TEVBE SÛRESİ

Bu sûre-i celîle Kur'ân-ı Azimüşşân'ın 9. sûresi olup 129 âyettir. Hicretin 9. yılı başında Medine'de nazil olmuştur. En son inen süredir, ibn Cevzî'ye göre sürenin sonundaki iki (Fein tevellev..., Lekad câeküm...) âyet daha önce Mekke'de nazil olmuştur. Bu sûrenin on ismi varsa da meşhurları «Tevbe» ve “Berâe»dir, Mü’minlerin tevbekâr olmaları emir ve tavsiye duyurulduğu için «Tevbe» adını almış, mü’minlerin küfür ve nifak sahipleriyle alâkalarını kesmeleri emredilği için de «Berae- ismi verilmiştir.

Bu sûre-i celilenin başında besmele yoktur. Bu hususta bazı rivâyetler vardır: 1- Enfal sûresinin devamı mı, yoksa ayrı bir sûre mi olduğu sahabe arasında ihtilaflıdır. 2- Peygamberimiz sûrenin besmelesiz olarak yazılmasını emretmiştir. 3- Besmele rahmet ve emandır. Halbuki bu sûrede cihada ve riâyet edilmeyen andlaşmaları feshe dair birçok âyetler bulunmaktadır. Rahmet ile mihnet bir arada bulunmaz. Bu özelliklerden dolayı besmelesiz yazılmıştır.

1

«Kendileriyle andlasma yaptığınız müşriklere Allah'dan ve Peygamberinden bir ihtardır bu.»

Bu âyet-i celileler, sözlerinde durmayan müşriklerle yapılan andlasmaların feshini bildirmekte olup nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) müşfiklerle sulh andlaşması yapar. Halbuki onlar sözlerinde durmazlar, daha süresi bitmeden andlaşmayı bozarlar. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Muhammed, müşriklerle yapmış olduğun andlaşmanın müddeti dört aydır.» Halbuki Peygamberimizin müşriklerle yapmış olduğu andlaşmanın müddeti daha uzundu. Fakat onlar andlaşmayı tek taraflı bozunca, Yüce Allah, Peygamberinin de andlaşmayı bozmasını emreder. Allahü teâlâ, ahidlerini bozanlar için şöyle buyuruyor: -Kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere Allah'dan ve Peygamberinden bir ihtar bu. Yeryüzünde dört ay korkusuz ve emin olarak dolaşın. Allah'ı âciz bırakamayacağınızı, Allah'ın kâfirleri rezil edeceğini bilin.»

2

«Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Allah'ı aciz bırakamayacağınızı, Allah'ın kâfirleri rezîl edeceğini bilin.»

islâm'dan önce müşrikler arasında yılın dört ayında -Zilkade, Zilhicce. Muharrem ve Receb - savaş yapmak haramdı, islâm'ın ilk yıllarında da bu mahremiyet devam etmişti. Müşrikler bu aylarda asla savaşmazlar, büyük panayırlar kurarlar, oralarda alış veriş yaparlar ve istedikleri yerlerde gezip-dolaşırlardı. Bunun için Yüce Aftan -Yeryüzünde dört ay daha dolaşın» buyurmuştur.

3

«Allah ile Peygamberi tarafından, Hacc-ı Ekber günü ma'lûm olsun ki Allah da, Peygamberi de müşriklerden beridir. Eğer tevbe ederseniz hakkınızda hayırlı olur. Yüz çevirirseniz bilin ki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. Kâfirlere acıklı azabı müjdele.»

Hacc-ı Ekber günü ma'lûm olsun ki Allah da, Peygamberi de müşriklerden beridir. Hacc-ı Ekber hakkında çeşitli görüşler vardır. Ancak bunların, Hacc-ı Ekber'in en kuvvetlisi, Kurban Bayramı günü olduğudur. Çünkü hac ve haccın mühim menâsiki o gün tamamlanır. I'lâm da o gün vaki olmuştur. Müşrikler andlaşmayı bozunca, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bozduğunu onlara bildirmiştir.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştik «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ali ile beni müşriklerle aramızdaki andlaşmayı bozduğumuzu bildirmek için. Mekke'ye gönderdi. Mekke'ye gelince Hazret-i Ali müşriklere "Ben size dört şeyi bildirmek için geldim" dedi. 1 — Mü’minlerden başkası asla cennete giremeyecektir. 2 — Bugünden itibaren, Beytullah çıplak olarak tavaf edilmeyecek, ancak ihramlı olarak tavaf edilecektir. 3 — Bugünden sonra kâfirlerin ve müşriklerin Beytullah'ı tavaf etmeleri yasaklanmıştır. 4 — Peygamber ile müşrikler arasındaki andlaşmanın müddeti dört aydır. Dört ay sonra andlaşmanın müddeti bitecektir. Ondan sonra Allah da, Peygamberi de müşriklerden beridir.» Peygamberimiz, Ali'ye bu âyetleri müşriklere okumasını buyurmuştu. O da, müşriklerin duyabileceği bir sesle bu âyetleri okudu.

Allah ve Peygamberi müşriklerden beridir. Şayet onlar şirkten dönüp, iman ederlerse kendileri için çok daha hayırlı olur. İman etmeyip, küfredenler bilsinler ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. Allah, kâfirleri sonu olmayan bir azab ile cezalandıracaktır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin karşılığıdır, iman edenler mükâfatlarını görecekleri gibi, iman etmeyip, küfredenler de mutlaka cezalarını göreceklerdir.

4

«Yalnız, andlasma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin. Allah sakınanları sever.»

Allahü teâlâ yapılan ahidlere sonuna kadar riayet edilmesini emrediyor, ve şöyle buyuruyor-. «Ey iman edenler, yalnız, andlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin.» Âyette de belirtildiği gibi, Müslümanların andlasma yapmış oldukları milletler andlaşmayı bozmadıkça veya Müslümanların aleyhine bir faaliyette bulunmadıkça andlaşmayı tek taraflı bozmak caiz değildir. Ancak karşı tarafın andlaşmayı bozmasıyla Müslümanların da andlaşmayı bozma hakkı doğar. Karşı taraf andlaşmayı bozmadığı surece Müslümanların da andlaşmanın şartlarına, sonuna kadar riayet etmeleri emredilmiştir. Bu, islâm'ın insan haklarına vermiş olduğu önemin en büyük bir isbatıdır. İslâm yapılan anlaşmayı, Müslümanların tek taraflı bozmasına müsaade etmiyor. Çünkü ahde vefa göstermek İslâm'ın ana prensiplerindendir. Bununla beraber, Müslümanların aleyhine olan en küçük şeyi bile değerlendirip derhal tedbir almalarını da emrediyor.

5

«Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin. Her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse peşlerini bırakın. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

Ey iman edenler, haram aylar çıkınca, ahidlerini bozan müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onlara aman vermeyin, yakaladıklarınızı esir edin, yakalamak için yollarını kesip, gözetleyin. Kendilerini yakaladıktan sonra, küfürlerinden dönüp, tevbe ederler, namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirlerse kendilerini serbest bırakın, yollarını açın. Çünkü onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Allahü teâlâ gafurdur, iman edenlerin şirk içinde işlemiş oldukları günahları bağışlar, rahimdir, tevbe edip İslâm'a girenleri rahmetiyle esirger.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) müşriklere bu âyetleri okuduktan sonra, onlardan biri «Yâ Ali, bu müddet bittikten sonra bizden birisi, bir ihtiyaç için veya peygamberin sözlerini dinlemek maksadıyla Muhammed'in yanına, giderse öldürülür mü?» diye sorar. Hazret-i Ali «Hayır, öldürülmez» diye cevap verir.

6

«Şayet müşriklerden biri sana sığınacak olursa, Allanın sözünü dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güven içinde olacağı yere kadar ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz bir topluluktur.»

Yâ Muhammed, eğer müşriklerden biri sana sığınacak olursa Allah'ın sözünü dinlemesi için ona aman ver. Ola ki Allah'ın kelamını işitir iman eder. Şayet iman etmez İslâm'dan yüz çevirirse, güven içinde olacağı yere kadar onu ulaştır. Allah'ın bunu emretmesindeki sebeb, onların bilgisiz bir topluluk oluşudur. Eğer onlar gerçeği bilmiş olsalardı mutlaka iman ederlerdi. -Şayet müşriklerden biri sana sığınacak olursa Allah'ın sözünü dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güven içinde olacağı yere kadar ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz bir topluluktur.»

7

«Mescid-i Haram'ın yanında andlaştıklanrazın dışında, müşriklerin Allah katında ve Peygamberi önünde nasıl bir andlaşmaları olur? Size karşı doğrulukla hareket ederlerse siz de kendilerine doğrulukla muamele edin. Allah, sözleşmelerini bozmaktan sakınanları sever.»

Allahü teâlâ, bu âyet-i celilede müşrikleri zemmediyor, onların Allah'ın katında ve Peygamberin yanında bir andlaşmaları olamayacağını bildiriyor. Çünkü onlar Allah'ın birliğini, âyetlerini ve Peygamberini inkâr etmişlerdir. Allah katında ve Peygamberi yanında onlar için aman yoktur. Ancak Mescid-i Haram'ın yanında Peygamber ile andlaşma yapıp, andlaşmalarını boznıayanlar müstesnadır. Zira onlar ahidlerine sadık kalmışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 'Mescid-i Haram'ın yanında andlaştıklarınızın dışında, müşriklerin Allah katında ve Peygamberi önünde nasıl bir andlaşmaları olabilir? Size karşı doğrulukla hareket ederlerse, sız de kendilerine doğrulukla muamele edin. Allah, sözleşmelerini bozmaktan sakınanları sever.'

8

«Nasıl ahidleri olabilir ki, fırsat bulup galip gelselerdi size karşı ne akrabalık bağlarına, ne de muahede hükümlerine aldırmazlardı. Kalbleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hosnud etmeye uğraşırlar, onların pek çoğu fâsıktırlar.»

Ey iman edenler, müşriklerin sizinle asla bir ahidleri yoktur. Eğer onlar fırsat bulup savaşta galip gelselerdi, aranızda ne akrabalık, ne de muahede kalırdı. Onların hepsini hiçe sayarak size ellerinden gelen kötülüğü yaparlardı. Bunu yapamadıkları için, dilleriyle güzel sözler söyleyerek, sizi aldatmaya çalışıyorlar. Halbuki kalben sizi asla sevmezler' dillerinin söylediklerini kalbleri inkar eder. Zira onların çoğu fâsıktır, sözlerinde durmazlar. «Nasıl ahidleri olabilir ki, fırsat bulup galip gelselerdi size karşı ne akrabalık bağlarına, ne de muahede hükümlerine aldırmazlardı. Kalbleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnud etmeye uğraşırlar, onların pek çoğu fâsıktırlar.» İman etmeyenlerin özelliği budur. Fırsat buldukları zaman iman edenleri bir kaşık suda boğarlar. Çünkü onlarda Allah korkusu yoktur. Allah korkusu olmayanlarda acıma hissi de olmaz. Eğer acıma hissi olsaydı, iman edenlere en ağır işkenceleri yapmazlardı. Bunun için Allahü teâlâ Müslümanların kâfirlerle dost olmalarını yasaklamıştır.

9

«Allah'ın âyetlerini az bir değere değişip, insanları O'nun yolundan alıkoydular. Onların işledikleri gerçekten ne kötüdür.»

Yahudiler ve müşrikler, Allah'ın âyetlerini dünya menfaatleri için, az bir değer ile değiştirmişler, insanları da Allah yolundan alıkoymuşlardır. Onların yapmış oldukları gerçekten ne kötüdür. Onların benzeri, altın ile pulu satın alan adam gibidir. Altını verir pulu alır, sonunda onu da kayıp eder, her ikisinden de olur. Elde ne altın kalır, ne pul. Ahireti bırakıp dünyayı satın alanların hali de böyledir. Onlar da eli boş kalacaklardır. Aklı olanlar, ibret almalı, dünyanın geçici menfaatlarına aldanmamalı, âhiret nimetlerini unutmamalıdır. Dünya fani, âhiret ise ebedidir.

Bu âyet-i celile, Ebû Süfyan hakkında nazil olmuştur: Ebû Süfyan, iman edenleri Allah yolundan alıkoymak için, kendilerine dünyalık vaad eder, hatta birçoğuna çeşitli hediyeler verirdi. Böylece iman etmek isteyenleri Allah yolundan ahkoyardı. Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: «İmanlarını dünya menfaati için satanlar ve insanları Allah yolundan alıkoyanlar iki cihan saadetinden mahrum oldular. Onların işledikleri gerçekten ne kötüdür.»

10

«Onlar bir mü’min hakkında ne akrabalık bağlarına, ne de andlaşma hükümlerine riayet ederler. Onlar taşkınların ta kendileridir.»

11

«Eğer tevbe eder, namaz lalar ve zekât verirlerse sizin din kardeşiniz olurlar. Biz ayetleri bilecek insanlar için açıklarız.»

Ey iman edenler, müşrikler mü’minler hakkında akrabalık bağlarını tanımadıkları gibi, andlaşma hükümlerini de dinlemezler. Fırsat buldukları zaman size ellerinden gelen kötülüğü yaparlar. Zira onlar inkarcı bir toplumdur. Onların şerrinden ve zararından kurtutmak için bulduğunuz yerde öldürün veya esir edin. Eğer küfürden dönüp tevbe ederler, namaz kılarlar ve zekâtlarını verirlerse, işte o zaman sizin din kardeşiniz olurlar. Din kardeşlerinize dokunmayın ve asla haksızlık yapmayın.

Kâfirlerin ve müşriklerin bulundukları yerde öldürülmesi Müslümanlara zararlarından dolayıdır. Bu tehlike ortadan kalktığı zaman, Müslümanlar onların kılına bile dokunmazlar.

12

«Şayet ahidlerinden sonra yeminlerini bozar da dininize dil uzatırlarsa küfrün önderlerini hemen öldürün, belki vazgeçerler. Çünkü onların andlan, ahidleri yoktur.»

Ey iman edenler, müşrikler ahidlerinden sonra yeminlerini bozarlar da dininize dil uzatıp, saldınrlarsa, onların elebaşlarını, önderlerini hemen öldürün. Diğerleri korkarlar da dininize saldırmaktan vazgeçerler. Çünkü onların yeminleri ve ahidleri yoktur. İman etmeyenler sözlerinde durmazlar, ahidlerini ve yeminlerini, yerine getirmezler. Daima, Müslümanların zayıf taraflarını ararlar, buldukları zaman derhal saldırırlar. Bunun için Yüce Allah «Onların yeminleri ve ahidleri yoktur' buyuruyor. Görülüyor ki, Müslümanların dine saldıranlara müsamaha etmemeği, onlara önderlik yapanların öldürülmesi emrediliyor. Dine saldıranlar, fırsat buldukları zaman mensuplarına da saldıracaklardır, bu bakımdan onların öldürülmesi emredilmiştir.

13

«Yeminlerini bozup Peygamberi yurdundan çıkarmaya teşebbüs eden, düşmanlık göstermekte ilk olan kavm ile harbetmez misiniz? Onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçek mü’minseniz bilin ki asıl korkmanız gereken Allah'dır.»

Ey iman edenler, yeminlerini bozup Peygamberi yurdundan çıkarmaya teşebbüs eden, ona düşmanlık yapan bir kavm ile harbetmek istemez inisiniz? Yoksa onlarla savaşmaktan korkuyor musunuz? Eğer gerçek mü’minseniz Allah'ın emirlerini yerine getirin, yasaklarından sakının, Peygambere tabî olun, bilin ki asıl korkmanız gereken Allah'dır, Allah'ın va'di haktır, mutlaka vukuu bulacaktır. O, va'dinden asla dönmez. Kafirleri zelil, mü’minleri ise aziz kılacaktır.

İkrime (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli müşriklerle Hudeybiye muahedesini yapar. Yine Mekke'de bulunan Benî Huzâa kabilesiyle de bir andlaşma inızalar. Müşrikler de Beni Bekir kabilesiyle anlaşırlar. Böylece Beni Huzâalılar, Müslümanların, Benî Bekirliler de müşriklerin himayesine girerler. Daha sonra bu iki kabile arasında savaş başlar, müşrikler kendi himayelerinde olan Benî Bekirlilere silâh ve yiyecek yardımında bulunurlar. Halbuki andlaşma gereği, Müslümanların himayesinde olanların aleyhine başkasına yardımda bulunmayacaklardı. Kendi himayelerinde olanlara yardımda bulununca, şartlarına riayet etmedikleri için, andlaşma doğrudan doğruya bozulmuş olur. Hatalarını anlayan müşrikler muahedenin yenilenmesi için, Ebû Süfyan'ı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e elçi olarak gönderirler. Ebû Süfyan daha Medine'ye gelmeden peygamberimiz sahabesine onun gelmekte olduğunu ve isteğinin yerine getirilmeyeceğini bildirir. Süfyan Medine'ye gelir, ilk önce,Ebû Bekir (radıyallahü anh)'e uğrar, durumu anlatır, muahedenin yenilenmesini ister, Ebû Bekir (radıyallahü anh) «Hüküm Allah'ın ve Resülünündür» diyerek çok veciz bir cevap verir. Ebû Süfyan, Ebû Bekir (radıyallahü anh)'den bir netice alamayınca Hazret-i Ömer'e gider. Ondan da aynısını ister. Hazret-i Ömer, şöyle der: «Eğer ahdinizi bozdunuzsa eskiye dönülmez, yeniden bir muahede yapılması gerekir. Ne kadar sağlam ahid yaparsanız yapın, Allahü teâlâ onu bozar. Müslüman olmadıkça size bu ahidlerden hiçbir fayda yoktur.» Ebû Süfyan, Hazret-i Ömer'den bu hakikatleri duyunca şaşırır, ne yapacağını bilmez, kızar ve 'Senin gibi, kavminin helakini isteyen kimse görmedim» der yanından ayrılır, doğru Hazret-i Fâtıma'nın yanına gider, durumu anlatır, medet umar, o da, Ebû Bekir gibi «Hüküm Allah'ın ve Resûlünündür» der. Hazret-i Fâtıma'dan da bir netice alamayan Süfyan, Hazret-i Ali'ye gider, muahedenin yenilenmesini ister. Hazret-i Ali «Ben senden daha asil kimse göremiyorum, sen reissin, halkın arasında muahedeyi yeniler, onları ıslah edersin» der. Hazret-i Ali'nin bu sözleri üzerine Süfyan sağ elini sol elinin üzerine koyarak «Ben, bu iki kavmin birbirlerini öldürmemeleri için onları savaştan men ettim» der ve eli boş olarak geri döner. Mekke'ye gelince müşrikler ne yaptığını sorarlar, Süfyan hiçbir şey yapamadığını, Hazret-i Ali'nin tavsiyesi üzerine geri döndüğünü söyler. Müşrikler «Senin gibi elçi görmedik, bize bir sulh andlaşması getirmedin ki emin olalım, savaş haberi getirmedin ki hazırlıklı olalım» derler.

Bu sırada Huzâa kabilesinden kırk kişilik bir hey'et Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelir, durumu arz eder, müşriklerden şikâyetçi olurlar ve Peygamberimizden yardım talebinde bulunurlar. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Huzâa kabilesinden gelenleri dinledikten sonra müşriklerin yaptıklarına çok kızar, Huzâalılan müşriklere karşı koruyacağına yemin eder ve Mekke üzerine yürünmesini emreder. Peygamberimiz kısa zamanda on bin kişilik bir ordu hazırlar, Mekke üzerine yürür, şehre hemen girmez, Remel mevkiinde konaklar. Müşrikler İslâm ordusunun Mekke üzerine'geldiğini öğrenirler, bilgi toplamak için Ebû Süfyan'ı gönderirler. Süfyan Remel mevkiine geldiği zaman Peygamber ordusunu görür. Ordunun haşmeti karşısında donakalır, ne yapacağını şaşırır, kim olduğunu gizler, kendisinin Abbas ile görüştürülmesini ister. Hazret-i Abbas'a götürülür, Abbas, Süfyan'ı alır, doğru Peygamberimize götürür. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onun selâmeti için «Yâ Ebâ Süfyan, Müslüman ol selâmete kavuş' der, Müslüman olmasını ister. Süfyan, âlemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamberin sözüne şu karşılığı verir: «Lât ve Uzzâ hakkı için, Müslüman olmam». Lât ve Uzzâ müşriklerin en büyük putlarıydı. Müşrikler yemin ederken onların adını anarlardı. Süfyan, Peygamberimizle bu şekilde konuşurken, Hazret-i Ömer de, elinde Hazret-i Peygamber'İn kılıcı olduğu halde çadırın kapısında bekliyordu. Süfyan’ın sözlerini duyunca hiddetlenir ve «Sen Lât ve Uzzâ'yi necasetle kirlet. Eğer kapıda olsaydın, sana onların adını andırmazdım» der. Süfyan kapıdakinin kim olduğunu sorar, Hazret-i Ömer olduğunu söylerler. Bunun üzerine Süfyan derhal Müslüman olur. Ebû Süfyan’ın İslâm'a girişi Peygamberimizi ve Abbas'ı sevindirir. Hazret-i Abbas, Süfyan'ı alır, kendi çadırına götürür, geceyi orada geçirir. Sabah olunca bütün askerin abdest aldığını görür, kendisi de abdest alır, Hazret-i Abbas'a bunların ne yaptığını sorar, Abbas namaz kılmak için abdest aldıklarını söyler ve hep birlikte Peygamberin peşinde sabah namazını kılarlar. Namazdan sonra Süfyan «Ey Abbas, bugüne kadar başkanlarına bu derece itaat eden bir kavm görmedim, demek ki kardeşinin oğlu padişah oldu» der. Abbas «Hayır, o padişah değil, Peygamberdir. Allah onu bütün âlemlere Peygamber olarak gönderdi- cevabını verir. O zaman Süfyan ' «Demek ki, o Peygamberdir, Öyleyse yazıklar olsun Kureyşlilere» der.

Hazret-i Abbas, Mekke halkını İslâm'a davet etmek için Peygamberimizden izin ister. İstediği izin kendisine verilen Hazret-i Abbas, Peygamberimizin bineği ile Mekke'ye gider. Ve «Ey Mekke halkı, İslâm'a girin, selâmete erin. İslâm'a giren selâmet bulur. Müslüman olanlar her şeyden emindirler. Peygamber ordusu Mekke'yi işgal edecektir. Silâhını elinden bırakanlar, Müslüman olanlar, evinin kapısını kapatanlar, Ebû Süfyan’ın evine girenler, teslim olanlar emniyet içindedirler, onlara dokunulmayacaktır» diyerek İslâm'ın küfre meydan okuyan nutkunu söyler. Peygamber ordusu bir müddet sonra Mekke'ye girer. Müşrikler Hazret-i Abbas'ın verdiği talimata uyarlar. Önemli bir olay meydana gelmeden şehir 11 Ocak 630'da Müslümanların eline geçer. Mekkeliler büyük bir heyecan içinde Peygamber'in vereceği kararı beklerler. Bu ara,da halk büyük bir emniyet içindedir. Kimsenin burnu bile kanamaz. Ancak Beni Bekir kabilesi Huzaalılara yapmış oldukları haksızlığın cezasını çekmek için Peygamberimizin emriyle fetih günü öğleye kadar, Beni Bekirlilerle savaşırlar, birçoğunu katlederler.

14

«Onlarla savaşın ki, Allah sizin elinizle onları azablandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de mü’minlerin gönüllerini ferahlandırsın.»

Ey iman edenler, ahidlerini bozan müşriklerle savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları azablandırsın, hezimete uğratarak rezil etsin. Sizi onlara galip kılarak mü’minlerin kalblerini ferahlandırsın. Allahü teâlâ bunu iman edenlere vaad ediyor.

Mus'ab b. Said (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştik Mekke fethedüdiği gün halkın tamamı iman ettiği için Peygamberimiz tarafından afvedilerek emniyet altına alınır. Ancak içlerinden şu altı kişi iman etmedikleri için umumi aftan istifade edemezler. Çünkü umumî af sadece iman edenlere mahsustur. İman etmeyenlerin ise yakalandıkları yerde katledilmek suretiyle cezalandırılmaları gerekiyordu.

İman etmedikleri için afdan istifade edemeyen altı kişi şunlardır :

1- Ebû Cehil'in oğlu Ikrime,

2- Abdullah b. Ahtal,

3- Mukayıs b. Dubabe,

4- Abdullah b. Said ve iki karısı.

Abdullah b. Said, Hazret-i Osman'ın süt kardeşi olup daha önce Peygamberimizin vahiy kâtipliğini yapmış, bilâhare irtidat etmiştir. Mekke'nin fethi esnasında Hazret-i Osman (radıyallahü anh) süt kardeşi olan Abdullah b. Said'in afvedilmesini Peygamberimizden talep eder. Ancak Resûlüllah, Hazret-i Osman'ın bu talebini kabul etmez ve «İman etmeyenler Beytullah'ın içinde olsalar bile öldürün,» buyurur.

