlar, Nûh (aleyhisselâm)'un ikazlarına ve uyarılarına aldırmamışlar, yine küfürlerine devam etmişlerdir. Allahü teâlâ da onların küfür ve şirklerinin cezasını en ağır şekilde vermiş, hepsini suda boğarak helak etmiştir.

64

«Onu yalanladılar, biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Çünkü onlar kör bir millettir.»

Yüce Allah Nûh (aleyhisselâm)'u yalanlayanların üzerine gökten tufan indirerek suda boğmuştur, Nuh (aleyhisselâm)'a iman edip, onunla gemiye girenleri ise kurtarmıştır. Allah'ın âyetlerini inkâr ederek şirk koşanlar böylece cezalarını görmüşlerdir. Allah'ın âyetlerine iman edip, Nuh'u tasdik edenler ise kurtulmuşlardır. Zira Allah'ın rahmeti, yardımı, selâmeti ancak iman edenlerin üzerinedir. «Onu yalanladılar, biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Çünkü onlar kör bir millettir.» Bunun uzun izahı Hûd Sûresinde gelecektir.

65

«Ad kavmine de, kardeşleri Hûd'u gönderdik: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur, karsı gelmekten sakınmaz mısınız?' dedi.»

Allahü teâlâ Nûh (aleyhisselâm)'u kavmine peygamber gönderdiği gibi, Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u peygamber olarak göndermiştir, Ad. Yemen istikametinde bir melikin adıdır. Ona tabi olanlara da «AD» kavmi denmiştir. Hûd (aleyhisselâm) da aynı kavimden olup, onlara peygamber olarak gönderilmiş ve şöyle demiştir: «Ey kavmim, Allah'ın birliğine iman edin. O, sizi yaratan ve rızıklandırandır. O'ndan başka ma'budunuz ve ilâhınız yoktur. O'na şirk koşmayın ve emirlerine itaat edin.» Âd kavmi de, Nûh (aleyhisselâm)un kavmi gibi, Hûd (aleyhisselâm)'un uyarısını kulak ardı ederek alaya almışlardır.

66

«Kavminin küfre dalmış ileri gelenleri, "Biz senin beyinsiz olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz" dediler.»

67

«"Ey kavmim, ben beyinsiz değil, âlemlerin Rabbinin peygamberiyim" dedi.»

Hûd (aleyhisselâm)'un kavminin küfre dalmış olan zenginleri «Ey Hûd, biz senin beyinsiz, ahmak ve cahillerden olduğunu görüyoruz. Sen yalancılardansın» demişlerdir. Hûd (aleyhisselâm) da onlara şöyle cevap vermiştir: «Ey kavmim, ben beyinsiz ve cahil değilim. Âlemlerin Rabbi tarafından size peygamber olarak gönderildim. Sizi Allah'ın birliğine imana davet ediyor, sapıklıktan hidayete çağırıyor, bâtıldan hakka davet ediyorum. Benim görevim Allah'ın bana vahyettiklerini size bildirmektir. Şayet iman ederseniz hidayete erer kurtulursunuz, iman etmezseniz Allah'ın azabına uğrar helak olursunuz.» Bütün peygamberler gönderildikleri kavimleri ve milletleri Allah'a imana davet etmişler, bu davete uyanlar kurtulmuşlar, uymayanlar ise lâyık oldukları cezaya görmüşlerdir.

68

«Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.»

69

«Sizi uyarmak üzere, aranızdan bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz? Allah'ın sizi Nuh'un milleti yerine hükümdarlar kıldığını ve vücutça da onlardan üstün yarattığını hatırlayın. Başarıya erişebilmeniz için Allah'ın nimetlerini anın, dedi.»

Hûd (aleyhisselâm) kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, ben size Rabbimin bana vahyettiklerini bildirmek için gelmiş ve sizin için güvenilir bir nasihatçıyım. Ben sizi Allah'ın birliğine imana davet ediyor, emir ve yasaklarını bildiriyorum. Bundan dolayı beni niçin suçluyorsunuz? Sizi uyarmak üzere, aranızdan bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz? Ben bugüne kadar aranızda yaşamış bir insanım. Allahü teâlâ beni aranızdan peygamber seçip emir ve yasaklarını size bildirmek için göndermiştir. Hem Yüce Allah'ın sizi Nuh'un milleti yerine hükümdarlar kıldığını ve sizi onlardan daha üstün yarattığını hatırlayın. Sizi onların yerine vâris kılmış, vücutça da, boyca da onlardan daha ihtişamlı yaratmıştır.»

Yüce Allah, Hûd (aleyhisselâm)'un kavmini, Nûh (aleyhisselâm)'un kavminden daha güçlü, kuvvetli, boylu ve ihtişamlı yaratmış, onların yerine de hükümdarlar kılmıştır. Bütün bu özellikler onların Allah'a iman ederek, nimetlerine şükretmeleri içindir.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir; «Hûd (aleyhisselâm)'un milletinin en kısasının boyu altmış arşın, en uzununun boyu da yüz arşındır.»

Denilmiş ki, Âdem ile Nûh (aleyhisselâm) arasında hiçbir nebi, mürsel olarak gönderilmemiştir. İdris (aleyhisselâm) peygamber olarak gönderilmesine rağmen, kendisine davet görevi verilmemiştir. Allah tarafından kendisine yirmi sayfalık kitap gönderilmiş, onu gören halkın bir çoğu iman etmişlerdir. Hûd (aleyhisselâm), Nûh (aleyhisselâm) ile İbrahim (aleyhisselâm) arasında yaşamış bir peygamberdir. Kavmini Hakk'a davet için gönderilmiş, fakat kavmi peygamberliğine inanmamışlardır. O da kavmine Allah'ın azabını haber vererek «Ey kavmim, Allah sizin üzerinize azap yelini gönderir, sizi helak ederse, bundan nasıl kurtulacaksınız? Sizi kim Allah'ın azabından kurtaracak? O'ndan başka ma'büdunuz ve halikınız yoktur, demiştir. Kavmi Hûd'un bu uyarısını kale almayarak, onunla alay etmişler ve «Siz hangi rüzgârla bizim üzerimize galip geleceksiniz?» demişlerdir. Onlar şımardıkça şımarmışlar, küfür ve şirklerini daha da artırmışlardır. Bunun üzerine Hûd (aleyhisselâm) onlara -Ey kavmim, âlemleri ve sizi yaratan Allah'tan korkun, size ihsan ettiği nimetlerini hatırlayın ve onlara şükredin. Eğer Allah'a iman eder, nimetlerine de şükrederseniz azabından kurtulur, necat bulursunuz. Şayet iman edip şükretmezseniz azabına uğrar helak olursunuz.» Allah'a iman etmeyenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

70

«Bize, yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Doğru sözlülerden isen haydi bizi tehdit ettiğin azaba uğrat" dediler.»

Hûd (aleyhisselâm) kavmini Allah'ın birliğine imana davet edince, onlar şöyle demişlerdir: -Ey Hûd, sen bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Eğer sen gerçek peygamberlerden isen bizi tehdit etmekte olduğun azabı üzerimize getir.» Hûd (aleyhisselâm) onların küfür ve şirklerine mukabil büyük bir azabın kendilerini helak edeceğini bildirmiştir. Onlar da Hûd (aleyhisselâm) ile alay ederek «Doğru söylüyor san bizi azaba uğrat» demişlerdir. Vakti gelince Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelecektir. Yüce Allah acele etmez.

71

«"Hiç şüphesiz artık Rabbinizin azap ve öfkesini hakettiniz. Allah'ın hiçbir delil indirmediği ve isimlerini kendi koyduğunuz putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin, doğrusu ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim" dedi.»

Hûd (aleyhisselâm) kavmine «Hiç şüphesiz artık siz Rabbinizin azap ve öfkesini hakettiniz. Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği ve isimlerinı kendinizin koyduğu putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Allah, onlara tapmanız için size bir delil göndermemiştir. Siz benim helakimi bekleyin, ben de sizin helakinizi bekliyorum. Sonuçta ya sizin dediğiniz doğru çıkar, ya benim- demiştir. Yüce Allah hiçbir millete puta tapmaları için ruhsat vermemiştir.

72

«Biz, rahmetimizle, Hûd'u ve beraberinde bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanların da kökünü kazıdık. Çünkü onlar müminlerden değillerdi.»

Allahü teâlâ âyetlerini yalanlayanları şiddetli bir rüzgârla helak etmiştir. Böylece inkarcıların kökünü kesmiştir. Ancak bu kasırgadan Hûd ve beraberindekileri kurtarmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor-. «Biz, rahmetimizle Hûd ve beraberinde bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanların da kökünü kazıdık. Çünkü onlar mü’minlerden değillerdi.» Hûd (aleyhisselâm)'un kavmi küfür ve şirklerinden vazgeçmedikleri için böylece Allah'ın azabına uğramışlardır.

73

«Semûd milletine de kardeşleri Salih'i gönderdik: "Ey milletim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Rabbinizden size apaçık bir burhan geldi: Allah'ın bu dişi devesi size bir delildir. Onu bırakın, Allah'ın arzında otlasın. Ona kötülük etmeyin, yoksa can yakıcı bir azaba uğrarsınız" dedi.»

Allahü teâlâ Hûd (aleyhisselâm)'dan sonra, Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak göndermiştir. Onlar Şam ile Hicaz arasında «Hicr» denen bir mevkide ikamet etmekte idiler. Bulundukları yerin suyu az olduğu için -Semûd» adını almışlardır. Salih (aleyhisselâm) onları Allah'ın birliğine iman etmeye davet edip şöyle demiştir; «Ey milletim, siz Allah'ın birliğine iman edin, sizin O'ndan başka ma budunuz ve ilâhınız yoktur. İbâdete lâyık ancak O'dur. O'ndan başkasına asla tapmayın..

Diğer peygamberlerin kavimleri gibi, Salih (aleyhisselâm)'in kavmi de, Salih'i yalanlamışlardır. Yalanlamakla da kalmamışlar öldürmeye de kast etmişlerdir. Onlar bir bayram günü bayramlarını kutlamak üzere bir yere toplandıkları sırada, Salih (aleyhisselâm) gelip onları Allah'ın birliğine imana ve ibadete davet edince, şu karşılığı vermişlerdir: «Ey Salih, eğer sen gerçekten peygamber isen şu kayadan on aylık yüklü bir deve çıkar, o zaman biz Allah'a iman eder ve senin peygamberliğini tasdik ederiz.» Onlar akıllarınca Salih (aleyhisselâm)'i müşkül durumda bırakmak için bunu istemişlerdir. Yalnız Allah'ın kudretini unutmuşlardır. Allah her şeye kadirdir. Bunun üzerine Salih (aleyhisselâm) kalkar, iki rekât namaz kılar, ellerini kaldırır Rabbine dua edor, Bu sırada kaya ikiye yarılır, içinden onların istedikleri vasıfları hâiz deve çıkar, gelir. Onların hepsi bu mucizeleri görmelerine rağmen yine iman etmezler. Halbuki bir deve getirirse iman edeceklerine söz vermişlerdi. Îman etmedikleri için Allahü teâlâ deveyi başlarına musallat kılmıştır. Bu deve çok büyük ve cüsseli idi. Bütün otlaklara yayılmış, sulan içmiştir. Onların davarları aç, kendileri de susuz kalmışlardır. Bu durumdan şikâyet etmeye başlamışlar, Salih (aleyhisselâm) de bunun üzerine suyu deve ile kavmi arasında taksim etmiştir. Su sırası bir gün devenin, bir gün de kavminindir. Su içmedikleri gün deveyi sağarlar, sütünü içerlerdi. Devenin sütü hepsine yeterdi, fakat içlerinde dokuz kişi vardı ki, onlar şaki, bozguncu ve zâlim kimselerdi. Bozgunculuk yapmak için deveyi öldürmeye karar vermişlerdi.

Salih (aleyhisselâm) onların bu kötü niyetlerini bilir ve şöyle der: «Siz bu işten vazgeçin. Bu, Allahü teâlâ tarafından benim peygamberliğime delil ve sizin de Allah'ın birliğine iman etmeniz için bir hüccet olarak gönderilmiştir. Bundan ibret alarak Allah'ın birliğine ve kudretine iman edersiniz. O, Allah'ın arzında otlasın, sakın ona bir kötülük yapmayan. Eğer ona bir kötülük yaparsanız, çok şiddetli bir azap sizi helak eder.»

Onlar Salih (aleyhisselâm)'ın sözünü nazar-ı itibare almazlar ve deveyi öldürmek için tuzak hazırlarlar. Devenin su yolunu keserler, hayvanı su içmeye giderken öldüreceklerdi. Nitekim öyle yapmışlardır. Deve suya giderken içlerinden Müstağ isminde birisi okunu atar, ok devenin arka ayaklarından birine isabet eder ve hayvan yaralanır. Deve bu yara ile suya gider, suyunu içer ve geri dönüşünde en şakileri olan Kazar ibn Sâlif kılıcını çeker, deveye hücum eder ve öldürür. Etini bütün halka taksim ederler.

Hasan-ı Basrî Hazretleri bu hususta şöyle demiştir: «Semûd kavmi, devenin arka ayağını kırarak boğazlamalardır. Deve boğazlandıktan sonra bir parçası dağa çıkarak «Anam nerede' diye seslenmiştir. Bu sesi işitenler durumu derhal Salih'e bildirmişler, o da «Üç gün sonra Allah'ın azabı sizi helak edecektir» demiştir. Onlar, Salih (aleyhisselâm)'e Allah tarafından kendilerine gelecek olan azabın alâmetini sormuşlar, o da «Birinci gün yüzleriniz ve gözleriniz sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün kararacak» demiş ve kendisine iman edenleri alarak aralarından ayrılmıştır. Salih (aleyhisselâm) 'in tarif ettiği gibi, birinci gün yüzleri ve gözleri sararmış, ikinci gün kızarmış, üçüncü gün ise kararmıştır. Onlar birbirlerinin yüzüne baktıkça bu alâmetleri görürlerdi. Üçüncü günün sonunda helak olacaklarını anlayınca bir yere toplanmışlardı. Yüce Allah onları helak etmek için Cebrail'i göndermiş, Cebrail'in bir sayhası (bağırması) sonucu hepsi helak olmuşlardır.»

Bir kısım tefsircilere göre ise, bir ateş gelip onların hepsini yakmıştır. Böylece işlemiş oldukları suçun cezasını görmüşlerdir. Allahü teâlâ, isyan edenleri, kendisine şirk koşanları, zâlimleri böyle cezalandırır.

74

«Allah'ın sizi Ad kavminin yerine hükümdarlar yaptığını düşünün. Yeryüzünde sizi yerleştirdi. Ovalarında köşkler yapıyor, dağlarında kayadan evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın, dedi.»

Salih (aleyhisselâm), kavmini, Allah'ın azabından kurtarmak için onlara şöyle nasihat etmiştir: -Ey kavmim, Allah Âd kavmini helak ederek sizi onların yerine hükümdarlar yaptı ve yeryüzüne yerleştirdi. Ovalarında köşkler yapıyor, dağlarında kayalardan evler yontuyorsunuz. Bağlarından - bahçelerinden istediğinizi yiyor, sularından içiyorsunuz. Artık Allah'ın bunca nimetlerini anın ve bunlara şükredin. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın. Yüce Allah fesatçıları ve isyancıları asla sevmez.»

Her peygamber kavmini Allah'a imana ve itaate davet etmiş, bu davete uyanlar kurtulmuşlar, uymayanlar ise helak olmuşlardır.

75

«Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, aralarından iman eden ve bu sebeple her gördükleri kimselere, "Salih'i Rabbi tarafından gönderilmiş peygamber mi tanıyorsunuz?" demişlerdir. Onlar da: "Biz dediler, doğrusu onunla ne gönderildiyse ona iman edicileriz."»

76

«İmanı kibirlerine yediremiyenler, "Biz de sizin iman ettiklerinizi inkâr ediyoruz" dediler.»

Semûd kavminin ileri gelenleri, aralarından iman edenlere ve kimsesizlere şöyle demişlerdir: «Siz, Salih'i Allah tarafından gönderilen bir peygamber olarak mı kabul ediyor ve onu tasdik ediyorsunuz?» İman edenler de, onlara şöyle cevap vermişlerdir: «Evet, biz ona ve Allah tarafından getirdiklerine iman ediyoruz.» Bunların imanı karşısında sarsılanlar, fakat imanı kibirlerine yediremeyen kâfirler de «Biz de sizin iman ettiklerinizi inkâr ediyoruz» demişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: (Salih'in), milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, aralarından iman eden ve bu sebeple gördükleri kimselere «Salih'i, Rabbi tarafından gönderilmiş peygamber mi tanıyorsunuz?» demişlerdir. Onlar da: «Biz, dediler, doğrusu onunla ne gönderildiyse ona iman edicileriz.» imanı kibirlerine yediremiyenler "Biz de sizin iman ettiklerinizi inkâr ediyoruz" dediler.»

77

«O dişi deveyi kesip devirdiler, Rablerinin emrine isyan ettiler ve "Ey Salih, eğer sen peygamber isen bizi tehdit ettiğin azaba uğrat bakalım" dediler.»

78

«Bu yüzden onları bir titreme aldı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.»

Onlar, Salih (aleyhisselâm)in emirlerine itaat etmeyerek deveyi öldürmüşler, böylece Allah'ın birliğine imandan yüz çevirmişlerdir, Salih (aleyhisselâm) ile alay ederek «Ey Salih, eğer sen peygamber isen bizi tehdit ettiğin azaba uğrat bakalım» demişlerdir. Bu isyanları yüzünden onları bir titreme almış ve oldukları yere diz üstü çöküvermişlerdi. Onlar cumartesi günü Salih (aleyhisselâm) ile bu şekilde alay etmişler, çarşamba günü deveyi kesmişler ve perşembe akşamı da Allah'ın azabına uğrayarak helak olmuşlardır. Onlar peygamberlerine isyan ettikleri için helak olmuşlardır.

79

«Salih de onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim, yemin olsun ki ben size Rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim. Fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dedi.»

Salih (aleyhisselâm)'i kavmi yalanlayınca, onlara «Ey kavmim, ben size Rabbimin bana vahyettiklerini bildirmiş ve size öğüt vermiştim. Sizi Allah'ın birliğine imana davet ettim, yaptığınız kötülüklerden vazgeçerek tevbe etmenizi söyledim ve sizi Allah'ın azabından sakınmaya çağırdım,. Fakat siz dinlemediniz, öğüt verenleri de düşman tanıdınız ve davete itaat etmediniz. Şimdi görün azabınızı» demiş ve aralarından ayrılmıştır. Bir toplumun içinde peygamber bulunduğu müddetçe o topluma azap gelmez. Salih (aleyhisselâm) de, kavmine azap yaklaştığı zaman kendisine iman edenlerle birlikte aralarından çıkıp gitmiştir. Kavmi helak olunca beraberindekilerle birlikte Mekke'ye gelip yerleşmiş, ölünceye kadar orada kalmıştır.

80

«Lût'u da gönderdik. Hani o kavmine: "Hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz?»

81

«Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz" dedi.»

Hazret-i Muhammed'in ümmetinin ibret alması için Yüce Allah Kur'an-ı Kerîm'de geçmiş peygamberlerden ve ümmetlerinden haber vermiş, helak oluş sebeplerini bildirmiştir.

Yüce Allah, Lût (aleyhisselâm)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir, Lût (aleyhisselâm)'un kavmi çok ahlâksız bir toplum idi. O zamana kadar hiçbir peygamberin kavminin işlemediği terbiyesizliği yapıyorlardı. Erkekler, kadınları bırakmış birbirleriyle livâta yapıyorlardı. Lût (aleyhisselâm) onları bu ahlaksızlıklarından vazgeçirmek için çok uğraşmış ve onlara şöyle demişti: «Ey kavmim, dünyada sizden önce hiç kimsenin yapmadığı bir terbiyesizliği mi yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Halbuki sizin helâlimiz kadınlarınızdır. Onları bırakıp erkeklere şehvetle yaklaşmanız en büyük hayâsızlıktır. Siz helâli bırakıp harama koşuyorsunuz. Bu terbiyesizliğinizden ötürü Allahü teâlâ'dan size büyük bir azap gelecek, hepinizi helak edecektir.» Onlar Lût (aleyhisselâm)'un bu uyarılarına ve nasihatlerine kulak tıkamışlar, terbiyesizliklerine devam etmişlerdir.

82

«Kavminin cevabı "Çıkarın onları memleketimizden. Çünkü onlar fazla temizlik yapar insanlardır" demelerinden başka olmadı.»

Lût (aleyhisselâm)'un kavmi, bu çirkin fiillerinden ve terbiyesizliklerinden vazgeçmedikleri gibi, Lût'un uyarılarına da zorlanmışlar ve -Onları çıkarın memleketimizden. Çünkü onlar bizim fiillerimizi çirkin görüyorlar ve kendileri de fazla temizlik yapıyorlar» demişlerdir. Onlar, Lût (aleyhisselâm) ile alay etmek için böyle söylemişlerdir. Onlar peygamberlerine itaat etmedikleri gibi, onunla alay da etmişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kavminin cevabı «Çıkarın onları memleketimizden. Çünkü onlar fazla temizlik yapar insanlardır» demelerinden başka olmadı.»

83

«Bunun üzerine Lût'u ve taraftarlarını kurtardık. Yalnız karısı geride kalıp helake uğrayanlardan oldu.»

84

«Geriye kalanların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, günahkârların encamı ne oldu? Bir baksana.»

Allahü teâlâ Lût (aleyhisselâm)'un kavmini yaptıkları çirkin işlerinden dolayı helak etmiştir. Lût (aleyhisselâm), Zeûrâ ile Rişâ adında iki kızını ve kendisine iman edenleri beraberinde götürmüş, eşi helak olanlar arasında kalmıştır. Çünkü o iman etmemiş, Lût (aleyhisselâm)'a hainlik yapmıştır. Yüce Allah onların yaptıkları terbiyesizlikten dolayı üzerlerine taş yağdırmıştır.

