YÛSUF SÛRESİ Bu mübarek sûre, Kur'âa-ı Azîmüşşân’ın on ikinci sûresi olup, yüz on bir âyettir. Mekke'de nazil olmuştur. Yûsuf (aleyhisselâm)'dan bahsettiği için aynı ismi almıştır. Nüzulü hakkında birkaç rivayet vardır. Söyle ki: Yahudi bilginleri müşriklerin ileri gelenlerine şöyle demişlerdi: «Muhammed'e sorun. Yakub'un aile efradı Şam'dan Mısır'a niçin gitti ve Yûsuf un kıssası nedir?» Bunun üzerine Allahü teâlâ bu sûreyi inzal buyurmuş ve Peygamberine Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında en mükemmel bilgiyi vermiştir. Bu sûrenin nüzulüne kadar müşrikler Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında böyle bir ma'lûmata sahip değillerdi. Yûsuf süresi de, diğer sûreler gibi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğine delâlet etmektedir. Diğer bir özelliği, beşeriyet alemindeki garip olayları bildirmesidir. Aynı zamanda bir peygamber nanızedinin, başına gelenlere sabrederek, sebat ederek ne gibi yüce makamlara yükseldiğini insanlığa göstermektedir. 1 «Elif, Lam, Râ. Bunlar, hakkı açıklayan kitabın âyetleridir.» Bu sûre-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Yahudi bilginleri müşriklere «Peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed'e Yakub (aleyhisselâm) ile oğulları Şam'dan Mısır'a niçin gittiler ve bu olay nasıl cereyan etti sorun?» derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ Yûsuf süresini inzal eder ve şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, müşriklerin sana sorduklarını bilir ve görürüm. Sana Yakut ile Yûsuf'un kıssasını sorarlar. Ben, Yûsuf ile kardeşleri arasında neler olduğunu biliyorum, halkın bilmediklerini ve görmediklerini de biliyorum. Bizim bilgimizden hiçbir şey gizli değildir. Yûsuf ile Yakub'un kıssasını sana nakledeceğimizi Tevrat'ta bildirmiştik. Bunlar, haramı helâli, imanı küfrü, iyiyi kötüyü, hakkı bâtılı açıklayan kitabın âyetleridir. 2 «Biz onu, anlayasınız diye, Arapça Kuran olarak gönderdik.» Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'i insanların okuyup, içindekileri iyice anlamaları için Arapça olarak göndermiştir. Kur'an’ın, Peygamberimize Arapça olarak indirilmesi insanlar tarafından okunup, ifade ettiği mânâların iyice anlaşılması içindir. Zira lisanlar arasında en kolay ve en zengin olanı Arapçadır. Arapçadaki üslûp, sadelik, akıcılık hiçbir dilde yoktur. Bunun için Yüce Allah Kur'ân-ı Azîmüş.-şân'ı Arapça olarak göndermiştir. 3 «Biz bu Kur'an'ı sana vahyederek, en güzel beyan ile kıssaları anlatacağız. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin.» Bu âyeti celîlenin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler varsa da, sahih olanı şudur: Sahâbe-i kiram, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, içinde emir, nehiy, ahkâm ve hadler bulunmayan bir sûrenin gelmesini isterler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu sûreyi inzal eder ve şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, biz sana kıssaların en güzelim ve hayırların en muhkemini bu Kur'an içinde vahyettik. Halbuki sen daha evvel Yûsuf'un kıssasından habersizdin,» Allahü teâlâ, Yûsuf (aleyhisselâm)'dan şöyle haber veriyor: 4 «Bir vakit Yûsuf, babasına: "Babacığım, rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm" demişti.» Hazret-i Yûsuf, Yakub (aleyhisselâm)'un on iki oğlundan birisidir. Rivayete göra on iki veya on yedi yaşlarında iken bir rüya görür. Rüyasında on bir yıldızın, güneşin ve ayın gökten inerek kendisine secde ettiğini görür ve rüyasını babasına anlatır. Babası, gelecekte onun peygamber olacağını anlayınca, rüyasını kardeşlerine söylememesini tembihler. İmam-ı Katâde'ye göre on bir yıldız Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri, güneş babası, ay da anasıdır. Yakub (aleyhisselâm) oğlunun rüyasından nübüvvet tacını giyeceğini anlayınca, ona bir zarar gelmesinden korkar. 5 «Babası dedi ki: "Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık bir düşmanıdır.» Yakub (aleyhisselâm), Hazret-i Yûsuf'a kardeşlerinin hased edeceğinden korktuğu için, rüyasını kardeşlerine anlatmamasını söyler ve şöyle der: «Oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra seni yok etmek için bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık bir düşmanadır.» Bundan sonra Yakub (aleyhisselâm) oğluna şu hakikatleri açıklar. 6 «Rabbin seni böylece rüyadaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin her şeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.» Yakub (aleyhisselâm), oğlu Yûsuf (aleyhisselâm)'un rüyasını tabir ettikten sonra «Oğulcuğum, Rabbin, seni böylece rüyadaki gibi, nübüvvet -ve risalet vererek peygamber seçecek, sana rüyaları yorumlamayı ve her işin sonunun ne olacağını öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub'un çocuklarına da tamamlayacaktır. Çünkü senin Rabbin, Hakîm'dir, kullarının üzerinde nimetini tamamlamakla hükmeder. Alîm'dir, kullarının ne yaptıklarını bilir» der. 7 «Yemin olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hâdisesinde, soranlar için nice ibretler vardır.» Kur'ân-ı Azîmüşşân’ın her âyeti insanlar için bir öğüt ve bir ibret levhasıdır. Yûsuf (aleyhisselâm) ile kardeşlerinin hâdisesinde, soranlar için öğüt alınacak nice ibretler vardır. Şeytanın hilesiyle kardeşlerinin ihanetine uğrayan Yûsuf (aleyhisselâm), Allah'a olan teslimiyeti ve sabrı neticesinde nübüvvet tacını giyer, öğüt alacaklar için bunda nice ibretler vardır. İbn Abbas (radıyallahü anh)a göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Yahudi bilginlerinden birisi bir gün Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelir ve Yûsuf sûresini okuduğunu görür. Yahudi bilgini Tevrat'ı çok iyi bildiği için, Yûsuf sûresinin benzerinin Tevrat'ta olduğunu söyler ve Peygamberimize «Bunu sana kim bildirdi?» der. Peygamberimiz «Rabbim bildirdi» cevabını verir. Bunu duyan Yahudi bilgini oradan ayrılır. Yahudilerin yanına gelir ve -Yemin olsun ki, Muhammed, Tevrat'ta olanları Kur'an'da okuyor» der. Bunun üzerine Yahudilerden bir cemaat, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelir, okuduğu âyetleri dinlerler, şaşakalırlar ve «Ey Muhammed, bunları sana kim bildirdi?» derler. Peygamberimiz de cevaben «Allahü teâlâ bildirdi» der. O esnada bu âyet nazil olur ve şöyle buyurulur «Yemin olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin hâdisesinde, soranlar için nice ibretler vardır.» Bu âyette öğüt ve nasihat alınması gereken ibretler olduğu gibi, Hazret-i Muhammed'in nübüvvetine de delâlet vardır. Yakub (aleyhisselâm)'un kıssası şöyle başlar: Yakub (aleyhisselâm), bekârlığında dayısının yanında kalır. Dayısının, büyüğü Lebâdi, küçüğü Râhil adında iki kızı vardır. Bunlardan birisi ile evlenmek ister ve konuyu dayısına açar. Dayısı da teklifi kabul eder ve Yakub (aleyhisselâm)dan mehir bedelini ister. Yakub (aleyhisselâm) mehir verecek hiçbir şeyi olmadığını, fakat mehir karşılığı herhangi bir işte çalışabileceğini bildirir. Bunun üzerine dayısı yedi sene hizmetinde bulunmasını ve koyunlarını otlatmasını söyler, Yakup (aleyhisselâm) da dayısının küçük kızı Rahil'i almak şartıyla bu teklifi kabul eder .Yedi yıl dayısına çobanlık yapar, hizmetinde bulunur. Süre bittikten sonra dayısı büyük kızı Lebâdî'yi Yakub (aleyhisselâm)'a nikâhlar. Yakub (aleyhisselâm), dayısına küçük kızı Râhil'i almak için anlaştıklarını söyler. Dayısı büyük kız dururken küçüğünü evlendiremeyeceğini söyler ve «Yedi yıl daha hizmetimde bulunur, çobanlık yaparsan küçük kızım Râhil'i de sana veririm» der. Yakub (aleyhisselâm) yedi yıl daha dayısının hizmetinde bulunur ve yedi yıl sonra küçük kızı Râhil'i de alır. O zamanlar iki kız kardeşi bir anda nikahlamak caizdi. Bu hüküm Tevrat'ın gelmesiyle yasaklanmıştır. Yani Hazret-i Mûsâ zamanına kadar iki kız kardeşle evlenmek caizdi. Kızlarının hizmetinde bulunmak için dayısı, Yakub (aleyhisselâm)a iki de cariye vermişti. Yakub (aleyhisselâm)'un, dördü birinci hanımından, Yûsuf ile Bünyamin ikinci hanımı Râhil'den, diğer altısı da cariyelerinden olmak üzere on iki çocuğu olmuştur. Yakub (aleyhisselâm), on iki oğlunun arasında en çok Yûsuf'u sever, gördüğü rüyadan gelecekte peygamber olacağını anlar, rüyasını kardeşlerine söylememesini tembihler. Fakat buna rağmen kardeşlerine rüyasını anlatır. Onlar, Yûsuf'a hased ederler, babaları, Yûsuf'u çok sevdiği için kıskanırlar. 8 «Kardeşleriı "Babamız, Yûsuf'u ve kardeşini bizden daha çok seviyor. Halbuki biz daha güçlü bir topluluğuz. Babamız apaçık yanlışlık içindedir.» 9 «Yûsufu öldürün, yahut onu uzak bir yere sürün ki, babanımı teveccühü yalnız size münhasır olsun. Ve siz ondan sonra sâlih bir zümre olasınız.» Kardeşleri, babalarının Yûsuf'u ve kardeşini kendilerinden daha fazla sevmesini hazmedememişler, babalarının onları sevmekle hata ettiğini söylemişlerdir. Hasedlerini yenemeyerek birbirlerine Yûsuf'u öldürmelerini veya ıssız bir yere sürmelerini söylemişlerdir. Şayet Yûsufu öldürürler veya ıssız bir yere atarlarsa, babalarının sevgisini kendileri kazanacaktı. Sonra da tevbe edip sâlihlerden olacaklardı. Onlar günah işlemeden önce, yapacakları masiyetin ardından hemen tevbe etmenin de gerektiğini hatırlarından çıkarmamışlardır. Bu, iman ehli için çok hoştur. Belki akıllarına gelen tevbe onları yapacakları masiyetlerden alıkoyar. Çünkü tevbe günahlardan arınmak için yapılır. Kardeşleri, Yûsuf (aleyhisselâm) 'u öldürmek veya başka bir yere sürmek için çeşitli plânlar hazırlıyorlardı. Onlar planlarını hazırlaya dursunlar. 