Seldir fethedildikten sonra müşrikler Harem-i Şerifin avlusunda toplanırlar, Peygamberimizin kendi haklarında vereceği kararı beklerler. Zira onlar daha önce Peygamber'e büyük kötülükler yapmışlar, Mekke'den çıkarmışlardı. Önceki kötülükleri akıllarına geliyor, Peygamber'in kendileri hakkında vereceği kararı merak ve heyecan içinde bekliyorlardı. Şehirde sükûnet hâsıl olduktan sonra Peygamberimiz Beytullah'ı tayâf eder, iki rekat namaz kılar, kalkar ve Harem-i Şerifin kapısının iki yanından tutar ve şöyle der: «Ey milletim, bugün siz benden ne bekliyorsunuz?» Onlar hep bir ağızdan: «Sen bizim kerîm kardeşimizsin. Merhametli ve cömertsin, afvı seversin, bizi afvet' derler. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, iman ettikleri için onları çoktan afvetmişti. Onlar afvedüdiklerini bizzat Peygamber'in ağzından duymak istiyorlardı. Peygamberimiz onlara şöyle den «Ben de bugün size Yûsuf'un kardeşlerine dediği gibi derim ki, size tevbih yoktur, Allah günahlarınızı afvetsin.» Peygamber'den kurtuluş müjdesini alan Mekkeliler sevinç çığlıkları atarlar, sanki o âna kadar ölü gibi idiler, yeni dirilmiş gibi olurlar ve hep bir ağızdan Kelime-i Şehâdet getirerek İslâm'ı kabul ederler. Artık küfrün sonu gelmişti, bâtıl yok olmuş, hak gelmişti. Sekiz yıl önce yurdundan çıkardıkları Peygamber'lerine çimdi iman etmişlerdi. Peygamberimiz onların iman ettiğini görünce Rabbine şükretmek için Harem-i Şerifin Safa tarafındaki kapısından çıkar ve Safa tepesine gider, orada Rabbinin kendisine ihsan ettiği nimetleri ve lûtufları zikrederek şükreder. Peygamberimiz şükür ile meşgul iken Medineliler aralarında toplanırlar »Peygamber, kavmine acıyarak onları afvetti. Bundan sonra onlarla beraber kalır» derler. Medinelilerin bu şekilde konuşmasına üzülen Peygamberimiz «Ben Allahü teâlâ'nın hepinize gönderdiği peygamberiyim, hayatım da, ölümüm de sizinle beraberdir» der. Peygamberin kendilerinden ayrılmayacağını öğrenince çok sevinirler ve «Ey Allah'ın Resulü, aramızdan ayrılıp kavmine döneceğinden korktuğumuz için böyle konuştuk» derler. Peygamberimiz onların kalbinden şüpheyi gidermek için «Siz Allah katında sadık kimselersiniz» buyurur.

15

«Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin, Allah kimi dilerse ona tevbe nasip eder. Allah hakkıyle bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir O.»

Yüce Allah'ın afvı boldur, kullarından dilediğine iman nasip eder» ve hidâyete erdirir. Allah alimdir, kimin iman edeceğini bilir, hakimdir, dilediğine yardımıyla hükmeder, aziz kılar, dilediğinin de hezimetine hükmeder ve zelil kılar. Kimse O'nun hükmüne karışamaz.

16

«Allah, içinizden cihad edenleri Allah'dan, Peygamberinden ve mü’minlerden , başka, sırdaş, edinmeyenleri belirtmeden sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Allahü teâlâ mü’minlere, kâfirlerle savaşmalarını emredince, onlardan bazısına bu emir ağır gelir, savaşmak istemezler. Bunun üzerine Yüce Allah mezkûr âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Ey iman edenler, siz savaş ile denenmeden hemen emniyet içinde olacağınızı mı zannediyorsanuz? Allah yolunda cihad etmeden, zahmet çekmeden ve nefsinizi temizlemeden hemen cennete gideceğinizi mi umuyorsunuz? Allah, hanginizin mücahede ettiğini, hanginizin etmediğini, içinizden Allah'dan, Peygamber'den ve mü’minlerden başka dost edinenleri belirtmeden sizi kendi hâlinize bırakacağını mı zannediyorsunuz? Allah, bunları açığa çıkarmadan sizi kendi hâlinize bırakmaz. Çünkü O, işlediklerinizden haberdardır. «Allah, içinizden cihad edenleri Allah'dan Peygamberinden ve mü’minlerden başka sırdaş edinmeyenleri belirtmeden sizi kendi hâlinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.»

17

«Müşriklerin, Allah'ın mescidlerini ziyaret ve mamur etmeğe hakları yoktur. Onlar kendi küfürlerine kendileri şahiddirler. Onların bütün yaptıkları beyhudedir ve onlar ateşte ebedi kalıcıdırlar.»

Ey iman edenler, müşrikler Allah'ın mescidlerini ziyaret ve imar edenuteler, buna hakları yoktur. Çünkü onlar Allah'a şirk koşup, âyetlerini ve peygamberlerini yalanlıyorlardı. Böylece de kendi küfürlerine kendileri şahid oluyorlardı. Allah'a şirk koşanların yapmış oldukları bütün ameller, beyhudedir ve onlar cehennemde ebedî kalıcıdırlar. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.

Bir kısım tefsircilere göre bu' âyet-i celîle, Peygamberimizin amcası Abbas hakkında nazil olmuştur. Yukarda da izah edildiği gibi Abbas Bedir savaşında esir düşmüş, Müslümanlar da müşrik olduğu ve akrabasıyla münasebeti kestiği için ayıplamışlardır. Halta Hazret-i Ali daha ağır sözler söylemişti. Abbas «Siz hep bizim kötülüklerimizi söylüyorsunuz, iyiliklerimizden hiç bahsetmiyorsunuz?» der. Hazret-i Ali «Sizin iyilikleriniz var mı ki, onlardan bahsedelim» der. Abbas «Biz Mescid-i Haram'ı imar eder, onu perdeleriz. Hac ederiz ve gelen hacılara su veririz, esirleri serbest bırakırız, bize sığınanlara dokunmayız, fakirleri, yoksulları yediririz' cevabını verir. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal eder, şöyle buyurur: «Müşriklerin, Allah'ın mescidlerini ziyaret ve mamur etmeye hakları yoktur. Onlar kendi küfürlerine kendileri şahiddirler. Onların bütün yaptıkları beyhudedir ve onlar ateşte ebedi kalıcıdırlar.» îmanı olmayanların yapmış oldukları bütün ameller boşadır. Allah katında ameller, ancak iman ile değer kazanır.

18

«Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola erişmişlerden olmaları umulanlar bunlardır.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede mescîdleri kimlerin inşa ve imar edeceğini bildiriyor. Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman edip, namazını kılanlar, zekâtını verenler, Allah'dan başkasından korkmayanlar imar ederler. Mescidlerin imar ve inşası ibadet içindir. Allah'a şirk koşanlar mescidlerde asla ibadet edemezler. Bunun için de iman etmeyenler, mescidlerin imar ve inşasını yapamazlar. Çünkü mescidler imanın alâmetidir ve sadece Allah rızası için yapılır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola erişmişlerden olmaları umulanlar bunlardır.» Âyette belirtildiği gibi, bütün ibadetler ve hayırlar iman üzerine inşa edilir.

19

«Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı imar etmeyi, Allah'a ve âhiret gününe inanmak, Allah yolunda cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar Allah yanında bir olmazlar. Allah zulmedenleri doğru yola eriştirmez.»

Ey müşrikler,. siz hacılara su vermeyi ve Harem-i Şerifi imar etmeyi, Allah'a ve âhiret gününe iman ile bir mi tutuyorsunuz? Hacıları sulamak ve Harem-i Şerifi imar etmek elbette Allah'a ve âhiret gününe iman edip, Allah yolunda cihad etmek gibi olamaz. Çünkü bütün ameller iman ile değer kazanır, imanı olmayanın amelleri boşadır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hacca gelenlere su yermeyi, Mescid-i Haram'ı imar etmeyi, Allah'a ve âhiret gününe inanmak, Allah yolunda cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar Allah yanında bir olmazlar. Allah zulmedenleri doğru yola eriştirmez.» İman edenler mükâfatlarını görecekleri gibi, iman etmeyenler de cezalarını bulacaklardır.

20

«İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerin Allah yanındaki mertebeleri pek büyüktür. İşte kurtulanlar onlardır.»

21

«Rableti onlara rahmetini, rızasını ve içinde tükenmez nimetler bulunan ebedî cennetleri müjdeler.»

22

«Orada ebedi kalırlar. Doğrusu büyük mükafaatat Allah katındadır.»

Allah'a iman edip, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerin Allah katında çok büyük dereceleri ve mertebeleri vardır. Rableri onlara rahmetini, rızasını ve içinde tükenmez nimetler bulunan ebedi cennetlerini müjdeler. Onlar, Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınan, namazlarını dosdoğru kılıp, zekâtlarını veren, camileri imar edenlerdir. İşte onlar, dünya ve âhirette ebedî saadete kavuşanlardır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor; «îman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerin Allah yanındaki mertebeleri pek büyüktür, İşte kurtulanlar onlardır. Rableri onlara rahmetini, rızasını ve içinde tükenmez nimetler bulunan ebedi cennetlerini müjdeler. Orada ebedî kalırlar. Doğrusu büyük mükâfat Allah katodadır.» Bütün bu nimetler iman edip, Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihad edenlerindir.

23

«Ey iman edenler, babalarınızı, kardeşlerinizi eğor küfrü sevip, onu imana tercih ediyorlarsa dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, doğrusu kendine yazık etmiş olur.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mü’minlere Mekke'den Medine'ye hicret emrini bildirince, onlar iman etmeyen babalarına' analarına, kardeşlerine, eşlerine, çocuklarına, hısım ve akrabalarına haber verirler. Îman etmeyenler, mü'minlerin hicret etmesine karşı çıkarlar. «Bizi kime bırakıp gideceksiniz?, Siz giderseniz bizim halimiz ne olacaktır?» diye dert yanmaya başlarlar ve onların Mekke'den ayrılmamaları için her tarafa başvururlar. Durumlarına acıyan mü’minlerden bazıları, hicreti terk eder, Peygamber'in emrine muhalefette bulunurlar. Allahü teâlâ mezkûr âyeti inzal ederek, onlar hakkında şöyle buyurur: «Ey iman edenler, babalarınızı, kardeşlerinizi eğer küfrü sevip, onu imana tercih ediyorlarsa dost edinmeyin, içinizden kim onları dost edinirse, doğrusu kendine yazık etmiş olur.» Âyet-i celilede ifâde edildiği gibi, yakınlık derecesi ne olursa olsun mü’minin iman etmeyenlerle dostluk kurması yasaklanmıştır. Hatta İslâm ülkelerine hicret etme imkânı olanların, gayr-i muslimlerin içinde oturmalarına da müsaade yoktur. Eğer gayr-i muslimlerin içinde oturmayı tercih ederlerse o zaman bunlarla olan bütün irtibatın kesilmesi de emredilmiştir.

24

«De ki; Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız meskenler sizin için Allah ile Peygamber'inden, Allah yolunda savaşmaktan daha değerli, daha sevimli ise, o halde Allah, emrini gönderinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.»

Ey iman edenler, babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, akrabalarınız, kazandığınız mallar, eksilmesinden korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız evleriniz, köşkleriniz, bağ ve bahçeleriniz sizin için Allah ile Peygamber'den ve Allah yolunda savaşmaktan daha değerli ise, Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Yani ölüm gelene kadar bekleyin ki, o zaman gözünüz açılır, Allah'a ve Resûl'üne muhalefet etmenin cezasını görürsünüz. Ey iman edenler, Allah'ın ve Peygamber'inin emirlerine itaat edin. Onların emirlerine muhalefet ederek âsi olmayın. Allah, isyan edenleri asla hidâyete erdirmez, ancak tevbe edip itaat edenleri hidâyete erdirir ve günahlarını bağışlar.

Bu âyet-i celile, mü’minlerin kâfir ve fâsık olan akrabalarıyla bütün ilgilerini kesmelerine delâlet etmektedir. Eğer bir şehirde küfür ve isyan çoğalır, mü’minler ona mani olamazlarsa, dinlerinin selâmeti için o beldeyi terk etmeleri gerekir. Bu âyet, Allah'ın rızasını kazanmak isteyenlerin, küfrün ve nifakın yaygın olduğu bir beldeyi terk etmelerine işaret etmektedir. Çünkü bunda Allah'ın ve Peygamber'inin rızası vardır. 'Yâ Muhammed, de ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız meskenler sizin için Allah ile Peygamberinden, Allah yolunda savaşmaktan daha değerli, daha sevimli ise, o halde Allah, emrini gönderinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.»

25

«Yemin olsun ki, Allah size birçok savaş yerlerinde, sayınızın çokluğundan hoşlanıp övündüğünüz, fakat çokluğunuz size bir fayda vermediği, yeryüzü bütün genişliği ile sizlere dar geldiği, nihayet arka çevirerek dönüp gittiğiniz Huneyn gününde de size yardım etti.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke'nin fethi, İslâm'ı kabul etmeyen müşriklere ağır gelir. Hele Mekke'de yaşayan Hevâzin kabilesi daha çok rahatsız olur. Bu kabilenin başkanı Mâlik ibn Avf, Sâkıf kabilesini de kandırarak yanına alır. İki kabile 20 bin kişilik bir kuvvet hazırlarlar. Başlarına da Mâlik geçer. Niyetleri İslâm'ı yok etmek, putperestliği tekrar diriltmekti. Bunun için de Müslümanları dağıtmak gerekiyordu. Hevâzin kabilesi ok atmada mahirdi, bu bakımdan kendilerine çok güveniyorlardı. Mâlik şair ruhlu olduğu için şiirleriyle halkı savaşa teşvik eder ve galeyana getirir. Onlara göre en uygun savaş yeri Huneyn vadisiydi. Mâlik bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra ordusu ile gelip ismi geçen vadinin savaşa elverişli olan yerinde karargâh kurar. Bütün kadınlarını, çocuklarını ve sürülerini de birlikte getirirler.

Peygamberimizin bu gelişmelere seyirci kalması mümkün değildi. Ona lâyık olduğu dersi vermesi gerekiyordu. Mâlik'in durumunu tetkik etmesi için, Benî Selim kabilesinden Abdullah ibn Ebü Hudarî'yi gönderir. Hudarî Huneyn vadisine gelir Hevâzinlilerin içine girer ve Mâlik'in onlara şöyle dediğini işitir: «Ey Hevâzinliler, sizler dörtbin kişisiniz, kılıçlarınızı çekip düşmana saldırdığınız zaman dörtbin kişiyi birden katledersiniz, sizin karşınızda kimse duramaz.»' Hudarî döner, durumu olduğu gibi Peygamberimize nakleder, orada bulunan sahabelerden birisi -Ey Allah'ın Resulü, yemin ederim ki, bizim gücümüz ve çokluğumuz herkesi mağlûp eder, bugünden sonra artık kimse bize galip gelemez» der. Peygamberimiz bu söze çok üzülür. Çünkü Peygamberimiz, çokluğuna değil, Allah'a güveniyordu. Peygamberimiz on iki bin kişilik büyük bir ordu hazırlar. Bu ordu, bugüne kadar hazırlanan islâm ordularının en büyüğü idi. İki bini, Mekke'nin fethinde Müslüman olanlardan müteşekkildi. Peygamber, ordusu ile Huneyn vadisine vanr, karargah kurarken düşman ordusunun ani baskınına uğrarlar, islâm ordusu berulur ve dağılmaya başlar, Peygamber'in yanında 80-100 civarında asker kalır. -Yemin olsun ki, Allah size Bedir'de, Benî Kureyza savaşında, Hayber'in fethinde, Hendek muharebesinde ve Mekke'nin fethinde yardım etti. Huneyn gününde sayınızın çokluğundan hoşlanıp övündünüz, düşmanı hakir görüp, bizim kudretimizi unuttunuz. Fakat çokluğunuz size bir fayda yermediği, yeryüzü bütün genişliği ile size dar geldiği, nihayet arka çevirerek dönüp gittiğiniz Huneyn gününde de size yardım etti.»

Bu âyet-i celilede bir kişinin şerrinin büyük bir topluluğa zararı dokunacağına işaret vardır. Bundan kurtulmak için şerli kimselerden uzak durmak gerekir.

Enes (radıyallahü anh) bu olayı şöyle nakleder: «Peygamber, ordusu ile Huneyn vadisine gelir. Orası Mekke ile Tâif arasında, yolları dar, vadileri derin, yamaçları sarp olan bir yerdi. Bizden önce Malik ibn Avf in ordusu gelip vadinin üst kısmına karargâh kurmuştu. Ben bugüne kadar böyle bir kalabalık görmedim, bütün mallarım, eşlerini, çocuklarını ve sürülerini de alıp gelmişlerdi. Erkekler önde saf tutmuş, kadınları arkalarında yer almış, çocukları ve sürüleri de daha arkadaydı. Bundan maksatları, erkeklerin kadınları ve mallarını bırakıp kaçmamasıydı. Biz de vadinin dibindeki dereye indik, karargâhımın kurmaya çalışıyorduk ki, o anda Mâlik'in ordusu birden üzerimize saldırdı. İslâm ordusunda bir panik başladı, bu kargaşa esnasında, Mekke'nin fethinde yeni Müslüman olanlar kaçmaya başladılar. Halbuki onlar savaşa iştirak için, Peygamber'den izin istemişler, Peygamber de hiçbir cevap vermemişti. Onlar kendiliklerinden savaşa iştirak etmişlerdi. Düşmanın ani saldırısı karşısında kaçmaya başladılar, kendilerini gören diğer Müslümanlar da hiçbir faaliyet göstermeden kaçtılar. Peygamberimizin yanında ancak 80-100 kadar insan kalır. Resûlüllah, sağına ve soluna bakarak «Ey Allah'ın ve Resulünün yardımcıları, neredesiniz? Ben Allah'ın kulu ve Peygamberiyim, bugün sabır günüdür» diyerek harbisini alır, düşman askerinin karşısına dikilir ve yerden, bir avuç toprak alarak yüzlerine doğru atar. Mâlik'in ordusunun başı döner, sarhoş gibi olurlar.» En eş «Allah'a yemin ederim ki, biz bir ok atmadan ve süngü çekmeden Allahü teâlâ onları hezimete uğrattı. Ailelerini, çocuklarını ve sürülerini bırakıp kaçtılar. İslâm ordusu, Peygamber'in yanına tekrar toplandı, yaptıklarına pişman olup, tevbe etti.» Peygamber, ordusuna yakaladıkları düşmanı öldürmesini emretti. Bu savaşta Müslümanlardan dört kişi şehid olmuş, müşriklerden ise yetmiş kişi ölmüş, birçoğu da esir alınmıştı. Ümmü Selim o gün karnı üzerine sürünerek savaşmıştı, savaştan kaçan Müslümanlara çok kızıyordu. Onlar hakkında Peygamberimize «Ey Allah'ın Resulü, seni bırakıp kaçanları afvetme, müşrikleri katlettiğin gibi, onları da katlet' der. Peygamberimiz 'Ey Ümmü Selim, Allah'ın afvı boldur' der gönlünü alır.

Peygamber ordusu dağılınca Allahü teâlâ beş bin melek göndererek Peygamber'ine yardım eder, müşrik ordusunu hezimete uğratır. Başlangıçta galip gibi gözüken düşman ordusu mağlûp olur, her şeyini savaş alanında bırakarak kaçar, kimi ölür, kimi esir düşer. Dağılmakta olan Peygamber ordusu- ise bir anda toplanıp zafere ulaşır. Böylece Allah mü’minlere yardım eder. Müslümanlar bundan ibret almalı ve bilmelidirler ki, her şey Ancak Allah'ın yardımıyla -meydana gelir. Allah'ın yardımı olmadan hiçbir şey olmaz.

Çokluklarına güvenenler aldanır, azlığına üzülenler yanılırlar. «Yemin olsun ki, size birçok savaş yerlerinde, sayınızın çokluğundan hoşlanıp övündüğünüz, fakat çokluğunuz size bir fayda vermediği, yeryüzü bütün genişliği ile size dar geldiği, nihayet arka çevirerek dönüp gittiğiniz Huneyn gününde de size yardım etti.»

26

«Bozgundan sonra Allah, Peygamberine, müminlere sükûnet verdi ve görmedikleri ordular indirdi, kâfirleri azaba uğrattı. Kâfirlerin cezası budur.»

27

«Sonra Allah, bunun arasından kimi dilerse onun tevbesîni kabul eder. Allah çok yarlığayıcı çok merhamet edicidir.»

İslâm ordusu Huneyn savaşında düşmanın ani saldırısına uğrayınca, ne yapacağını şaşırmış, kaçmaya başlamıştı. On iki bin kişilik ordudan Peygamber'in yanında sadece 80-100 kişi kalmıştı. Allahü teâlâ o zaman Peygamber'e ve mü’minlere sükûnet verip, üzerlerine beş bin melek göndermişti. Halbuki ordu onları göremiyor, ancak onlar düşman ordusunu dağıtıyorlar, kimisini de öldürüyorlardı. Düşman ordusu neye uğradığını bilmiyordu. Bu, kâfirlerin dünyadaki cezalarıydı, âhiretteki cezaları ise içinde ebedi kalacakları cehennemdir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Bozgundan sonra Allah, Peygamberine, mü’minlere sükûnet verdi ve görmedikleri ordular indirdi, kâfirleri azaba uğrattı. Kâfirlerin cezası budur. Sonra Allah bunun ardından kimi dilerse, onun tevbesini kabul eder. Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.»

Bu âyet-i celîle, büyük günah işleyenlerin kâfir olmadığına delâlet eder. Eğer büyük günah işleyenler kâfir olsaydılar, Yüce Allah harbten kaçanlara «Ey mü’minler» diye hitap etmez, «Ey kâfirler- derdi. Allah kimi dilerse, onu doğru yola hidâyet eder.

Muhammed ibn Kâ'b bu olayı şöyle nakleder: «Mâlik ibn Avf, Huneyn'de hezimete uğrayınca, üç bin kişilik ordusu ile savaş alanından kaçar. Yolda giderken arkadaşlarına «Muhammed'in himayesine girip mal sahibi olmak ister misiniz- der. Arkadaşları derhal kabul ederler. Olumlu cevap alan Mâlik, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir elçi göndererek Müslüman olacağını, ancak karşılık olarak kendisine ne vereceğini sordurur. Peygamberimiz, bakıcılarıyla birlikte yüz deve vereceğini bildirir. Bunun üzerine Mâlik, döner, Peygamberimizin yanına gelir, islâm'ı kabul eder. Üç-dört gün Müslümanların içinde kalır, onların birbirlerine karşı sevgi, saygı, itaat ve bağlılıklarını görür ve çok etkilenir, kalbi yumuşar. İslâm'a tam manâsıyla bağlanır. Onun durumundan haberdar olan Peygamberimiz, «Ey Mâlik, seninle yapmış olduğumuz ahde sadık ol» buyurur. Mâlik «Ey Allah'ın Resulü, ücret karşılığı Müslüman mı olunur? Ben Hak dini kabul ettim, karşılık olarak hiçbir şey istemiyorum» der. Malik Müslüman olduktan sonra büyük hizmetlerde bulunur, Şam'ı fetheder ve Allah'ın rahmetine mazhar olur.

Allah, gafurdur, müşriklerin İslâm'dan önceki şirklerini ve günahlarını afveder. Rahimdir, iman edenlerin işledikleri günahları tevbe ile yok eder. Kullarının amellerine göre mükâfat ve mücâzat verir.

28

«Ey iman edenler, müşrikler murdar insanlardır. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirir. Çünkü Allah gerçek bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.»

Bu âyet-i celile de, Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin Mekkeli müşriklere okumuş olduğu âyetlerdendir. Yüce Allah müşriklerin necis olduğunu ve Mescid-i Haram'a yaklaştınlmamasrnı "bildiriyor. Ey iman edenler, müşrikler necistirler, murdardırlar, pistirler. Bundan sonra Mescid-i Haram'a girmesinler ve tavaf etmesinler. Böylece Allahü teâlâ iman etmeyenlerin necis olduğunu ve Allah'ın mescidlerine giremeyeceklerini bildiriyor. Necaset maddi ve mânevi olmak üzere ikiye ayrılır. Maddi necaset gözle görülen gazûrat ve benzeri pisliklerdir. Mânevi necaset ise gözle görülmeyen, fakat gerçekte pis olandır. Kâfirler her ne kadar maddeten temiz iseler de, manen pistirler. İnsanı manen temizleyen imandır. Onun içindir ki, Yüce Allah iman etmeyenlerin necis olduğunu bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Ey iman edenler, müşrikler murdar insanlardır. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.»

Mâlik ibn Enes «Kâfirlerin mescidlere, camilere girmesi caiz değildir. Çünkü onlar necistirler, nitekim cünüp olanların mescidlere girmelerinin caiz olmadığı gibi» demiştir. İmamı Şafiî (radıyallahü anh), kâfirlerin Mescid-i Haram'dan başka camilere girmesini caiz görmüştür. Çünkü âyetteki yasak sadece Mescid-i Haram'a mahsustur.

İmam-ı A'zam’ın talebeleri de aynı görüştedirler. Zira Peygamberimizin zamanında gelen müşrik elçiler Mescid-i Nebevi'de kabul edilirlerdi. Bu olay, kâfirlerin Mescid-i Haram'dan başka mescidlere girebileceklerine delâlet etmektedir. Mescid-i Haram’ın ise ayrı bir hususiyeti vardır. Mescid-i Haram, Müslümanların kıblegâhıdır ve İslâm'ın beş şartından biri O'nunla kaimdir, yeryüzünde ilk yapılan mabeddir. Diğer mescidlenle ise bu özellikler yoktur.

