HÛD SÛRESİ

Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Kerimin on birinci sûresi olup 123 âyettir. Sahih kavle göre Mekke'de nazil olmuştur. Yalnız 11, 16 ve 114. âyetlerinin Medine'de indiği rivayet edilmektedir. Bu sûre-i celile Hûd (aleyhisselâm)'dan çok bahsettiği için, aynı ismi almıştır ve Yûnus sûresini müteakiben nazil olmuştur. Her iki sûre de itikada ait esasları, Kur'ân-ı Azimüşşân'ın ilâhî bir mucize olduğunu, âhiret hayatına ait ma'lûmatı, sevap ve ikâba dair beyanatı ve bir kısım peygamberlerin kıssalarını ihtiva ederler.

1

«Elif, Lam, Ra, bu öyle bir kitabdır ki, âyetleri kesin kılınmış, sonra da apaçık bildirilmiş, hikmetle yapan, her şeyden kemaliyle haberdar olan Allah tarafından indirilmiştir.»

2

«Ta ki Allah'dan başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Muhakkak ki, ben size O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.»

İbn Abbas (radıyallahü anh) 'a göre Elif, Lâ, Râ'nın mânâsı şudur: -Ben, bütün mahlûkatın hallerine muttali olan Hâlik'ınızım. Bir kısım tefsircilere göre ise, Elif, Allah ismine; Lam, Lâtif ismine; Ra, Rab ismine işaret eder. O zaman mânâ şöyle olur: Ma'bud-ü Hak benim, kullarımın üzerinde lütuf ve ihsanım çoktur. Bütün mahlûkatı lütfumla besleyici ve terbiye edici benim. Benden başka ilâh yoktur.

Allah tarafından gönderilen Kur'an’ın âyetleri muhkemdir, aralarında bir eğrilik ve tenakuz yoktur. Bütün hükümleri, emir ve nehiyleri, vaad ve vaîdi haktır. Allah katından Muhammedü'l-Emin'e Cebrail vasıtasıyla getirilmiştir. Yüce Allah hakimdir dilediğini hükmeder, O'nun hükmüne kimse mani olamaz. Çünkü O, Ma'bud-ü Mutlak'tır, kullarının ne işlediğini bilir, ona göre mükâfat ve mücâzat verir. Peygamberini kullarına uyarıcı ve müjdeci olarak göndermiştir. Bu, âyet-i celile de şöyle ifade edilmiştir: «Bu öyle bir kitabdır ki, âyetleri kesin kılınmış, sonra da apaçık bildirilmiş, hikmetle yapan, her şeyden kemâliyle haberdar olan Allah tarafından indirilmiştir. Ta ki Allah'dan başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Muhakkak ki, ben size O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.»

Bütün peygamberler insanları Allah'a imana davet edip, gafletten uyarmak ve ilâhî nimetleri müjdelemek için gönderilmiştir.

3

«Hem Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra Ona tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her fazilet sahibine, hakettiğini versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben sizin başınıza büyük bir günün azabından korkarım.»

Ey insanlar, şirk ve küfürden tevbe edin, günahlarınızın afvi için Rabbinizden mağfiret dileyin. İbadetlerinizi yapın' Allah'ın emirlerini yerine getirin, yasaklarından sakının, tâ ki dünyada hayatınızın sonuna kadar güzel bir maişetle sizi geçindirsin, âhirette de amellerinizin mükâfatı olarak cennet nimetlerini ihsan etsin. Yüce Allah iman edip, güzel ameller işleyenlere mükâfat ve ihsanını, iman etmeyenlere de, inkâr ve küfürlerinin cezasını verir. 'Hem Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her fazilet sahibine, hakettiğini versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben sizin başınıza büyük bir günün azabından korkarım.» Ayette ifade edildiği gibi iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.

Said ibn Câbir (radıyallahü anh), faziletin mânâsını şöyle açıklamıştır; Yüce Allah her fazilet sahibine kendi fazlından on sevap verir. Bu, kulun yapmış olduğu iyi amelin karşılığıdır, her iyi amele on sevap verilir. Yine her kötü amele de Yüce Allah kendi fazlından bir günah yazar ve kulun işlemiş olduğu her günah bir sevabını götürür, dokuzu geride kalır. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'un görüşü de böyledir. İbn Mes'ûd «Amellerin tartıldığı kıyamet günü yazılan bir günahı, yazılan on sevabından daha ağır gelenlere yazıklar olsun» demiştir.

4

«Dönüşünüz ancak Allah'adır. O, her şeye hakkıyla kadirdir.»

Ey insanlar, dönüşünüz ancak Allah'adır. O, her şeye hakkıyla kadirdir. Amellerinize göre âhirette sizi mükafatlandıracak veya cezalandıracak olan O'dur. İman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.

5

«Haberiniz olsun ki, onlar Peygamber'e düşmanlıklarını gizlemek için iki büklüm olurlar, elbiseleriyle örtündükleri zaman da hallerine dikkat et. Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O, kalblerde olanı bilendir.»

Kafirler, Peygamber'e olan düşmanlıklarını gizlemek için iki büklüm olurlardı. Peygamber, Allah'ın âyetlerini okuduğu zaman, onu işitmemek için elbiseleriyle örtünürlerdi. Onlar, kalblerindeki düşmanlıklarını gizleseler de, açığa vursalar da Yüce Allah onu bilir. Çünkü O, kalblerde olanı bilendir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Haberiniz olsun ki, onlar Peygamber'e düşmanlıklarını gizlemek için iki büklüm olurlar, elbiseleriyle örtündükleri zaman da hallerine dikkat et. Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O, kalblerde olanı bilendir.»

Yüce Allah kullarının kalbinde hayır ve şerden, iman ve küfürden ne varsa hepsini bilir, ona göre mükafat ve mücazatını verir. Hiç kimseye haksızlık yapılmaz, herkese amelinin karşılığı verilir.

6

«Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onların duracak yerlerini de, emanet edilen yerlerini de O bilir. Hepsi apaçık kitabdadır.»

Bütün canlıların rızkı Allah'a aittir. Allah, yaratmış olduğu bütün canlıların rızkını tekeffül etmiştir. Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onların duracak yerlerini de, emanet edilen yerlerini de, ölüm zamanlarını da ve neye muhtaç olduklarını da O bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz.

Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) «müstekâr» kelimesini şöyle açıklamıştır: «Müstekâr, ana rahmine yerleşen şeydir. Allahü teâlâ onu bilir ve bulunduğu yerde ona rızık verir. Allah, her canlının nerede olduğunu ve nerede yerleştiğini, neye muhtaç olduğunu da bilir. Canlı ve cansız hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Bir kimsenin ölümü nerede takdir edilmişse oraya gitmesi için bir sebep halk edilir, o sebebden ötürü oraya gider ve ruhu orada kabzedilir. Defnedildiği yer de onun «müstevdii»dir ki, kıyamet günü o yer «Yâ Rabbi, bana müstekâr ve müstevdii ettiğin işte budur» diyerek içinde bulunan herşeyi dışarı atar.

Her canlının dünyadaki rızkı Levh-i Mahfûz'da yazılmıştır, onu tüketmedikçe ölmez. Rezzâk-ı Alem olan Allahü teâlâ'dır, bütün mahlûkatın rızkı O'na aittir. Kulun da görevi Rezzâk-ı Âlem'e itaattir, zâten yaratılış gayesi de budur.

7

«O, hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Bundan önce arş su üstünde idi. Yemin olsun ki, "ölümden sonra muhakkak yine diriltileceksiniz" desen küfredenler mutlaka "Bu apaçık bir aldatmadan başka bir şey değildir" derler.»

İbn Abbas (radıyallahü anh) bu âyeti şöyle açıklamıştır: Yüce Allah gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır. Bu, âhiretin altı günüdür. Oranın bir günü, dünyanın bin yılıdır. Fakat Hasan-ı Basrî, bu altı günün dünya günü olduğunu söylemiştir. Allahü teâlâ yer ve gökler yaratılmadan önce Arş'ın su üzerinde olduğunu ve altında sudan başka bir şey olmadığını bildirmiştir. Abdullah ibn Mes'ûd da iki gök arasının beşyüz yıllık yol olduğunu, yedinci kat gök ile kürsî ve kürsî ile su arasının da beşyüz yıllık yol olduğunu ifade etmiştir. Arş, sudan yukarıdır. Yüce Allah azametiyle Arş'tan yukarıdır. O, kullarının ve bütün mahlûkatın ne yaptığını bilir, hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Bazı tefsircilere göre Allahü teâlâ'nın Arş'ı su üzerindedir. O, yerleri ve gökleri yarattı, suyu da iki kısma ayırdı. Yarısını Arş'in altında bıraktı, buna «Bahr-i Mescûr» denir, yarısını da yedi kat yerin altında bıraktı, buna da «Bahrim» denir. Yüce Halik bütün bunları hanginizin amelinin daha güzel olduğunu denemek için yaratmıştır. O, ihlâs ve samimiyetle yapılan amelleri de, riya ile yapılan amelleri de bilir. Ona göre kullarına mükâfat ve mücâzat verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O, hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Bundan önce arş su üstünde idi. Yemin olsun ki, "ölümden sonra muhakkak yine diriltileceksiniz" desen küfredenler mutlaka "Bu apaçık bir aldatmadan başka bir şey değildir" derler.»

8

«Yemin olsun ki, biz sayılı bir müddete kadar üzerlerinden azabı erteleyecek olsak "Bunu alıkoyan da ne?" derler. Haberiniz olsun ki o, bunlara geldiği gün asla dönmeyecek, alaya aldıkları şey onları mahvedecektir.»

Yüce Allah, iman etmeyenleri inkâr ve küfürlerinden dolayı hemen cezalandırmamış, belki iman ederler diye cezalarını bir müddet te'hir etmiştir. Onlar yine de kendilerinden önce geçen ümmetlerden ve kavimlerden ibret alıp iman etmemişlerdir. Halbuki kendilerinden önce nice milletler inkâr ve küfürleri yüzünden helak olmuşlardır. «Yemin olsun ki, biz sayılı bir müddete kadar (iman etmeyenlerin) üzerlerinden azabı erteleyecek olsak "Bunu bizim üzerimizden alıkoyan da ne?" derler. Ey iman edenler, haberiniz olsun ki o, bunlara geldiği gün asla dönmeyecek, alaya aldıkları şey onları mahvedecektir.» Allah'ın azabı onların üzerine geldiği zaman onu kimse onlardan gideremeyecektir. İman etmeyenler, inkâr ve küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir.

9

«İnsana tarafımızdan bir nimet tattırır, sonra o nimeti geri alırsak yemin olsun ki, o, pek ümitsiz, pek nankör olur.»

10

«Şayet kendisine dokunan bir dertten sonra ona nimeti tattırırsak yemin olsun diyecek ki; "Benden kötülükler uzaklaşıp gitti." Çünkü o şımarır ve övünür.»

11

«Sadece sabredip de güzel amel işleyenlere, işte onlara mağfiret ve büyük mükâfat vardır.»

Allahü teâlâ’nın bütün nimetleri kulları içindir. Rahmete lâyık olanlara nimetini, rahmete lâyık olmayanlara da azabını verir. İnsana önce bir nimet verir, sonra o nimeti geri alırsa, insan daha önce kendisine verilen nimetleri unutur, Allah'ın rahmetinden ümidini keser, şükrü terk eder, nankörlük yapar. Şayet kendisine dokunan bir kötülük ve musibetten sonra bir hayır ve nimet verilirse, o zaman başından geçenleri unutur, verilen nimetlere şükretmez «Benden kötülükler uzaklaşıp gitti' diyerek küfre ve isyana dalar, şımarır. Her şeyi kendi çalışmasıyla elde ettiğini zanneder, sahibini unutur. Allah'ın nimetlerine küfredenler için elim bir azab vardır. Ancak Allah'dan gelenlere sabredip, nimetlerine şükrederek güzel ameller işleyenler için mağfiret ve büyük mükâfat vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «însana tarafımızdan bir nimet tattırır, sonra o nimeti geri alırsak yemin olsun ki, o, pek ümitsiz, pek nankör olur. Şayet kendisine dokunan bir dertten sonra ona nimeti tattırırsak yemin olsun diyecek ki; "Benden kötülükler uzaklaşıp gitti." Çünkü o şımarır ve övünür. Sadece sabredip de güzel ameller işleyenlere, işte onlara mağfiret ve büyük mükâfat vardır.»

12

«Şimdi sen (müşriklerin) "Ona bir hazine indirilseydi, yahud maiyetinde bir de melek gelseydi ya" demelerinden, sana vahyolunandan bir kısmım bu yüzden yüreğin daralarak, hemen terk mi edivereceksin? Sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye hakkıyla vekildir.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)e peygamberlik gelince Mekkeli müşrikler onun peygamber olduğuna inanmayarak şöyle demişlerdir: «Yâ Muhammed, sen peygamber isen neden maiyetinde bir melek yok veya sana bir hazine verilmedi? Sen bizim ilâhlarımızı ayıplamaktan vazgeç, çünkü biz babalarımızın dini üzereyiz, yolumuzdan asla dönmeyiz, boşuna uğraşma.» Hazret-i Peygamber onların bu şekilde konuştuklarını duyunca belki iman ederler diye onların ilâhlarını zemmetmekten vazgeçmiştir. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, şimdi sen müşriklerin "Ona bir hazine indirilseydi, yahut maiyetinde bir de melek gelseydi ya" demelerinden, sana vahyolunandan bir kısmını bu yüzden yüreğin daralarak, hemen terk mi edivereceksin? Sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye hakkıyla vekildir.»

Peygamberlerin görevi kendilerine vahyedileni insanlara tebliğ etmektir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberini bu âyetle ikaz ediyor ve kendisine vahyolunanları tebliğ etmesini emrediyor. Çünkü o da diğer peygamberler gibi Allah tarafından gönderileni insanlara tebliğ etmekle mükelleftir.

13

«"Yoksa onu kendisi mi uydurdu?" diyorlar. De ki: "O halde haydi siz de onun gibi on sûre getirin, düzme ve uydurma olarak. Hem Allah'dan başka kime gücünüz yetiyorsa onları da çağırın, eğer doğru söylüyorsanız".»

Kâfirler, Kur'an'ın Allah tarafından gönderildiğine inanmamışlar «Bunu Muhammed kendi düzdü» demişlerdir. Yüce Allah bu âyeti inzal ederek, onların iddialarını reddedip şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "O halde haydi siz de Kur'an'ın sûreleri gibi on sûre düzün ve uydurun da getirin. Hem Allah'dan başka bütün yardımcılarınızı da çağırın, onlar da size yardımcı olsunlar. Eğer doğru sözlü iseniz".» Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu Allah kelâmını işitince şaşırıp kalmışlar, cevap verememişlerdir. Bütün mahlûkat bir araya gelse, Allah'ın kelâmı gibi bir söz söylemeleri mümkün değildir. Kur'ân-ı Azîmüşşân inanmayanlara böyle meydan okuyor.

14

«bunun üzerine söylediğinizi yapmazlarsa bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ondan başka ilâh yoktur. Daha Müslüman olmuyor musunuz?»

Hâlik-i Zülcelâl bundan önceki âyette inanmayanlara «Ey kâfirler, eğer Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunda şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri on sûre getirin» diyerek onların «Bunu Muhammed uydurdu» demelerini reddetmiş ve sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, eğer kâfirler sana cevap veremezlerse, onlara de ki: "Ey müşrikler, bu Kur'an Allah katından Cebrail vasıtasıyla indirilmiştir, insan sözü değildir. Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğuna hâlâ inanmayacak mısınız?"» buyurulmuştur. Ayetteki bu ihbar emir mânâsına olup, ey insanlar siz Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğuna inanmaz mısınız? denmektedir.

15

«Kim dünya hayatını ve onun zinetini arzu ederse onların yaptıklarının karşılığını burada tamamen öderiz. Onlar da bu hususta bir zarara uğramazlar.»

16

«Onlar öyle kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Dünyada işledikleri ameller orada boşa gitmiştir. Zâten yapageldikleri hep boştur.»