10 «(İçlerinden biri) "Yûsuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın da yolcu kafilesinden biri onu bulup götürsün. Eğer mutlaka yapacaksanız bari böyle yapın" dedi.» Kardeşleri, Yûsuf (aleyhisselâm)'u öldürmeye karar vermişlerdi, içlerinden en akıllısı olan Yehûzâ 'Bu işi mutlaka yapacaksanız onu öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da gelip-geçen yolculardan biri onu yitik diye bulup alsın. Böylece siz de katil olmaktan kurtulursunuz. Bu, onu öldürmekten daha iyidir» der. Kardeşleri bu hususta ittifak ederler, Yûsuf'u bir kuyuya atmak için fırsat kollarlar. Babalan, Yûsuf'u çok sevdiği için yanından ayırmazdı. Yûsuf'u babalarından ayırmak için çare düşünürler, plânlar yaparlar. 11 «Bunun üzerine (babalarına) giderek: «Ey babamız, Yûsuf'un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun?" dediler.» 12 «Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin, oynasın, biz onu koruruz.» Yûsuf'un kardeşleri, Yehûzâ'nın fikri üzere babalarına gelerek Yûsuf'u isterler. Babaları,. Yûsuf'u onlarla kıra göndermek istemez. Fakat onlar ısrar ederek «Ey babamız, Yûsuf'u sevdiğimizi, iyiliğini istediğimizi biliyorsun, Tauna rağmen niçin onu bize emniyet etmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber kıra gönder, bol bol yesin, gezsin, oynasın. Biz onu her tehlikeden koruruz» demişlerdi; Yakub (aleyhisselâm)'un oğulları niyetlerini tam bozmuşlardı, babalarından Yûsuf'u alabilmek için yaldızlı sözler söylüyorlardı. Babalan onların bu isteklerine şu karşılığı vermişti. 13 «Babaları: "Onu götürmeniz, beni endişeye düşürüyor. Siz fav kına varmadan onu kurdun yemesinden korkuyorum" dedi.» 14 «"Andolsun ki, biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde kurt onu yerse biz hüsrana uğrayanlardan oluruz" derler.» Yakub (aleyhisselâm), oğullarının niyetini bildiği için Yûsuf'u onlara emanet edip kıra göndermek istemez ve şöyle der: «Ey oğullarım, onu kıra götürmeniz beni endişeye düşürür, siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım.» O âna kadar Yakub (aleyhisselâm)'un oğulları kurdun insan yediğini bilmiyorlardı. Babalarının bu sözünden kurdun insan yediğini öğrenmiş oldular. Yakub (aleyhisselâm;)'un böyle söylemesinin sebebi, rüyasında bir bölük kurdun Yûsuf'a saldırdığını görür, içlerinden biri onları Yûsuf'a saldırmaktan alıkoyar. Bu rüyadan sonra Yûsuf'un başına bir şey gelmesinden korkar, bunun için de Yûsuf'u kimseye emanet edemez. Bundan dolayı «Kurdun onu yemesinden korkuyorum.» der. Fakat oğulları yine ısrar ederler, onu koruyacaklarına and içerler, kuvvetli olduklarını söylerler, mutlaka kendileriyle kıra göndermesini isterler. Yakub (aleyhisselâm) oğullarını kıramaz, Yûsuf'u onlarla beraber gönderir ve iyi muhafaza etmelerini, yanlarından hiç ayırmamalarını tembihler. Onlar da aynısını yapacaklarına söz verirler. 15 «Nihayet onu götürdüler, bir kuyunun dibine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz de kendisine: "Onların bu yaptıklarını ilerde kendilerine haber vereceksin de, onlar farkında olmayacaklar" diye vahyettik.» Nihayet oğulları, Yakub (aleyhisselâm)'u ikna ederler, Yûsuf'u kıra götürmek için alırlar, hep birlikte kırın yolunu tutarlar. Babalarının gözü önünde ona ikram ederler, sevgi gösterirler, onun gözünün önünden kaybolduktan sonra dövmeye başlarlar. Yûsuf'u kırda o kadar döverler ki, nerdeyse öldüreceklerdi. Kardeşlerinin Yûsuf'u düşmanca dövmelerine dayanamayan Yehüza «Onu öldürmeyeceğinize bana söz vermediniz mi?» der. Onlar Yûsuf'u öldürmeyeceklerine dair Yehûzâ'ya söz vermişlerdi. Dövmeden vazgeçerler, kuyuya atmaya karar verirler. Yûsuf'u kuyunun başına götürürler, ellerini bağlarlar, gömleğini çıkarırlar, belinden de bir ip ile bağlayarak kuyuya sallarlar. Yûsuf »Gömleğimi verin, onu kuyuda giyinirim» der. Kardeşleri «On bir yıldız, güneş, ay gelip şimdi seni kurtarsın» diyerek alay ederler ve kuyunun yarısına kadar indirince ipi keserler. Tam o sırada Allahü teâlâ, Cebrail'i gönderir, Cebrail gelir, Yûsuf'u tutar kuyunun içinde bulunan tir taşın üzerine oturtur. Sonra yiyecek getirir, yedirir, bir müddet Yûsuf (aleyhisselâm) ile meşgul olur. Yüce Allah, ona şöyle vahyetmiştir: «Biz Yûsuf'a vahyedip dedik ki: »Ey Yûsuf, sabret, biz seni kuyudan çıkartıp Mısır'a sultan edeceğiz ve kardeşlerin sana muhtaç olacaklardır. Onların sana yaptıklarını kendilerine bir bir haber vereceksin.» Yûsuf (aleyhisselâm), bu müjdeyi alınca rahatlar, işini Allah'a havale eder, başına gelenlere sabreder. Kardeşleri, Yûsuf'u kuyuya attıktan sonra, onu kurdun yediğini söylemek ve babalarını kandırmak için bir keçi yavrusu keserler, Yûsuf'un gömleğini kanıyla bularlar ve -Yûsuf'u kurt yedi» deyip ağlayarak babalarına verirler. 16 «Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiler.» 17 «"Ey babamız, inan olsun biz yanşıyorduk. Yûsuf'u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim, onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylüyorsak da bize inanmazsın" dediler.» Kardeşleri, Yûsuf'u kuyuya attıktan sonra, yalan uydurup babalarını kandırmak için bir keçi yavrusunu keserler, gömleğini kanına bularlar, ağlayarak babalarına gelirler ve şöyle derler: «Ey babamız, Yûsuf'u eşyalarımızın yanında bırakıp yarışa çıktık, geri döndüğümüzde onu kurdun yediğini gördük, işte gömleği.» Yakub (aleyhisselâm), oğullarından Yûsuf'u kurdun yediğini öğrenince kendinden geçer, feryad u figân eder. Aklı başına gelince Yûsuf'un gömleğini ister, alır bakar ki, gömlekte en küçük bir yırtık izi yok, o zaman «Ne şefkatli kurt imiş ki, Yûsuf'u yemiş, gömleğini yırtmamış» der. Yûsuf'u kurdun yemediğini, oğullarının yalan söylediğini anlar, onlara inanmaz. Bu defa oğulları, Yakub (aleyhisselâm)'a «Ey babamız, biz her ne kadar doğru söylüyorsak da bize inanmazsın» derler. Yakub (aleyhisselâm), gömleği görünce, onu kurdun yemediğini çoktan anlamıştı. Fakat oğulları hâlâ ısrar ediyorlardı. 18 «Yalancı bir kana bulamış olarak Yûsuf'un gömleğini de getirmişlerdi. Babalan: "Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir" dedi.» Yakub (aleyhisselâm)'un oğulları, «Yûsuf'u kurt yedi» bahanesiyle, gömleğini, kestikleri oğlağın kanına bulayıp babalarına getirirler. Yakub (aleyhisselâm), Yûsuf'un gömleğini görünce, onu kurdun yemediğini anlar ve «Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir» der. Yakub (aleyhisselâm), Yûsuf'una yanar, onu kurdun yemediğini ve oğullarının zulmüne uğradığını bilir, oğlunun ayrılık ateşine en güzel şekilde sabreder. Sahâbe-i kiram, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sabr-ı cemilin ne olduğunu sormuşlardır. O «Allah'tan gelen her şeye sabretmek, şikayette bulunmamaktır. Hakkında şikâyet edilen şey sabr-ı cemil olamaz- buyurmuştur. Bunun için Yakub (aleyhisselâm) «Bana sabr-ı cemir gerekir» demiştir. Yûsuf'un kuyuya atılışının üçüncü günü, Medyen'den Mısır'a gitmekte olan bir kervan kafilesi gelip kuyunun yakınında konaklar. Kervancıbaşı sucularını kuyuya su almaya gönderir. Sucu kuyunun başına gelir, her şeyden habersiz olan sucu, kovasını kuyuya sarkıtır. 19 «Bir yolcu kafilesi gelip, sucularını kuyuya gönderdiler. Kovasını kuyuya saldı ve "Müjde müjde, işte bir oğlan" dedi. Onu bir ticaret malt gibi sakladılar. Allah ise ne yapacaklarını pekala biliyordu.» Yûsuf (aleyhisselâm), kardeşleri tarafından kuyuya atılınca, Allahü teâlâ, bir meleği ona arkadaş olarak gönderir. Cebrail de yiyecek ve içecek getirir. Böylece üç gün kuyuda kalır. Dördüncü gün Medyen'den Mısır'a gitmekte olan bir kervan kafilesi gelip kuyunun yakınında konaklar. Kervancıbaşı, sucularını kuyuya su almaya gönderir, içlerinden birisi kovasını kuyuya salar, yukarı çektiğinde dünya güzeli bir çocuğun kova ile çıktığını görür ve «Müjde, müjde, işte bir oğlan çocuğu» diye bağırır. Onu alırlar, bir ticaret malı gibi saklarlar. Aynı gün kardeşleri de ne olduğunu öğrenmek için kuyuya gelirler, orada Yûsuf'u bulamazlar, kervanın yanına giderler. Onların Yûsuf'u kuyudan çıkardıklarını görürler ve «Bu bizim kölemizdi, evden kaçıp kuyuya saklanmış, siz de bunu bulmuşsunuz, verin kölemizi» derler. Kervancılar da -Bu size benziyor, hiç köleye benzemiyor» derler. Bu defa Yûsuf'un kardeşleri «Bu, anamızın cariyesinin oğludur, o bakımdan bize benziyor» demişlerdir. Yûsuf (aleyhisselâm), kardeşlerinin bu zalimane hareketlerini bir tarafa bırakarak, yine onlardan himmet bekler ve «Beni bunlardan kurtarın, babamın yanına götürün, sizin yaptıklarınızı babama söylemem» der. Kardeşleri daha da hiddetlenir, «Sakın bizim yalanımızı çıkarma, yoksa seni öldürürüz, biz babamıza seni kurdun yediğini söyledik, şimdi yalancı olmak istemiyoruz' derler ve onu kuyudan çıkaranlara, cüzî bir para karşılığı satıp geri dönerler. 20 «Onu değersiz bir bahâya, birkaç dirheme sattılar. Onlar bunun hakkında rağbetsizdiler.» Kardeşleri, Yûsuf (aleyhisselâm)'u kuyudan çıkaranlara cüzî bir paraya satmışlardır. Onu satın alan sucu Mısır'a götürür, orada satılığa çıkarır herkes almak ister, satıcı kim çok para verirse ona satacağını söyler. Alıcılar arasında büyük bir rekabet başlar, fiatı o kadar yükselir ki, Mısır Azizinden başkasının gücü yetmez. Mısır Azizi, Yûsuf'u karısı Züleyha'ya hizmetçi olarak alır. 21 «Onu satın alan Mısırlı, karısına dedi ki: "Buna güzel bak, belki bize faydası dokunur veya onu evlât ediniriz.” Biz ise böylece Yûsufu o memlekette yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.» Hazret-i Yûsuf'u bir köle zannederek satın alan Mısırlı, onun ne kadar nezih, ahlâklı temiz bir genç olduğunu anlar. Yûsuf (aleyhisselâm)'u satın alan, Mısır'ın mâliye nâzırı olup ismi Kıtfîr'dir. Kendisine Mısır Azizi denirdi. Yûsuf'u alıp evine geldiği zaman karısı Züleyhâ'ya «Buna güzel bak, makamını yüksek tut, köle muamelesi yapma, belki ilerde bize faydası olur veya onu evlât ediniriz, ola ki ayağı bize uğurlu gelir, mahsulümüz ve bereketimiz artar» der. Mısır Azizi'nin çocuğu yoktu, bunun, için karısına «Onu evlât ediniriz» demişti. Allahü teâlâ, lütf u keremiyle, Yûsuf (aleyhisselâm)'u Mısır'da yerleştirmiş ve rüya tabirini öğretmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz ise böylece Yûsuf'u o memlekette yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.» Allahü teâlâ, Yûsuf (aleyhisselâm)'a rüya tabirini öğrettiği gibi, ilham yoluyla diğer ilimleri de öğretmiştir. O, iradesini yerine getirmekte her şeye galiptir, ne hükmederse o, olur. O'nun hükmüne kimse mani olamaz, Yüce Hâlık, Yûsuf (aleyhisselâm)'u Mısır'a hâkim ve vali olmasını takdir etmiş, zamanı gelince olmuştur. Fakat Mısır halkı ve kardeşleri, Allah'ın hükmünden habersizdir, onu bilmezler. 