Allahü teâlâ müşrikleri Mescid-i Haram'a girmekten men edince, müşriklerin tacirleri Müslümanlara gözdağı vermek için «Biz bundan sonra Mekke'ye gelmeyeceğiz, bakalım size kim yiyecek-giyecek getirecektir» derler. Kafirlerin böyle söylemeleri Müslümanları kuşkulandırır. Yüce Allah onların gönüllerini ferahlandırmak için mezkûr âyeti inzal ederek, şöyle buyurur: -Eğer fakirlikten korkarsanız bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirir. Çünkü Allah, gerçek bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.» Bu müjdeden sonra Cidde halkı topluca İslâm'ı kabul ederler. Yemenliler, bu âyetin nüzulüne kadar, Mekke'ye karadan ve denizden yiyecek ve diğer ihtiyaç malları getiriyorlardı. Ayet nazil olduktan sonra Mekkelilerin bunlara ihtiyacı kalmamıştı. Zira Allahü teâlâ, alimdir, kullarının ihtiyacını bilir, hakimdir hükmüyle arzularını yerine getirir.

29

«Kendilerine kitab verilenlerden olup da, Allah ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah ile Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dini kabul etmeyen kimselerle ta boyun eğip size itaat ederek cizyeyi verinceye kadar savaşın.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celilede iman edenlere kimlerle savaşmalarının gerektiğini bildiriyor. Ey iman edenler, Allah'ın birliğine ve öldükten sonra dirilmeye iman etmeyenlerle, Allah ile Peygamberinin haram saydığını haram saymayanlarla ve hak dini kabul etmeyen kimselerle, Müslüman oluncaya kadar veya size boyun eğip itaat ederek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. Kafirlerin Müslümanlara cizye vermesi, onların üstünlüğünü kabul edip boyun eğmelerinden ileri gelir. Bu da, kâfirler için zillet, mü’minler için izzettir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kendilerine kitab verilenlerden olup da. Allah ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah ile Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dini kabul etmeyen kimselerle ta boyun eğip, size itaat ederek cizyeyi verinceye kadar savaşın.»

İmam-ı Fakih (radıyallahü anh) kâfirlerle savaş üç şeyden dolayı yapılır demiştir: l- Müslüman olmaları için, bunlar Arap müşriklerdir, kendilerinden cizye alınmaz. 2- Müslüman olmaları veya cizye vermeleri için savaşılır. Bunlar Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusilerdir. Yahudilerin ve Hıristiyanların hükmü bu âyet ile sabittir. Mecusilerin hükmü ise (Sünnetün ehlül kitabî) «Bunlara da Kitabilere tatbik ettiğiniz hükmü tatbik edin» hadisi ile sabittir. 3- Arap müşriklerin ve Ehl-i kitabın dışında olanlarla Müslüman olmaları için savaşılır. Bunlardan cizye almak caiz değildir. Ya Müslüman olurlar veya öldürülürler. Fakat İmam-ı A'zam ve arkadaşlarına göre bunlardan da cizye alınır, nitekim mecusilerden de alınmaktadır.

30

«Yahudiler. "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar: «Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu, daha evvel kafir olanların sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri süzdür. Allah'dan bulsunlar. Nasıl da uyduruyorlar.»

Yahudiler ve Hıristiyanlar Allah'a iftira ettiler. Yahudiler Üzeyir (radıyallahü anh)'i, Hıristiyanlar da İsa (aleyhisselâm)'yı Allah'ın oğlu kabul ederler. Halbuki onlar da Allah'ın her şeyden müstağni olduğunu biliyorlardı. Fakat kendilerinden önce geçen müşriklerin «Melekler Allah'ın kızlarıdır» dedikleri gibi, Onlar da Üzeyir ile İsa (aleyhisselâm) Allah'ın oğludur derler.

Yahudilerin Üzeyir'e Allah'ın oğlu demelerinin sebebi şudur: Üzeyir (aleyhisselâm) İsrailoğullarındandır ve peygamber olup olmadığı ihtilaflıdır. Kudüs Buhtü'n-Nasr tarafından işgal edildiği zartian şehir halkı esir edilir ve Babil'e sürülür. Hükümdar tarafından Tevrat toplatılır ve yakılır. Daha sonra Babil İranlılar tarafından işgal edilince, Israiloğulları Kudüs'e gönderilir. Üzeyir (aleyhisselâm) bir gün seyahat ederken Cebrail (aleyhisselâm) gelir, nereye gittiğini sorar, o da, ilim tahsil etmeye gittiğini söyler. Cebrail orada Üzeyir'e Tevrat'ı ezberletir. Tevrat'ı ezberleyen Üzeyir, Yahudilere döner, ezberlediği Tevrat'ı okur, yazar ve öğretir. Fakat Yahudiler Üzeyir'in yazdığı ve öğrettiği Tevrat'ın eskisinin aynısı olup olmadığı hususunda tereddüt ederler. Yahudiler böyle bir şüphe içinde iken bir küp bulurlar, küpün içinden eski bir Tevrat çıkar. Bu Tevrat ile Üzeyir (aleyhisselâm)'in yazdığı Tevrat'ı karşılaştırırlar, aynısı olduğunu görürler. Bundan sonra Üzeyir'in Allah'ın oğlu olduğunu söylerler.

Hıristiyanlar da, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya; ölüleri diriltmesinden, körleri gördürmesinden, alaca hastalığına yakalananları iyi etmesinden ve dilsizleri konuşturmasından dolayı Allah'ın oğlu demişlerdi.

Denilmiştir ki, bir şeyi haddinden fazla sevmek kötüdür. Yahudiler Üzeyir (aleyhisselâm) hakkında, Hıristiyanlar da İsa (aleyhisselâm) hakkında ifrada kaçtılar ve haklarında mezmum söz söylediler ve kâfir oldular. Oysa söylediklerinin aslı yoktur. Ve kendilerinden önceki müşriklerin sözlerine benzer. Onlar da melekler «Allah'ın kızları» demişlerdi. Allah, bunları helak etsin. Onlar ne de kötü yalan söylüyorlar. «Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar: "Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu, daha evvel kafir olanların sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah'dan bulsunlar. Nasıl da uyduruyorlar.»

31

«Bunlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i Tanrılar edindiler. Halbuki onlar da bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emr olunmamışlardır. O'ndan başka hiçbir Tann yoktur. O, bunların eş tutageldikleri herşeyden münezzehdir.»

Yahudiler ve Hıristiyanlar âlimlerini, âbidlerini, din adamlarını ve Meryem'in oğlu İsa'yı Tanrılar edinmişlerdir. Onları Allah'a eş tutmuşlardır. Halbuki onların Tanrı edindikleri, Allah'a ibadetten başkasıyla emredilmemişlerdir. Allah onların eş tuttukları herşeyden münezzehtir. Çünkü herşeyi yaratan O'dur. «Bunlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahipterini, Meryem'in oğlu Mesih'i Taunlar edindiler. Halbuki onlar da bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emr olunmamışlardır. O'ndan başka hiçbir Tanrı yoktur. O, bunların eş tutageldikleri herşeyden münezzehdir.»

Addi ibn Hatem (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştik «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuduğu zaman derdi ki: "Vallahi bunlar onlara tapmazlardı. Fakat onlar bilginlerinin, rahiplerinin helâl dediğine helâl, haram dediklerine de haram derlerdi. Onların bütün söylediklerine itaat eder, boyun eğerlerdi. Böylece Allah'ın emirlerini hiçe sayarlar onlarınkine itaat ederlerdi. Hazret-i İsa da onlara hiçbir zaman Allah'dan başkasına tapıp, ibadet etmelerini söylememiştir. Benim de, sizin de ilâhınız, ma'bûdunuz O'dur. O'na ibadet edin, O'ndan başka ma'bûd yoktur. O, birdir, şeriki, benzeri yoktur, herşeyden münezzehdir. O, hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey O'na muhtaçtır".»

32

«Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.»

33

«Müşrikler hoşlanmasalar da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini doğru yol ve hak din ile gönderen Allah'dır.»

Yahudiler ve Hıristiyanlar halkı kandırmak için Kelime-i Tevhid'i şirk sözlerle karıştırarak, İslâm'ın hükümlerini değiştirmek ve Kur'ân-ı Kerim'i yalanlamak istemişlerdir. Akıllarınca, islâm'ın hükümlerini değiştirip, Kur'an'ı yalanlamak suretiyle İslâm nurunu söndürmek istemişlerdi. Halbuki onlar Allah'ın nurunu asla söndüremezler. Kâfirler istemeseler de Allah dinini tamamlayacaktır. O, dinini bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hak din ile göndermiştir, insanlar Allah'ın dinine mani olamazlar, onun yayılmasını önleyemezler, islâm nurunu asla söndüremezler. Çünkü bu dinin sahibi Allah'dır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Müşrikler hoşlanmasalar da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'dır.» «Zamanımızda da islâm'a dil uzatanlar ve hükümlerini değiştirmek isteyenler vardır. Bugüne kadar hiç kimse buna muvaffak olamamış, aksine, inanmayanlar bile Allah'ın dininin yeryüzüne yayılmasına yardımcı olmuşlardır.

34

«Ey iman edenler, hahamların ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyurlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.»

Ey iman edenler, Yahudilerin ve Hıristiyanların din adamlarının çoğu, insanların mallarını haksızlıkla ve zulmederek yerler, onları Allah yolundan alıkoyarlar. Allah'ın hükümlerine muhalif hükümlerde bulunurlar, halkı kandırmak için yalan söylerler. Bunlar için ebedi olmak üzere çok elim bir azab vardır.

Ey iman edenler, altın ve gümüş biriktirip de, zekatını vermeyenler için çok şiddetli bir azab vardır. Mal biriktirip de zekatım vermeyenler için çok şiddetli bir azab vardır. İslâm'ın beş şartından biri de zekâttır. Zekât Allah'ın emridir, Allah'ın emrine muhalefet edenler, elbette cezalarını göreceklerdir. Zekatın maddi ve mânevi pek çok faydaları vardır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Ey iman edenler, hahamların ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele,» . Görülüyor ki, insanları Allah yolundan alıkoyanlarla, zekâtını vermeyenler aynı âyette zikrediliyor ve cezaları belirtiliyor.

İbn Abbas (radıyallahü anh) âyette geçen «kenz-i şöyle tarif etmiştir: «Zekâtı verilmeyen mala «kenz» denir. Zekâtı verilen mal, ne kadarçok olursa olsun, ona kenz denmez. Gömülü mala da kenz denmez.» Hazret-i Ali (radıyallahü anh) de kenzi şöyle tarif etmiştir: «Dört bin dirheme kadar olana nafaka, ondan fazlasına kenz denir.» Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor; «Malı biriktirip (kenz) zekâtını vermeyenlere çok acıklı bir azabı müjdele.» Bu âyetin hükmü umumî olup zekâtını vermeyenlerin elim bir azaba uğrayacaklarına delâlet etmektedir.

35

«O günde ki, bunların üstü cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtlan bunlarla dağlanacak, "İşte bu, nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınızdır. Artık saklayıp biriktirdiğinizi tadın" denecektir.»

Allahü teâlâ kullarına emir ve yasaklarını bildirerek, emirlerine itaat edenlere mükafat, etmeyenlere de mücâzat vereceğini haber vermiştir. Yüce Allah kudretinin eseri olarak insanları fiziki yönden farklı yarattığı gibi, maddî yönden de farklı yaratmıştır. Dünyada’ınal biriktirip, fakirleri bundan mahrum edenler ve Allah'ın emrettiği zekâtı vermeyenler kınanmış ve elim bir azaba uğrayacakları bildirilmiştir. Biriktirdikleri altın, gümüş ve paraları kıyamet günü cehennem ateşinde kızdırılarak alınları, göğüsleri ve sırtları dağlanacak, yakılacaktır. İslam dini servete karşı değildir. Ancak zenginlere, fakirin hakkını vermeyi emretmiştir. Nefisleri için mal biriktirip de, fakirleri millî servetten mahrum edenler içindir bu ceza. Azab melekleri onlara «Bu sizin dünyada biriktirmiş olduğunuz mallarınızdır. Şimdi bunun azabını tadın. Dünyada bunlara kıyıp Allah'ın emrettiği zekâtı vermezdiniz» diyeceklerdir. Haram olarak kazanılan ve zekâtı verilmeyen mal, sahibi için ateştir, felâkettir. Meşru yoldan, kazanılan ve zekâtı verilen mal, sahibi için kurtuluş ve rahmettir.

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan şöyle rivayet edilmiştir: Yemin olsun ki, Allah'dan başka ma'bûd yoktur. Kıyamet günü mallarıyla azab olunanların vücudları altın ve gümüşleri nisbetinde büyür, onlar yan-yana getirilerek vücudlarının her tarafına yapıştırılır, böylece azab edilir. Çünkü onlar dünyada altın ve gümüşlerinin çokluğundan hoşlanarak eksilir korkusuyla zekâtlarını vermezlerdi. Bundan dolayı o biriktirmiş olduklarının hepsiyle cezalandırılırlar. İdrak sahipleri bundan ibret alarak Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınarak helâl yoldan mal kazanıp zekâtlarını vermelidirler. Böylece kendilerini cehennem azabından kurtarıp, Allah'ın rızasını kazanmış olurlar. Allah'ın rızasını kazanmak da ancak emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmakla olur.

36

«Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri yanında, Allah'ın kitabında ayların sayısı on ikidir. Onların dördü hürmetli aydır. Bu dosdoğru bir nizamdır. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin. Toplu olarak sizinle savaşan müşriklerle siz de toplu olarak savaşın. Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin.»

Allahü teâlâ, gökleri, yeri, güneşi, ayı, yıldızları, geceyi, gündüzü, günleri, ayları bir ahenk içinde ve "bir nizam dahilinde yaratmıştır. Bunların hiçbiri gelişi güzel yaratılmamıştır. Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, ayların sayısı ne ise bugün de odur. Gökler ve yer yaratıldığı zaman bir yıl da, on iki ay olarak yaratılmıştır. Ne artmış ve ne de eksilmiştir. Bu, Allah'ın nizamıdır, kimse değiştiremez. Allah insanların yeryüzünde rahat yaşamaları ve ibadetlerini tam tekmil yapabilmeleri için bir yılı on iki aya taksim etmiştir. Düşünebilenler için bunda büyük hikmetler vardır. Eğer bir yıl on iki ay olmasaydı, oruç tam tutulamaz, zamanında hac yapılamaz, namaz vaktinde kılınamaz, zekât gereği gibi verilemezdi. Daha doğrusu insanlar yaşadıklarından bir tat alamazlardı. Allahü teâlâ bütün mevcudatı insanların istifadesi için yaratmıştır.

Bu aylardan dördü haram aylardır, islâm'dan önce ve İslâm'ın bidayetinde Araplar Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarına son derece saygı gösteriyor, bu aylarda savaşmıyorlardı. Çünkü bunlar haram aylardı. Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: «Siz bu aylar içinde günah işleyerek kimseye zulmetmeyin. Zira zulmedenler ancak kendilerine zulmetmiş olurlar.» Bu demek değildir ki, diğer aylarda günah işlemek mubahtır. Elbette bütün aylarda yapılan günahlar haramdır. Fakat bu aylarda yapılan günahlar, diğer aylarda yapılan günahlardan daha şiddetlidir. Çünkü işlenen günahlarla bu aylara hürmetsizlik edilmektedir. İçki içmek ve zina etmek her zaman ve her yerde haramdır. Aynı cürüm mescidlerde işlenirse, günah daha da fazlalaşır. Çünkü bu şekilde mescidlere hürmetsizlik edilmiş olur. Halbuki mescidlere hürmet yaraşır, terbiyesizlik ve saygısızlık yakışmaz. Aklı olanlar bundan birçok hüküm çıkarabilirler. Buna göre hayatlarının her anında Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmalıdırlar. İtaat edenler mükâfatını, isyan edenler de cezalarını mutlaka göreceklerdir.

37

«Hürmetli ayların yerlerini değiştirip geciktirmek küfürde gerçekten ileri gitmektir. Kâfirler böylece sapıtıyorlar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uydurmak için, onu bir yıl haram, bir yıl helâl sayıyor, böylece Allah'ın haram kıldığım helâl kılıyorlar. Bu suretle kötü işleri kendilerine güzel göründü. Allah o kafirler güruhunu hidâyete erdirmez.»

Allahü teâlâ'nın haram kıldığı ayları müşrikler kendilerine göre değiştirerek helâl, helâl kıldığı ayları da haram kılmışlar, böylece hürmetli aylara yer değiştirtmişlerdir.

İmam-ı Mücâhid (radıyallahü anh) bunu şöyle nakletmiştik «İslâm'dan önce kâfirler yılın her ayında ikişer yıl hac yapıyorlardı. Şöyle ki: iki yıl Zilhicce ayında, sonra iki yıl Muharrem ayında, arkasından iki yıl Sefer ayında hac ederlerdi. Böylece yılın her ayında iki sene üst üste hac etmiş oluyorlardı. Ta ki Ebû Bekir (radıyallahü anh)'in Zilkade ayında yapılan haccın ikinci yılında hac edinceye kadar böyle devam etmiştir, Ebû Bekir'in haccmı takip eden yıl Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Zilhicce ayında hac ederek şöyle buyurmuştur :

«Elâ innezzemane kadis'tedâre keheyetihi yevme halekallahü's-semâvâti ve'larda. = (Ey insanlar), Allahü teâlâ'nın gökleri ve yeri yarattığı günden beri aylar, yıllar böyle devran eder. Hac vakti de ayni minval üzeredir. Bunu değiştirmemiz veya başka bir aya te'hir etmemiz yasaktır.»

İmam-ı Süddî (radıyallahü anh)'nin rivayetine göre; Kenane kabilesinden Semâdî haram ayların yerini değiştirir. Araplar bazan haram aylarda da savaşmadan duramazlardı. Semâdî, Minâ'da halka hitap ederek «Ben size Muharrem ayında savaşmayı helâl kıldım. Fakat bunun yerine Sefer,ayında savaşmayı haram kıldım, o ayda savaşmayın» der. Semâdî'ye saygı duyan müşrikler sözüne itimat ederek Muharrem ayında savaşırlar, Sefer ayında ise savaşı terk ederler. Sonraki yıl bunu tekrar değiştirerek Muharrem ayında savaşmayı haram, Sefer'de ise helâl kılar. Müşrikler de onun sözüne göre hareket ederler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hürmetli ayların yerlerini değiştirip geciktirmek küfürde gerçekten ileri gitmektir. Kâfirler böylece sapıtıyorlar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uydurmak için, onu bir yıl haram, bir yıl helal sayıyor. Böylece Allah'ın haram kıldığını helâl kılıyorlar. Kötü işleri kendilerine güzel göründü. Allah kafirler güruhunu hidayete erdirmez.» Allah, ancak küfürden dönüp iman edenleri hidâyete erdirir, îman etmeyenleri hidâyete erdirmez.

38

«Ey iman edenler, size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının faideleri ahirete nisbetle pek azdır.»

Bu ayet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mü’minlere Tebük gazvesine çıkmalarını söylemişti. Tebük, Medine ile Şam arasında bir yerin adıdır. Bizanslılar Arap yarımadasını istilâ etmeyi düşünüyorlardı. Ve bu işi Suriye'de yaşayan Gassaniler'e bırakmışlardı. Hicretin dokuzuncu yılında Gassaniler Bizans kralı Herakliyüs'e Peygamber'in öldüğünü, Hicaz'da büyük bir kıtlık başladığını ve halkın ayaklandığını bildirerek yardım istemişlerdi. Herakliyüs onlara 40 bin kişilik bir ordu göndermişti. O gün için bu çok büyük bir ordudur. Peygamberimiz durumdan haberdar olur, Bizanslıların böyle bir hazırlık içinde olduğunu öğrenir, derhal umûmî seferberlik ilan eder. Kısa zamanda 30 bin kişilik bir ordu toplar. Müslümanları orduya yardıma çağırır, mü’minler orduya yardım hususunda yarışa girerler. Herkes birbirinden çok vermeyi arzu eder. Hatta kadınlar bile küpelerini, kolyelerini çıkarır verirler. Bu, Müslümanların Allah yolundaki fedakârlıklarının ifadesidir. Böylece 30 bin kişilik ordunun istihkakı hazırlanmış olur. Ordu Peygamber'in komutası altında Tebük mevkiine kadar gelir, orada konaklarlar. Münafıklar ve Bedeviler çeşitli özürler beyan ederek Peygamber ordusuna iştirak etmezler, evlerinde otururlar. Onların ileri sürdüğü özürler, mevsimin yaz olması sebebiyle çok sıcak oluşu, hasad mevsiminin gelmesi, Suriye'ye kadar olan yolun uzunluğu, Bizans ordusunun çokluğu idi. Bütün bunlardan dolayı gazveye iştirak etmezler, evlerinde çakılı kalırlar. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal eder, gazaya iştirak etmeyenleri zemmedip şöyle buyurur: -Ey iman edenler, size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayâtının faideleri âhirete nisbetle pek azdır.- Savaşa iştirak etmeyenler, havanın çok sıcak oluşundan, Bizans ordusunun çokluğundan ve mahsullerinin olgunlaştığından bahsederek dünya hayatını tercih edip, âhireti bırakmışlardır. Halbuki dünya menfaati geçici ve pek azdır, ahiret menfaati ise ebedi ve çoktur. Aklı olanlar ebedî olanı tercih eder, geçici olanı bırakırlar.

39

«Eğer gazaya çıkmazsanız Allah sizi acıklı azaba uğratır. Yerinize sizden başka bir kavmi getirir. O'na bir şey de yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.»

Ey iman edenler, eğer siz Peygamberinizle gazaya çıkmazsanız, Allah düşmanlarınızı üzerinize musallat kılar. Sizi onlarla azablandınr veya onlar vasıtasıyla sizi helak ederek, yerinize sizden daha hayırlı, emirlerine itaatkâr bir kavm getirir. Siz, Allah'ın ve Peygamberinin, emirlerine muhalefet etmekle, gazaya gitmemekle, cihadı terk edip evlerinizde oturmakla Allah'a hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü O, herşeye kadirdir, siz olmadan da peygamberine yardım eder ve düşmanlarının üzerine galip kılar. Sizi yerlerinizden götürür ve kendisine itaatkâr bir kavm getirir sizin yerinize. Kimse O'nun kudretinin önüne geçemez.

40

«Peygamber'e yardım etmezseniz, bilin ki kâfirler O'nu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah O'na yardım etmişti. Arkadaşına: "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu, Allah O'na güven vermiş, görmediğiniz askerlerle O'nu desteklemiş, kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah mutlak galibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.»

Bu âyet-i celîle Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'in ilâhi yardıma daima mazhar olduğunu bildiriyor ve hicret olayım anlatıyor. Ey iman edenler, eğer siz Peygamber'e yardım etmez, O'nunla cihada çıkmazsanız Yüce Allah O'nu yalnız bırakmaz ve O'na yardım eder. Nitekim Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman da yardım etmişti.