Allahü teâlâ peygamberine hitaben şöyle buyuruyor: 'Yâ Muhammed, mücrimlerin sonu ne oldu bir baksana. Sana itaat etmeyenlerin sonu da böyle olacaktır.» Allah'ın emirlerine itaat etmeyenler ve peygamberlerini yalanlayanlar mutlaka lâyık oldukları cezayı göreceklerdir. Hâinlerin sonu mutlaka hüsrandır.

85

«Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: "Ey milletim, Allah'a kulluk edin. Ondan başka ilâhınız yoktur. O'ndan size apaçık bir burhan gelmiştir, ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin. Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır.»

Allahü teâlâ Medyen halkına da kardeşleri Şuayb (aleyhisselâm) peygamber olarak göndermiştir. Bu kavim, İbrahim (aleyhisselâm)'in oğlu Medyen'in soyundandır. Hazret-i İbrahim, Lût (aleyhisselâm)'un kızı Rîşâ Hatun ile evlenmiş, bu evlilikten Medyen isminde bir oğlan çocuğu olmuş, bunun soyundan gelenlere de Medyeniler denmiştir. Bunların hepsi küfrü irtikâp ettikleri için kâfir olmuşlardır, ölçü ve tartılarında hile yaparak birbirlerine hainlik etmişlerdir. Bunlar Allah'a şirk koştukları gibi, ölçü ve tartılarını da eksik yaparlardı. Bir şehir kurarak dedelerinin adını vermişlerdir. Kurdukları şehre ve dedelerine nisbetle kendilerine Medyen halkı denmiştir. Yüce Allah bunlara Şuayb (aleyhisselâm)'i peygamber olarak göndermiştir. Şuayb (aleyhisselâm) soy itibariyle onların en üstünü, ahlaken ve sûreten en güzeli ve en doğru sözlüsüdür. Allah korkusundan o kadar ağlamış ki, son anda gözleri kör olmuştur. Kavmine peygamber olarak gönderildiği zaman onlara şöyle demiştir: -Ey milletim, Allah'ın birliğine iman ederek, O'na kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Şüphesiz O'ndan size apaçık bir burhan gelmiştir. O'nun emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının.» .

Bazı tefsircilere göre, bu burhan Şuayb (aleyhisselâm)'ın kendisidir. Ondan başka bir burhan gelmemiştir. Bazılarına göre ise, Allahü teâlâ göndermiş olduğu bütün peygamberlere bir mucize ve bir burhan vermiştir. Bu mucizeler ve burhanlar onların peygamber olduklarını ve sözlerinin doğruluğunu tasdik etmek içindir. Yüce Allah bazısının burhanını açıklamış, bazısınınkini açıklamamıştır. Şuayb (aleyhisselâm) de burhanı açıklanmayanlardandır. Şuayb (aleyhisselâm) kavmine; «Ey milletim, ölçü ve tartılarınızı tam yapın. Birbirinizin eşyalarını ve yiyeceklerini eksik vermeyin. Her işinizde âdil olun. Birbirlerinizin haklarına tecavüz etmekle yeryüzünde fesatçılardan ve isyancılardan olmayın. Bunlardan sakının. Allahü teâlâ size helâl ve haramı açıkladı, hakkı ve bâtılı bildirdi. Hakkı size emretti ve bâtıldan da nehy etti. O'nun emirlerine itaat edin, yasaklarından da sakının. Ölçü ve tartılarınızı tam yapın. Eğer inanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin için çok hayırlıdır.»

Allahü teâlâ Şuayb (aleyhisselâm)'in kavmine yaptığı nasihati şöyle beyan ediyor: «Ey milletim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. O'ndan size apaçık bir burhan gelmiştir, ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin. Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, inanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır.»

86

«Allah'a inananları yolundan alıkoyup ve o yolun eğriliğini dileyerek tehdit edip, her yolda pusu kurup oturmayın. Vaktiyle siz az iken, Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayın. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»

Şuayb (aleyhisselâm) 'in kavmi, iman edenlere düşman olarak, onları tehdit edip imanlarından alıkoymaya çalışmışlardır. Şuayb (aleyhisselâm) de onlara şöyle demiştir: -Ey kavmim, Allah'a iman edenleri yolundan alıkoyup, onları imanlarından vazgeçirmek için tehdit etmeyin. Onları hak yoldan men etmeyin. Siz onları hak yoldan bâtıl yola davet ediyorsunuz. Vaktiyle siz az iken Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayın, Nuh'un ve Salih'in kavminin nasıl helak olduğuna ve peygamberlerini yalanlamalarının cezasını nasıl gördüklerine bir bakın. Siz de onlardan ibret alarak, onların düştüğü âkibete düşmeyin. Siz de onlar gibi yeryüzünde bozgunculuk yapar, peygamberinizi yalanlarsanız Allah'ın azabına uğrar helak olursunuz.»

Şuayb (aleyhisselâm) kavmini bu şekilde ikaz etmişti. Fakat onlar bu ikaza ve nasihate aldırmamışlar, isyanlarına devam etmişlerdir.

Ey insanlar, sizden önce geçen milletlerden isyan edenlerin ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların sonuna bir bakın, onlar isyanları yüzünden helak olmuşlardır, Allah'ın âyetlerini inkâr ederek kâfir olanlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Geçmiş peygamberlerin ümmetleri buna en büyük delildir. Akıl sahipleri bunlardan ibret alarak onların düşmüş oldukları hataya düşmezler.

87

«içinizde mademki benimle gönderilene inanan bir topluluk ve inanmayan bir topluluk var. O halde Allah'ın aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin. Allah hükmedenlerin en hayırlısıdır»

Şuayb (aleyhisselâm)'in kavminin bir kısmı kendisine iman etmiş, bir kısmı iman etmemiştir. O, kavmine şöyle demişti: «îçinizden bir kısmınız benim getirdiklerimi ve risaletimi tasdik etmiş, bir kısmınız da inkâr ederek kâfir olmuştur. Allahü teâlâ'nın sizinle bizim aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin. Zira O, hükmedenlerin en hayırlısıdır, O zaman iman edenlerin mi akıbeti hayırlıdır, yoksa kâfirlerin mi görürüz. Hangisinin hayırlı olduğu o zaman belli olur.» Allah'ın azabı inkarcıları çepeçevre kuşatmıştır. Allah onlardan mutlaka intikamını alacaktır.

88

«Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, "Ey Şuayb, ya dînimize dönersiniz ya da, yemin olsun ki seni ve inananları seninle beraber kasabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayb "İstemesek de mi?" dedi.»

Şuayb (aleyhisselâm)'in kavminin ileri gelenleri, ona şöyle demişlerdir: -Ey .Şuayb, ya dininizi bırakır bizim dinimize dönersiniz, ya biz sizi memleketimizden çıkarırız. Eğer bizim dinimize dönerseniz kurtulursunuz.» Bunun üzerine Şuayb (aleyhisselâm) da, onlara «Dininize dönmemiz için bize cebir mi ediyorsunuz?» demiştir. Onlar da -Evet dinimize dönmeniz için size cebrediyoruz» demişlerdir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor; «Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, -Ey Şuayb, ya dinimize dönersiniz ya da, yemin olsun ki seni ve inananları seninle beraber kasabamızdan çıkarırız» demişlerdir.»

89

«Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz ancak Allah'a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında sen hak olanı hükmet. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.»

Kavmi, Şuayb (aleyhisselâm)'in kendi dinlerine dönmesini istemişler, o da şöyle demiştir: «Şayet tekrar sizin dininize dönersek doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Bize artık sîzin dininize dönmek yakışmaz. Çünkü siz haktan uzaklaşmış yalancılarsınız. Sizin bâtıl dininizden Allah bizi kurtarmışken bir daha bâtıla dönmek olacak şey midir? Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz ancak Allah'a güvenip dayanırız. Ey Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında hak olanı hükmet. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.» Şuayb (aleyhisselâm)'in bütün ikaz ve nasihatlerine rağmen kavmi dinlerinden dönüp iman etmemişler, üstelik iman edenlere karşı cephe almışladır.

90

«Onun kavminden kâfir olan ileri gelenleri "Şuayb'e uyarsanız yemin olsun ki siz kaybedersiniz" dediler.»

Şuayb (aleyhisselâm)in kavminin kâfir olan mütekebbirleri iman edenlere şöyle demişlerdir: «Eğer siz, Şuayb'e tâbi olur, itaat ederseniz muhakkak hüsrana uğrayanlardan olursunuz.» Şuayb (aleyhisselâm), kavmini saptıkları bâtıl yoldan kurtarmak için onlara va'z u nasihat etmiştir. Fakat onlar yapılan va'z u nasihate hiç aldırış etmemişler ve ona düşman olmuşlardır. Bu defa onlara şöyle demiştir: «Gelin Allah'ın hükmüne tâbi olun ve bana itaat edin. Eğer Allah'a iman edip, bana tâbi olmazsanız Allah'ın azabına uğrar, helak olursunuz.» Onlar buna da aldırış etmediler ve onunla alaya başladılar. Şuayb (aleyhisselâm), onlara Allah'ın azabının yaklaştığını hissedince kendisine iman edenlerle birlikte aralarından çıkıp gitmiştir. Şuayb (aleyhisselâm) aralarından ayrıldıktan sonra Allahü teâlâ onların üzerine çok sıcak ve şiddetli bir rüzgâr göndermiş, sıcağın şiddetinden evlerinde duramıyarak çıkıp şehrin bağlığına gitmişler, tam o sırada Allah tarafından gönderilen bir ateş gelip hepsini yakıp yok etmiştir. Küfredenler ve peygamberlerini yalanlayanlar böylece cezalarını görmüşlerdir.

91

«Bu yüzden onlara bir titreme aldı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.»

92

«Şuayb'i yalanlayanlar, yurtlarında sanki hiç yaşamamış gibi oldular. İzleri bile kalmadı. En büyük zarara uğrayanlar Şuayb'i yalanlayanlar olmuşlardır.»

Allahü teâlâ zelzele ile beraber şiddetli bir ateş göndererek Şuayb (aleyhisselâm)'e tâbi olmayanları yakıp helak etmiştir. Sanki onlar yurtlarında hiç yaşamamış gibi olmuşlardır. Kendileri helak olup yok oldukları gibi, bütün meskenleri ve yurtları da târ u mâr olmuştur. Onlar iman edenlere «Eğer siz Şuayb'e tâbi olursanız en büyük zarara uğrayanlardan olursunuz» demişlerdi. Şimdi en büyük zarara uğrayanlar kendileri olmuştur. Yüce Allah iman etmeyenlerden ve isyancılardan böylece intikamını alır.

93

«Şuayb onlardan yüz çevirip: "Ey milletim, yemin olsun ki, Rabbimin sözlerini size bildirdim. Öğüt verdim, şimdi kâfir bir kavme nasıl acırım?" dedi.»

Şuayb (aleyhisselâm), kavminin Allah'a iman etmeleri için çok va'z u nasihat etmiştir. Onlar hiçbir zaman kendilerine yapılan bu nasihatleri dinlememişler, aksine Şuayb (aleyhisselâm)'e ve iman edenlere düşman olmuşlardır. Şuayb (aleyhisselâm) da onlara, bu durumlarından vazgeçmedikleri takdirde Allah'ın azabının gelip kendilerini helak edeceğini söylemiş, kendisine iman edenlerle beraber aralarından çıkıp gitmiştir. Şuayb (aleyhisselâm) kavminin arasından ayrılınca Allah'ın azabı gelmiş, onları helak etmiştir. Yurtlarında taş üzerinde taş kalmamıştır. Şuayb (aleyhisselâm) bir müddet sonra kavminin yurduna dönmüş, harap olduğunu ve kendilerinin de helak olduğunu görünce «Ey milletim, yemin olsun ki, Rabbimin sözlerini size bildirdim. Azabın geleceğini haber verdim ve size va'z u nasihat ettim. Bunların hiçbirine itibar etmediniz, şimdi kâfir bir kavme nasıl acırına?» demiştir. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayan toplumlar, Allah'ın azabına uğrayarak helak olmuşlardır.

94

«Biz hangi memlekete bir peygamber gonderdiysek, ora halkını yalvarıp yakarmaya sevk için sıkıntıya, felâkete uğrattık.»

Allahü teâlâ her memleket halkına bir peygamber göndermiştir. Onların birçoğu peygamberlerini yalanlamışlardır, Allahü teâlâ, onların yalvarıp yakarmaları için çeşitli musibetlere, felâketlere, sıkıntılara, yokluğa ve azaba uğratmıştır. Belki Allah’ın kudretini düşünerek peygamberleri tasdik edip iman ederler diye. Buna rağmen onların birçoğu iman etmemişlerdir. İman etmeyenler, mutlaka inkârlarının cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Biz hangi millete bir peygamber gonderdiysek, ora halkını yalvarıp yakarmaya sevk için sıkıntıya, felâkete uğrattık.»

95

«Sonra bu sıkıntıyı iyiliğe çevirdik. Nihayet çoğaldılar: "Zaten bizim babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı" dediler. Bunun üzerine biz de kendilerini ansızın tutup yakalayıverdik.»

Allahü teâlâ, kullarına lütfedip rahmet ederek, itaat etmelerine vesile olacak sıkıntıyı iyiliğe çevirmiştir. İman edip şükretmeleri için, onları fakirlikten kurtarıp bolluğa, sıkıntıdan ferahlığa, yokluktan varlığa kavuşturmuş, mallarını ve mülklerini artırmıştır. Buna rağmen kendilerine verilen bunca nimetlere şükretmeyerek nankörlük etmişlerdir. Onlar bu nimetleri kendilerinin elde ettiğini zannederek «Zaman icabı bazen kıtlık, bazen bolluk olur, bazen sıkıntı, musibet, bazen de rahmet ve ferahlık olur. Babalarımız ve dedelerimiz de bu gibi bir çok zahmet ve meşakkatlere, yokluğa ve bolluğa mâruz kalmışlardır. Bu sadece bizim başımızdaki bir olay değildir» diyerek, varlıklarına mağrur olmuşlar ve imandan yüz çevirmişlerdir. Yüce Allah da onları - kendileri farkına varmadan - ansızın yakalayıp hepsini helak etmiştir.

Denilmiştir ki, bir belâ ve musibet umumî olursa tenbih de (uyarma) zecr için olur. Böylece musibete uğrayanların durumunu görenler onlardan ibret alarak, ma'siyetten vazgeçip Allah'a itaat ve ibadetle meşgul olurlar. Eğer nimet umumî olursa, istidraçtır. Yani yokluğu varlığa tebdildir ki, buna mağrur olarak Allah'ı unutmamak ve verdiği nimetlere şükretmek gerekir. Şayet nimet bir şahsa münhasıran hususi olursa, bu da tenbih içindir. Bunun bir imtihan, bir kurtuluş ve bir ikap vesilesi olduğunu unutmamak gerekir. Eğer sahibi, o malın zekâtını verir, Allah yolunda tasadduk eder, verilen nimetlere şükreder, kibir ve gururdan sakınırsa, kendisi için bir kurtuluş vesilesidir. Bunları yapmaz, Allah'ın kendisine verdikleri ile kibirlenir ve gururlanırsa, kendisi için büyük bir musibet ve felâkettir. Nitekim Musa (aleyhisselâm) Allahü teâlâ'ya münâcaat ettiği zaman Yüce Allah şöyle demiştir: «Ey Musa, bir fakir gördüğün zaman, «Bu sâlihlerin alâmetidir» diyerek onu müjdele. Zengin birini gördüğün zaman da «Bu onun günahıdır, azabı geciktirilmiştir"- de. Gayr-i meşru yoldan elde edilen ve zekâtı verilmeyen mal, sahibi için bir vebaldir. Mü’min her haline hamd ve şükretmeli, dünyaya mağrur olup Allah'a itaat ve ibadetten gafil olmamalıdır. Varlığına mağrur olanlar gurur ve kibirlerinin cezasını mutlaka,göreceklerdir.

96

«Eğer o memleketlerin halkı iman etmiş ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara gökten ve yerden bereketler yağdırırdık. Fakat onlar inkâr ettiler, biz de onlara, yapıp kazandıklarının cezasını verdik.»

Eğer o memleketlerin halkı iman etmiş ve Allah'a karşı şirk ve isyan etmekten sakınmış olsalardı, Yüce Allah onlara göğün kapılarını açar, yağmurlar indirir, o yağmurlar vasıtasıyla yerden çeşit çeşit rızıklar, yemişler, nebatat, meyveler ve otlar bitirirdi. Fakat onlar Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlamışlardı. Bu inkârlarına karşılık Allahü teâlâ da onları ansızın yakalayıp hepsini helak etmiştir.

Bu âyet-i celile şuna da işaret eder: Bir kimsenin yetecek kadar maişetinin olması kendisi için bir saadettir. Dolayısıyla şükretmesi gerekir. Şükrü terketmek günahtır.

97

«O memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın onlara gelip çatmasından emin mi oldular?»

98

«Yoksa o memleketlerin ahalisi, azabımızın onlar gündüzün eğlencelere dalmışken gelmesinden mi emin oldular?»

Kendilerine peygamberler gönderilen ve o peygamberleri yalanlayan memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurken Allah'ın azabının gelip çatmasından korkmayıp emin mi oldular? Yoksa gündüzün oynarken Allah'ın azabının gelip kendilerini helak etmesinden emin mi oldular? Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar, O'nun azabından korkmuyorlar mı? Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın kendilerine gelip çatmasından emin mi oldular? Yoksa o memleketlerin halkı, azabımızın onlar gündüzün eğlencelere dalmışken gelmesinden mi emin oldular?» İnkarcılar mutlaka inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir.

99

«Onlar Allah'ın tedbirlerine karşı da kendilerini emin mi buluyorlar? Allah'ın tedbirlerinden ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler.»

100

«Evvelki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanları, dileseydik, günahlarından dolayı bir felâkete duçar edip, onların kalblerin mühür basarak körlenmiş, işitmez bir hâle getireceğimiz besbelli değil midir?»

O memleketlerin halkı, Allah'ın tedbirlerine karşı da kendilerini emin mi sayıyorlar? Allah'ın tedbirinden ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler. Evvelki sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları, eğer Allahü teâlâ dileseydi, işlemiş oldukları günahlarından dolayı bir felâkete duçar ederek helak ederdi. Bunlardan önce yaşayan milletler, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini inkâr ettiklerinden dolayı azaba uğrayarak helak olmuşlardır. Allahü teâlâ bunların da, inkâr ve şirklerinden dolayı kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Bu bakımdan onlar Hakk'a dönmezler ve va'z u nasihat da dinlemezler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar Allah'ın tedbirlerine karşı da kendilerini emin mi buluyorlar? Allah'ın tedbirlerinden ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler. Evvelki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanları, dileseydik, günahlarından dolayı bir felâkete duçar edip, onların kalblerine mühür basarak körlenmiş, işitemez bir hale getireceğimiz besbelli değil midir?»

101

«İşte biz bu memleketlerin haberlerinden bir kısmını sana naklediyoruz. Yemin olsun ki peygamberleri onlara apaçık alâmetler getirmiştir. Fakat daha evvelden yalanlamış oldukları şeylere iman etmediler. İşte kâfirlerin yüreklerine Allah böyle mühür basar.»

Yâ Muhammed, biz sana Kur'an'da önceki milletlerin haberlerinden bir kısmını bildirdik. Onlara peygamberleri apaçık burhanları getirip göstermişlerdir. Onlar, bunlardan ibret alarak iman etmemişler, bizim âyetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlamışlardır. Kendilerine peygamber ve azap geldikten sonra da inkârlarından dönmemişlerdir, işte Allah kâfirlerin kalbine böyle mühür vurur. Onlar küfürlerinden dönüp iman edemezler. Zira küfürleri imanlarına mânidir.

102

«Onların çoğunda ahde vefa görmedik. Onların çoğunu fasık, mütecaviz bulduk.»

Yüce Allah'ın azabına uğrayarak helak olan milletler ve toplumlar, Allah'a verdikleri sözde durmamışlar ve peygamberlere de itaat etmemişlerdir. Ahdi bozdukları ve peygamberleri de yalanladıkları için Allahü teâlâ onları helak etmiştir. Onlar ahde vefa göstermediklerinden ve yeryüzünde fesat çıkardıklarından dolayı helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onların çoğunda ahde vefa görmedik. Onların çoğunu fâsık, mütecaviz bulduk.»

103

«Sonra peygamberlerin ardından Musa'yı âyetlerimizle Fir'avn ve erkânına gönderdik. Âyetlerimize karşı haksızlık ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak.»

Allahü teâlâ, isimleri geçen peygamberlerden ve onları yalanlayan milletlerin helakinden sonra, Musa (aleyhisselâm)'yı da çeşitli mucizelerle kardeşi Harun ile birlikte Fir'avn'a göndermiştir. Fir'avn, Mısır'ın meliki idi. Cebbarlığı ile tanınmıştı, Musa'nın kavmi olan Kıbtîlere çok zulüm ve işkence yapmıştı. Asıl ismi Velid ibn Musab idi. Yüce Allah Musa (aleyhisselâm)yı, onu Hakk'a davet için göndermiş, Peygamberliğini isbat için kendisine çeşitli mucizeler ve burhanlar vermiştir. Musa (aleyhisselâm)'nın burhanı, elindeki asası ve elinin beyazlayarak ışık saçmasıdır. Musa, elini yakasına sokup çıkardığı zaman bembeyaz olur ve etrafa ışık saçardı. Musa (aleyhisselâm) gelip Fir'avn'ı ve taraftarlarını Hakk'a davet etmiş ve onlara peygamber olduğuna dair lıirçok mucizeler göstermiştir. Onlar da Musa (aleyhisselâm)yı ve Allah'ın ayotlerini inkâr ederek kendilerine zulmetmişlerdir.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, Musa (aleyhisselâm)'nın mucizesi asâsıdır. Onunla gelip Fir'avun'un kapısını çalar. Fir'avn, Musa (aleyhisselâm)’nın heybetinden o kadar korkar ki bir anda başı beyazlar, halktan utandığı için de saçını siyaha boyar. İlk önce saçını siyaha boyayan Fir'avn olmuştur. Ondan sonra saçını boyayanlar Fir'avun'un sünnetini işlemiş olurlar. Musa (aleyhisselâm)’nın asasının uzunluğu on arşın olup vurduğu yerde yeşil otlar biterdi.

