YÛNUS SÛRESİ Bu sûre-i celîle Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın onuncu süresidir. Sahih olan kavle göre Mekke'de nazil olmuştur. 109 âyettir. Bir rivayete göre 40 âyet ve bazılarına göre de; 84, 95, 96. âyetler Medine'de nazil olmuştur. Birçok önemli mes'eleyi ihtiva eden bu mübarek sûre, Hazret-i Nuh ve Hazret-i Musa'ya dair ma'lûmat vermektedir. Hazret-i Yûnus'dan ve kavminden bahsedildiğinden, Yûnus sûresi unvanını almıştır. 1 «Elif, Lâm, Râ. Bunlar hikmetle dolu Kitabın âyetleridir.» İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: «Allahü teâlâ "Ben öyle bir Allah'ım ki, sizin gizli ve aşikâr yapmış olduğunuz bütün işleri görürüm. Benden gizli hiçbir şey yoktur. Yâ Muhammed, bu âyetler de misak günü sana vaad ettiğim âyetlerdendir. Bunlar hikmetle dolu Kitab'ın âyetleridir. Bu muhkemdir, içinde bâtıl, yalan ve hilaf yoktur. Helâl ve haramı açıkça beyan eder, hakkı bâtıldan ayırır. Bu, diğer ilâhî kitabların hâkimidir. Bu hüccettir, burhandır, haktır, peygamberlik bununla sabittir".» 2 «İçlerinden birine, "İnsanları uyar ve iman edenlere Rablerl katında yüksek makamlar olduğunu müjdele" diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti ki? Kafirler "Bu apaçık bir büyüdür" dediler.» Allahü teâlâ, kullarının içinden dilediği birini peygamber seçip insanlara göndermiştir. Peygamberlik çalışmakla elde edilen bir makam değildir. Yalnız Allah vergisidir. Yüce Allah onu dilediğine verir. Mekke'nin ileri gelenleri Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) 'in peygamber olarak gönderilmesini hazmedememişler, nübüvvetini inkâr ederek «Allah başka birisini bulamadı da Ebû Talib'in yetimini mi insanlara peygamber olarak gönderdi?» diye amiyane sözler savurmuşlardı. Yüce Allah onların bu sözlerini reddetmek için yukardakî âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Mekke halkının tuhafına mı gitti, içlerinden bir kulumuzu peygamber olarak seçip insanlara hakkı, bâtılı, imanı, küfrü, haram ve helâli, emir ve yasaklarımızı bildirmek için göndermemiz. Bizim ona "İnsanları uyar ve iman edenlere Rableri katında yüksek makamlar, sonsuz mükâfatlar olduğunu müjdele" diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti? Ki kâfirler "Bu apaçık bir büyüdür" dediler.- Kâfirler Peygamber'in göstermiş olduğu mucizelere ve kendisine vahyedilen Kur'an âyetlerine inanmayarak -Apaçık bir büyü» demişlerdi. Allahü teâlâ, Kur'ân-i Kerim'de onların sözlerini Peygamberine bildirmiştir. Soru: Kâfirlerin söylemiş oldukları sözlerin Kur'an'da zikredilmesinin hikmeti nedir? Cevap: Bunda birçok hikmetler vardır ve bir kısmı şöyledir: 1- Kâfirlerin aralarında konuştuklarını Yüce Allah Peygamberine haber vermiş, Peygamber de onlara açıklamıştır. Bu, Peygamber'in hak Peygamber olduğunun alâmetidir. 2- Allahü teâlâ kâfirlerin inkâr ve zulümlerine karşı Peygamber'in sabretmesi için onların sözlerini bildirmiştir. 3- Onların alay ve istihzalarına üzülüp emr-i bi’l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münkeri terk etmemek için bir tembih olarak bildirilmiştir. 3 «Şüphesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp, sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah'dır. İzni olmadan kimse şefat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O halde O'na kulluk edin. Artık iyice düşünüp ibret almaz mısınız?» Ey insanlar, sizin Rabbiniz, Halikınız, Ma'budunuz, Mâlikiniz, Mürebbiniz, ğökleri ve yeri altı günde yaratan Allah'dır. Sonra arşa hükmeden ve bütün mahlûkatın işini düzenleyen, idare eden O'dur. Mülk ve melekût âleminde dört büyük melek vasıtasıyla bütün işleri idare eden, şeriki, yardımcısı olmayan ve her şeyden münezzeh olan Odur. O'ndan başka Hâlık ve Ma'bud yoktur. Dört melek Cebrail, Mikâil, îsrâfil ve Azrail'dir. Cebrail, peygamberlere vahiy getirmekle, mü’minlerin üzerine gözle görülmeyen asker indirmekle ve rüzgâr nakletmekle; Mikâil, gökten yağmur indirmekle ve bu yağmur vasıtasıyla her çeşit bitki, ekin ve ağaçları bitirmekle; Azrail, bütün canlıların ruhunu almakla görevlidir. İsrâfil ise, sûra üfürmeye me’murdur. İsrâfil birinci sûra üfürdüğü zaman, bütün canlılar ölecek, ikinci sûra üfürdüğü zaman ise tekrar dirileceklerdir. Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın dilemesiyle vücûda gelir. Kâfirler Allah katında bize şefaat edecekler diye bir kısmı putlara, bir kısmı da meleklere tapınışlardır. Yüce Allah onların bu inançlarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Allah'ın izni olmadan melekler de, peygamberler de hiç kimseye şefaat edemezler. Ancak Allahü teâlâ'nın izin verdiklerine şefaat ederler. Ey insanlar, sizin Rabbiniz o Allah'dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı ve bütün mahlûkatın işini düzenledi. O'na iman edip, emirlerine itaat edin ki, kurtuluşa eresiniz. Ne oldu size ki, bu Kur'an'dan ibret alıp, Allah'a kulluk etmiyorsunuz da, hiçbir şeye kudreti yetmeyen ve kendisine bile faydası olmayan şeylere tapıyorsunuz. Sonra da onlardan şefaat bekliyorsunuz.» Halbuki Rubübiyete ve ibadete lâyık olan ancak Allah'tır. Gökleri ve yeri yaratıp, düzenini ihmal etmeyen, semayı yıldızlarla süsleyen O'dur. Bütün bunları görüp dururken, hâlâ nasihat dinlemeyecek misiniz? Ve yine küfür, şirk ve isyanda devam mı edeceksiniz? Allahü teâlâ'nın, göklerin, yerin, güneşin, ayın, yıldızların ve bütün gezegenlerin Halikı, Mabudu, Mürebbisi olduğuna inananlar, iman edip, emirlerine itaat ederler. İşte gerçek iman sahipleri bunlardır. 4 «Hepinizin dönüşü ancak O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. Halkı iptida yaratan, sonra yine dirilten şüphesiz ki O'dur. İman edip iyi işler işleyeni adaletiyle mükafatlandırır Kafir olanlara da küfürleri yüzünden kaynar sular ve acıklı azablar verir.» Ey insanlar, sonunda hepinizin dönüşü Allah'adır. Bunda hiç şüpheniz olmasın. Bu Allah'ın vaadidir. Ve Allahü teâlâ'nın vaadi haktır, O asla vaadinden dönmez. Bütün mahlûkatı yoktan var eden, sonra onları öldüren ve tekrar dirilten hiç şüphesiz O'dur. İman edip, güzel amel işleyenlere, kıyamet günü mükâfatlar, îman etmeyenlere ise mücâzatlar verecek olan O'dur. Sizi yoktan var ettiği gibi, öldürdükten sonra tekrar diriltecek ve amelinizin karşılığım verecektir, îman edenler altlarından ırmaklar akan cennetlere nail olacakları gibi, iman etmeyenler de elim bir azaba uğrayacaklardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hepinizin dönüşü ancak O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. İnsanları ilk önce yaratan, sonra yine dirilten şüphesiz ki O'dur. İman edip iyi işler işleyeni adaletiyle mükâfatlandırır. Kâfir olanlara da küfürleri yüzünden kaynar sular ve acıklı azablar verir.» 5 «Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah, bunları sabit bir gerçek olarak yaratmıştır. O, bilen insanlar için âyetlerini birer birer açıklar.» Ey insanlar, sizin Halikınız ve Ma'budunuz, güneşi ışık ve ısısıyla yaratıp kâinatı aydınlatan, ayı nûrlandırıp onunla gece karanlığını açan, ayların ve yılların hesabını bilmeniz için aya menziller tayin eden, semayı yıldızlarla donatan, yeryüzünü döşek gibi yayan Allah'dır. Bütün bunlar Allah'ın kudretinin eseridir. O, her şeye kadirdir. O, bilen, anlayan, düşünebilen toplumlar için böylece âyetlerini birer birer açıklar. Akıl sahipleri için her varlık Allahü teâlâ nın varlığım ve birliğini isbat eder. Gece ve gündüzün birbirini takip etmesi, güneşin bütün kâinatı aydınlatıp ısıtması, ayın geceyi aydınlatması, yıldızların semada inci tanesi gibi dizilmesi, yeryüzünün döşek gibi yayılması, bulutlardan yağmurun inmesi, gezegenlerin kendi yörüngelerinde seyretmesi, bütün bunlar Allah'ın varlığının ve birliğinin isbatıdır. Elbette bunlar bir yaratıcının ve bir mürebbinin eseridir. Hiçbiri tesadüfen olmamıştır. Bunların her biri bir yaratıcının varlığına delâlet etmektedir. Yüce Allah, bunu şöyle beyan ediyor: «Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah, bunları sabit bir gerçek olarak yaratmıştır. O, bilen insanlar için âyetlerini birer birer açıklar.» 6 «Gece ile gündüzün birbiri ardından gelmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında, O'na karşı gelmekten sakınan kimseler için âyetler vardır.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik gelip Allah'ın elçisi olduğunu Mekkelilere söyleyince, onlar Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den Peygamber olduğuna dair, kendinden önceki peygamberlerin kavimlerine getirdiği gibi, bir alâmet getirmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek söyle buyurmuştur: «Ey insanlar, gecenin gelip gündüzün gitmesi, gündüzün gelip gecenin gitmesi, birinin uzayıp, birinin kısalması, Allah'ın göklerde yarattığı harikalar, güneş, ay, yıldızlar, gezegenler ve diğer yaratıklar. Yerde denizler, dağlar, ovalar, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, O'na karşı gelmekten sakınanlar için Allah'ın varlığını ve birliğini isbat eden alâmetler değil midir? Onlar, bunları kimin yarattığını hiç düşünmüyorlar mı? Bunları Allah'dan başka kim yaratabilir ve kim düzene koyabilir? Yaratıldıkları günden beri bir ahenk içinde seyretmeleri Allah'ın varlığının isbatı değil midir? Akıl sahipleri için bunlarda büyük hikmetler ve âyetler vardır. 7 «Bizimle karşılaşmayı ummayan ve dünya hayatından hoşnud olarak ona bağlananların ve âyetlerimizden habersiz bulunanların,» 8 «İşte bunların kazandıklarına karşılık varacakları yer cehennemdir» Öldükten sonra tekrar dirileceklerine inanmayanların, dünyanın aldatıcı hayatından memnun olup, âhireti unutanların ve Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin varacakları yer cehennemdir. Onlar orda ebedî kalıcıdırlardır. Bu, onların dünyada yaptıklarının cezasıdır. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini ve Peygamberini yalanlayıp, inkâr etmişlerdir. Buna mukabil dünyanın geçici zevk ve sefasına dalmışlar, âhireti unutmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bizimle karşılaşmayı ummayan ve dünya hayatından hoşnud olarak ona bağlananların ve âyetlerimizden habersiz bulunanların, işte bunların kazandıklarına karşılık varacakları yer cehennemdir.» 9 «İman edip güzel amellerde bulunanları, imanlarına karşılık Rableri doğru yola eriştirir. Naim cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar.» İman edip güzel amellerde bulunanları, imanlarına karşılık Allahü teâlâ doğru yola eriştirir. Onları ağaçlarının ve köşklerinin altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Bu mü’minler için hazırlanmış nimet cennetleridir. Yüce Allah imanlarına mukabil onlara cennet nimetini vermiştir. O, iman edenleri böyle mükâfatlandırır. Allahü teâlâ bütün nimetlerini iman edenler için hazırlamıştır, iman etmeyenler için ise elim bir azab vardır. Bu da onların inkârlarının cezasıdır. 10 «Bunların oradaki duaları "Yâ Allah, seni tesbih ve tenzih ederiz". Orada sağlık temennileri de "Selâm, selâmette olunuz" ve dualarının sonu da "Elhamdülillah! Rabbil Âlemin, hamd olsun kâinatın Rabbi olan Allah'adır» Cennet ehli, cennete girdikleri zaman, oranın nimetlerinden istediklerini yiyecekler, içecekler, gönülleri neyi arzu ederse o, kendilerine takdim edilecektir. O zaman Rablerine «Elhamdülillahi Rabbil Âlemin, hamd olsun kâinatın Rabbi olan Allah'a» diye dua ederler. Birbirlerine karşı sağlık dilekleri ise «Selâm, selâmette olunuz»dur. Bu nimetler karşısında cennet ehli Yüce Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. İmam-ı Dahhak (radıyallahü anh) şöyle demiştir; «Cennet ehli mahşer günü cennete girip kendilerine vaad edilen nimetlere nail olunca "Sübhânekellâhümme. Ey Rabbimiz, bize verdiğin nimetlere karşı seni tesbih ve tenzih ederiz" diye tesbihetta bulunurlar. Birbirlerine karşı sağlık dilekleri ise «selâm»dır. Melekler gelip onlara selâm vererek, çeşit çeşit cennet nimetleri ikram ederler. Bu nimet ve ikramlara karşı onlar da Rablerine şükredip "Elhamdülillahi Rabbil Âlemin, hamd olsun kâinatın Rabbi olan Allah'a" derler. Cennet ehli Rabbine bu şekilde hamd ve senada bulunur..- 11 «Eğer Allah, insanlara hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de sür'atle verseydi, ecelleri hemen bitmiş olurdu. İşte biz, bize kavuşmayı umnıayanları böyle azgınlıkları içinde bocalamaya terkederiz.» Bu âyet-i celîle, kâfirlerden Nadr İbn Harise «Yâ Allah, eğer bu Kur'an senin tarafından gönderilen bir kitap ise, üzerimize taş yağdır» diye kendi aleyhlerine beddua ettiği zaman indirilmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Eğer Allah, insanlara hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de sür'atle hemen verseydi, hepsi helak olup giderdi, ömürleri hemen biterdi. İşte biz, bize kavuşmayı ummayanları böyle azgınlıkları içinde bocalamaya terk ederiz.- Eğer Allahü teâlâ duaları hemen kabul ettiği gibi, bedduaları da hemen kabul etseydi yeryüzünde kimse kalmaz, hepsi eceli gelmeden ölürdü. Allah, küfredenlerin ve isyankârların azabını artırmak için muayyen bir zamana kadar kendilerine mühlet vermiştir. 12 «İnsan bir sıkıntıya duçar olunca, yan üstü yattığı, oturduğu veya ayakta bulunduğu anlarda bize yalvarıp yakarır. Biz, sıkıntısını giderînce de, karşılaştığı sıkıntıdan ötürü bize hiç yalvarmamışa döner. Böylece haddi aşanlara, işledikleri hoş görünür.» Kâfirlere bir zarar, sıkıntı, hastalık, musibet, yokluk, felâket isabet ettiği zaman, bunların giderilmesi için yatarken, otururken, ayakta iken her an Allahü teâlâ'ya yalvarıp yakarıriar. Allah, sıkıntılarını giderince, sanki hiç sıkıntıya düşüp Allah'a yalvarmamış gibi olurlar. Çekmiş oldukları sıkıntıları, yalvarıp yakarmalarını unuturlar. Başlarına gelen musibetlerden öğüt alıp kendilerine gelmezler. Yine küfür ve şirklerine devam ederler, Allah'ın âyetlerini ve Peygamberini inkâr ederler. Allah'ın bunca nimetlerine şükretmezler, bir daha musibet ve felâkete uğramayacaklarmış gibi hareket ederler, ömürlerini sapıklık içinde boş yere geçirirler, yapmış oldukları çirkin ameller kendilerine hoş gelir. Bunların ebedî gidecekleri yer cehennem ateşidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «insan bir sıkıntıya duçar olunca, yan üstü yattığı, oturduğu veya ayakta bulunduğu anlarda bize yalvarıp yakarır. Biz, sıkıntısını giderince de, karşılaştığı sıkıntıdan ötürü bize hiç yalvarmamışa döner. Böylece haddi aşanlara, işledikleri hoş görünür.» Bu âyeti celîlede, iman edenlerin her an Allahü teâlâ'yı anmalarına ve bir an bile akıllarından çıkarmamalarına tembih vardır. Mü’min her an Rabbini hatırlar, hiçbir an aklından çıkarmaz. Vermiş olduğu nimetlere şükreder, emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınır. Böylece Allah'a karşı kulluk görevini ifa eder. 13 «Yemin olsun ki, sizden önce nice nesilleri, zulmettikleri zaman helak ettik. Peygamberleri onlara apaşikâr delilleri getirdikleri halde onlar inanmamışlardı. İşte biz mücrimleri böyle cezalandırırız.» Ey kafirler, Allahü teâlâ sizden önce nice nesilleri, milletleri, iman etmeyip, zulmettikleri için helak etmiştir. Halbuki peygamberleri kendilerine apaşikâr delillerle geldikleri halde onlar iman etmemişler, Allah'ın âyetlerini ve peygamberleri yalanlamışlardır. Yüce Allah da, inkâr ve zulümlerinden dolayı onları helak etmiştir. Allah, mücrimleri böyle cezalandırır, iman etmeyenler küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir. -Yemin olsun ki, sizden önce nice nesilleri, zulmettikleri zaman helak ettik. Peygamberleri onlara apaşikâr delilleri getirdikleri halde onlar inanmamışlardı. İşte biz mücrimleri böyle cezalandırırız. 