Hicretin tarihi akışı şöyledir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinin on ikinci yılı idi. Müşrikler, İslâm'ın yayılmasını ve Müslümanların sayısının artmasını bir türlü hazmedemiyorlardı. İslâm dini Mekke'nin dışına taşmış, Medine halkının çoğu Müslüman olmuş, Mekkeli Müslümanların birçoğu da oraya hicret etmişti. Peygamberlerinin gelmesini de heyecanla bekliyorlardı. Fakat henüz Peygamber'e hicret izni verilmemişti, onun için Mekke'de bekliyordu. Müşrikler de olup biteni yakından izliyorlardı, ama İslâm'ın yayılmasına da mani olamıyorlardı. Onlar, İslâm'ın yayılmasını çok tehlikeli görüyorlardı. Buna bir çözüm bulmak gerekiyordu. Bu niyetle Ebû Gehil'in başkanlığında toplanırlar, toplantı çok tartışmalı geçer. Neticede her kabileden birer delikanlı seçip Peygamberi öldürtmeye karar verirler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), onların böyle bir karar aldıklarından haberdardır, o sırada hicret emri gelir. Allah'ın Eesûlü, hicret emrinin geldiğini, yol arkadaşı, sadık dostu Ebû Bekir'e bildirir ve beraber hicret edeceklerini söyler. Hicret hazırlıkları yapılır, gün belirlenir. Binek için hazırladıkları iki deveyi Abdullah ibn Uraykıt'a teslim ederler, Ebû Bekir'in oğlu Abdullah'ı müşrikler hakkında, bilgi toplamak için görevlendirirler, kızı Esma'ya geceleri mağaraya yemek getirme görevini verirler, azadlı köle Amir ibn Fuhayra'ya da süt getirme vazifesi verilir. Hicret planı bu şekilde hazırlanır. Hicret edecekleri akşam Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in evi kırk müşrik tarafından muhasara edilir. Niyetleri Peygamber'i öldürmekti, evden çıkmasını beklerler. Peygamber evinden çıkınca hep birden üzerine saldıracaklar, bir anda öldürecekler, böylece kim öldürdüye gidecekti. Peygamberimiz, onları oyalamak için yatağına Hazret-i Ali'yi yatırır, eline bir avuç toprak alır, gecenin karanlığında Yasin sûresini okuyarak yüzlerine atar, aralarından geçip gider. Hiçbiri Peygamber'i göremezler. Peygamberimiz tayin edilen yere gelir, vefakâr ve samîmi dostu ile buluşur, birlikte Sevr tepesine doğru yola koyulurlar, gecenin karanlığında. Sevr tepesindeki megaraya ulaşırlar. Sevr, Mekke'den beş kilometre uzaklıktaydı. Müşrikler sabaha kadar Peygamber’in evinin etrafında beklerler, sabah olunca Peygamber'in yatağında Hazret-i Ali'yi görürler, şaşkına dönerler, Allah Resûlü'nün evden çıkıp gittiğini öğrenirler, yakalanması için her tarafa adamlar gönderirler ve büyük mükâfatlar vaad ederler. Peygamber'i yakalayana mükafat verileceğini duyanlar yollara dökülürler. Müdlicogullarından Süraka da iz takibinde çok mahirdi, yüz deve mükâfatını duyunca derhal Peygamber'i aramaya koyulur, onların ayak izlerini Sevr tepesine kadar takip eder ve tepenin üzerindeki mağaraya girdiklerine kanaat getirir. Fakat bir de bakar ki, mağaranın ağzı bir örümcek tarafından ağla örülmüş, iki güvercin gelip yuvalarını yapmışlar, yumurtalarını koymuşlar. Bu manzarayı gören müşrikler oraya insan girmediği kanaatine varırlar. Şayet eğilip mağaranın içine baksalardı onları göreceklerdi. Hiç bakmadan geri dönüp giderler, başka yerleri aramaya koyulurlar. Bir anda güvercinlerin oraya yuva yapması, örümceğin ağı ile örmesi Allah'ın kudretidir. Peygamberimiz mağaraya girdikleri zaman Ebû Bekir sırtından hırkasını çıkarır, yırtar mağaranın bütün deliklerini tıkar. Sadece iki delik açık kalır, oraya da ayaklarını koyar. O, bunu yapmakla kendi nefsini düşünmüyor, aziz dostunu düşünüyordu. Bu, Peygamber'e karşı olan sevginin ve bağlılığın ifadesiydi. Ayağını koyduğu deliklerin birinden yılan ayağını ısırır, Ebü Bekir ızdıraptan göz yaşı döker, Allah Resulü sebebini sorar. Ebü Bekir ayağını yılanın ısırdığını söyler, Peygamberimiz mübarek tükürükleriyle yılanın ısırdığı yeri iyileştirir.

Müşrikler mağaranın ağzına kadar yaklaşırlar, içerdekiler ayak seslerini duyar. Ebü Bekir, Peygamber'i görecekler korkusuyla telâşlanır. Peygamberimiz «Korkma, Allah bizimle beraberdir- buyurarak onu teselli eder. -Peygamber'e yardım etmezseniz, bilin ki kâfirler O'nu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah O'na yardım etmişti. Arkadaşına: "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu. Allah O'na güven vermiş, görmediğiniz askerlerle O'nu desteklemiş, kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir.'

Mağarada üç gün-üç gece kalmışlardı. Abdullah geceleri müşriklerin durumunu onlara bildiriyor. Âmir ibn Fuhayra da süt tadıyordu. Müşrikler her tarafı aramışlar, bir ipucu elde edemeyince işi biraz gevşetmişlerdi. Bunun üzerine Abdullah ibn Uraykıt belirlenen zamanda develeri getirir, Peygamber ve arkadaşı mağaradan çıkarlar, develere binerek Medine yolunu tutarlar, Abdullah onları herkesin bildiği bir yoldan değil, sahil yolundan götürür. Allah Resulü ve arkadaşı giderlerken Süraka yolda onlara yetişir, üzerlerine bir hamle yapar, tam o esnada atının ayağı sürçer yere yuvarlanır, kalkar atına biner, tam onlara yetişeceği sırada atının ön ayakları kuma gömülür. Hayvanın kurtulması için Peygamber'den yardım talep eder ve geri döneceğini söyler. Peygamberimiz dua eder atı kurtulur, af dileyerek geri döner ve gelenleri de geri çevirir. Peygamber yoluna devam eder 24 saat hiç dinlenmeden giderler, 13 günlük yolu 8 günde alırlar. 23 Eylül 622 tarihinde Medine'ye bir saat mesafede olan Küba köyüne ulagırlar. Peygamberimiz burada 14 gün kalır, ilk mescid olan meşhur Kubâ mescidini inşa ettirir. 14 gün sonra buradan Medine'ye hareket eden Peygamberimiz Ranunâ denen mevkide ilk cuma namazını kıldırır. Muhteşem bir merasimle Medine'ye hareket eder ve şehre girer. Bütün Müslümanlar Medine'ye şeref veren bu misafiri kendi evinde ağırlamak ister. Fakat, Allah Resulü hiçbirini üzmemek için devesinin başını boş bırakır, çöktüğü yerde misafir olacağını bildirir. O mübarek hayvan boş bir arazide çöker, orası bugün Peygamber Mescididir. Yani Ravzayı Mutahhara'dır. Oradan kalkar Zeyd oğlu Halid'in evinin kapışma çöker.

41

«İsteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cîhad edin. Bilesiniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır.»

Ey iman edenler, gençleriniz, ihtiyarlarınız, zenginleriniz, fakirleriniz, savaşı isteyeniniz, istemeyeniniz birlikte savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Şayet bilirseniz bu sizin hakkınızda çok daha hayırlıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «isteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bilesiniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır.-

Bu âyetin hükmü umumîdir. Müslümanların düşmana karşı yekvücut mallarıyla, canlarıyla savaşmalarına ve Allah yolunda cihad etmelerine delâlet eder.

42

«Eğer kazanç kolay, yol yakın olsaydı, onlar hemen sana tâbi olurlardı. Fakat zahmetle gidilecek yol onlara uzak geldi. Onları "Eğer gücümüz yetseydi her halde biz de sizinle beraber çıkardık" diye Allah'a yemin edeceklerdir. Bunlar kendilerini helak ediyorlar. Allah, onların yalancı olduklarını biliyor.»

Bu âyet-i celîle münafıklar hakkında nazil olmuş, onların yalanlarını ortaya çıkarmıştır. Münafıklar çeşitli bahaneler uydurarak Tebük seferine iştirak etmemişlerdi. Allahü teâlâ onları zemmederek şöyle buyurmuştur: "Yâ Muhammed, eğer onlara yakın bir yerde ganimet olduğunu söyleseydin, hemen sana tâbi olurlardı. Fakat zahmetle gidilecek yol onlara uzak geldi, bunun için de evlerinden çıkmak istemediler. Sonra da yalanlarını gizlemek için «Eğer gücümüz yetseydi, her halde biz de sizinle beraber çıkardık» diyerek yalandan Allah'a yemin ettiler. Böyle yalan yere yemin ederek kendilerini helak ediyorlar. Allah, onların yalancı olduğunu biliyor." Onların niyeti Peygamber'in emrine muhalefet ederek savaşa iştirak etmemektir. Allah, kullarının niyetlerini hakkıyla bilir, ona göre mükâfat ve mücazat verir.

43

«Hay Allah afiyet veresice, şu sadık olanlar sana besbelli oluncaya ve sen o yalancıları büinceye kadar, neden izin verdin onlara?»

Münafıkların bir kısmı Tebük seferine gitmemek için Peygamberimizden izin istemişler, özür beyan ederek yalan, yere yemin etmişlerdi. Halbuki onların hiçbir özürleri yoktu. Allah'ın Resulü, onların yalan yere yemin ettiklerini bilmiyordu. Yeminlerine inanarak onlara izin vermişti. Münafıkların yeminlerinin doğruluğunu tetkik etmeden izin verdiği için, Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Allah senin suçunu afvetti. Sen onların özürlerinin doğru olup olmadığını bilmeden, neden onlara evlerinde oturmak için izin verdin? Onlar da seninle savaşa gitselerdi ya.»

Denilmiştir ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâ'dan izinsiz iki iş yaptı. Allah da bunlardan dolayı O'nu itab etti. Fakat afvını îtabdan önce zikretti. O zaman mânâ «Allah sana afiyet versin, onlara neden izin verdin?» demektir. Eğer Yüce Allah, Peygamberine doğrudan «Onlara niçin izin verdin?» diye hitap etseydi, bu sözün heybetinden dolayı ödünün kopmasından korkulurdu. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın lütfü olarak önce afvını bildirip kalbini teskin etmiş, sonra itap ederek (Hatta yetebeyyene leke) buyurmuştur. Biri Tebük gazvesine gitmeyen münafıklara izin vermesi, diğeri de Bedir esirlerinden fidye alınmasıdır. Yüce Allah ikisini de afvetmiştir. Bundan sonra gelen âyette Allahü teâlâ mü’minler ile münafıkların alâmetlerini beyan etmiştir.

44

«Allah'a ve ahiret gününe iman etmekte olanlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini çok iyi bilendir.»

45

«Senden ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan, kimseler izin isterler.»

Yâ Muhammed, Allah'a ve ahiret gününe iman edip mallarıyla, canlarıyla savaşmak isteyenler geri kalmak için senden asla izin istemezler. Çünkü onlar Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla iman etmişlerdir. Senden izm isteyenler Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenlerdir. Onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etmedikleri gibi, kalbleri de şüphe ve nifakla doludur. Onlar Müslümanların galip geldiğini asla istemezler, hep hezimete uğramalarını isterler. Bu hallerinden dolayı tevbe ederek Allah'a ve ahiret gününe iman edip kurtuluşu hiç düşünmezler. Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Senden ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler izin isterler.»

46

«Eğer savaşa çıkmak isteselerdi, bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah davranışlarını beğenmedi de onları alıkoydu. Onlara: "Oturun, oturanlarla beraber" denildi.»

Yâ Muhammed, onlar eğer seninle savaşa gitmek isteselerdi, kendileri için silâh tedarik ederler ve savaş hazırlıkları yaparlardı. Böyle bir hazırlıkta bulunmayışları, seninle savaşa iştirak etmeyeceklerine delâlet eder. Hal böyleyken özür beyan ederek yalan yere yemin ederler. Onların hıyanetlerinden ve kötü niyetlerinden dolayı Allah, onları seninle savaşa gitmekten alıkoymuştur. Bunun için de «Acizlerle beraber oturun» denilmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer savaşa çıkmak isteselerdi bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah davranışlarını beğenmedi de onları alıkoydu. Onlara: "Oturun, oturanlarla beraber' denildi.»

47

«Eğer aranızda savaşa çıkmış olsalardı, ancak sizi bozmaya çalışırlar ve fitneye düşürmek için aranıza sokulurlardı. İçinizde onlara kulak verenler var. Allah zalimleri çok iyi bilendir.»

Yâ Muhammed, eğer münafıklar sizinle savaşa çiksalardı, sizin aranızı bozmaya ve fitneye düşürmeye çalışırlardı. Onlar ancak aranıza fitne sokarlardı, ondan başka da bir faydaları olmazdı. Münafıkların her zaman görevi budur, Müslümanlar arasına fitne sokarak, onları çeşitli güruhlara bölmektir.

Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer aranızda savaşa çıkmış olsalardı, ancak sizi bozmaya çalışırlar ve fitneye düşürmek için aranıza sokulurlardı. İçinizde onlara kulak verenler var. Allah zâlimleri çok iyi bilendir.» Münafıklar, Müslümanlar aleyhin' casusluk yaparlar, onların sırlarını başkalarına ifşa ederlerdi. Peygamber zamanında olduğu gibi, onların durumu bugün de öyledir Yüce Allah Müslümanların onlara güvenmemelerini ve her zaman onlara karşı tedbirli olmalarını muhtelif âyetlerde beyan ediyor.

48

«Yemin olsun ki, daha önce de fitne koparmak istemişlerdi. Sana karşı bir takım işler çeviriyorlardı. Sonunda onlar istemedikleri halde hak ortaya çıktı, Allah'ın emri üstün geldi.»

Münafıklar her zaman olduğu gibi, Tebük seferinden önce Uhud muharebesinde de fitne koparmak istemişlerdi. Bununla da kalmayarak kâfirlerin Peygamber'i katletmesi için bir takım tuzaklar hazırlamışlardır. Onlar Müslümanların çoğalıp, Allah'ın dininin yayılmasını istemezlerdi. Bunu istemedikleri halde hak ortaya çıktı, Allah'ın emri üstün geldi. -Yemin olsun ki, daha önce de fitne koparmak istemişlerdi. Sana karşı bir takım işler çeviriyorlardı. Sonunda onlar istemedikleri halde hak ortaya çıktı, Allah'ın emri üstün geldi.»

49

«Onlardan: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyen vardır. Bilin ki onlar zaten "fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, kafirleri şüphesiz kuşatacaklar.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Ced ibn Kays münafıklardan biri idi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onu savaşa gitmeye ikna etmişti. Fakat o kavminin arasında ahlâksızlığı ile tanınmıştı ve kadınlara karşı da büyük bir zaafı vardı. Bunu bahane ederek Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)"e -Ey Allah'ın Resulü, kavmim benim kadınlara karşı ne kadar düşkün olduğumu bilir. Eğer savaşa gidersem tahammül edemeyip. Benî Asfar kızlarıyla zina edebilirim. Beni savaşa götürerek şehvet fitnesine düşürme» der.

Beni Asfar Habeşistanlı biri idi. Daha sonra Rum diyarına geçerek bir kasabanın meliki olur ve beyaz bir kadınla evlenir. Bu izdivaçtan birkaç kızı olur. Kendisinin siyah, hanımının beyaz oluşu kızlarında ayrı bir güzellik meydana getirir. Onların güzelliği etrafa yayılır ve görenleri, büyüler. Kays da bunları bahane ederek -Ben onları gördüğüm zaman dayanamam, elimi harama sürerim, bana izin ver de savaşa gitmeyeyim, evimde oturayım der. O zaman bu âyet nazil olarak şöyle buyurulun «Ya Muhammed, onlardan: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyen vardır. Bilin ki, onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, kâfirleri şüphesiz kuşatacaktır.» Münafıklar kendileri fitneye düştükleri gibi, başkalarını da fitneye düşürmüşlerdir.

50

«Sana bir iyilik gelince onların fenasına gider. Şayet sana bir kötülük gelirse; "Biz önceden ihtiyatlı davrandık" derler ve sevinerek dönüp giderler.»

Münafıklar hiçbir zaman Müslümanların iyi olmasını istemezler. Onlar için daima kötülük düşünürler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Yâ Muhammed, eğer sana bir iyilik gelirse onların zoruna gider, üzülürler. Şayet sana bir kötülük dokunursa o zaman bundan çok hoşlanırlar, sevinirler ve "Biz işin böyle olacağını biliyorduk, onun için ihtiyatlı davrandık" derler.»

51

«De ki: "Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize erişmez. O, bizim Mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a güvenip dayanmalıdırlar".»

Yâ Muhammed, münafıklara de ki: «Hayır da, şer de ancak Allah'dandır. Allah dilemedikçe onların hiçbiri olmaz. O, bizim için neyi takdir etmişse o olur. O, bizim Mevlâmız'dır. Mü’minler yalnız Allah'a güvenirler, O'ndan başkasına asla güvenmezler. «De ki: "Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize erişemez. O, bizim Mevlamızdır, Onun için mü’minler yalnız Allah'a güvenip dayanmalıdırlar".»

52

«De ki; "Bize iki iyiden, gazilik ve şehidlikten başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oysa biz, Allah'ın kendi katından veya bizim elimizle sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz. Haydi siz bekleye durun, doğrusu biz de sizinle birlikte beklemekteyiz".»

Allahü teâlâ dünyevî ve uhrevî bütün nimetlerini kendisine iman edenler için hazırlamıştır. Allah yolunda atılan her adım karşılıksız kalmayacak, mutlaka mükâfatlandırılacaktır. Yüce Allah savaşta ölenlere makamların en yükseği olan şehidlik makamı veriyor, geri kalanları ise gazilik unvanı ile taltif ediyor. Bunlar Allah katındaki makamların en yücesidir. Bundan dolayı Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, münafıklara de ki: "Bize iki iyiden, gazilik ve şehidlikten başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oysa Biz, Allah'ın kendi katından veya bizim elimizle sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz. Haydi siz bekleyedurun, doğrusu biz de sizinle birlikte beklemekteyiz"» Ey münafıklar, bizim bekleyişimizle sizin bekleyişiniz arasındaki fark çok büyüktür. Siz bekleyedurun, bakalım hangimiz kurtuluşa erecektir. Allah daima iman edenlerle beraberdir.

53

«De ki: "Gerek gönül rızasıyla harcayın, gerek istemeyerek. Sizden hiçbiri kat'iyyen kabul olunmayacaktır. Siz şüphesiz fasık bir güruhsunuz".»

Allah yolunda münafıkların harcadıklarını Allah asla kabul etmez. Çünkü onlar gerçekte iman etmemiş fâsık bir gürûhdur. Allah, iman etmeyip emirlerine muhalefet edenlerin harcadıklarını kabul etmez. Ancak iman edip emirlerine itaat edenlerin harcadıklarını kabul eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «De ki: "Gerek gönül rızasıyla harcayın, gerek istemeyerek. Sizden hiçbiri kat'iyyen kabul olunmayacaktır. Siz şüphesiz fasık bir güruhsunuz".»

54

«Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan, Allah'ı ve Peygamberini inkâr etmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri, verdiklerini de istemeye istemeye vermeleridir.»

Münafıkların harcadıklarının Allah katında kabul olunmamasının sebebi, onların Allah'ı ve Peygamberi inkâr etmeleri, namazı üşene üşene kılmaları, verdiklerini de istemeyerek vermeleridir. Münafıklar zahirde iman etmiş gözükseler bile, gerçekte iman etmemişlerdir. İman etmeyenlerin yapmış oldukları bütün ameller boşadır. Yüce Allah bunu söyle beyan ediyor; «Verdiklerinin kabul olunmasına engel olan, Allah'ı ve Peygamberini inkâr etmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri, verdiklerini de istemeye istemeye vermeleridir.»

55

«Artık onların mallan ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlar sebebiyle onlara dünya hayatında azab etmek ve canlarının kafir olarak çıkmasını ister.»

Ey iman edenler, münafıkların mallarının ve çocuklarının çokluğu sizi imrendirmesin. Siz onların mallarına ve çokluğuna asla imrenmeyin. Allahü teâlâ bunlar vasıtasıyla onların dünyadaki azabını artıracak ve canlarını da kâfir olarak alacaktır. Ey iman edenler, siz daima Allah'dan hayırlı mal ve hayırlı evlât isteyin. Hayırsız mal, sahibi için yük ve cehennem ateşidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlar sebebiyle onlara dünya hayatında azab etmek ve canlarının kâfir olarak çıkmasını ister.» Onların malı hayırsız maldır, hayırsız maldan sahibine hayır olmadığı gibi, başkasına da hayır yoktur. Bundan dolayı Yüce Allah onları mallarıyla cezalandıracaktır.

56

«Sizden olmadıkları halde, sizinle beraber olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Oysa onlar korkak bir kavimdir.»

Ey mü’minler, münafıklar sizden olmadıkları halde, sizi kandırmak için sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Onlar öyle bir topluluktur ki, korkularından sizden olduklarını söylerler. Halbuki onlar sizden değildir, gerçekte de iman etmemişlerdir. Eğer gerçekten iman etmiş olsalardı, Müslümanların arasında nifak çıkarıp, kötülüklerini istemezlerdi. Yüce Allah, münafıkların Müslümanlardan olmadığını bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Sizden olmadıkları halde, sizinle beraber olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Oysa onlar korkak bir kavimdir.» Allah'a yemin ederek Müslüman olduklarını söylemeleri yalandır.

57

«Bir sığınak veya bir mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı, çarçabuk oraya yönelirlerdi.»

Ey iman edenler, münafıkların sizden olmadığına bakınız ki, eğer onlar yeryüzünde sığınacak bir yer bulsalardı derhal sizden kaçarlar oraya sığınırlardı. Onlar Müslümanlarla asla beraber olmak istemezler. Bu âyette onların Müslümanlardan uzak olmayı ne kadar istedikleri ifade edilmektedir. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: -Bir sığınak veya bir mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı, çarçabuk oraya yönelirlerdi.»

Bu âyet-i celîle münafıkların durumunu olduğu gibi ortaya koyuyor.

58

«Sadakalar hakkında sana dil uzatanlar vardır. Onlara verirsen hoşnud olurlar, şayet anlara vermezsen hemen öfkelenirler.»

Bu âyet-i ceîflenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn ganimetlerini taksim ederken, Zül-Huveysire gelir, küstah bir tavırla: «Ey Allah'ın Resulü, adaletle taksim et' der. Peygamberimiz onun bu sözüne üzülerek «Ben adaletle taksim etmeyeceğim de kim taksim edecek?» buyurur.

O anda Hazret-i Ömer de Peygamberimizin yanındadır. Huveysire'nin sözüne çok üzülür ve boynunu vurmak için Peygamberimizden izin ister. Peygamberimiz, Hazret-i Ömer'e müsaade etmez ve şöyle buyurur: «Onun yandaşları sizin namazlarınızı ve oruçlarınızı hakir görürler, kendi namaz ve oruçlarını daha üstün kılarlar. Böylece ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Onların içinde, göğsünün biri kadın göğsü gibi olan siyah biri vardır, fetret zamanı insanların arasına çıkar.» Bu âyet Zül-Huveysire ve hadiste zikredilenler hakkında nazil olmuştur. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Sadakalar hakkında sana dil uzatanlar vardır. Onlara verirsen hoşnud olurlar, vermezsen hemen öfkelenirler.»

Ebû Said (radıyallahü anh), -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü söylerken Ali ile ben de yanındaydım. Ali daha sonra onları katletti» demiştir. Peygamberimiz Huneyn gazvesinde elde edilen ganimetleri taksim ederken Mekke'nin fethinden sonra, Müslüman olanlara islâm'a ısınmaları için taksimde bir miktar daha fazla vermiştir. Peygamber'in bu taksimi münafıkların hoşuna gitmemiştir. Fazlalığı kendileri almak istemişler, bundan dolayı Peygamber'e dil uzatmışlardır.

59

«Halbuki onlar, Allah ile Peygamberinin verdiğine kanaat ederek: "Allah bize yeter. Allah bize lütuf ve kereminden daha fazlasını ihsan edecek. Peygamberi de verecek" deselerdi, haklarında daha hayırlı olurdu.»

Eğer onlar Allahü teâlâ'nın verdiğine ve Peygamber'in taksimine razı olsalardı kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah kanaat edenlere lütfundan, kereminden çok daha fazlasını verir. Çünkü her şey Allah'ın kudretindedir, gökleri, yeri ve bunların arasındaki herşeyi kulları için yaratmıştır. Allah'ın kendilerine verdiğine razı olmayanlar, verilen nimetlere nankörlük yaptıkları için ceza göreceklerdir. Yüce Allah söyle buyuruyor: -Halbuki onlar, Allah ile Peygamberinin verdiğine kanaat ederek: "Allah bize yeter. Allah bize lütuf ve kereminden daha fazlasını ihsan edecek, Peygamberi de verecek" deselerdi, haklarında daha hayırlı olurdu.»

60

«Zekâtlar yalnız fakirlere, yoksullara, zekât toplamaya me’ınur olanlara, yürekleri hakka ısınanlara, azad edilecek esirlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalanlara verilir. Allah'ın farzı bu. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.»

İslâm'da ibadet bedenî ve mali olmak üzere ikiye ayrılır. Zekât malî bir ibadet olup, islâm'ın beş şartından biridir. Zekâtın kimlere verileceği âyet-i celilede şöyle sıralanmıştır: l- Fakirler. Fakir: Elinde hiçbir şey olmayan kimsedir. Böyle kimseler hayalarından ve edeblerinden ötürü kimseden bir şey isteyemezler. 2- Miskinler. Miskin: Az da olsa elinde bir şeyler olan kimsedir. Miskin, fakire göre nisbeten iyi durumdadır. Onlar kendi imkânlarıyla geçinmeye çalışırlar. 3- Zekât toplayan memurlar. Zekât memurları zengin de olsalar, mesailerini bu yolda harcadıkları için, toplamış oldukları zekâttan kendilerine verilir. Ancak sadece mesailerinin karşılığı verilir, fazlası verilmez. 4- Müellefe-i kulûb. Müellefe-i kulûb: Gönülleri hakka ısınan kimselerdir. Kendilerini İslâm'a ısındırmak için zekâttan bir hisse de onlara verilir. Müellefe-i kulûb daha ziyade İslâm'a yeni girmiş kabile reisleri veya ileri gelenleridir. Peygamberimiz vefat edene kadar bunlara zekâttan hisse ayırmıştır. Peygamberimizin vefatından sonra da bunu almak istemişler ve bunun için de Halife Ebû Bekir'e müracaat etmişlerdir. Büyük Halife bu hususta tek başına karar vermemek için bir beraat yazarak kendilerine verir ve Hazret-i Ömer'e gönderir. Aslında, Ebû Bekir buna tek başına karar verirdi. Ancak onların da görüşünü alarak İslamın istişareye vermiş olduğu önemi ortaya koymuştur. Onlar Hazret-i Ömer'e gelirler, beraatı verirler, Ömer ne olduğunu sorar, onlar zekâttan nasiplerini istediklerini söylerler. Adaletin timsali olan Ömer beraatı yırtar, öfkelenir ve onlara şöyle haykırır: «Peygamber, kalbinizin İslâm'a ısınması için bunu size verdi. Şimdi İslâm yücedir, düşmanları üzerine galiptir. Eğer siz İslâm Üzere olursanız ne âlâ, yok İslâm'dan yüz çevirirseniz, sizinle bizim aramızı kılıç temizler, biz de sizin boyunlarınızı vururuz.» Ömer'den böylesine bir azar işiten müellefe-i kulûb, tekrar Ebû Bekir'e dönerek «Halife sen misin, yoksa Ömer mi» derler. Büyük Halife, Hazret-i Ömer'in İsabetli görüşüne iştirak ederek «Ömer ne derse o olur» der onlara bir şey vermez. Böylece müellefe-i kulübün zekât hissesi kaldırılmış olur. 5- Azad edilecek esirler. Esir: Hürriyeti elinden alınan kimsedir. Esirler bir meta' gibi alınır satılır. Kölelikten kurtulmak için, efendileriyle muayyen bir para kargılığı anlaşırlar. O parayı efendilerine verdikleri takdirde hürriyetlerine kavuşurlar. Mükâtebe ismi verilen bu köleleri hürriyetlerine kavuşturmak için, kendilerine zekât verilebilir. Borçlulara, borçlu olan insanlara da zekât verilir, Yalnız bu borç içki, kumar ve israf borcu olmamalıdır.