Bir kısım insanlar dünyayı kazanmak için, ilim ve ibadet ederler. Dünyayı kazanmak için ilim tahsil edenlere, ibadet edenlere Allahü teâlâ amellerinin karşılığını dünyada eksiksiz olarak kendilerine verir. Ahirette ise kazandıklarından hiçbir şey yoktur. Çünkü onlar dünya menfaati elde etmek için ilim tahsil etmişler ibadet yapmışlardı. Allah'ın rızasını hiç düşünmemişler ve âhireti unutmuşlardır. Allah rızası için yapılmayan amellerin ve ibadetlerin hepsi boşa gidecektir, âhirette sahibine faydası yoktur. Ancak Allah rızası için yapılan ibadetlerin âhirette sahibine faydası vardır. Hakiki mü’min dünya için âhire ti, âhiret için de dünyayı terk etmeyen kimsedir, islâm, dini hiçbir zaman sadece âhiret için çalışmayı ve dünyayı terk etmeyi emretmem iştir. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışmayı emretmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kim dünya hayatı ve onun zinetlerini arzularsa onların yaptıklarının karşılığını burada tamamen öderiz. Onlar da bu hususta bir zarara uğramazlar. Onlar öyle kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Dünyada işledikleri ameller orada boşa gitmiştir. Zaten yapageldikleri hep boştur.»

Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'in rivayetine göre Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Kıyamet günü ümmetim üç kısma ayrılır. Bunlardan bir kısmı dünyada sadece Allah rızası için amel edenler, bir kısmı halkın sevgisini kazanmak için amel edenler, bir kısmı da dünya menfaatini elde etmek için amel edenlerdir. Allahü teâlâ dünya menfaati için amel edenlere «Ey kullarım, ibadetinizden maksadınız ne idi?» diye sorar. Onlar da «Dünya menfaati elde etmekti» diye cevap verirler. Yüce Allah onlara «Dünyada biriktirmiş olduğunuz maldan size fayda yoktur, şimdi amelinizin karşılığı cehennem ateşidir, girin cehenneme» der. Riya ile amel yapanlara da «Ey kullarım, amelinizden maksadınız ne idi?» der. Onlar «Ey Rabbimiz, biz insanların sevgisini ve rızasını kazanmak için amel ettik» diye cevap verirler. Yüce Mevlâ onlara da «Yapmış olduğunuz amelin size hiçbir faydası yoktur, şimdi girin cehenneme» diyecektir, Sonra Allah rızası için amel edenlere sorar «Ey kullarım, ibadetinizden maksadınız nedir?» der. Onlar da «Ey Rabbimiz, biz sadece senin rızan için amel ettik, bütün arzumuz senin rızanı kazanmaktı» derler. Bunun üzerine Yüce Allah «Kulum doğru söyledi» diyerek onları cennet nimetleriyle mükâfatlandırır. Sadece Allah rızası için amel yapanlar cennet nimetleriyle mükâfatlandırılırlar. Aklı olanların bunlardan ibret alıp ihlâsla amel yapmaları gerekir. Çünkü Allah rızası için yapılmayan ibadetlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Aksine sahibini cehennem azabına sürükler.

17

«Rabbınden açık bir delile mazhar olan, ardınca da Rabbi tarafından bîr şahit gelen, ondan önce de Musa'nın rehber ve rahmet olan kitabını tasdik eden kimse başkaları gibi midir? İşte onlar Kur'an'a inanırlar. Herhangi bir güruh onu inkâr ederse onun vaad edilen yeri ateştir. Sen de bundan şüphe içinde olma. Çünkü o, haktır, Rabbindendir. Fakat insanların birçoğu iman etmezler.»

İbn Abbas, Ebûl Âliye, Mücâhid ve İmam-ı Katâde (radıyallahü anh) şöyle demişlerdir: «Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetini ve mucizelerini açık delillerle beyan etmiştir. Kur'an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla gönderilmiş olup, Allah kelâmı olduğuna şahit tutulmuştur. Kur'an Peygamber'in en büyük mûcizesidir. Cebrail, Hazret-i Muhammed'e Kur'an'ı getirdiği gibi, Hazret-i Musa'ya da insanların iman ve hükmüyle amel etmeleri için Tevrat'ı getirmiştir. Yüce Allah bütün bunları insanların iman edip hükmüyle amel etmeleri için göndermiştir. Bunlara iman edenlerle iman etmeyenler hiç bir olur mu? Elbette bir olmazlar. İman etmeyenler dünya ve âhiret nimetlerinden mahrum oldukları gibi, inkâr ve küfürlerinin de cezasını göreceklerdir. Onlara vaad edilen yer ateştir. İman edenler ise ebedî dünya ve âhiret nimetlerine nail olacaklardır. Yüce Allah bütün nimetlerini onlar için hazırlamıştır. Allahü teâlâ Peygamberine «Yâ Muhammed, sen inkarcıların azaba uğrayacaklarından asla şüphe etme» buyurmuştur. Görülüyor ki, iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir. Allah'ın vaadi haktır, Allah vaadinden asla dönmez. Fakat insanların çoğu iman etmezler.

18

«Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim vardır? Bunlar Rablerinin huzuruna götürülürler ve şahitler: "Rablerlne yalan uyduranlar bunlardır" derler. Bilin ki, Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir.»

Allah katında zâlim olanlar, O'na ortak koşup yalan uyduranlardir. Onlardan daha zâlim kimse yoktur. Çünkü Allahü teâlâ'nın şeriki, ortağı ve benzeri yoktur. Her şeyi yoktan var eden de O'dur. Allah'a şirk koşanlar kıyamet günü Rablerinin huzuruna getirilirler ve bütün peygamberler «Rablerine yalan uydurup, iftira edenler bunlardır. Biz bunları Allah'ın birliğine imana davet et tik, fakat iman etmeyip, inkâr ettiler. Puta taparak Allah'a şirk koştular, Allah'ın gadabı ve azabı bunların üzerine olsun- diyeceklerdir. Peygamberler bu şekilde iman etmeyenlerin aleyhine şahitlik yapacaklardır. Yüce Allah, peygamberlerin kendi aleyhinde şahitlik yaptığı insanları en ağır şekilde cezalandıracaktır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'a şirk koşup, yalan uydurandan daha zâlim kimdir? Bunlar Rablerinin huzuruna götürülürler ve şahitler: "Rablerine yalan uyduranlar bunlardır" derler. Bilin ki, Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir.» Birçok âyette ifade edildiği gibi, iman edenler Allah'ın rahmetine, iman etmeyip kendilerine zulmedenler de Allah'ın azabına uğrayacaklardır.

19

«Onlar ki, Allah yolundan alıkorlar ve o yolu eğriltmeye çalışırlar. Onlar âhiretî inkâr edenlerin tâ kendileridir.»

20

«Bunlar yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değillerdir. Allah'a karşı duracak yardımcıları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Onlar işitmeye tahammül edemez ve göremezlerdi.»

Ey insanlar, Allahü teâlâ'nın gadabı ve azabı, insanları Allah yolundan alıkoyan, onların iman ve ibadetlerine mani olan zâlimlerin üzerinedir. Onlar insanları Allah'ın dininden alıkoyarak bâtıla saptırırlar, âhireti inkâr ederler. İnsanları Allah'ın dininden alıkoyanlar yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değillerdir. Kıyamet günü onların azabı iki kat olacaktır. Biri kendi inkâr ve küfürlerinin cezası, diğeri de insanları Allah'ın yolundan saptırdıklarının cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar ki, insanları Allah yolundan alıkorlar ve yolu eğriltmeye çalışırlar. Onlar âhireti inkâr edenlerin tâ kendileridir. Bunlar yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değillerdir. Allah'a karşı duracak yardımcıları da yoktur.

Onların azabı kat kat olacaktır. Onlar (hakkı) işitmeye tahammül edemez ve göremezlerdi.»

insanları Allah yolundan alıkoyanlar, hakkı işitmeye ve görmeye bile tahammül edemezler. Hakkı gördükleri halde görmemezlikten gelirler ve başkalarını Allah yolundan alıkoymaya çalışırlar. Halbuki kıyamet günü kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak hiç kimse yoktur. Buna rağmen yine küfürlerine devam ederler.

21

«İşte kendilerine yazık edenler bunlardır. Uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur.»

22

«Şüphesiz onlar âhirette en çok zarar görenlerin tâ kendileridir.»

Allahü teâlâ'ya şirk koşanlar kendilerine yazık etmişlerdir. Kıyamet günü putları kendilerinden uzaklaşıp kaybolur. İşte onlar âhirette en çok azaba uğrayanların tâ kendileridir. Çünkü onlar Allah'a şirk koşmakla kendilerine yazık etmişlerdir. Allah'a şirk koşarak kendilerine yazık edenler inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Bundan sonraki âyette iman edenlerin durumu ve nail olacakları nimetler zikredilmektedir.

23

«Doğrusu îman edip de sâlih ameller yapanlar ve Eablerine boyun eğenler işte onlardır cennetlik olanlar. Onlar, orada ebediyyen kalacaklardır.»

Allah'a iman edip, emirlerine itaat ederek güzel ameller yapanlar, cennetin yaranıdırlar. Yüce Allah cennet nimetlerini onlar için hazırlamıştır. Bütün bunlar, onların iman ve amellerinin karşılığıdır, iman edenler mükâfatlarını göreceklerdir. «Doğrusu iman edip de sâlih ameller yapanlar ve Rablerine boyun eğenler işte onlardır cennetlik olanlar. Onlar, orada ebediyyen kalacaklardır.»

24

«Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır kimse ile gören ve işiten kimsenin durumuna benzer. İkisi bir olur mu hiç? Hala ibret almıyor musunuz?»

Bu âyet-i celîlede ibret alınması gereken bir teşbih vardır. Allahü teâlâ iman edenleri görenlere ve işitenlere, iman etmeyenleri de körlere ve sağırlara benzetiyor. İman etmeyenler gerçekte kör ve sağırdırlar. Çünkü onlar hakkı görmezler ve işitmezler. Eğer onlar hakkı görüp işitmiş olsalardı, elbette iman ederlerdi. Her ne kadar zahirde görüyorlarsa da, hakikatte kör oldukları için, Yüce Allah'ın bunca âyetlerini inkâr etmişler, ibret alıp iman etmemişlerdir. Allahü teâlâ, iman edenlerle iman etmeyenler hiç bir olur mu? buyurarak, iman edenlerle iman etmeyenlerin bir olmadığını bildirmiştir. Elbette iman edenler iman etmeyenlerle bir değildir. Yüce Halik bütün nimetlerini iman edenler için hazırlamıştır, îman etmeyenler için de ebedî cehennem azabı vardır. İman edenler cennet nimetleriyle mükâfatlandırılacaklar, iman etmeyenler de cehennem azabiyla cezalandırılacaklardır. «Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır kimse ile gören ve işiten kimsenin durumuna benzer, ikisi bir olur mu hiç? Hâlâ ibret almıyor musunuz?» Ey kâfirler, Allahü teâlâ'nın bunca ayetlerinden ve nimetlerinden ibret alıp hâlâ iman etmeyecek misiniz? İdrak sahibi olanlar bunlardan ibret alıp inkâr ve küfürlerinden vazgeçerek iman ederler. Çünkü iman cennete, küfür ise cehenneme götürür.

25

«Yemin olsun ki, biz Nuh'u da kavmine göndermiştik ki "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.»

26

«Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, doğrusu ben üzerinize gelen acıklı bir günün azabından korkuyorum".»

Allahü teâlâ dinini tebliğ için her kavime bir peygamber göndermiştir. Diğer peygamberler gibi Nûh (aleyhisselâm)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım, Allah'dan başkasına ibadet etmeyin. Kurtuluş ve saadet ancak Allah'a ibadetledir. Eğer Allah'dan başkasına ibadet ederseniz üzerinize gelecek olan acıklı bir günün azabından korkarım. Yüce Allah, Nûh (aleyhisselâm)'un kavmine hitabını şöyle beyan ediyor: -Ey kavmim, ben Allah tarafından size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım, Allah'dan başkasına ibadet etmeyin. Doğrusu ben üzerinize gelecek olan acıklı bir günün azabından korkuyorum.»

İbn Abbas (radıyallahü anh), Nûh (aleyhisselâm) hakkında şu bilgiyi vermiştir: Nûh (aleyhisselâm)'un asıl ismi Şükürdür. Çok ağlayıp tazarrûda bulunduğundan dolayı kendisine «NÛH» denmiş ve dortyüz seksen yaşında peygamber olmuştur. Yüzyirmi yıl kavmini imana davet ettikten sonra altıyüz yaşında gemiye binip tufan kopmuştur. Tufandan sonra üçyüz elli yıl daha yaşamıştır. Bütün ömrü dokuzyüz elli yıldır. Bu husus Ankebût sûresinin ondördüncü âyetinde şöyle zikredilmektedir; -Yemin olsun ki, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli yılı müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. Nihayet onlar zulümde devam edip dururlarken kendilerini tufan yakalayıvermiştir.»

27

«Bunun üzerine kavminden küfredenlerin elebaşıları dediler ki: 'Biz seni ancak kendimiz gibi bir insan görüyoruz. İçimizde ancak ayak takımından başkasının da sana tâbi olduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü dahi görmüyoruz. Biz sizi bilâkis yalancılar sanıyoruz'.»

Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm)'u kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine -Ey kavmim, ben Allah tarafından apaçık delillerle size gönderilen bir peygamberim. Allah'dan başkasına ibadet etmeyin, eğer Allah'dan başkasına ibadet ederseniz üzerinize gelecek olan acıklı bir günün azabından korkarım» demiştir. Bunun üzerine kavminden küfredenlerin öncüleri şöyle demişlerdir: «Ey Nûh, biz seni kendimiz gibi bir insan olarak görüyoruz. Sonra sana iman edip tâbi Olanlar, bizim fakirlerimiz ve düşkünlerimizdir, ileri gelenlerimizden hiçbiri sana tâbi olmamışlardır. Şayet sen peygamber olsaydın bizim ileri gelenlerimiz sana tâbi olurlardı. Bu bakımdan sen peygamber değil, bizi kandırmak için gelen bir ya lanetsin» Kavmi Nûh (aleyhisselâm)'u böylece yalanlamışlar, uyarılarına hiç aldırış etmemişler, küfür ve şirklerine devam etmişlerdir. Nûh (aleyhisselâm) kavminin yalanlamasına rağmen, yine, kavmini imana davet ten geri durmamıştır.

28

«Nûh dedi ki: "Ey kavmim, Rabbim tarafından bir delilim bulunur, bir de tarafından rahmet ihsan eder de, bunlar sîzden gizli kalırsa siz onu istemediğiniz halde, biz onu size zorla mı kabul ettireceğiz?"»

Kavmi Nûh (aleyhisselâm)'un peygamber olduğunu yalanlamıştı. O, kavmine şöyle diyordu «Ey kavmim, siz benim peygamber olduğumu yalanlıyorsunuz. Halbuki ben Rabbimden gelen apaçık bir burhan üzerindeyim. O, bana katından nübüvvet ve risalet vererek beni size peygamber olarak gönderdi. Size bunca nimetler ihsan edildi, siz bu nimetleri ve delilleri görüp Allah'ın birliğini anlamaz mısınız?. Bütün bunları size ihsan eden Allah değil midir?» Bundan sonra Nûh (aleyhisselâm)'un kavmine hitabı âyette şöyle anlatılmaktadır.

29

«Ey kavmim, bundan dolayı sizden hiçbir mal istemiyorum. Benim mükafatım yalnız Allah'a aittir. İman edenleri de kovacak değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklar ama, ben sizi cahil bir kavim görüyorum.»

Nûh (aleyhisselâm), kavmine şefkatini izhar edip şöyle demiştir. «Ey kavmim, ben sizi imana davet ettiğimden dolayı bir karşılık ve bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım yalnız Allah'a aittir. Siz istemiyorsunuz diye îman edenleri de yanımdan kovamam, iman ettikleri için kendilerini seviyorum. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Siz ise malınıza aldanıp iman etmediniz, Allah'ın emirlerinden yüz çevirdiniz, ben sizi çok cahil bir toplum olarak görüyorum.»