14 «Sonra onların ardından, nasıl davranacağınıza bakmak için sizi yeryüzünde onların yerine getirdik.» Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed'in ümmetine şöyle buyuruyor: «Ey Hazret-i Muhammed'in ümmeti, sizi helak ettiklerimizin yerine halife olarak getirdik. Nasıl amel edeceğinize, yeryüzünde nasıl hareket edeceğinize azaba mı müstehak olacaksınız, yoksa rahmete mi lâyık olacaksınız ona bakmak için sizi onların yurtlarında iskân ettik. Şayet siz de onlar gibi âyetlerimizi ve Peygamberimizi inkâr eder, zulmederseniz helak ederiz. Eğer iman ederseniz hidâyete erer, saadete kavuşursunuz.» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra onların ardından, nasıl davranacağınıza bakmak için sizi yeryüzünde onların yerine getirdik.» 15 «Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir" dediler. De ki: "Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabına uğramaktan korkarım".» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem). kendisine gelen vahiyleri kâfirlere okuduğu zaman, onlar azab âyetlerini, putları zemmeden âyetleri, öldükten sonra tekrar dirilmeyi bildiren âyetleri, kabul etmemişler -Yâ Muhammed, eğer bizim sana iman ekmemizi istiyorsan, bu Kur'an'dan başka bir Kur'an getir veya içindeki azab âyetleriyle rahmet âyetlerini değiştir. Öldükten sonra tekrar dirilme ile ilgili ve putlarımızı zemmeden âyetleri de kaldır' demişlerdi. Onların bu boş iddialarını reddetmek için Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben sizin arzularınıza değil, ancak bana vahyolunana uyarım. Ben, Rabbime karşı gelmekten ve âyetlerini değiştirmekten korkarım. Eğer Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabına uğrarım. Kim Rabbine karşı, gelirse hiç şüphesiz büyük günün azabına uğrayacaktır".» «Âyetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir" dediler. De ki: "Onu kendiliğimden değiştiremem. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabına uğramaktan korkarım". 16 «De ki: "Allah dileseydi ben onu size okumazdım ve size bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?"» Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gonderilince, Mekkeliler peygamber olduğuna inanmamışlar, Kur'ân-ı Azîmüşşân'ı kendisinin düzdüğünü söylemişlerdi. Kâfirlerin bu zanlarını red için Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Eğer Allahü teâlâ sizin küfrünüzden ve cehlinizden razı olsaydı beni size Peygamber olarak göndermezdi. Ben de gelip o âyetleri size okumaz ve bildirmezdim. Peygamber olmadan önce aranızda tam kırk yıl kaldım, o zaman benden böyle bir şey duydunuz mu? Bilin ki, bu Kur'an'ı ben kendimden uydurmadım, bu Allah kelâmıdır. O, bana vahyetti. Eğer benim düzmem olsaydı daha önce de düzerdim. Şayet bunun Allah kelâmı olduğunda şüpheniz varsa, siz de buna benzer bir âyet veya bir sûre getirin".- Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor; «De ki: "Allah dileseydi ben onu size okumazdım ve size bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?". Kur'ân-ı Kerim'in Allah kelâmı olduğunda şüphe edenler, onun benzeri bir âyet veya bir sûre getirsinler. Yeryüzünün bütün bilginleri bir araya gelseler, onun benzeri gibi bir âyet veya bir sûre yapmaya çalışsalar bunu asla başaramazlar. Benzerini getiremediklerine göre, Kur'ân-ı Azimüşşân’ın Allah kelâmı olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 17 «Allah» karşı yalan uyduran veya âyetlerini inkâr edenden daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette saadete erişemezler.» Ey insanlar, Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini inkâr edenden daha zâlim kim olabilir? Kâfirler yalan uydurup Allah'a şirk koşmuşlar, Peygamberini ve âyetlerini yalanlamışlardır. Onlardan daha zâlim kimse olamaz. Yüce Allah, inkarcıları ebedi felaha, kurtuluşa, saadete erdirmez. Kurtuluş ancak Allah'a iman ile olur. İman etmeyenler ebedî azaba uğrayacaklardır. 18 «Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine zarar da, fayda da vermeyen şeylere taparlar. Bir des "Bunlar Allah katında, bizim şefaatçılarımızdır" derler. De ki: "Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.» Kâfirler, Allahü teâlâ'yı bırakıp, kendilerine zarardan başka bir şeyi dokunmayan putlara tapınışlardır. Taptıkları putlar ancak küfür ve günahlarını artırmıştır. Onlar puta tapmakla kendilerine yazık etmişlerdir. Kendilerini haklı çıkarmak için «Bunlar Allah katında, bizim şefaatçılanmızdır» demişlerdir. Yüce Allah onların iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ, O, eş tutmakta oldukları her şeyden çok uzaktır, çok yücedir".» Allah'ın şeriki, yardımcısı, benzeri yoktur. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Kıyamet günü O'nun izni olmadan kimse şefaat edemez. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine zarar da, fayda da vermeyen şeylere taparlar. Bir de: "Bunlar Allah katında, bizim şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.» 19 «İnsanlar bir tek ümmetten başka bir şey değildir. Sonra ihtilâf ettiler. Eğer Rabbin daha önceden bir söz vermemiş olsaydı, aralarında ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.» Allahü teâlâ, Âdem (aleyhisselâm)'i tek bir ümmet olarak İslâm fıtratı üzere yaratmıştır. Bu durum Kabil'in Habil'i öldürmesine kadar devam etmiştir. Habil'in ölümünden sonra insanlar ihtilâfa düşüp, kimi İslâm fıtratı üzere Müslüman olarak kalmış, kimi de İslâm'ı terk edip kâfir olmuştur. Bu ayrılık Nûh tufanına kadar devam etmiş, Nûh tufanından sonra insanlar eskisi gibi tek bir ümmet olarak islâm akidesi etrafında toplanmışlardır. Bu birlik de çok sürmemiş yine ihtilafa düşüp, kimi iman üzere sabit kalmış, kimi de küfre dalarak kâfir olmuştur, Nûh (aleyhisselâm)'dan hemen sonra ayrılığa düşen insanların ihtilâfı günümüze kadar devam edegelmiş, bundan sonra da kıyamete kadar aynı şekilde devam edecektir. İmamı Zeccac (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik gelmeden önce insanların hepsi kâfirdi. Hazret-i Muhammed peygamber olduktan sonra, kimi iman edip mü’min oldu, kimi inkâr edip kâfir oldu. Böylece insanlar muhtelif fırkalara ayrılmış oldular. Bunlardan biri iman ordusu, diğeri ise küfür ordusudur.» Eğer Allahü teâlâ onların azabını çabuklaştırsaydı, ihtilâfa düştükleri zaman derhal onları helak ederdi. Fakat tevbe edip hatalarından dönerler diye kendilerine mühlet vermiş, ihtilâfa düştükleri zaman hemen helak etmemiş, azablarını te'hir etmiştir. Bu, Yüce Allah'ın kullarına bir lütfü ve merhametidir. Eğer O, kullarının isyanlarının cezasını hemen verseydi yeryüzünde hiçbir insan kalmaz hepsini helak ederdi. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «insanlar bir tek ümmetten başka bir şey değildir. Sonra ihtilâf ettiler. Eğer Rabbin daha önceden bir söz vermemiş olsaydı, aralarında ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.» 20 «"Rabbinden ona bir mucize indirilse ne olur" derler. Onlara de ki: "Gaybı bilmek Allah'a mahsustur. Bekleyin, doğrusu ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim'.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Abdullah ibn Übey, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Yâ Muhammed, sen yeryüzünde (Musa gibi) bir çeşme akıtmadıkça biz sana iman etmeyiz» der. Kureyşliler de «Muhammed, peygamber olduğuna dair bize bir delil getirmedikçe kendisine iman etmeyiz» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Gaybi ancak Allah bilir, ben bilemem. Siz, o âyetin, alâmetin inmesini bekleyin, doğrusu ben de sizinle birlikte beklemekteyim".» Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelen her âyet, onun peygamber olduğunun en büyük delilidir. Kur'an’ın, Allah kelâmı olması Hazret-i Muhammed'in peygamber olduğunun isbatıdır. Çünkü Allah'ın âyetleri ancak peygamberlere gelir, peygamberlerden başkasına asla gelmez. 21 «İnsanlara, uğradıkları sıkıntılardan sonra rahmeti taddırdığımızda, hemen âyetlerimize dil uzatmaya kalkışırlar. Onlara de ki: "Düzenbazların cezasını vermekte Allah daha çabuktur." Elçilerimiz: kurduğunuz düzenleri hiç şüphesiz yazmaktadırlar.» Allahü teâlâ insanları, uğradıkları musibetlerden, sıkıntılardan, yokluktan, felâketten kurtarıp, rahmeti taddırdıgı ve refaha çıkardığı zaman, hemen Allah'ın âyetlerine dil uzatıp yalanlarlar ve nimetlerini inkâr ederler. Nimetlerini ve âyetlerini yalanlayanlar için Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, insanlara, uğradıkları sıkıntılardan sonra rahmeti taddırdığımızda, hemen âyetlerimize dil uzatmaya kalkışırlar. Onlara de ki: "Düzenbazların cezasını vermekte Allah daha çabuktur." Elçilerimiz kurduğunuz düzenleri hiç şüphesiz yazmaktadırlar.» Allahü teâlâ’nın Hafaza melekleri, kullarının yapmış olduğu bütün amelleri yazar. Kıyamet günü kendilerine amel defterleri verilir ve «Kitabını oku» denir. İşte o zaman herkes dünyada yaptığının karşılığım görür, kimseye haksızlık yapılmaz. 22 «Sizi karada ve denizde yürüten Allah'dır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgârla götürürken yolcular neşelenirler. Bir fırtına çıkıp onları her taraftan dalgaların sardığı, çepeçevre kuşatıldıklarını sandıklan anda ise Allah'ın dinine sarılarak; "Bizi bu tehlikeden kurtarırsan yemin olsun ki şükredenlerden oluruz" diye O'na yalvarırlar.» Allahu Teâlâ bütün nimetleri kulları için yaratmıştır. Bunlardan bir kısmını zikredip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, Allah karaları ve denizleri sizin istifadeniz için yaratmıştır. Sizi karada hayvanlarla, denizde gemilerle istediğiniz yere sevk eden O'dur. Siz, Allah'ın nimetlerinden istifade eder, istediğinizi yer-içer ve zinet eşyası olarak kullanır, denizler üzerinde gemilerle neşeli seyâhatlar yaparsınız. Fakat bu nimetlerin sahibini düşünüp şükretmezsiniz. Ne zaman ki bir felâkete, bir musibete, bir tehlikeye maruz kalırsınız işte o zaman hemen Allah'ın dinine sarılarak "Bizi bu tehlikeden kurtarırsan, yemin olsun ki, şükredenlerden oluruz" diye O'na yalvarırsınız. Tıpkı denizde neşeli bir şekilde seyahat yaparken ansızın dalgaya yakalanan yolcuların "Bizi bu tehlikeden kurtarırsan yemin olsun ki, şükredenlerden oluruz" diye O'na yalvardıkları gibi. İnsan oğlu, bir musibete, felâkete, sıkıntıya, yokluğa maruz kaldığı zaman kurtulması için Allah'a yalvarır. Bunlardan kurtulup bolluk ve rahata kavuştuğu zaman, Rabbini unutur, nimetlerini hatırlamaz, şükrünü terk eder, ibâdetten uzaklaşır. Bu bolluk ve rahatı kendisinin elde ettiğini zanneder. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Sizi karada ve denizde yürüten Allah'dır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgârla götürürken yolcular neşelenirler. Bir fırtına çıkıp onları her taraftan dalgaların sardığı, çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak: "Bizi bu tehlikeden kurtarırsan yemin olsun ki, şükredenlerden oluruz" diye O'na yalvarırlar.» 23 « Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar, dünya hayatı boyunca yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz bizedir. Yaptıklarınızı size bildiririz.» Allahü teâlâ, o dalgalar arasında helak olacaklarını zanneden insanları kurtarınca, hemen onlar yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlamışlar, Allah'ın nimetlerini ve kurtulmak için yalvardıklarmı unutmuşlar, eskisi gibi küfür ve şirke dalmışlardır. Ey insanlar, dünya hayatında yaptığınız taşkınlık, küfür ve şirkin hepsi kendi aleyhinizedir. Allah'ın mülkünde O'na asla zarar veremezsiniz. Bu dünyada ne yaparsanız, Allah katında karşılığını görürsünüz. Çünkü siz sonunda O'na döndürüleceksiniz ve O, size yaptıklarınızı haber verecektir. Herkes âmeline göre mükâfatını da, mücâzatını da görecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar, dünya hayatı boyunca yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz bizedir. Yaptıklarınızı size bildiririz.» 24 «Dünya hayatı gökten.-indirdiğimiz su gibidir. Onunla, insan ve hayvanların yiyerek beslendikleri nebatlar bol bol yetişir. Yer' yüzü renk renk, çeşit çeşit mahsûllerle süslenir ve yerin sahipleri bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada, geceleyin veya gündüzün emrimiz geliverir de, orayı hiçbir şey bitmemişe çeviririz. İşte biz böylece âyetlerimizi, düşünen insanlar için, apaçık beyan ederiz.» Allahü teâlâ dünya hayatını yağmur suyuna benzetiyor. Gökten inen yağmur suyu ile, insanların ve hayvanların besinleri bol bol yetişir, yeryüzü renk renk, çeşit çeşit mahsûllerle, meyvelerle süslenir ve sahipleri bütün bunlara malik olduklarını sanarak sevinirler. Mahsûllerinin çokluğu ile övünürler, tam o sırada geceleyin veya gündüzün Allah'ın azabı gelir, mahsûllerini yok eder ve orayi hiçbir şey bitmemişe çevirir. Görenler orda hiçbir şey bitmediğini sanırlar. İşte Allahü teâlâ âyetlerini, düşünen insanlar için böylece apaçık beyan eder. İnsanlar için de dünya hayatı böyledir. O mahsullerin bir anda yok olduğu gibi, insan da bir anda yok oluverir. Dünyada mağrur olup, gururlananlar bunlardan ibret alarak küfür ve şirkten vazgeçip, iman etsinler ve Allah'ın nimetlerine şükrederek kulluk görevini ifa etsinler. Şayet küfür ve şirkten vazgeçip, iman ederlerse kurtuluşa ererler. İmandan yüz çevirirlerse Allah'ın gazabına uğrayarak helak olurlar. Allah, şükreden kullarını korur, onlara vermiş olduğu nimetleri artırır. Nankörlük yapanları ise şiddetli azaba uğratır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir. Onunla, insan ve hayvanların yiyerek beslendikleri nebatlar bol bol yetişir. Yeryüzü renk renk, çeşit çeşit mahsûllerle süslenir ve yerin sahipleri bütün bunlara malik olduklarını sandıkları sırada, geceleyin veya gündüzün emrimiz geliverir de, orayı hiçbir şey bitmemişe çeviririz. İşte biz böylece âyetlerimizi, düşünen insanlar için, apaçık beyan ederiz.» Akl-ı selim sahipleri bundan ibret alarak dünyanın geçici ve aldatıcı zevkine kapılıp, ebedî olan âhiret hayatını unutmamalıdırlar. Çünkü dünya fâni, âhiret, ise ebedîdir. 