Allahü teâlâ sevgili peygamberine «Yâ Muhammed, bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak» buyurarak, inkarcıların ve bozguncuların nasıl helak olduğuna ümmetinin dikkatini çekiyor.

104

«Mûsa: "Ey Fir'avn, ben hiç şüphesiz âlemlerin Rabbi katından gönderilmiş bir peygamberim" dedi.»

Musa (aleyhisselâm) kardeşi Hârun (aleyhisselâm) ile birlikte Fir'avn'a gelip «Ey Fir'avn, ben âlemlerin Rabbi tarafından sana gönderilen bir peygamberim. Seni O'nun birliğine imana ve ibadete davet ediyorum» demiş, Fir'avn ise, bu daveti kabul etmeyerek şöyle konuşmuştur: «Ey Musa, sen yalan söylüyorsun.» Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) ona şu cevabı vermiştir:

105

«"Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder" dedi.»

106

«Fir'avn: "Bir mucize getirdiysen ortaya koy bakalım, doğru sözlülerden isen bunu yaparsın' dedi.»

Fir'avn, Musa (aleyhisselâm)'nın peygamberliğine inanmamış, onu yalanlamıştı. Musa (aleyhisselâm) da, ona «Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Ben sana delilsiz, burhansız gelmedim. Peygamber olduğuma dair burhanlar ve mucizelerle geldim. Sizin halikınız ve ilâhınız Allah'tır. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Size O'ndan mucize getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder. Bunca zamandır onlara zulüm ve işkence edip durdun» demiştir. Bunun üzerine Fir'avn, Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle der: «Şayet peygamber olduğuna dair bir mucize ve bir alâmet getirdiysen ortaya koy bakalım.»

107

«Bunun üzerine Musa asasını bıraktı, bir de ne görsünler, o apaşikâr bir yılan' oluverdi.»

108

«Elini çıkardı, bakanlar, bembeyaz olduğunu gördüler.»

Fir'avn, Musa (aleyhisselâm)'ya -Bir mucize getirdiysen ortaya koy bakalım» deyince, Musa asâsım yere bıraktı, asa o anda,büyük bir yılan oluverdi. Görünümü sarı, kızıl ve ala olmak üzere üç renk almıştı. Ağzını açarak Fir'avn'a hücum etti ve tahtına çıkıp oturdu. Onu gören halk şaşırdılar, tahttan aşağı inince de korkudan kaçtılar. Ondan kurtulamayacaklarını anlayınca «Ey Musa, onu yakala ve bizden uzaklaştır» dediler. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) ejderhayı yakalar ve yine elindeki asaya dönüşür. Bunu gören Fir'avn'un taraftarları Musa ile alay etmeye başlarlar. Bunun üzerine Fir'avn «Bundan başka ne gibi mucizelerin varsa getir görelim' der. Bu defa Musa (aleyhisselâm) elini yakasının altına sokar ve çıkarır, bir de ne görsünler, bembeyaz bir el, güneşin ziyasından daha fazla etrafa ışık saçıyor. Görenler hayrete düşerler, şaşırırlar, bakakalırlar. Musa (aleyhisselâm) yine onların gözünün önünde elini yakasına sokar-çıkarır, eli eski haline döner.

109

«Fir'avn'ın kavminin ileri gelenleri. "Doğrusu bu usta bir sihirbazdır.»

110

«Sizi memleketinizden çıkarmak istiyor"» dediler.» (Fir'avn): «O halde ne buyurursunuz» (dedi)

111

«"Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere toplayıcılar gönder.»

112

«Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler" dediler.»

Fir'avn, Musa (aleyhisselâm) 'nın mucizesi karşısında şaşırmış kalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Durumu gören kavminin ileri gelenleri ona şöyle demişlerdi: «Sizi memleketinizden çıkarmak için doğrusu bu usta bir sihirbazdır. Böylece sizi memleketinizden çıkaracaktır.» Bunun üzerine Fir'avn «Bana ne yapmamı önerirsiniz. Ona karşı ne yapayım?» der. Onlar da şöyle derler: «Ey Melik, bunu kardeşiyle birlikte hapset, öldürme. Çünkü bunların yalanları halkın huzurunda daha ortaya çıkmadı. Şayet yalanlan açığa çıkmadan bunları öldürürsen, halkın bir kısmı bunların haklı ve fiillerinin de doğru olduğunu zannedeceklerdir. Bu bakımdan onları yalanlan ortaya çıkmadan öldürme. Etraf şehirlere elçiler gönder, onların halkıyla bilgin sihirbazlarını sana getirsinler, sihirbazlar onlarla mukabele etsinler. Böylece onların yalanları ve sihirbazlıkları ortaya çıkar, sen de onları öldürürsün.» Fir'avn, onların sözünü dinler, Musa ile kardeşini hapseder. Çevre şehirlere elçiler göndererek halkı ve sihirbazları davet eder, hepsi gelir, şehrin meydanında toplanırlar.

113

«Sihirbazlar Fir'avn'a geldi: "Üstün gelecek olursak bize şüphesiz bir mükâfat var değil mi?" dediler.»

114

«Fir'avn) "Evet, yenerseniz gözdelerden olacaksınız" dedi.»

Bütün sihirbazlar toplanıp Fir'avn'un huzuruna gelirler ve «Ey Fir'avn, biz Musa'ya galip gelirsek, bize bir mükâfat verir misin?» demişlerdir. Fir'avn da «Evet, sizi mükafatlandırır ve yakınlarım arasına alırım, istediğiniz gibi yaşarsınız» demiştir. Sihirbazlar bundan memnun kalarak, Musa'ya galip geleceklerine dair söz verirler ve müsabaka gününü tayin ederler. Müsabaka günü gelir çatar, halk meydanı doldurur. Sihirbazlar da büyük bir tezahürat içinde müsabaka meydanına gelirler, Musa (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm) da müsabaka meydanına getirilir. Herkes yerini alır.

115

«Sihirbazları "Ey Musa, marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler.»

116

«Mûsa: "Siz koyun" dedi. Sihirbazlar "marifetlerini ortaya koydular, halkın gözlerini büyülediler. Onlara korku saldılar, büyük bir sihir yaptılar.»

Müsabaka günü gelip çatmıştı, halk meydanları doldurmuş merakla neticeyi bekliyorlardı. Nihayet sihirbazlar da meydana çıktılar. Kardeşiyle birlikte Hazret-i Musa da geldi. Onlar Musa'ya karşı galip geleceklerine çok güveniyorlardı, bunun için de şöyle demişlerdi: «Yâ Musa, sen mi önce marifetini göstereceksin, yoksa biz mi gösterelim?» Musa (aleyhisselâm) Rabbine güveniyor ve onlara mutlaka galip geleceğini biliyordu. Bunun için hiç tereddüt etmeden -önce siz maharetinizi gösterin- demişti. Bunun üzerine sihirbazlar büyük bir ustalıkla ellerindeki iplerini ve sopalarını yere atarak halka yılan göstermişler, onların gözlerini büyülemişler, korku ve dehşet salmışlardı.

İbn Abbas (radıyallahü anh)a göre, sihirbazların sayısı otuz binden fazla olup, her birinin elinde bir sopa vardı. Bunlar sopalarını yere bıraktılar, her biri birer yılan oldu. Bundan başka ellerinde içi civa ile dolu ve dışı yaldızlı örme ipler de vardı. Onlar da, yere bırakılınca yılan gibi sağa sola hareket ederlerdi. Güneş üzerlerine vurunca halkın gözüne yılan gibi gözükürlerdi. Hatta Musa (aleyhisselâm) da öyle görmüş ve onların çokluğu karşısında bir an için ürpermişti. Sihirbazlar insanların, gözlerini büyülemişler ve «Fir'avun'un şerefi hakkı için biz Musa'ya galip geliriz» demişlerdi. Sihirbazlar maharetlerini göstermişlerdi, şimdi sıra Musa (aleyhisselâm)'ya gelmişti.

117

«Biz de Musa'ya: "Bırak asanı" diye vahyettik. Bir de ne görsünler: Bu, onların bütün uydurup düzdüklerini yakalayıp yutuyor.»

118

«Böylece hak yerini buldu ve onların yaptıkları bir hiç olup gitti.»

119

«Artık orada yenildiler, zelil ve hakir olarak geri döndüler.»

Sıra Musa (aleyhisselâm)'ya gelince, Allahü teâlâ ona asasını yere bırakmasını vahyetmiştir. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) elindeki asayı yere bırakır ve asa o anda büyük bir yılan oluverir. Sihirbazların bütün yılanlarını yutar, meydanda ne yılan kalır, ne sihir hepsi yok olur. Bu defa Fir'avun'a hücum eder, Fir'avn, bundan kurtulamayacağını unlaymca, Musa (aleyhisselâm)'ya onu yakalaması için yalvarmaya başlar. Musa (aleyhisselâm) yılanı yakalar ve elindeki eski hâle döner. Sihirbazlar, hondi sihirlerine bakarlar, ama hiçbir iz göremezler. Ve Musa (aleyhisselâm)'nın maharetinin sihir olmadığını ve Allah tarafından peygamberliğini isbat için kendisine verilen bir mucize olduğunu anlarlar. Musa lıt)ü Allah'ın izni ile onların üzerine galip gelmiş, sihirbazlar mağlup olmuş, zelil ve hakir olarak müsabaka meydanından ayrılmışlardır. Sihirbazlar müsabaka meydanından ayrılıp halktan uzaklaştıktım sonra bir yerde toplanmışlar ve «Musa'nın gösterdiği sihir olmasaydı, bizim yaptıklarımızın hiç olmazsa bir kısmı kalırdı. Halbuki bizim sihrimizden hiçbir şey kalmamıştır, öyleyse bu sihir değil, Musa'nın peygamberliğini isbat için Allah tarafından kendisine verilenmi bir mucizedir» demişler ve hepsi iman etmişlerdir.

120

«Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.»

121

«"Alemlerin Rabbine,»

122

«Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.»

Sihirbazlar Musa (aleyhisselâm)'nın mucizesi karşısında hep birden secdeye kapanmışlardır. Allahü teâlâ onlara lütfedip kendisine döndürmüştür. Secdeden kalktıktan sonra «Biz âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik» demişlerdir. Fir'avn, onların iman ettiğini ve böyle konuştuklarını duyunca «Sizin âlemlerin Rabbinden kasdınız ben miyim, yoksa başkası mı?» demiştir. Fir'avn'un, halkın huzurunda onlara bunu sormasının sebebi, âlemlerin Rabbi'nin kendisi olduğunu söyletmekti, Onlar Fir'avn'a şöyle cevap vermişlerdi: «Bizim bundan kasdımız Musa ile Harun'un Rabbidir, sen değilsin. Biz ona iman ettik.» Fir'avn halkın huzurunda onlardan bu gerçeği duyunca sorduğuna pişman olmuş ve halka da rezil olmuştur. Eğer âlemlerin Rabbinin kim olduğunu sormasaydı halkın birçoğu âlemlerin Rabbinin Fir'avn olduğunu zannedeceklerdi. Halkın huzurunda sihirbazlara sorup, onlar da -Mûsa ve Harun'un Rabbi- diye cevap verince, halk âlemlerin Rabbinin kim olduğunu öğrenmişlerdir. Bu gerçek karşısında Fir'avn, kahrolmuş, rezil olmuştur. 'Halk da onun ne olduğunu anlamıştır. Fir'avn, halkın karşısında rezil olunca sihirbazlara çok kızmıştır.

123

«Fir'avn: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir. Fakat siz göreceksiniz.»

124

«Yemin olsun ki, ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım" dedi.»

Fir'avn, sihirbazların Musa'ya iman etmelerine ve gerçeği söylemelerine çok kızmış ve onlara şöyle demiştir: «Ben size izin vermeden Musa'ya iman edip, peygamber olduğunu tasdik mi ettiniz? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için Musa ile anlaşarak düzmüş olduğunuz bir hiledir. Sihirlerinizle halkı şehirden çıkaracak, onların yerine konacaksınız. Yemin olsun ki, sağ ellerinizi ve sol ayaklarınızı keseceğim. Sonra götürüp Nil nehrinin kenarında asacağım. Başınıza geleni siz görürsünüz.»

125

«Onlar da: "Biz ancak Rabbimize dönüp varacağız.»

126

«Sen, Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman ettiğimiz için bizden intikam almak istiyorsun. Rabbimiz, bize sabır ver ve bizi Müslüman olarak öldür" dediler.»

Fir'avn, Musa (aleyhisselâm)'ya iman eden sihirbazları tehdit edince, onlar Fir'avn'a şöyle demişlerdir: «Ey Fir'avn, biz senin azabından ve işkencenden korkarak imanımızdan vazgeçmeyiz. Biz kıyamet günü ancak Rabbimize dönüp varacağız. Bizim ilâhımız ve ma'budumuz O'dur. O'ndan başka bizim halikımız ve Rabbimiz yoktur. Senin bizden intikam alman, kusurumuz ve suçumuzdan dolayı değil, Rabbimizin âyetlerine iman ettiğimizden dolayıdır.»

Onlar Allah'dan sabır dileyerek dua ederler ve Rablerine şöyle niyaz ederler: «Ey Rabbimiz, bu mel'un elimizi, ayağımızı kesip, bizi astığı zaman sen bize sabır ver ve bizi Müslüman olarak öldür. Bir daha imanımızdan sonra bizi küfre döndürme, Senin, bizi Musa'nın dini üzere öldürmeni diliyoruz.»

Musa ibn Âmir şöyle demiştir: «Allah'ın hikmetine bak, sabahleyin kâfir olarak Musa (aleyhisselâm) ile müsabakaya giren sihirbazlar, aynı günün akşamında ise şehid ve salihlerden olmuşlardır. Allahü teâlâ onların elli yıllık küfrünü bir ikrar ve bir secde ile mahvedip yok etmiş ve kendilerini bağışlamıştır. Sen elli yıldır O'nu ikrar ederek secde ediyorsun, elbette keremiyle sana rahmet edip, mağfiret eder.»

Yüce Allah, gönülden yapılan bir iman ve bir secde ile elli yıllık küfrü bir anda yok edip, onları bağışlamış, şehidler ve salihler zümresine dahil etmiştir. Allah'ın lütfuna, keremine, rahmetine bak ve ibret al. Rabbini bir an îbile hatırından çıkarma, emrine itaat et, affına sığın, nefisine uyup isyan etme.

127

«Fir'avn'un kavminin ileri gelenleri: «Musa'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, sana ve tanrılarına yüz çevirsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Fir'avn: "Onların oğullarını öldürtüp kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz" dedi.»

Musa (aleyhisselâm) müsabakayı kazanmış, bunun üzerine sihirbazlar kendisine iman etmiş, Fir'avn'ın kavminin ileri gelenleri bundan kuşkulanarak şöyle demişlerdir: «Ey melik, sen Musa'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, senden ve tanrılarından yüz çevirsinler diye mi bıraktın? Musa bu gidişle bütün insanları imana getirir. Hele Mısır'da kalırsa halk zamanla ona iman ederler. Böylece taraftarları çoğalır, senin taraftarların ise azalır ve senin dinin Mısır'da yok olur. Sizin ilâhlığınız da ortadan kalkar.»

Fir'avn, Mısır'da birçok put yaptırmıştı ve halk bunlara tapıyordu. Kendisini de ilâh ilân ederek halka «Bunlar sizin tanrılarınız, bende ma'budunuzum» diyordu.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Fir'avn kimseye tapmamış, halkı kendisine taptırmıştır.»

Fir'avn da, kavminin ileri gelenlerine şöyle cevap verir: «Onların oğullarını öldürtüp kadınlarını bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz.» Musa'nın kavmi Fir'avn'un böyle söylediğini öğrenince gelip durumu Musa (aleyhisselâm)'ya bildirirler.

128

«Musa kavmine: "Allah'dan yanlım dileyin ve sabredin. Yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Hayırlı Akıbet Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır" dedi.»

Musa (aleyhisselâm) kavmine şöyle demiştir: «Siz, Fir'avn'dan korkmayın. Allah'dan yardım dileyin, öyle bir zaman gelecek ki, siz onun zulmünden ve şerrinden kurtulacaksınız. Zira bu yerler Allahü teâlâ'nın mülküdür, onu kullarından dilediğine verir. Akıbet Allah'a iman edip emirlerine karşı gelmekten sakınanlarındır.- Onlar Allah'a iman edip, emirlerine itaat ederler ve azabından korkarak mükâfatını umarlar. Emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınanlar Allah katında en büyük mükâfata nail olacaklardır.

Rivayete göre Müseylemetü'l-Kezzâb ismindeki yalancı peygamber, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir mektup yazarak şöyle demiştir: «Allah'ın Resulü Müseyleme'den, Allah'ın Resulü Muhammed'e; Bundan sonra yeryüzü seninle benim aramda ikiye taksim edilmiştir. Yansının peygamberi sensin, yarısının peygamberi de benim. Fakat Arap milleti bana zulmediyorlar.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona cevap vererek şöyle demiştir: «Allah'ın Resulü Muhammed'den, yalancı peygamber Müseyleme'ye: «Bil ki, bu yer ve gökler Allah'ın mülküdür, onu kullarından dilediğine verir. Akıbet takva sahiplerinindir.»

129

«Kavmi: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik" dediler. (Musa): "Rabbimizin düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryüzünde sissi onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl hareket edeceğinize bakacaktır" dedi.»

Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi Fir'avn'un tehdidini öğrenince, Musa'ya gelip şöyle demişlerdi: «Ey Musa, bu Fir'avnlar sen gelmeden önce de, bize çok eza-cefa etmişlerdir, şimdi sen peygamber olarak geldiğin halde yine eziyet ediyorlar. Onların, bize zulmetmekten başka bir şey ellerinden gelmez. Onların hiçbir mah'areti yoktur. Bütün maharet ve beceri Israiloğullarmdadır. Bunun için onlar bizi en zor ve on ağır işlerde çalıştırıyorlar, buna karşılık da hiçbir hakkımızı vermiyorlar.» Fir'avn'u ve avanesini böylece Musa (aleyhisselâm)'ya şikâyet etmişler, Musa (aleyhisselâm) da onlara şöyle demiştir: Siz sabredin, belki Yüce Allah düşmanınız olan Fir'avn'u kavmiyle birlikte helak eder, sizi onların yerine vâris kılar ve vermiş olduğu nimetlerle sizi de de-iiflr. Nitekim bir zamanlar sizi amellerinizin açığa çıkması için şiddetli musibet ve çeşitli nimetlerle denemişti.

130

«Yemin olsun ki, biz de Fir'avn ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve mahsûl kıtlığına uğrattık.»

131

«Onlara bir iyilik geldiği zaman: "Bu bizim hakkımızdır" derler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ile onun beraberindekilere bu uğursuzluğu yüklerlerdi.»

Allahü teâlâ Fir'avn ve etbaını küfür ve zulümleri yüzünden, ders alsınlar diye yıllarca yokluk ve kuraklığa uğratmıştır. Belki bunlardan ders alarak iman ederler diye Yüce Allah onları yıllarca açlık, yokluk ve çeşitli musibetlere uğratmıştır. Buna rağmen yine iman etmemişlerdir. Kendilerine bir bolluk ve bir iyilik geldiği zaman «Bu bizim hakkımızdır, biz buna lâyıkız» derlerdi. Kendilerine bir yokluk, bir musibet ve bir fenalık geldiği zaman da «Bu Musa ile ona uyanların yüzünden bizim başımıza geliyor, biz buna lâyık değiliz» derlerdi. Halbuki başlarına gelen musibetler ve fenalıklar kendi fiillerinin cezası olup, Allah tarafından gelmiştir. Fakat onların çoğu bunun kendi hatâlarının cezası olduğunu bilmezlerdi. Halbuki 'bütün bunlar hatalarının cezasıdır.

132

«Fir'avn ailesi: "Bizi sihirlemek için ne mucize gösterirsen göster, sana iman etmeyeceğiz" dediler.»

133

«Bunun üzerine biz de ayrı ayrı alâmetler olmak üzere, başlarına tufan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de (imanı) kibirlerine yediremediler. Onlar böyle günahkârlar güruhu idiler.»

Allahü teâlâ Musa (aleyhisselâm)'yı Fir'avn ve kavmine peygamber olarak gönderip, onları imana davet edince, peygamber olduğuna inanmamışlar ve ondan peygamber olduğuna dair bir alâmet ve bir mucize istemişlerdi. Musa (aleyhisselâm) da mucizesini gösterip, sihirbazlar derhal iman edince, Fir'avn ve kavminin ileri gelenleri bundan kuşkulanmışlar ve peşinen iman etmeyeceklerini ifade ederek Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle demişlerdi: «Bizi sihirlemek için ne mucize gosterirsen göster, sana iman etmeyeceğiz.» Hazret-i Musa onlardan bu sözleri işitince gazaba gelir, kızar ve ellerini kaldırarak onlara bir musibet ve bir belânın gelmesi için dua eder. Şurası bir gerçektir ki, hiçbir peygamber, kavmi azmadıkça onlara beddua etmez. Fir'avn ve avanesi iman etmeyeceklerini peşinen söylemişler, küfür ve zulümlerini daha da artırmışlardı. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) onlara beddua etmiştir. Allahü teâlâ da duasını kabul ederek bir cumartesinden diğer cumartesine kadar devam eden bir tufan ve yağmuru üzerlerine göndermiştir. Bu tufan ile evleri ve köşkleri yıkılmış, yolları kesilmiş, Mısır bir denize dönmüş, boğulma tehlikesi ile karşı karşıya gelmişler, artık her şeyden ümidi kesmişler ve bu durumda Musa (aleyhisselâm)'ya müracaat ederek şöyle demişlerdir; -Eğer sen bizi bu musibet ve afattan kurtarırsan sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını da seninle göndereceğiz.»

Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) Rabbine dua eder, Allahü teâlâ da onlardan bu musibeti kaldırır, Ardından bir rüzgâr gönderir, o yel vasıtasıyla bütün sular kurur, otîaklar ve ekinler yeşerir, büyük bir bolluk olur. Bunu gören Fir'avn ve avanesi «Bu musibet ve afat meğer bizim için bir rahmet, bir nimetmiş, vallahi biz iman edip, seni tasdik edemeyiz ve İsrailoğullarını da seninle birlikte gönderemeyiz» demişlerdir. Onlar böylece Musa (aleyhisselâm)'ya verdikleri sözden dönmüşler ve Allah'a âsi olmuşlar, yine eskisi gibi küfür ve isyanlarına devam etmeye başlamışlar, çektikleri sıkıntı ve musibetleri unutmuşlardır. Aradan bir ay geçer, eskisinden daha fazla küfür ve zulümde ileri giderler. Bu defa Musa (aleyhisselâm) yine onlara beddua eder. Allahü teâlâ gece karanlığı gibi üzerlerine çekirge gönderir, çekirgenin çokluğundan yeryüzü ve gök gözükmez. Çekirgeler herşeyi yerler, yeşil yaprak bırakmazlar, yeniden kıtlık başlar. Bunlarla başa çıkamayacaklarını anlayınca tekrar Musa (aleyhisselâm)'ya gelip Rabbine dua etmesi için yalvarırlar ve «Eğer biz bu musibetten kurtulursak sana iman edip, İsrailoğullarını da seninle birlikte göndereceğiz» derler.

Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) tekrar dua eder. Allahü teâlâ da duasını kabul eder, bir rüzgâr vasıtasıyla bütün çekirgeleri denize döker ve onları bu musibetten kurtarır. Mısır'da tek bir çekirge bile kalmaz. Böylece huzura kavuşurlar. Fir'avn, avanesine «Ekin ve otlaktan bir şey kaldı mı?» diye sorar. Onlar da «Bu sene yetecek kadar mahsul olduğunu» söylerler. Ekinlerinde ve otlarında kendilerine yetecek kadar mahsul görünce verdikleri sözden dönerler: «Ey Mûsa, vallahi biz sana iman etmez ve İsrailoğullarını da seninle göndermeyiz» derler. Böylece yine verdikleri sözden dönerler ve ahidlerini bozarlar. Onlar yine eski günlerine dönerler, başlarına gelen musibetleri unuturlar. Aradan yine bir ay geçer Mûsa (aleyhisselâm) tekrar onlara beddua eder, Allahü teâlâ bu defa onlara kene cinsinden bir haşarat gönderir, bütün Mısır'ın sokaklarım, dağ ve taşını kaplar, yeşil yaprak namına hiçbir şey bırakmazlar, yer bitirirler. Bunlarla başa çıkamayan Fir'avn ve avanesi Mûsa (aleyhisselâm)'ya koşarlar ve «Ey Mûsa, sen bu musibeti bizden kaldır. Eğer sen bu musibeti bizden giderirsen, sana iman edip, peygamber olduğunu tasdik edeceğiz ve İsrailoğullarını da seninle göndereceğiz» derler. Mûsa (aleyhisselâm) yine Rabbine dua eder, Allahü teâlâ da duasını kabul eder ve bir sam rüzgârı göndererek onların hepsini yakıp yok eder. Böylece onlar bu musibetten de kurtulmuş olurlar. Bu defa Mûsa (aleyhisselâm) onlara «Bana verdiğiniz sözü yerine getirin» der. Onlar huzura kavuşunca verdikleri sözü unuturlar ve vaadlerinden dönerler. Başlarına sanki daha hiçbir musibet gelmeyecekmiş gibi hareket ederler ve Mûsa (aleyhisselâm)'ya da şöyle derler: «Biz bu musibetten kurtulduk, niçin sana iman edip, İsrailoğullarını seninle gönderelim?»

Bu haşarat istilâsından ve musibetinden de kurtulan Fir'avn ve avanesi küfür ve isyanlarını daha da artırırlar ve geçmişi unuturlar. Böylece yine aradan bir ay geçer. Mûsa (aleyhisselâm) tekrar onlara beddua eder, Allahü teâlâ bu defa da onların üzerine kurbağa gönderir. Kurbağa bütün yerlerini, evlerini istilâ eder, yataklarına varıncaya kadar girer. Gece uyandıkları zaman yataklarının kurbağa ile dolduğunu görürler. Gece gündüz kurbağanın sesinden duramazlar, birbirleriyle konuşmak istedikleri zaman kulaklarına fısıldarlar, kurbağanın sesinden birbirleriyle olan konuşmalarını anlayamazlar. Artık çaresiz kalırlar, gece-gündüz huzurları kaçar, döşeklerine bile yatamaz olurlar, Mûsa (aleyhisselâm)'ya başvurmaktan başka çare bulamazlar ve gelip Mûsa (aleyhisselâm) 'ya yalvarmaya başlarlar ve «Ey Mûsa, eğer sen bizi bu kurbağaların istilâsından ve musibetinden kurtarırsan sana söz veriyoruz bu defa iman edeceğiz. Bir daha sözümüzden dönmeyeceğiz ve Israiloğullarını da seninle göndereceğiz» derler. Mûsa (aleyhisselâm) onların bu durumuna acıyarak tekrar Rabbine dua eder, Allahü teâlâ duasını kabul eder ve onları bu belâdan da kurtarır. Onlar kurbağa istilâsından kurtulup, selâmete erince, Mûsa (aleyhisselâm) onlara «Bana verdiğiniz sözü ve ahdinizi yerine getirin, İsrailoğullarını da bana verin» der. Onlar yine ahidlerini bozarlar, verdikleri sözden dönerler ve «Sana Israiloğullarını verelim, yalnız mallarını ve davarlarını vermeyiz» derler. Mûsa (aleyhisselâm) da «Allahü teâlâ bana, İsrailoğullarının mallarını ve davarlarını almamı da emretti. Ben onları almadan çıkmam» cevabını verir. Aslında onlar İsrailoğullarını Musa (aleyhisselâm)'ya vermek niyetinde değillerdi, vermemek için de bahaneler arıyorlardı. Onlar Mûsa (aleyhisselâm)'ya tekrar şöyle derler: «Biz ne sana iman ediyoruz ve ne de İsrailoğullarını seninle gönderiyoruz.» Böylece yine ahidler inden dönerler, başlarına gelen bunca musibet ve belâları unuturlar, eskisi gibi küfür ve zulümlerine devam ederler.

Yine aradan bir ay geçer Musa (aleyhisselâm) tekrar Rabbine dua eder ve bu defa Allahü teâlâ onların bütün sularını kana çevirir. Bütün ırmaklar kan akar, içecek ve kullanacak su bulamazlar. Fakat Yüce Allah bir ibret alarak Israiloğullarının sularını değiştirmez, onlarınki eskisi gibi berrak akar ve sularından istedikleri gibi içerler ve kullanırlar. Fir'avn'un kavminden biri onların suyundan aldığı zaman aynı şekilde kana döner. Fir'avn, buna bir anlam veremez ve kavminin ileri gelenleriyle birlikte Musa'nın kavminin su aldığı yere gelir, onların suyunun berrak aktığını görünce aynı yerden su alırlar. Su, onların kabına girince yine kan olur. Bu durum yedi gün devam eder. Onlar içecek ve kullanacak su bulamazlar, susuzluktan bir kısmı helak olur. Artık çaresiz kalırlar, ne yapacaklarını bitemezler, şaşırırlar, Fir'avn ve kavminin ileri gelenleri Musa (aleyhisselâm) 'ya koşarlar, medet umarlar ve Fir'avn -Ey Musa, senin Rabbine yemin ederim ki, eğer sen bizi bu musibetten ve belâdan kurtarırsan, bu defa 'Sana iman edeceğiz ve Israiloğullarını da seninle göndereceğiz, bu musibeti bizden gider- derler. Musa (aleyhisselâm) onların yalvarmasına dayanamaz, tekrar Rabbine dua eder, Allahü teâlâ onlardan bu musibeti kaldırır, sularını ve ırmaklarını eski hale döndürür. Onlar böylece bu musibetten de kurtulurlar. Musibet ve belâdan kurtulup, huzura kavuşunca yine ahidlerini bozarlar ve verdikleri sözden dönerler, eskisi gibi küfür ve isyanlarına devam ederler.

Allahü teâlâ onlar için şöyle buyuruyor: «Biz onlara bunun gibi açık alâmetler ve üzerlerine çeşitli musibetler gönderdik. Onlar, bunlardan öğütlenerek, ibret alıp iman etmeyi kibirlerine yediremediler ve küfürleri üzere devam ettiler.»

134

«Azap başlarına çökünce: "Ey Musa, Rabbine - sana olan ahdi hürmetine - dua et. Bizden bu azabı kaldınrsan, yemin olsun ki, sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz" dediler.»

135

«Vaktaki biz, kendilerinin erişecekleri bir müddete kadar, onlardan azabı giderdik bir de ne bakarsın: Onlar hemen yeminlerini bozuverdiler.»

Allahü teâlâ, Fir'avn ve kavminin küfür ve isyanlarına mukabil onları musibete uğratınca, derhal Musa (aleyhisselâm)'ya koşarlar: «Ey Musa, Rabbine - sana olan ahdi hürmetine - dua et. Eğer bizden bu azabı giderirsen, yemin olsun ki, sana iman edeceğiz ve Israiloğullarını seninle göndereceğiz» derler. Yüce Allah onları helak edeceği vakte kadar azaplarını geciktirir. Onlar kendilerinden azabın kaldırıldığını görünce hemen yeminlerinden ve sözlerinden dönerler. «Azap başlarına çökünce: "Ey Musa, Rabbine - sana olan ahdi hürmetine - dua et. Bizden bu azabı kaldırırsan, yemin olsun ki, sana iman edeceğiz ve Israiloğullarını seninle göndereceğiz" dediler. Vaktaki biz, kendilerinin erişecekleri bir müddete kadar, onlardan azabı giderdik, bir de ne bakarsın: Onlar hemen yeminlerini bozuverirler.»

136

«Artık biz de bunca âyetlerimizi yalanladıkları, onları umursamadıkları için kendilerinden intikam almak istedik de hepsini denizde boğduk.»

Allahü teâlâ, âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayan toplumlardan böylece intikamını alır. Fir'avn ve kavminin, iman etmeleri için üzerlerine çeşitli musibetler göndermiştir. Onlar bunlardan ders alarak iman etmemişler, küfürlerini artırdıkça artırmışlardır. Yüce Allah, onları küfür ve isyanları yüzünden denizde boğarak helak etmiştir.

Artık Fir'avn ve avanesine Allah'ın vaad ettiği azabın vakti gelip çatmıştı. Çünkü onlar bunca musibetlerden ibret alarak iman etmemişler, inkâr ve küfürlerine devam etmişlerdi. Allahü teâlâ Musa (aleyhisselâm)ya kavmi ile birlikte geceleyin Mısır'dan çıkma emrini vermişti. Musa (aleyhisselâm) bunu İsrailoğullarına bildirir, çıkış hazırlıkları yapılır, gecenin karanlığında altı yüz bin kişi Musa (aleyhisselâm)’nın başkanlığında Süveyş denizine doğru yola çıkarlar. Fir'avn, bunların şehirden çıktığını öğrenir, derhal hazırlığa geçer, yüz bini atlı, yüz bini de yaya olmak üzere iki yüz bin kişilik bir ordu ile onları takibe koyulur. Sabahleyin güneş doğarken Bahri ahmer denilen Süveyş Denizi'nin kenarında Musa (aleyhisselâm)'ya kavuşurlar. Musa (aleyhisselâm), onların kendisini takip ettiğini görünce, ilâhi emirle elindeki asayı denize vurur, denizde on iki yol açılır. Çünkü Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi on iki kola ayrılıyordu. Bunlar Yakub (aleyhisselâm)'un on iki oğlunun soyundan gelme idiler. Her kabile açılan yolun birinden denize girer ve devam eder. Onlar denizde yürüyedursunlar. Ardından Fir'avn ordusuyla açılan yoldan denize girer. Onların tamamı denize girene kadar Musa selâmete ulaşmıştır. Musa selâmete çıkıp, Fir'avn'un ordusunun tamamı denize girince Yüce Allah yolları keser, denizi birleştirir. Artık her şeyden ümit kesilir, feryat başlar. -Ey Musa, biz senin Rabbine iman ettik, bizi kurtar.» Bu feryatlar fayda vermez, çünkü bundan önce de onlara bir çok musibetler gelmiş, yine iman etmemişlerdir. Allahü teâlâ onların durumunu şöyle haber veriyor: «Biz onları su ile boğarak helak ettik. Çünkü onlar bizim bunca âyetlerimizi inkâr ederek yalanladılar ve imandan yüz çevirdiler. Bunların hiç birinden ibret alarak iman etmemişlerdir. Eğer iman etmiş olsalardı, helak olmayacaklar, kurtulacaklardı. Onların helak oluşu inkâr ve isyanlarından dolayıdır.

Fir'avn ve avanesi helak olduktan sonra Musa (aleyhisselâm) kavmiyle birlikte Mısır'a gelip onların yurduna yerleşir.

137

«Hor görülen Yahudileri, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Fir'avn ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.»

Fir'avn, İsrailoğullarını hor görüyor, onları en ağır işlerde çalıştırıyor, erkek çocuklarını öldürtüyor, onlara görülmemiş bir zulüm ve işkence yapıyordu. Allahü teâlâ Fir'avn ve avanesini helak ederek, hor gördükleri insanları onların yerine vâris kılmıştır, İsrailoğulları doğuda Şam, batıda Ürdün ve Filistin arasındaki havaliye yerleşmişlerdir. Bu topraklar hububat, meyve ve yemiş için elverişliydi. Suyu boldu. Bereketi çoktu. Çünkü Yüce Allah onlar için buraları bereketlendirmişti. Allah'ın İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine gelmiştir. Musa'nın kavmi, onların zulümlerine sabredip, küfürlerine iştirak etmedikleri için, Yüce Allah Musa (aleyhisselâm)'yı kavmiyle onların üzerine galip kılmış, yerlerine ve yurtlarına da vâris etmiştir. Böylece sabredenler mükâfatını, küfredenler de cezasını görmüşlerdir.

Yüce Allah, Fir'avn ve kavmini helak ettiği gibi, köşklerini, meskenlerini, bağ ve bahçelerini târ ü mâr etmiştir. «Hor görülen Yahudileri, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Fir'avn ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.»

138

«İsrailoğullarının denizden geçmesini sağladık. Onlar kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rastladılar. Ve Musa'ya şöyle dediler: "Ey Musa! Bunların nasıl ilâhları varsa, bize de öyle ilah yap." Musa da şöyle dedi: "Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir kavimsiniz.»

139

«Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin, içinde bulundukları din yıkılmaya mahkûmdur. Ve yaptıkları ameller bâtıldır.»

Allahü teâlâ İsrailoğullarına lütfedip denizden geçirmiştir. Onlar denizi geçip kurtulduktan sonra puta tapan bir toplulukla karşılaşmışlardır. Onların puta ibadet ettiklerini görünce, içlerinden bir kısmı Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle demişlerdir: -Ey Musa, onların putları gibi bize de bir put yap, biz de onlar gibi putlarımıza ibadet edelim.» Kavminin böyle söylediğine çok üzülen Musa (aleyhisselâm) onlara şöyle der: «Siz ne kadar cahil ve akılsız bir toplumsunuz. Onların taptıkları ve bütün yaptıkları boştur. Onlar putlara taptıkları için hepsi helak olacaklardır. Çünkü yaptıkları boş, sonu felâkettir.»

140

«"Sizi âlemlere üstün kılmış olan Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?" dedi.»

141

«Hani sizi Fir'avn hanedanından kurtarmıştık. Onlar ki size azabın kötüsünü yüklüyorlardı. Oğullarınızı öldürüyorlar, yalnız kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.»

Musa (aleyhisselâm)’nın kavmi, putperestlerin puta taptıklarını görünce. Musa'nın da kendilerine böyle bir put yapmasını istemişlerdi. Musa (aleyhisselâm), kavminin bu durumuna çok üzülerek onlara şöyle demiştir: 'Ey kavmim, sizi âlemlere üstün kılmış olan Allah'tan başka tanrı mı arayayım ki, gidip ona tapasınız? O, sizi zamanınızdaki insanlardan üstün kıldı, size çeşitli nimetler ve iyilikler ihsan etti. Bunca nimetleri bırakıp başkasına mı tapacaksınız? Hatırlayın o anı ki, sizi Fir'avun'un zulmünden ve işkencesinden kurtarmıştır. O, size zulmün en ağırını yapıyor, erkek çocuklarınızı öldürtüyor, sadece kız çocuklarınızı sag bırakıyor, onları da kendisine hizmetçi yapıyordu. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardır. Onları helak ederek sizi zulümden kurtardı ve vatanlarına vâris kıldı. Bütün bunlar Rabbinizin sîze olan nimeti ve ihsanıdır. Bu nimetlerin şükrünü eda edin. O'ndan başkasına taparak nimetlerine nankörlük etmeyin. Nimetlerine nankörlük edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.»

Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 'Hani sizi Fir'avn hanedanından kurtarmıştık. Onlar ki size azabın kötüsünü yüklüyorlardı. Oğullarınızı öldürüyorlar, yalnız kızlarınızı sag bırakıyorlardı. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.»

142

«Musa'ya otuz gece vâde verip sonra buna on gece daha ekledik. Şöylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Milletim için benim yerime geç, onları ıslah et. Bozguncuların yoluna gitme" dedi.»

Musa (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'ya münacaattan - Tevrat'ı göndermeden önce Allah, kendisine otuz gün oruç tutmasını emretmiş, sonra buna on gün daha ilâve etmiştir. Böylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk güne tamamlanmıştır. Musa (aleyhisselâm) otuz gün Zi’l-ka'de ayında, on gün de" Zilhicce ayında oruç tutarak kırk güne tamamlamış ve Rabbine bayram günü münacaatı yapmıştır.

Bir kısım tefsirciler şöyle demişlerdin «Musa (aleyhisselâm), kendisine emredilen otuz günlük orucu tutmaya başlar ve otuzuncu günün sabahında orucun tesiriyle ağzında bir koku belirir, onu gidermek için misvak kullanır. Melekler, ona «Yâ Musa, biz senin ağzından misk kokusu koklu yorduk, sen onu misvakla giderdin» derler. Bundan dolayı kendisine on gün daha oruç tutması emredilir. Musa (aleyhisselâm) on gün daha tutar ve kırka tamamlar. Böylece Rabbinin emri olan kırk günlük orucu tutmuş olur.»

Musa (aleyhisselâm) Tür-i Sina'ya gitmeden evvel kardeşi Harun'u, kendi yerine kavminin başına bırakmış ve 'Sen benim yerime kavmimin basma hakem ol, onları ıslâh et. Bozguncuların yoluna gitme, onları hayra teşvik et, fesatçılara meydan verme- demiştir. Musa (aleyhisselâm), kavmini Allah'a değil kardeşine emanet etmişti. Çünkü daha önce Tûr'a gittiği zaman kavmi Samirî ismindeki putpereste uyup buzağıya tapınışlardı. Bu bakımdan başlarını boş bırakmayarak kardeşine teslim etmiştir.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyasını değiştirirken yerine bir vekil tayin etmemiş, ümmetini Allah'a emanet etmiştir. Böylece onlara kendi arzularıyla başlarına bir halife seçme yolunu açmıştır. Allahü teâlâ da halkın en üstünü olan Ebû Bekir Sıddık Hazretlerini peygamberden sonra ümmetinin başına halif ar tayin etmiştir.

143

«Vaktaki Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuştuktan sonrat "Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım" dedi. Allah: "Sen beni kat'iyyen göremezsin, Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni görürsün" buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü. Ayıhncaı "Ya Rabbi, sen münezzehsin, sana tevbe ettim, ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.»

Musa (aleyhisselâm), kendisine emredilen kırk günlük orucu tamamlamış, Allahü teâlâ’nın vaad ettiği münâcaat zamanı gelmişti. Münacaat vakti gelip Rabbi onunla konuştuktan sonra, o kelâmın lezzetinden sahibini görmek ister ve «Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım» der.

Rabbi de «Yâ Musa, sen beni bu dünyada asla göremezsin. Çünkü bu göz faniyi görmek için yaratıldı, bakiyi görmeye gücü yetmez. Fakat şu dağa bak - bu Medyen dağı idi - eğer o yerinde kalırsa sen de beni görürsün» buyurur. Bu, «Beni görmeye kat'iyyen gücün yetmez» demektir. Allahü teâlâ, bizzat kendi nurundan bir zerre miktarı dağa bırakır, dağ onun heybetinden ve korkusundan sekiz parça olur. Üç parçası Mekke'ye, üç parçası Medine'ye, iki parçası da Şam'a düşer. Bazıları da, dağ Allah korkusundan parça parça oldu ve toprak haline döndü demişlerdir.

Vehb ibn Münebbih bu mevzu hakkında şöyle demiştir: «Musa (aleyhisselâm) Rabbini görmek isteyince, Allahü teâlâ, dağı ihata etmesi için dumana, gök gürültüsüne ve şimşeğe emreder. Duman, şimşek ve gök gürültüsü dağı ihata eder. Sonra Yüce Allah sema meleklerine yere inmesini emreder. Onlar da yere iner. Onları gören Musa (aleyhisselâm)'nın rengi değişir, titremeye başlar, Cebrail «Yâ Musa, sabret. Rabbinden istediğin nesnenin bir cüz'ünü görürsün» der. O anda Yüce Allah'ın nuru dağa ilka olur ve dağı kaplar. Dağ üzerindekilerle bir anda sükûnet bulur, meleklerin sesi kesilir ve Allah korkusundan parça parça olur, Musa'nın aklı başından gider, baygın vaziyette yere düşer. Bir süre sonra baygınlığı gider, aklı başına gelir ve «Rabbim, seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim, istediklerimden ve söylediklerimden dolayı sana tevbe ettim. Seni dünyada görmenin mümkün olmadığına iman edenlerin ilkiyim. Seni dünyada görmeye kimsenin gücü yetmez» der.

