ENFAL SÛRESİ Enfal sûresi Kur'ân-ı Kerîm'in 8. süresidir. Medine'de nazil olmuştur. 75 âyettir. Bedir Savaşı'nda elde edilen ganimet mallarının taksimine dair hükümler ve Hazret-i Peygamber ile diğer bir kısım peygamberlere dair kıssalar anlatılmaktadır. Surenin ağırlık noktasını ganimet malları teşkil ettiği için Enfal adını almıştır. Enfal: Harb ganimetleri demektir. Bir asıl üzerine ilâve edilen ve ziyade mânâsına gelen «Nefl» kelimesinin çoğuludur. Bu itibarla farz üzerine ziyade olan namazlara da nafile denilmiştir. 1 «(Ey Resulüm!) Sana harb ganimetlerine dair soru sorarlar. De ki: "Ganimetler Allah'ın ve Peygamberinindir. Gerçekten mü'minlerseniz Allah'dan korkun, aranızdaki münasebetleri düzeltin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Bedir muharebesinde elde edilen ganimetler konusunda sahabeler arasında ihtilâf çıkar. Savaşa katılanlar, «Ganimet bizim hakkımızdır. Zira bizzat savaşa katılanlar biziz» derler. Ve savaşa katılmayan kimselere ganimet malı vermek istemezler. Savaşa katılamayan yaşlılar ise şöyle konuşurlar: «Bizler, size yardım etmek için Peygamber'in etrafında toplandık. Bize dayanarak, bizden güç alarak savaştınız. Eğer yenilseydiniz yine bizim yanımıza gelecektiniz. Binaenaleyh bu ganimette sizin hakkınız yoktur.» Aralarından çıkan bu anlaşmazlığı gidermesi için Peygamberimize gelirler, ganimet mallarının kime ait olduğunu sorarlar. Hâdise üzerine yukardaki âyet-i kerîme nazil olur ve şöyle buyrulur: «Yâ Muhammed! Sana ganimetin kime ait olduğunu sorarlar. De ki: «Bu ganimetlerin taksimi Allah'a ve Peygamber'ine aittir. Eğer gerçekten mü’minseniz Allah'tan korkun. Aranızdaki münasebeti düzeltin, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin.» Âyette geçen «Ganimetler Allah'ın ve Resûlünündûr» emri aynı sürenin 5. âyetiyle neshedilmiştir. Daha sonra Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında elde edilen ganimetlerin hepsini, sahabeler arasında eşit bir şekilde dağıtır. Yüce Allah hakiki mü’minlerin özelliklerini şöyle beyan ediyor: 2 «Hakiki mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, ayetleri okunduğu zaman imanları artar. Ve onlar yalım Rablerine tevekkül ederler.» 3 «Mü’minler o kimselerdir ki, namazlarını dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.» Yüce Allah gerçek mü’minlerin kimler olduğunu bu âyet-i celîlede bildirmiştir. Onların Allah korkusundan kalbleri titrer, yanlarında Allah'ın âyetleri, okunduğu zaman imanları artar. O'nun emirlerine itaat edip, hükmüne boyun eğerler. Gerçek mü’minler Allah'dan başkasından asla yardım beklemezler. Dünyaya tamah ederek Allah'ın emirlerini çiğnemezler, haklarına razı olurlar, başkalarının hakkına göz dikmezler. Allahü teâlâ'nın herkesin rızkını verdiğini unutmazlar. Namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, mallarından Allah yolunda infak ederler, haramdan sakınırlar. Farzlara, vaciblere ve "sünnetlere riâyet ederler. 4 «İşte onlar gerçek mü’minlerin tâ kendileridir. Onlara Rablerinin katında mertebeler, mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.» "Yüce Allah, gerçek mü’minlerin vasıflarını ve onlara verilecek olan mükâfatları bu âyet-i celîlede beyan etmiştir. Allah katında halis mü’minler bu vasıfları taşıyan, kimselerdir. Onlar için Allah katında yüksek dereceler, âhirette ise büyük mükâfatlar vardır. Onlar için korku yoktur, amellerine göre mükâfatlar verilecektir. Ahiret nimetleri ve altlarından ırmaklar akan cennetler onlar için hazırlanmıştır. Onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olacaklardır. 5 «Nitekim Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı da, Müslümanların bir takımı bundan hoşlanmamıştı.» 6 «Hak apaçık meydana çıktıktan sonra bile onlar bu mevzuda, sanki gözleri göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi, seninle tartışıyorlardı.» Müslümanlar ilk savaşı Bedir denilen mevkide yaparlar ve ilk zaferi kazanırlar. Savaş esnasında birçok ganimet elde edilir. Ancak bunların dağıtılması hususunda sahabeler arasında görüş ayrılığı çıkar. Çünkü o zamana kadar herhangi bir savaşa katılmamışlar, ganimetle karşı karşıya gelmemişlerdi. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyorlardı. Yüce Allah bu hususu Peygamberine şöyle açıklıyor: «Yâ Muhammed! Rabbinin hükmünü yerine getir. Müslümanlardan bir kısmı bundan hoşlanmasa bile ganimet mallarından dilediğin kimselere ver. Nitekim Cebrail sana gelip Kureyş kervanını haber verdiği ve onlarla savaşmak için evinden çıkardığı zaman da mü’minlerin bir kısmı bunu hoş görmemişlerdi. Hak apaçık meydana çıktıktan sonra bile onlar bu konuda, sanki gözleri göre göre ölüme surülüyormuş gibi, seninle tartışıyorlardı. Bazı mü’minler, Bedir seferine çıkıldıktan sonra. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'le bu hususta tartışırlar. Bedir savaşı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mekke'den Medine'ye hicretinin ikinci yılı ramazan ayında yapılır. Kıblenin değişmesi de aynı yıla tesadüf eder. Bu savaş, Müslümanların, varlığının isbatı ve imanın küfre galibiyetinin alâmetidir. Bedir savaşı şöyle gelişir:: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), altıyüz yirmi iki yılında Mekke'den Medine'ye hicret eder, İslam Devletini kurar. İlk İslâm Devletinin Medine'de kurulması müşriklerin işine gelmez. Çünkü onlar İslam'ı yok etmek istiyorlar, bunun için de çareler arıyorlardı. Gün geçtikçe Müslümanların sayısının ve nüfuzunun artması Mekke'li müdrikleri telâşa düşürür. Ve bu telâş her geçen gün artar. Artık ciddi olarak Müslümanlardan korkmaya başlarlar. Aradan çok geçmeden korktukları başlarına gelir. Mekkeli müşriklerin geçim kaynağı ticaretti. Bu maksatla yaz kış demeden alış veriş yaparlar, şehirlere ticaret kervanları gönderirlerdi. Bedir savaşı da böyle bir ticaret kervanı yüzünden çıkar. Altıyüz yirmi dört yılında, kırk kişilik bir ticaret kafilesi Ebû Süfyan'ın başkanlığında alış veriş için Şam'a gider. Gerekli ticari işlemi tamamlayan kafile Medine yolu üzerinden Mekke'ye dönmek üzere hareket eder. Peygamberimiz, Ebû Süfyan'ın Şam'dan çıktığını haber alır, «Ey ashabım, Ebû Süfyan'ın kervanı Şam'dan çıkmıştır. Üzerlerine gidin ve kendilerini takip edin. Belki onlarla cihad eder, galip gelirsiniz. Böylece Yüce Allah size ganimet ihsan eder' buyurur. Bu sırada Cebrail, Peygamberimize gelir, ya Ebû Süfyan'ın kervanına veya kafir ordusuna karşı savaşa çıkılmasının şart olduğunu bildirir. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Süfyan'ın kervanını takip etmek için Hazret-i Talha ile Hazret-i Cafer'i gönderir. Talha île Cafer kervanı takip etmek için Bedir kuyusunun yanına kadar gelirler, kervanı sorarlar, yolda olduğunu öğrenince tekrar geri dönerler ve durumu Peygamberimize arz ederler. Müslümanların kendilerini takip ettiğini öğrenen Ebû Süfyan, durumu tetkik etmek için Bedir'e iki kişi gönderir? Onlar Bedir'e gelip durumu öğrenirler ve geri dönüp Ebû Süfyan'a Müslümanların kendilerini takip ettiğini bildirirler. Bunun, üzerine Ebû Süfyan yol değiştirir, Medine yolunu, bırakır, Cidde yolu ile Mekke'ye gider. Yine de Müslümanların yollarını keseceğinden korkar ve kervan sahiplerinin kendilerini karşılaması için Mekke'ye haber gönderir. Haberin Mekke'de yanlış ve değişik yayılması için kasıtlı hareket edilir. Haberi duyuran kişi «Muhammed, arkadaşlanyle birlikte kervanın yolunu kesmeyi ve mallarını almayı istiyor- der. Müşrikler çileden çıkar, başta Ebû Cehl ve Hantala ibn Ebl Süfyan, olmak üzere Müslümanlara karşı bir ordu hazırlamak için teşebbüse geçerler. İçlerinde Mekke'nin zenginleri ve ileri gelenleri de bulunan, bin kişilik bir ordu hazırlanır. Ebû Süfyan'ı kurtarmak için Bedir istikametine doğru yola çıkarlar. Bu sırada Ebû Süfyan da kervan ile birlikte Mekke'ye gelir ve kendisini kurtarmak için yola çıkan ordunun arkasından geri dönmeleri için elçi gönderir. Elçi onlara Bedir yakınında ulaşır, Ebû Süfyan'uı kervanla birlikte salimen Mekke'ye geldiğini bildirir ve geri dönmelerini söyler. Fakat onlar geri dönmeyi gururlarına yediremezler. Ebû Cehil, Utbe, Velid, Hantala ve diğer ileri gelenler «Eğer biz buradan geri dönersek Muhammed ve arkadaşları, kendilerinden korkup geri döndüğümüzü zannederler, gidip Bedir kuyusunun yanında bir müddet konaklayalım, sağı solu kontrol edelim ve sonra dönelim» derler, içlerinden Hakim ibn Hazzân, onları bu işten vazgeçirmek ister ve şöyle der: «Mademki ticaret kervanınız herhangi bir saldırıya uğramadan Mekke'ye ulaşmıştır. Artık teşebbüsünüzden vazgeçin, siz de dönün. Sonra pişman olursunuz.» Ebû Cehil karşı çıkar, «Senin oyunun yıllandı» der. Hâkim ibn Hazzân'ın korktuğunu ima eder. Hâkim ise «Kimin korktuğu yarın belli olur» cevabını verir. Bu konuşmaları dinleyen müşrik ordusu tereddüde düşer, bir kısmı geri dönmek ister. Tam bu sırada şeytan Süraka'nın kılığına bürünerek aralarına girer. «Nereye dönüyorsunuz? Muhammed ve arkadaşlarına karşı size yardıma geldim. Benî Zühre kabilesinin sancağı da benim elimdedir. Muhammed'e karşı savaşmaları için onlarla anlaştım» der, - Benî Zühre kabilesi Araplar arasında cesaretleri ve cengâverlikleriyle şöhret bulmuş bir kabile idi- Şeytan, islâm'ın ilk yıllarına kadar dilediği şekle girebiliyordu. Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed'in ümmetine bir lütuf olmak üzere şeytanın çeşitli şekillere girip Müslümanlara vesvese vermesini yasaklamıştır. Süraka cengâver ve cesur bir adam olduğu için şeytan onun suretine girer. O kadar ki Kureyşliler Süraka'yı bin süvariye bedel sayıyorlardı. Hatta Kureyşliler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret ettiği sırada, kendisini yakalamak için, arkasından Süraka'yı gönderirler. Resûlüllah ile en sadık arkadaşı Hazret-i Ebû Bekir çölde Medine'ye doğru ilerlerken Süraka arkalarından yetişir. Ebû Bekir-i Sıddîk -Ey Allah'ın Resulü, bize yetiştiler» der. Süraka bu iki mübarek zata yaklaşır, kılıcını çeker. Tam bu sırada Resûlüllah ona döner, iki parmağı, ile işaret eder, o anda Süraka'nın atının ayakları toprağa gömülür. Süraka üzerinden yere fırlar. Bu manzara karşısında şaşkına dönen Süraka kalkar. Peygamberimizden özür diler ve atının kurtulmasını ister, Cihana, rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yere bir nazar eder, at kurtulur. Süraka, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak peygamber olduğunu anlar ve eman dileyerek, Müslümanların Mekke'nin fethi sırasında ailesine ve adamlarına zarar vermemesi için bir nişan talebinde bulunur. Peygamberimiz, Ebû Bekir'e ona bir nişan vermesini emreder. Ebû Bekir (radıyallahü anh) emri yerine getirir. Süraka nişanı alır, geri döner, Peygamberimizi takibe koyulan. Mekkelileri de yoldan çevirir. Fakat Kureyşlilerin kendisini kınayacaklarından korktuğu için aralarına girmez. Şeytan yine boş durmaz, Kureyşlilerin gözünün döndüğü ve savaş rüzgârlarının estiği bir sırada yine Süraka suretinde aralarına girer ve «Ey kavmim, olayları takip etmek için aranızdan ayrılmıştım, artık savaş zamanı gelmiştir, kendimi size feda ettim. Daha önce başaramadığım işi şimdi başaracağım» der. Şeytanın bu cazip sözleri Mekkelilerin hoşuna gider ve «Ey Süraka, biz de senden bunu bekliyorduk, aramıza girmekle çok iyi ettin» derler. Şeytan bu hileleriyle onları savaşa teşvik eder. Müşrikler, şeytanı Süraka zannederek konuşmalarından cesaret alırlar, yoldan dönmezler ve Bedir'e kadar giderler. Müşrik ordusu toplanır, kuyunun başında karargâh kurarlar ve İslâm ordusunun gelmesini beklerler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de üçyüz on üç