25 «Allah, cennete çağırır ve dilediğini doğru yola eriştirir.» Allahü teâlâ bütün nimetlerini insanoğlu için yaratmış ve hepsini onun emrine vermiştir. Bütün varlıkları emrine verdiği insanoğlunu da ancak kendisine ibadet için yaratmıştır. Varlıklar arasında sadece cinlerle insanlar Allah'a ibadet için yaratılmıştır. İnsanın yaratılış gayesi asıl budur. Bundan dolayıdır ki, âhiret nimetlerini de insanlar için hazırlamıştır. Bütün kullarının dünya nimetlerinden istifade etmesine rağmen, âhiret nimetlerini sadece iman eden kullarına tahsis etmiştir. Bunun için Yüce Allah kullarına imanı emretmiş, din olarak da islâm'ı göndermiştir, Kullarını cennete çağırması ve dilediğini doğru yola eriştirmesi de bundan dolayıdır. Ancak iman edenler doğru yola erişip cennete girerler, İman etmeyenler ise asla cennete giremezler. Cennet, Allah'ın iman eden kullarına bir ikramı ve bir ihsanıdır. Bunun için Yüce Allah, peygamberleri vasıtasıyla insanları imana davet etmiş, iman edenlere cennet nimetlerini, iman etmeyenlere ise ebedî olan cehennem azabını vaad etmiştir. Allah, vaadinden asla dönmez. 26 «İyi davrananlara, daima daha iyisi ve üstünü verilir. Onların yüzleri ne kararır ve ne de zilletten kızarır. Onlar cennetin yaranıdırlar ki, orada ebedi kalacaklardır.» Bazıları, Allahü teâlâ'nın kullarına ihsanının iki türlü olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan biri özel ihsan, diğeri ise umumî ihsandır. Özel ihsan: Allahü teâlâ'nın kullarından dilediğini hidâyete erdirmesi ve günahlardan muhafaza etmesidir. Umumi ihsan: Allahü teâlâ'nın kullarına sıhhat, emniyet ve çeşitli nimetler vermesidir. Allah'ın, kullarını cennete davet etmesi umumî davettir, içlerinden dilediğini hidâyete erdirmesi ise hâsdır, yani özeldir. Yüce Allah «Selâm»dır, cennet O'nun evidir. O, kullarını kendi evine davet eder ki, o da cennettir. Bunun için cennete «Dârü's-Selâm» denmiştir. Oraya girenler her türlü sıkıntıdan, korkudan kurtulup selâmete ererler. İman edip, Allah'ın emirlerine itaat edenler, âhirette cennet nimetlerine nail olacaklar ve hatta cennette Allah'ın zatını da müşahede edeceklerdir. O'nun lezzetinden cennet nimetlerini unutacaklardır. Allah, iman eden kullarını böyle mükâfatlandırır. Abdullah ibn Ebı Leylî şöyle rivayet etmiştir: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okudu ve cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdikleri zaman, bir çağıncı "Ey cennet ehli, Allah'ın size vaadi var, vaadini yerine getirecektir" diye çağırır. Bu müjdeyi duyan cennet ehli "Allah, bizi cehennem azabından kurtarıp yüzümüzü ak etti, bize vaadettiği nimetlerin hepsini verdi" demişlerdir. O, çağına "Evet, dediklerinizi verdi. Fakat size cennette cemâlini göstermeyi vaadetti, işte daha cemâlini size göstermedi" der. O anda perde kalkar, cennet ehlinin hepsi Allah'ın cemâlini görürler. Fakat nasıl olduğunu tasvir edemezler. Peygamberimiz "Cennet ehli Allah'ın cemâlinden daha güzel hiçbir şey görmemişlerdir" buyurmuştur. Cennet ehli için hiçbir sıkıntı ve keder yoktur, onlar orada ebedî kalacaklardır ve istedikleri kendilerine takdim edilecektir.» Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «İyi davrananlara, daima daha iyisi ve üstünü verilir. Onların yüzleri ne karanr ve ne de zilletten kızarır. Onlar cennetin yaranıdırlar ki, orada ebedi kalacaklardır.» 27 «Kötülük işleyenlere, kötülükleri kadar ceza verilir, onların yüzlerini zillet bürür. Allah'a karşı onları savunacak kimse yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık geceden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte bunlar da ateşin yaranıdırlar ki, orada ebedi kalacaklardır.» Allahü teâlâ bundan önceki âyette iman edenlerin nail olacakları mükâfatları bildirmiştir. Bu âyette ise iman etmeyenlerin uğrayacakları azabı bildirmektedir. Allah'a şirk koşup kâfir olanlar, küfür ve şirklerinin cezasını göreceklerdir. Allah'a şirk koşmaktan ve âyetlerini inkâr etmekten daha büyük günah yoktur. Küfürden daha büyük günah olmadığı gibi, cezasından da daha büyük ceza yoktur. Cezalar günahların karşılığıdır, herkes günahına göre ceza görecektir. Kâfirleri Allah'a karşı savunacak kimse yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık geceden bir parçaya bürünmüş gibidir. Allah, onların yüzünü gece karanlığına benzetiyor. Yüzlerinin gece karanlığı gibi oluşu küfür ve inkârlarından dolayıdır. İşte onlar da cehennem ehlidirler, orada ebedî kalacaklardır. Bu, onların küfürlerinin cezasıdır. Küfredenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet etmiştir: -Cehennem bin yıl kızdırıldıktan sonra ağardı, tekrar bin yıl daha kızdırıldıktan sonra kızardı ve bin yıl daha kızdırıldıktan sonra karardı. Cehennem şimdi gece karanlığı gibidir, ehli de onun içinden hiç çıkmamak şartıyla cezalarını ebedî olarak çekeceklerdir.» Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: -Kötülük işleyenlere kötülükleri kadar ceza verilir, onların yüzlerini zillet bürür. Allah'a karşı onları savunacak kimse yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık geceden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte bunlar da ateşin yaranıdırlar ki, orda ebedî kalacaklardır.» 28 «Hepsini bir gün toplarız, sonra, puta tapanlara: "Siz ve putlarınız yerlerinize» deyip onları birbirlerinden ayırırız. Putları: "Bize tapmıyordunuz" derler.» 29 «Allah, sizinle bizim aramızda şahid olarak yeter. Sizin tapınmanızdan haberimiz yoktur.» Allahü teâlâ kıyamet günü kâfirleri putlanyla beraber bir yere toplar «Siz ve putlarınız olduğunuz yerde durun» der. Sonra putlanyla ve reisleriyle aralarındaki bütün bağları koparır, onları birbirine düşman yapar. Müşriklere «Siz dünyada neye tapardınız?» diye sorar. Onlar puta taptıklarını inkâr ederek, andiçerler ve hiçbir şeye tapmadıklarını söylerler. Sonra Yüce Allah ağızlarını mühürler, diğer azalarını konuşturur ve bütün uzuvları putlara taptıklarına tanıklık eder. Putları ise kendilerine taptıklarını yalanlarlar ve »Bize tapmadınız, eğer taptınızsa, bize tapın demedik ve bize taptığınızı da bilmiyoruz. Hem biz cansız varlıklarız, niçin bize taptınız?» diyeceklerdir. Müşrikler de «Bizim tapmamızı siz söylediniz, onun için size taptık» derler. Bu defa putlar «Bugün bizimle sizin aranızda şahid, Allahü teâlâ'dır. O, her şeyi bilir, sizin bize taptığınızdan haberimiz yoktur» derler. Müşrikler, Allah katında putlar bize şefaatçi olacak diye tapmışlardır. Halbuki onların âciz, güçsüz ve hiçbir şeyden habersiz olduğunu biliyorlardı. Böyle olmasına rağmen yine de Allah'ı bırakıp ilâh diye putlara tapınışlardır. 30 «İşte orada herkes dünyada yapmış olduğunu bilir ve gerçek Mevlâları olan Allah'a döndürülürler. Uydurdukları putlar ise kendilerini bırakarak kaçıp gider.» Ey insanlar, kıyamet günü herkes dünyada yaptıklarının karşılığını orada bulurlar. İman edip güzel amel yapanlar mükâfatını, kâfirler ise küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Allah katında hiç kimsenin ameli zayi olmaz. Herkes amelinin karşılığını bulur. Zira zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar ger yapan da cezasını görecektir. Çünkü hepiniz gerçek Mevlânız olan Allah'a döndürüleceksiniz. Kâfirlerin Allah'a eş koştukları putları ise kendilerini bırakıp kaçarlar. O gün onların kendilerine de hayrı yoktur, kendisine hayrı olmayan birinin başkasına nasıl hayrı olabilir? Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'ın ulûhiyetini kabul etmeli ve O'ndan başka ibadete lâyık hiçbir varlık olmadığını bilmelidirler. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «İşte orada herkes dünyada yapmış olduğunu büir ve gerçek Mevlâları olan Allah'a döndürülürler. Uydurdukları putlar ise kendilerini bırakarak kaçıp gider.' 31 «De ki: "Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlere hükmeden kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir?" Onlar: "Allah'dır" diyecekler. "O halde O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" de.» Her şeyi yoktan var eden, tekrar yok eden, rızıklandıran, besleyen, terbiye eden, muhafaza eden, ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran' Allah'dır. O, her şeye kadirdir ve her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şeyin kendisine muhtaç olduğunu insanlara bildirmek için sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Gökten yağmur indiren ve yeryüzünde size rızık olarak çeşit çeşit mahsûlleri, nebatatı, meyveleri, bitkileri bitiren kimdir? Sizi yoktan var edip, işitmek için kulak, görmek için göz veren kimdir? Yumurtadan yavru çıkaran, bir damla nutfeden canlı yaratan kimdir? Mü’minden kâfir, kâfirden de mü’min yapan kimdir? Bütün mevcudatı yoktan var edip, hepsini yerli yerine koyan ve işlerini idare eden kimdir? Bütün bunları yapan Allahü teâlâ değil midir? Allah'dan başka bunları yapmaya kim kadirdir? Kâfirlere bunları kimin yaptığı sorulsa elbette Allah yaptı diyeceklerdir. Onlar da putlarının böyle bir şey yapamayacağını biliyorlar, fakat yine de Allah'ı bırakıp putlara tapıyorlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «De ki: "Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlere hükmeden kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir?" Onlar: "Allah 'dır" diyecekler. O halde O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" de.» Âyet-i celilede ifade edildiği gibi, her şeyi yoktan var eden, rızıklandıran, besleyen, muhafaza eden, diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkaran ve her şeye kadir olan Allah'dır. 32 «İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Haktan sonra dalâletten başka ne vardır? O halde nasıl arkalarınızı çeviriyorsunuz?» 33 «Böylece, fâsık olanların iman etmeyeceklerine dair Kabilinin söylediği söz gerçekleşti.» Ey insanlar, gerçek olan Rabbiniz her şeye kadir olan Allah'dır. O'ndan başka ma'bud yoktur. Kâfirlerin ilâh diye taptıkları putlar bâtıldır. O'ndan başka ibadete lâyık hiçbir varlık yoktur. Ey kâfirler, o halde neden iman etmiyorsunuz? Halbuki O'ndan başka ibadete lâyık hiçbir varlık olmadığım da biliyorsunuz. Ey insanlar, iman etmeyenlerin üzerine Allah'ın azabı hak oldu. Allah iman etmeyenlerin cezasını mutlaka verecektir, iman edenler mükâfatını, etmeyenler ise küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «İşte gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Haktan sonra dalâletten başka ne vardır? O halde nasıl arkalarınızı çeviriyorsunuz? Böylece, fâsık olanların iman etmeyeceklerine dair Rabbinin söylediği söz gerçekleşti.» Kâfirler, kıyamet günü küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Onlar için elim bir ateş hazırlanmıştır. 34 «De ki: "Allah'a ortak koştuklarınız içinde, önce yaratan, sonra bu yaratmayı tekrar eden var mıdır?" De ki: "Allah önce yaratır, sonra bunu tekrar eder. Öyle ise nasıl döndürülüyorsunuz?"» Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Bütün mevcudatı yoktan var eden O'dur. Hiçbir şey O'na denk değildir. Sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Sizin tapmakta olduğunuz putlarınız bir şey var etmeye, var olanı yok etmeye veya öldükten sonra tekrar diriltmeye muktedir midir? Elbette muktedir değillerdir. Hiçbir şeye muktedir olmadıklarına göre, niçin Allah'ı bırakıp da onlara tapıyorsunuz? Halbuki herşeyi var eden ve yok eden Allahü teâlâ'dır".» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -De ki: "Allah'a ortak koştuklarınız içinde, önce yaratan, sonra bu yaratmayı tekrar eden var mıdır?" De ki: "Allah önce yaratır, sonra bunu tekrar eder. Öyleyse nasıl döndürülüyorsunuz?"» 35 «Onlara de ki: "Sizin o ortaklarınız içinde doğruya ileten var mıdır?" De ki: "Allah doğruya, gerçeğe eriştirir. Gerçeğe eriştiren mi, yoksa, götürülmeden gitmeyen mi uyulmaya daha lâyıktır? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?"» Allahü teâlâ birçok âyet-i celîlesinde iman etmeyenleri ikaz ediyor ve ilâh diye tapmakta oldukları putlarının hiçbir şeye muktedir olmadıklarını haber veriyor ve sevgili Peygamberine onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Sizin ilâh diye taptıklarınız, insanları hakka ve doğru yola davet etmeye güçleri yetiyor mu? Elbette insanları hakka ve doğru yola davet etmeye güçleri yetmez. Çünkü onlar cansız ve her şeyden habersiz ellerinizle yaptığınız varlıklardır. Öyleyse niçin onlara tapıyorsunuz? Ancak Allah, kullarını doğru yola hidâyet eder ve İslâm'a çağırır. İnsanları doğru yola hidâyet edip, hakka davet eden mi, yoksa hiçbir şeyden habersiz olan mı ibadete lâyıktır? Elbette insanları doğru yola hidâyet eden ibadete daha lâyıktır, ibadete ondan daha lâyık kimse yoktur. Çünkü her şeyi yaratan, rızıklandıran, koruyan, muhafaza eden, besleyen, işlerini idare eden ve ortağı olmayan O'dur. Ey kâfirler, putlarınız hiçbir şeye muktedir olmadıkları halde neden Allah'ı bırakıp da onlara tapıyorsunuz? Onlardan medet umuyorsunuz? Bu ne biçim hükümdür?"» Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «Onlara de ki: "Sizin o ortaklarınız içinde doğruya ileten var mıdır?" De ki: "Allah doğruya, gerçeğe eriştirir. Gerçeğe eriştiren mi, yoksa, götürülmeden gitmeyen mi uyulmaya daha lâyıktır? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?"» 36 «Onların çoğu ancak zanna tâbi olurlar. Şüphe yok ki zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah onların bütün işlediklerini hakkıyla bilir.» Kâfirlerin çoğu şeytanın vesvesesine aklanarak, ona tâbi olup putlara tapmışlar, Allahü teâlâ'ya imandan "uzaklaşmışlardır. Halbuki ilâh diye taptıkları putlar, onları Allah'ın azabından asla kurtaramaz. Allah onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilir, ona göre mükâfat ve mücâzatlarmı verir. Allah katında herkes amelinin karşılığını görecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onların çoğu ancak zanna tâbi olurlar. Şüphesiz ki zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah onların bütün işlediklerini hakkıyla bilir.» 37 «Bu Kur'an Allah'dan başkası tarafından uydurulmuş değildir. O, ancak kendinden evvelki kitabları tasdik eder ve (Levh-i Mahfûz'daki) Kitab'ı uzun uzun açıklar. Âlemlerin Rabbinden geldiğinde şüphe yoktur» Ey insanlar, bu Kur'an Allah tarafından gönderilmiştir. Bu Kur'an'ı O'ndan başkasına isnad etmek veya yalanlamak en büyük günahtır. O, kendinden önce geçen kitabları tasdik ettiği gibi, Allah'ın emir ve yasaklarım, helâl ve haramı, hakkı ve bâtılı, imanı ve küfrü açık açık bildirir. Onun Allah tarafından gönderildiğinde hiç şüphe yoktur. 