22 «Erginlik çağına' erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.» Yûsuf (aleyhisselâm), erginlik çağma erince Allahü teâlâ ona hikmet ve ilim vererek peygamber yapmıştır. Allah, iyi davrananları, ihlâsla amel yapanları böyle mükâfatlandırır. Yûsuf (aleyhisselâm), her zaman Rabbine iltica etmiş, emrine boyun eğmiştir. Yüce Mevlâ da sonunda mükâfatını vermiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şöyle rivayet edilmiştir: Yûsuf (aleyhisselâm) güldüğü zaman dişlerinde nûr görünürdü, konuştuğu zaman da ağzından nur şulesi çıkardı. Hiç kimse onun yüzünü tasvir edemez. Onun yüzü gayet güzel, ahlâkı mazbut, zekâsı keskin, huyu güzeldir. «Allah, bütün bunları kendi lütfundan ona ihsan etmiştir.» Bu özelliklere sahip olan Yûsuf (aleyhisselâm) birçok imtihan geçirmiştir. 23 «Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı. Kapıları sımsıkı kapadı ve "Gelsene" dedi. Yûsuf: "Günah işlemekten Allah'a sığınırım. Şüphe yok ki, o benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar" dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm), Mısır Azizi'nin evine yerleşmişti, günler ilerliyor, yıllar geçiyordu. Güzelliği, olgunluğu, ağırbaşlılığı, güler yüzlülüğü ve ahlâkı ile çevrenin dikkatini çekiyordu. Züleyha'nın da her geçen gün ona karşı muhabbeti artıyor ve arzularını tatmine çalışıyordu. Nihayet bir gün bu arzusunu açığa vurur. Yûsuf (aleyhisselâm) 'u kendisine celbetmek için plânlar hazırlar, kapılan sımsıkı kapatır, Yûsuf (aleyhisselâm)'u kendisine davet eder, Yûsuf (aleyhisselâm) ise ona vaz u nasihatte bulunur, yapılan vaz u nasihat Züleyha'nın kulağına girmez, bütün arzusu Yûsuf (aleyhisselâm)'u kendine bendetmektif. Bunun için de, onun nefsini okşayacak sözlerle işe başlar ve şöyle der; «Ey Yûsuf, senin ne güzel gözlerin var?', Yûsuf (aleyhisselâm) «Yarın toprak olacak olan gözlerin ne anlamı var» der. Kadın -Ey Yûsuf, yüzün elmas gibi parlıyor, bu ne kadar güzellik» der. Yûsuf (aleyhisselâm) -Toprağın yok edeceği güzellikten ne olur- der. Kadın «Ey Yûsuf, saçların altın gibi parlıyor» der. Yûsuf (aleyhisselâm) «Onun güzelliği geçicidir, güzelliği geçici olan şey neye yarar» der. Züleyha «Ey Yûsuf, sana kendimi vakfettim, bana gel» der. Züleyha, Yûsuf (aleyhisselâm)'un nefsini tahrik etmek için soyunur, üryan olarak döşeğe girer. Yûsuf (aleyhisselâm). onun nefsini okşayıcı sözlerine, üryan oluşuna hiç aldırmaz ve şöyle der: «Günah işlemekten Allah'a sığınırım. Hem, senin kocan benim efendimdir. Beni satın alıp baktı. Ben efendimin karısı ile nasıl olur da bu işi yaparım, zinada bulunurum. Hainler ve haksızlık yapanlar Allah'ın azabından asla kurtulup; başarıya ulaşamazlar. Ben zina yapıp hainlerden olamam.» Züleyha'nın bütün ısrarlarına rağmen, Yûsuf (aleyhisselâm) ona asla yaklaşmaz. «Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı. Kapıları sımsıkı kapadı ve "Gelsene" dedi. Yûsuf: "Günah işlemekten Allah'a sığınırım. Şüphe yok ki, o benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar" dedi.» Bu âyet-i celile ihsan ve ikramda bulunanların iyiliğinin unutulmamasına işaret eder. İyilik yapanların ardından hayır duada bulunmak ve ona ihanet etmemek vacibtir. Yûsuf (aleyhisselâm) iki şeyden dolayı Züleyha'dan sakınmıştır. Biri, Mısır Azizi'nin kendisine ikram ve ihsanda bulunması, diğeri de zulmün Allah'a isyan olmasındandır. Zulüm, Allah'a isyandır, Allah'a isyan edenler ise asla felaha eremezler. Mü’minler, bundan ibret alarak hiçbir zaman mü'min kardeşlerine zulüm ve ihanette bulunmamalıdırlar. 24 «Yemin olsun ki, kadın Yûsuf'a karşı istekli idi. Rabbinden bir işaret gelmeseydi Yûsuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.» Züleyha, Yûsuf (aleyhisselâm)'u kendine celbetmek için zinetlerini takınır, üryan olarak döşeğe girer ve Yûsuf (aleyhisselâm)'ı davet eder. Hazret-i Yûsuf, ona dönüp bakmaz. İbn Abbas (radıyallahü anh), «Eğer Allahü teâlâ'dan Yûsuf'a bir işaret, bir burhan gelmeseydi, o da, kadını isteyecekti' demiştir. Bazı tefsirciler burhanı şöyle açıklamışlardır: «Züleyha, Yûsuf'u davet ettiği zaman gaybtan bir ses «Ey Yûsuf, sakin ol. Şayet sen bu hatayı işlersen peygamberlikten tardedilirsin» der. Bir rivayete göre de, Züleyha, Yûsuf (aleyhisselâm)'u davet ettiği zaman Yakub (aleyhisselâm), duvarın ardından görünür, eliyle Yûsuf'un göğsüne vurur ve şehveti parmaklarının ucundan çıkar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Eğer Rabbinden bir işaret gelmeseydi Yûsuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü o, ihlâsa emdirilmiş kullarımızdandı.» Züleyha, Yûsuf (aleyhisselâm)'u davet ettiği zaman eüzü besmele çekerek Allah'a sığınmıştır. Bu âyet şuna delildir: Şeytan bir kimseye musallat olup, onu isyana teşvik ettiği zaman şerrinden kurtulmak için eüzü besmels ile Allah'a sığınmak icap eder. Eğer şeytanın şerrinden eûzü besmele ile Allah'a sığınırsa, Allah, lütf u keremiyle onu şeytanın şerrinden korur. Nitekim Yûsuf (aleyhisselâm)'u korumuştur. Yûsuf (aleyhisselâm), Züleyha'nın isteklerini kabul etmez, ondan kurtulma çarelerini arar. Bir fırsatını bulup kapı istikametine doğru kaçar, Züleyha da arkasından koşar, gömleğinden yakalar, Yûsuf (aleyhisselâm) elinden kurtulmak için uğraşırken gömleği arkadan boydan boya yırtılır. 25 «İkisi de kapıya koştular. Kadın arkadan Yûsuf'un gömleğini boydan boya yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: "Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azab olmalıdır" dedi.» Züleyha, Yûsuf (aleyhisselâm)'u davet edince, o bu daveti kabul etmez bir fırsatım bulup kapıya doğru kaçar. Züleyha da onu bırakmamak için arkasından koşar, gömleğinden yakalar, Yûsuf (aleyhisselâm), elinden kurtulmak için uğraşırken gömleği arkasından boydan boya yırtılır. O esnada Züleyha'nın kocası ile kapıda karşılaşırlar. Kocası manzarayı görür, ne olduğunu sorar, Züleyha, kendisini temize çıkarmak için «Ben üryan olarak döşekte yatarken, bu İbrani köle gelip örtümü açtı, döşeğime girmek istedi, o sırada gömleği yırtıldı. Ailene fenalık yapmak isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da şiddetli dayaktır» der. Züleyha'nın, kendisini suçlamasına karşılık Yûsuf (aleyhisselâm), Mısır Azizi'ne suçsuz olduğunu, hatanın Züleyha'da olduğunu söyler. 26 «Yûsuf; "O kadın benim nefsimden murad almak istedi." Onun yakınlarından bir şâhid de şehâdette bulundu ki: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir. Ve bu da yalancılardandır.» 27 «Şayet gömleği arkadan yirtılmışsa, kadın yalan söylemiştir, bu ise doğru söyleyenlerdendir.» Züleyha kapının önünde kocasıyla karşı karşıya gelince, temize çıkmak için, suçu Yûsuf (aleyhisselâm) 'un üzerine atar. Yûsuf (aleyhisselâm), suçsuz olduğunu, kadının kendi nefsinden murad almak istediğini, ondan kaçarken gömleğini arkadan yakalayıp yırttığını söyler. Kocası, suçun karısında olduğundan şüphelenir. Fakat asıl suçlunun kim olduğunu tesbite çalışır. O sıra Züleyha'nın yakınlarından biri suçlunun kim olduğunu öğrenmek için şu fikri ortaya atar: «Eğer Yûsuf'un gömleği önden yırtılmışsa kadın masum, Yûsuf yalancıdır. Şayet gömlek arkadan yırtılmışsa Yûsuf haklı, kadın yalancıdır, suçludur» der. Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm)'un suçsuz, kadının suçlu olduğu ortaya çıkar. İbn Abbas (radıyallahü anh)’ın rivayetine göre bu şekilde şehâdette bulunan Züleyha'nın yakınlarından henüz konuşamayan bir beşik çocuğudur. Dile gelir ve bu şekilde şehâdette bulunur. Bunun üzerine Mısır Azizi, karısının suçlu olduğunu anlar ve ona şöyle der. 28 «Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: "Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür" dedi.» 29 'Yûsuf, sen bu işten vazgeç. Ey kadın: "Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun" dedi.' Mısır Azizi, Yûsuf (aleyhisselâm)'un gömleğinin arkadan yırtıldığım görünce, karısının suçlu olduğunu anlar ve şöyle der: «Ey Züleyha, doğrusu bu sizin düzeninizdir. Çünkü sizin düzeniniz, hileniz ve yalanlarınız büyüktür. Siz herkesi tuzağınıza düşürebilirsiniz.» Mısır Azizi, Yûsuf (aleyhisselâm)'un bunu herkese söyleyeceğinden ve etrafa yayılacağından korkar ve Yûsuf (aleyhisselâm)'a hitaben: 'Ey Yûsuf, sen bu işi kapat, kimseye söyleme, aramızda kalsın, başkaları duymasın, senin suçsuz olduğunu biliyorum» der. Tekrar karışma hitaben -Ey kadm, suçlusun, üstelik bu çocuğa da iftira ettin. Bundan dolayı günahının bağışlanmasını dile» der.- Durumu gören Aziz, karısının suçlu, Yûsuf (aleyhisselâm)'un ise suçsuz olduğunu anlar, bundan dolayı Yûsuf (aleyhisselâm)'dan bir nevi özür dileyerek işin gizli tutulmasını ister, karısını da ağır şekilde azarlar.' İlim ehlinden bir kısmı şöyle demişlerdir: «Allahü teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de şeytanın hilesini zayıf, kadınların hilesini ise büyük olarak zikretmiştir. Bunun hikmeti nedir? Bunun sebebi, şeytan insanları vesvese ve hayâl ile, kadınlar ise yüzyüze gelerek şaşırtır. Bundan dolayı kadınların hilesi büyük, şeytanın hilesi zayıf olarak zikredilmiştir. Gerçekten de öyle, insanın gördüğüne karşı sevgisi, muhabbeti, meyli başka olur, görmediğine karşı başka olur. Züleyha'nın, Yûsuf (aleyhisselâm)'u sevdiği, şehirde yayılır, kadınlar Arasında günün konusu olur. Mâliye nazırının karısının bir köleyi sevmesini ona yakıştıramazlar, hakkında dedikodu yaparlar. 