kişilik ordusu ile Bedir'e gelir. Peygamber ordusunda silâh yok denecek kadar azdı, ellerinde oklar ve sopalar bulunuyordu. Aslında Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş için yola çıkmamıştı, maksat Ebû Süfyan'ın kervanını takip etmekti. Fakat Cebrail gelip Peygamberimize kervanın yön değiştirerek menziline ulaştığını ve onun yerine müşrik ordusuna karşı çıkılacağını bildirir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ise durumu ordusuna haber vererek «bize savaşmak şart oldu» buyurur. Hâdiseler o kadar sür'atli gelişir ki orduya bir sancak almak için zaman bile kalmaz. Hatta bazı Müslümanlar ordunun bir sancağının bile olmamasına üzülürler, işte bu hâdiseden dolayıdır ki, Yüce Allah «Mü’minlerden bir kısmı savaşa istemeyerek giderlerdi' buyurur. Onlar -Ey Allah'ın Resulü, savaşacağımızı daha önce neden söylemedin? Eğer haberimiz olsaydı, bayrağımızı da alırdık» derler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de, -Yüce Allah bana iki şeyden birini emretti. Ya kervanla buluşmayı veya kâfir ordusu ile karşılaşmayı, kervan kaçtı, düşmanla savaşmaksa bize şart oldu» buyurur ve ordusu ile Bedir mevkiine gelir. Düşman ordusunun daha önce gelip Bedir kuyusunun etrafında karargah kurduğunu gören Peygamberimiz, kendisi de vadide karargâh kurar. Peygamber ordusunun ne silâhı, ne de suyu vardı. Ama buna karşılık sarsılmaz bir imanın sahibiydiler. Allah'a güveniyor, sadece O'ndan yardım bekliyorlardı. Dolayısıyla düşmandan en küçük korkuları yoktu. Çünkü Allah'a olan güvenleri tamdı. Şeytan bu defa gelip Peygamber ordusuna vesvese vermeye başlar ve «eğer siz hak yolda olsaydınız suyunuz, silâhınız ve üstünlüğünüz olurdu. Halbuki bütün bunlar size değil onlara verilmiş, siz susuz ve silahsız bırakılmışsınız» der. Tabii ki, Peygamber'in imanlı ordusu şeytanın bu vesvesesine hiç aldırış etmez. İki ordu o gece orada sabahlar. İslâm ordusu düşmandan çekinmez, ama susuzluktan biraz muzdarip olurlar. Sabahleyin kuvvetli bir yağmur yağar, böylece Müslümanlar su ihtiyacını karşılar, su kaplarını doldururlar, düşmana galip gelmeleri için Allahü teâlâ'dan yardım dilerler, Yüce Allah dualarını kabul ederek yardım vaad eder ve meleklerle onları kuşatır. Savaş hazırlıkları tamamlanır, iki ordu karşı karşıya gelir, kâfir ordusundan Utbe, Şeybe ve Velid üçlüsü öne atılırlar. Bunlara karşı Ensâr'dan üç genç çıkar. Utbe, Şeybe ve Velid bu gençleri beğenmeyerek «Biz soylu birer aileyiz, karşımıza çıkanların da bizim gibi soylu olmasını istiyoruz» derler. Bu defa onların karşısına Hazret-i Hamza, Ali ve Cafer çıkar. Hazret-i Hamza «Ben yeryüzünde Allah'ın aslanıyım, Hazret-i Ali, «Atam adımı arslan koymuştur' der ve savaş meydanına atılırlar. Böylece iki ordu savaşa başlar. Biri Allah'ın şanını yüceltmek, dinini yaymak ve rızasını kazanmak maksadıyla, diğeri ise putları için savaşırlar. Hazret-i Hamza, Ali ve Cafer karşılarına çıkan düşmanları bir hamlede yere yıkarlar. O anda bin melek mü’minlerin yardımına gelir. Bu meleklerden herbirinin kendine mahsus bir alâmeti vardır. Şeytan melekler arasında Cebrail'i görür, kaçmaya başlar. Şeytanın kaçtığını gören Ümmiye elini tutar «Ey hâin, gaddar; ahdini bozdun, bizi kandırdın ve size yardıma geldim' dedin, şimdi de bırakıp kaçıyorsun» der. Yukarda da izah edildiği gibi şeytan Süraka suretine girip müşrikleri kandırmıştı. Şeytan, Ümmiye'ye «Sizin görmediğiniz bir çok şeyleri ben görüyorum» cevabını verir. Ümmiye de ona «Sen şimdi Medinelilerden başkasını göremiyorsun» der. Aralarında bu konuşma cereyan ederken şeytan Cebrail'i görür, feryad ederek kaçar. Allahü teâlâ'nın, mü’minlerin yardımına göndermiş olduğu melekler kılıçlarını çekerler, dokuzyüz elli kişilik düşman ordusunun içine girerler, bir taraftan Peygamber ordusu, diğer taraftan melekler düşmana göz açtırmazlar. Müşrik ordusu neye uğradığını bilmez. Bu dehşetli manzarayı gören Ahnes ibn Şüreyk atıyla savaş meydanından kaçar. Bedir gününde, melekler Peygamber ordusuna pek iş bırakmazlar, kâfirleri bizzat kendileri öldürürler. Hazret-i Talha (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Savaşta meleklerin bize yardım ettiklerini gözümle gördüm. Kâfirin birini öldürmek için yanına yaklaştım, ben daha kılıcımı kaldırmadan kafasının uçurulduğunu gördüm, bunun melekler tarafından yapıldığına kanaat getirdim.» Cebrail, müşrik ordusunun kumandanı olan Ebû Cehil'in göğsüne dokunur, sırtına vurur, geri dönünce ibn Mes'ud (radıyallahü anh) kafasını keser. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) düşman hakkında bilgi edinmek için, gönüllü olarak aralarına gidecek birisini arar. Hazret-i Talha bu görevi üzerine alır, düşmanın bulunduğu yere gider, aralarında dolaşır, kimlerin savaşa iştirak ettiğini tesbit eder ve geri döner. Bir genci de beraberinde Peygamberimize getirir. Hazret-i Talha gördüklerini ve orada bulunanları Peygamberimize bildirir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ordusuna «Arabm ileri gelenlerinden yetmiş kişinin öldürülmesini emreder. Bu yetmiş kişi, Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye hicret edeceği zaman evinin etrafını kuşatmışlar, öldürmek için tuzak hazırlamışlardı. Peygamberimiz onları görünce yerden bir avuç toprak alır yüzlerine atar, Allah'ın izniyle atılan bu toprak gözlerine dolar. Bu sırada Allah'ın Eesûlü aralarından geçer gider. Bedir savaşında işte o yetmiş kişinin hepsi öldürülür ve virane bir kuyuya doldurulurlar. Peygamberimiz arkadaşlarıyla kuyunun başına gelir «Ey falanlar, ey falanlar, Rabbimizin bize vadettiklerinin hak olduğunu gördük. Rabbinizin size va'dettiği azabın hak olduğunu siz de gördünüz mü?» der. Yanında bulunanlardan bir kısmı «Ey Allah'ın Resulü, bu ölüler senin sözlerini nasıl anlayacaklardır?» diye sorarlar. Peygamberimiz de «Beni insanlara hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, onlar sözlerimin hepsini anlarlar, fakat cevap veremezler» buyurur. Bedir savaşında Allahü teâlâ mü’minlere yardım eder, kâfirleri büyük bir hezimete uğratırlar. Müşriklerin ileri gelenlerinden yetmiş kişi öldürülür, yetmiş kişi ise esir edilir. İslâm ordusundan ise sadece on üç kişi şehit olur. Peygamberimiz «Her kim bir kâfir öldürürse, elbisesi ve üzerindekiler onun olsun, kim de bir kâfirin başını bize getirirse onu mükâfatlandırırız» buyurur. Said (radıyallahü anh) elinde çok güzel bir kılıç olduğu halde Peygamberimizin huzuruna gelir, kâfirlerden yedi kişi öldürdüğünü söyler ve «Ey Allah'ın Resulü, bu kılıcın sahibini ben öldürdüm, kılıç benim olsun» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ona şöyle cevap verir: «Ey Said, ganimet mallarının hükmü henüz açıklanmadı, bu hususta Allahü teâlâ'nın hükmünü bekleyelim.» Said (radıyallahü anh) kılıcın elinden çıkmasına üzülür. O zaman bu sûrenin birinci âyeti nazil olur, Peygamberimiz kılıcı tekrar Said'e verir. 7 «Hani Allah iki taifeden birini size va'detmişti. Siz ise kuvveti ve silâhı bulunmayanın kendinizin olmasını arzu ediyordunuz, Allah da emirleriyle hakkı açığa vurmayı, kafirlerin arkasını kesmeyi irâde buyuruyordu.» 8 «Bunun hikmeti şu idi: Allahü teâlâ, o günahkârlar istemese de hakkı payidar kılmak, bâtılı da yok etmek istiyordu.» Yüce Allah sevgili Peygamberine yardımı va'dederek şöyle buyurmuştur-. «Allah iki taifeden birini size va'detmişti. Siz ise silâhı ve kuvveti bulunmayanın kendinizin olmasını arzu ediyordunuz. Allah da emirleriyle hakkı açığa vurmayı, kâfirlerin arkasını kesmeyi irâde buyuruyordu. Çünkü: Allahü teâlâ, kâfirler istemese de hakkı payidar kılmak, bâtılı da yok etmeyi dilemektedir..- Yüce Allah sevgili Peygamberine nusret vermiş, kâfirlere karşı galip getirmiş, inanmayanları ise hezimete uğratmak suretiyle mağlûp etmiştir. Yüce Allah hakkı açığa çıkarmayı ve payidar kılmayı kâfirlerin kökünü keserek bâtılı yok etmeyi istemektedir. Kâfirler, kendilerinin hak yolda olduklarını iddia ederek, islâm'ı kabul etmeyi reddetmişler, Allah da bu savaş sebebiyle kimin hak, kimin bâtıl yolda olduğunu açığa çıkarıp, bâtıl yolda olanları helak etmiştir. 9 «Hani siz Rabbinizden yardım dilemiştiniz. O da: "Ben size, birbiri peşinden bin melekle yardım ederim" diyerek duanızı kabul buyurmuştu.» 10 «Allah bunu ancak bir müjde olarak ve kalblerinizin yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz ki Allah mutlak galipdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.» Ey mü’minler, düşman üzerine galip gelmek için Rabbinizden yardım dilediğiniz anı hatırlayın. Allah sizin dualarınızı kabul ederek bin melekle yardım etmişti. Böylece sizi galip, düşmanı da mağlûp etmiştir. Bunu, size bir müjde ve kalblerinizin yatışması it;İn yapmıştır. Müslümanlar, düşmanın çokluğundan endişe ediyorlardı. Onların kalblerindeki bu şüpheyi gidermek ve Allahü teâlâ'nın va'dinin hak olduğunu bildirmek için bin melekle kendilerine yardım etmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah bunu ancak bir müjde olarak ve kalelerinizin yatışması için yapmıştı Yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz ki Allah mutlak galibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir..» Allahü teâlâ dostlarına nûsretle, düşmanlarına da kahriyle hükmetmiştir. Allah'ın hükmüne kimse mani olamaz. 11 «Allah, kendi tarafından bir emniyet işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesesini gidermek kalblerinizi pekiştirmek ve sebatınızı artırmak için gökten su indirmişti.» Geçen âyetlerin tefsirinde izah edildiği gibi, Peygamber ordusu düşmana karşı hazırlıksız çıkmıştı. Müşrik ordusu sayıca İslâm ordusunun üç katından daha fazlaydı, silâhları da o nisbette çoktu. Kâfirlerin çokluğu ve silâhlarının fazlalığı Müslümanların üzerinde olumsuz etki yapıyordu. Buna rağmen Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ordusuyla Bedir'e' gelir. Fakat yorgun ve uykusuzdular. Hatta içecek suları bile yoktu. Allahü teâlâ onların uykusuzluğunu, yorgunluğunu ve kalblerindeki endişeyi gidermek için kendilerine o -gece bir uyku verir. Bu uyku onlar için bir emniyet ve rahatlık işaretidir. Uyku esnasında, şeytanın vesvesesiyle içlerinden bazıları ihtilâm olur. Yanlarında içecek, kullanacak ve yıkanacak suları yoktur. Allah'ın lütfü olarak sabahleyin üzerlerine bol miktarda yağmur yağar. Biriken su ile ihtilâm olanlar yıkanır, su ihtiyaçlarını giderirler, su kaplarını da doldururlar. Yüce Allah bu yağmur vasıtasıyla şeytanın Müslümanlara verdiği vesveseyi yok eder, imanlarını artırır, susuzluklarını giderir, kumun üzerinde kolayca yürümelerini sağlar. Bütün bunlar, iman eden kullarının şükretmeleri için Allahü teâlâ'nın savaşta kendilerine ihsan ettiği nimetlerdir. Yüce Allah bunu şöyle bildiriyor: -Allah, kendi tarafından bir emniyet işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesesini gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve sebatınızı artırmak için gökten su indirmişti.» 12 «Hani Rabbin meleklere: "Şüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi iman edenlere sebat ilham edin» diye vahyediyordu. "Ben inkâr edenlerin kalblerine korku salacağım. Artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın" dedi.» 13 «Bu, onların Allah'a ve Peygamberine karşı koymalarındandır. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı gelirse, bilsin ki, Allah'ın cezası şiddetlidir.» 