38 «Yoksa kâfirler, "Bunu Muhammed kendiliğinden mi uydurdu?" diyorlar. De ki: "Eğer iddianızda samimi iseniz, onun sûrelerine benzer bir sûre meydana getirin. Allah'dan başka çağırabileceklerinizi de çağırın".» Kur'ân-î Kerim, Allah tarafından vahiy yolu ile Peygamber'e peyderpey gönderilmiştir. Hazret-i Peygamber, gelen âyetleri kâfirlere okuyunca, onu yalanlamışlar ve «Bunu Muhammed kendisi uydurdu, Allah tarafından gönderilmedi-» demişlerdi. Yüce Allah bu âyet-i celilede, inanmayanlar için sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yoksa kâfirler, "Bunu Muhammed kendiliğinden mi uydurdu?" diyorlar. Onlara de ki: "Ey kâfirler, eğer iddianızda samimi ve Kur'an’ın Allah kelâmı olduğunda şüpheniz varsa, siz de onun benzeri gibi bir sûre veya bir âyet getirin. Allah'dan başka bütün bilginlerinizi ve yardımınıza çağırabileceklerinizi de çağırın. Hepiniz bir araya toplansanız da; yine Kur'an’ın benzeri gibi bir sûre getiremezsiniz".» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli müşriklere bu âyeti okuyup, onları Kur'an’ın benzeri gibi bir sûre veya bir âyet getirmeye davet edince donakalmışlar, söyleyecek lâf bulamamışlardı. Bugüne kadar Kur'an’ın bir sûresinin ve bir âyetinin benzerini kimse getirememiş, kıyamete kadar da hiç kimse getiremeyecektir. Kur'an, inanmayanlara böyle meydan okuyor. Onun Allah kelâmı olduğunda şüphe yoktur, eğer Allah kelâmı olmasaydı bugüne kadar çoktan değiştirilmiş olurdu. İnanmayanlar, Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın Allah kelâmı olduğunda hâlâ -şüphe mi edeceklerdir?. 39 «Hayır, onlar ilmini kavrayamadıkları ve daha te'vili kendilerine gelmemiş olan bir şeyi tekzip ettiler. Onlardan evvelkiler de böyle yapmışlar, onlar da hakkı yalan saymışlardı. Bak, o zâlimlerin sonu nice olmuştur.» Kâfirler, Kur'an’ın Allah kelâmı olduğunu yalanlamışlardı. Onlar Kur'an’ın içinde ne olduğunu bilmezler anlayamazlar. Eğer anlamış olsalardı iman ederler, hiç yalanlamazlardı. Çünkü kendile- rinden öncekiler de peygamberlerini ve kitablarını yalanlamışlardır. Onlar Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlamakla kendilerine zulmetmişlerdir. Allah da, inkâr ve zulümleri yüzünden onları helak etmiştir. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar cezalarını mutlaka göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «Hayır, onlar ilmini kavrayamadıkları ve daha te'vili kendilerine gelmemiş olan bir şeyi tekzip ettiler. Onlardan evvelkiler de böyle yapmışlar, onlar da hakkı yalanlamışlardı. Bak, o zâlimlerin sonucu nice olmuştur.» İnkarcılar asla kurtuluşa eremezler, hem bu dünyada, hem de âhirette en şiddetli azaba uğrayacaklardır, iman edenler mükâfatlarını, iman etmeyenler de Allah katında cezalarını göreceklerdir. 40 «Onların içinde buna iman edenler de vardır, iman etmeyenler de. Rabbin, müfsidleri daha iyi bilir.» Kâfirlerin içinden Kur'an'a iman edip, İslâm'ı kabul edenler olduğu gibi, iman etmeyenler de vardır. Rabbin iman edenleri de, iman etmeyen müfsidleri de daha iyi bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)e peygamberlik geldiği zaman yeryüzü küfür bataklığında yüzüyordu. İnsanların kimi puta, kimi hayvanlara, kimi ateşe, kimi güneşe, kimi yıldızlara, kimi ağaçlara, kimi taşlara tapıyorlardı. Allah inancının yerini çok tanrıcılık almıştı. İnsanlar inanç bakımından ne kadar sapıtmışlarsa, ahlâk bakımından da o kadar büyük bir felâkete sürüklenmişlerdi. İnsanların böyle bir keşmekeş içinde olduğu bir dönemde Yüce Allah âlemlere rahmet olan sevgili Peygamberini göndermiş, onları tevhid inancına davet etmiştir. Bu davete uyanlar hidâyete erip kurtulmuşlar, uymayanlar ise dünyevi ve uhrevi yönden helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onların içinde buna iman edenler de vardır, iman etmeyenler de. Rabbin, müfsidleri daha iyi bilir.» 41 «Seni yalanlarlarsa: "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir. Siz benim yaptığımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptığınızdan sorumlu değilim" de.» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olarak gönderilince Mekke-Hler peygamber olduğunu yalanlamışlardı. Allah'ın Resulü, onların kendisini yalanlamasına çok üzülür. Yüce Allah, sevgili Peygamberini teselli etmek için bu âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, kâfirler eğer seni yalanlarlarsa onlara de ki: "Benim dinim bana, sizin dininiz sizedir. Siz benim, yaptıklarımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptıklarınızdan sorumlu değilim".» Bu âyet-i celîle kıtal âyetiyle neshedilmiştir. 42 «Onlardan sana kulak verenler vardır. Fakat sen sağırlara işittirebilir misin? Hele akılları da olmazsa,» 43 «İçlerinden sana bakanlar da vardır. Sen körlere, basiretleri de bağlı ise, yol gösterebilir misin?» Bu âyet-i celile Yahudiler hakkında nazil olmuştur: Onlar Mekke'ye geldikleri zaman Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'an okurken dinlerler, hoşlarına gider ve gönülleri İslâm'a meylederdi. Fakat geri döndükleri zaman İslâm'a girmekten vazgeçerlerdi. Kureyşliler de Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mescid-i Haram'a girip ibrahim (aleyhisselâm)'in makamında namaz kıldığını görünce hoşlarına giderdi. Hatta Velid ibn Mugire «Ey Kureyşliler, Muhammed'in okuduğu sizin gönlünüzü yumuşatıyor» derdi. Fakat Peygamber'in ve İslâm'ın en büyük düşmanı olan Ebû Cehil -Gelin Muhammed'in okuduğunu dinlemeyin» diyerek, onları Kur'an dinlemekten alıkoyardı. O da, biliyordu ki, Kur'an, ölü kalbleri diriltiyor, görmeyen gözleri gördürüyor, işitmeyen kulakları açıyor, aklı olanları düşünmeye sevkediyor, puta tapanları puta tapmaktan men ediyor, küfür bataklığında boğulanları iman nuru ile aydınlatıyordu. İşte Ebû Cehil bunun için yandaşlarını Kur'an dinlemekten men ediyordu. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyetleri inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Yâ Muhammed, Yahudilerden ve Kureyşlilerden seni görenler ve dinleyenler vardır. Onlar hakkı gördükleri ve işittikleri halde yine de iman etmezler. Sen sağırlara hakkı işittiremez ve körlere de gördüremezsin. Çünkü onlar sağırdırlar hakkı işitemezler, kördürler hakkı göremezler. Eğer onlar hakkı görmüş ve işitmiş olsalardı, elbette iman ederlerdi.» Allahü teâlâ herkese iman nasip etmez. İman nasip mes'elesidir, Allah onu isteyene nasip eder. İman da, küfür de tamamen kulların iradesine bırakılmıştır. İman edenler ebedî mükâfata nail olacakları gibi, etmeyenler de ebedî azaba uğrayacaklardır. Bunun için Yüce Allah, iman edenlere mükâfat, etmeyenlere de mücâzat vereceğini bildirmiştir. Dileyen iman eder ilâhî mükâfata nail olur, dileyen küfreder ebedî azaba hak kazanır. Allah, peygamberleri ve kitabları vasıtasıyla, imanı da, küfrü de açık açık bildirmiştir. Allah kullarına asla zulmetmez. 44 «Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.» Allahü teâlâ bu âyet-i celilede, hiçbir surette kullarına zulmetmediğini beyan ediyor. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler. Yüce Allah iman eden kullarına mükâfat, iman etmeyen kullarına da ebedî mücâzat vereceğini bildirmiştir. Îman edenler Allah'ın nimetlerine nail olacaklar, etmeyenler de azabına uğrayacaklardır, iman etmeyenler kendilerine zulmettikleri için böylece, inkâr ve zulümlerinin cezasını göreceklerdir. İman edenler de Allah'ın emirlerine itaat ettikleri için imanlarının mükâfatını göreceklerdir. İman edenler de, iman etmeyenler de yaptıldannıa karşılığını göreceklerdir. Hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır. Çünkü Allah kullarını zulmetmek için yaratmadı, O asla kullarına zulmetmez. Zaten zulmetmek O'nun şanına yaraşmaz. Onları ancak kendine kulluk etmeleri için yarattı. Bunun için de bazı şeyleri yapmalarını emretti, bazı şeyleri yapmalarını yasakladı. Yüce Allah emrine itaat edenleri mükafatlandıracağını, etmeyenleri de cezalandıracağını haber verip şöyle buyurmuştur: -Şüphesiz ki, Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler» 45 «O gün, Allah onlan sanki dünyada gündüzün sadece bir saat kalmışlar gibi toplayınca birbirlerini tanırlar. Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar hem ziyana uğramışlar, hem doğru yolu bulamamışlardır.» Allahü teâlâ kıyamet günü insanları kabirlerinden kaldırdığı zaman, onlar kabirlerinde sadece bir saat kaldıklarını sanırlar ve mü’minler birbirlerini tanırlar. Fakat mahşer yerine geldikleri zaman herkes kendi derdine düşer, kimse kimseyi tanımaz, tâ ki hesap bitinceye kadar. Hesap bitip cennetlikler ve cehennemlikler birbirinden ayrıldıktan sonra cennetlikler birbirlerini tanıyacaklardır. Cehennemlikler ise birbirlerini asla tanımayacaklardır. Kıyamet günü tekrar dirileceklerini ve Allah'a kavuşacaklarını inkâr edenler en büyük ziyana uğramışlardır. Çünkü o gün, kâfirleri Allah'ın azabından kurtaracak hiç kimse yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor; «O gün, Allah onları sanki dünyada gündüzün sadece bir saat kalmışlar gibi toplayınca birbirlerini tanırlar. Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar hem ziyana uğramışlar, hem doğru yolu bulamamışlardır.» 46 «Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmım sana göstersek de, yahut seni alsak da nihayet onların dönüşü ancak bizedir. Allah onların yaptıklarına şâhiddir.» Allahü teâlâ iman etmeyenlerin cezasını dünyada da, âhirette de en ağır şekilde verecektir. Yüce Allah bu hususta sevgili Peygamberine göyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere vaad ettiğimiz azabın bir kısmını dünyada sana göstersek de, yahut göstermeden seni alsak da nihayet onların dönüşü ancak bizedir. Allah onların yaptıklarına şahiddir.» Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sonunda Allah'a döndürüleceklerdir. 47 «Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onlara Resulleri gelince aralarında adaletle hükmedilir ve asla haksızlığa uğratılmazlar.» Allahü teâlâ her millete bir peygamber göndermiş, emir ve yasaklarını peygamberleri vasıtasıyla kendilerine bildirmiştir. Yeryüzünde peygamber gönderilmeyen hiçbir toplum yoktur. Peygamberleri onlara Allah'ın emirlerini tebliğ ettiği gibi, kıyamet günü iman edip etmediklerine de şâhidlik yaparlar. Böylece hiçbir millet haksızlığa uğramazlar ve aralarında da adaletle hükmedilir. Kıyamet günü hiçbir toplum «Biz Allah'ın emirlerini ve yasaklarını duymadık» diye asla özür beyan edemezler. Çünkü Allah her topluma peygamber göndermiş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onlara Resulleri gelince aralarında adaletle hükmedilir ve asla haksızlığa uğramazlar.» 48 «"Bu iddiada samimi iseniz, bu azabın tahakkuku ne zamandır, söyle?" derler.» 49 «De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır. Ecelleri geldiği zaman artık bir saat geri de kalmazlar, öne de geçemezler".» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine vahyolunan azab âyetlerini kâfirlere okuduğu zaman, onlar bu âyetleri inkâr ederek «Yâ Muhammed, senin bize haber verdiğin bu azab ne zaman gelecektir, eğer bu sözün doğru ise bize ne zaman geleceğini de haber ver» demişlerdi. Halbuki Allahü teâlâ azabın ne zaman vuku bulacağını ve kıyametin ne zaman kopacağını hiç kimseye bildirmemiştir. Bu hususta sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Sizin üzerinize azab getirmek veya gelecek olan azabı sizden uzaklaştırmak benim elimde değildir. Ben kendime gelecek olan bir azabı ve bir zararı bile Allah dilemedikçe gideremem. Her şey Allah'ın dilemesiyle olur, Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Kendisini Allah'ın azabından koruyamayan birisi, sizin üzerinize nasıl azab getirsin? Fakat her milletin bir vakti vardır, o vakit geldiği zaman azabları ne bir saat öne geçer ve ne de bir saat geri kalır. Sizin de bir vaktiniz vardır, o vakit geldiği zaman azabınız ne bir saat ileri gider ve ne de bir saat geri kalır. O vaktin ne zaman geleceğini ben bilemem, ancak Allah bilir. Allah'ın vaadi mutlaka vuku bulacaktır. O, vaadinden asla dönmez".» 50 «De ki: "Allah'ın azabı size gece veya gündüz gelirse, ne yaparsınız? Söyleyin, suçlular neye acele ediyorlar?"» 51 «Vukua geldikten sonra mı iman edeceksiniz? İnanmayanlar azabı görünce; "Şimdi miydi?" derler. "Elbette, siz onu acele istiyordunuz" denir.» Ey kâfirler, size vaad olunan azab Lût kavmine geldiği gibi gündüzün veya Şuayb kavmine geldiği gibi geceleyin geliverirse ne yaparsınız? O zaman sizi Allah'ın azabından kim kurtaracaktır? içinizdeki suçlular neden acele ediyorlar? Azabın bir an önce üzerlerine gelmesini mi istiyorlar? Yoksa siz, o azab başınıza geldikten soma mı iman edeceksiniz? Hayır, o zamanki imanınız size asla fayda vermez. Allah'ın azabının başlarına geleceğine inanmayanlar onu görünce şaşıracaklar ve «Bu azab hemen şimdi mi üzerimize gelecekti?» diyeceklerdir. O zaman kendilerine «İşte sizin gelmesi için acele ettiğiniz azab vaki oldu» denir. Bu cümle istifham cümlesidir. Maksad iman etmeyenleri tehdittir. Dolayısıyla kastedilen mânâ şudur: -Ey kâfirler, size vaad olunan azab gelmeden önce şirk ve küfürden vazgeçip tevbe edin. Azab gelip size çattıktan sonra şirkten dönmeniz de, tevbe etmeniz de asla fayda vermez. Çünkü yeis halinde yapılan tevbe ve iman makbul değildir. Yani azab görüldükten sonra iman etmek asla makbul değildir. Bu iman azab korkusundan dolayı yapılan bir imandır. Bundan dolayı Allah katında hiçbir değeri yoktur. 52 «Sonra zalimlere: "Sonsuz azabı tadın, ancak yaptıklarınıza kar şılık ceza görüyorsunuz" denir.» Kıyamet günü kâfirlere cehennem bekçileri «Sonsuz azabınızı tadın. Bu, sizin küfür ve inkârınızın kargılığıdır. Siz Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanladınız. İşte bu sizin küfür ve inkârınızın karşılığıdır, Yüce Allah bunu iman etmeyenler için hazırladı' diyeceklerdir. Allah katında iman edenler mükâfatlarını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir. Cebriyecilerin dediği gibi, bu âyetten kulun, fiilinin halikı olduğu anlaşılmamalıdır. Kul hiçbir şey yaratamaz, kul ancak çalışır, Allah da yaratır. Yaratmak ancak Allah'a mahsustur. Kul kendi iradesiyle çalışır, Allahü teâlâ da onun çalıştığını halk eder. Fakat Allah'ın şerre rızası yoktur, ama kul şer işlerse onu da halk eder. 53 «Onlar sanat "Azab gerçek inidir?" diye sorarlar. De ki: "Evet, Rabbim hakkı için gerçektir. Siz Allah'ı âciz bırakamazsınız?» İmam-ı Mukatil (radıyallahü anh) şöyle demiştir; «Yahudilerden Hay ibn Ahtab Mekke'ye gelir, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e -Yâ Muhammed, senin haber verdiğin azab gerçekten vuku bulacak ve kıyamet günü ölüler tekrar dirilecekler mi?» diye sorar. Bunun üzerine Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine yukardaki âyeti inzal eder ve şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, onlar sana "Azab gerçek midir?" diye sorarlar. De ki: "Evet, Rabbimin hakkı için gerçektir. Siz iman etmezseniz Allah'ın azabını kendinizden uzaklaştıramazsınız. Îman etmeyenler mutlaka Allah'ın azabına uğrayacaklardır. Ancak iman edenler Allah'ın azabından kurtulup saadete kavuşacaklardır. Eğer iman eder son siz de, Allah'ın azabından kurtulur, saadete kavuşursunuz, iman etmezseniz ebedî azaba uğrarsınız".» 