Nûh (aleyhisselâm)'a önce kavminin fakirleri ve yoksulları iman etmişti. Kavminin ileri gelenleri ise bunların iman etmesine tahammül edemeyerek Nuh'un onları yanından kovmasını istemişler ve şöyle demişlerdi: «Ey Nûh, bizim iman etmemizi istiyorsan, sana iman eden fakirleri, kimsesizleri ve yoksulları yanından kov.» Nûh (aleyhisselâm), onların bu isteklerini kabul etmemiş ve şöyle demiştir.

30

«Ey kavmim, ben onları kovarsam Allah'a karşı beni kim savunur? Hiç düşünmez misiniz?»

Kavminin iman etmeyenleri, Nûh (aleyhisselâm)'dan iman edenleri yanından kovmasını istemişlerdi. Nûh (aleyhisselâm) da onlara «Ey kavmim, ben onları yanımdan asla kovamam. Şayet ben onları kovarsam, Allah'a karşı beni kim savunur? Onlar ne kadar fakir ve kimsesiz olurlarsa olsunlar, sizden üstündürler. Ben ancak iman etmeyenlerden imtina ederim, çünkü onların zenginliğinin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Allah katında gerçek zengin iman edenlerdir, iman etmeyenler ise fakir ve zelildirler. İman edenler ebedî saadet tahtına oturmuşlardır, iman etmeyenlerin malları ise kendileri için bir vebal ve ebedi azabtır.» Nün (aleyhisselâm) kavmine bu şekilde cevap verdikten sonra, onlara şöyle hitap etmiştir.

31

«Ben size Allah'ın hazineleri benimdir demiyorum. Ben gaybı bilmem. Meleğim de demiyorum. Bununla beraber hor gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem. Allah, onların içlerindekini en iyi bilendir. Yoksa şüphesiz ben de zalimlerden olurum.»

Nûh (aleyhisselâm) kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, ben size Allah'ın hazinelerinin anahtarı benim yanımdadır demiyorum ve gaybı bilici de değilim, iman edip etmeyeceğinizi de bilemem. Ben ancak sizi imana ve hidâyete davet ediyorum, hidâyete erdiren ise Allah'dır. Kimin hidâyete ereceğini en iyi bilen O'dur. Melek olduğumu da söylemiyorum, ben de sizin gibi bir insanım, fakat Allah tarafından size peygamber olarak gönderildim. Kalbinizdekileri bile, mem, onu ancak Allah bilir. Eğer iman edenleri yanımdan kovarsam, şüphesiz ben de sizin gibi zâlimlerden olurum.- Nûh (aleyhisselâm), kavmine böyle cevap verince, onlar söyleyecek cevap bulamamışlar ve bu defa şöyle demişlerdir:

32

«Onlar dediler ki: -Ey Nûh, bizimle tartıştın, çok uğraştın. Eğer doğru sözlü isen haydi tehdit ettiğin şeyi bize getir".»

33

«Nûh da "Dilerse onu size ancak Allah getirir, Ve siz onu asla aciz bırakamazsınız" dedi.»

Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi kendilerine yapılan nasihat ve uyarılardan ibret ahp iman etmedikleri gibi, Nüh (aleyhisselâm)'a şöyle demişlerdir -Ey Nûh, bizim iman etmemiz için çok uğraştın ve çok mücadele ettin. Biz asla senin davetini kabul edip iman etmeyiz. Eğer doğru sözlü isen vadettiğin azabı bize getir.» Nûh (aleyhisselâm) da onlara şu cevabı vermiştir: -Ey kavmim, onu sîze ancak Allah getirir, Allahdan başkası sizi cezalandırmaya kadir değildir. Hüküm ancak Onundur. O, dilediğini rahmetiyle mükâfatlandırır, dilediğine de azabıyla hükmeder. Siz Onu asla aciz bırakamazsınız.» Sonra Nûh (aleyhisselâm) kavmine şöyle demiştir.

34

«Allah sizi azdırmak isterse ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O sizin Rabbinizdir ve nihayet ancak O'na döndürüleceksiniz.»

Kavmi, Nûh (aleyhisselâm)'un bütün nasihatlarına rağmen iman etmeyince onlara şöyle demiştir; -Ey kavmim, benim nasihatlerimi kabul edip iman etmediniz. Eğer Allah sizi azdırmak isterse, benîm size öğüt vermemin de faydası olmaz. Ben sizi şirkten tevhide, küfürden imana davet ediyorum. Şayet siz benim davetimi kabul edip iman ederseniz Allah da sizi hidâyete erdirir, siz benim davetimi kabul etmez şirk ve küfre devam ederseniz Allah da, sizi saptırır helâk eder. Çünkü O, sizin Rabbinizdir ve nihayet sonunda O'na dön' dürüleceksiniz, O'nun katında iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.»

35

«Yoksa "Onu kendiliğinden uydurdu" mu derler? De ki "Eğer ben bunu uydurdumsa vebali banadır. Halbuki ben sizin işlediğiniz günahlardan tamamen uzağım".»

Kavmi, Nûh (aleyhisselâm)'un nübüvvetini yalanlamış ve «Bize söylediklerini sen uydurdun» demişlerdir. Nüh (aleyhisselâm) da kavmine şu cevabı vermiştir: «Ey kavmim, eğer bunu ben uydurdumsa vebali bana aittir, bunun size hiçbir zararı yoktur. Ben de sizin işlediğiniz günahlardan beriyim.»

36

«Nuh'a şu hakikat vahyolundu; «Kavminden gerçek iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O halde onların işlediklerine üzülme.»

37

«Bizim nezaretimiz ve vahyimiz ile gemi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.»

Nûh (aleyhisselâm). yıllarca kavmini imana davet etmiş, içlerinden pek azı iman etmişti. Kavminin iman etmeyişine çok üzülen Nûh (aleyhisselâm) onların helaki için Rabbine dua eder. Sonra kavmi hakkında yaptığı duaya pişman olur. Çünkü peygamberler çok müşfiktirler, kavimlerinin helak olmalarını istemezler, bilâkis kurtuluşları ve hidâyete ermeleri için duâ ederler. Nûh (aleyhisselâm) yaptığına pişman olunca, Yüce Allah şöyle buyurur -Ey Nûh, kavminden gerçek iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O halde onlar için üzülme. Çünkü onlar Rablerine şirk koştular ve sana itaat etmediler. Biz, onları küfür ve şirklerinin cezası olarak azaba gark edeceğiz. Ey Nûh, bizim nezaretimiz ve vahyimizle gemi yap, o zâlim kavim hakkında bana dua etme ve onlar için dilekte bulunma. Biz onları zulüm ve küfürleri yüzünden suda boğacağız.»

Yukarda da işaret edildiği gibi, Nûh (aleyhisselâm)'a iman edenlerin sayısı pek azdı. Kavminin ileri gelenlerinden kimse iman etmemişti. İman etmeyenler, Hazret-i Nuh'a ve iman edenlere eza-ceza etmeye başlamışlardı. Nuh (aleyhisselâm) onların helaki için Rabbine dua etmiş, sonra bundan vazgeçmişti. Allahü teâlâ, o zâlim kavmin zulmünden kurtulmak için Nûh (aleyhisselâm) 'a gemi yapmasını ve onlar için hayır duada bulunmamasını emretmiştir. Nûh (aleyhisselâm) ilâhî emir gereği gemiyi yapmıştır. Bu âyeti kerîmede zâlim bir toplum ve kavim için hayır duâ yapılmaması buyuruhnaktadır.

İkrime (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: Nûh (aleyhisselâm)'un yaptığı geminin uzunluğu üçyüz, genişliği otuz, yüksekliği de kırk arşındır, İbn Abbâs'ın görüşü de budur. İmam-ı Kutbî ise şöyle demiştir: «Tevrat'ta okuduğuma göre, Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm)'a uzunluğu üçyüz, genişliği elli ve yüksekliği de otuz arşın olmak üzere bir gemi yapmasını emretmiştir. Bu gemi üç kat olup, kapısı yandandır. Birinci kat haşarata, ikinci kat hayvanata, üçüncü kat da insanlara tahsis edilmiştir. Her canlı varlıktan birer çift alınması da bildirilmiştir. Nûh (aleyhisselâm), verilen talimatı olduğu gibi yerine getirmiş, tufan başlamış, kırk gün geceli gündüzlü yağmur yağmış, yeryüzü suya gark olmuş, canlı mahlûk kalmamış, gemi yüzelli gün su üstünde kalmıştır. İmam-ı Vehb'e göre, Nûh (aleyhisselâm) gemiyi yüz yılda yapmış, gören kâfirler onunla alay etmişler, eğlenmişlerdir.

38

«Gemiyi yapmaya başladı. Kavminden herhangi bir güruh yanına uğradıkça onunla eğleniyorlardı. O da: "Bizimle alay ediyorsunuz ama, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz" dedi.»

39

«Rüsvay edici azabın kime geleceğini ve daimi azabın da kimin başına geleceğini ilerde bileceksiniz.»

Nûh (aleyhisselâm), İlâhî emir gereği gemiyi yapmaya başlar. Marangozlar tutar, onlara ağaçlan yontturur, kendisi de beraber çalışır ve verilen talimat gereği gemiyi yapar. Rivayete göre gemi abanoz ağacından yapılmıştır. Nûh (aleyhisselâm) gemiyi yaparken kavminden yanına uğrayanlar onlarla alay ederler. Kimi «Nûh, peygamber olduğunu söylüyordu şimdi marangozluğa başladı» der. Kimi «Nûh çıldırdı» der. Kimi «Ey Nûh, sen bu aklınla mı peygamber olduğunu söylüyordun» der. Kimi «Nûh kırda gemi yapıyor- der. Nûh (aleyhisselâm), onların alay etmelerine hiç aldırmaz ve şöyle der: «Bizimle alay ediyorsunuz, istediğiniz kadar alay edin, bizimle alay ettiğiniz gibi, bir gün biz de sizinle alay edeceğiz. Rüsvay edici azabın kime gelip çatacağını ve dâimi azabın da kimin başına ineceğini ilerde bileceksiniz, İşte o zaman biz de sizinle alay edeceğiz.»

40

«Nihayet buyruğumuz gelip sular kaynamaya başlayınca "Her cinsten birer çift ve hakkında hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye al" dedik. Ve pek az kimse inanmıştı onunla beraber.»

Nuh (aleyhisselâm) gemiyi yapıp tamamladıktan sonra Allahü teâlâ'nın vaadettiği azab vakti gelip çatmış, sular kaynamaya başlamıştı. Yüce Allah, Nûh (aleyhisselâm) 'a her cinsten birer çift ve çoluk çocuğu ile iman edenleri gemiye almasını emretmiştir. Zaten Nûh (aleyhisselâm)'a kavminden pek azı iman etmişti. Gemi üç kattı. Alt kat haşarata, orta kat hayvanata, üst kat da insanlara tahsis edilmişti. İman edenlerin sayısı seksen kadardı. Oğlu Kenan ile hanımının            iman edenlerdendi. Nûh (aleyhisselâm), her cinsten gemiye birer çift alırken «Ey Rabbim, ben arslanla sığırı, koyun ile kurdu ve kedi ile kuşu bir araya nasıl koyarım' der. Yüce Allah -Ey Nûh, bunları birbirine düşman eden kimdir» buyurur. Nûh (aleyhisselâm) «Hiç şüphesiz Rabbim, sensin» der. Yüce Allah «Ey Nûh, ben şimdi onların arasındaki düşmanlığı kaldırır, onları birbirine dost ederim» buyurur. Ve gemiye alınan bu hayvanlar asla birbirlerine zarar vermezler.

Nûh (aleyhisselâm)'un gemisi alelade bir gemi değildir. Âyette geçen «FARETTENNÛR-dan buharlı gemi olduğu anlaşılmaktadır. Müfessirler buna çeşitli mânâlar vermişlerdir. Bir kısmı şöyledir:

Tennûr, lügatta tandır denilen ve içinde ekmek pişirilen bir ocaktır. Bir nev'i fırindır. Feveran da, kaynamak, fışkırmak demektir. Şu mânaları ihtiva eder.

1- Tennûr, Hazret-i Ademe ait olup taştan yapılmış bir ocaktır. Nûh (aleyhisselâm)'a intikal etmiş ve hanımı içinde ekmek pişirmiştir. Bundan suların fışkırmas; tufan için bir alâmettir. Müfessirlerin birçoğu bu görüştedirler,

2- Tennûrdan maksat suların yüksek bir yerden fışkırmasıdır. Bu, terınûr olarak tasvir edilmiştir.

3- Tennur, yeryüzüdür. Bazıları yeryüzüne de tennür demişlerdir.

4- Tennûr, fecrin doğması, sabah nurunun etrafa yayılmasıdır. Bazı tefsirciler de tennüra bu mânâyı vermişlerdir,

5- Tennûr, gemide suyun toplandığı yerdir. Buna göre geminin kazanlı olup, kaynayan suyun buharıyla hareket ettiği ortaya çıkar.

41

« (Nuh): "Gemiye binin, yürümesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir" dedi.»

42

«Gemi bunları dağlar gibi dalgalar içinden akıtıp götürüyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna "Oğulcağızım, bizimle beraber gel, küfredenlerle birlik olma" diye seslendi.»

43

«O. dedi ki: "Bir dağa sığınırım, o beni sudan korur." Nuh dedi ki; "Bugün Allah'ın emrinden esirgeyen, kendinden başka, hiçbir koruyucu yoktur." İkisinin arasına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu.»

Nuh (aleyhisselâm) gemisini karada inşâ etmişti, yakınında deniz yoklu. Görenler bu geminin nasıl yüzeceğine hayret ediyorlardı. İman edenler de öyleydi, Nuh (aleyhisselâm) onların endişesini biliyordu, fakat kendilerine bir şey açıklamıyordu. Gemiyi karada inşâ ettiğinden dolayı kâfirler de kendisiyle çok alay etmişlerdi, Nihayet «ma I yo binrıui zamanı gelir, onlara 'Gemiye binin, bunun yürümesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz benim Rabbim çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir» der. İman edenler gemiye binerler, tufan kopar, gemi dağlar gibi yükselen dalgaların arasında yürümeye başlar, su durmadan yükselir, kâfirler kaçacak yer ararlar. Oğlu Kenan da bir tepeye çekilip bekler. Hazret-i Nûh, babalık şefkatiyle dayanamaz «Ey oğlum, bizimle beraber gel, gemiye ibn, Allah'a itaat et, küfredenlerle beraber olma- diye seslenir. Oğlu bu daveti kabul etmez ve şöyle der «Ben ne gemiye girerim, ne de iman ederim. Bir dağa sığınırım, o beni boğulmaktan korur.» Nûh (aleyhisselâm), oğlunun kâfir olarak boğulmasına dayanamaz, onu ikaz etmek için şöyle der: «Ey oğlum, bugün Allah'ın azabından kimse kimseyi kurtaramaz. Seni hiçbir yer O'nun azabından koruyamaz. Nereye gidersen git, mutlaka Allah'ın azabı sana ulaşacaktır.» Kenan, babasının ikazlarına ve yalvarmalarına aldırmaz, kurtulmak için daha yükseklere çıkarken tam o sırada büyük bir dalga gelir onu boğar. Böylece küfür ve isyanının cezasını dünyada görür. İman etmeyenler hem dünyada ve hem de âhirette cezalarını mutlaka göreceklerdir.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: Nûh tufanında kırk gün gece-gündüz yağmur yağmıştır. Yeryüzünün her tarafından sular fışkırmış, vadiler dolmuş, dağları su kapatmış, hatta suyun yüksekliği dağlardan on beş arşın daha fazla olmuştur. Hazret-i Nûh beş ay su üzerinde yüzmüş, hiçbir yerde durmamıştır. Yalnız Harem-i Şerifte yedi gün durmuş, onu tavaf etmiştir, yani etrafında dolanmıştır. Harem-i Şerif ilk önce Hazret-i Âdem tarafından inşâ edilmiş, sonra altıncı kat göğe kaldırılmış ve adına da Beyti'l-Ma’mur denmiştir. Cebrail ondaki Hacerü'l-Esved'i alıp Ebû Kubeys dağına gizlemiştir. Sonra Nûh (aleyhisselâm) gemisiyle oradan ayrılır, bir müddet sonra Musul'da bulunan Cûdi Dağı'na ulaşırlar ve gemi dağın üzerinde karar kılar. Beş ay su üstünde kaldıktan sonra ilk olarak Nûh ve gemidekiler burada karaya çıkarlar. Nûh (aleyhisselâm), Receb ayının onuncu günü gemiye girmiş, aşure günü gemiden çıkmıştır. Böylece ay itibariyle gemide altı ay kalmışlardır. Nûh gemiden indikten sonra yeryüzündeki suyun çekilip çekilmediğini anlamak için kargayı keşfe gönderir, karga gider, bir laşe bulur, onu yemekle meşgul iken geri dönmekte gecikir, hayvanın gelmediğini gören Nûh (aleyhisselâm) arkasından sığırcık kuşunu gönderir. O da geri dönmekte gecikir. Bu defa güvercini gönderir, güvercin gider konacak yer bulamaz bir zeytin yaprağı alır geri Nûh (aleyhisselâm)'un yanına gelir. Nûh, bundan suyun biraz- çekildiğini anlar ve tekrar gönderir. Güvercin gider, bu defa suyun çekildiğini ve karaların meydana çıktığını görür, karaya konar ve tekrar dönüp Hazret-i Nuh'un yanına gelir, Nûh (aleyhisselâm) güvercinin ayağının çamurlu oluşundan suyun çekildiğini anlar.