Bazıları, Musa (aleyhisselâm)'nın tevbe etmesi 'Rabbim, bundan sonra senden muhal olan şeyleri istemeyeceğim» anlammadır demişlerdir. Musa (aleyhisselâm) Rabbinden fütursuzca istekte bulunmuştu. Allahü teâlâ'nın cemâlini cennette sadece mü’min kulları görecektir. Bu hususta Allah'ın mü’min kullarına vaadi vardır. Bunun nasıl tezahür edeceğini ise ancak Yüce Allah kendisi bilir.

144

«"Ey Musa, verdiklerimle ve sözümle seni insanlar arasından seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol" dedi.»

Yüce Allah, Musa (aleyhisselâm)'yı İsrailoğulları arasından seçip risalet ve nübüvvet vererek peygamberleri arasına dahil etmiştir. «Ey Musa, verdiklerimle ve sözümle seni insanlar arasından seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.» Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın nimetleri ve ihsanıdır. Yüce Mevlâ kullarının nimetlerine şükretmesini ister. Çünkü her nimet şükrü gerektirir.

145

«Musa'ya verdiğimiz levhalarda insanlara öğüt olmak üzere nor şeyi uzun uzadıya açıkladık. Onlara sıkıca sarıl. Kavmine de emret, onları en güzel şekilde tutsunlar. Allah'a karşı gelenlerin yurdunu size göstereceğim.»

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Allahü teâlâ Musa (aleyhisselâm)'ya, Tevrat'ı zebercetten yazılı yedi levha halinde vermiştir. İçinde her türlü hüküm, haram helâl ve va'z u nasihat yer almaktadır. Her levhanın uzunluğu on arşındır.»

Cabir ibn Abdullah (radıyallahü anh). Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle duyduğunu söylemiştir: «Allahü teâlâ'nın Musa (aleyhisselâm)'ya vermiş olduğu levhalarda on bap vardır. Bunlardan birinalsi şudur: Ey Musa, Allahü teâlâ'ya hiçbir şeyi ortak koşma. Bil ki, hiç şüphesiz müşrikleri yüz üstü cehenneme atacağım. 2- Verdiğim nimetlere şükret. 3- Anana - babana âsi olma. Onlara âsi olmazsan seni helak olmaktan korur ve ömrünü uzatırım. 4- Allah'ın haram kıldığı cana kıyma. Eğer Allah'ın haram kıldığı canı alırsan yer-gök sana dar gelir. Sonunda bana döndürüleceksiniz. 5- Benim adımla yalan yere yemin etme. Benim adıma hürmet etmeyeni ve beni tenzih etmeyeni affetmem. 6- Hiç kimseye haset etme. Yüce Allah onlara kendi fazlından ihsan etmiştir. Onlara haset, benim nimetime haset olup, hükmünü.-kabul etmemek ve kendi taksimine razı olmamaktır. Kullarımın rızkını veren benim. 7- Bilmediğin ve görmediğin bir şey hakkında şahitlik etme. Yalan yere şahitlik edenlere soracağım. 8- Zina ve hırsızlık etme. Eğer zina ve hırsızlık yaparsan senden rahmet ve yardımımı keserim. Zina ve hırsızlık yapanlara rahmet ve bereket kapılan kapalıdır. 9 — Kendin için sevdiğini başkaları için de sev, kendin için sevmediğini başkaları için de sevme. 10 — Kesmiş olduğun kurbanları başkası adına kesme. Başkası adına kesilen kurbanları kabul etmem ve etini de helâl kılmam. Cumartesini ehl-i beytinle benim için ibadete ayır. Cumartesi ibadetten başka bir şey yapma.»

Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Allahü teâlâ cumartesini Musa (aleyhisselâm)'ya, cumayı da, bize bayram kıldı» buyurmuştur.

Allahü teâlâ Tevrat'ı Musa (aleyhisselâm)'ya indirip şöyle buyurmuştur; «Ey Musa, bu levhaları al, içindekilerle amel et. Kavmine de onlarla amel ettir. Helâl ve haramı bildir, hayır işlesinler, serlerden sakınsınlar. Emirlerimi dinlemeyenlerin gidecekleri yeri size göstereceğim ki, onların gidecekleri yer cehennemdir.»

146

«Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün âyetleri görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler. Azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların mucizelerimizi yalanlamaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ilerî gelir.»

Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: «Yerlerin ve göklerin yaratılışına bakıp, onlardan ibret almayarak büyüklük taslayıp iman etmeyenleri, âyetlerimden uzaklaştıracağım. Ahirette mü’minlere vermiş olduğum nimet ve ihsanlardan onlara vermeyeceğim. Küfürlerine karşılık cezalarını vereceğim. Onlar bütün âyetlerimizi görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu, İslâm yolunu görseler, onu kendilerine din edinmezler. Sapıklık ve küfrü gördükleri zaman derhal benimserler, onu kendilerine din edinirler. Bu, onların mucizelerimizi yalanlamaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir.»

147

«Halbuki âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayanların bütün işledikleri boşa gitmiştir. Onlar yapmakta olduklarından başka şeyle mi cezalandırılacaklardı ya?»

Kur'an'ı, Hazret-i Muhammed'i, âhiret gününü ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederek, yalanlayanların bütün işledikleri ameller boşa gitmiştir, Onlar, âhirette dünyada yaptıklarının cezasını göreceklerdir. İman edenler mükâfatlarını, inkâr edenler de küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Halbuki âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayanların bütün işledikleri boşa gitmiştir. Onlar yapmakta olduklarından başka şeyle mi cezalandırılacaklardı ya?»

148

«Musa'nın ardından kavmi, zinet takımlarından, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler. O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.»

"Musa (aleyhisselâm) Tûr'a gittikten sonra, kavmi zinet eşyalarından canlı gibi böğüren bir buzağı yapmışlardır. Bu şöyle olmuştur; Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)ya münâcaatmdan önce otuz gün oruç tutmasını emretmişti. Musa (aleyhisselâm) da emri yerine getirmek için kavminin içinden ayrılır Tur dağına çekilir ve otuz gün sonra döneceğini onlara söyler. Otuz gün sonra Musa (aleyhisselâm) dönmeyince kavmi telâşlanmıştı. Musa (aleyhisselâm), Yüce Allah otuz gün oruçtan sonra on gün daha oruç tutmasını emrettiği için gecikmişti. Kavminin telâşı gittikçe artar, içlerinde Samirl isminde bir kuyumcu onların bu durumundan istifade ederek şöyle der: «Ey kavmim, siz Fir'avn'un kavminden emanet olarak almış olduğunuz zinet eşyalarını geri vermeyip onlara ihanet ettiniz. Bundan dolayı Allahü teâlâ size azap edip Musa'yı göndermedi. Siz onlardan almış olduğunuz altın ve gümüşleri getirin ateşe koyup yakalım, ola ki Allahü teâlâ Musa'yı bize tekrar gönderir.»

Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) 'nın kavmi yanlarında ne kadar zinet eşyası varsa hepsini Samirî'ye getirirler. Samirî kavminin ileri gelenlerinden idi. Herkesin gözünün önünde bir ateş yakar ve linetleri içine koyar. Halka da «Şimdi siz evlerinize gidin, Musa Artık size döner» der. Onlar da evlerine giderler. Samirî, insanlar evlerine gittikten sonra o altınlardan bir buzağı yapar, çünkü o, halkın buna rağbet edeceğini biliyordu. Onlar daha önce Musa (aleyhisselâm) ya «Sen bize bir ilâh yap da, biz ona tapalım- demişlerdi. Samirî'nin yapmış olduğu buzağı canlı hayvan gibi böğürür. Halk onun böğürmesini işitince sokaklara dökülür ve bugüne kadar görmedikleri bir şeyi görürler. Fakat bir anlam veremezler. Samiri onlara şöyle der: «Ey kavmim, Musa'nın da, sizin de ilâhınız birdir. Onun sözüne aldanarak cahillik yapıp, yolundan gitmeyin, buna ibadet edin.»

Bunun üzerine onlar da buzağıya secde ederek tapmaya başlarlar.

Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: «O cahiller, bu taptıkları şeyin konuşmadığını ve onlara bir yol da göstermediğini görmediler mi? Onu ma'bud edinip tapmakla kendilerine zulmetmişlerdir.» Yüce Allah onların durumunu şöyle beyan ediyor: «Musa'nın ardından kavmi, zinet takımlarından canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler. O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.»

149

«Elleri böğründe, çaresiz kalıp, kendilerinin sapıtmış olduğunu görünces "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa her halde en büyük ziyana uğrayanlardan olacağız" dediler.»

Musa (aleyhisselâm) 'nra kavmi hatalarını anlayınca, pişman oldular, nadim oldular, ellerini başlarına koyarak «Eğer Rabbimiz, bize acımaz ve bizi bağışlamazsan şüphesiz en büyük zarara uğrayanlardan oluruz» demişlerdir. Çünkü onlar buzağıya tapmakla hidayeti bırakıp sapıklığı ve dalâleti seçmişlerdir. Îmanı bırakıp sapıklığa düşenler elbette en büyük zarara uğrayanlardır.

150

«Mûsa, öfkeli ve kederli olarak kavmine dönüncet "Ben sizi geride bırakıp gidince ne kötü olmuşsunuz. Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?" dedi. Levhaları bırakıp kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harımı "Ey anamın oğlu, bu millet beni küçümsedi, az kalsın beni öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma. Beni bu zâlim milletle bir tutma' dedi.»

Mûsa (aleyhisselâm) Tür Dağından döndüğü zaman, kavminin bir kısmının dinlerini değiştirip buzağıya taptıklarını görünce, öfkeli ve kederli olarak «Ey kavmim, benden sonra ne kötü işler yapmışsınız. Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz? Dininizden dönmekle Allahü teâlâ'ya âsi oldunuz- diyerek elindeki levhaları yere bırakır, kardeşi Harun'un saçından tutarak şiddetle kendine doğru çeker. Harun (aleyhisselâm), Mûsa (aleyhisselâm)’nın öfkeli ve kederli olduğunu görünce, onu teselli etmek ve öfkesini yatıştırmak için «Ey anamın oğlu, bu kavim beni küçümsedi, az kaldı beni öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma ve bu zalimlerin yaptıklarına rıza gösterdiğimi de zannetme. Ben, onların yaptıklarına rıza göstermedim, fakat onlar böni dinlemediler. Beni bu zalim milletle bir tutma» der. Mûsa (aleyhisselâm) Harun (aleyhisselâm)'dan bu sözleri duyunca, onu bırakır Rabbine dua etmeye başlar.

151

«(Mûsa), "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bize acı, sen merhametlilerin merhametlisisin" dedi.»

Mûsa (aleyhisselâm), kardeşinin suçu olmadığını, anlayınca, Rabbine dua ve niyazda bulunarak şöyle der: «Ey Rabbim, levhaları yere bıraktığım ve kardeşimi incittiğimden dolayı beni bağışla, kardeşimi de bağışla. Bizi rahmetinle cennetine koy. Bize acı, sen bizi, nefsimizden, anamızdan, babamızdan daha çok merhamet edicisin. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.-

152

«Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır. İftira edenleri böylece cezalandırırız.»

153

«Kötülük işleyip ardından tevbe eden ve iman edenler bilsinler ki Rabbin, bu hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.»

Buzağıyı tann olarak benimseyenler, çabucak Rablerinin azabına ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır. Onlar iftiralarının ve Allah'ın âyetlerini yalanlamalarının cezasını göreceklerdir. Onlar dünyada zillete, âhirette de elîm bir azaba uğrayacaklardır. Fakat yaptıkları kötülüklerin ardından tevbe edip, iman edenleri Yüce Allah bağışlar, günahlarını affeder. O, rahimdir esirger ve kullarına rahmet eder. «Kötülük işleyip ardından tevbe eden ve iman edenler bilsinler ki Rabbin, bu hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.»

154

«Musa'nın öfkesi geçtikten sonra (yere bıraktığı) levhaları tekrar aldı. Bunların yazılarında Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır.»

Musa (aleyhisselâm)'nın öfkesi geçtikten sonra yere bırakmış olduğu levhaları tekrar alır. Bu levhalarda Rablerinden korkup, güzel ameller işleyenler ve sapıklıktan kurtulup hidayete erenler için rahmet ve kurtuluş olduğu yazılıdır. Bütün ilâhi kitaplar insanların Allah'a iman etmelerini sağlamak ve onlara doğru yolu göstermek için gönderilmiştir. Onlara iman edip, gösterdikleri yoldan gidenler kurtuluşa ulaşmışlar, iman etmeyip inkâr edenlerse helak olmuşlardır.

155

«Musa, tayin ettiğimiz müddet için kavminden yetmiş kişi seçti, onları titreme alınca, "Rabbim, dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.»

İbn Abbas (radıyallahü anh) 'in rivayetine göre: Musa (aleyhisselâm) Tûr'a münâcaata gittiği saman kavminin ileri gelenlerinden yetmiş kişi seçip Mûtatta yanında bulundurması kendisine emredilmiştir. Mikat: Herhangi bir amelin yapılması için takdir ve tahsis edilen vakit demektir. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) kavminin her kabilesinin ileri gelenlerinden altışar kişi seçer. Kavmi on iki kola ayrıldığı için seçmiş olduğu kişi sayısı yetmiş ikiyi bulur. Musa (aleyhisselâm) bana yetmiş kişi getirmem emrolundu, içinizden iki kişi geri dönsün, geri dönenlere de yetmiş kişinin sevabı kadar sevap vardır» demiştir. Bunun üzerine Yûşâ ibn Nûn ile Kâlib ibn Yuknâ geri dönerler. Mûsâ (aleyhisselâm) da geri kalan yetmiş kişi ile Tûr'a gider. Onları dağa yakın bir yerde bırakır, kendisi Rabbine münâcaat için gider. Münâcaat ettikten sonra tekrar onların yanına döner. Musa (aleyhisselâm) dönünce onlar «Ey Musa, sen gidip Rabbine kavuştun, biz burada kaldık, bir şey görmedik. Bize de Allah'ı açıktan senin gördüğün gibi göster görelim» derler. Onlar Musa (aleyhisselâm) ile bu şekilde konuşurken, o anda gökten bir ateş iner, hepsini yakıp helak eder.

Musa (aleyhisselâm) onların helak olduğunu görünce «Rabbim, dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi yok eder misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir» der. Musa (aleyhisselâm) Rabbine bu şeküde niyazda bulunduktan sonra Allahü teâlâ onları tekrar diriltir.

Süddi (radıyallahü anh) de şöyle demiştir: «Musa (aleyhisselâm) yetmiş kişi ile beraber Tûr'a gider. Onlar kavimlerinin buzağıya tapmasından dolayı Rablerinden af dilerler. Musa (aleyhisselâm) da Rabbine şöyle niyazda bulunur: -Ey Rabbim, bu halkın buzağıya tapması, senin imtihanından başka bir şey değildir. Ona ruh verdin, o böğürdü. Onun böğürmesiyle beyinsizler fitneye düştüler. Sen, bununla dilediğini sapıtır dalâlete düşürürsün, dilediğini de muhafaza eder hidayete erdirirsin. Bizim dostumuz, yardımcımız, muhafızımız sensin. Bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.»

Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Musa, tayin ettiğimiz müddet için kavminden yetmiş kişi seçti, onları titreme alınca, «Rabbim, dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.»

156

«"Bu dünyada ve âhirette bizim için güzel olanı yaz, biz sana yöneldik- dedi. Allah: "Ben dilediğim kimseyi azabıma uğratırım. Fakat rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Rahmetimi, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize iman edenlere yazdım.»

Musa (aleyhisselâm), Rabbine şöyle niyazda bulunur: «Ey Rabbim, bize dünyada güzel olan, ilim, ibadet, helâlından bol rızık, saliha hatun, âhirette de cennet nimetlerini ihsan et. Biz sana döndük.» Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: -Ben dilediğim kimseyi azabıma uğratırım. Fakat rahmetim herşeyi kuşatmıştır.» Allahü teâlâ rahmete lâyık olanlara rahmetini, rahmete lâyık olmayanlara da cezasını verecektir. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah «Ben dilediğim kimseyi azabıma uğratırım. Fakat rahmetim her şeyi kuşatmıştır» buyurmuştur. Kullarından iman edenler rahmetine, iman etmeyenler de azabına uğrayacaklardır.

İmam-ı Katâde ile Hasan (radıyallahü anh) şöyle demişlerdir: «Allahü teâlâ -Benim rahmetim dünyada mü’min, münâfık, kâfir, fâcir, âsi, muti herkese ve her mahlûka şamildir. Âhirette ise sadece, küfür, şirk ve ma'siyetten sakınıp, iman ederek güzel amel işleyen mü’min kullarına mahsustur» buyurmuştur. Bu âyet-i celile nazil olunca şeytan da ümitlenir «Bana da bundan bir nasip var' der. Yüce Allah, şeytanın ve küfredenlerin bu rahmetten nasipleri olmadığını belirtmek için -Âhirette rahmetim, şirkten, küfürden ve ma'siyetten sakınıp, zekâtını veren ve âyetlerimize iman edenler içindir» buyurmuştur. Bu defa Yahudiler ve Hıristiyanlar «Biz Allah'ın âyetlerine - Tevrat ve İncil'e - iman ettik, zekâtımızı da verdik, dolayısıyla bu rahmet bizim içindir' derler.

157

«Onlar ki yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı gördükleri, okuyup yazması olmayan peygambere tâbi olurlar. O peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder. Tertemiz ve iyi olan şeyleri helâl, kötü ve zararlı şeyleri haram eder. Onların sırtlarındaki ağır yükü kaldırır, onların zincirlerini kırar, o Peygambere inanıp ona saygı gösteren, yardım eden, onunla birlikte gönderilen ışığa uyanlar yok mu, murada erenler işte onlardır» buyurdu.»

Yüce Allah bu âyet-i celîlede rahmetin kimlere mahsus olduğunu bildiriyor. Allah'ın rahmeti âhirette ancak şunlara mahsustur: Ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de sıfatları yazılı olan ve okuyup-yazması olmayan peygambere tâbi olup, onu tasdik edenleredir. O peygamber ki, onları Allah'ın birliğine imana davet edip, İslâm yolunu gösteriyor. Onları küfür ve şirkten men ediyor, onlara helâli ve haramı açıklıyor. Helâl olan şeylerden yemelerini, haram olan şeylerden de salınmalarını emrediyor. Onların şeriatlerinde olup da, kendilerine ağır gelen şeyleri kaldırmıştır. Şöyle ki: Onların dinine göre elbiseye bulaşan necaset, yıkamakla temizlenmiyor, ancak oranın kesilmesi gerekiyordu. Onların sırtlarındaki ağır yükleri kaldırmıştır. Şöyle ki: Ganimet mallarını yakmaları gerekiyordu. Bilerek veya yanlışlıkla bir kişiyi öldürdükleri zaman, öldürenin mutlaka kısas edilmesi gerekiyordu. Cumartesi alış-verişte bulunulması kesinlikle yasaktı. Bunun geniş izahı Bakara Sûresinde geçmiştir. Bütün bunlar, Peygamberimizin âlemlere rahmet olarak gönderilmesinden ötürü hafifletilmiştir. O Peygambere iman eden, O'na saygı gösteren, O'na uyan, yardım eden, O'nunla birlikte gönderilen Kur'an'a iman edenlerdir kurtuluşa erenler. Bu vasıfları haiz olanlar kıyamet günü kurtuluşa ve rahmete kavuşacaklardır. Bu vasıfları taşımayanlar ebedî azaba uğrayacaklardır.

158

«De ki: "Ey insanlar, doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine - ki o da Allah'a ve sözlerine iman etmiştir - iman edin, ona uyun ki doğru yolu bulaşınız.»

Allahü teâlâ sevgili Peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i bütün âlemlere peygamber olarak göndermiştir. O, insanları ve cinleri Allah'ın birliğine imana ve İslama davet eder. O Allah ki, şeriki, benzen, ortağı yoktur. Yerlerin göklerin sahibi, halikı ve mâliki O'dur. Var eden, yok eden, öldüren ve dirilten O'dur. O her şeye kadirdir.

Ey insanlar, Allah'ın Resulü Hazret-i Muhammed'i ve ona gönderilen Kur'an'ı tasdik edin ki, sapıklıktan kurtulup hidâyete eresiniz. Allah'ın âyetlerine ve peygamberlerine iman edip, onları tasdik etmeyenler asla hidayete eremezler. Ancak Allah'a ve Resulüne iman edenler hidayete ererler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -De ki: "Ey insanlar, doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümrânı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine - ki o da Allah'a ve sözlerine iman etmiştir -iman edin, ona uyun ki doğru yolu bulaşınız.»

159

«Musa'nın kavminden bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hükmederlerdi.»

Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi arasında bir topluluk vardı ki, onlar birbirlerine hakkı tavsiye eder ve doğru yolu gösterirlerdi- Hak yolda olanlar onunla hükmederler ve onunla amel ederlerdi.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle rivayet eder: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mi'rac gecesi ilâhi yolculuktan dönerken Cebrail ile beraber bir kavme uğrarlar. Peygamberimiz onlarla konuşur. Cebrail onlara «Bu konuştuğunuz zatın kim olduğunu biliyor musunuz?» diye sorar. Onlar tanımadıklarını söylerler. Cebrail «Bu Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir» der.

Onlar «Yâ Cebrail, onun peygamberlik zamanı geldi mi?» derler. Cebrail, «Evet, peygamberlik zamanı geldi» der. Bunun üzerine o kavmin hepsi peygamberimize iman edip, tasdik ederler ve şöyle derler: «Ey Allah'ın Resulü, İmran'ın oğlu Musa "Hanginiz Hazret-i Muhammed'in peygamberliğine yetişir, onu görürseniz selâmımı söyleyin" diye bize vasiyet etti.» Peygamberimiz selâmını alır, aynıyla cevabını verir. Bundan sonra aralarında şu konuşma geçer:

Peygamberimiz: «ileri gelenlerinizle hepiniz aynı seviyedesiniz, bunun sebebi nedir?» der.

Onlar: «Ey Allah'ın Resulü, biz birbirimize karşı bir üstünlük ve bir büyüklük taslamıyoruz. Hepimizin gönlü birdir, aramızda hiç bir fark yoktur» diye cevap verirler.