54 «Nefsine zulmeden bir kimsenin, dünya dolusu malı olsaydı, onu feda ederek azabtan kurtulmak isterdi. Azabı gördükleri zaman pişmanlık gösterirler. Onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmolunmuştur.» Kâfirlerin, dünya dolusu malları olsa, kıyamet günü Allah'ın azabından kurtulmak için hepsini verseler azabları zerre kadar hafiflemez. Allah'a şirk koştuklarına o günkü pişmanlıkları da fayda vermez. Hiçbir kuvvet de Allah'ın azabından onları kurtaramaz. Kıyamet günü kâfirler azabı görünce kendilerini Allah'ın dininden alıkoyan elebaşılarına «Bizi Allah'ın dininden siz alıkoydunuz, sizin yüzünüzden bu azaba düştük, şimdi bizi bu azabtan kurtarın» diyerek elebaşılarının yakalarına sarılacaklardır. O zaman elebaşıları yaptıklarına pişman olacaklar, fakat pişmanlıkları asla fayda vermeyecektir. Allah, kıyamet günü kâfirler arasında adaletle hükmeder ve günahlarına göre kendilerine ceza verir. Allah katında şirk ve küfürden daha büyük günah olmadığı gibi, şirk ve küfre verilecek cezadan da daha büyük ceza yoktur. Herkese günahının karşılığı kadar azab verilir. Hiç kimseye günahından fazla veya noksan ceza verilmez. Fakat Yüce Allah mü’min kullarına mükâfat olarak yapmış oldukları bir iyiliğe karşılık en az on sevap vermek suretiyle yediyüz misline kadar derecesini artırır. Günahlarını bağışlar, cennet nimetleriyle onları mükâfatlandırır. 55 «İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İyi bilin ki, Allah'ın vaadi şeksiz gerçektir. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.» 56 «Dirilten ve öldüren O'dur. O'na döneceksiniz.» Ey insanlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ın birliğine delâlet eder. Ey insanlar, bütün bunlar Allah'ın varlığına delâlet ederken, siz neden hâlâ O'na iman etmiyorsunuz? Hiçbiriniz Allah'a iman etmeseniz de zerre kadar O'na zarar veremezsiniz. Allah'ın vaadi şüphesiz ki gerçektir. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. Ey insanlar, her şeyi var eden, dirilten ve öldüren O'dur. Sonunda mutlaka O'na döndürüleceksiniz. Dünyada yapmış olduğunuz hayır ve şerrin karşılığını O'nun katında bulacaksınız. Hayır yapanlar mükâfatını, şer yapanlar da mücâzatım göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «iyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır, iyi bilin ki, Allah'ın vaadi seksiz bir gerçektir. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. Dirilten ve öldüren O'dur, O'na döneceksiniz,» 57 «Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa, mü’minler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.» Yüce Allah bu âyet-i celîlede bütün insanlığa hitap ediyor. Kur'an'ın insanlar için bir hidâyet ve rahmet kaynağı olduğunu bildiriyor. Ey insanlar, bu Kur'an sizi şirk ve küfürden nehyedip, hidâyete ve rahmete davet eden, hasta kalblere şifa, veren ve Rabbiniz tarafından gönderilen bir öğüttür. Bu, mü’minlere şifa ve hidâyettir. Ona iman edenler kurtulmuşlar, etmeyenler ise sapıklığa düşüp helak olmuşlardır, Kur'an, insanları dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturmak için Allah tarafından gönderilen bir hidâyet ve rahmettir. O, insanları bütün faziletleri kazanmaya teşvik eder. Küfür ve şirkten kurtararak iman nuru ile aydınlatır, ölü kalbleri diriltir, hasta kalblere şifa verir. Haramı helâli bildirir, hakkı bâtıldan ayırt eder, «Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa, mü’minler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.» 58 «De ki: "Bunlar Allah'ın inayeti ile, rahmeti iledir. Sadece bunlarla sevinsinler. Bu, onların bütün toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır".» Ey mü’minler, Allahü teâlâ size inayetiyle İslâm'ı, rahmeti ile de Kur'an'ı ihsan etmiştir. Dünyada bunlardan daha hayırlı başka bir nimet yoktur. Siz, iman ile şereflenip, Kur'an nuru ile nûrlandığmız için sevinin. Çünkü iman ve Kur'an dünyada biriktirmiş olduğunuz her şeyden daha hayırlı ve üstündür. Ancak onlarla ebedî saadete erer, iki cihan mutluluğuna kavuşursunuz. Bundan mahrum olanlar ebedi olarak Allah'ın azabına uğrayacaklardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «De ki: "Bunlar Allah'ın inayeti ile, rahmeti iledir. Sadece bunlarla sevinsinler. Bu, onların bütün toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır".» Dünya nimetleri âhiret nimetlerinin yanında yok mesabesindedir. Îman olmadıkça dünya nimetleri Allah'ın azabından sahibini asla kurtaramaz. 59 «De ki: "Allah'ın size gönderdiği, sizin bazılarını haram, bazılarını helâl kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz? Allah mı size izin verdi de (Öyle yaptınız), yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?"» Yahudiler, Allah'ın Tevrat'ta helâl kıldığı şeylerin bir kısmını kadınlara haram, haram kıldığı şeylerin de bir kısmını helâl kılmışlardı. Yüce Allah bu hususta sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Allah'ın size gönderdiği, sizin bazılarını helâl, bazılarını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz? Sığırın, devenin ve koyunun bir kısmını kadınlarınıza haram kıldınız, haram olan şeyleri de helâl kıldınız. Bunları Allah mı size emretti de böyle yaptınız? Yoksa kendiniz uydurup da Allah'a iftira mı ediyorsunuz? Halbuki Allahü teâlâ helal ve haram olan şeyleri Tevrat'ta size açıkça beyan etmiştir",» Yahudiler Tevrat'ın, Hıristiyanlar da İncil'in birçok âyetlerini değiştirerek helâli haram, haramı da helâl kılmışlar, kendilerine göre Allah'ın âyetlerini ve hükümlerini değiştirmişlerdi. Yahudi ve Hıristiyanlarda olduğu gibi, günümüzde de haramların bazısını helal sayanlar vardır. Allah'ın haram kıldığı şeyleri helâl, helâl kıldığı şeyleri haram kılmak küfürdür. 60 «Allah'a karşı yalan uyduranlar, kıyamet günü ne olacağını sanıyorlar? Doğrusu Allah, insanlar hakkında lütuf ve inayet sahibidir. Fakat onların, çoğu şükretmezler.» Allah'a karşı yalan uyduranlar, kıyamet günü azab kendilerine geldiği zaman, bundan kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar asla azabtan kurtulamazlar. Onlar inkâr ve küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir. Hiç şüphesiz Allah, kulları hakkında lütuf ve inayet sahibidir. Lütuf ve inayet sahibi olduğu için kâfirlerin azabını hemen vermez, belki şirk ve küfürlerinden dönüp tevbe ederler diye geciktirir. Buna rağmen onların çoğu bu nimetin şükrünü eda etmezler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'a karşı yalan uyduranlar, kıyamet günü ne olacağını sanıyorlar? Doğrusu Allah, insanlar hakkında lütuf ve inayet sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.» 61 «Ne iş yaparsan yap ve O'na dair Kur'an'dan ne okursan oku, sizler ne yaparsanız yapın, bir işe daldığınız vakit biz başınız ucunda şahidiz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü de, daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitab'tadır.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede hiçbir şeyin kendisinden gizli olmadığını bildiriyor ve sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, dünyada ne iş yaparsan yap ve Allah'ın kelâmı olan Kur'an'dan ne okursan oku, sana iman edenler ve iman etmeyenler de ne yaparlarsa yapsınlar, biz onların başları ucunda şahidiz. Göklerde ve yerde hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Yaptığınız her şey apaçık bir Kitab'ta muhafaza edilecektir. Hiçbir şey Allah'ın ilminden gizli kalmayacak ve kayıp olmayacaktır. Allah, kullarının yapmış olduğu her şeyi apaçık bir Kitab'ta yazıp muhafaza eder.» Yüce Allah bunu şöyle buyuruyor: «Ne iş yaparsan yap ve O'na dair Kur'an'dan ne okursan oku, sizler ne yaparsanız yapın, bir işe daldığınız vakit biz başınız ucunda şahidiz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü de, daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitab'tadır.» 62 «İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.» 63 «Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır.» Allahü teâlâ kulları içinden bazılarını kendine dost seçmiştir. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır. Ey mü’minler, iyi bilin ki, Allah'ın dostlarına hiçbir zaman korku ve hüzün yoktur. Onlar kıyamet günü mahzun da olacak değillerdir. Allah'ın dostları kimlerdir? Allah'ın dostluğunu kazananlar şunlardır: Allah'ın dostları Kur'an ve ilim ehli olup, Kur'an'in hükmü ile amel ederek, onu kendilerine önder edinirler. Kur'an’ın emir ve buyruklarından ayrılmazlar, gizli ve aşikâr günahlardan sakınırlar. Gece-gündüz Allah'ı zikrederler ve her hallerinden Allah'ın haberdar olduğunu bilirler. İbâdetlerini huşu ile yaparlar, her hallerinden memnun olurlar. Haram ve şüpheli şeylerden kaçınırlar, nefsi isteklere uymazlar, herkese iyilik yaparlar, her yerde ve her işlerinde Allah'ın rızasını gözetirler. Yaptıklarını sadece Allah rızası için yaparlar. Allah'ın verdiğine kanaat ederler, dünyaya karşı hırsları yoktur, nimetlere şükrederler, asla nankörlük yapmazlar. - Bazı âlimler ve Kur'an'la meşgul kimseler de vardır ki, onlar Kur'an'ı ve ilmi menfaat karşılığı satarlar. Sultanlara ve idarecilere hoş görünmek için onların arzularına göre fetvalar verirler. Nefislerinin arzusuna uyarlar, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazlar, dünyaya karşı çok haristirler, şan ve şöhreti severler. Kur'an’ın ahkâmını gözetmezler, menfaatleri doğrultusunda fetvalar verirler. Allah'ın rızasını hiç düşünmezler, ibadetlerini ihlâsla yapmazlar, işte onlar Allah'ın düşmanıdırlar, kendileri sapıklığa düştükleri gibi, tâbi olanları da sapıklığa düşürürler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den Allah dostunun kim olduğunu sorarlar, o da şöyle cevap verir: «Allah dostları gece-gündüz Allah'ı zikreden ve yüzlerinde Allah korkusunun zahir olduğu insanlardır. Onlar Allah'ın ismi anıldığı zaman korkudan kalbleri titrer, imanları artar.» Vehb ibn Münebbih'in rivayetine göre, Havariler İsa (aleyhisselâm)'ya evliyâullahm (Allah dostlarının) kimler olduğunu sorarlar. İsa (aleyhisselâm) onlara şöyle cevap verir; «Allah dostları dünyanın batınına, halk ise zahirine bakar. Onlar dünya lezzetlerine aldırış etmezler, âhiret nimetlerine nazar ederler, halk ise dünya lezzetlerine bakar ve onların peşinden koşarlar. Onlar dünyada ölü gibidirler ve dünyanın her şeyini terk ederler, ölümü ise kendileri için hayat kabul ederler. Onlar Allah'ı zikri çok severler, bir an olsun Allah'ı zikirden hâli kalmazlar. Çünkü ruhlarının gıdası Allah'ı zikirdir. Onlar için kıyamet günü azab korkusu yoktur. Zira onlar umduklarına nail, korktuklarından emin olmuşlardır.» Yukarda bahsedilen özellikler kendilerinde mevcud olan insanlar, ancak Allah'ın dostlarıdırlar. Bu özellikler kendilerinde mevcud olmayanlar Allah'ın dostları olamadıkları gibi, onlar Allah'ı sevdiklerinden de bahsedemezler. Çünkü Allah'a muhabbet, O'nun emirlerine itaat, yasaklarından sakınmak, Allah korkusunu kalbden hiç çıkarmamak ve Allah'ın zikrini dilden bırakmamakla olur. Yoksa kuru kuru Allah sevgisi olmaz. O, yalancıktan bir sevgi olur ki, dilden kalbe inmez. Sadece dil söyler, kalb dilin söylediğini tasdik etmez. Halbuki kalblerinde Allah korkusu olan insanların yanında Allah anıldığı zaman, Allah korkusundan kalbleri titrer, âyetleri okunduğu zaman imanları artar. Eğer Allah korkusundan kalbleri titremiyor, âyetleri karşısında imanları artmıyorsa o insanlarda gerçek mânâda Allah sevgisi yoktur. 64 «Onlar için dünya hayatında da, âhirette de müjde vardır. Allah'ın sözleri değişmez. Bu, büyük saadetin tâ kendisidir.» Allahü teâlâ bundan önceki âyette dostlarının sıfatlarını beyan ederek -Allah'ın dostları imanları üzere sabit olup, daima korku içinde olanlardır» buyurmuştur. Allah korkusu insanın her haline şamil olmalıdır. Öyle ki, ibadette, mâsiyetten sakınmada, büyük ve küçük günahları işlememede, Allah'ın emirlerine itaatta, ahlâksızlıktan sakınmada esas alınmalıdır. Allah korkusu yalnız şirk ve küfürden sakınmakla olmaz, haramlardan, mekruhlardan, şüpheli şeylerden de sakınıp, farzları, vâcibleri, sünnetleri ifa ederek, bütün hâl ve hareketlerinde, yemesinde-içmesinde, alış verişinde, aile yaşantısında, komşuluk münâsebetlerinde Allah korkusu olmalıdır. Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçınmayanların Allah'dan korktuklarını söylemeleri boştur. Aklı olanlara bu kadar tembih yeter. Yukarda sayılan vasıflar kendilerinde bulunanlar Allah korkusu üzerlerinde tezahür eden kimselerdir ve onlar gerçek mânâda Allah dostudurlar. Onlar için hem dünyada, hem de âhirette müjde vardır. Onlar dünyada da, âhirette de Allah'ın ebedi nimetlerine nail olacaklar. Âbid ibn Sâbit'ten şöyle rivayet edilmiştir: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)-den dünya müjdesinin ne olduğu sorulur, o da yukarda zikredilenleri haber verir. Yani bu vasıfları taşıyanların daha dünyada iken müjdelendiğini bildirir.» Bazıları da dünya müjdesi için şöyle demişlerdir: «ölüm anında melekler o zata gelip "Ey insan, önündeki azabtan korkma, sen ondan kurtuldun. Geride bıraktıkların için de üzülme, Allah onlara kâfidir".» derler. Ahiret müjdesini de şöyle ifade etmişlerdir: «Âhirette müjdelenen zatlar kabirlerinden kalktıkları zaman melekler onlara "Ey insanlar, Allah sizin için cenneti hazırladı, size müjdeler olsun. Allah'ın kelâmı haktır, Allah vaadinden asla dönmez. Allah'ın dostları için bu, büyük saadetin tâ kendisidir.".- Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor-. «Onlar için dünya hayatında da, âhirette de müjde vardır. Allah'ın sözleri değişmez. Bu, büyük saadetin tâ kendisidir.» 