14 «İşte tadın onu. Kâfirlere bir de cehennem azabı vardır.» Bedir'de savaş başlayınca Allahü teâlâ, melekleri mü’min kullarına yardıma gönderir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor-. «Yâ Muhammed, senin Rabbin meleklere "Ben sizin yardımcınızım, gidin mü’minlere yardım edin, sebat ilham edin" diye vahyetmiştir.» Melekler gelirler, mü’minlerin teşkil ettiği safların arasına girerler. «Size müjdeler olsun, Allahü teâlâ size yardımcıdır, bunun alâmeti olmak üzere bizi yardımınıza gönderdi. Sağ tarafınızda düşman azdır, siz onlara galip geleceksiniz» diyerek Allah'ın müslümanlara yardım ettiğini haber verirler. Yüce Allah Müslümanların mutlaka galip geleceklerim müjdelerken, kâfirlerin kalblerine de onların korkusunu yerleştirir. Kâfirler Hazret-i Peygamber'in ve Müslümanların azametinden korkup savaş meydanından kaçarlar. Allahü teâlâ mü’min kullarına şöyle buyurur: «Ey mü’minler, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın, onlara merhamet etmeyin. Bu, onların Allah'a ve Peygamberine karşı koymalarmdandır. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı gelirse, bilsin ki, Allah'ın cezası şiddetlidir. İşte bu; onların dünyadaki cezasıdır, kâfirlere bir de cehennem azabı vardır.» Kâfirlere merhamet edilmemesinin sebebi, küfür ve şirk içinde yüzmeleridir. 15 «Ey iman edenler, harb için ilerlerken kâfir olanlarla karşılaştığınız zaman arka çevirmeyin.» 16 «Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse o, muhakkak ki, Allah'ın gazabına uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir sonuçtur.» Ey iman edenler, siz kâfirlerle savaş için karşılaştığınız zaman, onlardan korkarak sırt çevirip savaş meydanından kaçmayın. Kim düşman korkusu ile savaş meydanından kaçarsa Allah'ın gazabına uğrar. Bazı tefsircilere göre bu âyeti celîle şu hususlara delâlet eder: Az bir kuvvetin kendisinden çok fazla olan başka bir kuvvet karşısında -hiçbir şey yapamayacağını anladığı anda- kaçmasında bir sakınca yoktur. Bunun gibi silâhsız bir kişinin silâhlı olandan kaçması caizdir. Âyet-i celîle ayrıca savaştan kaçmanın büyük günah olduğuna delâlet etmektedir. Düşman ordusu, İslâm ordusunun iki katından fazla olsa bile İslâm ordusunun kaçmasına ruhsat yoktur. Düşman korkusundan dolayı savaş meydanını terketmek en büyük günahlardan olduğu gibi Allah'ın gazabına uğramaya da vesiledir. Müslümanın savaştan kaçması dinini, namusunu, vatanını ve milletini düşmana teslim etmesi demektir. Halbuki Müslüman Allah'ın dinini yaymak için cihadla mükelleftir. Cihaddan kaçanlar, Allah'ın azabına uğrayacakları gibi, dinlerinin, namuslarının, vatanlarının yok olmasına vesile olurlar. Düşmanın arzusu da zaten bunların ortadan kaldırılmasıdır. Bu ulvi değerler uğrunda savaşırken şehid düşmek Allah katında mükâfatların en büyüğüne nail olmaktır. Bir kısım tefsirciler ise şöyle demişlerdir: İslâm ordusunun sayısı on iki ibn, düşman ordusunun mevcudu yüz binin üzerinde bile olsa Müslümanların kaçmaları caiz değildir. Düşman ordusu sayı itibariyle ne kadar çok olursa olsun Müslümanların korkudan firar etmeleri uygun bir hareket değildir. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: «Sahabenin fazileti dörttür, ordunun fazileti ise dört yüzdür. Daha yukarısı da dört bindir. On iki bin mü'minin üzerine asla galip gelinemez. Ta ki kumandanlarına karşı gelip aralarında ihtilâf çıkana kadar. Eğer kumandanlarına tâbi olurlar ve anlaşmazlık çıkmasına meydan vermezlerse Allah'ın yardımı onlarla beraberdir.» 17 «Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, mü’minleri denemek ve onlara güzel bir lûtufta bulunmak için yapmıştı. Doğrusu Allah hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir.» Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur; Müslümanlar, kâfirleri Bedir'de mağlûp edip hezimete uğratınca, aralarında «ben falanı öldürdüm, ben de filânı öldürdüm' diye söylenmeye başlarlar. Yüce Allah, onların gururlanıp, Allah rızası için yapmış oldukları savaşın sevabının yok olmasına sebebiyet vermemeleri için bu âyeti inzal eder ve şöyle buyurur; «Ey mü’minler, onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü.» Meleklerle size yardım edip, imdadınıza yetişti ve sizi onların üzerine galip kıldı. Allahü teâlâ daha sonra Peygamberine hitap edip, şöyle buyurdu: «Yâ Muhammed, kâfirlerin gözüne bir avuç toprağı sen atmadın, fakat onu Allah attı, ve bütün kâfirlerin gözüne doldurdu. Senin görevin toprağı onlara doğru atmaktı, hepsinin gözüne eriştirmek bizdendi. Toprağı zahirde atan sensin, hakikatta ise yerine ulaştıran biziz.» Allahü teâlâ’nın bu hitabı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şahsında bütün müminleredir. Yüce Allah, mü’minleri denemek ve güzel bir lütûfta bulunmak için Bedir günü yardımını göndermişti. Doğrusu Allah hakkıyle işitendir, peygamberinin ve bütün mü’min kullarının yalvalmalarını işitir, dualarına icabet eder. O, her şeyi kemâliyle bilir, hiçbir' şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. 18 «Bu böyledir. Allah kâfirlerin kötü hallerini gevşetir, zayıflatır.» 19 «(Ey kâfirler), zafer istiyor idiyseniz işte, zafer aleyhinize çıktı. Peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur. Yok, tekrar dönerseniz Biz de döneriz. Topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.» Allahü teâlâ Bedir'de kâfirlerin kötü hilelerini kendi başlarına çevirmiştir. Onlar, Müslümanları mağlûp etmek ve hezimete uğratmak için tuzaklar hazırlamışlar, Bedir'e hareketlerinden önce Kabe'nin örtüsüne sarılarak «Yâ Rab, iki ordunun en yücesini, iki topluluğun en doğru yolda olanını ve iki zümrenin en ulusunu muzaffer kıl» diye dua etmişlerdi. Mekkeli müşrikler, Müslümanlara galip gelip, onları hezimete uğratacaklarına güveniyorlardı. Çünkü kendilerinin doğru yolda olduklarını kabul ediyorlardı. Yüce Allah Müslümanlara nusret edip, müşrikler üzerine galip kılmıştır. «Ey kâfirler, zafer için dua ettiniz, duanız kabul oldu, fakat zafer aleyhinize döndü. Eğer peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur. Yok, şayet tekrar savağa dönerseniz, biz de yine sizi mağlûp eder, hezimete uğratırız. Müslümanlardan sayıca fazla da olsanız, bu çokluğunuz size asla fayda vermez. Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.» Allah, ancak mü’minlere yardım eder. 20 «Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Kendiniz Kur'an'ı dinleyip dururken ondan yüz çevirmeyin.» 21 «Ve kendileri dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gibi olmayın.» Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Emir ve yasaklarına asla muhalefet etmeyin. Hükümlerine tâbi olun. Kur'an'i okuduktan, dinledikten ve hükümlerini öğrendikten sonra, yüz çevirmeyin. Emirlerine sarılın, yasaklarından ise sakının. Kendileri Kur'an'ın emirlerini dinlemedikleri halde «dinledik» diyenler gibi olmayın. Onlar kendilerine yazık etmişlerdir. Kur'ân-ı Azîmüşşan peyderpey nazil olurken Arap kabilelerinden bazıları ona iman etmezler. Kendilerine Kur'ân-ı Kerim'i okumaları ve dinlemeleri tavsiye edildiğinde «Biz onu dinledik» derler. Allahü teâlâ, mü’minlerî ikaz ederek, «Siz onlar gibi olmayın» buyuruyor. İmam-ı Kelbî (radıyallahü anh)'ye göre böyle diyenler, Benî Abduddar kabilesine mensup kişilerdir. İsmi geçen kabileden sadece Musab ibn Amr ile Süveyd ibn Havlid İslâm'ı kabul etmişti. 22 «Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.» 23 «Eğer Allah onlarda bir iyilik görseydi işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı yine de yüz çevirirlerdi. Zaten dönek kimselerdir.» Yeryüzündeki canlıların Allah katında en kötüsü, gerçeği işitmeyen sağırlar, hakkı soylemeyen dilsizler ve iman ile küfrü birbirinden ayıramayan beyinsizlerdir. Eğer Allahü teâlâ onlarda bir iyilik, bir kabiliyet görseydi ve iman edip, imanlarında da sebat edeceklerini bilseydi elbette kendilerine iman nasip eder, İslam ile şereflendirirdi. Yüce Allah onların iman etmeyeceklerini ilm-i ezelîsinde bildiği için iman nasip etmemiştir. Onlar Kur'an'ın emir ve yasaklarını bildikleri halde yine de yüz çevirmişler ve Peygamberimizi yalanlamışlardır. -Eğer Allah onlarda bir iyilik görseydi işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı yine de yüz çevirirlerdi. Zaten dönek kimselerdi. «Kafirler hakkı gördükleri ve işittikleri halde yine de iman etmemişlerdir. 24 «Ey iman edenler, Peygamber size hayat verecek olan şeylere sizi davet ettiği zaman Allah'ın ve Resulünün dâvetine icabet edin. Allah'ın, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O'nun katında toplanacağınızı bilin.» Ey iman edenler, Allah ve Resulünün size hayat vereceği şeylere sizi davet ettikleri zaman davete icabet edin. Emirlerine sarılın ve yasakladıkları şeylerden kaçının. Çünkü sizin için Allah ve Resulünün emirlerinde hayat, saadet, mutluluk ve kurtuluş vardır. Allah'ın ve Resulünün emirlerina itaat eder, yasaklarından kaçınırsanız dünya ve âhiret mutluluğuna erişir, ebedî saadete kavuşursunuz. Emirleri hiçe sayar, yasaklardan da kaçınmazsanız dünyada da, âhirette de ebedi zarara uğrayanlardan olursunuz. Allah, gerçekten kişi ile kalbi arasına girer, her şeyine hâkim olur. Ve siz muhakkak toplanıp O'na varacaksınız. İbn Abbas (radıyallahü anh) bu âyetin tefsirinde şöyle demiştir: «Allahü Toâlâ, kâfirleri cennete götürecek amellerden alıkoyar, mü’minleri do cehenneme götürecek amellerden men eder.» Kâfir istese bile kendisini cennete götürecek amel yapamaz. Çünkü küfrü ona mani olur. Gerçek mü’min de kendini cehenneme götürecek amel ve fiillerden sakınır. Mü’minin imanı buna mani olur. 25 «Aranızdan yalnız zâlimlere erişmekle kalmayacak olan fitneden sakının. Allah'ın azabının şiddetli olduğunu bilin.» Ebû Zer (radıyallahü anh) şöyle nakleder: «Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir gün elimi tuttu, ona "Ey fitne kilidi elimi bırak" dedim. O da "Bunu söylemekle neyi kast ediyorsun?" dedi. Ben de "Bir gün Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzurunda iken sen geldin, cemaatin en arkasına oturdun. O zaman Peygamberimiz "Ömer içinizde olduğu müddetçe, asla fitneye düşmezsiniz, çünkü, o fitnenin kilididir" buyurdu, dedim. Bu ümmetin arasında fitne ancak senden sonra zuhur eder, sen olduğun müddetçe mü’minler arasında fitne çıkmaz".- Yüce Allah mü’minleri ikaz ederek şöyle buyuruyor; «Ey iman edenler, aranızdan yalnız zâlimlere erişmekle kalmayacak olan fitneden sakının, Aranızda zuhur eden fitne zâlime, mazluma, âsiye ve itaatkâra aynı şekilde erişir. Zâlime ve âsiye isyanlarından dolayı, mazluma ve itaatkâra da zâlimlerin zulmüne mani olmadıklarından dolayı erişir. Bir beldede fitne zuhur ettiği zaman, orada bulunanların hepsini etkiler. Sadece fitne çıkaranlar değil, iyi ve kötü herkes aynı şekilde etkilenir. Fitne hepsinin azaba müstehak olmasına sebeb olur. 26 «Yeryüzünde azlık olduğunu' ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi esir olarak alıp götürmesinden korktuğunuz zamanları hatırlayın. Allah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş ve temiz şeylerle rızıklandırmıştır.» Ey iman edenler, yeryüzünde azınlıkta olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi esir etmesinden korktuğunuz zamanları hatırlayın. Allah, şükredip, emirlerine itaat edesiniz diye sizi düşmanlarınızın arasında barındırmış, yardımıyla desteklemiş ve temiz şeylerle rızıklandırmıştır. Bütün bu nimetler, şükretmeniz için size verilmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Yeryüzünde azlık olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi esir olarak alıp götürmesinden korktuğunuz zamanlan- hatırlayın. Allah, gükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş ve temiz şeylerle rızıklandırnuştır.» 