44

«Yere: "Suyunu çek", göğe de: "Ey gök, sen de tut" denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdi'ye oturdu. "Zâlimler güruhu Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi.»

Nûh (aleyhisselâm) beş ay su üzerinde kaldıktan sonra gemi Cûdi Dağına oturur. Yere «Ey yer, suyunu çek», göğe «Ey gök, suyunu tut» denilmiştir. Su çekilir, Allah'ın hükmü yerine gelir, helak olanlar olur, kurtulanlar kurtulur. Zâlimler güruhu Allah'ın rahmetinden uzak olur. Böylece küfredenler cezasını, iman edenler de mükafatını görür.

Rivayete göre, Allahü teâlâ, Nûh (aleyhisselâm)'un gemisinin bir dağın üzerine oturacağını vahyetmiştir. Bu müjdeyi alan dağlar başkaldınp sivrilmelerdir. Her dağ geminin kendi üzerine yerleşmesini istemiştir. Aralarında sadece Cûdi Dağı baş kaldırıp sivrilmemiştir. Allah'ın rızasını kazanmak için, mütevaziane durumunu devam ettirmiştir. Cûdi Dağı'nın tevâzuundan dolayı, Yüce Allah gemiyi üzerine oturtmuştur. Tevâzûun kıymeti Allah katında bu kadar yücedir. Tevazu sahipleri Allah katında her zaman yükselir, kibir ve gurur sahipleri ise daima alçalır. Tevâzû imandan, kibir ise şeytandan gelir.

45

«Nûh, Rabbine dua edip dedi ki; "Ey Rabbim, benim oğlum da şüphesiz benim ailemdendir. Senin vaadin elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin".»

Nûh (aleyhisselâm)'un oğlu Kenan kendisine iman etmemiş, bu yüzden de boğularak helak olmuştu. Hazret-i Nûh, oğlunun küfür içinde helak olmasına çok üzülmüştü. Bu üzüntüsünü dile getirip Rabbine şöyle niyazda bulunmuştu: «Ey Rabbim, benim oğlum da şüphesiz benim ailemdendir. Senin vaadin şüphesiz haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin.»

46

«Allah, "Ey Nûh, o kat'iyen senin ailenden değildir. Çünkü o, kötü bir iş işlemiştir, öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme, cahillerden olmaman için sana öğüt veriyorum.»

Yüce Allah, Nûh (radıyallahü anh)'a vahyedip şöyle buyurmuştur: «Ey Nûh, o kat’iyyen senin ailenden değildir. Çünkü o, kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse kâfirler için benden bir şey isteme. Cahillerden olmaman için sana öğüt veriyorum. Biz, iman edenleri kurtaracağımızı vaadettik, iman etmeyenleri kurtaracağımızı vaadetmedik.

Bazı mütefekkirler, babaya tâbi olmayan evlâdın ondan ayrıldığını peygamberine tâbi olmayan ümmetin, onun şefaatinden mahrum olduğunu, Allah'ın emrine itaat etmeyenlerin, O'nun rahmetinden uzak olduğunu söylemişlerdir.

Bu hitap, Nûh (aleyhisselâm)'a bir ihtardır. O, oğlu için duâ ettiğinden dolayı Yüce Allah'dan özür diler.

47

«"Rabbim, bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum dedi.»

Nuh (aleyhisselâm), bilmeyerek Allahü teâlâ'dan iman etmeyen oğlunun dilemişti. Yüce Allah «Ey Nûh, o katiyen senin oğlun değildir...... o halde bilmediğin, şeyi benden isteme- buyurarak onu ikaz etmişti. Hazret-i Nûh da hatasını anlayınca şöyle demişti; «Rabbim, bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Bundan sonra bilmediğim bir şeyi senden istemeyeceğim. Rabbim, eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyana uğrayanlardan olurum.»

Bu âyet-i celîle şuna da delâlet eder. Salih ameli olmayan kimseleri ebeveynlerinin ve kardeşlerinin kendisi için yapmış oldukları dua azabtan kurtarmaz. Babası ve kardeşleri peygamber bile olsalar bu böyledir. Akıllı kimse, başkasının Allah katında necat bulmasına sebeb olup, kendisi kimseye muhtaç olmayandır. Her akıl sahibinin bundan ibret alması gerekir.

48

«"Ey Nûh, bizim katımızdan selâmetle in. Sana ve seninle beraber olan ümmetlere hayır ve bereketler olsun. Ama birçok ümmetler de var ki, onları geçindireceğiz. Sonra onlara can yakıcı bir azab vereceğiz" denildi.»

Nûh (aleyhisselâm)'un gemisi Cûdi Dağı üzerine oturunca, Yüce Allah «Ey Nûh, bizim azabımızdan ve boğulmaktan emin olarak selâmetle gemiden in. Selâmımız, bereketimiz ve rahmetimiz senin ve seninle gemide olanların üzerine olsun. Fakat birçok ümmetler var ki, onları dünyada bir müddet geçindireceğiz; sonra onlara âhirette can yakıcı ve elim bir azab vereceğiz. Çünkü onlar imandan uzaklaşıp, küfür ve şirke dalmışlardır» buyurmuştur.

Muhammed ibn Kâ'b şöyle demiştir: «Bu âyet-i celîle, Allah'ın selâmının ve bereketinin iman edenlerin üzerine olduğuna delâlet eder. Onlar her iki cihanda imanlarının mükâfatını göreceklerdir.

Nûh (aleyhisselâm), kavmiyle gemiden çıktıktan sonra orada «KARYE-TÜ'S-SEMÂNÎN» adında bir şehir kurmuşlar. Bütün insanlar bu gemide bulunanlardan türemiştir. Bazılarına göre Hazret-i Nuh'un üç oğlundan türemişler, diğerlerinin nesli kesilmiştir. Yüce Allah, sevgili Peygamberine Nûh (aleyhisselâm)'un kıssasını nakletmiştir.

49

«İşte bunlar gayıp haberlerindendir ki, sana vahyediyoruz. Ne sen ve ne kavmin daha önce bunları bilmezdiniz. Öyleyse sabret. Çünkü sonuç Allah'dan sakınanlarındır.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine geçmiş peygamberlerin kıssalarını Cebrail vasıtasıyla vahyetmiştir. Geçmiş peygamberlerin kıssalarını ve ümmetlerinin helak oluş sebeblerini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: -Yâ Muhammed, sana bildirdiğimiz bu şeyler gayıp haberlerindendir. Sen ve kavmin daha önce bunları bilmiyordunuz. Şayet kavmin senin peygamber olduğunu yalanlarsa, onların seni yalanlamasına aldırma, sabret. Çünkü sonuç Allah'a iman edip, O'ndan sakınanlarındır.. Yüce Allah kâfirleri Nuh (aleyhisselâm)'un kavmine vâki olan azab ile tehdit etmiştir. Nuh (aleyhisselâm) 'un kavmi, iman etmedikleri için suya garkolup boğulmuşlardır. İman edenler ise Hazret-i Nuh ile gemiye binip kurtulmuşlardır, iman etmeyenlerin dikkati bu olaya çekilerek, iman edealerin ebedi saadete kavuştuğunu, etmeyenlerin ise küfür ve şirklerinin cezasını görecekleri bildirilmiştir. Bundan sonra Yüce Allah, Âd kavminden haber vermiştir.

50

«Ad kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. O da kavmine "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz" dedi.»

Halik-ı Zülcelâl, her kavme bir peygamber gönderdiği gibi Hûd (aleyhisselâm)'u da, Âd kavmine peygamber olarak göndermiştir. O da, kavmine «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü O'ndan başka ilâhınız yoktur. Şayet Allah'a şirk koşar başka ilâhlar edinirseniz, yalancılardan olursunuz' demiştir. Hûd (aleyhisselâm) 'un bundan sonra kavmine hitabı âyette şöyle geçiyor.

51

«Ey kavmim, ben sizden bunun irin bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?»

52

«Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra O'na tevbe edin ki, size gökten bol bol yağmur göndersin ve kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın. Suçlu olarak dönmeyin.»

Hûd (aleyhisselâm) kavmine peygamber olarak gönderilince, onlara şöyle demiştir: «Ey kavmim, ben sizi Allah'a imana davet ettiğimden dolayı sizden bir karşılık istemiyorum. Benim mükâfatım, beni yoktan var edip peygamber olarak size gönderen Rabbime aittir. Ey kavmim, sizi yoktan var eden Rabbinize itaat edin, Ma'bûdunuz yalnız O'dur. O'nun sizi yoktan var ettiğine, Ma'bûdunuz olduğuna akimiz ermiyor mu? Hem siz bugüne kadar işlemiş olduğunuz küfür ve isyanınızın afvı için Rabbinizden mağfiret dileyin ve O'na tevbe edin ki, gökten üzerinize bol bol yağmur yağsın, nimetler ve mahsûller bitsin, ihtiyacınızı karşılayın. Bunlar kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın. Aile fertlerinizin ve evlâtlarınızın da ihtiyacı giderilsin, onlar da sizin, gibi sıhhate kavuşsunlar. Benim davetimden yüz çevirip şirk Üzere sabit olmayın, yoksa ebedî azaba mübtelâ olursunuz.» Bunun üzerine Hûd (aleyhisselâm)’a, kavmi şu cevabı vermiştir.

53

«Onlar dediler ki: "Ey Hûd, sen bize apaçık bir burhanla gelmedin, senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz ve sana inanmayız.»

Hûd (aleyhisselâm) kavmini Allah'ın birliğine imana davet edince, onlar bu daveti kabul etmeyerek peygamberlerine şöyle demişlerdir; «Ey Hûd, sen bize apaçık bir burhanla gelmedin ki, biz onu görüp senin peygamber olduğunu anlayalım. Senin sözüne inanıp ilâhlarımızı terk edemeyiz ve sana da inanmayız.» Kavmi, Hûd (aleyhisselâm)'a böyle cevap vermiş, hatta daha da ileri giderek «Bir takım ilâhlarımız seni çarpmıştır» demişlerdir.

54

«Bir kısım ilâhlarımız seni çarpmıştır demekten başka bir şey söylemeyiz. (Hûd) dedi ki: "Doğrusu ben Allah'ı şâhid tutuyorum, siz de şâhid olun ki, Allah'ı bırakıp da O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım".»

55

«Artık bana hepiniz istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin.»

56

«Şüphesiz ki ben, benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. Yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, idare ve tasarrufunu O tutmasın. Benim Rabbim hakikaten doğru bir yol üzerindedir.»

Kavmi, Hûd (aleyhisselâm)'un davetini kabul etmeyerek 'Bir kısım ilâhlarımız seni çarpmış, aklını başından almış, sen delirmişsin. Aklını başına topla, bu dâvadan vazgeç, bizim nasihatimizi dinle» demişlerdir. Halbuki Hûd (aleyhisselâm) kavmini imana davet ediyor, onlar bunu kabul etmeyerek Hûd (aleyhisselâm)'u mecnunlukla itham ediyorlar. Hûd (aleyhisselâm), kavminin kendisini mecnunlukla itham etmesine aldırmayarak, onlara şöyle cevap vermiştir: «Ey kavmim, doğrusu ben Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzak olduğuma, Allah'ı da, sizi de şahit tutuyorum. Siz, hepiniz bir olun ilâhlarınızı da alın, bana istediğiniz tuzağı kurun, alinizden geleni hemen yapın. Ben, benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. O'ndan başkasına asla güvenmem. Çünkü her şeyi yoktan var eden ve besleyen O'dur. Hiçbir varlık O'nun izni olmadan hareket edemez. Var eden ve yok eden O'dur. O, hiç kimseye haksızlık etmez ve hiçbir şey de O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O, her şeye kadirdir.» Sonra Hûd (aleyhisselâm) kavmine şöyle demiştir.

57

«Yüz çevirirseniz bilin ki, ben size neyi bildirmek için gönderildimse onları bildirdim. Rabbim, yeryüzüne bizden başka bir millet de getirebilir. Ve siz O'na bir şey de yapamazsınız. Doğrusu Rabbim her şeyi hakkıyla koruyandır.»

Hûd (aleyhisselâm), kavmine Allah'ın birliğini, kudretini delillerle açıkladıktan sonra, onlara şöyle demiştir; «Ey kavmim, siz iman etmeseniz de bilin ki, ben üzerime vâcib olanı size tebliğ ederim. Bundan asla geri durmam ve bana da kimse mani olamaz. Rabbim sizi helak edip yerinize başka bir milleti getirmeye de kadirdir. Siz O'na mani olamazsınız. Hiç şüphesiz Rabbim her şeyi hakkıyla muhafaza eder. Ona göre sizin mükafatınızı ve mücâzatmızı verir.» Hüd (aleyhisselâm) 'un kavmi, kendilerine yapılan bunca nasihati dinlememişler, şirk ve küfürlerine devam etmişlerdir.

58

«Emrimiz gelince Hûd ve beraberindeki müminleri acıyarak kurtardık. Ve onları çok ağır azabtan kurtardık..»

Hüd (aleyhisselâm) kavmini uzun müddet imana davet etmiş, fakat içlerinden pek azı iman etmişti, îman etmeyenler ise peygamberleriyle alay ederek mü’minlere işkence ve zulüm etmeye başlamışlardı. Yüce Allah iman etmeyenleri küfür ve zulümlerinden dolayı helak etmiştir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: -Bizim azabımız gelince Hûd'u ve beraberindeki mü’minleri acıyarak çok ağır bir azabtan kurtardık, iman etmeyenleri sıcak bir rüzgâr ile helak ettik. Çünkü onlar Rablerinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler ve peygamberlerine de asi oldular. Sonra her inatçı zorbanın emrine uydular.»

Yüce Halik, Hûd (aleyhisselâm) 'un kavmini şirk ve küfürlerinden dolayı çok sıcak bir rüzgâr ile helâk etmiş ancak Hûd (aleyhisselâm) ile iman edenleri kurtarmıştır. Onlar bu afattan zerre kadar etkilenmemişlerdir. Tefsircilerin beyanına göre, Hûd (aleyhisselâm)'un kavmini çok sıcak bir rüzgâr yedi gün istilâ etmiş, her çarptığını yere devirmiş ve sekizinci günde iman etmeyenlerin tamamını helak etmiştir.

59

«İşte Âd kavmi, onlar Rablerinin âyetlerini bilerek inkar ettiler, peygamberlerine asi oldular. Ve her inatçı zorbanın emrine uydular.»