Peygamberimiz: «Sizin ileri gelenlerinizin evinin kapısı yoktur, bunun sebebi nedir?» der.

Onlar: «Biz birbirimize asla zarar vermeyiz, açık olsun kapalı olsun bizim için fark etmez» derler.

Peygamberimiz: «Hiçbirinizin güldüğünü görmüyorum, bunun sebebi nedir?» der.

Onlar: «Ey Allah'ın Resulü, Allahü teâlâ kitabında cehennemin genişliğinin maşrık ile mağrip, derinliğinin de yerin dibine doğru yedi kat olduğunu bildiriyor ve onu cin ve insanla dolduracağına dair yemin ediyor. Bu durum karşısında nasıl güleriz?» diye cevap verirler.

Peygamberimiz : «Siz hiç ölülerinize ağlar mısınız?» der.

Onlar: «Ey Allah'ın Resulü, biz, ölülerimize ağlamayız. Çünkü hepimiz öleceğiz, veren de Allah, alan da Allah. Bu bakımdan ağlamayız» derler.

Peygamberimiz: «Siz hiç hasta olur musunuz?» der.

Onlar: «Hayır, biz hasta olmayız. Günahı ve hatası olanlar hasta olur ki, böylece hastalıkları günahlarına keffaret olsun. Biz, Allah Resulü Musa'nın duası ile günahdan ma'sumuz» diye cevap verirler.

Peygamberimiz: «Hasta olmadığına göre ölümünüz nasıl oluyor?» der.

Onlar: «Ey Allah'ın Resulü, bizden birimizin rızkı kesilip, ölüm vakti geldiği zaman Azrail onu nerede ve ne şekilde bulursa canını alır, biz de onu öldüğü yere defnederiz» derler.

Peygamberimiz: «Sizin kız çocuklarınız olduğu zaman üzülür müsünüz?» dîye sorar:

Onlar: «Hayır, üzülmeyiz. Kız çocuklarımız olduğu zaman bir, erkek çocuklarımız olduğu zaman da iki ay şükür orucu tutarız» cevabını verirler.

Peygamberimiz : -Sizin bölgenizde hiç yılan akrep bulunur mu?» diye sorar.

Onlar: «Evet, yılan, akrep bulunur. Biz onlara dokunmayız, onlar da bize dokunmazlar, aramızda dolaşırlar, biz onlardan, onlar da bizden emindirler» derler.

Peygamberimiz : 'Sizin hiç davarınız var mı?» der.

Onlar : «Evet, bizim davarımız var. Biz onların yünlerinden kendimize yetecek kadar elbise yapar, etlerini de yeriz. Kimin ihtiyacı olursa o keser, herkes ondan yetecek kadar alır, hepimiz eşit şekilde yararlanırız» derler.

Peygamberimiz: -Aranızda zina eden bulunur mu?» der.

Onlar: «Ey Allah'ın Resulü, aramızda zina eden yok. Eğer bizden bir kimse zina ederse gökten bir ateş iner, onu yakar ve yerin dibine geçirir. Birimizin kızı olduğu zaman vakit geçirmeden onu hemen evlendirir ve böylece iffetini korur, zina da önlenmiş olur' derler.

Peygamberimiz: «Siz alış-veriş eder, terazi tartar mısınız?» der.

Onlar: «Hayır, biz terazi tartmaz, alış-veriş etmeyiz» derler.

Peygamberimiz: «Ya siz ne içer, ne yersiniz ve nasıl geçinirsiniz?» der.

Onlar: «Ey Allah'ın Resulü, biz ekin ekeriz. Ondan sonra Allah bir yağmur gönderir, o yağmur ile ekinimiz biter, olgunlaşır, hasad zamanı gider, onu toplar ve bir yere depo ederiz, herkes ondan yetecek kadar alır, ihtiyacını görür. Böylece yeriz, içeriz» derler.

Peygamberimiz: «Siz hiç hanımlarınızla görüşür müsünüz?» der.

Onlar: «Evet, biz hanımlarımızla görüşürüz. O durum hasıl olacağı zaman siyah bir elbisemiz var onu giyer ve karanlık odalarımıza gireriz. Hanımlarımız bizim, biz de onların avret yerlerini görmeyiz» derler.

Peygamberimiz: «Siz altın ve gümüş biriktirir misiniz?» der.

Onlar: «Hayır, biz altın ve gümüş biriktirmeyiz. Onları biriktirenlerin Allah'a itimatları yoktur. Rızıklarını Allah'ın verdiğine de inançları yoktur. Bu bakımdan onlar biriktirirler. Fakat bizim Allahü teâlâ'ya itimadımız sonsuz ve inancımız tamdır. Geçim korkumuz olmadığı için altın ve gümüş biriktirmemize gerek yoktur» derler.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) böylece onlarla konuştuktan sonra, kendilerine Mekke'de nazil olan on sûre okur ve Kur'an öğretir. O zaman sadece namaz ile zekât farz kılınmıştı, namaz ile zekâtı da yerine getirmelerini buyurur ve onlardan ayrılır.»

160

«Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Kavmi, Musa'dan su isteyince onas "Asan ile taşa vur" diye vahyettik. Taştan on iki pınar fışkırdı, herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin" dedik. Onlar, karşı gelmekle bize değil kendilerine zulmediyorlardı.»

Israiloğulları Musa (aleyhisselâm) ile Mısır'dan çıkıp Tün vadisine geldikleri zaman susuz kalmışlardı. Onlar susuz kalınca Musa (aleyhisselâm)'dan su istemişlerdir. Kavmi Musa (aleyhisselâm)'dan su isteyince, Allahü teâlâ ona «Asan ile taşa vur» diye emretmiştir. Bu emir gereği Musa (aleyhisselâm), asasını taşa vurur, taştan on iki çeşme fışkırır. Taştan on iki pınarın fışkırması, Musa (aleyhisselâm)'nın kavminin on iki kola ayrılmasından dolayıdır. Onların herbiri için taştan bir pınar fışkırmıştır. Birinin aldığı sudan başka bir kol su almazdı. Her kolun çeşmesi ayrı idi.

Sonra Musa (aleyhisselâm) 'nın kavmi sıcaklıktan şikâyet etmeye başlar. Bunun üzerine Yüce Allah onları gölgelemek için üzerlerine bulut göndermiş, böylece onları sıcaktan korumuştur. Tih vadisinde yiyecek bir şey olmadığından, bu ihtiyaçlarını gidermek için Allahü teâlâ onlara kudret helvası ile pişmiş bıldırcın eti indirmiştir. Her gün istedikleri kadar bunlardan yiyorlardı. Yüce Allah bu yiyeceklerden hiçbir şey biriktirmesinler buyurmuştur. Fakat onlar bu emri dinlemeyerek yiyemediklerini biriktirmişler, böylece Allah'ın emirlerine isyan etmişlerdir. Allah'ın emirlerine isyan edenler ancak kendilerine zulmetmişlerdir. Bundan dolayı rızıkları azalmış, biriktirmiş oldukları kokmuş, temiıe olumu yerine kokuşmuş etleri yemişlerdir. Eğer Allah'ın emirlerine isyan etmeselerdi rızıkları azalmayacak ve kokmuş eti de yemiyeceklerdi. -Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Kavmi Musa'dan su isleyince ona: «Asan ile taşa vur» diye vahy ettik. Taştan on iki pınar fışkırdı, herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaplık. Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yeyin» dedik. Onlar, karşı gelmekle bize değil, kendilerine zulmediyorlardı.»

161

«Onlara: "Şu şehirde yerleşin, dilediğiniz gibi yiyip için," 'Bağışlanmak istiyoruz' deyin ve secde ederek kapısından girin ki suçlarınızı bağışlayalım. İyi hareket edenlere ilerde daha fazlasıyla vereceğiz" denilmiştir.»

Allahü teâlâ israil oğullarını Tih vadisinden kurtararak Beyt-i Mukaddes (Kudüs) 'te oturmalarını ve oranın nimetlerinden yiyip içmelerini, «Bağışlanmak istiyoruz» deyip rükû eder gibi eğilerek kapısından girmelerini emretmiştir. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, İsrailoğullarının bizim emirlerinize karşı isyanlarını ümmetine anlat. Biz onlara «Varın Beyt-i Mukâddes'te oturun, oranın nimetlerinden dilediğinizi yiyin için ve Tih vâdisinden kurtulduğunuz için Beyt-i Mukaddes'in kapısından rükû eder gibi eğilerek girin ve işlemiş olduğunuz hatalarınıza karşılık «Bağışlanmak istiyoruz» deyin, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım, size olan ihsanımızı artıralım" dedik.»

Allahü teâlâ İsrailoğullarına bir lütuf olarak, onları Tih vâdisinden çıkarıp Beyt-i Mukaddes'e yerleştirmiş ve oranın bol nimetlerinden «istediğinizi yiyin için» buyurmuştur. Onlar bu nimetlere rağmen yine Allah'a isyan etmişlerdir.

162

«Onların zulmedenleri, kendilerine söylenen sözü başkasıyla değiştirdiler. Biz de, zâlimlere, zulümlerinden dolayı gökten azap indirdik.»

Israiloğulları Tih vadisinde bıldırcın eti biriktirip, buzağıya tapmakla Allah'ın emirlerine isyan etmişler ve şirk koşmuşlardır. Onlar Allah'a isyan edip, şirk koşmakla aslında kendilerine zulmetmişlerdir. Sonra da sözlerini değiştirerek «Bağışlanmak istiyoruz» anlamına gelen «Hıttatun» yerine, buğday anlamına gelen «Hıntatun» demişlerdir. Böylece onlar Allah'ın emirlerine isyan etmişlerdir. Allah'ın emirlerine isyan ettikleri için de üzerlerine gökten azap inmiş, hepsini helak etmiştir, Allah'ın emirlerine isyan edenler mutlaka azaba uğrayacaklardır.

Bazılarına göre gökten üzerlerine ateş inerek onları yakıp yok etmiştir. Allah'ın emirlerine isyan edenlerin cezası böylece dünyada perişan olup, helak olmak, âhirette ise ebedî azaba uğramaktır. Kula lâyık olan Mevlâsının emirlerine itaat edip, katında saadete ulaşmaktır. Allah’ın emirlerine itaat etmeyenler asla saadete kavuşamazlar.

163

«Onlara deniz sahilindeki kasabanın halini sor. Hani onlar cumartesi yasaklarını tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar su yüzünde görülerek onlara gelirdi. Yasaklarını tecavüz ettikleri cumartesileri ise balıklar gelmezdi. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böyle deniyorduk.»

Yahudiler, kendilerine bir pay çıkararak İbrahim (aleyhisselâm)'in torunu olduklarını söylemişler ve «Allahü teâlâ asla dostunun çocuklarına azap etmez. Çünkü biz, O'nun dostunun çocuklarıyız, bize azap ederse ancak buzağıya taptığımız kadar azap eder' demişlerdir. Yüce Allah onların bu sözünü reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara deniz sahilindeki kasabanın halini sor. Allah onları günahları yüzünden nasıl azaplandırmıştır, görsünler?»

Bu kasaba Şap denizi konarında «Eyleh» adında bir kasabadır. Allahü teâlâ oranın halkına cumartesi günleri balık avlamayı yasak etmiştir. Onlar ise bu yasağa uymayarak cumartesi günü balık avlamayı kendilerine helâl saymışlardır. Şöyle ki: Cumartesi günü onların balık avlaması yasaktı. Aksine cumartesi günleri balıklar su yüzüne çıkarlar ve onlara gelirlerdi. Diğer günler veya avlanmayı mubah saydıkları cumartesileri ise balıklar denizin derinliklerine iner, az görünürlerdi. Onlar balığın çok olduğu gün avlanmayı kendilerine helal sayarak Allah'ın emirlerine karşı gelmişler. Böylece, onlar kendilerine zulmetmişler ve ilâhî azaba uğramışlardır.

164

«Aralarından bir topluluk: "Allah'ın helak edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?" dediler, öğüt verenler: "Rabbinize karşı mazeret olsun, muahazeden kurtulalım, belki de sakınırlar diye öğüt verdik" dediler.

Deniz sahilindeki kasabanın halkı cumartesi günü balık avlama hususunda üçe ayrılmışlardır. Bir kısmı ilâhi pasağa uymayarak cumartesi günü balık avlamışlardır. Bir kısmı da onlara va'z u nasihat ederek bu işten vazgeçirmeye çalışmışlardır. Fakat onlar yapılan bu va'z u nasihati hiç nazar-ı itibara almamışlardır. Bir kısmı ise balık avlamaktan tamamen el çekmiş, balık avlayanların işlerine karışmadıkları gibi, onlara nasihat edenlere de şöyle demişlerdir: -Allahü teâlâ'nın helak edeceği ve kat'î azaba uğratacağı bir kavme niçin nasihat ediyorsunuz? Çünkü onlar isyanı ve fesadı terk eden bir kavim değillerdir. Siz, onlara nasihat etseniz de, etmeseniz de onlar yine isyanlarından vazgeçmezler.» Öğüt verenler de «Bizim görevimiz emr-i bi’l-mâruf yapmaktır. Bunun için biz onlara nasihat ediyoruz. Şayet bu görevimizi yapmazsak Allah katında muâhaze olunuruz. Böyle bir muahazeye mâruz kalmamak için öğüt veriyoruz, belki öğütlerimizle hata ve isyanlarından vazgeçerler de, azaba uğramaktan kurtulurlar» demişlerdir.

165

«Onlar kendilerine verilen nasihati unutunca biz de insanları kötülükten alıkoyanları kurtardık ve zâlimleri, Allah'a karşı gelmelerinden dolayı şiddetli azaba uğrattık.»

Kendilerine nasihat edilen insanlar, bu öğütleri dinlememişler, Allah'ın emirlerine isyana devam etmişlerdir. Yüce Allah onlara öğüt verenleri helak olmaktan kurtarmış, Öğüt dinlemeyenleri ise isyanları yüzünden şiddetli bir azaba uğratmıştır.

İkrime (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştik «Bir gün İbn Abbas (radıyallahü anh)ın yanına vardım, Kur'an okuduğunu ve ağladığını gördüm. Yanına iyice yaklaştım ve elindeki Kur'an’ın iki tarafından tuttum, Niçin ağladığını sordum, bu esnada da A'raf Sûresini okuyordu. «Beni ağlatan şu sayfalardır. Sen Eyleh halkını biliyor musun?» dedi. Ben de bildiğimi söyledim. O da «Allahü teâlâ, Yahudilerden bir kavmi orada yerleştirmiş, cumartesi günü balık avlamalarını yasaklamış, böylece onları denemişti. Çünkü cumartesi günü balık tutmak onlara yasak edilmişti. Yasak edilen günler balıklar suyun yüzüne çıkar, onlara doğru gelirlerdi. Diğer günler ise denizin derinliklerine inerler, göze görünmezlerdi. Cumartesinin dışında, suyun yüzünde balık görüp tutamaymca, kendi aralarında ihtilâfa düşmüşlerdir. Bir kısmı cumartesi günü balık avlamak haram değft, yemek haramdır. 'Siz o gün balık avlayın, diğer günleri yiyin» demişlerdir. Bir kısmı da cumartesi günü balık avlamanın haram olduğunu söylemişlerdir. Cumartesi günü balık tutmayı helâl sayanlar geceden şehre girmişler, onlara öğüt verenler ve bu işten men etmek isteyenler ise şehre girmeyerek dışarda kalmışlardır. Sabah olunca şehrin kapısı açılmamış, dışardakiler niçin açılmadığını merak etmişler ve içerden de bir cevap alamayınca, birbirlerine «Belki Allahü teâlâ bunları yere batırdı veya üzerlerine gökten taş yağdırarak helak etti. Kalenin burcuna bir adam çıkaralım, onlara bir baksın» demişlerdir. Kalenin burcuna çıkan adam onların hepsinin kuyruklu maymun olduğunu görünce şaşırmış ve dışardakilere onların hepsinin kuyruklu maymun olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine dışardakiler şehrin kapısını açarlar, onların bu halini görürler ve «Biz size nasihat ettik, Allah'ın azabının üzerinize geleceğini haber verdik. Fakat siz, öğütlerimize hiç aldırmadınız. Şimdi isyanınızın cezası olan azabı çekin» demişlerdir. Onlar hatalarının yüzünden bu cezaya çarptırıldıklarına kafalarıyla işaret ederek ağlamaya başlamışlardır.

Ey İkrime, Allahü teâlâ onlara öğüt verenleri kurtarmış, isyan edenleri ise böylece maymuna çevirerek cezalandırmıştır.» Bu sözlerine karşılık İkrime (radıyallahü anh), İbn Abbas (radıyallahü anh)'a iki hırka hediye etmiştir.

Yüce Allah, emirlerine isyan edenleri çeşitli azaplara uğratmıştır. Emirlerine itaat edenleri ise hidâyete erdir ip selâmete kavuşturmuştur. Bunlardan ibret alarak Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmak gerekir.

166

«Bu suretle serkeşlik edip yasak edileni yapmakta ısrar edince kendilerine: «Aşağılık birer maymun olun» dedik.»

Allahü teâlâ her toplumu bir şey ile denemiştir. Eyleh halkını da, cumartesi günleri balık tutmayı yasaklamakla denemiştir. Cumartesi günleri balık tutmakla Allah'ın emirlerine muhalefet edenler, kendilerine verilen öğütleri dinlememişler, yasak edilen şeyleri yapmakta ısrar etmişlerdir. Yasakutrı yapmakta ısrar edenleri Allahü teâlâ rahmetinden uzaklaştırmış ve onları zelil bir maymun yaparak ebedî azaba uğratmıştır. Onların maymun olarak ebedî azaba uğratılmaları küfür ve zulümlerinin bir cezasıdır.

167

«O vakit Rabbin kıyamet gününe kadar onların üzerine kendilerini en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini yeminle bildirdi. Şüphe yok ki Rabbin cezayı çabuk verendir. Muhakkak ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

Allahü teâlâ iman etmeyenleri kıyamet günü elim bir azaba uğratacağını, dünyada da üzerlerine zâlim birisini musallat edip kıyamete kadar zulüm ve işkence ettireceğini sevgili Peygamberine bildirmiştir. Yüce Allah, kendisine şirk koşanların ve emirlerine muhalefet edenlerin cezalarını hemen vermez, belki tevbe ederek hatalarından ve isyanlarından dönerler diye, geciktirir. Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. Tevbe eden kullarının günahlarını bağışlar. «O vakit Rabbin kıyamet gününe kadar onların üzerine kendilerini en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini yeminle bildirdi. Şüphe yok ki Rabbin cezayı çabuk verendir. Muhakkak ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

168

«Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık. İyiliğe dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle sınadık.»

Allahü teâlâ İsrailoğullarını yeryüzünde iyiler ve kötüler olmak üzere bölük bölük ayırmıştır. Onlardan kimisi iman edip salih amel işlemiş, kimisi küfredip isyan etmişlerdir. Belki ibret alırlar da iman ederler diye Allahü teâlâ onları bazan bolluk, bazan da yoklukla denemiştir. Ne yazık ki onlar ibret almamışlar ve iman etmemişlerdir.

169

«Onlardan sonra gelen kötü bir nesil Kitab'a mirasçı oldu. "Biz nasıl olsa affedileceğiz" diyerek Kitab'ın hükümlerini değiştirme karşılığı bu değersiz dünyanın mallarını alırlar. Yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da alırlar. Onlardan, Allah'a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine dâir Kitab üzerine ahd alınmamış mıydı? Kitab'da onları okumamışlar mıydı? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Daha aklınızı başınıza almayacak mısınız?»

İsrailoğullarından sonra, onların soyundan gelen kötü bir nesil Tevrat'a mirasçı ölmüş, onun âyetlerini değiştirerek hükümlerini yalanlamışlardır. Onu okuyanlar dünya metâı elde etmek için haranı dediğine helâl, helâl dediğine de haram demişlerdir. Onlar «Biz nasıl olsa affedileceğiz» diyerek, Tevrat'ın hükümlerini kendilerine göre yorumlamışlardır, Allah'ın âyetlerini değiştirmenin en büyük hata ve isyan olduğunu bildikleri halde, hatalarından dönüp tevbe etmemişler ve isyanlarına ısrarla devam etmişlerdir.. Hatta daha da ileri giderek «Gündüz işlemiş olduğumuz hatalara geceki amellerimiz, gece işlemiş olduğumuz hatalara da gündüz yapmış olduğumuz ibadetler keffaret olur- demişlerdir. Halbuki Allahü teâlâ, onlardan Allah'a karşı yalan yere iftira etmeyeceklerine dâir Kitabları üzerine ahd almıştı. Allah'a karşı yalan yere iftira etmeyeceklerine dâir Kitabları üzerine and içerek söz vermişlerdi. Buna rağmen onlar sözlerinden dönmüşlerdir. Halbuki küfür ve şirkten dönüp iman edenler için âhiret yurdu dünyadan çok daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza ahp, şirk ve küfürden vazgeçip iman etmeyecek misiniz?

170

«Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namaz kılanlar için ecir vardır. Biz, iyiliğe çalışanların ecrini elbette zayi etmeyiz.»

Allah'ın kelâmına sımsıkı sarılıp, hükmüyle amel edenler, namazlarını dosdoğru kılanlar için tükenmez ecir vardır. Yüce Allah, iman edip, güzel amel işleyerek iyiliğe çalışanların ecrini asla zayi etmez. "Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve namaz kılanlar için ecir vardır. Biz, iyiliğe çalışanların ecrini elbette zayi etmeyiz."

171

«Tür dağını gölgelik gibi onların üzerine yükseltmiştik. Onlar tepelerine düşeceğini sanmışlardı. Onlara; "Size verdiğimiz kitaba sıkıca sarılın, içinde olanı düşünün ki sakınanlardan olasınız" demiştik.»