27 «Ey iman edenler, Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin.» Yüce Allah bu âyet-i celilede iman sahiplerini ikaz ederek Allah'ın ve Resulünün emirlerine ihanet etmemelerini emrediyor. Bu âyetin nüzul sebebi şudur: Mü’minler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i dinlerler, ondan işittiklerini daha sonra ifşa edip yayarlardı. Bu ifşaat müşriklerin kulağına gelir, Müslümanlarla alay etmelerine vesile olurdu. Allahü teâlâ mü’minleri bundan nehyederek şöyle buyurmuştur: «Ey iman edenler, Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin,» Yüce Allah'ın emirleri her mü’mine emanettir. Bu emanetleri hakkıyle muhafaza edenler, mes'uliyetten kurtulup ebedî mükâfata kavuşurlar. Muhafaza etmeyip hainlik edenler ise, ebedî cezaya uğrarlar. Hâin: Kendisine emanet edilen şeyleri muhafaza etmeye gücü yettiği halde, emaneti zayi eden kimsedir. Allah'a ve Resulüne isyan edenlere de hâin denir. Hâinler kendilerine Allah'ın emir ve yasakları emanet edildiği halde, emirleri terk edip, yasaklardan sakınmazlar ve emaneti zayi ederler. Allah'ın emirlerini zayi edenler ise hâinlerin tâ kendileridir. Çünkü Allah'ın emirleri iman edenlere emanettir. Onları zayi etmekse ihanettir. Bazı tefsircilere göre, hâin, içi başka dışı başka olan kimsedir. Böyle bir kimse görünüşte mü’min, gerçekte münafıktır. Sözü, haline uymaz. 28 «Bilin ki, mallarınız da, çocuklarınız da ancak birer imtihandır. Büyük mükâfat ise şüphesiz Allah katındadır.» Yüce Allah bu âyet-i celîlede malların ve çocukların sahipleri için birer imtihan vesilesi olduğunu bildiriyor. Bu âyetin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldikleri zaman, Yahudi kabileleriyle barış andlaşması yapar. Buna göre şehir dışardan gelen tehlikeye karşı müşterek savunulacak, andlaşma tek taraflı bozulduğu takdirde, bozan taraf cezalandırılacaktı. Müslümanlar Hendek savaşında yalnız bırakılırlar, Yahudiler yardıma gelmezler, hatta Müslümanları arkadan vurmak için de plân hazırlarlar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Hendek muharebesinden sonra, ordusu ile birlikte, Bent Kurayza kabilesinin bulunduğu Hayber kalesini kuşatır, ihanetlerini yüzlerine vurmak için «Ey hınzır ve maymunların kardeşleri, kaleden aşağıya inin» der. O sırada kalede altıyüz kadar yahudi bulunuyordu. Kureyşliler, kendilerine yardım va'dinde bulundukları için Müslümanlarla savaşmayı göze almışlardı. Peygamberimizin sözleri kendilerine ağır gelince «Yâ Muhammed, sen fahiş söz söylemezdin, neden böyle konuştun?» derler. Daha sonra Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Lübabe'yi elçi gönderir. Lübabe aslen Hayberli idi, çocukları ve malları hâlâ ordaydı. Elçi olarak gelip Yahudilerin arasına girince, gönlü onlara meyleder. Lübabe'nin elçi olarak geldiğini gören Kureyzahlar, «Yâ Ebâ Lübabe, Muhammed'in yanına inmemizi bize tavsiye eder misin?» derler. Bunun üzerine Lübabe eliyle, boynunu işaret eder. Eğer Muhammed'in yanına giderseniz, hepinizin boynunu vuracak demek ister. Lübabe bu işareti onlara verdikten sonra aklı başına gelir, yaptığına pişman olur. «Allah'a ve Resulüne ihanet ettim» diyerek yanlarından ayrılır, gelip mescide girer, kendisini mescidin direklerinden birine bağlar ve «hakkımda tevbe âyeti gelene kadar buradan kendimi asla çözmeyeceğim' der. Bunun üzerine mezkûr âyet-i celîle nazil olur ve şöyle buyurulur: «Bilin ki, mallarınız da, çocuklarınız da ancak birer imtihandır. Büyük mükâfat ise şüphesiz Allah katındadır. Mallarınızın ve çocuklarınızın yüzünden Allah'a ve Resulüne ihanet edip dininizi fesada vermeyin. Bu âyetin nüzulünü öğrenen Ebû Lübabe, yaptığına pişman olur, tevbe eder ve kendisini çözer. 29 «Ey iman edenler, Allah'dan korkarsanız O sîze iyiyi kötüden ayırdedecek bir anlayış verir. Kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. En büyük ihsan ve inayetin sahibi Allah'dır.» Ey iman edenler, eğer Allahü teâlâ'ya itaat eder, emirlerine sanlır, yasaklarından kaçınırsanız O, size iyiyi kötülükten, hakkı bâtıldan, haramı helâldan ayırdedecek bir anlayış verir. Günahlarınızı ve kusurlarınızı bağışlar, kötülüklerinizi örter. Size dünya ve âhiret mutluluğu ihsan eder,. Çünkü en büyük ihsan ve inayetin sahibi O'dur. İman eden kullarına insaniyle lütfeder. 30 «Hani bir zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri, yahut seni çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken Allah da tuzaklarını bozuyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler, aralarında çeşitli mes'eleleri konuşmak için, Dârü'n-Nedve denilen bir binada toplanırlardı. Meclisin ileri gelenleri ise Ebû Cehil, Amr ibn Hişam, Ebû Necter ve diğerleriydi. Bu adamlar baştan beri Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e cephe alan, iman edenlere engel olmak için çeşitli işkenceler yapan kimselerdi. Yapılan bütün işkencelere rağmen Müslümanların sayısı günden güne artıyordu. Müşrikler ise bunu bir türlü hazmedemiyorlar, İslâm güneşini söndürmek istiyorlardı. Bu menhus emellerinin gerçekleşmesi için tek çare Resûlüllah’ın mübarek vücudunu ortadan kaldırmaktı. Peygambere ve mü'minlere komplo hazırlamak için Dârü'n-Nedve'de toplanırlar, aralarında konuşurlar; kimi Resûl-i Ekrem'in hapsedilmesini ister, kimi öldürülmesini söyler, kimi de Mekke'den sürülmesini tavsiye ederdi. Onlar aralarında bu şekilde fikir teatisinde bulunurken, şeytan yaşh bir insan kılığına girerek, yanlarına gelir ve Neccar Kabilesinden olduğunu söyleyerek aralarına girmek için izin ister. Bu yaşlı insanın Neccar Kabilesinden oluşu onların hoşuna gider ve kendisine akıl danışırlar. Halbuki akü danıştıkları, kendisine iltifat ettikleri şeytandır. O da, bunların fikrini aldıktan sonra Ebû Cehil'in fikrini benimser ve kendilerine tavsiye eder. Ebû Cehil'in fikri şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i öldürmek için Mekke'de meskûn bulunan her kabileden birer kişi çıkarılacak, hepsi birden, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hücum edecekler ve öldürecekler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmayacaktı. Peygamber'in kabilesi de)e-Hülüllah'ı kimin öldürdüğünü bilemoyeceği için kendilerinden ancak kan bedeli talep edecek ve herhangi bîr düşmanlıkta "bulunmayacaktı. Gerçek niyetleri buydu. Onlar aralarında bu şekilde karar veredursunlar Yüce Allah sevgili Peygamberine hicret emrini bildirir ve yukardaki âyet-i celileyi inzal ederek müşriklerin, hakkında aldıkları kararı şöyle beyan eder: 'Hani bir zaman o kâfirler seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri, yahut seni çıkarmaları için »ana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken Allah da tuzaklarını bozuyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine hicret emrini bildirince Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye gitmek için hazırlıklara başlar. Gizlilik içinde hareket eder. Verilen emir gereği yanına dostu Ebû Bekir-i Sıddik Hazretlerini alacaktı, durumu öğrenen Hazret-i Ebû Bekir çok sevinir. Hicret için bütün hazırlık tamamlanır. Müşrikler ise Allah'ın Resulünü öldürmek için fırsat kolluyorlardı. Hicret edeceği akşam, evinin etrafı kırk müşrik tarafından sarılır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), müşrikleri oyalamak için, Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'yi döşeğine yatırır, Yâsin-i Şerifi okuyarak evinin penceresinden çıkar, kâfirlerin arasından geçip gider. Müşriklerin hiçbiri Peygamberimizi göremezler ve sabaha kadar evden çıkmasını beklerler. Halbuki Allah'ın Resulü çoktan çıkıp aralarından geçip gitmişti. Sabah olunca Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in evden çıkmadığını görürler, eve hücum ederler, içeri girdiklerinde Resûlüllah'ın yatağında Hazret-i Ali'yi görürler. Manzara karşısında şaşkına dönerler, ne yapacaklarını şaşırırlar. Peygamber'i yakalamak için dört yana adamlar gönderirler ve bunu gerçekleştirecek olan kimseye mükâfat vaat ederler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ise, gecenin ilk saatlerinde Ebû Bekir (radıyallahü anh)'i yanına alarak Medine'nin yolunu tutar ve gün doğmadan Sevr tepesine ulaşırlar. Peygamberimiz tedbirli hareket eder, gündüz yolculuğunu uygun bulmaz ve yol arkadaşı Hazret-i Ebû Bekir'le Sevr tepesindeki mağaraya sığınır. Tam bu sırada bir örümcek gelir mağaranın kapışma ağ örer. Aynı yere güvercin de yuva yapar. Bütün bunlar bir anda gerçekleşir. Mağaraya, insan girmediği görüntüsü ortaya çıkar. Kâfirler ateş püskürür, Peygamber'i yakalamak için büyük bir arama kampanyasına girerler ve develerinin izini tesbit ederler. Bu izleri takiben Sevr tepesindeki mağaranın yanına kadar gelirler ve her şey orada biter. Mağaraya, bakmak akıllarına gelmez. Bunu akıl etmiş olsalardı Allah'ın Resulünü ve arkadaşını göreceklerdi. Yüce Mevlâ kâfirlerin gözüne öyle bir perde çeker; ki, sevgili Peygamberini onlara göstermez. Hiç Allahü teâlâ sevgili Peygamberini kâfirlere ezdirir mi? Onların karşısında mahcup eder mi? Elbette etmez. Müşrikler kurdukları tuzağa kendileri düşerler. 31 «Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: "İşittik, istesek biz de aynısını söyleyebiliriz. Bu sadece eskilerin masallarıdır" derlerdi.» Bu âyet-i celîle Nadr ibn Haris hakkında nazil olmuştur: Haris, her zaman halkın kalabalık olduğu yerlerde oturur, eskilerin masallarını ve hikâyelerini anlatır ve «Muhammed'in size gaybtan haber verdiği şeyler de eskilerin masallarıdır» derdi. Osman ibn Matuf (radıyallahü anh), Haris'in söylediği yalanlara ve insanları kandırmasına dayanamaz. «Ey Haris, Muhammed'in söyledikleri haktır, onu yalanlamaktan Allah'dan kork» der. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyet-i celîleyi inzal eder ve şöyle buyurur: «Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: "İşittik, istesek biz de aynısını söyleyebiliriz. Bu sadece eskilerin masallarıdır" derlerdi.» 32 «"Allah'ımız, eğer bu kitab, gerçekten senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver" demişlerdi.» Nadr İbni Haris müşriklerin en azüılarındandı. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ve Kur'ân-ı Kerim'i inkâr ederdi. Osman ibn. Matuf (radıyallahü anh), Haris'e «Allah Resulünün söylemiş olduğu her şey haktır. Onu yalanlamaktan Allah'dan kork» der. Matuf (radıyallahü anh)'dan bu sözleri işiten Haris ve arkadaşları «Eğer Muhammed'in söyledikleri hak ise, gökten üzerimize taş yağdırsın veya bizi elim bir azaba mübtelâ ederek cezalandırsın» derler. Onların bu şekilde konuşmalarını Allahü teâlâ şöyle beyan ediyor: «"Allah'ımız, eğer bu kitab, gerçekten senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver" demişlerdi. «Onlar iman yerine, Allah'ın azabını tercih ederler. Neticede arzu ettikleri başlarına gelir. 33 «Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azab etmez. Onlar istiğfar ederlerken de Allah yine; onları azablandırıcı değildir.» Nadr ibn Haris, Allahü teâlâ'nın üzerlerine azab indirmesini istemişti. Çünkü arkadaşlarıyla birlikte Kur'ân-ı Kerîm'in Allah tarafından gönderildiğine inanmıyorlar, üzerlerine bir azabın inmesini istiyorlardı. Yüce Allah Mearic sûresinin birinci âyetinde «isteyen biri, inecek azabı istedi» buyurarak, kâfirlerin elim bir azaba uğrayacaklarını bildirmiştir. Nitekim Bedir muharebesinde istedikleri başlarına gelmiş ve kâfirlerin ileri gelenlerinden yetmiş kişi öldürülmüştür. Said ibn Cabir (radıyallahü anh) şöyle demiştir; «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir'de Nadr İbn Haris, Tamaa ibn Addi ve Akabe'yi esir ederek öldürmüştür. Sahabeden Mikdad (radıyallahü anh), Haris'i esir ederek Peygamberimize teslim etmiştir. Bir müddet sonra gelip «Ey Allah'ın Resulü, esirimi bana ver» demiştir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de «Ey Mikdad, esirin Allah ve Resulünün rızası için beni bırakın» der, sen buna ne dersin?» buyurmuştur. Mikdad «Ey Allah'ın Resulü, esirimi eviyle birlikte bana ver» der. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ey Rabbim, Mikdad'ı fazlın ile gani kıl» diyerek, ona dua etmiştir. Peygamber'in kendisine dua ettiğini gören Mikdad «Ey Allah'ın Resulü, ben senden bunu istiyordum. Sen de istediğimi yaptın» demiştir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: 'Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azab etmez. Onlar istiğfar ederlerken de Allah yine onları azablandıncı değildir.» Onlar Yüce Allah'dan azab istedikleri zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içlerindeydi. Allahü teâlâ hiç bir kavme peygamberleri arasında iken azab göndermemiş, ancak peygamberini helak edeceği kavmin içinden çıkardıktan sonra azabını göndermiştir." Yine Yüce Allah, iman edip, tevbe-i istiğfar ederek namaz kılan bir topluma da asla azab etmez. Ebû Musa Eş'ari (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Yeryüzünde halkı azabtan koruyan iki şey vardır. Bunlarla halk azabtan korunur. Biri peygamberlerdir. Peygamberler kavimleri içinde oldukları müddetçe, Allahü teâlâ o kavme azab etmez. Biri de tevbe-i istiğfardır. Yüce Allah tevbe-i istiğfar eden kullarına istiğfar ettikleri müddetçe azab etmez. Peygamberler kavimleri içinden alındığı için, yeryüzünde sadece biri kalmıştır ki, o da tevbe-i istiğfardır.» 34 «Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten men'ederlerken Allah onlara niçin azab etmesin. Hem de O'nun dostu değiller, O'nun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar.» Allahü teâlâ'nın azabı iman etmeyip isyan edenleredir. Müşrikler, Mekke devrinde Müslümanları Beytullah'ı ziyaretten alıkoymuşlar, Beytullah'a sokmamışlardır. Onlar, Allah'ın dostu olduklarını ileri sürerek, Yüce Allah'ın azabına uğramayacaklarını söylemişlerdir. Allahü teâlâ, Müslümanları inançlarından alıkoyarak, Mescid-i Haram'a girmekten men'edenlere neden azab etmesin? Mü’minlerin imanına ve ibadetlerine mani olanlar asla Allah dostu olamazlar. Ancak iman edip, Allah'ın emirlerine sarılan ve yasaklarından kaçınan takva sahipleri Allah'ın dostudurlar. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 35 «Kabe'deki tapınmaları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Devam edegeldiğiniz o küfrünüzden dolayı tadın artık azabı.» İslâm'dan önce müşrikler Kabe'yi çıplak olarak tavaf ederler, bu sırada ıslık çalıp, el çırparlardı. Onlar bu hareketlerini ibadet kabul edip, Müslümanlara cephe almışlardır. Müslümanları Beytullah'ı tavafa da yaklaştırmamışlar ve onların tavafına mani olmuşlardır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor; «(Müşriklerin) Kabe'deki tapınmaları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Devam edegeldiğiniz o küfrünüzden dolayı tadın artık azabı.» Onlar dünyada da, âhirette de ebedi hüsrana uğrayacaklar ve lâyık oldukları cezayı göreceklerdir. 36 «Küfredenler, insanları Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Bırak harcasınlar o malları. Nihayet bu, onlara bir yürek acısı olacaktır. Sonra da mağlûp olacaklardır. Küfredenler en sonunda cehenneme sürükleneceklerdir.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'a görte, bu âyet-i celîle, Bedir'de müşrik ordusuna çeşitli yardımlarda bulunup, Müslümanlara karşı savaşa teşvik edenler hakkında nazil olmuştur. Ki bunların başlıcaları şunlardır: Ebû Cehil, kardeşi Haris, Utbe, Şeybe ve Meniyye. Bunlar, müşrik ordusunun galip gelmesi için servetlerini orduya bağışlamışlar ve Müslümanların mağlûp olması için ellerinden geleni yapmışlardı. Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor; «Muhammed'i ve Kur'an'ı inkâr edip, yalanlayanlar, iman edenleri Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcamışlardır. Allah, bu harcadıklarıyla onların nedametini ve azabını artırmıştır. Nihayet bu, onlara bir yürek acısı olacaktır. Küfredenler en sonunda cehenneme sürükleneceklerdir.» 37 «Allah temiz ve iyi olanları fena ve kötü olanlardan ayırdedecek, temiz olmayanları küme küme birbirinin üzerine yığıp hepsini toplayacak ve topunu birden cehenneme koyacaktır. Onlar, en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir.» Kafirlerin dünyada helak olup, felâkete' uğramaları, esir edilmeleri ve mallarının ellerinden gitmesi şirk ve küfürlerine karşı bir keffâret değildir. Onlar, bu yolda harcamış oldukları malları kendileri için kurtuluş ve büyük mükâfat sayarlar. Halbuki bu, onlar için en büyük vebaldir. Halbuki mü’minlerin, Allah yolunda harcadıkları ve cihisimleri günahlarının keffâretidir. Çünkü mü’minler Hakk’ın rızasını kazanmak içia mallarını ve canlarını feda ederler. Allahü teâlâ temiz ve iyi olanları fena ve kötü olanlardan ayırdedecektir. Kıyamet günü iman edenlerle, etmeyenler de ceza görecek-ayırdedecektir. Îman edenler mükâfat, etmeyenler de ceza göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah temiz ve iyi olanları fena ve kötü olanlardan ayırdedecektir. Temiz olmayanları küme küme birbirinin üzerine yığıp hepsini toplayacak ve topunu birden cehenneme koyacaktır. Onlar en büyük zarara uğrayanların ta kendisidir.» 38 «O küfredenler, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle.» Yâ Muhammed, o küfredenlere söyle, eğer savaştan vazgeçip iman ederlerse Yüce Allah onların geçmiş günahlarını afveder, suçlarını bağışlar, savaştan vazgeçip iman etmezlerse, Allah onları helak eder ve hezimete uğratır. Peygamberini ve iman edenleri ise aziz kılar. Allahü teâlâ iman edenleri aziz kıldığı gibi, iman etmeyenleri de zelil eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O küfredenler, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle.» 39 «Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.» 40 «Eğer yüz çevirirlerse, bilin ki Allah sizin Mevlânızdır. Ne güzel Mevlâdır, ne güzel yardımcıdır O.» İslâm'ın gayesi yeryüzünden şirk ve küfrü kaldırarak, insanları Allah'ın birliğine imana davet etmektir. Peygamberlerin gönderilmesinin hikmeti de budur. Dolayısıyla iman edenlerin yeryüzünden şirk ve küfür kalkana kadar mücadele etmeleri şarttır. Yeryüzünde İslâm Nizamının hâkim olması için, her mü’minin küfür ile mücadele etmesi üzerine farzdır. Allahü teâlâ sevgili Peygamberi» ne şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, yeryüzünden şirk ve küfür kalkana kadar kâfirlerle savaş. İslâm'ı yeryüzüne hâkim kıl, zira Allah katında makbul din İslâm'dır. Şayet kâfirler iman edip, mü'minlerle savaştan vazgeçerlerse, Allahü teâlâ günahlarını bağışlar, yaptıklarının karşılığını verir. Ey mü’minler, eğer kafirler, küfirlerinden vazgeçip iman etmezlerse, onlardan asla çekinmeyin. Çünkü Allah sizin Mevlânız, muhafızınız, yardımcınız, bağışlayıcınız ve merhamet edicinizdir. O'ndan başka yardımcınız, koruyucunuz ve merhamet ediciniz yoktur. 41 «Biliniz ki, kâfirlerden ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah içindir. O da, Peygamber'e, ve onun akrabalarına, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir. Eğer siz Allah'a iman etmiş ve o hak ile batılın ayrıldığı Bedir günü, o iki ordunun birbiriyle çarpıştığı gün, kulumuza (Hazret-i Peygamber)e indirdiğimiz âyetlere îman etmişseniz. Allah her şeye kadirdir.» Allahü teâlâ, bu âyet-i celîlede savaşta elde edilen ganimet mallarının nasıl taksim edileceğini şöyle beyan ediyor: «Ey iman edenler, biliniz ki harbde ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri Allah'ın, Resûlü'nün, hısımların, öksüzlerin, yolcuların ve yoksulundur.» Böyle bir malın Yüce Allah'a izafe edilmesi ta'zim ve teberrük içindir. Allah her şeyden ganidir, O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, Allah adına ayrılan ganimet malları, Beytullah’ın tamiri vediğer ihtiyaçlar için harcanırdı." Ebûl Âliye (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimet mallarını beşe taksim eder, dört hissesini savaşa iştirak edenlere verirdi. Geri kalan bir kısmım da tekrar altıya taksim eder, altıda birini Allah için Beytullah'a harcar, birini kendi için alır, geri kalanını ise âyette zikredildiği şekilde taksim ederdi. Peygamber'den sonra, ona ve akrabasına ayrılan taksim hakkında bilginler ihtilâf etmişlerdir. Kimi bilginler Peygamber'e ve akrabasına ayrılan payın halifenin akrabasına ait olduğunu söylemişler. Ancak fıkıhçılar Peygamber hakkı ile akrabalarına ayrılan hissenin, ordunun ihtiyacına harcanmasında ittifak etmişlerdir. Hazret-i Ebû Bekir ile Ömer'in halifelikleri zamanında durum böyle olmuştur. Dört halife devrinde bunun dışında kalan ganimet malları lıe üçe ayrılmış, bir kısmı öksüzlere, bir kısmı yoksullara ve bir kısmı da yolculara bırakılmıştır İmamı A'sum'ın tercihi de budur. Allahû Teâlâ şöyle buyuruyor: 'Ey iman edenler, siz gerçekten iman etmişseniz Allah'ın ve Peygamber'in emirlerine itaat edin, ganimetteki taksime razı olun, Allah'ın emirlerine muhalefetten sakının. Allah Bedir günü hak ile bâtılı ayırd etti. Mü’müılere nusret verip, kafirleri hezimete uğrattı. Bilin ki, Allah her şeye hakkıyla kadirdir. Düşmanlarını helak eder, iman edenleri yüceltir. Kimse O'nun hükmüne karşı gelemez. 42 «Siz vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler, kervanın süvarileri daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz. Fakat işlenmesi gerekli olan emri yerine getirmek için Allah böyle yaptı. Tâ ki helak olan kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalan kişi de yine apaçık delili görerek hayatta kalsın. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir.» Allahü teâlâ, bu âyet-i celile ile Bedir savaşının durumunu bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Ey mü’minler, siz Bedir'de, vadinin Medine tarafında, bulunuyordunuz. Müşrikler ise Mekke tarafında ve Ebû Süfyan’ın kervanı da sizden üç mil uzakta, deniz kenarında idi. Yüce Allah'ın, Bedir'de sizi galip kılıp, düşmanı hezimete uğratmasını hatırlayın. Bu, Allah'ın size bir ihsanı ve in'amıdır. Eğer siz müşriklerle savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz. Allah sizi Bedir'de düşmanla bir araya getirmekle ezelî ilminde takdir etmiş olduğu hikmeti yerine getirmiştir. Böylece küfredenleri helak etmiş, iman edenleri ise zafere ulaştırıp aziz kılmıştır. «Siz vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler, kervanın süvarileri daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız, vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz. Fakat işlenmesi gerekli olan emri yerine getirmek için Allah böyle yaptı. Tâ ki helak olan kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalan, kişi de yine apaçık delili görerek hayatta kalsın. Şüphesiz ki Allah hakkıyle işitici, kemâliyle bilicidir.» Böylece Yüce Allah hakkı bâtıldan ayırt etmiş, iman edenlerin hak üzere, iman etmeyenlerin ise sapıklıkta olduğunu göstermiş, mü’minlere mükâfatını, kâfirlere de cezasını vermiştir. 43 «Hani Allah sana uykuda onları az göstermişti. Onları sana çok gösterseydi gevşerdiniz, korkardınız, iş üzerinde çekilirdiniz. Fakat Allah sizi kurtardı. Çünkü O, kalblerde olanı hakkıyle bilendir.» Bedir muharebesinden önce Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine bir uyku verir ve bu sırada düşman ordusunu kendisine az gösterir. Uyku anında düşman ordusunun az olduğunu gören Peygamberimiz durumu sahabelerine bildirir. Onlar, Peygamberin rüyasının hak olduğunu söyleyerek derhal tasdik ederler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal eder ve şöyle buyurur: «Hani Allah sana uykuda onları az göstermişti. Onları sana çok gösterseydi gevşerdiniz, korkardınız, iş üzerinde çekişirdiniz. Fakat Allah sizi kurtardı. Çünkü O, kalblerde olanı hakkıyle bilendir.» Allah tarafından, düşman ordusunun uyku halinde Peygamber'e az gösterilmesi, Peygamber ordusunun onlara galip geleceğine işarettir? Nitekim öyle olmuştur. Halbuki müşrik ordusu İslâm ordusunun üç katından da fazlaydı. Onların fazlalığı Müslümanları yıldırmamış, aksine cesaretlerini artırmıştır. 