30 «Şehirdeki bir kısım kadınlar: 'Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murad almak istiyormuş. Sevgisi bağrını yakmış. Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler.» Şehirdeki bir kısım kadınlar, Züleyha’nın Yûsuf (aleyhisselâm)'a muhabbet, sevgi beslediğini ve onunla ilişki kurmak istediğini öğrenmişler ve onu ayıplayarak şöyle demişler: «Aziz'in karısı, kölesine âşık olmuş, hem öyle âşık olmuş ki, sevgisi bağrını yakmış. Ondan başkasını da gözü görmüyormuş, bir vezir karısı hiç kölesini sever mi? Doğrusu biz onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz, yazık etti kendisine.» Züleyha, kadınların kendisi için böyle konuştuklarını işitir, Yûsuf (aleyhisselâm)'u onlara göstermek için evinde bir ziyafet tertip eder ve şehrin ileri gelen ailelerinin kadınlarını davet eder. 31 «Kadınların kendisini yermesini işitince, onları davet etti. Onlar için yaslanacakları bir yer (bir de sofra) hazırladı, onlardan her birine birer de bıçak verdi. Yûsuf'a "Yanlarına çık" dedi. Kadınlar Yûsuf'u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve "Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir" dediler.» Züleyha, bir kısım kadınların kendisini ayıplamasını işitince, Yûsuf (aleyhisselâm)'a neden gönül verdiğini açıklamak için kendisini ayıplayan kadınları, bir gün evine davet eder. Onlar için özel bir yer ve bir de sofra hazırlar. Çünkü davetliler şehrin ileri gelen ailelerinin kadınları idi. Meyve soymak için ellerine birer de bıçak verir. Onlar sofrada meşgul iken Züleyha’nın isteği üzerine Yûsuf (aleyhisselâm) onların huzuruna gelir. Kadınlar Hazret-i Yûsuf'u görünce hayrete düşerler, güzelliği karşısında mest olurlar ve kendilerinden geçerler. O sarhoşluk anında ellerini lime lime keserler, hiçbiri elinin kesildiğinin farkında olmaz. Ancak kendilerine geldikten sonra ellerini kestiklerini anlarlar ve «Allah'ı tenzih ederiz, bu insan değil, olsa olsa yüce bir melek olur, melekten başkası bu kadar güzel olamaz- derler. Soru: O kadınlar melek görmedikleri halde Yûsuf (aleyhisselâm)'u neden meleğe benzetmişlerdir? Cevap: Halk arasında güzel insanları meleğe benzetmek âdettir. Bu bakımdan o kadınlar Yûsuf (aleyhisselâm)'un güzelliğini ve nurunu görünce onu meleğe benzetmişlerdir. Zira kadınlar bugüne kadar öyle güzel yüzlü birisini görmemişlerdi. Böyle güzel yüzlü bir varlık olsa olsa ancak melek olur demişlerdir. Kadınların aklı başına gelince Züleyha, onlara «İşte sözünü edip beni ayıpladığınız budur» der. 32 «Vezirin karısı; "işte sözünü edip, beni ayıpladığınız budur. Andolsun ki, onun ohnak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa, yemin olsun ki, zindana atılacak ve herhalde zillete uğrayanlardan olacaktır" dedi.» Züleyha'nın niyeti, kendisini ayıplayan kadınlara Yûsuf'u gösterip, onun karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını öğrenmekti. Kadınlar Yûsuf'u görünce akılları başlarından gitmiş, kendilerinden geçmişlerdir. O sarhoşluk esnasında ellerini lime lime kesmişler, fakat hiçbir şey hissetmemişlerdir. Züleyha, kadınların kendinden geçtiğini görünce şöyle der: «İşte sözünü edip, beni ayıpladığınız delikanlı budur. Bu durum karşısında sizin beni ayıplamanız doğru mudur? Ben, onun olmak istedim, o, iffetinden dolayı kabul etmedi,» 'Ey Züleyha, sen haklısın, biz cehaletimizden dolayı seni ayıplamışız. Bunun güzelliği karşısında kimse tahammül edemez» demişlerdir. Züleyha «Ben bunu kendime bendetmek istedim, o kabul etmedi, arzumu reddetti. Eğer isteğimi yerine getirmezse, yemin olsun onu zindana attıracağım, böylece zillete uğrayanlardan olaçaktır» der. Yûsuf (aleyhisselâm), Züleyha'nın sözlerini işitir, onun şerrinden Rabbine sığınır. 33 «Yûsuf: "Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer sen bunların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara gönül verip câhillerden olurum" dedi.» 34 «Rabbi de onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Çünkü O, hakkıyla işiten, her şeyi bilendir.» Yûsuf (aleyhisselâm), Züleyha'nın söylediklerini işitir, hile ve şerrinden Rabbine sığınır ve şöyle der: «Ey Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer sen bunların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara gönül verip câhillerin yaptığını yapar, sana asi olurum» der. Önce Züleyha'yı ayıplayan kadınlar, bu defa onu haklı çıkararak, Yûsuf (aleyhisselâm)'u onunla halvete davet ederek şöyle derler: -Ey Yûsuf, sen Züleyha'nın isteklerini yerine getir. Çünkü bunlar seni satın alıp, evlerinde bakıp büyüttüler. Eğer sen bunun isteklerini yerine getirirsen, bu da senin istek ve arzularını yerine getirir. Böylece sen de şeref kazanırsın» derler, önce Yûsuf (aleyhisselâm) 'un 'başında bir tane Züleyha vardı, şimdi sayıları çoğaldı ve hepsi de Yûsuf (aleyhisselâm)'u fuhşa ve isyana davet ediyorlardı. Hazret-i Yûsuf, bunların sözlerine hiç aldırış etmez. Rabbine sığınır, Allahü teâlâ da duasını kabul eder, kadınların hilesini uzaklaştırır. Çünkü O, kullarının duasını işitip kabul edendir. Allah, ihlâs ve samimiyetle yapılan duaları asla geri çevirmez, kabul eder. İbadette ve duada aranan özellik ihlâstır. Yûsuf (aleyhisselâm), Züleyha'nın isteklerini reddedince, ondan intikam almak için kocasına «Bu köle beni rezil etti, gittiği her yerde beni suçluyor, kendisini suçsuz çıkarıyor. Ya onu hapset veya beni bırak çıkıp hâlimi halka arzedeyim, onlar da benim suçsuz olduğumu anlasınlar» der. Karısının isteği üzerine Mısır Azizi, Yûsuf (aleyhisselâm)'u hapsettirir. 35 «Sonra kadının ailesi delilleri Yûsuf un lehine gördüğü halde, onu bir süre için zindana atmayı uygun buldu.» Yûsuf (aleyhisselâm)'un gömleğinin arkadan yırtılması ve hakemlik yapanın da, onun lehine hükmetmesiyle suçsuz olduğu ortaya çıkmıştı. Züleyha'nın ise suçlu olduğu herkes tarafından biliniyordu. Buna rağmen Mısır Azizi, karısının isteği üzere Yûsuf (aleyhisselâm)'u hapsettirmişti. O, bu mahkûmiyetten asla üzülmemiş, Allah'ın, takdirine boyun eğmiştir. Hapsedildiği gün, iki delikanlı daha hapsedilir. Yûsuf (aleyhisselâm) da, diğer arkadaşları gibi cezasını çekmeye devam eder. Nihayet bir gün, kendisiyle cezaevine giren arkadaşları birer rüya gördüklerini, bu rüyaları tabir etmesini isterler. 36 «Zindana onunla beraber iki kişi daha atıldı. Birii "Rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm" dedi. Diğeri: "Başımın üzerinde kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm" dedi. Bize bunu tabir et. Çünkü biz senin iyi bir kimse olduğunu görüyoruz.» Yûsuf (aleyhisselâm), hapsedildiği gün, Kral Keyyan’ın aşçısı ile sucusu da hapsedilir. Zindanda bunlardan başka kimseler de vardır. Yûsuf (aleyhisselâm) hepsiyle arkadaşlık yapar, hasta olanları ziyaret eder, kederli olanları teselliye çalışır, erzakı bitenlere diğer arkadaşlarından erzak ve yiyecek te’ınin eder, onlarla güzel sohbetler yapar, hiç kimseyi incitmezdi. Arkadaşları çeşitli sorular sorarlar, o da hepsini cevaplandırırdı. Boş konuşmazdı, arkadaşlarını Allah'a imana davet ederdi. Daima zikirde bulunurdu. Kendisi île cezaevine giren iki arkadaş rüya görürler. Onlardan biri: «Ben rüyamda üç asma gördüm, her asmada üç salkım üzüm vardı. Bunları aldım, padişaha sunmak üzere bir kadehe sıktığımı gördüm, bunun yorumu - nedir?». Diğeri: -Rüyamda sini ile başımda ekmek taşıyordum, havada uçan kuşların o ekmekleri taşıyıp yediklerini gördüm, bunun yorumu nedir? Biz seni iyilerden görüyoruz, dediklerin doğru çıkıyor» derler. Yusuf (aleyhisselâm) onları İslâm'a ısındırmak için rüyalarını tabir etmeden önce dinini ve nesebini açıklar, nübüvvetini izhar eder. 37 «Yûsuf: "Rabbimin, bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır" dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm)'dan o iki delikanlı rüyalarının tabirini isteyince onlara şöyle demiştir: «Ey arkadaşlarım, Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, yiyeceğiniz yemek daha size gelmeden önce ne zaman ve ne geleceğini size haber veririm. Doğrusu ben, Allah'a inanmayan, O'nun birliğini tasdik etmeyen ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bıraktım.» Yûsuf (aleyhisselâm), onların İslâm'a rağbet etmesi için nübüvvetini açıklamıştır. Arkadaşları, Yûsuf (aleyhisselâm)'dan bu sözleri işitince «Ey Yûsuf, sen kâhin ve sihirbaz değilsin, bunları nasıl biliyorsun?» derler. Yûsuf (aleyhisselâm) da cevaben -Bunları bana Rabbim öğretti» der. Sonra onlara atalarından ve dinlerinden bahseder. 38 «"Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum, Allah'a herhangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz: Bu, Allah'ın bize ve inananlara olan lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmezler" dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm), arkadaşlarına şöyle demiştir: «Ben, atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine tâbiyim. Allah'a ortak koşmak bize yaraşmaz. Biz, Allah'dan başkasına asla ibadet etmeyiz. Allah, bize nübüvvet verip kullarını İslâm'a davet etmek için gönderdi. Bu, Allah'ın bize ve iman edenlere bir lütfudur. Fakat insanların çoğu bu nimete şükretmezler ve kıymetini de bilmezler.» Yûsuf (aleyhisselâm), nesebini zikredip, nübüvvetini açıkladıktan sonra, onları İslâm'a davet etmiştir. - Allah tarafından gönderilen dinin ismi İslâm'dır. - 39 «Ey zindan arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?» 