İsrailoğulları Tevrat'ın hükümlerini kabul etmeyip, Allah'a isyan edince, Yüce Allah ceza ve tehdit olarak onların başucuna Tür dağını kaldırıp dikmiştir. Onlar dağın tepelerine düşeceğini sanmışlar, korkudan sol gözleri üzerine yatarak, sağ gözleriyle dağı gözlemeye başlamışlardır. Yahudiler bugün bile sağ gözlerinin üzerine secde ederler, sol gözleriyle yukarı bakarlar. Onlara «Size verilen Tevrat'a sımsıkı sarılın, içindekilerle amel edin, Allah'ın emirlerine muhalefet ve isyandan sakının ki, kurtuluşa eresiniz» denilmiştir. Allahü teâlâ bunu söyle beyan ediyor: «Tûr dağını gölgelik gibi onların üzerlerine yükseltmiştik. Onlar tepelerine düşeceğini sanmışlardı. Onlara; "Size verdiğimiz kitaba sıkıca sarılın, içinde olanı düşünün ki sakınanlardan olasınız" demiştik.»

Allah'ın âyetlerini hiçe sayıp, emirlerine karşı çıktıkları için dağ tepelerine dikilmiştir. Allah, emirlerine karşı gelenleri çeşitli azaplara uğratarak cezalandırmıştır.

172

«Hani Rabbin Ademoğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkarmış, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: "Evet, şahidiz" demişlerdi. Bu, kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi."»

Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Rabbin Ademoğlunun sulbünden soyunu çıkartıp, onlara «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» demişti. Onlar da «Evet, sen bizim Rabbimiz, halikımız, ma'budumuzsun. Şerikin ve benzerin yoktur» demişlerdi. Yüce Allah, buna kendilerini ve melekleri şahit tutmuştur. Onlardan bu ahdi misakı alması, melekleri ve kendilerini bu misaka şahit tutması kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu» dememeleri içindir.

Ubey ibn Kâ'b (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: «Allahü teâlâ Âdem'in sulbünden bütün zürriyetini ruh âlemine toplamış, onlara şekil vererek «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» diye hitap etmiştir. Onlar da -Evet, sen bizim Rabbimizsin» diye şahitlik etmişlerdir. Yüce Allah onlardan bu ahdi misakı aldıktan sonra «Ben size peygamberler ve kitaplar göndereceğim. Peygamberlerimi ve kitaplarımı tasdik edin, bunları yalanlamayın» buyurmuştur. Onlar da «Ey Rabbimiz, senin gönderdiklerini ve emirlerini tasdik ederiz» diyerek söz vermişlerdir. Allahü teâlâ onlardan bu şekilde ahdi misak almıştır. Âdem (aleyhisselâm) o zaman zürriyetine baltar, onların kiminin zengin, kiminin fakir, kiminin güzel, kiminin çirkin olduğunu görür ve Rabbine şöyle niyazda bulunun «Ey Rabbim, bunların hepsini aynı yaratsaydın, ne olurdu?»

Yüce Mevlâ: «Yâ Adımı, kullarımın bana şükretmesini severim, Bunlardaki gizli sırları ve hikmetleri sen bilemezsin» buyurmuştur. O zaman peygamberlerin ruhları da kendi kavimleri arasında nur gibi ışık saçıyordu. Allahü teâlâ onlardan da, risaletlerini tebliğ edeceklerine dâir ahdi misak almıştır.»

İmâm-ı Süddi (radıyallahü anh)’nın rivayetine göre, Allahü teâlâ Âdem (aleyhisselâm)'i cennetten çıkarıp, gökten yere indirmeden önce kudret eliyle sağ tarafım sıvazlar, oradan beyaz inci gibi cennetliklerin zürriyetini çıkarır ve onlara «Rahmetimle cennetime girin» der. Sonra Adem'in sol tarafını sıvazlar, oradan da cehennemliklerin zürriyeti simsiyah çıkar ve -Gadabımla cehenneme girin» der. Eshâbülyemin- sağcılar, eshabüşşimal - solcular denilmesi bu itibarladır. Sonra bunlara 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» diye hitap eder. Eshâbülyemin ta'zim ve hürmetle «Evet, sen bizim Rabbimizsin» demişler, Eshabüşşimal de istemiyerek «Evet, sen bizim Rabbimizsin- cevabını vermişlerdir.

Allahü teâlâ, Âdem'in sulbünden zürriyetini çıkardım dememiş, Âdemoğullarının sırtından çıkardım» buyurmuştur. Halbuki o zaman sadece Adem (aleyhisselâm) vardı, Âdemoğulları yoktu. Bunun hikmetini ve sırrını Yüce Allah ancak kendisi bilir, O'ndan başkası bilemez. Bilinen şudur ki: Âdem (aleyhisselâm)'nin sulbünden zürriyetini, onların sulbünden de kendi zürriyetlerini çıkarmıştır. Böylece her milletin sulbünden, kendi zürriyetini çıkartmıştır. Dünyanın sonuna kadar da bu şekilde devam edecektir.

173

«Veya "Bizden evvel atalarımız, babalarımız, Allah'a ortak koşmuşlar, biz ise onlardan sonra gelen zürriyetiz, o halde bizi bâtıl işleyen ve haksızlık edenler uğruna helak mı edeceksin?" dememeleri içindir.»

174

«Belki doğru yola dönerler diye âyetleri böylece uzun uzadıya açıklıyoruz,»

Allahü teâlâ'nın kullarından ahdi misak almasının sebebi şudur: İnsanların, bizden önce atalarımız Allah'a şirk koşup ahidlerini bozmuşlar, biz de onların sulbündeniz, fakat Yüce Allah'ın onlardan almış olduğu ahidden bizim haberimiz yok. Ey Rabbimiz, atalarımızın sana şirk koşmasından dolayı bizi helak mı edeceksin?» dememeleri için, bütün kullarından ahdi misak almıştır. Artık hiç kimse «Benim bundan haberim yoktu» diyemeyecektir. Çünkü Yüce Allah bu ahdi mi sakı sadece Âdem babamızdan değil, dünyanın sonuna kadar gelecek olan bütün zürriyetinden almıştır. Onlardan bu ahdi misakın alınmasının bir sebebi de, Allah'a şirk koşanların, bu ahidlerini hatırlayarak şirk ve isyanlarından dönüp tevbe ve istiğfar etmeleri içindir, Kim Allah'a verdiği sözü hatırlayarak şirk ve isyandan döner, tevbe ederse Allah günahlarını bağışlar, onu hidâyete erdirir ve âhirette de cennet nimetleriyle mükâfatlandırır.

175

«Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden ayrılarak azgınlardan olan kişinin hâdisesini anlat.»

Allahü teâlâ, kullarının ibret alması için Kur'ân-ı Azimüşşân'da bir çok kıssayı nakletmiştir. Sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer insanlar Allah'a verdikleri sözü hatırlayıp, bundan ibret alarak şirk ve inkârlarından dönmezlerse, kendilerine bizim, Ism-i A'zamı ve Tevrat'ı öğrettiğimiz kişinin hâdisesini anlat. O, kendisine verilen ilmin kıymetini bilmeyerek şeytana tabi olmuş, imandan çıkmış, ilmin izzet ve şerefinden mahrum olarak azgınlar dan olmuştu. Kendisine verilen bunca ilmi sadece dünya, menfaati için kullanmış, âhiret saadetinden mahrum kalmıştı.

Bir kısım tefsircilere göre, kendisine Tevrat ve İsm-i A'zam öğretilen Bel'am bin Ba'ûn'dur. Bel'âm bin Ba'ûn, İsrail oğullarının bilgini, âbidi, takva sahibi, duası kabul olan, itimatlı ve saygı değer birisiydi. İlmini ve duasını kötüye kullandığı için, Musa (aleyhisselâm)'nın duasıyla Allahü teâlâ onun imanını almıştır. Hâdise şöyledir; Fir'avn, ordusu ile birlikte boğulup helak olduktan sonra, kavminin geri kalanları Musa (aleyhisselâm) ile savaşmaya başlamışlar, galip gelmeleri için, bütün kâhin ve sihirbazları toplamışlar, onlardan yardım talep etmişlerdir. Onlar «Bizim buna gücümüz yetmez. Bu hususta size yardımcı olamayız, fakat şurada duası kabul olan birisi var, ona gidin, yardım talep edin. O zaman Musa'nın üzerine galip gelirsiniz» demişlerdir.

Bunun üzerine melikleri Bel'am'a elçi göndererek Musa'nın üzerine galip gelmeleri için kendilerine dua etmesini ister. Bel'am bunu kabul etmez. Bu defa melik Bel'am’ın hanımına çeşitli hediyeler göndererek beyinin kendileri için dua etmesini ister. Kadın, çeşitli hediyeleri görünce kocasının onlara dua etmesini ister ve şöyle der: «Bu kavimle bizim komşuluk hakkımız var. Sen, bunların muvaffak olması için dua et, onlar Musa'ya galip gelsinler.»

Hediyeler ve karısının sözleri Bel'am'in hoşuna gider, melikten daha fazla hediye ve mükâfat almak için dişi merkebine biner, yola koyulur. Bir müddet gittikten sonra merkebi yürümez, yere yatar. Bel'am hayvanı bir türlü yerinden kaldıramaz, vurmak ister, o anda merkep dile gelir ve «Ey Bel'am, Önüne bak» der. Bel'am başını kaldırıp önüne baktığında Cebrail'i görür. Cebrail ona şöyle der: «Ey Bel'am, lâyık olmayan bir yere gitmek için yola çıktın. Bari hakkı söyle, bâtılı söyleme.» Cebraü bu sözleri söyledikten sonra kaybolur. Bel'am da merkebine biner, melikin yanına gelir. Melik, Bel'am’ın gelişine memnun olur, ona istediğini yaptırmak için, altınlar, zinetler ve hizmetçiler verir, sonra şöyle der: «Seni, bize dua etmen için çağırdım. Musa'ya galip gelmemiz için bize dua et, Musa'ya galip gelelim.»

Verilen hediyeler Bel'am’ın çok hoşuna gider, onların hatın için, küfrün Hakk'a galip gelmesini ister ve dua eder. Böylece kendisine öğretilen İsm-i A'zam'ı küfrün galibiyeti, Hakk’ın mağlûbiyeti için kötüye kullanır. Bel'am, Fir'avn'un kavminin galibiyeti için dua edeceği zaman, Yüce Allah ona bildiklerini unutturur, sadece şu kadarı aklında kalır: «Israiloğulları Musa'nın kavmidir. Fakat onlar mel'un bir kavimdir. Ey Rabbim, senin mübarek kıldığın şu kavme lanet etmislerdir.» Yanındakiler sadece bu kadar söylediğini duyarlar ve -Sen ne yaptın, ne söyledin?» derler. O da, «Bundan başka bir şey söylemeye gücüm yetmiyor; yalnız size bir şey söyleyeceğim, eğer onu yapabilirseniz, onlar hor ve hakir olarak sizin karşınızda mağlûp olurlar, siz de onların üzerine galip gelirsiniz. Siz güzel kadınları alın, onları en güzel şekilde süsleyin ve Musa'nın ordusuna gönderin. Musa'nın ordusundan bazıları bu kadınlara tamah ederek zina ederlerse, onlardan yardım kalkar, güçleri gider, içlerine korku düşer, buna karşılık sizin cesaretiniz ve yardımınız artar, onların üzerine galip gelirsiniz» der.

Bunun üzerine Melik aynısını yapar, kadınları Musa (aleyhisselâm)'nın ordusuna sokar. O imanlı ordu bunlara dönüp bakmaz. Fakat içlerinden iradesi zayıf olan bazı beyinsizler onlarla irtibat kurarak zina ederler. Allahü teâlâ o anda onlara veba hastalığını musallat eder ve bu hastalıktan bir günde yetmiş bin kişi ölür. Bel'am'ın bu hainliği Musa (aleyhisselâm)'ya intikal eder. Bu durumuna çok üzülen Musa (aleyhisselâm) ona beddua eder. Yüce Allah duasını kabul ederek Belam'ın imanını alır, kâfir olarak gider.

176

«Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık. Fakat o, dünyaya meyil etti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin durumu böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.»

Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: «Eğer biz dileseydik ona verdiğimiz ilim sayesinde âhirette de derecesini yükseltirdik. Fakat o, dünyaya gönül vererek ilmini dünya için kullandı, âh ire ti unuttu. Hanımının sözüne uyup, dünya zinetine aldandı ve Allah'ın emirlerini terk etti. Kendisine verilen ilmi geçici menfaat için kötüye kullandı. Onun durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. Ona öğüt versen de, vermesen de, öğüt tutmaz.»

Yukarda da belirtildiği gibi, Bel'am, Allahü teâlâ'nın kendisine verdiği ilim ile gururlanmış, geçici dünya menfaatini elde etmek için, Allah'ın düşmanları ile işbirliği yapmış ve ilmini kötüye kullanmıştır. Böylece hem imandan, hem de âhiret' saadetinden ve nimetlerinden mahrum olmuştur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Onun durumu, bizim kitabımızı inkâr edip, peygamberlerimizi yalanlayan milletlerin durumu gibidir. Onlara öğüt versen de, vermesen de, iman etmezler. Yâ Muhammed, bu kıssayı onlara anlat, ola ki içlerinden bir kısmı öğüt alıp iman ederler.»

177

«Âyetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulmetmekte olanlar güruhunun hali ne kötüdür.»

178

«Allah kime hidâyet ederse o doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırirsa onlar en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir.»

Allahü teâlâ'nın âyetlerini yalanlayarak, O'na şirk koçanlar ne kötüdürler. Yüce Allah onları kelbe benzetmiştir. Kelbe benzetilenlerden daha kötü kim olabilir? Onlar Allah'a şirk koşarak, imandan uzaklaşıp, dünyanın geçici menfaati için ebedî olan âhiret saadetini terk etmişlerdir. Onlar Allah'ın âyetlerine bakıp öğüt almazlar. Mekke halkı da tıpkı onlar gibi, Allah'ın âyetlerinden öğüt alıp iman etmemişler, inkâr ederek Hazret-i Peygamber'i yalanlamışlardır. Böyle yapmakla da Allah'a değil, kendilerine en büyük kötülüğü yapmışlardır. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar, dünya ve âhiret saadetinden mahrum oldukları gibi, ebedî azaba da müstehaktırlar. Ancak Allahü teâlâ'nın hidâyete erdirip, doğru yola ilettikleri müstesnadır. Onlar dünya ve âhiret mutluluğuna kavuştukları gibi, ebedi olan cennete de ulaşacaklardır. Âyetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulmetmekte olanlar güruhunun hali ne kötüdür. Allah kime hidâyet ederse o doğru yolu bulmuştur. Kimi de sapıtırsa onlar en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir.».

179

«Yemin olsun ki, birçok cin ve inşam cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler, İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.»

Allahü teâlâ cenneti ve cehennemi insanlar ve cinler için yaratmıştır. Dolayısıyla dileyen cennete, dileyen de cehenneme gider. Allah'a ve Resulüne iman edip, güzel amel işleyenler cennete, inkâr edip, şirk koşanlar ise cehenneme gideceklerdir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Yemin olsun ki, birçok cin ve insanı cehennem için yarattık.» Onların kalbleri vardır ama, hak ile bâtılı birbirinden ayırt edecek akıllan yoktur. Bu bakımdan bunları birbirinden ayırt edemezler. Gözleri vardır, fakat hakkı görüp sapıklıktan dönemezler. Kulakları vardır, Allah'ın kelâmını işitip iman edemezler. Şayet Allah'ın kelâmını işitmiş olsalardı mutlaka iman edip, sapıklıktan kurtulurlardı, İşte bu vasıfları taşıyanlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapıktırlar. Çünkü hayvanlar ilâhî emirlerle mükellef değillerdir. Buna rağmen kendilerine mahsus lisan ile Allah'ı zikrederler. Halbuki insanlar ve cinler ilâhi emirlerin muhatabıdırlar ve Allah'ın emirlerine itaat etmekle mükelleftirler. Îman edip, Allah'ın emirlerini yerine getirmeyenler değer itibariyle hayvanlardan daha aşağıdırlar. Çünkü hayvanlar hayrın ve şerrin ne olduğunu bilmezler, sadece yerler içerler, gezerler ve arzularını tatmin ederler. Başka bir gayeleri yoktur. Hakkı düşünmeyenler, işitmeyenler ve görmeyenler, görünüşte insan iseler de, fiilleri ve sıfatları tıpkı hayvanlarınki gibidir. Bu bakımdan Allahü teâlâ «İşte bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar» buyurmuştur. Onlar da dört ayaklı hayvanlar gibi yerler-içerler, gezerler ve şehevî arzularını tatmin ederler, Allah'ın emir ve yasaklarından sakınmazlar. Sanki Allah'ın emir ve yasakları insanlar için değil de, ağaçlar ve taşlar içinmiş gibi hiç aldırmazlar. Sapıklıkta hayvanlardan daha da aşağıdırlar. Hayvan yelunu şaşırıp uçurumun basma geldiği zaman, kendisini aşağı bırakmaz, tehlikeyi hisseder ve derhal geri döner, kurtulur. Kâfirlerin bunlar kadar bile idrakleri yoktur, inkâr ve küfürleri kendilerini helake götürür de dönüp kurtuluşa ermezler. Zarar ve menfaatin nereden geldiğini bilmezler. Eğer bilselerdi küfrü bırakıp Hakka dönerlerdi.

Ehû Derda (radıyallahü anh) Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: «Allahü teâlâ cinleri üç sınıf olarak yaratmıştır. Bir kısmı yılan, akrep ve yer hayvanları gibi olup koğuklarda yaşarlar. Bir kısmı da yel gibi olup, havada uçarlar. Tıpkı rüzgâr gibidirler. Bir kısmı ise insan sûretindedir. Mükellef olanlar da bunlardır. Bu grup insanlar gibi, Allahü teâlâ'nın bütün emir ve yasaklarından sorumludurlar, amellerine göre mükâfat ve mücâzat vardır. Onlar da insanlar gibi, iman edenler ve etmeyenler diye ikiye ayrılır. Âdemoğulları da üçe ayrılır. Bir grubu hayvanlar gibidir ki bunların yukarıda bahsi geçti. Bir grubu da görünüşte insan, ruhen şeytandır, insanlara daima zararları dokunur, hiçbir faydalan olmaz. Bir grubu da, hem ruhen, hem de şeklen insandır. İşte onlar Allah'a ve Resulüne iman edip, itaat ederler. Kıyamet günü arşın altında gölgelenecek olanlar onlardır. Kendileri için korku ve hüzün yoktur. Cennet nimetleri de onlar için hazırlanmıştır.»

180

«En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimlerle dua edin. İsimlerin kudsiyetine dil uzatanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebe,bi şudur: Sahabe-i kiramdan bir zat namaz kılar ve namazdan sonra 'Yâ Allah, Yâ Rahman» diye dua eder. Ebû Cehil namaz kılan zatın böyle dua yaptığını işitir ve şöyle der: «Muhammed, bir tanrıya ibadet ettiklerini söylüyordu, halbuki bu adam «Allah ve Rahman» diye iki tanrıya ibadet ediyor.» Bununüzerine Allahü teâlâ yukardaki âyet-i celîleyi inzal ederek şöyle buyurmuştur: «En güzel isimler Allah'ındır. Siz dua ederken «Allah, Rahman, Rahim, El-Kuddûs, El-Melik» isimleriyla dua edin. Çünkü bunların hepsi Allah'ın isimleridır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) o zâta kızarak şöyle buyurmuştur: «Yüce Allah'ın isimlerim zikredebildiğin kadar et. İsimlerinden istediğin ile O'na dua et. Müşrikleri bırak, çünkü onlar Allah'ın isimleriyla mücadele ederek, kendilerine göre O'nun isimlerinı değiştirmişler ve ilâhlarına Allah lâfzının karşılığı olarak «Lât», Azîz isminin karşılığı olarak «Uzzâ», Mennân isminin karşılığı olarak da «Menât» demişlerdir.» Böylece Allah'a şirk koşarak haktan uzaklaşmışlardır. Amellerinin karşılığı olan azabı yakın bir zamanda tadacaklardır. Allahü teâlâ'nın doksan dokuz isminden hangisiyle dua edilirse. Yüce Allah kabul eder. Çünkü bu isimlerin hepsi Allah'ındır.

181

«Yarattıklarımızdan bir topluluk da vardır ki onlar hakkı gösterirler ve onunla hükmederler.»

182

«Ayetlerimizi yalan sayanları, bilmedikleri bir yönden, ağır ağır helake yaklaştıracağız.»

183

«Onlara mühlet veririm. Şüphe yok ki, benim yakalamam pek çetindir.»

Allahü teâlâ'nın kulları arasında öyle insanlar vardır ki, onlar Allah'a ve Resulüne iman ederek, emirlerine itaat ederler ve yasaklarından sakınırlar. Onlar haktan asla sapmazlar, hakkı savunurlar ve insanlar arasında onunla hükmederler. Allah'ın ve Resulünün emirlerine karşı gelenleri de bu yoldan alıkoymaya çalışırlar. Kendileri de hiçbir zaman Allah'ın emirlerine muhalefette bulunmazlar. Bu vasıfları taşıyanlar Hazret-i Peygamberin ümmetidirler. Onlar hakkı söyler, hakkı tavsiye eder ve hak ile hükmederler, Allah'a itaat ederek, yasaklarından sakınırlar.

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi sudur: Allahü teâlâ Musa (aleyhisselâm)'nın kavminden iman edip, güzel amel yapanları övmüş ve haklarında âyet indirmiştir. Onların Kur'an-ı Azîmüşşân'da övüldüğünü gören sahabeler «Ey Allah'ın Resulü, Yüce Allah İsrailoğullarını överek sana iman ettikleri için iki mükâfat vereceğini bildirmiştir. Bize de bir mükâfat vardır. Halbuki biz de bütün peygamberleri ve kitapları tasdik ediyoruz» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ sevgili Peygamberinin ümmeti hakkında yukardaki âyeti inzal etmiş ve onları övmüştür. Yüce Allah, iman etmeyenler için de şöyle buyuruyor: «Kur'an'ı ve Muhammed'i yalanlayanları biz ağır ağır azaba uğratacağız. Onlar isyanlarını artırdıkça, denemek için biz de kendilerine vermiş olduğumuz nimetleri artırırız. Onlar, kendilerine verilen bunca nimetlere şükretmezler, bunu unuturlar, sonra da ansızın azabımız onları yakalar. Bu azabın nereden geldiğini bilemezler. Ayetlerimizi yalan sayanları, bilmedikleri bir yönden, ağır ağır helake yaklaştırırız. Onlara mühlet veririm. Şüphe yok ki, benim yakalamam pek çetindir.»