Bu âyet-i celîle şu hakikati de ifade etmektedir: Ey iman etmeyenler, Âd kavminin durumuna bakın. Onlar Rablerinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler, peygamberlerinin sözlerini dinlemediler, ona asi oldular. Reislerinin emrine uyup haktan uzaklaştılar, Allah'a şirk koştular, sonra Allah'ın azabı gelip onları helak etti. Eğer siz de iman etmezseniz Âd kavminin uğradığı azaba uğrarsınız.İman etmeyenler küfür ve şirklerinin cezasını göreceklerdir.

60

«Onlar bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete uğradılar. Bilin ki: Âd kavmi Rablerini inkâr etti. Ve yine bilin ki, Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.»

Hûd (aleyhisselâm)'un kavmi, peygamberlerini yalanladıklarından dolayı şiddetli bir rüzgâr ile helak olmuşlardır. Onlar bu dünyada da, âhirette de Allah'ın lanetine uğramışlardır. Hem onlar Rablerinin âyetlerini ve peygamberlerini yalanladıkları için Allah'ın rahmetinden uzaklaşmışlardır. Allah'ın rahmetinden uzaklaşanlar ebedî azaba uğrayacaklardır. Âd kavminin Allah'ın lanetine uğradığı gibi, iman etmeyenler de Allah'ın lanetine uğrayacaklardır. Yüce Allah Âd kavminden sonra Semûd kavmini zikretmiştir.

61

'Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur, O, sizi topraktan meydana getirdi. Sizi orada ömür geçirmeye mâmur etti. O halde O'ndan mağfiret isteyin. Sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim, size yakın ve duâlan kabul edendir.'

Allahü teâlâ, Nûh ve Hûd (aleyhisselâm)'u zikredip, kavimlerinin helak olduklarını belirttikten sonra bu kez Semûd kavmini zikredip şöyle buyurmuştur: «Biz, Semüd kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik O, kavmine dedi ki: «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. O, sizi topraktan yarattı. Sizi yeryüzünde ömür gecirmeye memur etti. Sizi afiyet içinde yaşatan da O'dur. O halde yaptığınız kötü amellere karşılık, O'ndan mağfiret isteyin, sonra günahlarınızın afvı için tevbe edin. Şüphesiz Rabbim, tevbe edenlerin tevbesini kabul eder, günahlarını bağışlar, duasını geri çevirmez. Salih (aleyhisselâm), kavmini bu şekilde imana davet eder, fakat kavmi bu daveti kabul etmez şöyle der:

62

« Dediler ki: "Ey Salih, sen bundan önce aramızda kendisinden iyilik beklenen bir kimse idin. Şimdi kalkıp da babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe içindeyiz".»

Kavmi Salih (aleyhisselâm)'in davetini kabul etmeyerek şöyle derler: Ey Salih, sen bundan önce aramızda aklı başında, kendisinden iyilik beklenen bir kimseydin. Şimdi kalkıp da ilâhlarımızı yalanlıyorsun ve babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek istiyorsun. Doğrusu bizi çağırdığın şeyden şüphe ve endişe ediyoruz. Çünkü sen bize peygamber olduğuna dair bir delil ve bir hüccet getirmedin.» Bunun üzerine Salih (aleyhisselâm) kavmine şu cevabı vermiştir.

63

«Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de, ben de O'na baş kaldınrsam, söyleyin bakalım beni Allah'a karşı kim savunur? Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız".»

Kavmi Salih. (aleyhisselâm) 'in davetini kabul etmeyince, onlara söyle der; «Ey kavmim, benim peygamber olduğuma dair Rabbimden açık bir delilim ve hüccetim olur da, ben de O'na baş kaldınrsam, söyleyin bana Allah'ın azabından beni kim kurtarabilir? Ben Allah tarafından size peygamber olarak gönderildim. Siz Allah'a şirk koşmakla büyük bir hüsran içindesiniz. Ben de sizin gibi Allah'a isyan ederek hüsran içinde mi olayım? Siz, şirk ve zulmünüzün cezasını mutlaka göreceksiniz.» Bundan sonra Salih (aleyhisselâm) kavmine şöyle demiştir.

64

«Ey kavmim, işte size bir âyet olmak üzere Allah'ın yarattığa dişi devedir. Artık bırakın onu da Allah'ın arzında otlasın. Ona fenalık edip dokunmayın. Yoksa siz pek yakın bir azaba uğrarsınız.»

Yüce Allah, peygamberliğine delil olmak üzere Salih (aleyhisselâm)'e dişi bir deve vermiş, o da kavmine Buna dokunmayın, Allah'ın arzında otlasın»; demişti.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir: Salih (aleyhisselâm) kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. O, kavmini imana davet etmiş, kavmi onu yalanlamıştır. Kavminin kendisini yalanlamasına çok üzülen Salih (aleyhisselâm), kavminin arasından çıkıp gitmek için Allahü teâlâ'dan müsaade istemiştir. Yüce Allah duasını kabul ederek kavminin arasından gitmesi için ona müsaade etmiştir. Salih (aleyhisselâm) müsaadeyi alınca kavminin arasından çıkar gider ve bir denizin kenarına gelir. Denizde yürüyen birisini görür, ona kim olduğunu sorar. O zat «Ben Allah'ın bir kuluyum, yolculuk yapmak için bir gemiye bindim, içindekilerin benden başkası kâfir idi. Yüce Allah, onların hepsini helak etti, sadece beni kurtardı. Şimdi Rabbime ibadet etmek için memleketime gidiyorum» der. Salih (aleyhisselâm) o zatı dinler, selâm verip yanından ayrılır, yüksek bir dağın üzerine çıkar, orada ibadetle meşgul olan başka bir zat görür, selâm verir, kim olduğunu sorar. O zat selâmı alır, şöyle der: «Burada halkının hepsi kâfir olan bir köy vardı, içlerinde benden başka iman eden yoktu. Allahü teâlâ onların hepsini helak etti, beni kurtardı. Ben de, ölünceye kadar burada ibadet edeceğime dair Allahü teâlâ'ya söz verdim. Yüce Allah burada bir nar ağacı bitirdi, altından da bir pınar çıkardı, ben nardan yerim, sudan içerim ve bütün gün ibadet yaparım.» Salih (aleyhisselâm) o zatı da dinledikten sonra selâm verip yanından ayrılır. Sonra bir köye varır, o köyün halkı da kâfirdir. Yalnız içlerinde iki kardeş Müslümandır. Peygamberimiz bunu söyleyince şöyle buyurmuştur: «Bir şehirde bin kişi olsa, onların hepsi de kafir olsalar, içlerinden yalnız bir tanesi Müslüman olsa, o şehre giren Müslüman onu bulmadıkça gönlü rahat edip, huzura kavuşmaz. Yine bir şehirde bin kişi olsa onların hepsi de Müslüman olsa, içlerinde yalnız bir münafık olsa, oraya giren münafık o münafığı bulur, ancak onunla ünsiyet eder, mü’minlerle ünsiyet edemez. Her fert ancak kendi durumunda olanlarla ünsiyet eder, kendi fikrinde olmayanlarla ünsiyet edemez. Salih (aleyhisselâm), şehre girince iki Müslüman kardeşi bulur, yanlarında birkaç gün kalır, hâl ve hatırlarını sorar. Onlar, kâfirlerin kendilerine çok zulüm ve işkence yaptıklarım, fakat buna sabrederek Allah'a ibadet ettiklerini, hurma yaprağından çanta yapıp sattıklarını, ihtiyaçlarından fazlasını Allah rızası için tasadduk ettiklerini söylerler. Salih (aleyhisselâm), bu iki kardeşi de dinledikten sonra -Allah'a şükürler olsun ki, kafirlerin zulmüne sabreden salih kullarını bana gösterdi» der ve geri döner, tekrar kavminin yanına gelir. Salih (aleyhisselâm) memleketine geldiği gün kavminin bayram günüdür, onlar hep birlikte bayram yerine çıkmışlardı, Salih (aleyhisselâm) dönüşlerini bekler, döndükleri zaman kendilerini tekrar imana davet eder. Onlar Salih (aleyhisselâm)'den peygamber olduğuna dair mucize isterler ve şöyle derler: “Ey Salih, sen eğer peygamber isen, şu kayadan bize bir deve çıkar, görelim, ondan sonra senin peygamber olduğuna inanırız.» Kayadan devenin çıkmayacağını onlar da biliyorlardı. Peygamberi güç durumda bırakmak için en zor şeyi istiyorlardı. Akıllarınca peygamberi güç durumda bırakıp, mahcup edeceklerdi. Allah hiç peygamberini mahcup eder mi? Asla etmez. Bunun üzerine Salih (aleyhisselâm), Rabbine dua ve niyaz eder, Allahü teâlâ da duasını kabul eder, kaya yarılır içinden on aylık yüklü güzel bir deve çıkar. Herkes şaşakalır. Salih (aleyhisselâm) kavmine «Ey kavmim, bu, Allah'ın devesidir. Size alâmet ve ibret olmak için kudretiyle kayadan çıkardı. Sakın ona dokunmayın, kendi haline bırakın Allah'ın arzında otlasın. Eğer ona bir zarar verir veya öldürürseniz pek yakın bir azaba uğrar helak olursunuz» der. Çok geçmeden deve yavrular, yavrusu da yanında otlamaya başlar.

Salih (aleyhisselâm)'in kavminin bulunduğu beldede sadece bir kaynak suyu bulunuyor, hem halk, hem de deve bu sudan içiyordu, fakat bozguncular devenin bu sudan içmesini ve otlaklarda otlanmasını hazmedemiyorlardı.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Salih (aleyhisselâm)'in kavmi devenin aynı sudan sulanmasını istemeyince, onlarla bir anlaşma yaparak o sudan bir gün halkın, bir gün de devenin içmesi kararlaştırılmıştır. Halkın sudan istifade ettiği gün deve suya yaklaşmıyor, devenin sulandığı gün de halk suya yaklaşmıyordu. Günler böyle devam edip gidiyordu. Fakat şehirde dokuz tane bozguncu vardı, bunların işi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktı. Bunların elebaşıları ise Kazer ibn Salih ve Misdağ ibn Dühre idi. Yine bunlar gibi bozguncu, fakat çok zengin bir de kadın vardı ki, koyunları etrafı sarmıştı. Çevrede devenin otlamasını istemiyordu. Onu öldürmek için çareler arıyordu, bulmuştu, onu öldürenle evleneceğini vaadetmişti. Bunu duyan mezkûr zorbalar, deven)n su yolunu keserler, suya giderken öldürmeyi plânlarlar. Zorbaların elebaşısı Misdağ ok ile deveyi arka ayağından yaralar, Kâzer de kılıç ile diğer ayaklarını keser, yere yuvarlar. Daha sonra devenin başını keserler, etini bütün köye dağıtırlar. Kavmi, Salih (aleyhisselâm)'in nasihatini dinlemeyerek deveyi öldürürler. Salih (aleyhisselâm) kavmine “Eğer bu deveye bir kötülük yapar veya öldürürseniz pek yakın bir azaba uğrarsınız» demişti.

65

«Derken, onu, ayaklarını keserek öldürdüler. Bunun üzerine (salih) dedi ki: "Memleketinizde üç gün daha yaşayın. Bu yalanlanmayacak bir özürdür",»

66

«Emrimiz gelince Salih'i ve beraberindeki mü’minleri tarafımızdan bir rahmet eseri olarak azabtan ve o günün rüsvaylığmdan kurtardık. Şüphesiz ki senin Rabbin. O, çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.»

Salih (aleyhisselâm)'in kavmi, devenin ayaklarını keserek öldürmüşlerdi. Halbuki Salih (aleyhisselâm) onlara, deveye dokunmamalarını, bu devenin Allah’ın devesi olduğunu, dokundukları veya öldürdükleri takdirde azabın kendilerine yakın olduğunu bildirmişti. Onlar Salih'i dinlemeyerek deveyi öldürmüşlerdi. Kavmi deveyi öldürdükten sonra Salih (aleyhisselâm) onlara «Yurtlarınızda üç gün daha bekleyin, üç gün sonra Allah'ın azabı üzerinize gelecektir, bu, Allah'ın vaadidir, mutlaka vuku bulacaktır- demiştir. Kavmi, «Haber verdiğin azabın alâmeti nedir? Bize bildir- demirlerdi. Salih (aleyhisselâm) de «Birinci gün yüzünüz sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü günde kararacak, dördüncü günde Allah'ın azabı gelip sizi helak edecektir» der ve aralarından ayrılır. «Bizim azabımız onlara geldiği zaman Salih'i ve beraberindeki mü’minleri tarafımızdan bir rahmet eseri olarak azabtan ve günün rüsvaylığmdan kurtardık. Yüce Allah, Salih (aleyhisselâm) ile beraberindeki mü’minleri azabtan kurtarmış, kavminden olup da iman etmeyenleri ise helak etmişştir. Onların helak oluşu küfür ve zulümlerinden dolayıdır.

67

«Zulmedenleri bir çığlık tuttu, oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.»

68

«Sanki orda hiç yaşamamışlardı, fiilin ki, Semûd kavmi Rablerini inkâr etmişlerdi. Ve yine bilin ki, Semûd kavmi Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.»

Salih (aleyhisselâm)'in kavmi Semûd'a, Cebrail korkunç bir çığlık atınca, oldukları yerde diz üstü çöküp can verdiler. Orada sanki kimse yaşamamış gibi oldu. Bilin ki, Semûd kavmi, Rablerini inkâr ettikleri için helak oldular ve böylece ilâhi rahmetten uzaklaştılar. Ey iman etmeyenler, eğer siz de iman etmez küfürde direnirseniz, Semûd kavmi gibi helak olur, Allah'ın rahmetinden uzaklaşırsınız.

69

«Yemin olsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip "Selam" dediler. O da "Selâm" dedi ve eğlenmeden gidip onlara kızarmış bir buzağı getirdi.»

Bu âyet-i celîlenin kıssası şudur: Sodom adında mahsûlü bol bir şehir vardı. Meyve ve hasad zamanı çevre köylerin fakirleri oraya gelip arta kalan meyveleri toplarlar, ihtiyaçlarını giderirlerdi. Şeytan, o şehir halkının ahlakını bozmak için çok yakışıklı bir oğlan kılığına girer, onların bağlarına gelir, erkekleri kendisi ile görüşmeye davet eder. Erkekler de bu daveti kabul ederler hem onunla, hem de kendi aralarında livâtaya başlarlar. Böylece livâta erkekler arasında yayılır. Hem o kadar yayılır ki, kadınlarını bile ) terk ederler. Onlarla görüşmez olurlar. Şeytan boş durmaz, bu defa kadınlara gelir «Kocalarınız sizi terk etti, siz de nefsinizi birbirinizle tatmin edin» der. Kadınlar da kendi aralarında nefislerini tatmin etmeye başlarlar. Livâta ve ahlâksızlık tam manâsıyla alır yürür. Allahü teâlâ, onları imana davet etmek ve ahlâksızlıktan vazgeçirmek için Lût (aleyhisselâm)'u gönderir. Lüt (aleyhisselâm) kavmini imana davet eder ve ahlâksızlıktan vazgeçirmeye çalışır, fakat onlar iman etmedikleri gibi ahlâksızlıklarını daha da artırırlar. Peygamberlerine asî olurlar. Yüce Allah da onları helak etmek için Cebrail ile beraber on melek gönderir. Melekler yakışıklı delikanlı kılığına girerler, önce Hazret-i İbrahim'in yanına gelirler, selâm verip yanında dururlar. İbrahim (aleyhisselâm) selâmı alır, yabancı olduklarını anlar, kendilerine derhal bir sofra hazırlar. Sofrada kızarmış semiz bir buzağı bulunmaktadır. Onlar yemezler, çünkü melekler nûranî varlıklardır, yemekten - içmekten - erkeklik ve dişilikten müstağnidirler. Bazılarına göre Hazret-i ibrahim'in yanına gelenler Cebrail, Mikâil ve İsrafil'dir. İbrahim (aleyhisselâm) onların yememesinden korkar, kuşkulanır.