İmam-ı Mücâhid (radıyallahü anh)'e göre üç türlü borçlu vardır: 1- Allah yolunda malının tamamını harcayarak borçlu düşenler. 2- Bir felâket neticesinde malı-mülkü yok olup borçlananlar. 3- Aile efradının çokluğundan dolayı fakir düşüp borçlananlar. Bunların hepsine zekât verilir. İmam-ı Mücâhid bu üç sınıfın dışındaki borçluları borçlu olarak kabul etmiyor. Allah yolunda olanlara da zekât verilir. Bunlar harbe gidenler, ilim tahsil edenlerdir. 6- Misafirler. Misafir: Memleketinden doksan kilometre uzak bir mesafede bulunanlara denir. Misafirler namazlarını da seferi olarak kılarlar. Misafirler, memleketlerinde zengin de olsalar, bulundukları yerde mağdur duruma düşerlerse, kendilerine zekât verilir. Yüce Allah âyet-i celilesinde kendilerine zekât verilebilecek olan sekiz sınıf insanı zikretmiştir.

Bazı tefsirciler, âyette zikredilen sekiz sınıf insanın tamamına zekâtın verilmesinin şart olduğunu söylemişlerdir. Fakat Hanefî imamları bu sekiz sınıftan birine veya birkaçına verildiği takdirde farz olan zekât tamam olur demişlerdir. Yani sekiz sınıfın hepsine zekâtı taksim etmeye gerek yoktur.

61

«İçlerinde öyle kimseler vardır ki, Peygamber'e eza ederler ve "O, her söyleyeni dinleyen bir kulaktır" derler. De ki: "O, sizin için bir hayır kulağıdır, Allah'a iman eden ve mü’minlere inanandır. O, içinizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resulünü incitenler için acıklı bir azab vardır".»

İbn Abbas (radıyallahü anh) bu âyet-i celîlenin münafıklardan Callas ibn Üveys, Menşer ibn Hüveylid ve Ebû Yaser ibn Kays hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Hüveylid ve Ebû Yaser bir gün Peygamberimizin gıybetini yaparlar. İçlerinden biri «Bırakın böyle konuşmayı, Peygamber'in sözlerimizi duymasından korkarım, bu konuştuklarımız onun kulağına gider» der. Callas «Sen aldırma, biz ona ne söylersek inanır, yanına gider istediğimizi söyleriz, o da inanır» der. Peygamber'i kandırmak için aralarında plân hazırlaya dursunlar. Yüce Allah bu ayeti inzal ederek onların yalanlarını meydana çıkarır ve şöyle buyurur: -İçlerinde öyle kimseler vardır ki, Peygamber'e eza ederler ve "O, her söyleyeni dinleyen bir kulaktır" derler. De ki: "O, sizin için bir hayır kulağıdır, Allah'a iman eden ve mü’minlere inanandır, O, içinizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resulünü incitenler için en acıklı bir azab vardır".» Münafıklar, Peygamberimiz hakkında ileri-geri konuşurlar, yanına geldikleri zaman «Biz böyle bir şey söylemedik» diye de yalan yere yemin ederlerdi.

62

«Sizi hoşnud etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer mü’min iseler Allah'ı ve Peygamberini hoşnud etmeleri daha gereklidir.»

Ey iman edenler, münafıklar sizi hoşnud etmek için, aleyhinizde söylediklerini inkâr ederek yalan yere Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar bile bile mü’minleri kandırmak için yalan yere yemin ederler. Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı, Allah'ı ve Peygamberini hoşnud ederlerdi. Onlar nifakı bırakıp gerçekten iman etmedikçe Allah ve Feygamber'i asla razı olmaz. Yüce Allah, iman edip ihlâsla amel yapanlardan razı olur. «Sizi hoşnud etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer mü’min iseler Allah'ı ve Peygamberini hoşnud etmeleri daha gereklidir.»

63

«Hâlâ şu hakikati anlamadılar mı ki: kim Allah'a ve Peygamberine karşı yan çizerse ona, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır. Bu ise en büyük rusvaylıktır.»

O münafıklar hâlâ şu hakikati anlamıyorlar mı? Kim Allah'ın ve Peygamber'in emirlerine muhalefet ederse ona, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. Bu onlar için en büyük rüsvaylıkür. Onlara verilen bu ceza amellerinin karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor. -Hâlâ şu hakikati anlamadılar mı ki, kim Allah'a ve Peygamberine karşı yan çizerse ona, içinde ebedî kalmak üzere, cehennem ateşi vardır. Bu ise en büyük rüsvalıktir.»

64

«iki yüzlüler (münafıklar), kalblerinde olanı kendilerine açıkça haber verecek bir sûrenin tepelerine indirilmesinden daima endişe ederler. De ki: "Siz alay edin bakalım, Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır".»

Allahü teâlâ münafıkların kalblerinde gizledikleri şeyleri Peygamberine inzal ettiği âyetlerle açığa çıkarmıştır. Onlar kalblerinde gizledikleri nifakların Peygamber tarafından bilinip açığa çıkmasından korkarlardı. Buna rağmen hakka dönüp nifaktan kurtulmazlar ve kendilerinde bir üstünlük görerek Müslümanlarla alay ederler, onları beğenmezlerdi. Halbuki iki yüzlülüklerinden dolayı Allah'ın gazabına uğrayanlar da onlardır. Bundan dolayı ebedî içinde kalacakları elim bir azaba uğrayacaklardır. «İki yüzlüler, kalblerinde olanı kendilerine açıkça haber verecek bir sûrenin tepelerine indirilmesinden daima endişe ederler. De ki: «Siz alay edin bakalım, Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır.»

65

«Şayet onlara soracak olursam "Biz yemin olsun ki eğlenip oynuyorduk" diyecekler, de ki: "Allah'la, ayetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?"»

66

«özür beyan etmeyin. Siz iman ettikten sonra kafir oldunuz. İçinizden bir gurubu afvetsek bile, bir güruhunuz günahkar olduğundan onu azaba uğratacağız.»

Bu âyeti celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebük seferinden döndükten sonra münafıklardan dört süvari, Resûlüllah'ın gıybetini yapar, «Muhammed, sefere iştirak etmeyen ve Medine'de kalan arkadaşlarımız hakkında âyet indiğini söylüyor ve ayıplarını meydana çıkarıyor» derler. Böyle bir şey olmaz diyerek gülerler ve Kur'anla da alay ederler. O anda Cebrail, Peygamberimize gelerek münafıkların aleyhinde konuştuklarını ve Kur'an âyetleriyle alay ettiklerini bildirir. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Ammar ibn Yasir'i onlara göndererek neye güldüklerini ve ne ile alay ettiklerini sordurur. Onlar Ammar'a kendi aralarında şaka ettiklerini, süvarilerin birbirleriyle böyle şakalar yaptıklarını söylerler. Ammar «Hayır, yalan söylüyorsunuz. Allah'ın ve Peygamberinin sözü haktır, Allahü teâlâ sizin söylediklerinizi Peygamberine bildirdi ve bundan dolayı da size gazab etti» der. Münafıklar Ammar'dan bu sözleri duyunca yaptıklarına pişman olurlar, derhal Peygamberimize koşup özür dilerler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, şayet onlara ne konuştuklarını soracak olursan: "Biz yemin olsun ki eğlenip oynuyorduk" diyecekler, de ki: "Allah'la, âyetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyorsunuz? Özür beyan etmeyin. Siz iman ettikten sonra kâfir oldunuz. İçinizden bir gurubu afvetsek bile, bir güruhunuz günahkâr olduğundan onu azaba uğratacağız".»

Allahü teâlâ iman ettikten sonra günahkâr olanları afveder, bağışlar, iman etmeyenleri ve imandan sonra tekrar küfre dönenleri asla bağışlamaz. Çünkü küfür afve manidir. Küfredenler cezalarını mutlaka göreceklerdir.

67

«Münafık erkekler de, münafık kadınlar da hep birdirler. Onlar kötülüğü teşvik ederler, iyiliğe engel olurlar. Elleri de sıkıdır, Allah'ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu. Doğrusu iki yüzlüler fâsıkların tâ kendileridir.»

Ey iman edenler, münafık erkekler ve münafık kadınlar Müslümanlara karşı nifak çıkarmada hep birdirler. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkararak Allah'ın ve Peygamberinin emirlerine muhalefet ederler. Kötülüğü teşvik edip, iyiliğe mani olurlar. Hayırdan kaçarlar, Allah yolunda tasaddukta bulunmazlar, Allah'ı unuturlar, emirlerini hiçe sayarlar, nefsî arzulanılın peşinde koşarlar. Böylece Allah da onları unutur, küfürlerinin içinde bırakıverir. Ey iman edenler, münafıklar doğrusu iki yüzlülerin, bozguncuların, fâsıkların tâ kendileridir. Bozgunculuklarının cezasını mutlaka göreceklerdir.

68

«Allah, münafık erkeklere, kadınlara ve kâfirlere, ebedî kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinden kovdu. Onlara bitip tükenmeyen bir azab vardır.»

Allahü teâlâ iki yüzlü erkeklere, kadınlara ve kâfirlere, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. Allah'ın bu azabı onlara yeter. Allah kâfirleri de, nifakçıları da rahmetinden kovmuştur. Onlara bitip tükenmeyen bir azab vardır. Bu, onların inkâr ve nifaklarının cezasıdır. Kâfirler ve münafıklar ebedî olarak küfür ve nifaklarının cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah, münafık erkeklere, kadınlara ve kâfirlere, ebedî kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinden kovdu. Onlara bitip tükenmeyen bir azab vardır.»

69

«Ey münafıklar, siz, sizden önce daha kuvvetli mallan ve çocuktan daha çok olup, hisselerince bunlardan faydalanan kimseler gibisiniz. Sizden öncekiler hisselerince faydalandıkları gibi, siz de hissenizce faydalandınız ve onların bâtıla daldıkları gibi, siz de daldınız. Onların dünyada da, âhirette de yaptıkları boşa gitti. İşte bunlar da ziyana uğrayanların ta kendileridir.»

Allahü teâlâ münafıkların ve kâfirlerin durumunu, kendilerinden önceki kâfirlere ve münafıklara benzetiyor. Allah, iman etmeyenleri ve iki yüzlüleri rahmetinden kovmuştur. Nitekim onlardan önce iman etmeyenleri rahmetinden kovup, helak etmişti. Yüce Allah yaptıklarına karşılık olarak onları ebedi azaba uğratacaktır. Ey kâfirler, onlar sizden daha güçlü-kuvvetli, servetçe daha zengin, sizden daha çoktur. Buna rağmen onları helak etti, mallarının ve çocuklarının çokluğu onlara asla fayda vermedi. Güvendiğiniz mallar ve çocuklar size asla fayda vermeyecek ve Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. Onların yaptıkları dünyada da, âhirette de boşa gittiği gibi, sizin yaptıklarınız da boşa gidecektir, işte siz de onlar gibi ziyana uğrayanların tâ kendilerisiniz. İman etmeyenlerin yaptıkları boşadır.

70

«Onlardan evvel gelen Nûh, Âd, Semüd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin, yıkılmış kasabalar halkının haberlerini onlar almadılar mı? Onlara peygamberleri apaşikâr delillerle gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine yazık etmişlerdir.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celilede kâfirlerin dikkatini çekerek, kendilerinden önce geçen peygamberlerin kavimlerinin helak olduğu gibi, onların da helak olacaklarını bildirmiştir. Ey kâfirler, sizden evvel gelen Nûh, Ad, Semüd, İbrahim, Medyen ahalisinin ve yıkılmış kasabalar halkının haberi Kur'an'da size gelmedi mi? Onlar da sizin gibi peygamberleri yalanlıyorlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Bundan dolayı Allahü teâlâ Nûh kavmini tufanla. Âd kavmini rüzgârla, Semûd kavmini depremle, İbrahim (aleyhisselâm)'in kavmi Nemrud'u sivrisinekle, Şuayb (aleyhisselâm)'ın kavmi Medyen halkını üzerlerine bulup indirerek, Lût'un kavmini yere batırıp üzerlerine taş yağdırarak helak etmiştir.

Peygamberleri onları hakka davet etmek için apaçık delillerle gelmiş, fakat onlar peygamberlerini ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdir îman yerine küfrü tercih etmişlerdir. Bundan dolayı Yüce Allah onları çeşitli azablara uğratarak helak etmiştir. Allahü teâlâ onlara zulmetmedi, onlar kendilerine zulmettiler. Onlar Allah'a iman etmedikleri gibi Peygamberini ve âyetlerini de yalanlamışlar.

Bu inkârlarından dolayı Allah'ın azabına uğradılar. İnkarcılar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Yüce Allah peygamberleri vasıtasıyla her topluma emir ve yasaklarını, hakkı ve bâtılı, küfür ve imanı bildirmiştir. İman edip, emirlerine itaat edenlere mükâfat, iman etmeyenlere de en ağır cezayı yereceğini haber vermiştir. Buna göre iman edenler mükafatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir. «Onlardan evvel gelen Nûh, Ad, Semûd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin, yıkılmış kasabalar halkının haberlerini onlar almadılar mı? Onlara peygamberleri apaşikâr delillerle gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine yazık etmişlerdir.»

71

«Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin vekilidirler. İyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâta verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz azizdir, hakimdir»

Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede mü’minlerin özelliklerini beyan ediyor. Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcıları ve muhafızlarıdır. Onlar iyiliği emrederler, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışırlar. Allah'ın ve Peygamberinin emirlerine itaat ederler. Namazlarını dosdoğru, kılarlar, zekâtlarını verirler. Daima hakkı tavsiye ederler, haramlardan sakınırlar, fakirleri-yoksulları gözetirler. Kimseye zulmetmezler. İşte Allah bunlara rahmet edecek ve, cennet nimetleriyle mükâfatlandıracaktır. Çünkü Allahü teâlâ cennetini iman edenlere, cehennemini de kâfirlere hazırlamıştır. Yüce Allah, azizdir, kâfirleri cehennem ateşinde cezalandırmakla onlardan intikamını alır. Hakimdir, iman edenleri cennet nimetleriyle mükâfatlandırmakla hükmeder.

Ebû Saidi'l-Farabî (radıyallahü anh) 'den şöyle nakledilmiştir: «Allahü teâlâ bu vasıfları taşıyan mü’minlere beş yerde rahmet eder: 1- ölüm anmda, mü’min can çekiştirirken, Yüce Allah ona rahmet ederek ölüm acısı tatdırmaz. 2- Mü’min kullarına kabir azabı çektirmez. 3- Kıyamet günü amel defterleri verildiği zaman rahmet eder. 4-Mizanda sevaplar ve günahlar tartıldığı zaman rahmet eder.5- Allah'ın huzuruna hesap vermeye çıktığı zaman rahmet eder.» Yüce Allah bütün nimetlerini iman eden kullan için yaratmıştır, iman etmeyenler için de elîm bir azab hazırlamıştır.»

72

«Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde gayet güzel meskenler vaadetmiştir. En büyük şey Allah'ın rızasıdır. İşte büyük kurtuluş budur.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede mü’minlere ihsan edeceği nimetleri bildiriyor. Yüce Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde ebedî kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetler, Adn cennetleri içinde inciden ve yakuttan yapılmış köşkler, meskenler vaadetmiştir. Ey mü’minler, en büyük mükafat Allah'ın rızasını kazanmaktır, İşte büyük kurtuluş budur. Allah'ın rızasını kazananlar ebedi kurtuluş ve saadete kavuşmuşlardır. Mü’minler için bundan daha büyük mükafat olamaz. Yüce Allah iman edip, emirlerine itaat edenlerden razı olur. İman etmeyenlerden asla razı olmaz. «Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde gayet güzel meskenler vaadetmiştir. En büyük şey Allah'ın rızasıdır. İşte büyük kurtuluş budur.»

Ömer (radıyallahü anh) bir gün hutbe okurken şöyle der: -Ey mü’minler, siz And cennetinin ne olduğunu biliyor musunuz? O, cennetin içinde altından yapılmış beşyüz bin kapısı ve her kapıda yirmi beşbin nöbetçi melek bulunan bir şehirdir. Oraya ancak peygamberler, şehidler ve peygamber dostları girer, onlardan başkası giremez.» Burası cennette özel bir makamdır.

73

«Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Karşılarında çetin ol. Onların yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir.»

Ey Muhammed, kâfirlerle ve münafıklarla iman edinceye kadar savaş. Karşılarında çetin ol, onlara boyun eğme. Onların ebedî yurdu cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Yüce Allah iman etmeyenler için elim bir azab hazırlamıştır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman etmeyenler elbette cezalarını göreceklerdir.

74

«Yemin olsun ki, Müslüman olduktan sonra inkar edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemediklerine Allah'a yemin ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler. Allah ve Peygamber'i bol nimetinden onları zenginleştirdi de öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve âhirette can yakıcı azaba uğratır. Onların yeryüzünde bir dost ve yardımcıları bulunmaz.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Tebük'te hutbe okuyup va'z eder. Münafıklardan bahseder. Onların necis olduğunu söyler. Bunu duyan münafıklardan Callas ibn Süveylid -Eğer Muhammed'in dedikleri doğru ise, ben eşşek olayım ve ondan da daha aşağı olayım» der. Ona cevap veren Amr ibn Kays, «Vallahi Muhammed'in söyledikleri haktır, doğrudur. Sen eşşekten daha kötüsün» der. Bunun üzerine birlikte Peygamberimizin huzuruna gelirler, Amr, olup-bitenleri anlatır. Fakat Callas söylediklerini inkâr eder ve «Amr bana iftira ediyor, ben böyle bir şey söylemedim» der. Bunun üzerine Peygamberimiz hangisinin doğru konuştuğunu öğrenmek için minberin önünde kendilerine yemin teklifinde bulunur. Callas böyle bir şey söylemediğine derhal yemin eder. Amr, yalan söylemediğine, Callas'ın bu sözleri söylediğine ve ona iftira etmediğine yemin eder ve ellerini kaldırarak «Ey Rabbim, Peygamberine hangimizin doğru olduğunu bildir» diye duâ eder, Peygamberimiz de yanında bulunanlarla beraber âmin der. Cemaat oradan dağılmadan Cebrail yukardaki âyeti getirir ve: -Yemin olsun ki, Müslüman olduktan sonra inkâr edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemediklerine Allah'a yemin ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler.» Münafıklar, Callas'ın suçunu Peygamberimize söylediği için Amr ibn Kays'ı öldürmeye teşebbüs ederler, ancak başarılı olamazlar.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelmeden önce halk fakir ve yoksul idi. Efendimizin teşrifiyle Allah lütfetti ve Medine halkı zenginleşti, mal-mülk sahibi oldular. Bu zenginliğin Peygamber bereketi olduğunu onlar da biliyorlardı. Bu defa münafıklar Peygamberimizin aleyhinde dedi-kodu etmeye başlarlar. Halbuki Allahü teâlâ, Peygamber'i vasıtasıyla onları zengin kılmıştı. Bunu bilmezler, bilmedikleri gibi de bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber'i çekemezler. Çünkü küfür ve nifakları buna manidir. Şayet onlar küfür ve nifaklarından dönüp tevbe etmiş olsalardı, kendileri için çok daha hayırlı olurdu. Eğer bundan yüz çevirirlerse Allah onları dünya ve ahirette şiddetli azaba uğratır. Allah'ın azabından onları kurtaracak hiçbir yardımcıları da yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Yemin olsun ki, Müslüman olduktan sonra inkâr edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemediklerine Allah'a yemin ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler. Allah ve Peygamber'i bol nimetinden onları zenginleştirdi de öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve âhirette can yakıcı azaba uğratır. Onların yeryüzünde bir dost ve yardımcıları bulunmaz.»

75

«Aralarında "Allah bize bol nimetinden verecek olursa, yemin olsun ki, sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız" diye Allah'a ahdetmiş olanlar vardır.»

76

«Allah onlara bol nimetinden verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler. Onlar zaten dönektirler.»

Bu ayet-i celîle Salebe hakkında nazil olmuştur. Salebe, Ensâr'dandı ve çok fakir biri idi. Peygamber'in müdavim cemaatı idi. Mescidden ayrılmazdı. Bir gün Peygamberimize gelerek «Ey Allah'ın Resulü, benim için Allah'a dua et de, bana bol rızık versin» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Salebe'nin bu sözünden hoşlanmaz 'Yâ Salebe, şükrünü ödeyeceğin az mal, şükrünü ödeyemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır' buyurur. Salebe bundan bir şey anlamaz tekrar «Ey Allah'ın Resulü, Allah'a dua et de bana bol rızık versin» der. Bu defa Yüce Peygamber «Ey Salebe, Allah'ın Resulü ile olmaktan hoglanmaz mısm? Eğer dileseydim, Allahü teâlâ benim için bir dağı altın, bir dağı da gümüş yapar akıtırdı. Fakat ben istemedim, buyurur. Aslında Salebe için Resûlüllah'ın sözleri büyük bir öğüt ve kurtuluştu. Fakat Salebe'nin gözünü mal hırsı bürümüştü, bütün arzusu mal biriktirip, zengin olmaktı. Biriktireceği mal kendisi için hayırlı olur mu, olmaz mı orasını hiç düşünmüyor ve haline şükretmiyordu. Haline şükredip, Mevlâ'dan hayırlısını istemiyordu. Sadece zengin olmak istiyordu. Halbuki Peygamber tarafından iki defa ikaz edilmişti. Buna rağmen yine ısrar ediyor ve şöyle diyordu: «Ey Allah'ın Resulü, benim için Allah'a duâ et, eğer Allah bana mal verirse vallahi o malın zekâtını hakkıyla vereceğim, kimsenin hakkını bırakmayacağım.' Salebe ısrarından vazgeçmeyince, Peygamberimiz ellerini kaldırıp «Ey Rabbim, Salebe'ye bol rızık ihsan et» diye duâ eder. Bundan sonra Salebe bir koyun alır, o koyun çoğaldıkça çoğalır, Medine'nin otlaklarına sığmaz, dar gelir. Salebe koyunlanyla Medine'nin dışına çıkmak zorunda kalır. Medine'nin dışına çıkınca cemaata zorlukla yetişmeye başlar, Peygamber meclisinden de uzaklaşır. Koyunların sayısı arttıkça şehirden biraz: daha uzaklaşma ihtiyacını hisseder ve bu defa cemaate hiç gelemez, öyle bir an gelir ki, Salebe cuma namazını da terk eder, artık namaza gelemez olur. Fakat arzusuna kavuşmuş, malı çoğalmıştı.

Günler, haftalar, aylar geçiyor Peygamber meclisine uğramıyor, sürüleriyle meşgul oluyordu. Gelip-geçenlerden Peygamber'i soruyordu. Bu sırada zekât âyeti gelmiş, Peygamberimiz biri Ensar'dan, biri de Beni Selim kabilesinden iki kişiyi zekât memuru tayin etmişti. Bu iki zat, Peygamber'in emriyle zenginlerden zekât topluyorlardı, sıra Salebe'ye gelmişti. Salebe, onları oyalamak için «Gidin herkesten toplayın, en son bana gelin» der. O iki zat da öyle yaparlar, herkesten toplarlar, en son ona gelirler. Salebe «Zekât memuru olduğunuza dair beratınızı göreyim» der. Onlar beratlarını gösterirler, inanmaz ve şöyle der: «Bu zekât toplamak için değil, kafirlerden cizye almak içindir, halbuki ben Müslümanım, Müslüman cizye vermez.» Böylece Allah'ın ve Peygamberinin emri olan zekâtı vermez, onların emrine karşı gelir. Zekât memurları, Salebe'nin bu hareketi karşısında söyleyecek bir şey bulamazlar, dönüp Peygamber'in yanına gelirler, o anda yukardaki âyet-i celile nazil olur ve şöyle buyurulur: «Aralarında "Allah bize bol nimetinden verecek olursa, yemin olsun ki, sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız" diye Allah'a ahdetmiş olanlar vardır. Allah onlara bol nimetinden verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler. Onlar zaten dönektirler.»