65 «Onların söyledikleri sözler seni üzmesin. Bütün kudret ve galebe yalnız Allah'ındır. O, hakkıyla işitici, kemâliyle görücüdür.» Müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olduğunu yalanlayınca çok üzülmüştü. Allahü teâlâ da Peygamberinin üzüntüsünü giderip, teselli etmek için bu âyet-i celîleyi inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Yâ Muhammed, kâfirlerin seni yalanlamasına üzülme. Onlar seni yalanlasa da, yalanlamasa da bütün izzet ve galibiyet yalnız Allah'ındır. Bunu isteyenler ancak Allah'ın izniyle isterler. Allah hakkıyla görücü, kemâliyle bilicidir.» Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz, kullarının amellerine göre mükâfat ve mücâzatlarını verir. 66 «iyi bilin ki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi, Allah'ındır. Allah'dan başkasına tapanlar hakikatte Allah'a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Onlar ancak bir takım zanlara kapılıp uyuyor ve ancak yatan söylüyorlar.» Ey insanlar, iyi bilin ki, göklerde ve yerde kim varsa, hepsi, Allahü teâlâ'nın kullarıdır. Hepsinin Halikı, idare edeni, rıziklandıranı, besleyeni Allah'dır. Onların hepsi Allah'a muhtaçtırlar. Kâfirler Allah'ı bırakıp da taptıkları putlarına hakikatta tapmıyorlar, bir takım zanlara kapılarak Allah katında bize şefaatçi olacaklar diye tapıyorlar. Yoksa gerçekten bizi yaratan, rızıklandıran, besleyen, terbiye eden, muhafaza eden bunlardır diye tapmıyorlar. Onlar da her şeyi Allah'ın yarattığını biliyorlar, fakat yine de O'na ortak koşuyorlar. Halbuki putları kendilerine zarardan başka bir şey sağlamıyor. Onlar «kıyamet günü putlarımız bize şefaat edecek' diye yalan söylüyorlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «iyi bilin ki, göklerde ve yerde kim varsa, hepsi, Allah'ındır. Allah'dan başkasına tapanlar dahi hakikatte Allah'a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Onlar ancak bir takım zanlara kapılıp uyuyor ve ancak yalan söylüyorlar.» 67 «Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık, gündüzü çalıdasınız dîye aydınlık olarak yaratan Allah'dır. Şüphesiz ki kulak veren insanlar için bunlarda ibretler vardır.» Ey insanlar, Allahü teâlâ size geceyi istirahat edip dinlenesiniz diye karanlık, gündüzü de çalışıp geçimizin! te’ınin edesiniz diye aydınlık olarak yaratmıştır. Şüphesiz ki gece ile gündüzün birbirini takip etmesinde düşünebilen insanlar için ibretler vardır. Gecenin istirahatınız için karanlık, gündüzün de çalışıp geçiminizi te’min için aydınlık olarak yaratılması Allah'ın lütfudur. Bunlardan ibret alarak Allah'ın emirlerine itaat, nimetlerine şükür gerekir. Çünkü Allahü teâlâ bütün nimetlerini insanlar için yaratmıştır. Göklerde ve yerde olan her şeyi de onların emrine musahhar kılmıştır. Bütün bu nimetleri kendisine ihsan eden Rabbine karşı, kulun elbette şükretmesi gerekir. Bu nimetlere nankörlük edenler cezalarını, şükredenler de mükâfatlarını göreceklerdir. 68 «Allah bir oğul edindi" dediler. Hâşâ, Allah bundan münezzehdir. O, müstağnidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Elinizde, oğul edindiğine dair delil yoktur. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?» Yahudiler Üzeyir (aleyhisselâm)'in, Hıristiyanlar İsa (aleyhisselâm)'nın Allah'ın oğlu olduğunu, Mekkeli müşrikler de meleklerin O'nun kızları olduğunu söylemişlerdi. Halbuki onların elinde Allahü teâlâ'nın oğul edindiğine dair bir delil yoktur. Hem oğul-kız neslin devamı için gereklidir. Yüce Allah için böyle bir şey sözkonusu- değildir. Çünkü her şeyi yaratan, yoktan var eden O'dur. Yaratan hiçbir zaman yaratılana muhtaç değildir. Oğul da, kız da fâni olan şeylerdir, halbuki Allahü teâlâ bakidir. Baki olanın fâni olana asla ihtiyacı yoktur. Bundan dolayı Yüce Allah oğuldan da, kızdan da münezzehdir. Oğul da, kız da ancak neslinin devamını isteyen insanlar için lâzımdır. Yaratanın ise neslinin devamı diye bir şey sözkonusu değildir. Çünkü O, yaratmış olduğu her şeyden münezzehdir. Ey kâfirler, Allahü teâlâ'nın oğul-kız edindiğine dair elinizde bir delil yoktur. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl uydurup söylüyorsunuz?. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kâfirler, "Allah bir oğul edindi" dediler. Hâşâ, Allah bundan münezzehdir. O, müstağnidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur, Elinizde, oğul edindiğine dair delil yoktur. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?» 69 «De ki: "Allah'a karşı yalan uyduranlar hiç şüphesiz felah bulmayacaklardır".» 70 «Onlara dünyada bir müddet faydalanma vardır. En sonunda dönüşleri bizedir. Biz de' küfürlerinden dolayı kendilerine en şiddetli azabı tatdiracağız.» Allahü teâlâ'ya oğul ve kız isnad ederek yalan uyduranlar, asla felah bulamazlar. Çünkü Allah'a şirk koşmaktan daha büyük günah yoktur. Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Allah'a yalan uydurup oğul ve kız isnad edenler ebedî azaba uğrayacaklar ve asla felah bulamayacaklardır. Onların dünya menfaatleri birkaç günden ibarettir. O birkaç gün içinde istediklerini uydurup söylesinler, en sonunda bize döneceklerdir. Biz de küfürlerinden dolayı onlara en şiddetli azabı tatdıracağız.» Kâfirlerin azablarının şiddetli oluşu küfürlerinden dolayıdır. Onlara küfürlerinin derecesine göre azab verilir. Herkes Allah katında günahının derecesine göre azab görecektir. 71 «Onlara Nuh'un kıssasını oku. Hani Nûh kavmine demişti ki: "Ey kavmim, aranızda kalmam, Allah'ın âyetlerini hatırlatmam, onlarla öğüt vermem size ağır geliyorsa, ben Allah'a dayanır ve O'na güvenirim. Siz ortaklarınızı da toplayıp ne yapacağınızı kararlaştırırı, içinizde ne tasarlıyorsanız açığa çıkarın. Sonra bana mühlet de vermeyerek yapacağınızı yapın.» Allahü teâlâ Kur'ân-ı Azimüşşân'da geçmiş peygamberlerin kıssalarından bazılarını nakletmiştir. Yüce Allah birçok âyette onların helak ediliş sebeblerini açıklamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de geçmiş peygamberlerin kıssalarının zikredilmesi ve helak oluş sebeblerinin açıklanması Hazret-i Muhammed'in ümmetinin bunlardan ibret alarak onların düşmüş oldukları hatâlara düşmemeleri içindir. Yüce Allah, sevgili Peygamberine bu hususta şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer kâfirler sana gelen âyetlerden ibret alıp iman etmezlerse, onlara Nuh'un kıssalarını oku. Hani Nûh kavmine "Ey kavmim, aranızda kalmam, Allah'ın âyetleriyle size va'z u nasihat etmem ağır geliyorsa, beni öldürün. Zira ben Allah'a dayanıp O'na güvendim. İşimi de ancak O'na havale ederim. Siz ortaklarınızı toplayarak ne yapacağınızı da kararlaştırın. İçinizde tasarladığınızı da açığa çıkarın. Bana da fırsat vermeyerek ne yapmak isterseniz yapın, ölünceye kadar sizi hakka davet edeceğim, bundan asla geri durmayacağım".» Bu âyet-i celîlede ibret alınması gereken birçok hususlar vardır. Allah Resulleri bütün tehditlere rağmen hiçbir zaman ilâhi emri tebliğden geri durmamışlardır. Her peygamberin karşısına kavimleri içinden inkarcılar çıkmıştır. Onlar bu inkarcılara asla aldırış etmemiştir. Allah'ın koruduğuna, hiçbir kuvvetin bir şey yapamayacağı bu âyette bir defa daha ifade edilmiştir. 72 «Yüz çevirirseniz, zaten ben sizden, öğütlerimin karşılığı olarak bir mükâfat veya ücret istemedim. Benim mükafatımı ancak Allah verir. Ben Müslümanlardan olmakla emrolundum.» Peygamberler Allahü teâlâ'nın elçileri olup, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara bildirmek için gönderilmişlerdir. Onların bütün görevi insanları Allah'ın dinine davettir, bunun için de insanlardan herhangi bir karşılık ve bir ücret talep etmemektedirler. Nuh (aleyhisselâm) kavmini Allah'ın dinine davet ederken bunu açıkça söyleyerek şöyle demiştir: «Ey kavmim, eğer bu davetimi kabul edip iman etmezseniz bundan bana bir zarar yoktur. Çünkü ben öğütlerimin karşılığı olarak sizden bir mükâfat veya bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben Müslümanlardan olmakla emrolundum. Sizin de sapıklıktan kurtulup Müslümanlardan olmanızı istiyorum,» Bütün peygamberler kavimlerinin hidâyete erip felah bulmasını istemişlerdir. Nûh (aleyhisselâm) da kavmini imana davet edip kurtulmalarını istemiş, fakat onlar Nûh (aleyhisselâm)'u yalanlamışlardır. 73 «Onu yalanladılar, ama biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Bunları yeryüzünün halifeleri yaptık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.» Nûh (aleyhisselâm)'un bütün uyarılarına rağmen kavminin içinden ancak seksen kadarı iman etmiş, diğerleri yüz çevirmişlerdi. İman etmeyenler küfürlerini daha da artırmışlar, Nuh (aleyhisselâm)'a ve iman edenlere ağır işkence ve zulüm yapmaya başlamışlardı. Onlar küfürlerinden dönmeyip zulümlerini artırınca, Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm)'a bir gemi yapıp aralarından ayrılmasını buyurmuştur. Nûh (aleyhisselâm), gemiyi yapar, kendisine iman edenlerle beraber gemiye binerler, onlar gemiye bindikten sonra büyük bir tufan kopar, yeryüzü suya gark olur, gemi suyun üstünde yüzmeye başlar, iman etmeyenlerin hepsi boğularak helak olurlar. Yüce Allah iman etmeyenleri böyle cezalandırır ve onların yerine iman edenleri halife yapar. O, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, iman etmeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak. Eğer senin kavmin de sana iman etmezlerse, onların sonu da iman etmeyen kavimlerin sonu gibi olacaktır.» İman edenler felaha erdikleri gibi, iman etmeyenler de mutlaka cezalarını göreceklerdir. «Onu yalanladılar, ama biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Bunları yeryüzünün halifeleri yaptık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.» 74 'Sonra, onun arkasından kendi kavimlerine peygamberler gönderdik. Onlara apaçık mucizeler getirdiler. Fakat önceden yalanladıkları için, inanmadılar. Aşırı gidenlerin kalblerini işte böylece mühürleriz.' Allahü teâlâ her kavime peygamber göndermiş, emir ve yasaklarını peygamberleri vasıtasıyla kendilerine bildirmiştir. Peygamberler kavimlerine peygamber olduklarını isbat etmek için âyetler ve mucizeler getirmişlerdir. Fakat onlar apaçık mucizeleri görmelerine rağmen yine de iman etmemişler, peygamberlerini yalanlamışlardır. Yüce Allah, Nuh (aleyhisselâm)'dan sonra Hûd'u, Salih'i, İbrahim'i, İsmail'i, İshak'ı, Ya'kub'u (aleyhisselâm) kavimlerine peygamber olarak göndermiştir. Kavmi Nûh (aleyhisselâm)'u yalanladığı gibi, onlar da peygamberlerini yalanlamışlardır. Halbuki peygamberleri onlara apaçık mucizeler ve âyetlerle gelmişlerdir. Böyleyken sapıklıklarından dolayı iman etmemişler, Allahü teâlâ da, küfürlerine mukabil kalblerini mühürlemiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra, onun arkasından kendi kavimlerine peygamberler gönderdik. On lara apaçık mucizeler getirdiler. Fakat önceden yalanladıkları için, inanmadılar. Aşırı gidenlerin kalblerini işte böylece mühürleriz.». 75 «Bunlardan sonra Musa ile Harun'u âyetlerimizle Firavun'a ve Firavun kavminin ileri gelenlerine gönderdik. Fakat imanı kibirlerine yediremediler. Zaten onlar günahkâr bir kavim idiler.» Allahü teâlâ, Hûd, Salih, İbrahim, ismail, İshak, Ya'kub peygamberlerden sonra Musa (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm)'u da Firavun ve kavmine göndermiştir. Onlar kibirlerine yediremeyerek imandan yüz çevirip Musa ile Harun'u yalanlamışlardır. Allah'ın Resulünü yalanlayıp iman etmedikleri için kâfirlerden olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bunlardan sonra Musa ile Harun'u âyetlerimizle Firavun'a ve Firavun kavminin ileri gelenlerine gönderdik. Fakat imanı kibirlerine yediremediler. Zaten onlar günahkâr bir kavim idiler.» 76 «Tarafımızdan kendilerine hak geldiği vakit "Doğrusu bu apaçık bir büyüdür" dediler.» 77 «Musa onlara! "Size gelen Hakk'a dil mi uzatıyorsunuz? Bu sihir midir? Halbuki sihirbazlar felah bulmazlar" dedi.» Firavun ve kavminin ileri gelenleri Musa (aleyhisselâm)’nın kendilerine getirmiş olduğu mucizelerin ve âyetlerin Allah tarafından gönderildiğine inanmayarak, bunun sihir olduğunu söylemişlerdi. Musa (aleyhisselâm) onlara «Size gelen Hakk'a dil mi uzatıyorsunuz? Allahdan gelen şey sihir mi olur? Bu peygamberlik alâmetidir. Bununla hak zahir olur. Sihirbazlar işlerinde asla muvaffak olamazlar. Çünkü onların bütün işleri bâtıldır. Allah, hakkı bâtıl üzerine galip kılacaktır.» demişti. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Tarafımızdan kendilerine hak geldiği vakit "Doğrusu bu apaçık bir büyüdür" dediler. Musa onlara: "Size gelen Hakk'a dil mi uzatıyorsunuz? Bu sihir midir? Halbuki sihirbazlar felah bulmazlar" dedi.» 78 «Siz, ikiniz bizi babalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirmek ve yeryüzünün büyükleri olmak için mi geldiniz? Biz, size inanmıyoruz" dediler.» Musa (aleyhisselâm) ile Harun (aleyhisselâm), Firavun ve kavmini Allah'a imana davet edince, onlar iman etmemek için çeşitli bahaneler uydurarak «Siz, ikiniz bizi babalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden çevirmek ve yeryüzünün büyükleri olmak için mi geldiniz? Biz sizin Allah'ın Resulleri olduğunuza inanmıyoruz» demişlerdi. Firavun ve kavminin ileri gelenleri Musa (aleyhisselâm)'nın getirmiş olduğu mucizeleri sihir olarak nitelendirmişler ve diğer büyücülerle onu karşılaştırmak istemişlerdi. 79 «Firavun: "Usta bütün sihirbazları bana getirin" dedi.» 80 «Sihirbazlar gelince Musa onlara: «Atacağınızı atın" dedi.» Firavun, Musa (aleyhisselâm) ile başa çıkamayınca vezirlerine «Usta ve mahir bütün sihirbazları bana getirin» demiştir. O, hâlâ Musa (aleyhisselâm) 'nın Allah tarafından getirdiği âyetleri sihir zannediyordu. Neticede usta sihirbazlar toplanır, Firavun'un huzuruna getirilir, Firavun, onlara Musa ile yapacakları müsabakayı kazandıkları takdirde büyük mükâfatlar vaad eder. Sihirbazlar alacakları mükâfatların heyecanı içinde müsabaka meydanına gelirler. Musa (aleyhisselâm) onlara «Atacağınızı atın» der. Sihirbazlar kendi maharetleriyle, Musa (aleyhisselâm) da Allah'ın âyetleriyle ortaya çıkar, elbette Allah'ın âyetleriyle ortaya çıkan galip gelecektir. 81 «Onlar atacaklarını atınca, Musa: "Bu sizin yaptığınız sihirdir. Şüphesiz ki Allah onu boşa çıkaracak. Allah elbette fesadçıların isini düzeltmez" dedi.» 82 «Allah, günahkarların hoşuna gitmese de, hakkın hak olduğunu kelimeleriyle isbat eder.» Sihirbazlar müsabaka meydanına gelip halkın gözü önünde yılan gibi yaptıkları ip parçalarını meydana atıp seyircilere onları yılan gibi göstermişlerdi. Musa (aleyhisselâm) da onlara «Bu sizin yaptığınız sihirdir. Şüphesiz ki Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah elbette fesadçıların işini düzeltmez.» demişti. Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkın hak olduğunu kelimeleriyle isbat eder. Günahkârların işlediklerinden asla razı olmaz, onlar istemeseler de hakkı bâtıl üzerine galip kılar. İslâm'ı aziz, küfrü rezil eder. 83 «Firavun ve erkanının kendilerine fenalık yapmasından korktuklarından, kavminin bir kısım gençleri dışında hiç kimse Musa'ya iman etmedi. Çünkü Firavun kırıcı, yıkıcı bir zorba idi. O, cidden aşırı gidenlerdendi.» Kavmi Musa (aleyhisselâm)’nın peygamber olduğunu bildiği halde Firavun'dan korktukları için iman etmemişler, ancak aralarındaki gençlerin bir kısmı iman etmişti. İman eden gençlerin anaları İsrail oğullarından, babaları da Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi olan Kıbtîlerdendi. Kıbtîler Ya'kub (aleyhisselâm) ile Ken'an diyarından yetmiş iki kişi olarak gelip Mısır'a yerleşmişler ve zaman geçtikçe bunların soyu artmıştır. İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre iman edenlerin sayısı altıyüz bindir. Rivayete göre Firavun ikiyüz yirmi veya üçyüz yıl yaşamış, bu zaman zarfında bir defa olsun hasta olmamıştır. Musa (aleyhisselâm) da kendisini seksen yıl imana davet etmiştir. Fakat yine de iman etmemiştir. 84 «Musa: "Ey kavmim, eğer siz gerçekten Allah'a iman ettiyseniz ve teslim olmuşsanız, O'na güvenin" dedi.» 85 «Onlar da: "Biz yalnız Allah'a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz» bizi o zâlimler güruhu ile sınama"» 86 «"Ve bizi rahmetinle o kafirler güruhundan kurtar" dediler.» Firavun, Mısır'da Musa (aleyhisselâm)'nın kavmine esir muamelesi yapıyor ve onları en ağır işlerde çalıştırıyordu. Musa (aleyhisselâm) Mısır'a gelip onları imana davet edince Firavun zulmünü daha da artırmıştır. Kavmi Musâ (aleyhisselâm)'ya «Sen bize peygamber olarak gelmeden önce de, peygamber olarak geldikten sonra da onlar bize en büyük zulüm ve işkenceyi yapıyorlardı» demişlerdir. Musa (aleyhisselâm) da onlara nasihat ederek 'Ey kavmim, eğer siz gerçekten ihlâs ve samimiyetle Allah'a iman edip, teslim olmuşsanız, O"na güvenin» demiştir. Onlar Musa (aleyhisselâm)'dan bu sözleri duyunca 'Biz yalnız Allah'a güvenip, dayandık» demişler ve dua ederek «Ey Rabbimiz, bizi o zâlimler güruhu ile sınama, bizi rahmetinle kâfirler güruhundan kurtar ve bizi onların üzerine galip kıl» demişlerdi. 87 «Musa'ya ve kardeşine: "Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın. O evlerinizi namazgah yapın ve dosdoğru namaz kılın. (Musa) mü’minleri müjdele" diye vahyettik.» Firavun, iman edenlerin namaz kılmalarına mani olup, mescidlerini yıktırmıştır. Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm)'a «Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın. O evlerinizi namazgah yapın ve dosdoğru namaz kılın. Kâfirler namaz kıldığınızı görüp size eziyet etmesinler. Ey Musa, iman edenleri müjdele.» Her devirde olduğu gibi, Musa (aleyhisselâm) zamanında da kâfirler, mü’minlere büyük eza ve cefa etmişler, ibadetlerine mani olmuşlardır. Yüce Allah küfürlerinden dönerler de iman ederler diye kendilerine mühlet vermiş, fakat onlar küfürlerini daha da artırmışlar, Allahü teâlâ da küfürlerinin karşılığı olarak onları denizde boğarak helak etmiştir. Kâfirler küfürlerinin cezalarını mutlaka göreceklerdir. Küfür diyarında olan Müslümanlar ibadetlerini alenen yapmaktan çekinirlerse, gizli gizli ibadet etmelerinde bir mahzur yoktur. Mü’min ibadetini alenen yapamazsa gizlice yapacaktır. Çünkü ibadeti terke asla müsaade yoktur. Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi Mısır'da açıktan ibadet yapamayınca Yüce Allah, Peygamberine kavmi için evler hazırlamasını ve o evlerde dosdoğru namaz kılınmasını emretmiştir. Bu da gösteriyor ki, ibadetin alenen yapılmadığı yerlerde ve zamanda gizli yapılması elzem oluyor. Soru: Kur'ân-ı Azimüşşan'da namazla zekât bir zikredilmesine rağmen bu âyette zekat zikredilmemiştir, bunun hikmeti nedir? Cevap: Firavun, onların bütün mallarını ellerinden almıştır, zekât verecek malları kalmamıştır, bunun için Yüce Allah onlara zekâtı emretmemiştir. Çünkü zekât malî ibadettir, mal olmayınca zekât ibadeti sakıt olur. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, mü’minleri cennetle müjdele, onlar için korku ve hüzün yoktur» buyurmuştur. Bu hitapla sadece Hazret-i Musa değil, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de muhatap alınmıştır. 88 «Musâ: "Rabbimiz, doğrusu sen Firavun'a ve erkânına bu dünya hayatında debdebeler ve servetler verdin. Rabbimiz, senin yolundan insanları saptırsınlar diye mi? Rabbimiz, sen onların mallarını yok et, kalblerini sık. Çünkü onlar şiddetli azabı görmedikçe iman etmezler" dedi.» Firavun ve kavmi iman etmeyince Allahü teâlâ onları çeşitli azaba mübtelâ etmiş onlar her defasında Musa (aleyhisselâm)'ya gelerek -Ey Mûsâ, eğer bizi bu azabtan kurtarırsan iman edeceğiz» diye yalvarmışlardı. Fakat azab kendilerinden giderilince, verdikleri sözden dönmüşler, eskisi gibi küfür ve şirke devam etmişlerdir. Bütün uyarılara rağmen onlar imandan yüz çevirince Musa (aleyhisselâm) gadaba gelip beddua eder ve şöyle der: -Ey Rabbimiz, doğrusu sen Firavun'a ve erkânına bu dünya hayatında debdebeler ve servetler verdin. Rabbimiz, senin yolundan insanları saptırsınlar diye mi bu nimetleri onlara verdin? Rabbimiz, sen onların mallarını yok et, kalblerini mühürle, onlara iman nasip etme, onları küfür üzere öldür. Çünkü onlar şiddetti azabı görmedikçe iman etmezler.» 89 «Allah: "İkinizin Be daâsı kabul olundu. İkiniz de doğru yolda devam edin ve sakın bitmezlerin yolunu tutmayın" buyurdu.» Firavun ve kavmi iman etmeyince Musa (aleyhisselâm) da onlara beddua etmiş, Allahü teâlâ duasını kabul ederek şöyle buyurmuştur: -Ey Musa, ikinizin de duası kabul olundu. İkiniz de doğru yolda devam edin, cahillerin yolunu tutup, men ettiğiniz şeylere uymayın.» Bazılarına göre bu duadan sonra Musa (aleyhisselâm) kırk gün, bazılarına göre kırk yıl beklemiştir. Musa (aleyhisselâm) onların imanlarından ümit kestikten sonra bu duayı yapmıştır. Yukarda geçen âyetlerde ifade edildiği gibi Musa (aleyhisselâm) onları seksen sene imana davet etmiş, fakat onlar iman etmemişlerdir. İman etmedikleri için bu zaman zarfında çeşitli azablara uğramışlar, her defasında uğradıkları azabtan kurtuldukları takdirde iman edeceklerine Musa (aleyhisselâm)'ya söz vermişler, azabtan kurtulunca sözlerinden dönmüşlerdir. Musa (aleyhisselâm), artık onların imanından ümit kesince beddua etmiş, Yüce Allah da duasını kabul ederek onları Kızıldeniz'de boğup helak etmiştir. 90 «İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık yaparak ve zulmederek arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: "İsrailoğullarının iman ettiğinden başka tanrı olmadığına inandım. Artık ben de Müslümanlardanım" dedi.» Musa (aleyhisselâm), Firavun ve kavmini seksen yıl imana davet etmişti, onlar bütün bu uyarı ve davetlere rağmen iman etmemişler, küfür ve zulümlerini artırdıkça artırmışlardı. Onlar iman etmeyince, Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya kavmiyle beraber Mısır'dan çıkmasını emretmiş, Firavun'a ve adamlarına büyük bir azabın geleceğini bildirmişti. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm), İsrailoğullarını alıp Mısır'dan çıkar, Kızıldeniz istikametine doğru yola koyulur. Firavun, onların Mısır'dan çıktığını duyar, ordusu ile beraber peşlerine düşer, Kızıldeniz'in kenarında Musa (aleyhisselâm)'ya yetişir. Hazret-i Musa'nın kavmi Firavun'u görünce telâşlanırlar, Firavun'un kendilerini öldüreceğinden korkarlar. O anda Yüce Allah, Musa (aleyhisselâm)'ya elindeki asayı denize vurmasını emreder. Musa asayı vurur, denizden on iki yol açıhr; çünkü Israiloğulları on iki kola ayrılmıştı, her kol ayrı ayrı yollardan geçerler. Firavun ve ordusu da o yollardan denize girerler, ancak hepsi denize girince, Allahü teâlâ'nın emriyle deniz birleşir, yollar kapanır, Firavun tam boğulacağı zaman «İsrailoğullarının iman ettiği Tanrıya ben de iman ettim, O'ndan başka Tanrı yoktur. Artık ben de Müslümanlardanım» der. Hayatını küfür içinde geçiren Firavun boğulurken böyle itirafta bulunur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık yaparak ve zulmederek arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: «İsrailoğullarının iman ettiğinden başka Tanrı olmadığına inandım. Artık ben de Müslümanlardanım» dedi.» Firavun'un adamlarından kimse kalmamış, hepsi denizde boğularak helak olmuşlardır. Yüce Allah dünyada böylece onlara küfür ve şirklerinin cezasını vermiştir, iman etmeyenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. 91 «Ona: "Şimdi mi inandın? Halbuki daha önce isyan edip bozgunculuk etmiştin" dendi.» Firavun, ordusu ile beraber açılan yollardan denize girip Musa (aleyhisselâm)'yı yakalamak isterken deniz Allah'ın izni ile kavuşur, Firavun ve ordusu boğulmaya başlar, tam o sırada Firavun iman ettiğini söyler. O anda yanında bulunan Cebrail ona şöyle der: «Ey Firavun, şimdi azabı gördükten sonra mı inandın? Halbuki sen daha önce isyan edip, yeryüzünde bozgunculuk ediyordun. Senin imanın yeis hâlindeki imandır ve asla kabul olmaz- Azab görüldükten sonra edilen iman, korkudan mütevellid olduğu için buna yeis halindeki iman denir ki, Allah katında makbul değildir. Azabı gördükten sonra iman edenler, azabtan kurtuluş olmadığını anladıkları için iman etmişlerdir. Böyle bir iman, Allah katında asla muteber değildir. 92 «"Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için bugün sadece senin cesedini kurtaracağız" dedik, Doğrusu insanların çoğu âyetlerimizden habersizdir.» Hamid ibn Hilâl'den şöyle rivayet edilmiştir: Cebrail bir defasında Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile gizlice konuşurken -Yâ Muhammed, Allahü teâlâ'nın kullarından hiçbiri Firavun'un beni kızdırdığı kadar kızdırmadı. O denizde boğulurken "Ben İsrailoğullarının Tanrısına iman ettim" dediği zaman Allah tarafından kendisine merhamet olunur diye korktum ve hemen bir avuç balçık alıp ağzına sıvadım, bir şey söyleyecek takati kalmadı, öylece boğuldu» demiştir. Firavun boğulunca kendisinden sonra ilâhlık iddiasında bulunanlara ibret olsun diye Yüce Allah onun cesedini sahile çıkararak kurtarmıştır. Bundan birkaç sene önce, İngilizler Musa (aleyhisselâm)'nın Kızıldeniz'e girdiği yerde yaptıkları bir kazı neticesinde Firavun'ım cesedh-i sapasağlam bulmuşlardır, öyle ki, sakalının bir tüyü bile düşmemişti. İşte bu manzara inanmayanlar için en büyük ibret levhasıdır. İnsanların çoğu Allah'ın azabından gafildirler. Kendilerinden önce birçok toplumların inkârları yüzünden helak olduklarını gördükleri halde ibret almazlar. -Ey Firavun, senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için bugün sadece senin cesedini kurtaracağız- dedik. Doğrusu insanların çoğu âyetlerimizden habersizdir.» 93 «Biz İsrailoğullarına güzel bir yere yerleştirdik. Onları tertemiz ve iyi nimetlerle besledik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilâf etmediler. Şüphesiz ki, Rabbin, kıyamet günü aralarındaki ihtilaflar hakkında hükmünü verecektir.» Firavun ve kavminin denizde boğularak helak olmasından sonra İsrailoğulları tekrar Mısır'a dönmüşler, onların yerlerine - yurtlarına - meskenlerine - mallarına vâris olmuşlardır, İsrailoğulları Ürdün'den Mısır'a, Filistin'den Şam'a kadar olan beldeye hâkim olmuşlar, oranın nimetlerinden istifade etmişlerdir. Onlar Tevrat gelene kadar dinlerinde ihtilâfa düşmemişler, Tevrat gelip, onu okuyup hükümlerini öğrendikten sonra dinleri hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazılarına göre Hazret-i' Muhammed'in nübüvveti hakkında ihtilâfa düşmüşler, O'nun peygamber ve Kur'ân-ı Kerîm'in Allah kelâmı olduğunu inkâr etmişlerdir. Halbuki onlar Hazret-i Muhammed peygamber olarak gönderilmeden önce Tevrat'ta onun geleceğini okumuşlar, sıfatlarını öğrenmişler ve iman etmişlerdi. Hazret-i Muhammed, peygamber olarak gönderildikten sonra hasedlerinden nübüvvetini inkâr etmişler, sıfatlarını ve O'ndan bahseden âyetleri Tevrat'tan kaldırmışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirdik. Onları tertemiz ve iyi nimetlerle besledik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilâf etmediler. Şüphesiz ki, Rabbin kıyamet günü aralarındaki ihtilâflar hak kında hükmünü verecektir.» Kıyamet günü kimin hak yolda, kimin bâtıl yolda olduğu meydana çıkacaktır. Hak yolda olanlar mükâfatlarını, bâtıl yolda olanlar da cezalarını göreceklerdir. 94 «Eğer sana indirdiğimiz kıssalardan şüphe ediyorsan, senden önce indirdiğimiz kitabları okuyanlara sor. Yemin olsun ki, hak sana Rabbinden gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Kureyşli kâfirler «Muhammed'e gelen vahiy şeytan tarafından gönderilmektedir» demişlerdi. Yüce Allah onların iddiasını reddederek bu âyeti inzal edip şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, eğer sana indirdiğimiz kıssalardan şüphe ediyorsan, senden önce indirdiğimiz kitapları okuyan mü’minlere sor. Sana haber verdiklerimizin bir kısmı onların kitablarmda da yazılmıştır. Yemin olsun ki, hak sana Rabbinden gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma.» Bu hitap Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e olup, maksat inanmayanlardır, iman noktasında halk üç kısma ayrılmıştır: Bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'i inkâr eden kâfirler, bir kısmı iman eden mü’minler, bir kısmı da şüphe içinde olanlardır. Bu ilâhî hitap şüphe içinde olanlaradır. 95 «Sakın Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan olma. Sonra maddi ve manevî zarara uğrayanlardan olursun.» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sakın bizim âyetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayanlardan olma. Şayet âyetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayanlardan olursan maddi ve mânevi zarara uğrayanlardan olursun. Bu hitap Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şahsında Allah'ın âyetlerini ve Peygamberini yalanlayanlaradır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın Resullerini ve âyetlerini yalanlamaktan münezzehtir. Bir peygamber asla diğer peygamberleri ve Allah'ın âyetlerini yalanlamaz. 96 «Muhakkak o kimseler aleyhinde, Rabbinin kelimesi tahakkuk etmiştir, onlar iman etmezler.» 97 «Velevki onlara her türlü âyetler gelmiş olsa bile, acıklı azabı görünceye kadar küfürlerinde devam ederler.» Allahü teâlâ'nın azabını hak edenler, can yakıcı azabı görene kadar kendilerine her türlü âyet ve alâmet gelse bile iman etmezler. Ancak onlar dünyada başlarına gelen felaketi, âhirette de Allah'ın azabım gördükten sonra iman ederler. Azab görüldükten sonra yapılan iman dünyada da, âhirette de asla fayda vermez. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Muhakkak o kimseler aleyhinde, Rabbinin kelimesi tahakkuk etmiştir, onlar iman etmezler. Velevki onlara her türlü âyetler gelmiş olsa bile, acıklı azabı görünceye kadar küfürlerine devam ederler.» 