184

«Düşünmüyorlar mı ki, arkadaşları olan Peygamberde deliliğin eseri yoktur. O, ilerdeki tehlikeyi apaçık haber veren bir kimsedir.»

185

«Göklerin ve yerin hükümranlığını, Allah'ın yarattığı her şeyi ve ecellerinin yaklaşmış olması ihtimalini düşünmüyorlar mı? Bundan sonra hangi söze inanacaklar?»

Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik geldiği zaman Mekke'li müşrikler uygunsuz sözler söylemişler, Peygamberimizin üzülmesine vesile olmuşlardı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Muhammed, kâfirleri, kendilerini yaratan, rızıklandıran, besleyen, koruyan ve muhafaza eden Allah'a îmana ve ibadete çağırıyor. Onlar, Allah'tan başka taptıkları ilâhlarının hiçbir şeye kadir olmadığını ve arkadaşları olan Peygamberin deli olmadığını düşünmüyorlar mı? Allah'ın emir ve yasaklarını onlara bildirenler hiç deli olur mu? Onlar, Muhammed'in Peygamber olduğuna delâlet eden mucizeleri hiç görmüyorlar mı? Eğer onlar düşünmüş olsaydılar, bütün bunlardan ibret alırlar, peygamberliğini tasdik ederler ve ona «Mecnun» demezlerdi. Halbuki o, gelecek olan tehlikeyi ve azabı onlara apaçık haber veren bir kimsedir. Sonra onlara nasihat etmiş, Allah'ın birliğine imana ve itaata çağırmış ve şöyle demiştir: «Ey Mekke halkı, siz bu yerleri, gökleri, yıldızları, ay ve güneşi, dağlan, denizleri, karaları kimin yarattığını düşünmeyecek misiniz, ibret alıp iman etmeyecek misiniz? Hem ecelinizin yakın olma ihtimalini düşünerek Allah'a iman edip, Kur'an'ı tasdik etmeyecek misiniz?»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, akıllara durgunluk veren bu sözleri karşısında, Mekke'liler «Bütün bunları şeriki ve ortağı olmayan Allah yarattı» demekten kendilerini alamamışlardır. Bu hitap sadece Mekke'li müşriklere değil, bütün insanlaradır.

186

«Allah kimi sapıtırsa onu doğru yola götürecek yoktur. O, böylelerini taşkınlıklar içinde ve serseri bir halde bırakıverir.»

Allah'ın saptırdığım kimse doğru yola' götüremez. O, imandan yüz çevirenleri taşkınlığı içinde ve serseri bir halde bırakır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah kimi sapıtırsa onu doğru yola götürecek yoktur. O, böylelerini taşkınlıkları içinde ve serseri bir halde bırakıverir.»

187

«Sana, kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: "Onu ancak Rabbim bilir. Onun vaktini Ondan başka bilecek yoktur. Ağırlığım göklerin ve yerin kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir." Sen onu tamamen biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur. Ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler."»

Kâfirler, akıllarınca Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i müşkül durumda bırakmak için kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlardır. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: "Onun ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Onun vaktini O'ndan başka bilecek yoktur. Ağırlığını göklerin ve yerin kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir. O, kıyametin ne zaman kopacağını bana bildirmediği gibi, hiç kimseye de bildirmemiştir. Yâ Muhammed, sen onun ne zaman kopacağını tamamen biliyormuşsun gibi, sana soruyorlar. De ki: "Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek ancak Allah'a mahsustur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.»

Yüce Allah, kıyametin ne zaman kopacağını hiç kimseye bildirmemiştir. Ayet-i celîlede de ifade edildiği gibi, onun vakit ve saatini ancak kendisi bilir. Kıyametin ne zaman kopacağı hususunda yorumlarda bulunmak en büyük hatadır ve Allah korusun insanı imandan eder. Çünkü onun ne zaman vuku' bulacağı Peygamberimize dahi bildirilmemiştir. Fakat mutlaka vuku bulacaktır. Çünkü Allahü teâlâ her şeyin vakit ve saatini tayin etmiştir.

188

«De ki: ' Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık da dokunmazdı. Ben sadece, iman edecek herhangi bir kavmi uyaran ve müjdeleyen bir Peygamberim."»

Allahü teâlâ kullarından hiç kimseye kıyametin ne zaman kopacağım bildirmemiştir. Müşrikler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kıyametin ne zaman kopacağını sorunca, Yüce Allah sevgili Peygamberine, onlara şöyle cevap vermesini buyurmuştur: «Yâ Muhammed, de ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık da dokunmazdı. Ban sadece, iman edecek herhangi bir kavmi uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim. Kıyametin ne zaman kopacağına dair do hiçbir bilgim yoktur."

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in haber verdikleri ve söyledikleri Allah'ın kendisine vahyettikleri veya ilham yolu ile bildirdikleri şeylerdir. O, kendiliğinden hiçbir şey söylemez!. Söylediklerinin hepsi haktır.

189

«Sizi bir tek candan yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Erkek eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, kan-koca, Rableri olan Allah'a, "Bize kusursuz bir çocuk verirsen, andolsun ki şükredenlerden oluruz" diye dua ettiler.»

Allahü teâlâ Âdem babamızı topraktan, Havva anamızı ise sol kaburga kemiğinden yaratmış ve eş olarak seçmiştir. Yüce Allah'ın Havva anamızı Adem (aleyhisselâm)'a eş olarak yaratması insanların çoğalması için zarurî idi. İnsan fıtratının gereği olarak Âdem babamızın gönlü Havva'ya meyleder. O birleşmeden Havva anamız hamile olur, fakat hamile olduğunu bilemez. Ancak bir müddet sonra anlar. Âdem babamızla birlikte Rablerine «Bize kusursuz bir çocuk verirsen, yemin olsun ki sana şükredenlerden oluruz» diye dua ederler. Onların bu şekilde Rablerine dua etmelerinin sebebi şudur: İblis, Havva anamızı kandırmak için ona şöyle der: «Korkarım ki, senin karnındaki çocuk insan değil, hayvandır. Eğer bu çocuğa benim adımı koyarsan, Allah'a dua ederim, çocuğun hayvana benzemez, sâlih bir evlâd olur. Çünkü benim Allah katındaki derecem ve makamım yüksektir.»

Bunun üzerine Havva anamız iblise adını sorar, o yalan söyleyerek adının «Abdülharis» olduğunu söyler. Havva anamız, onun şeytan olduğunu bilmez, fakat söylediği sözlerden kuşkulanır. Çocuğunun kusursuz ve salih bir evlâd olması için Adem babamızla birlikte Rablerine «Bize kusursuz bir çocuk verirsen, yemin olsun ki şükredenlerden oluruz» diye dua ederler. «Sizi bir tek candan yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'dır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, karı-koca, Rableri olan Allah'a: "Bize kusursuz bir çocuk verirsen, yemin olsun ki şükredenlerden oluruz" diye dua ettiler.»

İbn Abbas (radıyallahü anh) bu hususta şöyle demiştir: «Âdem (aleyhisselâm)'in çocukları yaşamaz, ölürdü, Şeytan ona gelir ve «Eğer çocuklarınızın yaşamasını istiyorsanız onlara 'Abdülharis' adını koyunuz» der.

Süddi demiştir ki: «Şeytanın Allah'ın rahmetinden kovulduğu zaman, ismi «Abdülharis» idi. Çocuğun kendisine tabi olmasını istediği için, Havva anamızdan adının «Abdülharis» olmasını ister. Âdem ile Havva çocuğun adını «Abdülharis» koyarlar. Çocuk birkaç gün yaşadıktan sonra ölür.

190

«Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verilen bu çocuk hakkında Allah'a şirk koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.»

191

«Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamayan putları mı ortak koşuyorlar? »

Allahü teâlâ Âdem babamızla Havva anamızın dualarını kabul ederek, onlara salih, kusursuz ve nur topu gibi bir çocuk verir. Âdem babamızla Havva anamız çocuklarına şeytanın arzu ettiği ismi koyarlar ve böylece isimde Allah'a şirk koşarlar. Çocuklarına «Abdülvahid» diyerek ubudiyeti Allah'a nisbet etmeleri gerekirken, bilmeden iblis'in arzusu üzerine çocuklarına «Abdülharis» demek suretiyle şeytana nisbet ederler. Böylece şeytanı isimde Allah'a eş tutarlar. İki yönden Allah'a şirk koşulur: İsimde ve ibadette. Âdem babamızla Havva anamız isimde, kâfirler ise ibadette Allah'a şirk koşmuşlardır Yüce Mevlâ, zatını şirkten tenzih edip şöyle buyurmuştur: «Allahü teâlâ, onların şirk koştukları her şeyden yücedir ve uludur. Müşriklerin ilah diye taptıkları bir şey yaratmaya kadir değildir. Putları da kendileri gibi âcizdir. Onlardan ne bir hayır ve ne de bir şer gelir. Hiçbir şeye güçleri yetmez.»

192

«Oysa putlar ne onlara yardım edebilir ne de kendi kendilerine bir yardımları olur.»

193

«Onları doğru yola çağırsanız, size uymazlar, çağırmanız da, susmanız da onlar için birdir.»

Allahü teâlâ putlardan haber vererek, onlara tapanlara şöyle buyuruyor: «Tapmakta olduğunuz putlar ne size yardım edebilir, ne de kendi kendilerine bir yardımları dokunur. Onları doğru yola çağırsanız, size uymazlar, çağırmanız, da, susmanız da onlar için birdir. Onlar, size asla doğru yolu gösteremezler ve sizi hidayete erdiremezler. Ey Mekke halkı, siz putlarınızdan bir dilekte bulunsanız ve bunun için- kendilerine yal varsanız size bir cevap vermezler. Çünkü onlar cansızdırlar ve ellerinizle yapmış olduğunuz şeylerdir.»

194

«Allah'dan başka taptıklarınız da, sizin gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size gelsinler bakalım.»

Ey müşrikler, ilâh diye taptığınız putlar sizin gibi âciz yaratıklardır. Gerçekten siz onların ma'bud olduğuna inanıyor ve bu sözünüzde de doğru iseniz, onları çağırın size gelsinler veya bir dilekte butunun ihtiyacınızı karşılasınlar. Onlar hiçbir şeye kadir değillerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'dan başka taptıklarınız da, sizin gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağann da size gelsinler bakalım.»

195

«Onların yürüyecek uyakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, Ya da görecek gözleri mi var veya işitecek kulakları mı var? De ki: «Ortaklarınıza çağırın elinizden gelirse bana tuzak kurun, göz açtırmayın.»

Allahü teâlâ kâfirleri tekdir edip şöyle buyurmuştur: «Ey akılsızlar, taptığınız putların, ayakları ve elleri mi var ki, ihtiyacınızı karşılasın, gözleri, kulakları mı var ki, ibadetlerinizi görsün, dualarınızı kabul etsin ve sizi bağışlasın.. Yüce Allah, onların ma'budlarının âciz olduğunu ve hiçbir şeye güçlerinin yetmediğini beyan ederek şöyle buyurmuştur: «Müşriklerin taptıkları putlar, kendilerinden bir şey gideremedikleri gibi, onları ebedi sapıklığa düşürmekten başka bir faydaları da olmaz. Putları, onları sapıklığa düşürerek, ebedi azaba müstehak eder.»

Bu ayet-i celîlede şu tenbih vardır: Yaratanı bırakıp, yaratılana iltica etmek, sultanı bırakıp köleye kul olmaktır. Sultanı bırakıp kuluna kul olmak ne kadar kötüyse, Allah'ı bırakıp putlara tapmak, nefse uyarak dünyanın cifesine tabi olmak da o kadar çirkindir. Allah'ı bırakıp mahlûka tapmaktan daha kötü ne olabilir? Nefis bir köledir, o dünya cifesine yapışarak ona kul olur ve Allah'ı unutur. Bu gibilere tabi olanlar da aynı onlar gibidirler. Elbette onlar kurtuluşa erip, hidayete ulaşamazlar. Yüce Allah, nefislerine uyarak dünyanın cifesine tabi olanları, Allah'ı unutanları kelbe benzetiyor ve sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Allah'a ortak koştuğunuz putları çağırın, elinizden gelirse bana tuzak kurun ve göz açtırmayarak, bildiklerinizi yapın. Bütün putlarınızı bir araya getirseniz bile asla bana bir şey yapamazsınız.»

196

«Çünkü benim dostum, Kitab'ı indiren Allah'dır. O, iyileri dost edinir.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), putlan zemmedip, hiçbir işe yaramadıklarını kâfirlere söyleyince, onlar putlanyla Peygamberimizi tehdit etmişlerdir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de: «Sizin taptığınız putlar bana asla bir zarar veremez. Çünkü benim dostum, Kitabı indiren Allah'dır. O, iyileri dost edinir» demiştir. Müşrikler, putlarının peygamberimizi çarpacağını ve ona bir zararı dokunacağını söyleyerek tehdit etmişlerdir. Fakat onlar hayır ve şerrin yalnız Allah'dan olduğunu unutmuşlardır. Allahü teâlâ dilemedikçe kimseye zerre kadar kötülük dokunmaz, her şey ancak Allah'ın dilemesiyle olur. İman edenlerin dostu, velisi, muhafızı O'dur.

197

«O'nu bırakıp da taptıklarınız, kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.»

198

«Onları doğru, yola çağırsanız duymazlar. Onları sana bakar görürsün, oysa görmezler.»

Ey kâfirler, Allahü teâlâ'yı bırakıp da taptıklarınızın, kendilerine bir hayrı yok ki, size hayrı olsun. Kendilerine faydası olmayanların size nasıl faydası olacak, ilâh diye taptığınız putlar üzerlerine üşüşen sinekleri bile kendilerinden uzaklaştıramazken size gelen musibetleri nasıl gidereceklerdir? Müşrikler, putlarının ağzına bal koyarlardı, sinekler de bala üşüşürlerdi. Putlar haliyle buna mani olamazdı. «O'nu bırakıp da taptıklarınız, kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler. Onları doğru yola çağırsanız duymazlar. Onları sana bakar görürsün, oysa görmezler.» Onların yürüyecek ayaklan, tutacak elleri, görecek gözleri, işitecek kulakları yoktur. Kâfirler de tıpkı onlar gibidir. Hakka yürüyecek ayakları, tutacak elleri, hakkı görecek gözleri, işitecek kulakları ve düşünecek akılları yoktur. Eğer olsaydı Peygamberin davetine uyarlar, iman edip hidayete ererler ve sapıklıktan kurtulurlardı.

199

«Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme,»

İslâm'ın terbiye metoduna ve ahlâk sistemine bakınız, Yüce Allah sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, sen af yolunu tut, onları bağışla ve uygun olanı emret. Cahillerin sözüne ve fiillerine aldırış etme. Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, şüphesiz ki O, hakkıyla işitici, tam manasıyla bilicidir.» Birinci âyetteki emir kıtal âyetinden öncedir. Kıtal âyetinin inmesiyle bu değişmiştir.

Übey ibn Ka'b'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrail'e mânasını sorar. Cebrail «Sabret, bilgine sorayım» der ve Yüce Mevlâ'ya durumu arz, eder. Sonra gelip Resûlüllah'a «Yâ Muhammed, Allahü teâlâ bana şöyle buyurdu: «Sana zulmedenleri af etmeni, seni ziyaret etmeyenleri ziyaret etmeni, senin ihtiyacını karşılanmayanların ihtiyacını karşılamanı ve isteklerini yerine getirmeni emretti» der. Bu âyet-i celile Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e güzel ahlâkı talim eder. İyiliği emretmekten maksat, Allah'tan korkmak, akrabayı ziyareti terk etmemek, gözü haramdan sakınmak, cahillerden yüz çevirmek, nefsi temizlemek ve fasıklardan uzaklaşmaktır. Ma'ruf, herkesin güzel gördüğü, kimsenin kötü görmediği şeydir. Çünkü ma'ruf yine ma'ruf ile tarif edilmiştir.

200

«Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, şüphesiz ki O, hakkıyla işitici, tam bilicidir.»

Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ey Rabbim gazaba geldiğimiz zaman ne yapalım» der. Yüce Allah şöyle buyurur: «Sana şeytan bir vesvese verip, gadaba geldiğin zaman ondan Allah'a sığın. Çünkü Allah senin duanı kabul edici ve şeytanın sana ne suretle vesvese verdiğini bilicidir. Onun vesvesesini senden giderir.»

201

«Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.»

202

«Oysa, kardeşleri olan kâfirleri azgınlığa sürüklerler ve bundan hiç geri durmazlar.»

Şirkten ve küfürden sakınıp iman edenler, şeytan tarafından bir vesveseye ve bir günaha uğratılırlarsa hemen yaptıklarına pişman olarak tevbe istiğfar edip Allah'a sığınırlar. Kâfirler ise kardeşlerini küfre ve azgınlığa sürüklerler. Bundun da hiç geri durmazlar, küfür ve isyanlarını artırdıkça artırırlar. Mü’minler ise, günahlarından dönerler ve yaptıklarına tovbo istiğfar oderlor.

203

«Onlara bir âyet getirmediğin zaman: "Sen bir tane yapsaydın ya" derler. De ki: "Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana «yarım. Bu kitap, İman edecek bir kavim için Rabbiniz tarafından basiretleri açacak delillerdir, hidayet ve rahmettir.»

Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek akıllarınca bir şeyle' sorarlar. Peygamberimiz, onlara cevap vermez, Cebrail'in gelmesini bekler ve bilâhare cevap vereceğini söyler. Onlar «Bizim sorumuzun cevabını sen verseydin ya» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyet-i celileyi inzal ederek sevgili Peygamberine şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, kâfirler sana soru sorarlar, onların sorusuna cevap vermediğin zaman 'Niçin kendiliğinden bir cevap vermiyorsun?» derler. De ki: "Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana' uyarım. Bu Kur'an'da, iman edecek bir kavm için Rabbiniz tarafından basiretleri açacak deliller vardır. Bu Kur'an, iman edenleri dalâletten kurtarıp hidayete, azaptan kurtarıp rahmete ulaştırır." Kur'an, mü’minler için hidayettir, rahmettir, kurtuluştur.

204

«Kur'an okunduğu zaman ona kulak verin, dinleyin ki merhamet olunasınız.»

Ey iman edenler, Kur'an okunduğu zaman sessizce, huşu ve ta'zim ile dinleyin. Ona asia saygısızlık etmeyin, umulur ki merhamet olunursunuz. Kur'an okunurken sessizce dinlemenin ecri büyüktür. Çünkü Kur'an'a ta'zim Allah'a ta'zimdir.

İslâm'ın bidayetinde mü’minler imam ile namaz kılarken, imamın okuduğunu dinlemeyerek başka başka âyetler okurlardı. Allahü teâlâ bu âyet-i ceüle ile onu yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: «Ey mü’minler, siz namazda Peygambere uyduğunuz zaman, onun okuduğu Kur'an'ı dinleyin, başka başka âyetler okumayın. Onu dinleyin ki merhamet olunasınız.»

İbn Abbas (radıyallahü anh)'a, bu âyetteki sükût emri, bütün Kur'an okuyanların dinlenmesi için midir, yoksa sadece namazda cehren okuyan imamın cemaat tarafından dinlenmesi için midir? diye sorulur.

O, sadece namazda cehren okuyan imamın dinlenmesi için der, İmam-ı Mücahid de şöyle demiştir: «Sükût iki yerde olur: Biri imam namazda cehren okurken, diğeri de cuma günü hutbe okunurken.»

205

«Rabbini yalvararak yakararak, korkarak hafif bir sesle sabah akşam an ve sakın gafillerden olma.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celilede sevgili Peygamberinin şahsında mü’minlerin Allah'ı nasıl zikredeceklerini ve nasıl dua yapacaklarını bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Rabbini yalvararak yakararak, korkarak hafif bir sesle sabah akşam an ve sakın gafillerden olma.»

Bazı tefsirciler bu âyetin anlamını şöyle açıklamışlardır: Yâ Muhammed, sen sabah, akşam ve yatsı namazlarında Kur'an âyetlerini cehren oku, öğle ve ikindi namazlarında da okumayı ihmal etme, bu iki namazda da gizlice oku. Bazıları da şöyle mâna vermişlerdir: Yâ Muhammed, sen Rabbini yanındakiler işitecek şekilde an. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Siz Allahü teâlâ'yı zikr-i hâmil ile anın» buyurmuştur. Sahabe «Ey Allah'ın Resulü, zikr-i hâmil nedir?» diye sorarlar. Peygamberimiz de «Allah'ı gizli zikretmektir» buyurur. Bu hadts-i şerif açıktan zikir yapılmasını yasaklamamakta, ancak gizli yapılan zikrin riyadan uzak olacağını, fazilet bakımından daha önemli bulunduğu bildirilmektedir. Gizli zikir, ihlâsı tam olmayanlar için daha elverişlidir. İhlâsı tam olanlar için zikrin gizli ve aşikârı fark etmez. Her ikisi de efdaldir. Kur'an-ı Kerîm'i gizli okumak ve sadakayı gîzli vermek de böyledir. Eğer bunlarda riya korkusu varsa, gizli okunması ve sadakanın gizli verilmesi daha efdaldir. Riya korkusu yoksa, o zaman gizli ve aşikâr olması fark etmez. Anlayanlar için bu kadar söz yeterlidir.

206

«Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler, O'nu tenzih ve tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Furtan Süresindeki secde âyeti nazil olup, Allah'a secde etmek emredilince, kâfirler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e «Biz senin emrin ile Rahman'a secde edemeyiz» demişler, kibirlenip Allah'a secde etmemişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyet-i celîleyi inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Eğer yeryüzündeki kâfirler Rahman'a secde etmezlerse, yâ Muhammed, senin Rabbinin katındaki melekler, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler, O'nu tenzih ve tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler.» Mü’minler bundan ibret almalı, kâfirler gibi secdeden uzaklaşmamalı, melekler gibi secde ederek Allah'a yaklaşmalıdırlar.

0 ﴿