40 «Allah'ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir, Hüküm vermek ancak Allah'a aittir. O, kendisinden başkasına tapmamanızı emretmiştir. Doğrusu işte din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.» Yûsuf (aleyhisselâm), arkadaşlarını Allah'ın birliğine imana davet ederek şöyle demiştir; «Ey zindan arkadaşlarım, sizin için ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılara mı ibadet etmek daha iyidir, yoksa her şeyden üstün olan Allah'a mı ibadet daha iyidir? O, birdir, şeriki benzeri yoktur. Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Allah'ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başkası değildir. Allah, onların ilâh olduğuna dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm vermek yalnız O'na aittir. O, kendisinden başkasına tapmamanızı emretmiştir. Çünkü Allah'tan başkası ibadete lâyık değildir. Allah'ın birliğine delâlet eden dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.» Yûsuf (aleyhisselâm) onları İslâm'a davet ettikten sonra rüyalarını tabir etmiştir. 41 «"Ey zindan arkadaşlarım, biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz mes'ele böylece kesinleşmiştir" dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm), zindan arkadaşlarının rüyalarını tabir ederek onlara şöyle demiştir: «Ey arkadaşlar, üç çubuktan üç salkım üzüm alıp padişaha sunmak için sıkan, üç gün sonra cezaevinden çıkacak, tekrar padişaha sucu olacaktır. Başında sini taşıyıp içinden kuşların ekmek yediği ise, üç gün sonra asılacak, uçan kuşlar başının etini yiyecektir.» Yûsuf (aleyhisselâm), rüyalarını tabir edince «Biz böyle bir rüya görmedik, seni denemek için uydurup söyledik» derler. Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm) «ister görün, ister görmeyin, söyleyip arzu ettiğiniz üzere hüküm mukadder oldu' demiştir. Yûsuf (aleyhisselâm), onlardan kurtulup tekrar padişahın sucusu olacak olana «Efendinin yanında beni an, haksız yere zindana atıldığımı söyle» demiştir. Ona bu şekilde söylemekle efendisinden medet ummuştur. 42 «Yûsuf, iki zindan arkadaşından kurtulacağını tahmin ettiği kimseye: "Efendinin yanında beni an" dedi. Fakat şeytan, efendisine onu hatırlatmayı unutturdu. Ve Yûsuf bu yüzden daha birkaç yıl zindanda kaldı.» Yûsuf (aleyhisselâm), zindan arkadaşı iki delikanlıdan birisinin kurtulacağını, diğerinin de idam edileceğini gördükleri rüyadan anlamıştı. Zindandan kurtulup tekrar krala sakalık yapacak olana «Efendinin yanında beni an, kardeşlerimin bana düşmanlık yapıp sattıklarını söyle ve haksız yere zindana atıldığımı bildir» demişti. Yûsuf (aleyhisselâm), zindan arkadaşına böyle söylemekle, efendisinden medet ummuş, Allah'ı hiç hatırlamamıştır. Allah'ı unutup, başkasından medet umduğu için, şeytan da sucuya Yûsuf'u unutturmuştur. Sucu bir daha Yûsuf (aleyhisselâm)'u hatırlamamış, ondan sonra yedi yıl daha zindanda kalmıştır. Çünkü Yûsuf (aleyhisselâm), Allah'ı unutup, doğrudan doğruya sucunun efendisinden yardım ve himmet talep etmişti. Halbuki Allahü teâlâ'hın müsaadesi olmadan hiç kimse bir şey yapamaz, hatta bir yaprak bile yerinden oynamaz. Eğer Yûsuf (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'yı zikrettikten sonra, sucuya «Efendinin yanında beni an» deseydi, belki şeytan ona Yûsuf'u unutturmaz, dolayısıyla zindanda yedi yıl daha kalmazdı. Allah zikredilmeden başlanan her teşebbüs böyle sonuçsuz kalır. Allah'tan başkasından medet umanlar, mutlaka hüsrana uğrayacaklardır. Bir rivayete göre, Cebrail (aleyhisselâm), Yûsuf (aleyhisselâm)'a gelip «Ey peygamberlerin kardeşi ve temizlerin en temizi, sana ne oldu ki, ben seni bu asîlerin arasında görüyorum. Rabbinin selâmı var, O şöyle buyurdu: «Kulum benden haya mı ediyor da, benden başkasından medet »umuyor. İzzet ve Celalim hakkı için onu zindanda birkaç yıl daha bırakacağım.» O zaman Yûsuf (aleyhisselâm) zindana atılalı beş yıl olmuştu. Ondan sonra yedi yıl daha kalır, böylece zindanda on iki yıl kalmış olur. Yüce Allah, Mısır Meliki'nin görmüş olduğu bir rüyayı sebeb halk ederek lütf u inâyetiyle Yûsuf (aleyhisselâm) 'u zindandan çıkarır. 43 «Hükümdar: "Ben rüyamda, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini, yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak görüyorum. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabir ediyorsanız benim rüyamı da yorumlayın".» 44 «Etrafındakileri "Bunlar karmakarışık rüyalardır, biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz" dediler.» Mısır Meliki Iteyyan, bir rüya görür. Rüyasında Nil nehrinden yedi semiz inek, arkasından da yedi zayıf inek çıkar. Zayıf inekler semiz inekleri yutarlar. Aynı anda yedi yeşil başak, bir o kadar da kuru başak görür ve kuru başaklar yeşü başağa sarılıp onları alt eder. Melik bu rüyaya bir anlam veremez, bunun üzerine vezirlerini ve ileri gelenleri toplar şöyle der: «Ey ileri gelenler, kahinler ve sihirbazlar, eğer rüya tabir ediyorsanız benim rüyamı da tabir edin, yorumunu yapın.» Onlar kralın rüyasının yorumunu yapamayarak şöyle derler: 'Ey efendimiz, senin görmüş olduğun rüya karmakarışık bir rüyadır, biz böyle rüyaların yorumunu yapamayız.» Etrafındakiler krala böyle cevap verince hayâl kırıklığına uğrar. O zaman Yûsuf (aleyhisselâm) sucunun aklına gelir ve «Ey efendim, ben sizin rüyanızı yorumlarım» der. 45 «Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yûsuf'u hatırladı ve-. «Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni bir gönderin" dedi.» Sucu yedi yıl sonra, kralın görmüş olduğu rüya neticesinde Yûsuf (aleyhisselâm)'u hatırlar, efendisine: «Ey efendim, bana müsaade edin, gidip sizin rüyanızın yorumunu yaptırayım» der. Kral, kâhin ve sihirbaz olmadığını, bu rüyanın yorumunu nasıl yaptıracağını sorar. Sucu da başından geçenleri olduğu gibi anlatır, izin alır Yûsuf (aleyhisselâm)'un yanına gider, kendisini unuttuğu için özür diler, kralın gördüğü rüyanın yorumunu yapmasını ister «Belki bu rüya senin zindandan çıkmana vesile olur» der. 46 «Zindana varıp; "Ey doğru sözlü Yûsuf, rüyada görülen yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yemesi, yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler" dedi.» 47 «Yûsuf (aleyhisselâm)ı "Devamlı yedi sene ekin ekin, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın" dedi.» Kralın sucusu görülen rüya üzerine Yûsuf (aleyhisselâm)'u hatırlar, gelip ondan özür diler ve rüyanın tabirini ister. Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm) rüyanın tabirini yapar ve şöyle der: «Yedi semiz inek, yedi yıl bolluk ve ucuzluk olacağına, yedi zayıf inek ise yedi yıl bolluktan sonra, yedi yıl da kıtlık olacağına, yedi yeşil başak, yedi yıl ekinlerin çok olacağına, yedi kuru başak ise yedi yıl bolluktan sonra yedi yıl hiç ekin olmayacağına işarettir. Yedi yıl devamlı ekin ekin, ihtiyacınızdan fazlasını başakta bırakın. Eğer başaktan ayırırsanız kurtlanır, bozulur. Yedi yıl sonra büyük bir kıtlık olacak, o zaman, biriktirdiğiniz ekinleri halka dağıtır, ihtiyacı karşılarsınız.» 48 «Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız bir miktar saklarsınız.» 49 «Sonra, halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman sıkıp faydalanacaklar.» Yûsuf (aleyhisselâm), kralın gördüğü rüyayı tabir eder. Yedi yıl bolluğun arkasından, yedi yıl da kıtlık olacak, bu yıllarda önceden biriktirdiğinizin pek azı kalmak üzere yer bitirirsiniz. Bu kıtlık yıllarından sonra arkasından yağmuru bol, mahsulü çok bir yıl gelir ki, halk üzümlerini sıkarlar, zeytinlerinden yağ yaparlar, fakirlikten kurtulurlar, mahsulleri çok olur, sığırlarını sağarlar.» Sucu, Yûsuf (aleyhisselâm)'dan rüyanın yorumunu öğrenir. Kral Reyyan'ın yanına döner, öğrendiklerini krala anlatır. Kral, Yûsuf (aleyhisselâm)'un ilmine ve zekâsına hayran olur ve sucuya «Gidin onu bana getirin, böyle bir şahsiyetin zindanda kalması asla doğru değildir» der. 50 «Hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. Gelen elçiye Yûsufs "Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim, onların düzenini hakkıyla bilir" dedi.» Sucu, krala Yûsuf (aleyhisselâm)'un yorumunu bildirince kral onun zekâsına ve ilmine hayran olur, «Derhal onu bana getirin' der. Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm)'u zindandan çıkarmak için bir elçi gönderilir, elçi ona gelir, durumu bildirir. Yûsuf (aleyhisselâm), elçiye hiç iltifat etmez ve ona şöyle der: «Efendine git, Züleyha'nın yanına gelen kadınların neden ellerini kestiklerini sor, benim zindana suçlu olduğum için mi, yoksa suçsuz olduğum için mi? girdiğimi bilsin. Rabbim, o kadınların bana nasıl tuzak kurduklarını biliyor. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.» İkrime (radıyallahü anh), Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle nakletmiştir: Peygamberimiz, Yûsuf (aleyhisselâm)'un kıssasından bahsederek, bu âyete gelince buyurdu ki: «Yûsuf, eğer sucuya "Beni efendinin yanında an" demeseydi, zindanda bu kadar kalmazdı. Ben, onun sabrına hayret ediyorum. Ben olsaydım çağırdıkları zaman çıkardım ve zindandan beni çıkarmadıkça da rüyalarını tabir etmezdim. Allah, ona mağfiret etsin, ne büyük sabır ve keremi varmış, suçsuz olduğunu isbat etmedikçe zindandan çıkmadı.» İbn Abbas (radıyallahü anh) da, Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında şöyle demiştir: «Yûsuf zindandan hemen çıksaydı kralın kalbine şüphe düşebilirdi. Elçiyi geri çevirmesi haklı olduğunu isbat içindir.» Elçi, Yûsuf (aleyhisselâm) 'dan bu sözleri işitince kralın yanına döner, durumu arzeder. Bunun üzerine kral, Züleyha'nın evine Yûsuf'u görmeye giden kadınları toplar, onlara Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında sorular sorar. 