44 «Hani karşı karşıya geldiğiniz zaman, olacak işi yerine getirmek için, onları gözlerinize az göstermiş, onların gözlerinde, sizi azaltmıştı. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür.» Ey iman edenler, Allah'ın Bedir günü size olan ihsanını ve yardımını hatırlayın. Düşman ordusu ile karşılaştığınız zaman, onlardan korkup, gevşemeyesiniz ve kaçmayasınız diye onları gözünüze az göstermişti. Hak ile bâtılın açığa çıkması ve Allah'ın hükmünün vuku bulması için, sizi de kâfirlerin gözüne az göstermiştir. Tâ ki onların sizinle savaşmaya cesaretleri artsın, böylece kimin hak üzere ve kimin sapıklıkta olduğu meydana çıksın. «Hani karşı karşıya geldiğiniz zaman, olacak işi yerine getirmek için, onları gözlerinize az göstermiş, onların gözlerinde de, sizi azaltmıştı. Bütün işler ancak Allah'a döndürülür.» Yüce Allah kullarının yapmış olduğu işleri bilir, ona göre mükâfat ve mücâzaat verir. Allah katında hiç kimsenin ameli zayi olmaz ve karşılıksız kalmaz. 45 «Ey iman edenler, bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın, başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın.» 46 «Allah'a ve Peygamberine itaat edin, çekişmeyin, yoksa başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlelerde mü’minlere sabrı tavsiye ediyor. Ey iman edenler, savaş için kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlardan korkup, gevşemeyin. Metanetinizi asla bozmayın, başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın. O'nun ve Peygamberinin omirlerine itaat edin, sakın emirlerine muhalefet etmeyin. Eğer amirlerine muhalefet eder, aranızda ihtilâfa düşüp çekişirseniz başarısızlığa düşer, hezimete uğrarsınız. Düşmana karşı sabredin, onların karşısında gevşemeyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. Yüce Allah' bunu şöyle beyan ediyor: «Ey iman edenler, bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın, başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın. Allah'a ve Peygamberine itaat edin, çekişmeyin, yoksa başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.» 47 «Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan menedenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.» Allahü teâlâ, bu âyet-i celile ile iman edenleri ikaz ediyor ve «Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan menedenler gibi olmayın- buyuruyor. Ey mü’minler, Allah rızasını kazanmak, dinini yeryüzünde hâkim kılmak için cihad edin. İnsanlara gösteriş için ve böbürlenerek çıkmayın. Bir de iman edenleri Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Çünkü onlar zâlimlerin ta kendisidir. Allah onların yaptıklarını hakkıyle bilir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan menedenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.» Muhammed ibn İshak, bu âyet-i celilenin geliş sebebini şöyle beyan eder: Kureyşlilerden, ikiyüzü atlı olmak üzere dokuzyüz elli kişi Bedir savaşına katılır. Şarkı türkü söyleyerek, def çalarak, kısacası büyük bir genlikle Mekke'den çıkarlar. Müslümanların karşısında mutlak bir galibiyet elde edeceklerini söylerler, çeşitli hezeyanlar savururlar. Hatta daha da ileri giderler ve islâm'a girmek isteyen kimselere engel olurlar. Yüce Allah onların bu halini zemmeder, mü’minlerin gösteriş yapmasını, böbürlenmesini yasaklar. Çünkü Allah gösteriş yapanları, böbürlenenleri sevmez. Lâyık oldukları cezayı verir. 48 «O zaman şeytan onların yaptıklarını süslemiş ve şöyle demiştir "Bugün insanlar içinde sizi yenecek yoktur, sizin yardımcınız benim." İki taraf birbirini görünce ayaklarını çevirerek geri dönüp "Sizinle işim yok, sizden ilişiği kestim, ben sizin görmediklerinizi görüyorum. Ben Allah'ımdan korkarım, muhakkak ki Allah'ın verdiği ceza çok şiddetlidir" demişti.» Mekkeli müşrikler, Bedir'de daha savaş başlamadan önce gururlarını yenemezler ve zafer çığlıkları atmaya başlarlar. Şeytan da amellerini kendilerine güzel gösterir, gururlandırır ve helak olmalarına sebeb olur. Çünkü şeytan mü’minin olduğu kadar kâfirin de düşmanıdır. Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur-. Müşrikler Bedir savaşına giderken" şiirler, şarkılar ve defler çalarak, büyük bir şenlikle yola çıkarlar. Ve Bedir'e kadar şenliklerini devam ettirirler. Bedir'de İslâm ordusunu görünce, kendilerini bir korku alır, daha savağa başlamadan geri dönmek isterler. Tam o sırada şeytan, Süraka şeklinde gelir: «Sakın geri dönmeyin, siz onların kökünü kazırsınız, bugün sizin üzerinize kimse galip gelemez. Çünkü siz çoksunuz, düşmanınız ise azdır, ben de Kenane kabilesinin askerleriyle yardımınıza geldim- der. Müşrikler şeytanın bu sözlerine sevinirler, gururlanırlar ve Müslümanlarla bir an önce savaşmak için teşebbüse geçerler. İki ordu karşı karşıya gelince şeytan gerisin geri döner, kaçmaya başlar. Şeytanın kaçtığım gören Haris ibn Hişam «Bize yardım edeceğine söz verdin, şimdi kaçıyorsun, bize niçin yardım etmiyorsun?» der. Süraka suretine giren şeytan «Ben size yardım edemem, çünkü sizin görmediğiniz şeyleri ben görüyorum ve onun için kaçıyorum» cevabını verir. Haris «Sen Medine'den gelen bir avuç zavallıyı görüyorsun, onlardan başka kimseyi göremiyorsun» der. Halbuki şeytan, Cebrail ile meleklerin, mü'minlere yardıma geldiğini görmüş ve mü’minlerin mutlak zafere ulaşacaklarını tahmin etmişti. Haris ise bundan habersiz idi. Şeytan, Haris'e döner ve şöyle der: «Ben Allah'ın azabından korkuyorum, zira O'nun azabı kat'î ve şiddetlidir.» İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Aslında Şeytan ölümden korkmuyordu, çünkü kendisine kıyamete kadar mühlet verilmişti. Endişesi Cebrail'in yakalayıp onu halka bildirmesi 'Ve hilesinin meydana çıkmasıydı. Hilesi meydana çıktığı takdirde artık kâfirler sözünü dinlemeyecekler ve kendisine itaat etmeyeceklerdi. İşte şeytan asıl bundan korkuyordu ve Cebrail'i görünce kaçıyordu. Şeytanın kaçışıyla müşrik ordusunda panik başlar ve hezimet belirtileri ortaya çıkar. Savaş gittikçe şiddetlenir, islâm ordusu, yıldırım gibi çarpar. Müşrikler yetmiş ölü, yetmiş esir verirler. Her şeylerini savaş alanında bırakarak kaçarlar. Hatta bir kısmı Mekke'ye kadar firarlarını sürdürür. O sırada Süraka ibn Malik Mekke'ye gelmişti, kendisini görenler «Ey Süraka, neden bize yalan söyledin, yardım edeceğine dair söz verdiğin halde niçin savaş meydanından kaçtın» diye sitem ederler. Süraka bu itham karşısında şaşkına döner. Oysa kendisinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Kendisini itham edenlere söyle der: «Vallahi benim sizin dediklerinizden haberim yok, ben böyle bir sey bilmiyorum. «Onlar "Bedir günü sen bize gelip savaştan geri dönmeyin, siz galip geleceksiniz ve ben de size yardıma geldim" diyen sen değil miydin?» derler. Süraka and içerek böyle bîr şeyden haberi olmadığını söyler. O zaman kâfirler şeytanın Süraka suretine girerek, kendilerini kandırdığını anlarlar. Bu ayet-i celilede akıl sahipleri için ders alınması gereken hususlar ve ince nükteler vardır. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyuruyor; «Ey kullarım, şeytana tâbi olup, ona dost olanların halini görün. Onlar şeytanın hilesiyle dünyada hotûk olup, ahirette ebedî azaba uğrayacaklardır. Ey iman edenler, onlardan ibret alarak nefsinize uyup Allah'ın emirlerine karşı gelmeyin, emirlerine itaat edin ve yasaklarından kaçının. Eğer şeytanın hilesinden uzak olur, Allah'a iman eder, emirlerine itaat ederseniz kurtuluşa ulaşır, ebedî saadete erersiniz. 49 «iki yüzlüler ve kalblerinde hastalık bulunanları "Bunları dinleri aldattı" diyorlardı. Oysa, kim Allah'a güvenirse bilmelidir ki, Allah, mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre bu âyeti celîle, Mekke'de İslâm'ı kabul ettikleri halde, hicret esnasında Peygamber'le gitmeyip, muhalefet edenler hakkında nazil olmuştur. Onlar İslam'ı kabul ettikleri halde Medine'ye hicret etmeyerek Mekke'de- muhriklerle beraber kalmışlar ve Bedir savaşma, kâfirlerle beraber iştirak etmişlerdi. Bedir'e geldikleri zaman, islâm ordusunun az olduğunu görünce imanlarında şüpheye düşerler ve münafıklardan olurlar.' Allahü teâlâ onların durumunu haber verip şöyle buyuruyor: «Kalblerinde şüphe olan münafıklar, mü’minleri gördükleri zaman "Dinleri bunları mağrur etti, aldattı." Az bir kuvvetle, kendilerinden çok üstün bir orduyu nasıl yenecekler? Onların hepsi katledilecektir- demişler ve kâfirlerin safında yer almışlardı. Savaş başlayıp iki ordu karşılaşınca kâfirlerle beraber münafıklar da Müslümanların kılıçlarının altında katledilmişti. Allah'a itimat etmeyenlerin hali işte budur. Zira Allah, azizdir, kâfirlerden intikamını alır, rahimdir, iman edenlere de nusretiyle yardım eder. 50 «Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura ve: "Tadın cehennem azabını" diye diye canlarını alırken görmeliydin.» 51 «Bunun sebebi, ellerinizin önce yaptığıdır. Bir de Allah'ın, kullarına hakikaten zulümkâr olmadığıdır,» Bedir muharebesinde, meleklerin kafirleri nasıl öldürdüğü bu âyette belirtilmektedir. Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, Bedir'de meleklerin kâfirlerin yüzüne ve arkasına vura vura canlarını aldığını bir görseydin. Melekler, onlara "Ebediyyen cehennem azabını tadın" diye diye canlarını almışlardı. Bunun sebebi, küfür ve şirkleridir, daha önce yaptıklarının karşılığıdır. Allah kullarına asla zulmetmez, herkese yaptığının karşılığını verir. Îman edenler mükafatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir. 52 «Bunların hali Fir'avn'ın kavmi ve daha evvelkilerin hali gibidir. Onlar Allah'ın âyetlerini inkar etmişler, Allah da onlan günahları yüzünden kahretmişti. Çünkü Allah en büyük kuvvetin sahibidir, cezalandırması şiddetlidir.» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine iman etmeyip yalanlayanları ve Kur'an'ı inkâr edenleri, Fir'avn'a ve daha önce yaşayan inkarcılara benzetmiştir. Hazret-i Peygamber'i ve Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar, Fir'avn ve daha önceki inkarcılar gibidirler. Yüce Allah, onları, günahları ve inkârları yüzünden üzerlerine azab indirerek kahretmiştir. Böylece inkâr edenler ve şirk koşanlar cezalarını görmüşlerdir. Çünkü Allah en büyük kuvvetin sahibidir, cezası da çok şiddetlidir. Kimseye haksızlık yapılmaz, herkese amelinin karşılığı verilir. 53 «Bu, bîr millet iyi gidişini değiştirmedikçe, Allah verdiği nimeti değiştirmeyeceğindendir. Ve şüphesiz ki Allah hakkıyle işitici, kemâliyle bilicidir.» Bir milletin ve bir toplumun iyi hali değişmedikçe Yüce Allah onlara vermiş olduğu nimetini değiştirmez ve onları cezalandırmaz. Ancak inkârları ve şirkleri yüzünden cezalandırır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor; -Bu, bir millet iyi gidişini değiştirmedikçe, Allah verdiği nimeti değiştirmeyeceğindendir. Ve şüphesiz ki Allah hakkıyle işitici, kemâliyle bilicidir. Yüce Allah, nimetine karşı nankörlük yapanlardan vermiş olduğu nimeti alır, nankörlük yapmayıp şükrünü edâ edenlere verir. Bunun için bir millet iyi halini değiştirmedikçe, Allah vermiş olduğu nimetleri almaz, iyi halini değiştirdiği zaman, Allah nimetlerini alır ve onları elim bir azaba uğratır. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir. Şükür nimeti artırır, küfür ise izalesine sebeb olur. 54 «Bunların hali Fir'avn kavmi ile ondan evvelkilerin hali gibidir. Onlar Rablerinin âyetlerini inkâr etmişler, biz de onları günahları yüzünden helak etmiştik. Fir'avn ailesini suda boğduk. Bunların hepsi de zâlimdiler.» Allahü teâlâ bu iki âyet-i celflede Peygamber'i yalanlayanları, Fir'avn ve ondan önce peygamberleri inkâr eden toplumlara benzetiyor. Yüce Allah peygamberlerini ve âyetlerini inkâr eden toplumları, inkârları ve günahları yüzünden helak etmiştir. Onların çeşitli azablara uğrayarak helak oluşları, .Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlamaları yüzündendir. Hazret-i Peygamber'i yalanlayanlar ve Kur'an'ı inkâr edenler de aynı azaba uğrayacaklardır. Çünkü öncekilerin azaba uğramasına sebeb inkâr ve küfürleri olmuştur. Fir'avn ailesini de diğerlerine ibret olsun diye suda boğmuştur. Çünkü o, Allah'ın âyetlerini ve Peygamberini inkâr ederek Allah'lık iddiasında bulunmuştu. Yüce Allah, kendisine ortak koşup, âyetlerini yalanlayanları çeşitli azaba uğratarak kahretmiştir. Allah iyi hâlini değiştirmeyen toplumlara asla azab etmez. Ancak kendisine şirk koşup, isyan edenleri, nimetlerine karşı nankörlük yapanları cezalandırır. Allah katında kimse zulme uğramaz, herkes amelinin karşılığım görür. 55 «Muhakkak ki yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü kafir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede, yeryüzünde bulunan canlılar arasında en şerlisinin ve en kötüsünün kim olduğunu bildiriyor. Evet hareket eden canlılar arasında, Allah katında kâfirlerden daha kötüsü ve daha şerlisi yoktur. Kafirler Allah'ın bütün nimetlerinden istifade ederler de, yine O'na şirk koşarlar. Halbuki kafirlerden başka, bütün mahlûkat Allahü teâlâ'nın birliğini tasdik ederek, O'nu tesbih ederler. İnsanlardan başka varlıklar için cennet ve cehennem korkusu da yoktur. Buna rağmen her an Rablerini tesbih ederler. Halbuki mükafat ve mücâzet, cennet ve cehennem insanlar içindir. Buna rağmen kâfirler yine iman etmezler. Dolayısıyla Allah Katında, onlardan daha kötüsü yoktur. Allahü teâlâ bunu şöyle 'beyan ediyor: «Muhakkak ki yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.» 56 «Onların içinden anlaşma yaptığın kimseler, sonucundan sakınmayarak anlaşmalarını her defasında bozarlar.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre bu âyet-i celîle, Beni Kureyza kabilesi hakkında nazil olmuştur. Beni Kureyza kabilesinin ileri gelenlerinden Kâ'b ibn Eşref ve arkadaşları Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile anlaşma yaparlar, daha sonra anlaşmayı tek taraflı bozarlar, müşrikleri silâh yardımında bulunurlar, üstelik «Biz anlaşmayı unuttuk' derler. Bilâhare tekrar Peygamberimizle anlaşırlar. Hendek muharebesinde yine müşriklerle bir olurlar. Böylece, her defasında ahidlerini bozarlar, sözlerinden dönerler. 57 «Onları harbde ele geçirirsen, cemiyetlerini dağıt ki arkalarındakiler ibret alsınlar.» 58 «Eğer bir kavmin hıyanetinden korkarsan, onlarla yapılan anlaşmayı kendilerine at ki, iki taraf müsavi olsun. Çünkü Allah hainleri sevmez.» Allahü teâlâ bu iki âyette sevgili Peygamberine düşmanlarına karşı nasıl hareket edeceğini bildiriyor ve şöyle buyuruyor «Şayet düşmanları harbde ele geçirirsen, onların topluluklarını ve cemiyetlerini dağıt Onlara müsamaha etme, arkalarındakiler ve onları destekleyenler bundan ibret alarak size saldırmasınlar. Eğer anlaşma yaptığın bir kavmin hıyanetinden korkarsan, onlarla yapılan anlaşmayı boz. Böylece iki taraf müsavi olsun. Düşmana karşı her zaman hazırlıklı ol.» Bu âyet-i celîlelerdeki hüküm, sadece Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şahsına mahsus olmayıp umumidir. Yani bütün mü’minlere mahsustur. Yüce Allah, mü’mınlere, düşmanın hilelerine aldanmamalarmı ve onlara karşı her zaman hazırlıklı olmalarını emrediyor ve şöyle buyuruyor: «Eğer bir kavmin hıyanetinden korkarsan onlarla yapılan anlaşmayı boz.» Âyette ifade edildiği gibi mü’min her zaman düşmana karşı tedbirli olacak, onların hilesine aklanmayacak ve kuvvet bakımından da ondan üstün olacaktır. Yeryüzünde İslam nizamının hâkim olması ancak bu şekilde mümkündür. 59 «O küfredenler, asla üstün geldiklerini sanmasınlar. Çünkü onlar sizi aciz bırakamayacaklardır.» 60 «Ey iman edenler, onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey, size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir» Küfredenler, asla mü’minlere üstün geldiklerini zannetmesinler. Onlar Allah'ı da müminleri de aciz bırakamazlar, ancak kendilerine zulmederler. Yüce Allah, onlara, inkâr ve küfürlerinin cezasını mutlaka verecektir. Allah'a iman edip, itaat «denler, mükâfatlarını görecekleri gibi, küfredenler de cezalarını bulacaklardır. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerîmelerde mü’minlere, düşmanlarına karşı güçleri nisbetinde kuvvet hazırlamalarını, her iklime uygun ve her bölgede dolaşabilen savaş atları, zamanın ihtiyacı olan silâh ve kuvvet hazırlamalarını emrediyor. Müslumanın çağın ihtiyacı olan silahları ve kuvveti hazırlaması Allah'ın emridir. Müslümanın dinini, namusunu, vatanını ve milletini koruması, ilâhi emrin gereğidir ve bunu yapmakla mükelleftir. Bunun için de çağın ihtiyacı olan silâhları ve kuvveti hazırlaması Yüce Allah'ın emridir. Bu emri gereği gibi yerine getirmeyenler Allah'ın emrine muhalefet ettiklerinden dolayı dünyevi ve uhrevl azaba uğrayacaklardır. «Ey iman edenler, o küfredenler, asla üstün geldiklerini sanmasınlar. Çünkü onlar sizi aciz bırakamayacaklardır. Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey, size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir. Yeryüzünde islâm'ın hükümran olması ancak Müslümanların güçlü ve kuvvetli olmasıyla mümkündür. Müslümanın güçlü olabilmesi için de, zamanın ihtiyacı olan bütün savaş malzemesini ve maddî kuvveti hazırlaması gerekmektedir. Bu güç ve kuvvet, hem Allah'ın, hem de Müslümanların düşmanlarını yîldırır. Gücü ve kuvveti olmayan bir millet, düşmana karşı hiçbir şey yapamaz, egemenlimi altına girmek zorunda kalır. Bunun için Yüce Allah Müslümanların kuvvet hazırlamasını emrediyor ve «Allah yolunda sarf ettiğiniz her şey, size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir» buyuruyor. Âyette de belirtildiği gibi, Allah yolunda sarf edilen her şeyin kargılığı sahibine fazlasıyla ödenecektir. Bir rivayete göre, ok Ve yay olan eve cin giremez. Bundan maksad silâh olan eve düşman giremez demektir. Düşmana karşı kuvvet hazırlamak, onun şerrinden emin olmaktır. Düşmanına kargı kuvvet hazırlamayanlar bir gün onun zulmüne mutlaka uğrayacaklardır. Tarih bunun misalleriyle doludur. 61 «Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a güven. Çünkü her şeyi hakkıyle işiten, kemâliyle bilen bizzat Odur.» Kur'ân-ı Azimüşşân'ın her kelimesinde, her âyetinde ve her sûresinde ayrı ayrı hikmetler, özellikler ve akıllara durgunluk verecek ibretler vardır. Allahü teâlâ muhtelif âyetlerde, mü’minlerin barışta ve savaşta nasıl hareket edeceklerini en ince noktasına kadar bildirmiştir. Âyetteki hikmete bakınız, Yüce Allah sevgili Peygamberine ne buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer kâfirler savaştan vazgeçip barışa yanaşırlarsa, sen de vazgeç, barışa yanaş ve tedbirini al, Allah'a güven. O'ndan başkasına güvenme. Şayet onlar ahidlerini bozar, tekrar seninle savaşa kalkışırlarsa, sen de onlarla savaş, Allah seni yardımıyla galip kılar, onları da mağlûp ederek zelil eder.» Düşmanın savaştan vazgeçip, Müslümanlara sulh teklifinde bulunması halinde Müslümanların da bunu kabul etmesi tavsiye edilmektedir. Çünkü Müslümanların görevi Allah'ın nizamını yeryüzüne yaymaktır. Mü’min bu ulvî dava için savaşır ve cihad eder. Ancak Ebû’l-Leys Semerkandi Hazretleri, Müslümanların azınlıkta olup, düşmanla başa çıkamayacakları zaman, sulh yapmalarını caiz görmüş, çoğunlukta oldukları zaman ise düşmanı vergiye (cizye) mecbur edinceye kadar savaşmalarının şart olduğunu söylemiştir. Ayrıca Müslümanların savaştıkları kimseler müşrik Araplar ise, Müslüman oluncaya veya hepsi katledilinceye kadar savaşılmasını bildirmiştir. Çünkü onlar peygamber soyundan oldukları için, kendilerinden cizye alınması doğru olmadığı gibi, küfür üzere kalmaları da asla caiz değildir. 62 «Eğer seni aldatmak isterlerse bil ki, sana Allah yetişir. Seni yardımıyla ve mü’minlerle destekleyen O'dur.» 63 «Mü’minlerin gönüllerine Sevgi koyup birleştiren de O. Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasan da sen onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup birleştirdi. Çünkü O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.» Yâ Muhammed, kafirler eğer seni aldatmak isterlerse, asla aldatamazlar. Allah sana yardımda ve seni korumada kâfidir. O, seni yardımıyla ve mü’minlerle destekler. Allah mü’minlerin gönlüne sevgi koyup onları birleştirmiştir. Onlar islâm'dan önce birbirlerine düşman idiler. Allah'ın yardımıyla artık birbirlerinin dostu olmuşlardır. İslâm'dan önce, Medine'de bulunan kabilelerin ileri gelenlerinden Evs ve Hazreçliler birbirlerine düşman idiler. Ve aralarındaki husûmet uzun yıllar devam eder. Îman nuruyla aydınlanan her iki kabile, aralarındaki düşmanlığı sevgiye, kardeşliğe ve dostluğa dönüştürür. Kalblerindeki kin yerini sevgiye ve imana bırakır. Kalbleri Allah'ın hidâyetiyle birbirine bağlanır, tek vücud gibi atmaya başlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -(Yâ Muhammed) seni yardımıyla ve mü’minlerle destekleyen O'dur. Mü’minlerin gönlüne sevgi koyup birleştiren de O. Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasan da sen 'onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup birleştirdi. Çünkü O, mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.» Allah rızası için, birbirleriyle dost olanların kalblerini Allah'ın birleştireceğine dair bu âyette işaret vardır. Rızayı ilâhî için birbirlerini sevenlerin dostu, Allah'dır. Onlar kıyamet günü Allah'ın gölgesinde gölgelenirler. Gönülleri hayır ile dolar, kalbleri birbirine bağlanır. 64 «Peygamber, sana da, mü’minlerden senin izince gidenlere de Allah yeter.» 65 «Ey Peygamber, mü’minleri harbe teşvik et. Sizin sabırlı yirmi kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi yener. Sizin sabırlı yüz kişiniz kafirlerden bin kişiyi yener. Çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur.» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Ey Peygamber, sana da, mü’minlerden senin izince gidenlere de, Allah'ın yardımı, nusreti yeter.» Allah'ın yardımı daima inananların Üzerinedir. Allah, iman edenlerin yardımcısı, koruyucusu, muhafızıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ey Peygamber, mü’minleri harbe teşvik et. Sizin sabırlı yirmi kişiniz onların ikiyüz kişisini yener. Sizin sabırlı yüz kişiniz kafirlerin bin kişisini yener.» Yirmi kişilik bir İslam ordusunu, ikiyüz kişilik kâfir ordusuna, yüz kişilik ordunun bin kişilik bir müşrik ordusuna galip geleceğini Allahü teâlâ "bildiriyor. Görülüyor ki imanlı bir mü’min on kâfiri tepeliyor. Sayıca az bir İslâm ordusunun, kendisinden çok fazla olan düşman ordusunu her zaman yendiği tarihen sabittir. Bu, ancak Allah'ın yardımı ve nusretiyle oluyor. Çünkü iman edenlerin yardımcısı Allah'dır. Allah'a güvenen daima galip gelmiştir. Bir kısım tefsirçiler bu âyet-i celienin Mekke'de Hazret-i Ömer Müslüman olduğu zaman geldiğini söylemişlerdir. Hazret-i Ömer kırkıncı Müslümandır. Onun İslam'ı kabulüne kadar Müslümanlar ibadetlerini gizli yapıyorlardı. Ömer'in Müslüman oluşu ile ibadetlerini açıktan yapmaya başlamışlardır. 