Salebe, hakkında âyet geldiğini öğrenince zekâtını vermek için Peygamberimize gelir, Peygamberimiz zekâtını kabul etmez. Peygamberimizin vefatından sonra Ebû Bekir'in halifeliği zamanında ona gelir, o da kabul etmez. Hazret-i Ömer'in halifeliği zamanında ona gelir, o da kabul etmez. Çok geçmez Salebe'nin koyunları elinden gider, hepsi yok olur, o debdebeli hayat biter, Ömer zamanında Medine'de fakr u zaruret içinde ölür. Zekâtı verilmeyen mal bir gün mutlaka yok olacaktır. Çünkü zekât Allah'ın emridir, Allah'ın emrine itaat edenler mükafatlarını, isyan edenlerse cezalarını mutlaka göreceklerdir.

77

«Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için, O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah münafıklığı kalblerine yerleştirdi.»

78

«Bunlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli düşüncelerine, gizli toplantılarına, vakıftır ve O'nun gizli şeyleri çok iyi bilen olduğu şüphesizdir .»

Allahü teâlâ münafıkların kalbine îman yerine nifakı yerleştirmiştir. Çünkü onlar sözlerinde durmayarak, yalan söylemişlerdir. Zira onlar bir zamanlar -Eğer Allah bize mal verirse, zekâtını mutlaka vereceğiz» demişlerdi. Yüce Allah, onlara istedikleri malı vermiş, fakat onlar zekâtlarını vermeyerek ahidlerini bozmuşlar, yalan söylemişlerdir, «Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için, O'nunla karşılaşacakları güne kadar Allah münafıklığı kalblerine yerleştirdi. Bunlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli düşüncelerine, gizli toplantılarına vâkıftır ve O'nun gizli şeyleri çok iyi bilen olduğu şüphesizdir.» Bundan dolayı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şu üç haslet kendisinde bulunan münafıktır buyurmuştur: «1- Yalan söyleyen, 2- Sözünden dönen, 3- Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona ihanet eden.» Görülüyor ki, yalan söyleyenler veya sözünden dönenler kendilerine yazık ediyorlar.

79

«Sadaka vermekte gönülden davranan mü’minlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verebilenlerle alay eden kimselere davranışlarının cezasına Allah verir. Onlar için pek acıklı bir azab vardır.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur; Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Tebük seferine çıkmadan önce, Müslümanları orduya yardıma davet etmişti. Sahabe orduya yardıma adetâ yarışa girmişti. Kimi malının tamamını, kimi yarısını, kimi üçte birini veriyordu. Abdurrahman ibn Avf da dört bin dirhem getirmiş orduya yardım etmişti. (Bir dirhem 4.8 gr.dır). Peygamberimiz, ona 'Ne çok getirdin? Çoluk-çocuguna da bir şey bıraktın mı?» der. Abdurrahman «Ey Allah'ın Resulü, sekiz bin dirhemimiz vardı, bunun dört binini Allah'a ödünç verdim, geri kalanını da kendim için bıraktım» diye cevap verir. Abdurrahman'ın samimiyetinden ve cömertliğinden memnun olan Peygamberimiz «Allah senin bereketini artırsın» diye duâ eder. Peygamber duası alan bir insanın sırtı asla yere gelmez, Yüce Allah o kulunu hiçbir zaman mahcup etmez. Bundan sonra Abdurrahman ibn Avf in o kadar malı-mülkü olur ki, ölüm döşeğinde üç hanımından birini boşadığı zaman ona mehir bedeli olarak iki yüz bin dirhemden daha fazla para vermiştir.

Asım ibn Addı de orduya yetmiş ölçek hurma bağışlamıştır. Sahabeden her biri güçleri nisbetinde yardımda bulunuyorlardı. Ebû Akil ibn Kays da bir ölçek hurma getirmiş -Ben bu gece iki ölçek hurmaya çalıştım, birini Rabbime ödünç verdim, bir ölçeğini de çocuklarıma bıraktım» demiştir. Peygamberimiz de onun hurmasını diğer hurmalara karıştırmıştı. Münafıklardan bir topluluk onların bu davranışlarını görürler, söylediklerini duyarlar ve aralarında onları alaya alarak «Abdurrahman ve Asım, Allah'a sadaka veriyorlar, Allah'ın bunların sadakasına ne ihtiyacı var? Ukayl de bir ölçek hurmasını Allah'a ödünç veriyor» demişlerdir. Münafıklar alaylı alaylı aralarında böyle konuşurken, Yüce Allah mezkûr ayeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Sadaka vermekte gönülden davranan mü’minlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verenlerle alay eden kimselere davranışlarının cezasını Allah verir. Onlar için pek acıklı bir azab vardır.» Bu âyet nazil olduktan sonra münafıklar hatâlarını anlamışlar, Peygamberimize gelerek Ey Allah'ın Resulü, bizim için Allahü teâlâ'dan mağfiret dile» demişlerdir. Lâkin Yüce Mevlâ, Peygamber'in onlar için mağfiret dilemesine müsaade etmez.

80

«Onların bağışlanmalarını ister dile, ister dileme. Yetmiş kere bağışlanmalarını dilesen yine Allah onları bağışlamayacaklar. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü inkar ederek kâfir oldular. Allah fâsıklar güruhuna hidâyet etmez.»

Allahü teâlâ kâfirlerin ve fâsıkların bağışlanmayacaklarını bildiriyor ve sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, münafıkların bağışlanmalarını ister dile, ister dileme, yetmiş defa bağışlanmalarını dilesen de yine Allah onları bağışlamayacaklar. Çünkü onlar kalben Allah'ı ve Resulünü inkâr etmişlerdir. Allah inkarcıları asla bağışlayıp hidâyete erdirmez. Eğer onlar gerçekten iman etmiş olsalardı, Yüce Allah elbette günahlarını afveder, kusurlarını bağışlardı. Onlar gerçekten iman etmeyip, mü’minleri kandırmak için dil ile iman ettiklerini söylemişlerdir. Halbuki dillerinin söylediğini kalbleri tasdik etmemiştir.

81

«Allah'ın Peygamberine muhalefet için savaşa gitmeyenler, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmeyi çirkin gördüler ve: "Bu sıcakta harbe çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır," Keşke bilseydiler.»

82

«Artık onlar, yaptıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.»

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Tebük seferine çıkmayan münafıklar, evlerinde oturup kaldıkları için sevinmişler, savaşa iştirak etmemekle Peygamber'e muhalefet etmişler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmeyi çirkin görmüşlerdi. Bununla da kalmayarak savaşa iştirak edenlere mani olmak için «Bu sıcakta harbe çıkmayın» demişlerdi. Halbuki Allah'ın ve Peygamberinin emirlerine muhalefet edenler için cehennem ateşi daha sıcak, daha yakıcıdır. Onlar nifak ve küfürlerinin cezası olarak ebedî olarak orada kalacaklardır. Bundan dolayı az gülsünler, çok ağlasınlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın Peygamberine muhalefet için savaşa gitmeyenler, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmeyi çirkin gördüler ve: "Bu sıcakta harbe çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır," Keşke buseydiler. Artık onlar yaptıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.»

Amr ibn Şûrahbil'den şöyle rivayet edilmiştir: -Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Kureyş'den bir topluluğa uğrar, aralarında Ebû Cehil ve Utbe gibi Peygamber'in azılı düşmanları da vardı. Ebû Cehil, Peygamberimizi görünce Utbe"ye «Ey Abdi Menâfoğulları, bu sizin peygamberinizdir' der. Utbe de ona «Ey Ebâ Cehil, sen neden bizim içimizden bir peygamber veya bir melik gelmesini kabul etmiyorsun?» der. Peygamberimiz, aralarında bu şekilde konuştuklarını işitir ve «Ey Utbe, sen bu sözleri yaptıklarına tevbe edip, Allah ve Resulünün rızası için söylemedin. Sadece neseb yönünden söyledin. Ey Ebâ Cehil, şunu iyi bil ki, senin yanına asla gelmem. Fakat üzerinize ibret alacak öyle hâller (musibetler) gelecek ki, çok ağlayıp, az güleceksiniz. Sonra Kureyşlilere dönerek «Ey Kureyş topluluğu, vallahi, bu zamanda size gelmezdim. Fakat bu inkâr ettiğiniz dine girmezseniz başınıza çok musibetler gelecek» demişti. Kureyşliler Peygamber'e hiç cevap vermemişler, sükût etmişlerdi.»

83

«Allah seni onlardan bir topluluğa döndürdüğü zaman, senden savaşa çıkmak için izin isterlerse de ki: "Benimle asla çıkmayacaksınız. Benim yanımda hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü daha evvelden, oturup kalmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla beraber oturun"»

Allahü teâlâ, Peygamberine Tebük seferine iştirak etmeyen münâfıkların kendisiyle birlikte başka bir savaşa gitmelerine müsaade etmemesini emrediyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Tebük'ten döndüğün zaman münafıklar gelip senden savaşa çıkmak için izin isterlerse de ki: "Benimle asla savaşa çıkmayacaksınız ve benim yanımda hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü siz, benimle daha evvel savaşa gitmeyi arzu etmediniz, evlerinizde oturmayı tercih ettiniz. Artık geri kalanlarla beraber oturun".' Yüce Allah'ın, münafıkların Peygamber ile savaşa çıkmasını yasaklaması, onların kalben iman etmemelerinden dolayıdır. Onların kalbleri nifak ve küfürle doludur. Bu bakımdan Müslümanların hiçbir zaman düşmana karşı galip gelmelerini istemezler.

84

«Onlardan ölen hiçbir kimsenin kat'iyyen namazını kılma ve kabrinin üzerinde de durma. Çünkü onlar Allah ile Peygamberini inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.»

Allahü teâlâ, Peygamberine münafıkların cenaze namazını kılmamasını emrediyor ve şöyle buyuruyor: 'Yâ Muhammed, onlardan ölen hiçbir kimsenin kat'iyyen namazım kûma ve kabrinin üzerinde de durma. Çünkü onlar Allah ile Peygamberini inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.» Münafıkların cenaze namazının kılınmaması yukarda da belirtildiği gibi, kalben iman etmediklerinden ve fâsık olarak öldüklerinden dolayıdır.

İmam-ı Mukatil (radıyallahü anh) bu olayı şöyle nakletmiştir: «Münafıkların restlerinden Abdullah ibn Ubey vefat etmişti. Oğlu, Peygamberimize gelerek "Ey Allah'ın Resulü, sana and veriyorum, babamın namazını kıl da düşmanları bana güldürme" der. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber, Abdullah'ın oğlunun ısran üzerine onun namazını kılmaya yönelir. Tam o sırada bu âyet nazil olarak "Onlardan ölen hiçbir kimsenin kat'iyyen namazını kılma ve kabrinin üzerinde de durma"» buyuruhnuştur. Bu emri alan Peygamber onun namazını kılmaz.

85

«Malları ve çocukları seni hayrete düşürmesin. Allah, bunlarla onlara dünyada azab etmek, onların kâfir olarak canlarını almak ister.»

Ey iman edenler, kafirlerin ve münafıkların mallarının ve çocuklarının çokluğu sizi hayrete düşürmesin. Siz sakın onların mallarının çokluğuna ve çocuklarının fazlalığına imrenmeyin. Yüce Allah, onları malları ve çocukları vasıtasıyla dünyada da, âhirette de elim bir azaba uğratacaktır. Malları da, evlâtları da asla onlara fayda vermeyecek ve Allah'ın azabından kendilerini kurtaramayacaktır. Onlar ebedî olarak küfür ve nifaklarının cezasını çekeceklerdir.

86

«"Allah'a iman edin ve Peygamberiyle beraber cihada gidin" diye bir sûre inmiş olsa, içlerinden servet sahibi olanlar senden izin isteyip "Bizi bırak, oturanlarla beraber kalalım" derler.»

87

«Onlar geride kalanlarla beraber kalmaya razı oldular. Kalbleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.»

Kâfirlere ve münafıklara, -Allah'a iman edin ve Peygamberiyle beraber cihada gidin» diye bir süre veya bir âyet inmiş olsa, içlerinden servet sahibi olanlar Peygamber'den izin isteyip -Bizi bırak, geride kalanlarla beraber kalalım» derler. Peygamberle savaşa çıkmayanlar kadınlar, çocuklar, hastalar, eli silâh tutamayanlardır. Münafıklar da onlarla kalmaya razı olmuşlardır. Yani kadınlar gibi evlerinde oturmayı arzu etmişlerdir. Onların kalbleri mühürlendiği için Allah yolunda cihad etmenin hikmetini ve mükâfatını anlamazlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar geride kalanlarla beraber kalmaya razı oldular. Kalbleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.»

88

«Fakat Peygamber ve onun maiyetinde bulunan mü’minler, mallarıyla ve canlarıyla savaştılar. İşte bütün iyilikler onlarındır. Onlar umduklarına kavuşanların da tâ kendileridir.»

Münafıklar yalan yere özür beyan ederek, Tebük seferine çıkmamışlar. Gerçek iman sahipleri olan mü’minler ise peygamberleriyle beraber Tebük seferine iştirak etmişler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda, savaşmışlardı. Allah yolunda ancak iman sahipleri cihad ederler. İşte ebedi mükâfata nail olanlar da bunlardır. Yüce Allah onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Onlar orda ebedî olarak kalıcıdırlar, İmam-ı Kelbi (radıyallahü anh) şöyle demiştir; «Allahü teâlâ, cennette her mü’mine, hurilerin efendisi olan bir "hayrat" verir. O mü’mine tahsis edilen huriler kendisine hizmetkârdırlar. Her hayratın da bir çadırı ve her çadırın dört kapısı vardır. Yüce Allah o kapılardan her gün ona ikramda bulunur, bir sonraki verilen bir önceki verilene benzemez. Bundan başka, kimsenin eli dokunmamış inci taneleri gibi güzel huriler de verilir. Bunlar cennette mü’minlere verilecek ihsanlardan bazılarıdır.

89

«Allah onlara daimi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük kurtuluş budur.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celtlede, mü’min kullarına âhirette ihsan edeceği nimetleri ve mükâfatlan bildiriyor. Yukarda geçen âyetlerde de ifade edildiği gibi, Yüce Allah bütün nimetleri ve mükâfatları iman eden kulları için hazırlamıştır. Âhirette onlara daimi kalacakları, köşklerinin altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Bu onlar için en büyük kurtuluştur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah onlara daimî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük kurtuluş budur.»

90

«Bedevilerden özür dileyenler kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Peygamber'ine yalan söyleyenler, özür bile beyan etmeden kaldılar. Onlardan kâfir olanlar can yakıcı azaba uğrayacaktır.»

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Tebük seferine iştirak etmeyen köylüler (bedeviler) özür beyan ederek yerlerinde kalmaları için Peygamber'den izin istemişlerdir. Allah'a ve Peygamber'e yalan söyleyenler, özür bile beyan etmeden evlerinde oturup kalmışlardır. Onlardan kafir olanlar ebedi olarak can yakıcı azaba uğrayacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bedevilerden özür dileyenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Peygamberine yalan söyleyenler, Özür bile beyan etmeden kaldılar. Onlardan kafir olanlar can yakıcı azaba uğrayacaktır.»

91

«Zayıf ve malûl olanlar, hastalar, harcayacak birşey bulamayanlar, Allah ile Peygamberine sadık ve samimi kaldıkça, ayıplanmazlar. İyi hareket edenlere Allah katında bir sorumluluk yoktur. Allah çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir.»

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşa gitmediklerinden dolayı şunlar da ayıplanmazlar: Savaşa gidemeyecek kadar zayıf olanlar, kör, topal, çolak olanlar, hastalar, savaşta harcayacak birşey bulamayanlar. Allah ile Peygamber'in emrine muhalefet etmeyerek sadık kalanlar. Bunlar savaşa iştirak etmedikleri için cezalandırılmazlar. İyi hareket edenlere Allah katında büyük mükafatlar vardır. Allah, iman edip emirlerine itaat eden ve Peygamber'ine tâbi olan kullarını sever, onların günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.

92

«Binek vermen için sana geldiklerindet "Slzu binek bulamıyorum" dediğin zaman savaş yolunda sarfedecek birşey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur.»

Tebük seferinde ve diğer savaşlarda eli silâh tutan Müslümanlar Peygamber'le beraber savaşa çıkmışlardı. Hatta onlar için savaşa gitmek, bayrama gitmek gibi birşeydi. Fakat bazıları Tebük seferine gitmek için binek bulamamışlar, alacak paraları da olmadığı için Peygamber'den binek istemişlerdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de kendilerine binek temin edemeyince savaşa iştirak edememişler, üzüntülerinden ağlayarak geri dönmüşlerdi. Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşa, çıkıp, Allah yolunda cihad edemediklerinden dolayı geri dönüp evlerinde kalmışlardı. Bir binek bulup savaşa iştirak edemedikleri için kendilerine bir sorumluluk yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Binek vermen için sana geldiklerinde; "Size binek bulamıyorum" dediğin zaman savaş yolunda sarfedecek birşey bulamadıkları için Üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur.» Görülüyor ki, bir özür sebebiyle savaşa iştirak etmeyenlere Allah katında bir sorumluluk yoktur. Sorumlu olanlar özürsüz savaşa iştirak etmeyenlerdir.

Muhammed ibn Kâ'b binek bulup savaşa iştirak edemeyenlerin sayısının yedi olduğunu söylemiştir. Bazılarına göre de, binek bulup savaşa gidemeyenler Ensâr'dan Abdullah ibn Erzak ile Ebû Leylâ 'dır. Bunlar savaşa gitmek için Peygamberimizden binek istemişler, Peygamberimiz de onlara binek te’ınin edemeyince üzüntülerinden ağlayarak geri dönmüşlerdir.

93

«Sorumluluk ancak zengin oldukları halde senden izin isteyen, geride kalanlarla beraber kalmaya razı olanlara ve Allah kalblerini mühürlemiş olduğu için bilmeyenleredir.»

Savaşa çıkmadıklarından dolayı Allah katında sorumlu ve günahkâr olanlar şunlardır: Kendilerine binit alacak durumda zengin olup, onu bahane ederek Peygamber'den izin isteyen ve evlerinde eşleriyle oturmayı arzu edenlerdir. Allah onların kalblerini muhürlediği için cihaddaki dünyevî ve uhrevl faydalan bilmezler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Sorumluluk ancak zengin oldukları halde senden izin isteyen, geride kalanlarla beraber kalmaya razı olanlara ve Allah kalblerini mühürlemiş olduğu için bilmeyenleredir.»

94

«Savaştan döndüğünüzde size özür dileyecekler. Onlara de ki; "Özür beyan etmeyin. Size asla inanmayacağız. Allah haberlerinizi bize bildirmiştir. Allah da. Peygamberi de, işleyeceklerinizi görecektir. Sonunda, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a geri çevrileceksiniz, O, işlediklerinizi size haber verecektir.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine, kendisiyle savaşa iştirak etmeyenlerin beyan edecekleri özürleri kabul etmemesini bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, savaştan döndüğün zaman özürsüz olarak savaşa gitmeyenler size özür beyan edeceklerdir. Onlara de ki: "Kesinlikle özür beyan etmeyin, size asla inanmayacağız. Çünkü Allahü teâlâ sizin yalan yere özür beyan ettiğinizi bize bildirdi. Siz özrünüzden dolayı savaşa gitmemezlik etmediniz, kalbinizdeki küfür ve nifaktan dolayı savaşa iştirak etmediniz. Allah da, Peygamberi de, mü’minler de sizin amellerinizi görecektir. Sonunda Allah'a döndürüleceksiniz. O, sizin gizli ve aşikâr yaptıklarınızı bilir. Amellerinize göre mükafat ve mücazâtınızı verir, hiç kimsenin ameli zayi olmaz ve karşılıksız kalmaz.

95

«Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Yaptıklarının karşılığa olarak varacakları yer cehennemdir.»

Allahü teâlâ bu âyet-i ceülede münafıkların halini bildiriyor ve sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, savaştan döndüğünüz zaman kendilerine çıkışmamanız için münafıklar yalan yere Allah'a, yemin edeceklerdir. Siz onların yeminine inanmayın ve kendilerinden yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Dünyada yaptıklarının karşılığı olarak âhirette varacakları yer cehennemdir. Bu, onların küfür ve nifaklarının cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir.»

96

«Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin edecekler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, o fâsık güruhundan razı olmaz.»

Ey iman edenler, münafıklar, kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin edeceklerdir. Siz onlardan hoşnut ve razı olsanız bile, Allah onlardan asla razı olmaz. Yüce Allah ancak iman eden kullarından razı olur, iman etmeyenlerden asla razı olmaz. «Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin edecekler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, o fâsık güruhundan razı olmaz.» İki yüzlülerin özelliği budur, Müslümanları kandırmak ve onlara hoş görünmek için her türlü boyaya girerler. Bunun için. Yüce Allah muhtelif âyetlerde onların vasıflarını ortaya koymuştur.

97

«Bedeviler küfür ve nifak bakımından daha beterdirler. Allah'ın Peygamberine gönderdiği hükümleri bilmemek ve tanımamak daha çok onlara layıktır. Allah kemâliyle bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.»

Ey iman edenler, köylüler, cahiller, küfür ve nifak bakımından şehirde yaşayanlardan daha beter, daha eşeddirler. Çünkü onlar Allah'ın Peygamberine gönderdiği emir ve yasakları bilmezler, hak ile bâtılı birbirinden ayırt edemezler. Bunun için onların küfür ve nifakları şehirde yaşayanlardan ve bilginlerden daha eşeddir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bedeviler küfür ve nifak bakımından daha beterdirler. Allah'ın Peygamberine gönderdiği hükümleri bilmemek ve tanımamak daha çok onlara lâyıktır. Allah kemâliyle bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.' Onlar çok câhil ve görgüsüz oldukları için Allah'ın göndermiş olduğu hükümleri asla anlayamazlar.

98

«Bedevilerden, Allah yolunda sarfettiklertni angarya sayan ve sizin başınıza belâlar gelmesini bekleyenler vardır. O belâlar kendi başlarına olsun. Allah hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir.»

Araplardan öyle kimseler vardır ki, Allah yolunda harcadıklarını bir angarya kabul ederler. Bundan dolayı da Allah yolunda cihad için bir şey harcamak istemezler ve harcadıklarını da istemeyerek harcarlar. Allah'ın emir ve yasaklarını kendilerine bildiren Peygamber'den kurtulmak için, onun ölmesini ve başına bir musibetin gelmesini isterler. Onların arzu ettikleri kendi başlarına olsun. Allah, Peygamber'i hakkında onların söylediklerini işitir ve yaptıklarını bilir.

Peygamber devrinde Allah yolunda harcadıklarını bir angarya kabul edenler olduğu gibi, bugün de İslâm toplumu içinde aynı zihniyete sahip olanlar vardır. O günün cahilleri bunu yaparken, maalesef bugünün okumuşları bunu yapmaktadır.

99

«Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe iman eden, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamber'in dualarına nail olmaya vesiile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir» Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir.»

Araplardan öyle kimseler de vardır ki, onlar Allah'ı ve âhiret gününü tasdik edip, Peygamber'e ve Kur'an'a iman etmişlerdir. O iman sahipleri Allah yolunda harcadıklarını kendileri için ibadet ve Peygamber'in dualarına da nailiyete sebeb saymışlardır. Çünkü, onlar harcadıklarını Allah rızası için harcamışlardır. Ey iman edenler, bilin ki, onların harcadıkları kendileri için ibadettir, fazilettir, rahmete ve kurtuluşa vesiledir. Allah, harcadıklarına karşılık olarak onlara cennetini ihsan etmiştir. Şüphesiz ki, Allah çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe iman eden, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamber'in dualarına nail olmaya vesile sayanlar da vardır. Biliniz ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir.»

100

«Birinci dereceyi kazanan muhacirler ve Ensâr ile, onlara güzel güzel uyanlardan Allah hoşnud olmuştur. Onlar da Allah'dan hoşnuddurlar. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır.»

İslâm'ın bidayetinde Müslümanlığı hemen kabul eden Mekkeliler, dinleri uğruna yerlerini-yurtlarını bırakarak, her türlü meşakkat ve zorluğa katlanmak suretiyle düşmanların zulmünden kurtulmak için Medine'ye hicret etmek zorunda kalmışlardı. Dinleri uğruna Mekke'den Medine'ye hicret eden, Allah ve Peygamber dostları «Muhacir» unvanını almışlar, Medine'de bunlara kucaklarını açan ve yerlerine-yurtlarına ortak edecek kadar hamiyetseverlik gösterenler de, yardımcı anlamına gelen -Ensâr- adını almışlardır. Onlardan ve onlara tâbi olanlardan Allah hoşnud olmuştur. Onlar da Allah'dan hoşnuddurlar. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.