98 «îman edip, imam kendisine fayda veren bir kasaba halkı varsa, o da Yünus'un kavmidir ki,- iman ettikleri zaman üzerlerinden bu dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp, giderdik ve bir zamana kadar onları refah içinde yaşattık.» Allahü teâlâ her kavme bir peygamber göndermiş, peygamberleri vasıtasıyla onları imana davet etmiştir. İman edenler saadete ve mutluluğa kavuşmuşlar, iman etmeyenler ise küfür ve inkarlarının cezasını görmüşlerdir. Peygamber gönderilen kavimler arasında hiçbir şehir halkı yoktur ki, Allah'ın azabının üzerlerine geldiğini gördükleri zaman iman edip, o imanı kendilerine fayda versin. Fakat Yûnus (aleyhisselâm)'un kavmi üzerlerine gelen azabı gördükleri Kaman, ihlâs ve samimiyetle Allah'a yalvarıp, iman ettikleri için Yüce Allah tevbelerini kabul etmiş, üzerlerinden azabını kaldırmıştır. Yûnus (aleyhisselâm)'un kavminden başka hiçbir kavmin azab vakti tevbesi kabul olmamıştır. Yüce Allah bunu göyle beyan ediyor: «iman edip imanı kendisine fayda veren bir kasaba halkı varsa, o da Yünus'un kavmidir ki, iman ettikleri zaman üzerlerinden bu dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp, giderdik ve bir zamana kadar onları refah içinde yaşattık.- Yûnus (aleyhisselâm), Musul tarafında bulunan Ninova şehrine peygamber olarak gönderilmiştir. Onlar putperest oldukları için Yûnus (aleyhisselâm) "un davetini kabul etmemişler, şirk ve küfür içinde yaşamaya devam etmişlerdi. Onların küfür ve şirklerinden dönmediğini gören Yûnus (aleyhisselâm) üç güne kadar üzerlerine büyük bir azabın geleceğini bildirmiş. Kavmi, biz bugüne kadar Yünus'dan bir yalan duymadık, eğer içimizden çıkıp giderse başımıza bir azabın geleceği muhakkaktır demişlerdir. Hakikaten Yûnus (aleyhisselâm) bir gece aralarından ayrılır gider. Onun aralarından ayrılmasıyla hava kararır, her tarafı duman sarar, karanlık içinde kalırlar, o zaman Yûnus (aleyhisselâm)'u aramaya başlarlar. Bütün aramalarına rağmen Yûnus (aleyhisselâm)'u bulamayınca toplanırlar; kadınlarım, çocuklarını, hayvanlarını alırlar; şehri terk ederler, tevbe ve duâ etmek için bir sahraya çıkarlar. Orada tevbe istiğfar ederler, imana gelirler ve birbirlerinden helâllik- dilerler. Allahü teâlâ da, onların halisane yaptıkları tevbeyi ve duayı kabul edip üzerlerine gelmekte olan azabı kaldırır. Bu hâdise aşure gününe tesadüf eden bir cuma günü vuku bulur. Yûnus (aleyhisselâm)'un kavmi bizzat azabı görmemiş, ancak alâmetlerini görmüş ve samimî şekilde iman edip tevbe istiğfar etmişlerdir. Bunun için Yüce Allah onların tevbesini kabul edip azabı kaldırmıştır. Firavun ise azabı bizzat görüp korkudan iman etmiştir. Bundan dolayı Allahü teâlâ onun imanını kabul etmemiştir. Yûnus (aleyhisselâm), kavminden ayrıldıktan sonra deniz kenarına gelmiş, orada hazır bulunan bir gemiye binip başka bir beldeye gitmek istemiştir. Yûnus (aleyhisselâm) gemiye biner, gemi bir türlü hareket etmez, sahipleri «Bu gemide efendisinden kaçan bîr köle var, onun için hareket etmiyor. Kura çekelim, kime isabet ederse efendisinden kaçan köle odur, denize atalım o zaman gemi hareket eder» derler. Yûnus (aleyhisselâm), «O köle benim, Rabbimin izni olmadan kavmimin arasından çıkıp geldim» diyerek kendisini denize atar. Büyük bir balık gelir Yûnus'u yutar. Bir müddet balığın karnında kalır, Rabbini çok tesbih ve noksan sıfatlardan tenzih eder, sonra balık onu gelip kenara bırakır. Tekrar kavmine döner, yüzbin civarında olan kavminin hepsi iman ederler ve kendileri için takdir edilen zamana kadar yaşarlar. İmam-ı Katâde (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Yûnus (aleyhisselâm)'un kavmi üzerlerine gelen azabı gördükleri zaman hep beraber toplanıp bir dağın üzerine çıkarlar, orada Allahü teâlâ'ya kırk gün yalvararak tevbe ederler ve af dilerler. Yüce Allah da onların tevbelerini kabul eder.» Sahâbe-i kiramdan da şöyle rivayet edilmiştir: Allahü teâlâ, Yûnus (aleyhisselâm)'u kavmine peygamber olarak gönderince, o, kavmini Allah'a imana davet edip, şirk ve küfürden vazgeçmeye çağırmıştır. Onlar, Yûnus (aleyhisselâm)'un davetini hiçe sayarak küfür ve şirklerinden vazgeçmemişlerdir. Yûnus (aleyhisselâm), onların zulümlerine ve Allah'a şirk koşmalarına dayanamayarak «Ey Rabbim, ben bu kavmi sana imana ve ibadete davet ediyorum, onlar ise bundan imtina edip, kaçınıyorlar. Onlara lâyık oldukları azabı ver» diye duâ eder. Allahû Teâlâ, ona vahyederek şöyle buyurur: «Onları bir defa daha imana davet et. Eğer iman ederlerse ne âla, iman etmezlerse üç gün sonra üzerlerine büyük bir azabın geleceğini bildir.» Bunun üzerine Yûnus (aleyhisselâm), onları tekrar imana davet eder, fakat onlar yine iman etmezler. Yûnus (aleyhisselâm) da, üç gün sonra üzerlerine büyük bir azabın geleceğini bildirir ve bir gece aralarından ayrılıp gider. Büyük bir azabın kendilerini kuşatacağını Yûnus (aleyhisselâm)'dan duyan kavmi -Biz bugüne kadar Yûnus'dan yalan ve boş bir söz işitmedik, söyledikleri doğrudur. Eğer bu gece içimizden çıkıp giderse söylediği azab mutlaka vâki olacaktır, o zaman başımızın çaresine bakalım» derler. Üçüncü günün akşamında gecenin yarısından sonra gökten kızıl bir ateş kopar, etrafa yayılarak kendilerine doğru yaklaşır, o zaman azabın üzerlerine geldiğini anlarlar ve Yûnus (aleyhisselâm)'u aramaya başlarlar, hiçbir yerde bulamazlar, içlerinden bir tanesi «Yûnus'u bulamadınızsa, onun Rabbi var, hep birlikte O'na duâ edin» der. Bunun üzerine onlar da çocuklarını, kadınlarını ve hayvanlarını alıp hep birlikte şehirden çıkarlar, bir sahraya gelirler, orada ihlâsla, sadakatla Allahü teâlâ'ya yalvarırlar, imana gelirler, hep bir ağızdan tevbe-i istiğfar ederler. Yüce Allah, onların ihlâs ve samimiyetle yaptıkları tevbeyi kabul eder ve üzerlerindeki azabı kendilerinden giderir. Allahü teâlâ, Yûnus (aleyhisselâm)'un kavminden başka hiçbir kavmin azab anında tevbesini kabul etmemiştir. Bu âyet-i celîle iman etmeyenlerin, üzerlerine azabın geldiğini gördükleri zaman yapmış oldukları imanın asla fayda vermeyeceğine delâlet etmektedir. Bu âyette kafirleri tehdit de vardır, onlar inkâr ve küfürlerinin cezasını mutlaka görecektir. 99 «Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi, öyle iken insanları iman etmeye sen mi zorlayacaksın?» Yüce üllah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. Beyle iken insanları iman etmeye sen mi zorlayacaksın? Rabbin dileseydi Yûnus'un kavmine gösterdiği gibi onlara da açık alâmetler gösterir, iman ederlerdi.- Allahü teâlâ iman etmeyenlerin Yûnus (aleyhisselâm)'un kavmine gösterdiği gibi bir alâmet göstererek iman etmelerini istememiştir. Çünkü dünya bir imtihan yeridir, nice kavimler peygamberlerinin davetine icabet edip hidâyete ve saadete ulaşmışlardır. Niceleri de peygamberlerinin davetine uymayarak şirk ve küfür içinde helak olup gitmişlerdir. Bunun için Yüce Allah her topluma bir peygamber göndermiş, peygamberleri vasıtasıyla onlara hakkı ve bâtılı bildirmiştir. İçlerinden peygamberlerine tâbi olanlar hidâyete erip kurtulmuşlar, tâbi olmayanlar ise helak olmuşlardır. 100 «Allah'ın îzni almadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. O, akıllarını iyi kullanamayanlara kötü bir azab verir.» Allahü teâlâ'nın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Allah, imanı arzu edenlere imanı, küfrü arzu edenlere de küfrü nasip eder. Akıllarını kullanıp iman etmeyenlere O, elim bir azab verir. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın izni olmadan hiçbir kîmsenin iman etmesi mümkün değildir. O, akıllarını iyi kullanamayanlara kötü bir azab verir.» 101 «De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bir bakın." Fakat bunca âyetler ve inzarlar iman etmeyecekler güruhuna fayda vermez.» 102 «Onlar, kendilerinden önce geçenlerin günleri gibi bir günden başkasını mı bekliyorlar? De ki: "Haydi bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim".» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Göklere, aya, yıldızlara, güneşe, gezegenlere, yere, ağaçlara, meyvelere, nebatata ibret nazarı ile bir bakın..' Bütün bunlar Yüce Allah'ın vahdaniyetine ve kudretine delildir. Bunlardan ibret alarak Allah'ın birliğine iman edin.» Onlar, bunlardan ibret alıp iman etmediler. Hakkı görmeyen, işitmeyen ve tefekkür etmeyen kavme göklerdeki alâmetler ve Peygamber'in inzar etmesi fayda vermemiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bir bakın." Fakat bunca âyetler ve inzarlar iman etmeyecekler güruhuna fayda vermez. Onlar, kendilerinden önce geçenlerin günleri gibi bir günden başkasını mı bekliyorlar? De ki: "Haydi bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. Görelim Allah'ın yardımı ve nusreti kimin üzerinedir".» 103 «Nihayet biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri selâmete erdiririz. Böylece mü’minleri de, üstümüzde bir hak olarak, kurtar racağız.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlesine peygamberlerini ve iman edenleri selâmete erdireceğini bildiriyor. Yüce Allah peygamberlerini selâmete erdirdiği gibi, iman eden mü’min kullarını da, azabdan ve helak olmaktan kurtaracağını vaad ediyor. O, iman edenleri cennet nimetleriyle mükâfatlandıracağı gibi, iman etmeyenleri de ebedî azab ile cezalandıracaktır. «Nihayet biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri selâmete erdiririz. Böylece mü’minleri de, üstümüzde bir hak olarak, kurtaracağız. Çünkü onların dayanağı ve teslimiyeti bizedir.» 104 «De ki: "Ey insanlar, benim dinimden şüphede iseniz bilin ki, ben Allah'dan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Ben mü’minlerden olmakla emrolundum."» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli müşrikleri islâm'a davet edince, onlar kendi dinlerinin hak olduğunu söyleyerek Peygamber'i atalarının dinine davet etmişlerdi. Yüce Allah, sevgili Peygamberine bu hususta şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Mekke halkına de ki: "Ey insanlar, benim dinimden şüphede iseniz bilin ki, İslâm'ı terk edip Allah'dan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana, Allah'a iman edip mü’minlerden olmam emrolundu. Allah katında hak din ancak İslâm'dır, sizin dininizin bâtıl olduğunda da hiç şüphem yoktur".» Mekkeli müşrikler, kendi dinlerinin doğruluğunu ileri sürerek İslâm dinini kabul etmemişler, Peygamber'in kendi dinlerine girmesini istemişlerdir. Peygamberimiz de onlara «Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki, islâm'ı terk edip Allah'dan başka taptıklarınıza tapmam» demiştir. 105 «Ve: "Yüzünü tevhid dinine döndür, sakın müşriklerden olma".» 106 «Allah'ı bırakıp da sana ne fayda, ne de zarar yapamayacak olan nesnelere tapma. Eğer öyle yapacak olursan şüphesiz zalimlerden olursun.» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine -Yâ Muhammed, yüzünü tevhid dinine döndür, sakın müşriklerden olma. Allah'ı bırakıp da sana fayda ve zarar veremeyecek olan nesnelere tapma. Eğer sen Allah'ı bırakıp da böyle yapacak olursan şüphesiz nefsine zulmedenlerden olursun» buyurmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olmadan önce de, peygamber olduktan sonra da asla tevhid dininden ayrılmamış, başka bir şeye tapmamıştır. Bu hitap Peygamber'in şahsında bütün insanlaradır. Allah'ı bırakıp puta tapanlar hiç şüphesiz kendilerine yazık etmişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle buyuruyor: «Allah'ı bırakıp da sana ne fayda, ne de zarar yapamayacak olan nesnelere tapma. Eğer öyle yapacak olursan şüphesiz zâlimlerden olursun.» 107 «Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse, onu yine Allah giderir. Sana bir iyilik dilediği takdirde O'nun nimetini engelleyecek bir kuvvet de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Allahü teâlâ'nın nimetlerine de, musibetlerine de kimse mani olamaz. O, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer Allah sana bir sıkıntı, bir musibet, bir keder verirse, onu giderecek Allah'dan başka hiçbir kuvvet yoktur. Sana bir iyilik de dilediği takdirde O'nun ihsanını senden men edecek bir kuvvet de yoktur. O, ihsanını ve fazlını kullarından dilediğine verir. İhsana lâyık olanlara ihsanını, olmayanlara ise cezasını verir. Allah, gafurdur mü’min kullarının günahlarını bağışlar, rahimdir onları esirger, kâfirlere de küfür ve inkârlarının cezasını verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse onu yine Allah giderir. Sana bir iyilik dilediği takdirde O'nun nimetini engelleyecek bir kuvvet de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Bu âyetlerin muhatabı her ne kadar Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ise de, hükmü umumidir. Allahü teâlâ bu âyetlerde nimetleri kullarına ihsan eden ve musibetleri gideren yalnız kendisi olduğunu beyan ediyor. Mü’min kullarını bağışlayan, âhiret nimetleriyle mükâfatlandıracak olan, kafirleri ise ebedi cezaya uğratacak olan O'dur. Allah hayır dileyene hayır, şer isteyene de şer verir. Hiç kimseye haksızlık yapmaz, herkese çalıştığının ve kazandığının karşılığını verir. 108 «De ki: "Ey insanlar, size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim hidâyeti kabul ederse o, ancak kendi faidesi için hidâyete ermiş, kim de saparsa o da yalnız kendi zararına sapmış olur. Ben sizin başınızda bir bekçi de değilim.» Ey insanlar, size Rabbinizden hak olan Kur'an geldi. Eğer Kur'an'a ve Hazret-i Muhammed'e iman ederseniz hidâyete erişirsiniz, iman etmezseniz sapıklığa düşer helak olursunuz, iman edenlerin yapmış oldukları hayır ve iyilik kendileri içindir, iman etmeyenlerin de küfür ve inkârlarının zararı kendilerinedir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «De ki: "Ey insanlar, size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim hidâyeti kabul ederse o, ancak kendi nefsi iğin hidâyete ermiş, kim de saparsa o da yalnız kendi zararına sapmış olur. Ben sizin basınızda bir bekçi de değilim".» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberini insanların başına bîr bekçi olarak göndermemiş, sadece ona vahyettiklerini insanlara tebliğ için göndermiştir, iman edenler yalnız kendi nefisleri için iman etmişlerdir, iman etmeyenler de kendi zararlarına sapmışlardır. 109 «Sana her ne vahyediliyorsa ona tâbi ol. Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.» Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer kâfirler sana iman etmezlerse, onların iman etmeyişlerine ve seni yalanlamalarına üzülme, sana vahyolunana tâbi ol. Allahü teâlâ onlara azab ile hükmedinceye kadar sabret. Çünkü O, hükmedenlerin en hayırlısıdır. Kâfirlere, inkâr ve küfürlerinin cezasını verecektir.» |
﴾ 0 ﴿