70

«Ellerinin ona uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar- "Korkma, biz Lût kavmine gönderildik" dediler.»

İbrahim (aleyhisselâm) misafirlerinin yemediğini görünce, onlardan şüphelenir ve içine bir korku düşer. Melek olduklarını bilmediği için eşkıya sanır ve korkar. O zamanın âdetine göre, yapılan ikram geri çevrilirse hayra alâmet değildi, ikramı geri çevirenlerin, ikramda bulunana bir kötülük yapacağına işaretti. Melekler, İbrahim (aleyhisselâm)'in endişelendiğini anlayınca «Yâ İbrahim, bizden korkma, biz Lût kavmini helak etmek için gönderildik» derler. Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm)'in endişesi zail olur.

Bazıları da şöyle demişlerdir: Melekler, İbrahim (aleyhisselâm)'in sofrasına uzanmazlar, o da «neden yemediklerini» sorar. Onlar «Biz ücretini vermediğimiz bir şeyi yemeyiz» derler. Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) «Benim yemeğin ücreti, başlarken bismillâhi, bittikten sonra da elhamdülillâhi demektir' der. Hazret-i İbrahim'in bu sözünü işiten Cebrail ile Mikâil «İşte böyle bir kul Allahü teâlâ'nın dostluğuna lâyıktır» derler. Bundan sonra kendilerini tanıtırlar, niçin gel diklerini söylerler ve İbrahim (aleyhisselâm) 'i, Hazret-i İshak ile müjdelerler. Bu müjdeyi işiten Sâre anamız gülmeye başlar.

71

«Karısı ayakta idi. Bunun üzerine güldü. Biz de ona İshak'ı ve İshak'ın ardından Ya'kub'u müjdeledik.»

72

«"Vay başıma gelenler, kendim bir kocakarı, şu erim de bir ihtiyar iken ben mi doğuracakmışım? Bu, cidden pek şaşılacak bir şey" dedi.»

Melekler, İbrahim (aleyhisselâm)'e İshak (aleyhisselâm)'in müjdesini verince hanımı Sâre anamız gülmeye başlar ve şöyle der: «Vay başıma gelenler, ben bir kocakarıyım, gençliğimde çocuğum olmadı da bu yaşta mı olacak? Hem beyim de çok yaşlı, yaşlı insanların nasıl çocuğu olur? Bu, şaşılacak bir şey. «Melekler, İbrahim (aleyhisselâm)'e bu müjdeyi verdiği zaman İbrahim (aleyhisselâm) doksan dokuz, Sâre anamız ise doksan sekiz yaşında idi. Malûmdur ki bu yaştaki insanların çocuğu olmaz, fakat Yüce Mevlâ takdir etti mi, O'nun kudretinin de önüne geçilmez. O, her şeye kadirdir,» dedi mi, olur. Sâre anamız, bu yaşta çocuğu olacağına şaşmıştı, melekler onun şaşkınlığına şu cevabı vermişlerdi: «Sen, Allah'ın emrine mi şaşıyorsun?»

73

«Allah'ın işine mi şaşıyorsun ey evin kadını? Allah'ın rahmeti, bereketleri sizin üzerinizedir. Şüphe yok ki, O, asıl hamde lâyık, hayr-ı ihsanı çok olandır, dediler.»

74

«Vaktaki İbrahim'den o korku gitti, kendisine bir de müjde geldi. Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti.»

75

«Çünkü İbrahim, cidden yumuşak huylu, çok içli ve kendisini Allah'a vermiş bir kimseydi.»

Melekler, Sâre anamızın şaşkınlığını görünce «Allah'ın işine mi şaşıyorsun ey evin hanımı? Halbuki Allah'ın rahmeti, bereketleri sizin üzerinizedir. Yüce Allah peygamberlerin çoğunu sizin soyunuzdan getirecektir. Şüphe yok ki, O, asıl hamde lâyık, hayrı ihsanı çok olandır» derler.

İmam-ı Süddi (radıyallahü anh) şöyle rivayet eder: Sâre anamızın tereddüdünü izale için Cebrail yerden kuru bir odun parçası alır, elinde tamamen ufaltır, yere atar. O, odun parçaları yemyeşil fidan olurlar. Sâre anamız bunu görür ve «Allah'dan başkası bunu bitirmeye kadir değildir. Kuruyu ancak O yeşertir, yaşı da kurutur, bunları yapmaktan aciz değildir» der. Melekler, kendilerini İbrahim (aleyhisselâm)'e tanıtıp, Ishak (aleyhisselâm)'ı da müjdeleyince korkusu gider, gönlü ferahlar. Bu defa Lût (aleyhisselâm)'un kavmi için şefaat diler ve onları helak etmemeleri için meleklerle tartışmaya girer. Çünkü Lût (aleyhisselâm), İbrahim (aleyhisselâm)'in dayısının oğludur ve Sâre anamızın da kardeşidir. Onlar Lût (aleyhisselâm)'un kavminin helak olacağını duyunca çok üzülürler. Çünkü İbrahim (aleyhisselâm), yumuşak huylu, çok içli ve kendisini Allah'a vermiş bir kimsedir. O, gece-gündüz Allah'ı zikreder, gözyaşı döker, kalbi yanar, daima tevbe-i istiğfar eder, sehâvet sahibidir, herkese izzet-ü ikramda bulunur, yumuşak huyludur. Kendisini Allah'a adamıştır, her an şükran-ı nimette bulunur. Bu özelliklerden dolayı Yüce Mevlâ'nın dostluğunu kazanmıştır. Allahü teâlâ onun için şöyle buyuruyor: «Çünkü ibrahim, cidden yumuşak huylu ;ok içli ve kendisini Allah'a vermiş bir kimseydi.» Bu özellikleri taşıyanlar, Hazret-i İbrahim gibi Allahü teâlâ'nın dostluğunu kazanırlar.

76

«Ey İbrahim, bundan vazgeç. Zira Rabbinin fermam gelmiştir, onlara muhakkak geri çevrilmeyecek bir azab gelmektedir.»

İbrahim (aleyhisselâm) şefkat ve merhametinden dolayı Lût (aleyhisselâm)'un kavmini helak etmemeleri için meleklerle mücâdele eder. Cebrail de ona 'Ey İbrahim, bundan vazgeç. Zira Rabbinin fermanı gelmiştir. Onlar öyle kavimdirler ki, muhakkak üzerlerine geri çevrilmeyecek bir azab gelecektir» der. Cebrail, İbrahim (aleyhisselâm) ile böyle konuştuktan sonra yanından ayrılır Lût (aleyhisselâm)'un bulunduğu beldeye giderler. Şehrin kenarında birkaç kızm kuyudan su aldıklarını görürler. Bu kızların iki tanesi Lût (aleyhisselâm)'un kızıdır. Kızlar, bun lara kim olduklarını ve nereye gittiklerini sorarlar. Cebrail de misafir olarak bu şehre geldiklerini söyler. Kızlar, üzülerek şehir halkının çok ahlâksız olduğunu, çirkin işler yaptıklarını söylerler. Bunun üzerine Cebrail, yanında misafir kalacakları temiz bir aile sorar. Kızlar, temiz ailenin Hazret-i Lût olduğunu, ondan başka şehirde temiz aile bulunmadığını söylerler. Cebrail ve beraberindekiler Lût (aleyhisselâm)'un yanına gelirler. Lût (aleyhisselâm) onlan görünce endişeye düşer, çok sıkılır.

77

«Elçilerimiz Lüt'a gelince, onların gelmelerinden endişeye düştü. Çok sıkıldı ve "İşte çok çetin bir gün" dedi.»

Melekler Lût (aleyhisselâm)'un yanına gelince, kavminin onlara bir kötülük yapmasından korkmuş ve sıkılmıştı. Çünkü o, misafirlerinin melek olduğunu bilmiyordu. Hanımına da misafirleri olduğunu kimseye söylememesini tembihlemişti. Fakat hanımı, onu dinlemeyerek herkese söylemişti. Zira o, kâfirlerdendi. Lût (aleyhisselâm)'un evinde misafir olduğunu duyanlar koşarak oraya gelmişti.

78

«Kavmi, ona koşa koşa geldiler. Onlar daha evvelden kötülükleri işlemeye alışmış kimselerdi. "Ey kavmim, işte kızlarım, bunlar, sizin için daha temizdir. Allah'dan korkun da misafirlerimin içinde beni küçük düşürmeyin. İçinizde aklı başında bir adam da yok mu sizin" dedi.»

Kavmi, Lût (aleyhisselâm)'a misafir geldiğini duyunca koşarak evine gelirler, Lût (aleyhisselâm) onların geldiğini görünce, misafirlere bir kötülükleri dokunmasın diye kapıyı kapar. Çünkü Lût (aleyhisselâm) onlara peygamber olarak gönderilmeden önce ve peygamber olarak geldikten sonra da bütün işleri livâta ve Allah'a şirk koşmaktı. Kavminin çok ahlâksız olduğunu bilen Lût (aleyhisselâm) misafirlere bir kötülük yapacaklarından korkar, misafirlerini korumak için onlara cazip teklifte bulunur ve şöyle der: «Ey kavmim, işte kızlarım, dilerseniz onları sizinle evlendiririm. Bu sizin için livâta yapmaktan daha hayırlı ve daha temizdir. Livâta yapmaktan Allah'dan korkun, misafirlerim içinde beni küçük düşürmeyin. Bu işlerden sizi alıkoyacak içinizde aklı başında bir adam yok mu» der. Kavmi, Lût (aleyhisselâm)'u dinlemez, eve girmeye zorlarlar ve Ey Lût, senin kızlarında bir hakkımız olmadığını bilirsiniz, bizim ne istediğimiz de sana ma'lûmdur' derler. Said ibn Cübeyr (radıyallahü anh)'e göre, bunlar kendi kızları olmayıp, kavminin kızlarıdır. Onları kendine nisbet etmesi peygamberler ümmetlerinin manevî babası olmasındandır. Lût (aleyhisselâm)'un kendi kızı sadece iki tane idi.

79

«Dediler ki, senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun, bizim ne istediğimizi de bilirsin.»

Kavmi, Lût (aleyhisselâm)'un nasihatini dinlemezler, çirkin işlerini yapmak için eve girmeye çalışırlar ve şöyle derler: «Ey Lût, senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Bizim eşlerimiz var, kadına ihtiyacımız yok. Bizim ne istediğimizi sen biliyorsun. Bizim asıl istediğimiz misafirlerindir» derler. Onların bu arzulan Lût (aleyhisselâm)'u kızdırır ve «Keşke size yetecek kuvvetim olsaydı» der.

80

«Keşke size yetecek bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir yere sığınsaydım, dedi.»

Lût (aleyhisselâm), zorba kavmine söz geçiremeyince, onlara şöyle der: -Keşke size karşı gelecek oğullarım veya beni destekleyecek akrabam olsaydı da, sizi bu işten men etseydi.» Lût (aleyhisselâm) kapıyı açmayınca kavmi zorlar, kapıyı kırarlar, evin içine girerler. Cebrail de kanadı ile hepsinin yüzüne vurur ve gözlerini kör eder. Gözlen kör olanlar «Ey Lût, bize sihir yaptın, gözlerimizi kör ettin. Şayet iyi olursak seni nasıl yok edeceğimizi görürsün.» derler. Lût (aleyhisselâm) kavminin tehdidinden korkar. O esnada Cebrail kim olduklarını söyler ve şöyle der: «Ey Lüt, onlar sana kat'iyen dokunmazlar.»

81

«Ey Lût, emin ol, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kat'iyen dokunamazlar. Sen hemen gecenin bir kısmında ailenle yola çık. İçinizden hiçbiri geri kalmasın. Yalnız karın müstesna. Doğrusu onların başına gelen onun basına da gelecektir. Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi? dediler.»

Lût (aleyhisselâm) kavminin tehdidinden endişelenince «Ey Lût, onlardan korkma, emin ol, biz Rabbinin elçileriyiz ve onları helak etmek için gönderildik. Onların sana kötülük yapmaya güçleri- yetmez. Sen aile efradınla geceleyin yola çık, karından başkasını bırakma. Onların başına gelen onun başına da gelecektir» denilir. Lût (aleyhisselâm)un bulunduğu şehir müstahkem bir şehir olup, kapıları kapalıdır. Lût, kapıların kapalı olduğunu ve şehirden çıkmalarının mümkün olmadığını söyler. Cebrail, Lût (aleyhisselâm)'u ve beraberindekileri alır ve Züayr denen kasabaya getirir. Bu kasaba Lût (aleyhisselâm)'un beş kasabasından biridir. Halkı Sodom kasabasının halkı gibi livâtacı ve küfür ehli değildi. Lût (aleyhisselâm) Sodom şehrinden çıkınca Cebrail'den hemen orayı helak etmesini ister. Cebrail de, onların helak olma zamanının sabah vakti olduğunu söyler ve şöyle der «Sabah yakın değil mi?» Sabah olunca Cebrail, Lût'un beş şehrinden dördünü helak eder. Böylece isyancılar lâyık oldukları cezayı görürler.

82

«Vaktaki emrimiz gelince, onların altını üstüne getirdik. Rabbinin katında işaretlenmiş yığın yığın sert taş yağdırdık üzerlerine.»

83

«Bunlar zâlimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır.»

Allahü teâlâ'nın Lût kavmine vaadettiği azab vakti gelince, Cebrail bulundukları yerin altını üstüne getirmiş ve ürerlerine Allah katında damgalanmış sert taş yağmıştır. Çünkü onların fiillerinin cezası bu idi. Yüce Allah her topluma lâyık oldukları cezayı verir, ondan fazlasını vermez. Allah'ın azabı zâlimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Vaktaki emrimiz gelince onların altını üstüne getirdik. Rabbinin katında işaretlenmiş yığın yığın sert taş yağdırdık üzerlerins. Bunlar zâlimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır.»

İmam-ı Mukatil (radıyallahü anh)'e göre, altı üstüne getirilen dört şehrin dışında kalanların üzerine taş yağmıştır. Gökten yağan taşlar siyah, beyaz, kırmızı olup, üzerlerinde öldürecek oldukları kimselerin isimleri yazılıdır, Allahü teâlâ azabı mutlak zikretti, iman etmeyenler ve zulmedenler, Lüt (aleyhisselâm)'un kavmi gibi ilâhî azaba mutlaka uğrayacaklardır. Bunda kimsenin şüphesi olmasın. Lût kavmi ile ilgili husus A'raf sûresinin sekseninci âyetinde de geçmiştir. Bundan sonra Allahü teâlâ, Şuayb (aleyhisselâm)'ın kavmi Medyen halkından bahsetmiştir.

84

«Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı yolladık. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü, tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Şüphesiz ki, ben bir gün hepinizi çepeçevre kuşatıcı bir azabtan korkuyorum.»

Yüce Allah, Şuayb (aleyhisselâm)'ı da Medyen halkına peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka sizin hiçbir Rabbiniz ve ilâhınız yoktur, ölçü ve tartılarınızı tam yapın, alış-verişinizde hile yapmayın. Ben sizi refah, bolluk ve iyi bir halde görüyorum. Allah size bütün nimetleri ihsan etmiştir. Eğer siz Allah'a kulluk etmez, O'ndan başka ilâh edinir, ölçü ve tartılarınızda hile yaparsanız bir gün hepinizi çepeçevre azabın kuşatacağından korkarım' demişti. Yüce Allah, ölçü ve tartıda hile yapanların bulundukları beldenin bereketini kaldırır, halkını sıkıntıya düşürür, aralarındaki itimat kalkar, halk fakirleşir, hile yapanlar tarumar olur.

85

«Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı hakkıyla yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksik vermeyin. Yeryüzünde bozguncular olarak fenalık yapmayın.»

86

«Eğer iman ediyorsanız Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinizde bir bekçi de değilim.»