İmam-ı Süddi (radıyallahü anh)'ye göre, hicret Mekke'nin fethinden öncedir. Mekke fethedildkiten sonra yurtlarını terkedip Peygamber'in yanına gelenlere Muhacir denmez, tabî denir. Bundan dolayı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Mücâ'şâ ibn Mes'ud, kardeşinin oğlunu alıp Peygamber'in yanına gelerek 'Ey Allah'ın Resulü, sizinle hicret etmek üzere bîat etmeye geldik» dediği zaman, -Hayır, bundan sonra, yani Mekke'nin fethinden sonra hicret üzere biat yoktur, sadece İslam üzere biat vardır- buyurmuştur. «Birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensâr ile, onlara güzel güzel uyanlardan Allah hoşnud olmuştur, Onlar da Allah'dan hoşnuddurlar, Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır.- Kullar için en büyük mutluluk, en büyült bahtiyarlık, Allah'ın azabından kurtulup, rahmetine ve cennet nimetlerine kavuşmaktır.

101

«Çevrenizdeki bedeviler içinde iki yüzlüler ve Medineliler içinde de iki yüzlülükte direnenler vardır. Onlan siz değil, ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz. Sonra da daha büyük bir azaba uğratılacaklardır onlar.»

Ey iman edenler, Medine'nin etrafındaki kabileler arasında iki yüzlüler olduğu gibi, Medine'nin içinde de Abdullah ibn Übey ve arkadaşları gibi münafıklar vardır. Bunlar, tevbe edip nifak ve iki yüzlülüklerinden vazgeçmezler. Zahirde iman etmiş gözükürler, fakat gerçekte iman etmemişlerdir. Onların iman edip, etmediklerini ancak Allah bilir ve Peygamberine de bildirir. Allah, bu nifakları yüzünden onlara iki defa azab edecektir. Bu azabların biri dünyada, diğeri de âhirettedir. Bazılarına göre, biri ölüm anında, diğeri de kabre girip Münker ve Nekir melekleri sual sorduğu zamandır. Onların en büyük azabları ise ebedi olan cehennem azabıdır.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştir: -Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cuma günü hutbe okurken camide bulunanların bazılarına ismiyle hitap ederek -Ey falan, sen münafıksın, camiden çık- diyerek, orada bulunan münafıkları bir bir camiden çıkardı. Ömer (radıyallahü anh) de, bir iş dolayısıyle camiye gelmekte gecikmiş, henüz daha gelmemişti. Münafıklar camiden çıkarken, o da camiye doğru geliyordu. Camiden çıkanları görünce namaz kılındı zanniyle onlardan utanıp gizlenmişti. Camiden çıkanlar da, Ömer bizim durumumuza vâkıf oldu endişesiyle utançlarından saklanmışlardı. Bu arada Ömer camiye gelir, henüz namazın kılınmadığını görür. Camidekiler -Ey Ömer, sana müjde, Allahü teâlâ bugün camideki münafıkları ayırt edip, Peygamberine bildirdi ve onları camiden dışarı çıkararak rüsvay etti» demişlerdir. Allahü teâlâ onlara iki defa azab edecektir.» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; -Çevrenizdeki bedeviler içinde iki yüzlüler ve Medineliler içinde de iki yüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz. Sonra da daha büyük bir azaba uğratılacaklardır onlar.»

102

«Savaştan geri kalanların bir kısmı da, suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötüyle karıştırmışlardı. Belki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah hiç şüphesiz çok yarlığayıcıdır, çok esir geylcidir.»

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşa çıkmayanların bir kısmı suçlarını itiraf etmişlerdir. Lübâbe, Evs ibn Salebe, Rebîa ibn Haram gibi. Bunlar iyi amellerini günahla karıştırmışlar ve savaşa çıkmayarak Peygamber'e muhalefet etmişlerdi. Eğer bu zatlar yaptıklarına pişman olup, tevbe ederlerse, belki Allah tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayıcı ve afvedicidir. Kullarının tevbesini kabul eder, günahlarını bağışlar.

Zühri (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştik -Ebû Lübâbe Tebük seferine çıkmayarak geri kalır. Peygamber ordusu gittikten sonra yaptığına pişman olur ve ceza olarak kendisini bir direğe bağlar, Tevbesi kabul oluncaya veya ölünceye kadar bu direkten kendini çözmeyeceğine ve hiçbir şey yeyip içmeyeceğine de yemin eder. Bu vaziyetteyedi gün devam eder, açlıktan baygınlık geçirir, fakat yeminini bozmaz. Bunun üzerine Allahü teâlâ, tevbesini kabul ettiğini Peygamberine bildirir. Lübâbe'ye «Allah tevbeni kabul buyurdu» diye müjdelerler. Bu müjdeyi alan Lübâbe -Peygamber buradan beni çözmedikçe kendimi asla çözmem» der. Peygamberimiz gelir Lübâbe'yi kendi mübarek elleriyle çözer. Lübâbe tövbesinin kabul olup, günahının bağışlandığı için -Ey Allah'ın Resulü, tevbemin kabulü için beni günaha iten kavmimin içinden çıkıp hicret edeceğim ve malımın tamamını Allah rızası için, O'nun peygamberine tasadduk edeceğim» der. Lübabe'nin bu isteğine Peygamberimiz şöyle karşılık verir: Allah rızası için malının üçte birini tasadduk etmen senin için kâfidir.»

103

«Onların mallarından, kendilerini temizleyip artıracak sadaka al. Onlara duâ et. Çünkü senin duan onlar için bir teminatdır. Allah hakkıyla işiten, çok iyi bilendir.»

Tevbeleri kabul olanlar, mallarıyla Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'e gelerek «Bunları günahlarımızın keffareti olarak al, sadaka ver» derler. Yüce Allah onlar hakkında sevgili Peygamberine şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, onların mallarından, kendilerini temizleyip artıracak sadaka al. Onlara duâ et. Çünkü senin duan onlar için bir teminattır. Allah hakkıyla işiten, çok iyi bilendir.» Allahü teâlâ zekât ve sadaka verenlere Peygamberinin duâ etmesini emrediyor. Zekât ve sadaka verenler Allah'ın rızasına ve Peygamber'in duasına mazhar olacaklardır.

Bir kısım tefsircilere göre bu âyet zekât hakkında nazil olmuştur. Hükmü umumidir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine -Yâ Muhammed, Müslümanların mallarından farz olan zekâtı al ki, mallarını temizlemiş, bereketini artırmış olasın. Zekâtlarıyla kendilerine duâ et. Çünkü senin duan onlar için bir güvence ve rahmettir. Allah semidir, onların gizli ve aşikâr söylediklerini işitir. Alimdir, bütün işlerini ve amellerini bilir, ona göre mükâfat ve mücâzatım verir.»

Zekât, malı manevî kirden temizler, bereketini artırır, çoğalmasına vesile olur. Zekâtı verilen mal, her türlü tehlikeden mahfuz olur, sahibini Allah'a yaklaştırır. Allah'ın sevgisine ve Peygamber'in duasına mazhar eder. Zekâtı verilmeyen mal ise, mânevi kirden temizlenmez, tehlikeden hâli olmaz, sahibini Allah'ın gadabına uğratır, felâkete götürür. Zekâtı verilmeyen mal, sahibi için bir yük ve ateştir. .

104

«Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah kullarının tövbelerini kabul eder ve sadakalarını alır. Şüphesiz ki, Allah tevbeleri kabul edicidir, bağışlayıcıdır.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celilede tevbe eden ve sadaka veren kullarının tevbelerini ve sadakalarını kabul edeceğini bildiriyor. Tevbe edenler ve sadaka verenler bilmiyorlar rai ki, Allah kullarının tevbelerini ve sadakalarını kabul eder. Tevbeleri vasıtasıyla günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar. Sadakaları ile de mükâfatlarını artırır.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: -Allahü teâlâ ancak ihlâsla yapılan tevbeleri ve helâl maldan verilen sadakaları kabul eder. O malın bereketini artırır, öyle ki bir lokma sadaka Uhud dağı kadar olur.» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah kullarının tevbelerini kabul eder ve sadakalarını alır. Şüphesiz ki, Allah tevbeleri kabul edicidir, bağışlayıcıdır.»

105

«De ki: "İstediğinizi işleyin. Allah da Peygamberi de, müminler de işlediklerinizi görecektir. Hepiniz, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size, işlediklerinizi bildirecektir.»

Allahü teâlâ kullarının gizli ve aşikâr yapmış olduğu bütün amelleri bilir, hiçbir amel O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Kullarının yapmış olduğu bütün amelleri kıyamet günü kendilerine bildirir, ona göre mükâfat ve mücâzat verir. Hiç kimsenin ameli karşılıksız kalmaz, zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görür. Ey insanlar, hepiniz sonunda, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. Allah da, Peygamberi de, mü’minler de, işlediklerinizi görecektir. İstediğinizi işleyin. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «De ki; "istediğinizi işleyin. Allah da, Peygamberi de, mü’minler de işlediklerinizi görecektir. Hepiniz, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a döndürüleceksiniz, O size, işlediklerinizi bildirecektir.»

106

«Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın vereceği hükme kalmıştır. Allah onlara ya azab eder, ya da tevbelerini kabul eder. Allah Alhn'dir, Hakîm'dir.»

Bu âyet-i kerime Kâ'b ibn Mâlik, Hilâl ibn Ümmiyye ve Mirâtü'bni Rebîa hakkında nazil olmuştur. Bunlar Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Tebük seferine çıkmayarak Allah'ın ve Peygamber'in emrine muhalefet etmişlerdir. Peygamber, ordusu ile savaşa gidince, bunlar savaşa iştirak etmediklerine pişman olup tevbe etmişlerdir. Her ne kadar tevbe etseler bile, savaşa iştirak etmemekle Allah'ın ve Peygamber'in emrine muhalefet ettikleri için bunların işi Allah'ın vereceği hükme kalmıştır. Allah onlara dilerse azab eder, dilerse tevbelerini kabul edip günahlarını afveder. Allahü teâlâ ancak ihlâs üzere yapılan tevbeleri kabul eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Savaştan geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın vereceği hükme kalmıştır. Allah onlara ya azab eder, ya da tövbelerini kabul eder. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.»

107

«Zarar vermek, inkâr etmek, mü’minlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak için bir mescid kurup "Biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şâhiddir.»

Bu âyet-i celile Benî Avf kabilesi münafıklarından on yedi kişi hakkında nazil olmuştur. Bu zatlar, Müslümanlara zarar vermek, aralarına fitne sokup ikiye bölmek ve durumlarını yakından takip etmek için, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaptırmış olduğu Kûbâ Mescidi'nin yakınına bir mescid yaptırmaya karar verirler. Nifak ve küfürlerini gizlemek için bu mescidi yaptırmaya Peygamber'den izin isterler ve -Bu mescid bize uzak, geceleri ve yağmurlu havalarda gelip namaz kılamıyoruz, geldiğimiz vakitlerde de cemaat, kaçırıyoruz. Eğer biz buraya bir mescid yaparsak özürlülerimiz ve Kûbâ mescidine gelemeyenler burada namazlarını kılarlar» derler. Peygamberimiz, onların bu isteğine olumlu cevap verir, cami yapmalarına müsaade eder. Münafıklar aslında bu camiyi daha önce kendisiyle anlaştıkları Ebû Âmir için yaptırıyorlardı. Ebû Âmir, Evs kabilesinden Hıristiyan, bir rahipdi. Müslümanlar için çok tehlikeli Diri idi. Daha önce Peygamberimize iki gün iman etmiş, tekrar mürted olup Şam'a gitmişti. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona «fâsık» lâkabım takmış ve rahip diyenlere «Siz ona rahip demeyin, fâsık deyin- buyurarak beddua etmiştir. Bu fâsık bilâhare çok perişan bir vaziyette kâfir olarak ölür. Münafıklar bütün plânlarını onun önderliğinde inşa ettikleri bu mescidde yürüteceklerdi. Üstelik Peygamberimize gelip «Biz bu mescidi iyilik olsun diye inşa ediyoruz' diyerek yemin etmişlerdi. Halbuki niyetleri, Ebû Âmir'i oraya imam tayin etmek ve Müslümanlara her türlü kötülüğü yapmaktı. Bunun için de yaptırmış oldukları mescide ‘ınescid-i Dırar» denmiştir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebük seferinden dönüp Zi Evan mevkiinde konakladığı bir sırada münafıklar gelip yaptırdıkları Dırar mescidinde namaz kılmalarını isterler. Peygamberimiz bu davete icabete hazırlanırken yukardaki âyet nazil olur, Yüce Allah, Peygamberini bu mescidde namaz kılmaktan men eder. Allahü teâlâ onların nifaklarını, yalanlarını ve küfürlerini açığa çıkarır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 'Zarar vermek, inkâr etmek, mü’minlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak için bir mescid kurup: "Biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şâhiddir.»

108

«Orda asla durma, tik günden beri takva üzerine kurulan mescidde bulunman daha uygundur. Orada, tertemiz olmayı arzulayan insanlar vardır. Allah, tertemiz olanları sever.»

Münafıklar, yaptırmış oldukları Dırar Mescidi'nde Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in namaz kılmasını isterler. Peygamber de, orada namaz kılmaya hazırlanırken yukardaki âyet nazil olur; Dırar Mescidi'nde namaz kılmayı yasaklar ve şöyle buyurulur: «Yâ Muhammed, münafıkların yaptırmış olduğu mescidde asla namaz kılma. Çünkü o, küfür ve nifakı körüklemek, Müslümanlara zarar vererek İslâm'ı yıkmak için inşâ edilmiştir. İlk temeli takva üzere atılan ve sadece Allah rızası için, tekbir ve tehlillerle inşâ edilen, İslâm'ın şiarı, küfür ve şirkin yok olması için kurulan mescidde kıl. Çünkü bu, takva üzere sadece Allah rızası için inşâ edilmiştir. Onun içinde, kendilerini günahlardan temizlemeyi arzu edenler vardır. Allahü teâlâ tertemiz olanları sever. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Orada asla durma. İlk günden beri takva üzerine kurulan mescidde bulunman daha uygundur. Orada, tertemiz olmayı arzulayanlar vardır. Allah, tertemiz olanları sever.»

İlk önce su ile taharetlenenler Kûbâ Mescidi'nin cemaati olmuştur. Rivayete göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidin kapısından tutarak içindekilere «Ey mescid içindekiler, Allahü teâlâ size taharetinizden dolayı büyük mükâfat verdi, siz ne ile taharet ediyorsunuz?» der. Mesciddekiler de cevaben su ile taharet ettiklerini söylerler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra bu âyeti onlara okur ve bundan sonra su ile taharet almalarını emreder. Takva üzere kurulan Kûbâ Mescid'i mi, yoksa Medine'deki Peygamber mescidi mi olduğu hususunda tefsirciler arasında görüş ayrılığı vardır. İbn Abbas'ın rivayetine göre bu mescid Kûbâ Mescidi'dir.

109

«Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yar'in kenarına kurup da onunla beraber cehennem ateşine göçen kimse mi? Allah, «âlimler güruhuna hidâyet vermez.»

Kûbâ Mescidi Peygamber mescidi olup, tevhid üzere ve sadece Allah rızası için inşâ edilmiştir. Binasını Allah korkusu ve rızası üzere kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yar'ın kenarına kurup da onunla beraber cehennem ateşine göçen kimse mi hayırlıdır? Elbette binasını Allah rızası üzerine kuran, küfür ve nifak üzerine binasını kurandan çok daha hayırlıdır. Münafıkların inşâ etmiş oldukları Dırar Mescidi küfür ve nifak üzerine kurulmuştur. Halbuki Peygamber'in inşâ etmiş olduğu Kûbâ Mescidi, sadece tevhid üzere ve Allah'ın rızasını kazanmak için kurulmuştur. Allahü teâlâ tevbe etmedikleri sürece zâlimleri irşad edip hidâyete erdirmez. İhlâs ile tevbe edenlerin tevbesini kabul eder, günahlarını bağışlar.

110

«Onların yaptıkları bina, kalblerinde bir şüphe ve ızdırap kaynağı olmakta, kalbleri parçalanana kadar devam edecektir. Allah çok iyi bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.»

Münafıkların yaptırmış oldukları Mescid-i Dırar kalblerinde bir şüphe ve ızdırap olarak devam edecektir. Onlar bunu yaptırmakla nifak ve küfürleri açığa çıkmıştır. O mescid yıkılsa da, kalblerindeki şüphe ve ızdırap yok olmayacak tâ ölene kadar devam edecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yaptıkları bina, kalblerinde bir şüphe ve ızdırap kaynağı olmakta, kalbleri paralanana kadar devam edecektir. Allah çok iyi bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir,» Bu âyetin nüzulünden sonra Peygamberimiz Tebük dönüşü iki kişi göndererek Dırar Mescidi'ni yıktırır ve yaktırır.

111

«Şüphesiz ki Allah, Allah yolunda savaştıp, Öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını, Tevrat, İncil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'dan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. Bu, en büyük saadettir.»

Allahü teâlâ, canlarını ve mallarını Allah yolunda feda edip, İslâm dinini yüceltmek, küfür ve şirki yok etmek için savaşa gidenlere bir hak olarak cennetini vermiştir. Bu hak, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da mü’minlere söz verilmiş bir haktır. Allah, mü’minlerin mallarını ve canlarını cennete karşılık kendilerinden satın almıştır.

Ayette geçen satın alma lâfzı bir temsil içindir. Zira kulların malı yoktur, kulun neyi varsa hepsi Allah'ın mülküdür. O sadece bir bekçidir. Tıpkı bir kölenin efendisinin malının bekçisi olduğu gibi. Efendi, köleye muayyen bir zaman malını tasarruf yetkisi verir. Köle de, o mal benim zannederek istediği yere sarfetmeye başlar. Neticede sahibi malı köleden alır ve onu azleder. Köle bir hak iddia edemez, çünkü mal sahibinde hiçbir hakkı yoktur. Kul da böyledir. Allah'ın mülkünde hiçbir hakkı yoktur ki, Allah'a neyi satsın? Bundan maksad, kul, Allah rızası için harcamış olduğu şeyin karşılığını Allah katında fazlasıyla bulacaktır. Mü’min malıyla, canıyla Allah yolunda yapmış olduğu cihada karşılık cenneti kazanacak ve onu satın alacaktır. İşte bu, en büyük saadet ve en büyük kurtuluştur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Şüphesiz ki Allah, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını, Tevrat, incil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'dan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. Bu, en büyük saadettir.'

112

«Allah'a tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû' edenler, secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın hükümlerini hakkıyla gözetenler. İşte bu mü’minleri müjdele.»

Allahü teâlâ'nın, mallarını ve nefislerini cennete karşılık satın aldığı mü’minler on sınıftır: 1- Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihad eden gaziler. 2- Şirk, küfür ve her türlü mâsiyetten tevbe edip, tevbesinden dönmeyenler. 3- Allah'ın emirlerine itaat edip, ihlâsla ibadetlerini yapanlar. 4- Her hallerinde Allah'a şükredenler: 5- Allah rızası için farz oruçlarını tutup, kendilerini her türlü haramdan men edenler. 6- Tadil-i erkân ile namazlarını vaktinde kılanlar. 7- İnsanları Allah'a imana davet edip, iyi ameller işlemeye teşvik edenler. 8- Mü’minleri Allah'ın yasaklarından alıkoyup, O'na itaata davet edenler. 9- Allahü teâlâ'nın farzlarını ve hakkım muhafaza edenler. 10- Bu zikrolunan şartları muhafaza edip, onlarla amel edenler. İşte nefislerini ve mallarını satıp cenneti satın alanlar bunlardır.

113

«Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygamber'e ve mü’minlere yaraşmaz.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Hazret-i Ali (radıyallahü anh) bir gün sahabeden bir zatın müşrik olan ana-babası için Allah'dan istiğfar talep ettiğini görür ve ana-babasının müşrik olduğunu, müşriklere ise mağfiret talep edilmesinin caiz olmadığını söyler. O zat da «Hazret-i ibrahim müşrik olan anası ve babası için mağfiret talep ötmedi mi?» der. Hazret-i Ali, bu cevap karşısında sükût eder ve Peygamberimize gelip olayı nakleder. O anda bu âyet-i celile nazil olarak şöyle buyurulur: -Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygamber'e ve mü’minlere yaraşmaz.»

Abdullah ibn Mes'ud (radıyallahü anh) şöyle demiştir: -Bir gün Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'den çıktı, biz de kendisini takip ettik, anasının mezarına kadar yürüdü, orada oturdu, biz de etrafında oturduk. Bir müddet münâcaat yaptıktan sonra ağladı, biz de ağladık. Sonra ayağa kalktı bize baktı, o zaman Ömer yanına gitti ve -Ey Allah'ın Resulü, seni ağlatan nedir?» dedi. Peygamberimiz, Ömer'in elini tutarak bize doğru yöneldi, biz de ona doğru yürüdük ve -Beni ağlatanın ne olduğunu size söyleyeyim mi?, dedi. Biz de söylemesini istedik. «Şu kabir Vehb'in kızı anam Âmine'nin kabridir. Rabbimden ona mağfiret talep etmek için izin istedim, izin vermedi ve bu âyeti inzal buyurarak mağfiret talep etmekten beni men etti. Ben de onlara olan merhametim ve sevgimden dolayı ağladım. Çocuklar ana-babalarma karşı yufka kalbli ve merhametlidirler. Hele de ana-baba onlardan ayn olunca bu merhamet ve şefkat daha da artar. Beni ağlatan onların benden ayrı bir yerde oluşlarıdır.»

Bu âyet-i celîle şuna delâlet etmektedir: Peygamberler iman etmeyen en yakınlarını bile Allah'ın azabından kurtarma yetkisine sahip değildir. Peygamberler, Allahü teâlâ'nın müsaade ettiği insanlara şefaat edebilirler. Allah'ın izin vermediğine asla şefaat edemezler. Aklı olanlar bundan ibret alarak şirk, küfür ve isyandan sakınmalıdırlar.

114

«Babasının mağfiret olunması için İbrahim'in yalvarması, babasına söz vermesinden ileri gelmişti. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim yumuşak kalbli, halim bir insandı.»

Hazret-i İbrahim bir peygamberdir. Peygamber olduğu için babasına dua edip, Allah'dan afvını dilemesi tabiîdir. Hazret-i İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi daha önce, ona vermiş olduğu sözden dolayı olup, hidâyete ermesini umduğu içindir. Babası kâfir olarak ölünce bir daha onun için mağfiret talep etmemiştir. Çünkü kâfirler Allah'ın düşmanıdırlar, Allah'ın düşmanları için asla mağfiret talep edilmez. Hazret-i İbrahim de babasının küfür üzere öldüğünü öğrenince bir daha ona dua edip, mağfiret talep etmemiştir.

Said ibn Müseyyeb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Hazret-i Ali'nin babası Ebû Talib ölüm döşeğinde idi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yanına geldi, o zaman Ebû Talib'in yanında Ebû Cehil ile Abdullah ibn Übey de bulunuyordu. Peygamberimiz, Ebu Talib'e «Ey amca, âhirette seni cehennem azabından kurtaracak olan ve benim de sana şefaat etmeme vesile olacak olan şehadet kelimesini getir» buyurur. Ebû Talib bir şey söylemeden, derhal Ebû Cehil «Ey Ebâ Talib, dininden yüz mü çevireceksin?» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), amcasının iman etmesi için ne kadar telkinde bulundu ise bir fayda vermedi. Çünkü iman nasip meselesidir, Allah iman cevherini herkese nasip etmez. Peygamberimiz, amcasını imana davet ederken Ebû Cehil de küfür üzere olması için ısrar ediyordu. Ebû Talib'in son sözü ise «Ben Abdülmuttalib'in milletindenim» olmuştu. Ebû Talib kırk bir yıl Peygamber'e hizmet etmesine rağmen, iman etmeden hayatını noktalar.

Allahü teâlâ, İbrahim (aleyhisselâm)'i medh ü sena ederek hakkında «evvâhun halîm» buyurmuştur.

Evvah: Allah'ı çok zikreden, zayıfları koruyan, emirlerine tam manâsıyla itaat eden, Müslümanlara hayrı öğreten, Allah korkusundan kalbi figan edendir.

Halim: Cahillerin yaptıklarını yapmayan, alçak gönüllü olan, kimseden intikam almayı düşünmeyen, her şeyi sadece Allah rızası için yapan, Allah'ın hükümlerine razı olandır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Babasının mağfiret olunması için İbrahim'in yalvarması, babasına söz vermesinden ileri gelmişti. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu ibrahim yumuşak kalbli, halîm bir insandı.»

115

«Allah, bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, onu yoldan çıkarmaz. Belki onlara nelerden sakınacaklarını belli eder. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Allahü teâlâ farzları bildirip mü’minlerin onlarla amel etmesini emretmiş, daha sonra onlardan bir kısmım nesh etmiştir. Kıblenin değişmesi, içkinin yasaklanması gibi. Müslümanlar Mekke devrinde namazlarını Kabe'ye doğru kılıyorlardı, Medine'ye hicret edince Yüce Allah'ın emriyle Beyt-i Makdis'e doğru kılmaya başladılar. Yani Müslümanların kıblegâhı Beyt-i Makdis (Kudüs) oldu. Beyt-i Makdis, Yahudilerin ve Hıristiyanların de kıblegâhı idi. Müslümanların Beyt-i Makdis'e doğru yöneldiğini görünce alay ediyorlar ve «Muhammed dinimize uymuyor ama, kıblemize uyuyor» diyorlardı. Onların bu hareketi Müslümanları üzüyordu, Peygamberimiz ise neticeyi sabırla bekliyordu. Çok geçmedi hicretten on yedi ay sonra Allahü teâlâ'nın emriyle Müslümanların kıblesi yine Beytullah oldu.