66 «Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan ikiyüz kişiyi yener. Sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.» İslâm'da zorluk olmadığı için, Allahü teâlâ mü’min kullarına daima yapabilecekleri şeyleri emretmiş, tahammül edemeyecekleri şeyleri emretm emiştir. Ey iman edenler, içinizde zaaf bulunduğundan dolayı Allah savaş emrini üzerinizden hafifletmiştir. İçinizden yüz sabırh kişi onlardan ikiyüz kişiyi, bin sabırlı kişi onlardan iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. Bunlar iman edenlere .Allah'ın lütfudur. Allah iman edenlere yardım edeceğini vaad ediyor. Bedir savaşında eli silâh tutan mü’minlerin savaşmaları farz kılınmış, Müslümanların çoğalmasıyla bu hüküm kaldırılmıştır. Bunun için Yüce Allah «Şimdi Allah yükünüzü hafifletti' buyuruyor. Mü’min Allah'a güvenip, düşmanın karşısında sabır ve metanetle savaşırsa, Allah'ın izniyle galip gelir. Mü’min, Allah'a güvenip, sabır ve metanet göstermezse düşman karşısında hezimete uğrar. Mü’minin, Allah'a güvenip, sabır ve metanet göstermesi Allah'ın emridir. Zira Allah sabredenlerle beraberdir. 67 «Yeryüzünde savaşırken, galibiyeti sağlamadıkça esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah ahircti kazanmanızı ister. Allah azizdir, hakimdir.» Yeryüzünde Müslümanlar kâfirlere galip gelinceye kadar fidye karşılığı esirleri serbest bırakmak hiçbir peygambere yaraşmaz, Esirleri serbest bırakmak düşmanın kuvvetlenmesini sağlamaktır. Halbuki savaşın gayesi, Müslümanların zafere ulaşması, yeryüzünde İslâm nizamının hâkim kılınmasıdır. Bunun, için de düşmanın zayıf, Müslümanın güçlü olması gerekir. Dolayısıyla esirlerin serbest bırakılması Müslümanların aleyhinedir. Bundan dolayı Müslümanların yeryüzünde galibiyeti elde edinceye kadar, fidye karşılığı esirleri serbest bırakmalarına müsaade edilmemiştir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Yeryüzünde savaşırken, galibiyeti sağlamadıkça esir almak hiç bir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah azizdir, hakimdir.» İbn Abbas (radıyallahü anh) 'dan şöyle rivayet edilmiştir: Bedir muharebesinde esir alınan müşrikler Medine'ye getirildikleri zaman, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer ile istişare eder. Hazret-i Ebü Bekir «Bunların hepsi kabilemizin insanlarıdır, kendilerinden bir miktar fidye almak suretiyle serbest bırakalım. Almış olduğumuz fidyelerle de savaş malzemeleri tedarik edelim» der. Hazret-i Ömer ise «Bunların hepsini katledelim, çünkü hepsi amansız düşmanımızdır» seklinde konuşur. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir'in görüşünü tercih eder, esirlerden bir miktar fidye almak suretiyle serbest bırakır. Hazret-i Ömer şöyle der: «Bir gün sonra Resûlüllah'ın yanına geldim, Ebü Bekir ile ağladıklarını gördüm ve sebebini sordum, Peygamberimiz bu ayetin inzalinden dolayı ağladıklarını söyledi,' Allahü teâlâ İslâm'ın aziz, kâfirlerin zelil olmasını diler. Yeryüzüne İslam’ın hükümran" olmasıyla Müslümanlar aziz, kâfirler de zelil olacaklardır. Bunun için de Müslümanın güçlü, kuvvetli ve çoğunlukta olması gerekmektedir: 68 «Eğer Allah'ın geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız (fidye) de size her halde büyük bir azab dokunurdu.» 69 «Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helâl olarak yeyin. Allah'dan korkun, şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir.» Ey mü’minler, eğer Allahü teâlâ ganimet mallarını size helâl kılmasaydı, almış okluğunuz fidyelerden dolayı size büyük bir azab erişirdi. Yüce Allah size ganimet mallarını helâl kılarak şöyle buyurmuştur: «Ey iman edenler, elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helâl olarak yeyin. Allah'ın emirlerini yerine getirin, O'nun emirlerine muhalefet etmeyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.» O, kullarının günahlarını bağışlar, suçlarını afveder ve tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Allahü teâlâ benden önce hiçbir peygambere vermediği beş şeyi bana verdi: 1- Savaşta alınan ganimet mallarını bana helâl kıldı. Benden önce hiçbir peygambere bunu helâl kılmadı. Onlar zamanında alman ganimet mallarını gökten bir ateş iner yakardı. 2- Beni bütün cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderdi. 3- Allahü teâlâ bir aylık mesafeden benim korkumu düşmanın kalbine atmıştır, beni görmedikleri halde bile korkudan yerlerinde duramazlardı. 4- Yeryüzünün her tarafını bana mescid kıldı. 5- Bana, ümmetime şefaat etme yetkisi verdi.» 70 «Ey Peygamber, esirlerden elinizde bulunanlara de ki: "Allah kalblerinizde bir iyilik bulursa, size sizden alınanın daha hayırlısını verir, sizi bağışlar. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir",» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş esirlerini kırk vakıyye (dörtyüz dirheme eşit olan bir tartı birimidir) fidye karşılığı serbest bırakacağım bildirir. Esirlerin arasında, amcası Abbas ile diğer amcasının oğlu Ukayl de bulunmaktaydı. Onlara da aynı fidye tatbik edilir. Abbas, fidyesinin yirmi va'kıyyesini verir, geri kalanını vermez. Abbas'dan alınan yirmi va'kıyye fidyesine sayılmaz, çünkü fidyesinin tamamını verecek kadar elinde parası vardı. O geri bırakmış olduğu para ile esirleri doyuracaktı. Esirlerden her gün birisi, diğer arkadaşlarını doyuruyordu. Sıra Abbas'a gelmişti, Abbas'ın onları yedirmesine izin verilmez ve elindeki alınır. Abbas gelip durumu Peygamberimize haber verir ve elindeki paranın alınmamasını ister. Peygamberimiz buna razı olmaz ve «Bizimle savaşmaları için, düşmanımız olan kafirlere şaka olarak bir şey vermene asla müsaade edemem. Kırk vakıyye kendin için ve kırk vakıyye de kardeşinin oğlu Ukayl için ver» der. Bunun üzerine İbn Abbas «Yâ Muhammed, amcanın elindekileri alıp başkasına el açmasını ister misin?» diye sorar. Peygamberimiz «Ey amca, senin başkalarına el açmanı asla istemem. Fakat sen altınlarını Ümmül-Fadl'a verdin, aynısını ona da söyledin» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu sözleri duyan Abbas, derhal İslâm'ı kabul eder. Bunun üzerine, Allahü teâlâ mezkûr âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, esirlerden elinizde bulunanlara de ki: «Allah kalblerinizde bir iyilik bulursa, size sizden alınanın daha hayırlısını verir, sizi bağışlar. Allah çok yarlığayıcı, çok bağışlayıcıdır.» Allahü teâlâ iman eden kullarının geçmiş günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar, tevbelerini kabul eder, mükâfatlarını verir. Hazret-i Abbas (radıyallahü anh) İslâm'ı kabul ettikten sonra, çok zengin olur, ticaret yapmak için yirmi kişi tutar, onlardan her birinin elindeki sermaye on bin dirheme ulaşır. Durumu gören Hazret-i Abbas «Allahü teâlâ bana vaad ettiği iki şeyden birini, daha dünyada iken gösterdi, diğerini de inşâallah âhirette gösterir» dedi. 71 «Eğer sana hainlik etmek isterlerse, onlar daha evvel Allah'a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti. Allah alimdir, hakimdir.» Ey Muhammed, eğer kâfirler sana hainlik etmek isterler, emirlerine muhalefet ederlerse üzülme, onlar sana bir zarar veremezler. Çünkü onlar daha önce Allah'a da isyan edip kâfir olmuşlardı. Allah onlara karşı sana imkân ve kudret verip üzerlerine seni galip kılmıştı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer sana hainlik etmek isterlerse onlar daha evvel Allah'a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti.» Allahü teâlâ’nın yardımı daima iman edenlerin üzerinedir. 72 «îman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar. İman edip hicret etmeyenlerle, hicret edinceye kadar sizin onlarla dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavm aleyhine değil. Allah işlediklerinizi hakkıyla görücüdür.» İman edip, Allah'ın emirlerine itaat ederek Mekke'den Medine'ye hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri evlerinde barındırıp onları mallarına ortak ederek yardım edenler birbirlerinin dostudurlar. İçinizden iman edip de Mekke'den Medine'ye hicret edinceye kadar, sizin onlarla hiçbir dostluğunuz yoktur. Ancak kafirlere karşı din hususunda sizden yardım isterlerse, o zaman yardım, etmek sizin üstünüze borçtur. Çünkü İslâm'ı korumak ve müdafaa etmek bütün Müslümanların görevidir. İslâm'ın ilk yıllarında Mekke'den Medine'ye gelen muhacirleri Medineliler bağırlarına basmışlar, meskenlerine ve miraslarına onları ortak etmişlerdi. Medine'ye hicret edenler, bütün bunlardan istifade ediyor, hicret etmeyen Müslümanlar ise haliyle bundan mahrum kalıyorlardı. O sırada hicret farzdı. Nitekim «İman edip hicret etmeyenlerle, hicret edinceye kadar sizin onlarla dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse yardım etmek üstünüze borçtur.» İslâm'ın zaferi için yeryüzündeki Müslüman toplumların birbirlerine yardım etmeleri şarttır. Asıl maksat İslâm'ın yeryüzüne hükümran olmasıdır. Şayet İslâm yeryüzüne hâkim olursa, bütün Müslümanlar saadete kavuşup huzura ereceklerdir. 73 «Kâfirler de birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bîr fitne ve büyük bir fesad olur.» Allahü teâlâ bu âyet-i celile ile mü’minlerin dikkatini önemli bir hususa çekiyor ve şöyle buyuruyor: »Allah'ın Eesûlünü ve âyetlerini inkâr eden kâfirler bile birbirinin yardımcılarıdırlar. Kâfirler birbirine yardım edip dururken, ey mü’minler, siz neden birbirinizin yardımcısı olmuyorsunuz? Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad çıkar.» Mü’min mü’minin, kafir de kâfirin velisidir. Yüce Allah mü’minlerin birbirlerine yardımcı olmalarını emrediyor. Kâfir, mü’minin mirasçısı olamadığı gibi, mü’mine de kâfirin mirası helal değildir. Ey iman edenler, eğer siz Allah'ın emirlerine uymaz, yasaklarından da kaçınmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur. 74 «îman edip Allah yolunda hicret ve cihad edenler, muhacirleri barındıranlar, yardım edenler, işte gerçek mü’min olanlar onlardır. Mağfiret ve uçsuz bucaksız rızık da onlarındır.» îman edip Allah yolunda hicret ve cihad edenler, muhacirleri evlerinde barındıranlar, kendilerine yardım edenler, fakir ve yoksulu gözetenler, Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınanlar gerçek mü’minlerdir. Allah'ın afvı ve sonsuz nimetleri de onlarındır. Onlar ebedî mükafata nail olacaklardır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, muhacirleri barındıranlar, yardım edenler: İşte gerçek mü’min olanlar onlardır. Mağfiret ve uçsuz bucaksız rızık da onlarındır.» 75 «Henüz iman edip de hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlara gelince: Onlar da sizdendir. Hısımlar Allah'ın kitabınca birbirine daha yakındırlar. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra, daha önce akrabaları Müslüman olup kendileri Müslüman olmayan bir kısım müşrikler de İslamiyeti kabul oderek Medine'ye hicret ederler, peygamber ordusunda yer alırlar, cihad etmeye başlarlar. Ve onlar da, daha önce hicret edenler gibi, aynı sevabı alırlar. «Henüz iman edip de hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlara gelince: Onlar da sizdendir. Hısımlar Allah'ın kitabmca birbirine daha yakındırlar. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.» Hicret etmeyen Müslümanlar akrabalarının mirasından istifade edemiyorlardı. Çünkü o zaman Mekke'den Medine'ye hicret etmek, her Müslümana farzdı. Miras hususundaki hüküm daha sonra, bu âyet ile nesh edilmiştir. Ey iman edenler, Allah'ın emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının ki ebedî saadete ulaşıp, azabtan kurtulasınız. |
﴾ 0 ﴿