Şuayb (aleyhisselâm) kavminin hastalığını biliyordu. Onların hastalığı ölçü ve tartılarını noksan yapmaktı. Kavmine peygamber olarak gönderilince, onları önce Allah'a imana ve ibadete davet etmiş, sonra en büyük hastalıkları olan ölçü ve tartılarını tam yapmalarını tavsiye etmiş ve şöyle demiştir: «Ey kavmim, Ölçüyü ve tartıyı hakkıyla yerine getirin, İnsanların eşyalarını eksik vermeyin. Şayet ölçü ve tartılarınızı eksik yaparsanız Allah'ın emrine isyan edip, nefsinize zulmetmiş olursunuz. Hiç şüphe yok ki, kendilerine yazık edenler ilâhî azaba uğrayacaklardır. Halbuki tartı ve ölçülerinizde adaletli olmanız, sizin için daha hayırlıdır, daha bereketlidir. Hem yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer iman ediyorsanız Allah'ın bıraktığı kâr size yeter. Hakkınıza razı olun, başkalarının hakkını gasbetmeyin. Yoksa ben sizi Allah'ın azabından koruyamam. Sizi hidâyete de erdiremem. Sizi hidâyete ancak Allah erdirir.»

Said ibn Cebir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bulunduğun yerde ölçü ve tartı tam ise orada kal, şayet ölçü ve tartı tam değil ise ordan ayrıl Zira ölçü ve tartının tam olmadığı yerlerde kıtlık, yokluk, hastalık çoğalır, huzur bozulur.

87

«Dediler ki: "Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeylerden, yahud mallarımızdan ne dilersek onu yapmamızdan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Çünkü sen, aklı başında yumuşak huylu birisin.»

Şuayb (aleyhisselâm) kavmini Allah'a imana, ibadete ve doğruluğa davet edince, kendilerine ağır gelir ve şöyle derler: «Ey Şuayb, bizim atalarımızın dininden dönmemizi, mallarımızda istediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor? Biz atalarımızın taptığına tapıyor ve mallarımızla da istediğimizi yapıyoruz. Biz ölçü ve tartılarımızı da eksik yapmıyoruz, tam yapıyoruz. Sen cahil ve beyinsiz birisin ki, bizim mallarımıza karışıyorsun.» Şuayb (aleyhisselâm) çok namaz kıldığı için, akıllarınca onun namazıyla alay ediyorlardı. Halbuki alay edilmesi gereken kendileriydi. Onların Şuayb (aleyhisselâm)'a «Halimsin, reşîdsin» demeleri de istihzadır. Onların ölçü ve tartılarındaki hataları, eksik tartıp, ölçmeleri kendilerine normal geliyordu. Yaptıklarından çok memnun idiler. Halbuki Yüce Allah beşerî nizamın te'sisini ve toplumların sağlam temeller üzerine oturmasını emrediyordu. Bu yüzden beşerin yapısına en uygun olanı emretmiş, olmayanı da yasaklamıştı. Peygamberlerin gönderiliş sebebi de budur. Eğer bir toplum sağlam temeller üzerine oturmazsa, o toplumun yıkılması mukadderdir. İşte bundan önceki ümmetlerin, kavimlerin yok oluş sebebi de budur. Onlar, peygamberlerinin nasihatlerini dinlememişler ve Allah'ın emrine itaat etmemişler, bilâkis yüz çevirmişlerdir. Bunun neticesi olarak da helak olmuşlardır. Dikkat edilirse, peygamberlerin nasihatini dinleyenler ve Allahü teâlâ'nın gösterdiği yoldan gidenler helak olmaktan kurtulmuşlardır.

Kavmi, Şuayb (aleyhisselâm)'in peygamberliğinde tereddüt edince, onların tereddüdünü gidermek için şöyle demiştir.

88

«Ey kavmim, ben Rabbimden apaçık bir delil üzereysem ve O, bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemiyorum. Gücüm yettiği kadar ıslâh etmekten başka bir isteğim yoktur. Benim muvaffakiyetim ancak Allah'ın yardımı iledir. Ben yalnız O'na güvenip dayandım ve yalnız O'na dönerim.»

Câhil ve beyinsiz güruh, Şuayb (aleyhisselâm) hakkında hayâsızca konuşunca onlara şöyle der: «Ey kavmim, ben Rabbimden apaçık bir deliî üzereysem buna ne dersiniz? O, bana nübüvvet, rahmet ve risalet verip doğru yola hidâyet etti. Bana bol bol rızık verdi, bunları bırakıp da sizin gibi sapıklığa mı dalayım?. Ben sizi sadece Allah'ın yasaklamış olduğu şeylerden men ediyorum. Benim yasaklamış olduğum şey sizi helake götürecek olan şeylerdir. Kendim için hoş gördüğümü, sizin için de hoş görüyorum. Yapmadığım şeyleri sizin de yapmanızı istemiyorum. Fakat siz anlamıyorsunuz. Sonra buna mukabil de sizden bir şey istemiyorum. Gücüm yettiği nisbette sizi Allah'ın yasaklarından men etmeye çalışacağım. Benîm muvaffakiyetim ancak Allah'ın yardımıyladır. Ben, O'ndan başkasına güvenmem, yalnız O'na güvenip dayandım. O'ndan başkasına itaat etmem ve de dönmem.» Bundan sonra kavmine şöyle hitap eder.

89

«Ey kavmim, bana olan düşmanlığınız, Nuh kavminin, yâ Hüd kavminin, yâhud Salih kavminin başına gelen felâketin benzerini sakın başınıza getirmesin. Lût kavmi de sizden pek uzak değildir.»

90

«Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra O'na tevbe ile rücu' edin. Çünkü Rabbim çok esirgeyendir, çok sevendir.»

Kavmi, Şuayb (aleyhisselâm)'ın davetini kabul etmezler, üstelik düşman olurlar, O da, şefkat ve merhametinden dolayı onlara şöyle der: «Ey kavmim, bana olan düşmanlığınız, Nûh kavminin, Hûd kavminin veya Salih kavminin başına gelen felâketin benzerini başınıza getirmesin. İnadı bırakın, şirkten ve küfürden vazgeçin, Allah'a iman «din, ölçü ve tartıları tam yapın. Eğer bunları unuttunuzsa, Lût kavminin başına gelen felâketi hatırlayın, Lût kavmi size uzak değil ya?. Onlar peygamberlerine isyan edip, Allah'a şirk koştukları için helak olmuşlardır. Şayet siz de, onların yaptığı gibi yaparsanız aynı akıbete uğrarsınız. Ey kavmim, Rabbinizden af dileyin. Sonra yaptıklarınızdan pişman olup O'na tevbe ile dönün. Şayet sız Rahibinize tevbe ile dönerseniz, Rabbim çok esirgeyendir, çok sevendir O, tevbe eden kullarını sever, günahlarını bağışlar. Bunun üzerine kavmi şöyle der.

91

«Dediler ki: "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda zayıf görüyoruz. Taraftarların olmasaydı seni taşla öldürürdük. Esasen sen bizim yanımızda şerefli kimse de değilsin.»

Şuayb (aleyhisselâm) kavmini imana, ibadete, doğruluğa davet edip geçmiş ümmetlerin helak oluş sebeblerini söyleyince, kendileri anlamamazlıktan gelip şöyle derler: -Ey Şuayb, senin söylediklerinin çoğunu biz anlamıyoruz. Sen, bizi Allah'ın birliğine davet edip, tartı ve ölçülerimizi tam yapmamızı söylüyorsun. Senin bizi alıkoymak istediğin şeylerin hepsi atalarımızın yaptığı şeylerdir. Biz atalarımızın yolundan asla ayrılmayız. Hem sen aramızda şerefli birisi de değilsin, zayıfsın. Bizim ileri gelenlerimizden hiçbiri sana tâbi olmadı ve olmak da istemiyorlar. Şayet akraban karşımıza çıkmasaydı veya hatırlı birileri olmasalardı seni taşla öldürürdük. Fakat seni öldürmek bize düşmez, çünkü sen ileri gelen birisi değilsin, ancak akrabana düşer.» Onların zamanında suç işleyenler taşla öldürülürlerdi. Bunun üzerine Şuayb, kavmine şöyle der.

92

«Ey kavmim, benim taraftarlarım size göre Allah'tan daha mı şerefli ki, O'na sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır, der.»

Şuayb (aleyhisselâm)’ın kavmi güçlü, kuvvetli olmalarıyla övünmüşlerdir. Kendilerini üstün gören kavmi, Şuayb (aleyhisselâm)'ı da hakir görmüşler ve «Akraban karşımıza dikilmeseydi seni taşla öldürürdük» demişlerdir. Şuayb (aleyhisselâm) da, kavminin cahilane sözlerine şu cevabı vermiştir: «Ey kavmim, benim taraftarlarım size göre Allah'tan daha mı şerefli ki, O'na sırt çevirdiniz? Emirlerine itaat edip, ibadet etmediniz. Benim taraftarlarım Allah'dan daha mı üstün, yoksa onların azabı Allah'ın azabından daha mı şiddetli ki, taraftarlarımdan korkuyorsunuz da, Allah'dan korkmuyorsunuz? Hiç şüphesiz Rabbim yaptıklarınızı görüyor. Çünkü O'nun bilgisi her şeyi ihata etmiştir. Ona göre kıyamet günü mükâfatınızı ve mücâzatınızı verecektir.. Şuayb (aleyhisselâm) bundan sonra kavmine şöyle hitap eder.

93

«Ey kavmim, elinizden geleni yapın, ben de yapacağım. Yakında kendisini rüsvay edecek bir azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu bileceksiniz. Gözleyin, ben de sizinle beraber gözleyiciyim.»

Kavmi, kendilerine yapılan bunca nasihati dinlemeyince, Şuayb (aleyhisselâm) onların tehdidine aldırmayarak şöyle diyor: «Ey kavmim, bana elinizden geleni yapın, elinizden gelen hiçbir şeyi geri bırakmayın. Ben de elimden geleni yapacağım. Yakında rüsvay edici bir azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Allah'ın azabının kime geleceğini bekleyin, ben de sizinle beraber bekliyorum. Bakalım bu işten hangimiz kârlı çıkacaktır.» Şuayb (aleyhisselâm), artık kavminin iman etmesinden ümidini kesmişti. Kendilerine yapılan bunca nasihate hiç kulak vermemişler, zulümlerini artırdıkça artırmışlardı. Kendilerini helak edecek olan azabın gölgesi üzerlerine düşmüştü. Şuayb (aleyhisselâm) da bundan korkuyordu. Onun için Elinizden geleni yapın» demişti. Nitekim çok geçmeden ilâhî azab kendilerini helak etmiştir.

94

«Emrimiz gelince Şuayb'ı ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.»

Şuayb (aleyhisselâm)’ın kavmine ilâhî azab gelince, Yüce Allah, Şuayb (aleyhisselâm) ile beraberindeki iman edenleri kurtarmış ve zulmedenleri de korkunç bir ses ile helak etmiştir. Şuayb (aleyhisselâm)’ın kavmi başlarına büyük bir azabm geleceğini anlayınca, şehri terk etmişler ve çevredeki meyve ağaçlarının altına gizlenmişlerdi. Onlar şehirden kaçmakla kurtulacaklarını sanmışlardı. Gittikleri her yerin Allah'ın mülkü olduğunu unutmuşlardı. Halbuki her yer Allah'ındır, O'nun mülkünden dışarı çıkmak mümkün değildir. Onlar meyve ağaçlarının altında gizlenmekte iken gökten üzerlerine siyah bulut inip, hepsini kaplar, korkudan yürekleri yerinden oynar, tam o sırada Cebrail korkunç bir çığlık atar, hepsi oldukları yere dizüstü çöküp helak olurlar. Böylece zulmedenler cezalarını bulurlar.

95

«Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semûd kavmi gibi Medyen halkı da Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.»

Allahü teâlâ, Şuayb (aleyhisselâm)’ın kavmi Medyen halkını öyle helak etmiştir ki, sanki onların yerinde daha önce hiç kimse yaşamamış gibi olmuştu. Meskenleri yıkılmış, bağ-bahçeleri tarumar olmuş, taş üzerinde taş kalmamıştı. Onlar da Semûd kavmi gibi, Allah'ın rahmetinden uzak kalmışlardır. Yüce Allah azab olunan kavimlerin ikisini bir azab ile helak etmemiştir. Yalnız Salih (aleyhisselâm)'in kavmi ile Şuayb (aleyhisselâm)'ın kavmi Cebrail'in sayhasıyla helak olmuşlardır. Yukarda da ifade edildiği gibi Allahü teâlâ her topluma lâyık oldukları azabı vermiştir. Bundan sonraki âyetlerde Hazret-i Musa'dan bahsedilmektedir.

96

«Yemin olsun ki, Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık burhanlarımızla»

97

«Firavun’a ve erkânına gönderdik. Yine onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri hiç de doğru değildi.»

98

«O, kıyamet gününde kavmine öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir onların gittikleri yer.»

Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'yı da apaçık âyetlerle Firavun ve erkânına göndermiştir. Hazret-i Musa, Firavun ve erkânını imana davet etmiş, Firavun bu daveti kabul etmeyerek, kendisinin ilâh olduğunu ilân etmiştir. Kavmini de Hazret-i Musa'ya iman etmekten men etmiş, kendisine tâbi olmalarını istemiştir. Kavmi ise onun sözünü tutup, Musû (aleyhisselâm)'nın davetini kabul etmemişler ve Firavun'a tâbi olmuşlardır. Halbuki Firavun, onları Allah'ın birliğine imandan men ediyordu. Oysa Musa (aleyhisselâm), onları kurtuluşa, hidâyete ve Allah'ın rahmetine çağırıyor, Firavun ise felâkete, musibete ve zulme davet ediyordu. Onları dünyada felâkete götürdüğü gibi, âhirette de cehennem ateşine sürükleyecektir. Ne kötüdür, onların gittikleri yer. İşte onlar dünyada da, âhirette de Allah'ın lanetine uğramışlardır.

99

«Hem burada, hem de kıyamet gününde lanete uğratılırlar. Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer.»

Burada ibret alınması gereken bir husus var. Firavun ve adamları dünyada da, âhirette de Allah'ın lanetine uğradıkları gibi, iman etmeyenlerin hepsi de aynı gadaba uğrayacaklardır. Firavun ve avânesi dünyada boğularak, âhirette de cehennem azabında ebedî kalmak suretiyle lanete uğratılırlar. Bu, onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır.

100

«Bunlar o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.»

101

«Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahlar kendilerine bir fayda vermedi. Ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.»

Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'de geçmiş ümmetlerin kıssalarını ve yaşadıkları şehirlerin durumlarını Hazret-i Muhammed'e haber vermiştir. O şehirlerin bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı da yok olup gitmiştir. Peygamberimizin geçmiş peygamberlerden, ümmetlerinden ve yaşadıkları şehirlerden haber vermesi, onun nübüvvet ve risaletine delâlet etmektedir. O şehirlerin bir kısmından eser kalmamış, bü kısmı hâlâ ayaktadır. Ey insanlar, bunlardan ibret alarak Allah'a iman edin. Sizin de bir gün onlar gibi dünyadan göçeceğinizi unutmayın, İbret alınması gereken en büyük şey geçmiş insanların eserleridir. Onlar da bir zamanlar sizin gibi yeryüzünde hüküm Sürmüşlerdi, Fakat şimdi hâk ile yeksan olmuşlardır. Bir zamanlar onlardan da, kimi sultan, kimi kral, kimi padişah, kimi vezirdi, kimi de kendisini ilâh kabul ederek isyan etmişti. Şimd nerede onlar? Hepsi yok olup gitmiş, yaptıklarıyla başbaşa kalmışlardır. İçlerinden ancak iman edenler kurtulmuş, saadet tahtına oturmuşlardır. İman etmeyenler ise helak olup, yok olmuşlardır. Yüce Halik suçsuz yere hiç kimseyi helak etmemiş, onları kendilerine zulmettikleri için helak etmiştir. Allah'ın nimetlerinden istifade edip O'na eş koşmuşlar, peygamberlerini ve âyetlerini yalanlamışlardır. Bundan dolayı da Allah'ın azabına uğrayıp helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Onlara biz zulmetmedik. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince Allah'ı bırakıp da taptıkları ilâhlar kendilerine bir fayda vermedi. Ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.»