Kıble değiştiği zaman sahabeden bazıları sefere çıkmışlardı, dolayısıyla kıblenin değiştiğinden haberleri yoktu. Onlar namazlarını Kudüs'e doğru kılıyorlardı. Medine'ye döndükleri zaman kıblenin değiştiğini öğrendiler ve seferde iken kıble değiştiği halde Kudüs'e doğru namaz kıldıklarına çok üzüldüler. Gelip durumu Peygamberimize bildirdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: 'Allah, bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, onu yoldan çıkarmaz. Belki onlara nelerden sakınacaklarını belli eder. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.» Yüce Allah, kullarını bilmeyerek işlemiş oldukları şeylerden dolayı muâhaze etmez. Onlara önce emir ve yasaklarını bildirir, daha sonra emirlerine itaat edenlere mükafat, etmeyenlere ceza verir. Kıble değiştiği halde bilmeyerek Kudüs'e doğru namaz kılanların kılmış oldukları namazları kabul eder. Çünkü onlar Kudüs'e doğru namaz kılarken kıblenin değiştiğinden habersiz idiler. Bundan dolayı namazları Allah katında makbuldür. Zira Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

116

«Göklerin ve yerin hükümranlığı elbette Allah'ındır. Dirilten ve öldüren O'dur. Allah'tan başka dostunuz ve yardımcınız yoktur.»

Ey insanlar, göklerin ve yerin hükümdarı, sahibi, mâliki, halikı Allahü teâlâ'dır. O, dilediğini hükmeder, kimse O'nun hükmüne müdahale edemez. Kulları için daima iyi ve hayırlı olan şeyleri emreder. Dirilten de, öldüren de O'dur. Ey iman edenler, siz cihada gitmeyip evlerinizde kalmakla zannetmeyin ki, ölümden kurtulursunuz veya cihada gitmekle ölürsünüz. Cihada çıksanız da çıkmasanız da, ölüm size geldiği zaman ondan asla kurtulamazsınız. Allah'dan başka sizi öldürecek veya diriltecek yoktur. Allah'ın öldürdüğünü de kimse diriltemez, «Göklerin ve yerin hükümranlığı elbette Allah'ındır. Dirilten ve öldüren O'dur. Allah'dan başka dostunuz ve yardımcınız yoktur.»

117

«Yemin olsun ki, Allah, Peygambere ve güçlü anında ona tâbi olan Muhacirler ile Ensar'a tevbe nasip etti. Onlardan bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken tevbelerinl kabul buyurdu. Şüphe yok ki, onlar hakkında O çok merhamet edicidir, çok merhametlidir.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebük seferine hazırlanırken münafıklar savaşa çıkmamak için yalandan özür beyan ederek izin isterler. Peygamberimiz de, onların beyan ettikleri özrün doğruluğunu tetkik etmeden ve Allah'ın hükmünü beklemeden izin verir. Halbuki onlar yalan yere özür beyan etmişlerdi. Peygamberimiz, Allah'ın hükmünü beklemeyip onlara izin verdiğinden dolayı, işlemiş olduğu kusuru Yüce Allah bağışlayıp, afveder. Savaş anında Peygamber'e tâbi olup, savaşa iştirak eden Muhacir ve Ensâr'ın da günahlarını afvedip, bağışlar. Onların bir kısmı da, yolun uzaklığını, düşmanın çokluğunu, hasad zamanının geldiğini ve mevsimin çok sıcak oluğunu ileri sürerek savaşa gitmek istememişlerdir. «Yemin olsun ki, Allah, Peygamber'e ve güçlük anında ona tâbi olan Muhacirler ile Ensar'a tevbe nasip etti. Onlardan bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken tövbelerini kabul buyurdu. Şüphe yok ki, onlar hakkında O çok merhamet edicidir, çok merhametlidir.» Allah, samimiyetle tevbe edenlerin tövbesini kabul edip, günahlarını bağışlar.

118

«Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti. Allah tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tevbeleri en çok kabul eden, hakkıyla esirgeyendir.»

Kâ'b ibn Mâlik'ten şöyle rivayet edilmiştir: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Tebük seferi hariç bütün savaşlara gittim. Tebük Peygamber'in son savaşı idi. Mevsim çok sıcak ve hasad zamanı idi. Bu bakımdan harbe gitmek isteyen pek azdı, Müslümanlar savaşın başka bir zamana bırakılmasını istiyorlardı. Savaşa gitmek için durumum müsait idi, iki binek hayvanım vardı ve istihkakım da hazırdı. Buna rağmen gönlümden savaşa gitmemek ve meyvelerin gölgesinde oturmak geçiyordu. Peygamberimiz bir perşembe günü sabah namazından sonra ordusu ile yola çıktılar. Resûlüllah, perşembe günü sefere çıkmayı severdi. Ben o gün, onlarla sefere çıkmadım, yarın pazardan eksiklerimi tamamlar arkalarından yetişirim diye geri kaldım. Pazara gittim, fakat eksiklerimi o gün tamamlayamadım, yarın tamamlar da giderim diye yine geri kaldım, yarın da tamamlayamadım, bugün-yarın derken günler geçti. Ve ben Tebük seferine gidemedim. Böylece Peygamber'e muhalefet etmiş oldum. Artık Medine sokakları bana dar gelmeye başladı, üzüntülü üzüntülü dolaşmaya başladım. O zaman gördüm ki, Peygamber ile savaşa gitmeyenler münafıklardır. Münafık olmayanlar Allah'a ve Resulüne itaat ederek Peygamber ile savaşa iştirak etmişlerdi. Tebük seferine iştirak etmeyenlerin sayısı seksenden fazlaydı. Peygamberimiz Tebük'e gidene kadar beni hiç sormamış, Tebük'de konaklayınca yanındakilere beni sormuş, bizim kabileden birisi «Ey Allah'ın Resulü, meyve ağaçlarının altında gölgelenmek onu seninle savaşa çıkmaktan alıkoydu» der. Muâz ibn Cebel derhal müdahale eder ve şöyle konuşur; «Onun hakkında ne kötü söz söyledin. Ey Allah'ın Resulü, biz Kâ'b'ı biliriz, bu adamın dediği gibi değildir. Onun savaşa iştirak etmemesi size muhalefetinden dolayı değildir, mutlaka önemli bir özründen dolayıdır. Eğer önemli bir özrü olmasaydı, savaşa iştirak ederdi.»

Günler geçer, Tebük'te savaş olmaz, nihayet Peygamber ordusu Medine'ye döner, Peygamber'e suçumu nasıl afvettireceğim diye düşünmeye başladım ve bizim kabilenin içinde ne kadar sözü dinlenir adam varsa hepsini kendime yardımcı alıp yalanımı tasdik ettirmeye karar verdim. Fakat gerçekleri söylemeyince kurtuluşa ulaşamayacağımı anladım. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk vakti şehre girdi, her zaman yaptığı gibi mescide girdi, iki rekât namaz kıldı, duâ etti sonra oturdu. Savaşa iştirak etmeyenler gurublar halinde gelip özürler beyan ederek andiçtiler. Fakat çoğu yalan yere yemin ediyorlardı. Peygamberimiz sözlerine itimat ederek özürlerini kabul ediyor ve onlar için istiğfarda bulunuyordu. Gizli hallerini de Allah'a havale ediyordu. Ben de mescide girdim yanına yaklaştım, beni görünce tebessüm ederek ayağa kalkmak istedi, gittim önüne oturdum. 'Binek için hayvan satın alan sen değil misin?» dedi. Ben de -Evet benim» dedim. «Seni bizden ayıran ve savaşa gitmene mani olan nedir?» dedi. Dedim ki: -Ey Allah'ın Resulü, eğer senden başkasının önünde oturmuş olsaydım vallahi onu iki kelime ile kandırır, özrümü kabul ettirir ve gadabından kurtulurdum. Bende öyle bir kabiliyet var. Ey Allah'ın Resulü, sana söyleyeceğim sözden dolayı belki bana kızarsın, fakat sözüm doğrudur, ben onunla Allahü teâlâ'dan afvımı umarım. Sana yalan söylesem belki, seni kandırırım, sen de benden hoşnud olursun. Fakat Yüce Allah onun yalan olduğunu meydana çıkarır, beni mahcup eder. Ey Allah'ın Resulü, vallahi bu insanlar içinde, nafakası benden az ve aile efradı kalabalık başka kimse yoktur. Onların nafakasından dolayı sizinle savaşa çıkamayıp geri kaldım.» Bunun üzerine Peygamberimiz «Eğer bu söylediklerin doğru ise, git Allahü teâlâ hakkında hüküm indirene kadar bana gelme- buyurdu. Ben de Peygamberimizin bu sözü üzerine yanından ayrıldım. Bizim kabileden bir gurub insan arkamdan gelip beni tenkit ettiler ve «Biz bundan önce senin bir suç işlediğini bilmiyoruz, keşke sen bir yalan uydurup da Peygamber'e söyleseydin, daha sonra da özür dileseydin, belki seni afvederdi. Böyle yapman senin için daha iyi olmaz mıydı?» derler. Peygamber'e yalan yere özür beyan etmem için beni çok zorladılar. Ben de, onlara, sözünden dönüp Peygamber'e yalan söyleyenler var mı? diye sordum. Onlar «Evet var» dediler. Kim olduklarını sordum. Hilâl ibn Ümmiyye ile Mirâtübni Rebla olduğunu söylediler. Halbuki onlar Bedir savaşma iştirak etmiş sâlih kimselerdir. Vallahi ben, herkes gibi Peygamber'in huzuruna gidip kendimi yalanlayamam, sözümden asla dönmem.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) halka bizimle konuşmamalarını ve selâm vermemelerini emretti. Artık kimse bizimle konuşmuyor, selâmlaşmıyordu. Gezdiğimiz, gördüğümüz yerler sanki bize yabancı geliyordu, âdeta halkın içinde bizi tanıyan yoktu. Kimse bizimle konuşmuyor, hal hatır sormuyordu. Evimden çıkar çekine çekine mescide gelir, Peygamberimize selâm verirdim, selâmı aldığı dudaklarının hareketinden anlaşılırdı.. Direğin dibinde namaza durunca göz ucu ile bana bakardı, ben de' ona baktığım zaman hemen kafasinı çevirirdi. Fakat iki arkadaşım evlerinden çıkmayarak gece-gündüz ağlarlardı, hiçbir yere çıkmazlardı. Bir gün pazarda gezerken Hıristiyanlardan biri beni sormuş, göstermişler yanıma sokuldu ve Gassan melikinin mektubunu verdi. Mektubu okudum, içinde şunlar yazılı idi: -Ey Mâlik, Muhammed sana ve arkadaşlarına eziyet edip, hakaret etmiş. Siz hakaret edilecek ve eziyet çektirilecek insan değilsiniz. Bize gelin size izzet ve ikramda bulunalım.» Mektubu okuduktan sonra dedim ki «Benim için en büyük belâ ve felâket islâm'dan çıkıp küfre dönmektir.» Gittim, mektubu ateşe atıp yaktım. Mektubu yaktıktan sonra aradan kırk gün geçti. Peygamberimiz bana bir adam göndererek hanımımdan ayrılmamı emretti. Ben de o zata «Boşanmamızı mı emretti?» dedim. -Hayır, onunla bir arada bulunmamanızı emretti» dedi. Peygamberimizin bu emrini işiten Hilâl ibn Ümmiyye'nin hanımı huzuruna gelerek «Ey Allah'ın Resulü, Hilâl yaşlı ve zayıftır, ona hizmet etmek için bana müsaade eder misiniz?» der. Peygamberimiz «Git hizmet et, fakat sana yaklaşmasın» buyurur. O kadın «Ey Allah'ın elçisi, gece-gündüz ağlamaktan onda hiçbir hareket kalmamıştır» der.

Kâ'b şöyle devam ediyor-. «Peygamber'den bu kadar uzun zaman ayrı kalmamız bana çok ağır geldi. Artık daha dayanamadım, bir gün amcamın oğlu Katâde'nin yanına gittim, evinin avlusunda oturuyordu, selâm verdim almadı. Ey Katâde, benim Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi bilir misin? diye üç defa tekrarladım. Üçüncüde «Allah ve Resulü bilir” diye cevap verdi. Kendimi tutamadım ağlayarak yanından ayrıldım. Peygamberimiz, halkı bizimle konuşmaktan men edeli elli iki gün olmuştu, elli ikinci günün sabahında evimin üstünde sabah namazını kıldıktan sonra oturdum derinden bir ses «Yâ Kâ'b ibn Mâlik, sana müjdeler olsun» dedi. Bu sesi duyunca hemen secdeye kapandım. Allahü teâlâ'nın bizi bağışladığını anladım. Arkadan bir atlının bana doğru geldiğini gördüm, daha kendi gelmeden sesi bana ulaştı ve beni müjdeledi. Ben de mükâfat olarak elbisemin birini ona verdim ve temiz elbisemi giyinerek Peygamber'in huzuruna geldim. Ensâr beni gurub gurub karşılayıp tebrik ettiler, müjdelediler. Fakat Muhacirlerden sadece Talhâ tebrik etti ve müjdeledi, ondan başka kimse tebrik etmedi. Talhâ’nın beni tebrik edip, müjdelemesini hiç unutamam. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidin içinde oturmuş etrafına nur saçıyordu, Müslümanlar da etrafını sarmışlardı. Peygamberimize Allah tarafından bir müjde geldiği zaman mübarek yüzü nurlamr etrafına nur saçardı. Ben de gelip mescide girdim ve Resûlüllah'ın önüne oturdum. Bana dedi ki: «Ey Kâ'b, bugün se'ni müjdelerim. Anandan doğduğun günden beri sana böyle bir müjde verilmedi.» Bunun Üzerine «Ey Allah'ın Elçisi, bu müjde Allah tarafından mı, yoksa senden mi?» dedim. «Hayır, Allah tarafından» buyurdu.» Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştu: «Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah tevbe ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tövbeleri en çok kabul eden, hakkıyla esirgeyendir.» Allahü teâlâ samimiyetle tevbe edenlerin tevbesini kabul eder ve günahlarını bağışlar.

119

«Ey iman edenler, Allah'dan korkun ve doğrularla beraber olun.»

Ey iman edenler, Allah'ın emirlerine karşı asi olmayın, Onun emirlerine itaat edin ve Allah'dan korkun. Niyetleri sadık ve gönülleri hak üzere olanlarla beraber olun. Onlar, amellerini sadece Allah rızası için yaparlar, Peygambere tabi olup, ona asla muhalefet etmezler. Onlar Allah'ın seçkin kullarıdırlar. Yüce Allah, iman eden kullarının doğrularla beraber olmasını emrediyor. İşte o zaman iman kemâl bulur, ameller makbul olur.

120

«Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevilere, savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini O'na tercih etmek yaraşmaz. Çünkü onlara Allah yolunda erişecek susuzluk, yorgunluk, açlık, yahut onların kafirleri kızdıracak şekilde bir yere ayak basmaları veya bir düşmanı yenmeleri gibi hal ve hareketlerin hiçbiri yoktur ki mukabilinde onlara iyi bir amel yazılmasın. Doğrusu Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez.»

Medinelilere ve çevresinde bulunan bedevilere, savaşa gitmeyip Allah'ın Peygamberinden geri kalmak ve kendilerini ona tercih etmek asla yaraşmaz. Yani iman edenlere, kendilerini Peygamber'den üstün tutup, ona olan sevgi ve muhabbeti terk etmek asla yaraşmaz. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları kurtuluşa ve hidâyete davet ediyor. Allahü teâlâ onların savaşa gitmesini şundan dolayı emretmiştir; Eğer savaşta onlara bir susuzluk, açlık, zorluk ve bir musibet ulaşacak olursa, Yüce Allah bunlara karşılık onlara ebedi mükâfat verecektir. Allah, kendi yolunda cihad edenlerin sevabını asla boşa çıkarmaz. Onlara sonu gelmeyen ecir ve mükâfat verir. -Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevilere, savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini O'na tercih etmek yaraşmaz. Çünkü onlara Allah yolunda erişecek susuzluk, yorgunluk, açlık, yahut onların kâfirleri kızdıracak şekilde bir yere ayak basmaları veya bir düşmanı yenmeleri gibi hâl ve hareketlerinin hiçbiri yoktur ki, mukabilinde onlara iyi bir amel yazılmasın. Doğrusu Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez.»

Bu âyet-i celile dünyada Allah yolunda zahmet çekenlere âhirette mükâfatların en büyüğü verileceğine delâlet etmektedir. Allah yolunda cihad edenler ve infakta bulunanlar mutlaka mükâfatlarını göreceklerdir.

121

«Az veya çok sarfettikleri her şey, yürüdükleri her yol, Allah yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine vermesi için hesaplarına yazılır.»

Ey iman edenler, Allah yolunda az veya çok sarfettiğiniz her şeyin ve düşmanı takip etmek için atmış olduğunuz her adımın mükâfatını Yüce Allah çok fazlasıyla size verecektir. Allah, bir iyiliğe en az on sevap verdiği gibi, onu yediyüz misline kadar da artırır. O, herkese ameline göre mükâfat ve mücâzat verir. Allah katında herkes amelinin karşılığını bulur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Az veya çok sarfettikleri her şey, yürüdükleri her yol, Allah yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine verilmesi için hesaplarına yazılır.»

122

«Mü’minlerin hepsi de savaşa çıkacak değillerdir. İçlerinde her sınıftan bir cemaat sefere çıkmalı, bir kısmı da din hususunda fakîh olmak, dinin ahkamını ögrenmak için çalışmalı ve geri döndüklerinde kavimlerini uyarmalıdırlar ki, onların da yanlış hareketlerden çekinmeleri mümkün olsun.»

Bir milletin candamarı ilimdir, ilimsiz hiçbir toplum yaşayamaz. Bu bakımdan İslam dini ilme ve ilim adamına son derece önem vermiştir. Hiçbir din İslam dini kadar ilme değer vermemiştir. Savaş anında bile ilim adamının savaşa gitmesini caiz görmemiştir. Çünkü savaşta ilim adamlarının yok olması o toplumun sapıklığa düşmesine sebeb olur. Bir milletten gerçek ilim adamları giderse, meydan cahillere kalır onlar da istedikleri gibi fetva verirler. Böylece hem kendilerini, hem de fetva verdiklerini sapıklığa düşürürler. Bunun için Yüce Allah mü’minlerin hepsinin savaşa çıkmasına, müsaade etmiyor, içlerinden her sınıftan bir gurubun çıkmasını ve bir kısmının dini ilimleri öğrenmesini, savaştan dönenlere o ilimleri öğretmesini emrediyor. Böylece onlar öğrendikleriyle amel edip, Allah'ın emirlerine itaat ederek güzel güzel ameller yapmış olsunlar.

İmam-ı Süddî şöyle rivayet etmiştir: «Huzeyl kabilesinde bir sene büyük bir kıtlık olur. Onlar Medine'nin hurmalarından istifade etmek için oraya gelirler ve dilden Müslüman olduklarını söylerler. Halbuki onlar kalben iman etmemiş münafıklardı. Onlar Medineli Müslümanlara 'Biz sizden daha hayırlıyız, zira biz kendi arzumuzla İslâm'ı kabul ettik, siz ise kılıç zoru ile kabul ettiniz' derler. Bu sözleri ve hareketleriyle mü’minleri incitirler. Bunun üzerine Allahü teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyururur: «Mü’minlerin hepsi de savaşa çıkacak değillerdir, içlerinde her sınıftan bir cemaat sefere çıkmalı, bir kısmı da din hususunda fakih olmak, dinin ahkâmını öğrenmek için çalışmalı ve geri döndüklerinde kavimlerini uyarmalıdırlar ki, onların da yanlış hareketlerden çekinmeleri mümkün olsun.»

123

«Ey iman edenler, kibirlerden size yakın olanlarla savaşın. Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.»

Ey iman edenler, kâfirlerle savaşın. Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar ve sizden çekinsinler. Böylece yurtlarınıza ve dininize saldırmasınlar. Bilin ki Allah daima itaat edenlerle beraberdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ey iman edenler, kafirlerden size yakın olanlarla- savaşın. Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.»

Ebû Cafer Tahâvi şöyle demiştir: «Allahü teâlâ islâm'ın bidayetinde sevgili Peygamberine savaş izni vermemişti. Peygamber Medine'ye hicret ettikten sonra yakın ve uzak bütün düşmanlarla savaşmasına müsaade etmiştir.»

124

«Bir sûre indirildiği zaman aralarında: "Bu sûre hangimizin imanını artırdı?" diyen münafıklar vardır. Halbuki mü’minlerin imanını artırmıştır. Onlar sevinçlerinden birbirleriyle müjdeleşirler.»

125

«Kalblerinde hastalık olanların ise, bu sûre ile, murdarlıklarına murdarlık katmışlar ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir.»

Allah tarafından bir sûre indirildiği zaman münafıklar birbirleriyle alay ederek «Bu sûre hangimizin imanını artırdı?» derlerdi. Allah tarafından gönderilen sûre ve ayetler ancak mü’minlerin imanını artırır. İmanı artanlar sevinçlerinden birbiriyle müjdeleşirler. Kalblerinde hastalık olanlar ise, bu sûre ile, küfürlerine küfür katmışlar ve kâfir olarak ölmüşlerdir. Allah'ın Ayetleri kalblerinde nifak ve küfür olanların imanlarını asla artırmaz, bilakis kalblerindeki küfür ve nifakı artırır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bir sûre indirildiği zaman aralarında: "Bu sûre hangimizin imanını artırdı?" diyen münafıklar vardır. Halbuki mü’minlerin imanını artırmıştır. Onlar sevinçlerinden birbirleriyle müjdeleşirler.

Kalblerinde hastalık olanlar ise, bu süre ile, murdarlıklarına murdarlık katmışlar ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir.»

126

«Onlar, yılda bir iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar ve ibret de almıyorlar.»

Münafıklar, yılda bir iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görüp ibret almıyorlar mı? Onlar «Eğer biz bu musibetten kurtulursak Rabbimize ihlâsla amel eder, Peygamber'e de tabi oluruz» demişlerdi. Başlarına gelen musibetlerden kurtuldukları zaman sözlerinden dönerler, tevbe edip Peygamber'e tabi olmazlar, yine eskisi gibi bildiklerini yaparlar.

Bu âyeti celilenin nüzul sebebi şudur: Münafıklar bir araya geldikleri zaman Peygamberimizi ve mü’minleri zemmedip inkâr ederler. Daha sonra Peygamberimizin yanına gelirlerdi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de aralarındaki bütün konuştuklarını kendilerine haber verince, onun hak Peygamber olduğunu tasdik ederlerdi. Fakat yanından ayrılıp tekrar bir araya geldikleri zaman şeytanın iğvasıyla yine eskisi gibi Peygamber'i ve mü’minleri zemmedip, inkâr ederlerdi. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Onlar, yılda bir iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar ve ibret de almıyorlar.» Eğer onlar başlarına gelen musibetlerden ibret almış olsalardı elbette tekrar eski hallerine dönmezlerdi.

127

«Bir sûre indirilince, onlar birbirlerine bakarlar veı "Acaba bizi bir gören var mı?" derler, sonra giderler. Anlamaz bir kavim oldukları için Allah da onların kalblerini imandan çevirmiştir.»

Münafıkların ayıbını açıklayan bir sûre indirildiği zaman birbirlerine bakışıp işaret ederler. Eğer sahabeden kendilerini gören olursa mescidden çıkmazlar, onlarla namaz kılarlardı. Şayet kendilerini gören olmazsa hemen mescidden çıkar giderlerdi. Münafıkların her zamanki hali budur, onlar namaz kılsalar bile istemeye istemeye ve gösteriş için namaz kılarlar. Allah onların kalblerini imandan çevirmiştir. Onlar öyle bir kavimdir ki, Allahü teâlâ'nın varlığını anlayamazlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bir sûre indirilince, onlar birbirlerine bakarlar ve: "Acaba bizi bir gören var mı?" derler, sonra giderler. Anlamaz bir kavim oldukları için Allah' da onların kalplerini imandan çevirmiştir.»

128

«Yemin olsun, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü’minlere cidden şefkatli ve merhametlidir O.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O, diğer peygamberler gibi sadece bir millete veya bir topluma gönderilmemiştir. O, Hazret-i İbrahim'in soyundan ve Kureyş kabilesinden olduğu için. Yüce Allah Araplara şöyle hitap ediyor: «Ey Araplar, yemin olsun ki, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız, imandan yüz çevirmeniz, Allah'ın emirlerine asi olmanız ona çok ağır gelir. O, üstünüze çok düşkündür. Sizin sapıklıktan kurtulup hidâyete ermenizi ister. Çünkü o, mü'minleri cidden merhamet edici ve bağışlayıcıdır.»

129

«Şayet onlar yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'na dayandım. O'na güvendim. O, büyük arşın sahibidir".»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine hitap edip şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, şayet onlar iman etmeyip yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'na dayandım. O'na güvendim. O'ndan başka yardımcı, koruyucu ve muhafız yoktur. O, büyük arşın sahibidir, O, iman edeni de, iman etmeyeni de bilir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Şayet onlar yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'na dayandım. O'na güvendim. O, büyük arşın sahibidir".»

0 ﴿