102

«İşte böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zâlim halkını yakaladığı zaman. O'nun yakalaması hem şiddetli, hem de acıklıdır.»

103

«Hiç şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün, bütün insanların toplanacağı gündür. O, hazır olacakları bir gündür.»

104

«Biz, o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz.»

105

«O gün gelince Allah'ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi şaki, kimisi de bahtiyardır.»

Allah'ın azabının nasıl ve ne surette geleceğini kimse bilmez. Yüce Allah sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, Rabbinin azabı şehirlerin zâlim halkını yakaladığı zaman işte böyledir. Bizim azabımız hem şiddetli, hem de acıklıdır.» Allahü teâlâ her topluma bir elçi göndermek suretiyle onları önce imana ve ibadete davet etmiştir, imandan yüz çevirenleri ise muayyen bir müddet sonra zulüm ve küfürlerinin cezası olarak helak etmiştir. O, kendisine şirk koşanların cezasını hemen vermez, belki iman ederler diye kendilerine bir müddet mühlet verir, cezalarını te'hir eder. Fakat azabı geldiği zaman da kurtulmalarına imkân yoktur. Kıyamet günü bütün mahlûkat mahşer yerine toplanırlar ve haklarında verilecek olan hükmü beklerler. İşte o zaman dünyada yaptıkları hayır da, şer de karşılarına çıkar. O gün Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz, başkasına şefaat edemez ve azabtan kurtulmak için bir özür de ileri süremez. Ancak Allahü teâlâ'nın izin verdikleri şefaatta bulunur. Ö gün insanlardan kimisi bedbaht, kimisi bahtiyardır. Bedbaht olanlar cehenneme, bahtiyar olanlar ise cennete sevk edilirler. Orası hesap yeridir. Herkes bu dünyada yaptığının karşılığım orada görecektir. Hiçbir amel karşılıksız kalmayacaktır.

106

«Bedbahtlar cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler..»

107

«Gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır.»

Allah'a iman etmeyenler, peygamberleri ve kitabları, cennet ve cehennemi, âhiret gününü inkâr edenler bedbahtlardır. Ahirette onların yeri ebedi cehennemdir. Onların orada azabları şiddetlendikçe yüksek sesle feryad ederler fakat bu feryisimleri kendilerine asla fayda vermez. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bedbahtlar cehennemdedirler, Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. Gökler ve yer durdukça orada ebedi kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır.»

108

«Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça Rabbinin dilediği müstesna olmak üzere onlar orada ebedi kalacaklardır. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur.»

Allah'a, peygamberlere, kitablara, âhiret gününe iman edenler, bahtiyar olanlardır. Onlar cennettedirler, bu, imanlarının mükâfatıdır. İman edenler Allah katında mükâfatlarını göreceklerdir. Onlar için ardı arası kesilmeyen bir lütuf vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bahtiyar olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça Rabbinin dilediği müstesna olmak üzere onlar orada ebedi kalacaklardır. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur.»

109

«Artık onların tapmakta oldukları şeylerden şüphen olmasın. Daha önce babalarının taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını (cezalarını) eksiksiz ödeyeceğiz.»

Hazret-i Muhmmed (sallallahü aleyhi ve sellem)e peygamberlik gelip, müşrikleri imana davet edince onlar, babalarının dini üzere olduklarını ve onların taptıklarına taptıklarını, dinlerinden dönmeyeceklerini söylerler. Peygamberimiz, onların durumuna çok üzülür. Hak dine dönmelerini arzu eder, fakat onlar yine puta tapmaya devam ederler. Yüce Allah, Peygamberine onların durumunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, Allahü teâlâ'nın puta tapanların cezasını vereceğinde hiç şüphen olmasın. Elbette onlar puta taptıklarının cezasını göreceklerdir. Ataları da puta taptıkları için cezalarını görmüşlerdi. Allah'a ortak koşanlar cezalarını göreceklerdir.» Görülüyor ki, Yüce Halik kullarının fiillerine göre mükâfat veya mücâzat veriyor. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.

110

«Yemin olsun ki, Musa'ya da kitabı verdik. Hakkında ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olsaydı aralarında hüküm verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve şüphe içindedirler.»

111

«Şüphesiz Rabbin, herkese amellerinin karşılığını tam olarak ödeyecektir. Çünkü O, yaptıklarına vâkıftır.»

Yüce Allah, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Kur'ân-ı Azîmüşşân'ı indirdiği gibi, ondan önce de Musa (aleyhisselâm)'ya Tevrat'ı indirmiştir. Onun kavmi de Tevrat'ın Allah kelâmı olduğunda ihtilâf etmişlerdir. İçlerinden kimi iman etmiş, kimi iman etmemiştir. Eğer biz inkâr edenlerin azabını te'hir etmeseydik, onları hemen helak ederdik. Doğrusu onlar bizim azabımızın kendilerine geleceğini ve âhiret gününün vuku' bulacağını inkâr ediyorlardı. Yâ Muhammed, eğer senin ümmetinden de azabı te'hir etmeseydik, onları da iman etmedikleri için derhal helak ederdik. Belki iman ederler diye azabı bir müddet te'hir ettik. Hiç şüphesiz Rabbin herkese amelinin karşılığını tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin onların yaptıklarından haberdardır. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli değildir.

112

«O halde sen, beraberindeki tevbe edenlerle beraber, emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görür.»

113

«Bir de zulmedenlere, meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'dan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine ve iman edenlere şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen ve seninle birlikte iman edenler, emrolunduğunuz şekilde dosdoğru olun. Allah'ın emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının, doğru yoldan ayrılmayın. Başkalarının hakkını gasbedip, aşırı gitmeyin. Bir de Allah'a şirk koşanlara ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara yardımcı olup dostluk kurmayın. Eğer onlara yönelip yardımcı olursanız, siz de onlar, gibi azaba uğrar, helak olursunuz. Sizin Allah'dan başka yardımcınız yoktur. Allah'a isyan eder, yeryüzünde bozgunculuk yaparsanız, bilin ki, Allah'ın yardımından mahrum olursunuz. Böylece sizden öncekilerin uğradıkları akıbete uğrarsınız. Yüce Allah bu âyet-i celîlede mü’minlere dosdoğru olmalarını, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamalarını, adaletle hükmetmelerini, Allah'a ve Resulüne itaat etmelerini, namazlarını dosdoğru kılmalarını, ibadetlerini tam yapmalarını emrediyor. Şayet emredüdikleri gibi olmazlarsa Allah'ın yardımının üzerlerinden kalkacağı da bildirilmiştir. Mü’minlerin bundan ders alması gerekir. Ey iman edenler, sizin Allah'tan başka yardımcınız yoktur. Allah'ı bırakıp da bozguncuları dost edinirseniz, onların uğradıkları akıbete siz de uğrarsınız. Çünkü kişi arkadaşının dini üzeredir. Nitekim Peygamberimiz «(El mer'ü ala dîni halîlihi fel yenzur ehadeküm men yûhâlilü) Kişi arkadaşının dini üzeredir. Sîzden herhangi biriniz arkadaşlık yaptığı insanın durumuna baksın, ona göre arkadaşlık yapsın» buyurmuştur. Allah'ın mü’müı ve sâlih kullarıyla dost olanlar iki cihan saadetine kavuşurlar, şakilerle dost olanlar ise iki cihan saadetinden mahrum kalırlar. Çünkü onların yaptıklarının şerri arkadaşlarına da bulaşır. Dolayısıyla mü’min zararı kendisine dokunmaması için arkadaşını iyi seçmelidir.

114

«Gündüzün iki tarafında, ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür.»

Bu âyet-i celîle bir günde beş vakit namaz olduğuna delâlet etmektedir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, emrolunduğun üzere muhkem ol. Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl» buyurmuştur. Gündüzün iki tarafında kılınan namazdan maksad, öğle ve ikindi namazlarıdır. Gecenin yakın saatlerinde kılınan namazdan maksad ise, akşam, yatsı ve sabah namazlarıdır. Yüce Allah beş vakit namazı ilâhi bir üslûpla böylece zikretmiştir. Her ibadetin emredilişi bir hikmete mebnidir, hiçbir ibadet gelişi güzel emredilmemiştir. Namazın emrediliş hikmeti insanları kötülüklerden alıkoymak içindir. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür. Tadil-i erkân ile kılman namazlar günahları siler, yok eder, Allah katındaki dereceyi artırır, kalbi cilalar, gönlü yumuşatır, ahlâkı güzelleştirir, Allah'ın rahmetini celb eder, kötülüklerden alıkoyar, dünya ve âhirette saadete ulaştırır.

115

«Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine «Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez» buyurmuştur. Allahü teâlâ kullarına sabrı tavsiye ediyor. Sabır, insanı felâketten kurtarır, bir anlık fevrî hareket, insanın dünyasını da, âhiretini de yıkar, maddeten ve manen perişan eder. Sabır ise, insanı selâmete, kurtuluşa götürür. Çünkü Yüce Allah sabredenlerle beraberdir.

Hazret-i Osman (radıyallahü anh) şöyle nakletmiştir: Bir gün Selman ile beraberdik, kuru bir ağacın yanına geldik. Selman ağaçtan dit parça kopardı, elinde iyice ezdi ve yere savurdu. Sonra «Ben Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'den işittim ki, bir insan güzelce abdest alır, tadil-i erkân ile namaz kılarsa, Allah onun hatalarını siler, yok eder, Tıpkı şu kuru ağacın yapraklarının dökülüp yok olduğu gibi' dedi. Namazda aranan özellik huşu ve tadil-i erkândır. Tadil-i erkânsız kılınan namaz tam namaz sayılmaz. Ancak huşu ve tadü-i erkân ile kılman namazlar günahlara keffaret olur.

116

«Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zâlim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler, günahkâr insanlardı onlar.»

Yüce Allah bu âyet-i celilede Hazret-i Muhammed'in ümmetine hitaben şöyle buyuruyor: «Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara mani olmalı değil miydiler? Onlar bozgunculara mani olmadılar, bilâkis onların yaptıklarına göz yumdular. Ancak içlerinden pek azı onlara mani oldular, biz de onları helak olmaktan -kurtardık.» Allahü teâlâ yeryüzünde fesad çıkaranlara mani olanları helak olmaktan kurtarmış, fesad çıkaran zâlimleri ve onların zulmüne göz yumanları da helak etmiştir. Yüce Halik bir kısım insanların işlemiş oldukları masiyet yüzünden herkese azap etmez. Ancak onların işlemiş oldukları masiyeta göz yumarlarsa o zaman azap umumîleşir. Çünkü masiyete rıza göstermek masiyettir. Masiyete rıza gösterenler, onu yapanlar gibi ilâhî azaba uğrarlar.

117

«Kasabaların halkı ıslâh olmuşken Rabbin haksız yere onlan yok etmez.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, senin Rabbin halkı isyan etmeyen kasabaları yok etmez. Ancak halkı zulmedenleri ve ıslâh olmayanları helak eder.» Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Kasabaların halkı ıslâh olmuşken Rabbin haksız yere onlan yok etmez,» Yüce Allah hiçbir topluma zulmetmez, toplum kendi kendine zulmeder. Yok olan toplumlar, mutlaka şirk ve zulümlerinin cezası olarak helak olmuşlardır.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Allahü teâlâ şirkten dolayı hiçbir kavmi helak etmemiştir. Onların cezası âhirette cehennemdir. Fakat şirkle birlikte başka günah işledikleri için helak olmuşlardır. Nûh (aleyhisselâm)'un kavmi, kendisine sövdükleri, Salih (aleyhisselâm)'in kavmi Allah'ın devesini öldürdükleri, Lût (aleyhisselâm)'un kavmi livâta yaptıkları, Şuayb (aleyhisselâm)'ın kavmi eksik ölçüp, tarttıkları, Nemrud'un kavmi İbrahim (aleyhisselâm)'i ateşe attıkları, Firavun'un kavmi İsrailoğullarının çocuklarını öldürdükleri için helak olmuşlardır. Bunların hepsinin helak oluş sebebleri, Allah'a sadece şirk koşmaları değildir, bununla beraber başka suçlar da işlemelerdir. Bunlar gibi çirkin fiillerde bulunanların da helak olacaklarına bu âyet delâlet eder. Bu fiilleri işleyenler, Müslüman olsun olmasın, âyetin şümulüne dahildir. Ancak tevbe edip dönenler müstesnadır. Çünkü Yüce Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder, günahlarını afveder, suçlarını bağışlar.

118

«Eğer Rabbin düeseydi, bütün insanları muhakkak ki, bir tek ümmet yapardı. Onlar ihtilâf edici bir halde devam edip gideceklerdir.»

119

«Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna, onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tastamam yerine gelmiştir: "Yemin olsun ki, ben cehennemi hep insan ve cin ile dolduracağım".»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer Rabbin dileseydi bütün insanları Müslüman yapar ve İslâm ile şereflendirirdi. Onlar da ihtilâfa düşmezlerdi. Fakat insanların hepsi bu nimete lâyık değildir.» Bunun için bütün insanlar İslâm ile şereflendirilmemiş, içlerinden lâyık olanlar İslâm ile şereflendirilmiştir. İslâm ile şereflenmeyenler kıyamete kadar aralarındaki din ve milliyet ihtilâfı devam edip gidecektir. Ancak Allahü teâlâ'nın rahmet ettiği kimseler müstesnadır. Rahmete lâyık olanları rahmetine, olmayanları ise azaba müstehak etmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, eğer Rabbin dileseydi, bütün insanları muhakkak ki tek bir ümmet yapardı. Onlar ihtilâf edici bir halde devam edip gideceklerdir. Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna, onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tastamam yerine gelmiştir: «Yemin olsun ki, ben cehennemi hep insan ve cin ile dolduracağım.» İman edip İslâm ile şereflenenler, cennet nimetleriyle, iman etmeyip İslam şerefinden mahrum olanlar da cehennem azabıyla cezalandırılacaklardır. Çünkü iman edenler, mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.

120

«Peygamberlerin haberlerinden her çeşidini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir, Bununla sana hak, mü'minlere de öğüt ve nasihat geldi.»

Yüce Allah geçmiş peygamberlerin kıssalarından sevgili Peygamberine haber vermiştir. Maksat Peygamber'in kalbini pekiştirmek, tatmin etmektir. Zira Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yapılan eza-ceza, ondan önceki peygamberlere de yapılmıştır. Her peygamber, kendi kavminin saldırısına uğramış ve kavmi tarafından çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Allahü teâlâ'nın bunları Peygamberine bildirmesi, onu teselli ve kalbini teskin içindir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Peygamberlerin haberlerinden ler çeşidini, sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü’minlere de öğüt ve nasihat geldi, inanmayanlara de ki: «Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız. Siz bekleyin, biz de bekleyeceğiz.»

121

«İnanmayanlara de ki: "Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.»

122

«Siz bekleyin, biz de bekleyeceğiz»

Yüce Allah, sevgili Peygamberini teselli ettikten sonra ona söyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, inanmayanlara de ki: "Elinizden geleni hemen yapın, hiç geri durmayın. Biz de yapacağız. Siz, azabın kime geleceğini bekleyin, biz de bekleyeceğiz. Bakalım azab kime gelecek".- Allah, imandan yüz çevirene elbette fasat vermez. Hiçbir zaman gerçek iman edenleri onlara ezdirmez. Kâfirler, Peygamber'e ellerinden gelen her kötülüğü yapmayı denediler, fakat hiçbirinde muvaffak olamadılar. Eğer muvaffak olsalardı, ilk anda onu ortadan kaldırırlardı.

123

«Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na ibadet et, O'na güvenip dayan. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.»

Ey insanlar, göklerin ve yerin sırrı, Allahü teâlâ'nın katındadır. O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Çünkü bütün işler O'na döndürülecektir. Ey Muhammed, O'na ibadet et, yalnız O'na güvenip dayan, Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Ona göre kullarının mükâfatını ve mücâzatmı verir.

0 ﴿