51 «Hükümdar, kadınlara: "Yûsuf'un nefsinden kam almak istediğiniz zaman ne halde idiniz?" dedi. Kadınları "Haşa, onun bir fenalığını görmedik" dediler. Vezirin karisi: "Şimdi gerçek ortaya çıktı, ben onun nefsinden murad almak istedim. O ise seksiz, şüphesiz doğru söyleyenlerdendir" dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm), gelen elçiye gerçekleri söyleyip geri çevirince, bunun üzerine kral, kadınları toplar, Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında kendilerinden bilgi ister. Kadınlar da şöyle derler: «Hâşâ, onun bir fenalığını görmedik, o suçsuz yere zindanda yattı, Züleyha ona iftira etti.» Kadınların, bu itirafları karşısında Züleyha da şöyle der: «Şimdi gerçek ortaya çıktı, ben onun nefsinden murad almak istedim, suç bendedir. O benim isteklerimin hiçbirini yerine getirmediği için iftira ettim. Suçsuz yere zindanda yattı. O hiç şüphesiz doğru söyleyenlerdendir.» Kadınlar ve Züleyha gerçekleri itiraf ettikten sonra Yûsuf (aleyhisselâm)'un suçsuz olduğuna kanaat getirirler ve zindandan çıkartırlar. Yûsuf (aleyhisselâm) cezaevinden çıkartılır, kralın huzuruna getirilir, ilk önce elçi kendisine geldiği zaman cezaevinden neden çıkmadığı sorulur. O da, Mısır Azizi'ne ihanet etmediğinin herkes tarafından bilinmesi için çıkmadığını söyler. 52 «Gıyabında kendisine hıyanet etmediğimi hükümdarın bilmesi içindi. Allah hâinlerin düzenini başarıya erdirmez.» Yûsuf (aleyhisselâm)'a ilk önce elçi geldiği zaman hemen cezaevinden çıkmamıştır. Bunun sebebi Mısır Azizi'nin ve diğerlerinin kendisinin suçsuz olduğunu bilmesi içindir. Eğer Yûsuf (aleyhisselâm), elçi kendisine geldiği zaman hemen cezaevinden çıksaydı, belki de suçlu olduğuna dair kralda bir şüphe uyanırdı. Yûsuf (aleyhisselâm)'un gelen elçiyi geri çevirmesi, hakkındaki bütün şüpheleri ortadan kaldırmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Yûsuf: "Gıyabında kendisine hıyanet etmediğimi hükümdarın bilmesi içindi. Allah hâinlerin düzenini başarıya erdirmez"». Yûsuf (aleyhisselâm) bir tevazu eseri olarak «Ben nefsimi tebrie etmem» demiştir. 53 «Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Zira Rabbim çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Yûsuf (aleyhisselâm) tevâzûundan dolayı «Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima şehvete ve masiyete meyleder. Ancak Allahü teâlâ’nın merhametiyle kötülüklerden arınır, Rabbim. Gafûr'dur, iman eden kullarını yarlığar, Rahim'dir, onları kötülüklerden muhafaza eder» demiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum. Çünkü nefis Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Zira Rabbim çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Mısır Kralı Reyyan, Yûsuf (aleyhisselâm)'un zekâsına ve üstün kabiliyetine hayran olur «Onu bana getirin» der. 54 «Hükümdar: "Onu bana getirin, kendime müsteşar edineyim" dedi. Kendisiyle de konuşurken: "Bugün nezdimizde şerefli bir mevki sahibisin, emniyet ve itimadı hâizsin" dedi.» Mısır Meliki Reyyan, Yûsuf (aleyhisselâm)'un ilim ve zekâsmdaki üstünlüğü öğrenince: «Onu bana getirin, kendime müsteşar ve yardımcı edineyim» der. Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm), zindandan çıkartılır, krala getirilir. Kral, kendisine çeşitli sorular sorar, hepsinin cevabını delilleriyle alır. Bu defa Yûsuf (aleyhisselâm), melike İbranice konuşur, melik anlamaz, hangi lisan olduğunu sorar. Yûsuf (aleyhisselâm) «Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dili» der. Melikle tekrar Arapça konuşur, melik onu da anlamaz, hangi lisan olduğunu sorar. Yûsuf (aleyhisselâm) -Amcam İsmail'in lisanı- der. Melik, Yûsuf (aleyhisselâm)'un bu denli üstün kabiliyetini görünce «Bugünden itibaren benim müsteşarım ve yardımcımsm. Bizim katımızda şerefli bir mevkiye sahipsin, dilediğin gibi tasarruf edebilirsin» der. Bunun üzerine-Yûsuf (aleyhisselâm), krala «Beni memleketin hazineleri üzerine memur et» der, Kral da Yûsuf (aleyhisselâm)'un isteklerini kabul eder. 55 «Yûsuf: "Beni memleketin hazinelerine memur et. Çünkü ben koruyup yönetmesini iyi bilirim" dedi.» Mısır Meliki Reyyan, Yûsuf (aleyhisselâm)'a 'Seni kendime müsteşar edineceğim» deyince, Yûsuf (aleyhisselâm) da «Beni memleketin hazinelerine memur et. Çünkü ben muhafaza etmesini, yönetmesini ve yerinde harcamasını çok iyi bilirim' demiştir. Yûsuf (aleyhisselâm)'un hazine bakanlığını istemesi halkın selâmeti içindir. O, bolluk yıllarında mahsulün çoğalmasını, muhafazasını, ihtiyaçtan fazlasının harcanmamasını çok iyi biliyordu. Şayet mahsulün bol olduğu yıllarda tedbir alınırsa, kıtlık yıllarında halk sefalete, yokluğa düşmez. Tedbir alınmadığı takdirde halk sefalete, yokluğa düşer perişan olur. Bunun için Yûsuf (aleyhisselâm) hazine bakanı olmak istemiştir. Buna göre mahsulün bol olduğu yıllarda gereken tedbiri alacak, kıtlık yıllarında halkın sefalete ve yokluğa düşmesini önleyecektir. Hazine bakanı olduktan sonra da gereken tedbiri almıştır. Rivayete göre Mısır Kralı Reyyan, sabah kahvaltısı yapmaz, onun yerine öğle yemeği vermiş. Kıtlık baş gösterdiği günün sabahı kral erkenden acıkır, yemek ister, hemen yemeği gelir, kral şaşınr. Bu yemeğin anında nasıl hazırlandığını sorar. Aşçılar Yûsuf (aleyhisselâm)'un emriyle geceden hazırladıklarını söylerler, Yûsuf (aleyhisselâm), o sabah kralın erkenden acıkacağını hisseder ve kalkmadan yemeğini hazırlatır. Kral bu manzara karşısında onun ne kadar ileri görüşlü ve üstün kabiliyetli olduğunu bir kez daha anlar ve şöyle der: -Bugünden itibaren' Mısır'ın meliki Yûsuf'tur. Kimin sultanla bir işi olursa Yûsuf'a gitsin, durumunu ona arzetsin. Bugünden itibaren sultan odur.» 56 «Yûsuf'u böylece o memlekete yerleştirip kendisine mevki verdik. Orada dilediğini yapardı. Biz, rahmetimizi dilediğimize veririz, iyi davrananların ecrini zayi etmeyiz.» 57 «Ahiret mükafatı ise iman edip fenalıktan sakınanlar için daha hayırlıdır.» Allahü teâlâ, Yûsuf (aleyhisselâm) 'a nübüvvet, risalet ve saltanat verip Mısır'a melik etmiştir. O, Mısır da dilediğini yapar, istediği yerde köşk kurardı. Yüce Allah kullarından dilediğine rahmetiyle (......)let ve nübüvvet verip, Yûsuf (aleyhisselâm) gibi ihsanına mazhar kılar. İyi davrananların mükâfatını ve ecrini zayi etmez, verir. Âhiret nimetleri ise iman edip, fenalıklardan sakınanlar için daha hayırlıdır. Allah iman edenlerin mükâfatını kat kat verir, onları dünya ve âhiret saadetine eriştirir. İman etmeyenler için de elim bir azab hazırlamıştır. Rivayete göre, Mısır Azizi ölür Züleyha dul kalır. Bir gün Yûsuf (aleyhisselâm)'un geçtiği yolun kenarına oturur, Yûsuf (aleyhisselâm) oradan geçerken «Allah'a şükürler olsun ki, kendisine itaat eden köleleri melik, kendisine itaat etmeyen melikleri de köle yapar.» demiştir. Sonra Züleyha, Yûsuf (aleyhisselâm) ile evlenir, arzusuna kavuşur. Züleyha, Yûsuf (aleyhisselâm) ile evlendiği zaman bakiredir. Mısır Azizi özürlü olduğu için onunla hiçbir zaman bir araya gelememiştir, bundan dolayı da o bakiredir. Yedi bolluk yıl geçer Yûsuf (aleyhisselâm) o yıllarda yeteri kadar ekin depo eder. Kıtlık yıllan gelir herkes elindekileri yer bitirir. Yûsuf (aleyhisselâm), daha önce biriktirmiş olduğu mahsulden Mısır halkına ve çevredekilere satmaya başlar, duyan gelir. Yokluk ve kıtlık Mısır'da başgösterdiği gibi çevre kasabalarda da baş gösterir. Yûsuf (aleyhisselâm)'un nâmı Yakub (aleyhisselâm)'un ülkesine kadar yayılır. Yakub (aleyhisselâm) çocuklarına «Mısır'da zahire satan bir zat varmış, gidin siz de ondan zahire alın gelin» der. Bunun üzerine on oğlu yola çıkar Mısır'a gelirler, Yûsuf (aleyhisselâm)'un huzuruna çıkarlar, hediyelerini takdim ederler, zahire almak istediklerini söylerler. Onlar Yûsuf (aleyhisselâm)'u tanımazlar, fakat Yûsuf (aleyhisselâm) onları tanır. 58 «Yûsuf'un kardeşleri gelip huzuruna çıktılar. Onlar Yûsuf'u tanımadıkları halde Yûsuf onlan tanımıştı.» Yûsuf (aleyhisselâm) 'un kardeşleri Mısır'a gelip, huzuruna çıkınca o kardeşlerini tanır, fakat kardeşleri, onu tanımazlar. Çünkü kardeşleri onun böyle bir makama yükseleceğini nereden bilsinlerdi? Halbuki huzuruna çıktıkları kardeşleri idi. Onlar padişahın huzurunda İbranice konuşurlar, Yûsuf (aleyhisselâm) anlamamazlıktan gelir ve tercüman vasıtasıyla kardeşleriyle konuşur. Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşlerine ilk sorusu «Ne istiyorsunuz, siz benim tanımadığım bir milletsiniz» olur. Kardeşleri «Biz Şam diyarından geliyoruz, bölgemizde kıtlık ve yokluk başgösterdi, senden zahire istiyoruz, onun için geldik» derler. Yûsuf (aleyhisselâm) kaç kişi olduklarını sorar, onlar on kişi olduklarını bildirirler. Bu defa Yûsuf (aleyhisselâm) 'Siz casusa benziyorsunuz, herbiriniz bin kişiye bedelsiniz, bana doğruyu söyleyin- der. Onlar «Biz sözüne sadık olan bir zatm oğullarıyız, bize kimse karşı gelemez, on iki kardeş idik. Koyun otlatırken birimizi kurt yedi, on bir kardeş kaldık. Kurdun yediği kardeşimizin gömleğini bulup babamıza getirdik, babamız onunla teselli bulur dedik, olmadı, o günden beri ağlamaktadır» derler. Yûsuf (aleyhisselâm) -Babanız ölen kardeşinizin yerine şimdi hanginizi daha çok seviyor?» dedi. Onlar «Babamız, ölen kardeşimiz Yûsufun küçük kardeşini seviyor» derler. Yûsuf (aleyhisselâm) «Eğer kardeşinizi kurt yeseydi gömleğini yırtardı, eşkıya öldürseydi gömleğini de alırdı. Sizin söyledikleriniz birbirini tutmuyor, siz doğru söylemiyorsunuz ve nasıl bir millet olduğunuzu da bilmiyoruz» der, hapsedilmelerini emreder. Onlar -Biz asla yalan söylemeyen bir milletiz, hem bizim asaletimiz sadık ve peygamberlerdendir- derler. Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm) onlara şöyle der: «Şayet bu sözleriniz doğru ise biriniz benim yanımda kalsın, gidin diğer kardeşinizi getirin doğru söylediğinizi anlayalım.» 59 «Onların yüklerini ve erzakını te’min ettikten sonra: "Bana baba bir kardeşinizi getirin. Görmüyor musunuz ki ben ölçeği tastamam ölçüyorum. Ben misafirperverlerin en hayırlısıyım" dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm) kardeşleriyle böyle konuştuktan sonra, onlara izzet ve ikramda bulunarak çeşitli yemekler yedirir. Sonra herbirine birer deve yükü buğday verir. Ve «Bana diğer kardeşinizi de getirin, görüyorsunuz ya, ben ölçeği tastamam ölçüyorum, kimseye haksızlık etmiyorum. Ben misafirlere ikram edenin en hayırlısıyım» der. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onların yüklerini ve erzakını te’min ettikten sonra: «Bana baba bir kardeşinizi getirin. Görmüyor musunuz ki ben ölçeği tastamam ölçüyorum. Ben misafirperverlerin en hayırlısıyım» dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm), kardeşlerinden diğer kardeşini de getirmelerini istemiş, getirmedikleri takdirde bir ölçek dahi zahire vermeyeceğini bildirmiştr. 60 «"Bana onu getirmezseniz, benden bir ölçek dahi zahire beklemeyin, bana yaklaşmayın" dedi.» 61 «Kardeşleri: "Babasını kandırmaya çalışacağız ve herhalde bunu yaparız" dediler.» Yûsuf (aleyhisselâm), kardeşlerine -Diğer kardeşinizi de getirin, eğer onu bana getirmezseniz size bir ölçek dahi ekin vermem ve semtime de yaklaştırmam' demiştir. Kardeşleri de: 'Biz onu sana getirmek için babasını ikna etmeye çalışacağız, herhalde bunu yaparız. Sen hangimizi alıkoyacaksın, onu söyle de gönlümüz ferahlasın» demişler. Yûsuf (aleyhisselâm), Şemun ismindeki kardeşini alıkoyar. 62 «Yûsuf adamlarına: "Onların zahire bedellerini de yüklerinin içine koyun. Belki ailelerine dönünce onu anlarlar da bir daha dönerler" dedi.» Yûsuf (aleyhisselâm) hizmetçilerine şöyle demiştir: «Onların paralarını ve getirdikleri hediyeleri yüklerine koyun. Ailelerine döndükleri zaman bizim kerametimizi ve misafirperverliğimizi anlarlar da tekrar zahire almak için geri dönerler.» Bazı tefsircilere göre, Yûsuf (aleyhisselâm)'un, kardeşlerinin zahire bedellerini yüklerinin içine koydurmasının iki sebebi vardır. Biri, memleketlerine döndükleri zaman hemen para bulup tezden geri dönemeyeceklerinden dolayıdır. Diğeri, zahirelerinin içinde bedellerini görünce yanlışlıkla karışmış diyerek tezden geri dönmelerini te’min içindir. Çünkü peygamberlerin ve çocuklarının kimsenin hakkını gasbetmesi mümkün değildir. Bu iki sebebden ötürü Yûsuf (aleyhisselâm) zahire bedellerini yüklerinin içine koydurmuştur. 63 «Babalarına dönünce: "Ey babamız, artık bize zahire verilmeyecek. Kardeşimizi bizimle beraber yolla ki zahirelerimiz ölçülsün. Biz onu korur, gözetiriz" dediler.» Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri babalarına dönünce başlarından geçenleri anlatırlar ve «Ey babamız, eğer kardeşimiz Bünyamin'i bizimle Mısır'a göndermezsen, kral bir daha bize zahire vermeyecek. Onun gitmesiyle hem bir yük daha fazla zahire alırız, hem de biz men edilmeyiz, O, gitmediği takdirde biz de zahire almaktan men edileceğiz. Onu bizimle göndermekten en küçük bir endişen olmasın, bu hususta bize güvenebilirsin. Biz, onu korur muhafaza ederiz» derler. Yakub (aleyhisselâm), oğullarını dinledikten sonra onlara şöyle cevap verir. 64 «Yakub: "Daha evvel kardeşini ne derece size emniyet ettiysem, bunu da ancak o kadar emniyet edebilirim. Allah, koruyanların en hayırlısı ve merhamet edenlerin en merhametlisidir" dedi.» Yakub (aleyhisselâm), oğullarını dinledikten sonra onlara şöyle demiştir: «Ey oğullarım, daha evvel Yûsuf'u size ne derece emniyet ettiysem, Bünyamin'i de ancak o kadar emniyet edebilirim. Yûsuf için de aynı şeyleri söylemiştiniz, ben de onu size emniyet etmiştim. Onu ne kadar korudunuzsa, Bünyamin'i de o kadar korursunuz. Eğer gönderecek olursam, onu size değil, Allah'a emanet ederim. Çünkü O, koruyanların en hayırlısı ve en merhametlisidir.» Oğulları Mısır dan aldıkları zahirelerini açınca, bedellerinin kendilerine iade edilmiş olduğunu görürler, bu defa babalarına şöyle derler. 65 «Yüklerini açınca zahire bedellerinin de kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler ve: "Baba, daha ne isteriz? İşte verdiğimiz zahire bedelleri de bize iade edilmiş. Onunla ailemize yine erzak getirir, kardeşimizi de koruruz. Bir deve yükü zahire de artırırız. Zira bu azdır" dediler.» Yakub (aleyhisselâm)'un oğulları evlerine döndükleri zaman yüklerini açarlar, içinden verdikleri zahire bedelleri çıkar. Buna çok sevinirler, zahire bedellerini alıp babalarına gelirler ve «Ey babamız, daha ne isteriz? Zahire bedellerimizi tekrar bize iade etmişlerdir. Bu, kralın bize bir ikramıdır, yanlış olarak geri verilmiş değildir. Kardeşimizi de bizimle beraber gönder de bir yük daha fazla zahire alalım, bu aldığımız bize yetmez. Onu bize emanet etmekten korkma, biz onu çok iyi koruruz» demişlerdir. Bunun üzerine babaları da onlara şöyle demiştir. 66 «Babaları: "Hepiniz yok olmadıkça onu bana getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz onu sizinle göndermeyeceğim" dedi. Artık babalarına teminat verince o da: "Allah şu söylediklerinize vekil olsun" dedi.» Oğulları, Yakub (aleyhisselâm)'dan kardeşleri Bünyamin'İ de Mısır'a zahire almak için götürmek istedikleri zaman onlara şu cevabı vermiştir: «Hepiniz yok olmadıkça onu bana getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermedikçe onu sizinle göndermem.» Bunun üzerine babalarına teminat verirler, o da Bünyamin'İ onlarla beraber Mısır'a gönderir. Ve -Allah, şu konuştuklarımıza şâhid olsun- der, oğullarına şu tavsiyede bulunur. 67 «Yakub: "Oğullarım, şehre hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber ben, Allah'ın size dair kaderinizden bir şey değiştiremem. Hüküm ancak Allah'ındır. O'na güvenip dayandım. Tevekkül edenler de yalnız O'na güvenip dayanmalıdır" dedi.» 68 «Şehre babalarının emrettiği gibi girdiler Esasen bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı. Ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. Şüphesiz ki o, kendisine vahiy ile öğrettiklerimizi bilmekte idi. Fakat insanların çoğu bilmezler.» Yakub (aleyhisselâm), oğullarını Mısır'a gönderirken onlara şöyle vasiyet etmiştir: «Ey oğullarım, Mısır'a hepiniz aynı kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Bir sokaktan da gitmeyin, ayrı yerlerden gidin. Eğer bir kapıdan girip, aynı sokaktan giderseniz sizi eşkıya zannederler veya size göz değer.» Bazı tefsirciler, Yakub (aleyhisselâm), oğullarına göz değmesinden korktuğu için ayrı kapılardan şehre girmelerini tavsiye ettiğini söylemişlerdir. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), torunları Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin'e nazar isabet etmesinden Allah'a sığınmıştır, Yakub (aleyhisselâm), oğullarına şehre ayrı ayrı kapılardan girin der ve şöyle söyler: «Ben, size ayrı ayn kapılardan şehre girin derken hiçbir zaman Allah'ın takdirini sizden men edemem. O, neyi takdir etmişse o olur. O'nun takdiri asla değişmez. Eğer size nazar isabet etmesini dilemişse isabet eder, dilememişse asla isabet etmez. Hüküm O'nundur, O'nun hükmüne kimse karışamaz. Ben sizi Allah'a emanet ettim. Tedbir bizden, takdir O'ndandır. İnananlar bütün işlerini O'na emanet etmelidirler.» Yakub (aleyhisselâm)'un oğulları Mısır'a gelince, ayrı ayrı kapılardan şehre girerler, Babalarının vasiyetini yerine getirirler. Bu, Allahü teâlâ'nın takdirini değiştirmek değildir, tedbir almaktır. Yakub (aleyhisselâm) da tedbir bakımından gönlünden geçeni oğullarına söylemiştir. ' O, oğulları bir kapıdan da, ayrı ayrı kapılardan da girseler Allah'ın takdirinin değişmeyeceğini çok iyi biliyordu. Çünkü Yüce Allah, bunlan ona bildirmişti. Fakat halkın çoğu bunu bilmezler. Yakub (aleyhisselâm)'un oğulları Mısır'a girerler, gidip Yûsuf (aleyhisselâm)'un huzuruna çıkarlar, o, bunların arasında Bünyamin'i tanır ve bağrına basar. 69 «Yûsuf'un yanına girdiklerinde, kardeşini bağrına bastı ve: "Ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme' dedi.» Kardeşleri, Yûsuf (aleyhisselâm)'un huzuruna gelince, o, kardeşlerine izzet ü ikramda bulunur ve onlara bir ziyafet verir. Yûsuf (aleyhisselâm), iki kişinin birlikte yemesini söyler. Diğerleri ikişer ikişer oturur fakat Bünyamin tek kalır. Yûsuf (aleyhisselâm) da Bünyamin ile oturur yer, yemek esnasında kardeşi olduğunu söyler, Bünyamin bundan çok memnun olur. Akşam olunca Yûsuf (aleyhisselâm), Bünyamin'i yanına alır diğer kardeşlerini de ayrı bir odaya koyar. Sabahleyin kardeşleri gitmek ister, Yûsuf (aleyhisselâm) da yüklerini hazırlatır, Bünyamin'i alıkoymak için yükünün içine kıymetli bir su kabı gizletir. 70 «Yûsuf, onların yüklerini hazırlatırken, kardeşinin yüküne bir su kabını koydurdu. Sonra bir münâdi: "Ey kervancılar, siz hırsızsınız" diye bağırdı.» Yûsuf (aleyhisselâm), kardeşi Bünyamin'i yanında alıkoymak için yüküne su içtiği gümüş kabı koydurur. Bünyamin bundan haberdardır. Sonra kardeşlerinin yüklerini verir ve onları uğurlar. Bir müddet sonra arkalarından muhafızını gönderir, muhafız onlara yaklaşınca «Ey kervancılar, siz padişahımızın su içtiği kabı çaldınız. Durun, yüklerinizi arayacağız, kimin yükünde bulunursa onu götürüp hapsedeceğiz' der. Her şeyden habersiz olan Yûsuf (aleyhisselâm) 'un kardeşleri kuşkuya kapılırlar ve böyle bir şey yapmadıklarını söylerler. 71 «Yakub'un oğulları geri dönerek: "Ne kaybettiniz?" dediler.» 72 «Dediler ki: "Padişahın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü mükâfat verilecek. Ben de buna kefilim".» Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri yollarına revan olup giderken, arkalarından bir münâdi «Ey kervancılar, siz hırsızsınız» diye "bağırır. Onlar da geri dönerek ne kaybettiklerini sorarlar. Onlar da, padişahın su kabını kaybettiklerini, getirene bir deve yükü mükâfat verileceğini söylerler ve içlerinden biri -Ben de buna kefilim» der. Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri yemin ederek böyle bir şey almadıklarını söylerler. 73 «"Allah'a yemin ederiz ki, memleketi ifsad etmeye gelmedik. Bunu siz de öğrendiniz, hırsız da değiliz" dediler.» 74 «Onlara: "Yalan söylüyorsanız, bunun cezası ne olacak" diye sordular.» 75 «Yakub'un oğulları: "Cezası, kimin yükünde bulunursa ceza olarak ona el konulur. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız" dediler.» Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri, arkadan gelip «Siz hırsızlık yaptınız» diyenlere şöyle demişlerdir: -Allah'a yemin ederiz ki, biz turaya huzursuzluk çıkarmaya ve hırsızlık yapmaya gelmedik. Bunu siz de biliyorsunuz, soyumuzda böyle bir şey yoktur, hem biz hırsız değiliz.» Bunun üzerine'padişahın adamları «Eğer hırsız sizden birinizse bunun cezası sizin şeriatınıza göre nedir?» dediler. Yakub (aleyhisselâm)'un oğulları da şöyle konuştular: «Bizim beldemizde ceza olarak hırsızın malına el konur, bir yıl da çalmış olduğu malın sahibine kölelik eder.» Mısır'da hırsızlık yapanlar dövülür, çalmış oldukları şeyler ise ödettirilirdi. Yakub (aleyhisselâm)'un beldesinde ise, hırsızın malına el konur, kendisi de bir yıl köleliğe mahkûm edilirdi. Bundan dolayı padişahın adamları, Yakub (aleyhisselâm)'un oğullarına hırsızın cezasını sormuşlardır. Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri «Biz de hırsızın bu şekilde cezalandırılmasına razıyız» derler. Aralarında bu şekilde konuşma geçtikten sonra padişahın adamları «Sizin yükünüzü arayacağız» diyerek onları geri çevirirler. 76 «Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Nihayet su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz, Yûsuf için böyle bir tedbir kullandık. Hükümdarın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı. Meğer ki Allah dilemiş ola. Biz kimi dilersek onu nice derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibi-' nin üstünde daha iyi bilen vardır.» Muhafız, Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşlerini yoldan geri çevirir, padişahın huzuruna getirir. Padişah yüklerinin aranmasını emreder, önce üvey kardeşlerinin yükleri aranır, sonra Bünyamin'in yükü aranır ve yitik Bünyamin'in yükünden çıkar. Bünyamin, durumu daha önceden biliyordu, fakat kardeşleri her şeyden habersizdi. Onlar ouna çok üzülürler ve «Sizin yüzünüzden bugüne kadar hiç belâdan kurtulmadık, Râhil'in oğullarından bize hayır gelmedi» derler. Bunun üzerine Bünyamin, kardeşlerine şöyle der: «Yûsuf'a yaptığınızı şimdi de bana yapıyorsunuz ve beni hırsızlıkla itham ediyorsunuz.» Kardeşleri de «Sen çalmadın da neden senin yükünden çıktı, bir başkasının yükünden çıkmadı» derler. Bu defa Bünyamin onlara şöyle der: «Zahire bedellerini sizin yükünüze koyan onu da "benim yüküme koymuştur, ben hırsız değilim.» Bünyamin böyle konuşunca kardeşleri sükût eder. Allahü teâlâ, Yûsuf (aleyhisselâm)'a böyle yapmasını ilham etmiştir. Çünkü Yûsuf (aleyhisselâm), başka türlü kardeşini alıkoyamazdı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Nihayet su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz, Yûsuf için böyle bir tedbir kullandık. Hükümdarın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı. Meğer ki Allah dilemiş ola. Biz kimi dilersek onu nice derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır.» Kardeşleri, Yusuf (aleyhisselâm)'dan Bünyamin'i bırakmasını istemişlerdir. Yusuf (aleyhisselâm), onu bırakmayınca, kardeşleri «Bünyamin'i bırak, onun yerine bizden birimizi tutukla, çünkü bunun yaşlı bir babası var, Yusuf'un yerine bununla gönlünü eğlendiriyor» demişlerdir. Bunun üzerine Yusuf (aleyhisselâm) onlara şu cevabı vermiştir: «Bizim kanunumuzda hırsızın köle olarak alıkonulması yoktur. Ancak Allah'ın dilemesiyle olur.» Allah kimi dilerse, onun mertebesini yüce kılar, makamını âli eder. Her ilim sahibinden daha iyi bilen vardır. Hiç kimsenin ilmi Allah'ın ilmine erişemez. O, her şeyi hakkıyla bilir, ona göre mükâfat ve mücazat verir. Kimisinin derecesini yükseltir, kimisinin derecesini de aşağı kılar. Kardeşleri, Bünyamin'i zemmederek Yusuf (aleyhisselâm)'dan özür dilerler ve kendilerinin bu işten haberleri olmadığını söylerler. 77 «Dediler ki: "Eğer çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açıklamadı. İçinden: "Durumunuz pek kötüdür, anlattığınızı Allah daha iyi bilir" dedi.» Kardeşleri, Bünyamin'i zemmederek Yusuf (aleyhisselâm)'a şöyle demişlerdir: «Eğer çaldıysa daha önce kardeşi Yusuf da çalmıştı.» Yusuf, çocuk iken dedesinin- altın putunu çalmış kırmıştı. O, dedesinin puta tapmaması için bunu yapmıştı. Bundan dolayı kardeşleri onu hırsızlıkla itham etmişlerdir. Onların bu ithamına çok üzülen Yusuf (aleyhisselâm), içinden «durumunuz pek kötüdür, anlattığınızı Allah daha iyi bilir» demiştir. Kardeşleri, Yusuf ve Bünyamin hakkında böyle itirafta bulunduktan sonra, padişahtan Bünyamin'i serbest bırakmasını isterler. 78 «Kardeşleri: "Ey vezir, onun yaşlanmış, kocamış bir babası vardır. Bizden birini onun yerine alıkoy. Doğrusu biz senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz" dediler.» 79 «"Eşyamızı nezdinizde bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allah'a sığınırız. Çünkü o takdirde biz elbette zalimlerden oluruz" dedi.» Kardeşleri, Yusuf (aleyhisselâm) 'a; «Ey vezir, bunun yaşlanmış bir babası vardır. Yûsuf'un yerine gönlünü bununla eğlendirir. Sen onun yerine bizden birini tutukla, onu serbest bırak. Doğrusu biz seni ihsan ve ikram sahibi görüyoruz, bize bunu ihsan et» demişlerdir. Kardeşlerinin bu yalvarmalarına Yusuf (aleyhisselâm) şu cevabı verir: «Suçsuz yere birinizi alıkoymaktan Allah'a sığınırım. Biz ancak eşyamızı çalan kim ise onu tutuklayabiliriz. Eğer sizin arzunuz üzere hareket eder, hırsızın yerine başkasını tutuklarsak o zaman zalimlerden oluruz» der. 80 «Vaktaki ümitsizliğe düşünce, konuşmak üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri şöyle dedi: "Babamızın, Allah'a karşı sizden söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğimiz kusuru bilmiyor musunuz? Artık ben, ya babam bana izin verinceye, yahut benim için Allah hükmedinceye kadar, buradan kat'iyyen ayrılmam. O, hâkimlerin hayırlısıdır".» Yusuf (aleyhisselâm), Bünyamin'i serbest bırakmayınca kardeşleri yanından ayrılır ve aralarında konuşmak için bir yere çekilirler. Kendilerine önderlik yapan Şemun veya Yehuzâ şöyle der; «Babanızın Allah'a karşı sizden söz aldığını ve daha önce Yûsuf hakkında da işlemiş olduğunuz kusuru bilmiyor musunuz? Şimdi babanıza ne cevap vereceksiniz? Babam, bana izin verip bunlarla savaşıp kardeşimi almadıkça, veya hâkimlerin en hayırlısı olan Allah hükmedip kardeşim bana verilinceye kadar buradan ayrılmanı.' İmam-ı Süddî'nin rivayetine göre, Yâkub (aleyhisselâm)'un oğulları kin ve gadaba geldikleri zaman, kimse onlara karşı koyamazdı. Onlardan Rübil hiddete gelir, Yusuf (aleyhisselâm) 'un yanına girer ve «Ey melik, Allah'a yemin ederim ki, ya kardeşimizi bize verirsin gideriz, yoksa öyle bir nara atarım ki, hamile kadınlar çocuklarını korkudan düşürürler» der. Rûbil, o kadar hiddete gelmiş ki, vücudundaki tüyler elbisesinden dışarı çıkmıştı. Yâkub (aleyhisselâm)'un oğulları hiddet ve gadaba geldikleri zaman onların neslinden biri arkalarını sığamadıkça kin ve gadapları yatışmazdı. Rûbil gadaba gelince, Yusuf (aleyhisselâm) oğlunu gönderir arkasını sığadır, o anda gadabı yok olur. Bir anda kin ve gadabı teskin olan Rûbil «Bu şehirde Yâkub oğullarından biri var ki, arkamı sığamakla kin ve gadabım yatıştı» der. Sonra Yusuf (aleyhisselâm), onlara; «Siz babanıza gidin, durumu bildirin» der. 81 «Siz babanıza dönün, deyin ki: "Ey baba, inan ki oğlun hırsızlık etti. Biz bildiğimizden başka bir şey görmedik. Gaybın bekçileri de değiliz".» 82 «Bulunduğumuz kasabanın halkına ve beraberinde bulunduğumuz kervana da sor. Biz seksiz şüphesiz doğru söylüyoruz.» Kardeşleri ne yapacaklarını şaşırınca Yusuf (aleyhisselâm) onlara şöyle demiştir: «Siz, babanıza dönün, ona -Ey babamız, oğlun Bünyamin kralın su kabını çaldı. Kralın adamları hepimizin yükünü aradı, su kabım onun yükünden çıkardılar, fakat çalarken görmedik, yükünden çıkarırlarken gördük. Şayet bizim söylediklerimize inanmıyorsan, Mısır halkına ve beraber geldiğimiz kervancılara sor», deyin. Yusuf (aleyhisselâm), kardeşlerine böyle tavsiyede bulunduktan sonra, onlar Mısır'dan ayrılır, babalarının yanına dönerler. Bünyamin Mısır'da kalır. Onlar babalarına dönerler, Yusuf (aleyhisselâm)'un söylediklerini anlatırlar, Yakub (aleyhisselâm) oğullarını dinler, olaya çok üzülür, onlara sitem ederek şöyle der: -Siz birbirini yiyen kurtlar gibisiniz, bir gittiniz Yusuf'u yok ettiniz, bir daha gittiniz Şemun'u yok ettiniz. (Şemun Mısır'da Yusuf (aleyhisselâm)'un yanında alıkonmuştu). Şimdi de Bünyamin'i yok ettiniz. Her gidişinizde aranızdan birini yok ediyorsunuz.» 83 «Yâkub: "Hayır, sizi nefisleriniz aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Allah'ın, onların hepsini birden bana getirmesi yakın bir ümittir, Çünkü O, her şeyi bilen, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" dedi.» Yakuta (aleyhisselâm), oğullarını dinledikten sonra, onlara şöyle demiştin «Hayır, olmaz böyle şey, nefisleriniz sizi aldatıp büyük bir işe sürüklemiştir. Bundan sonra bana düşen güzel bir sabırdır. Yaptıklarınızdan ötürü sizi kimseye şikâyet etmeyeceğim. Belki Allahü teâlâ, onların hepsini bana döndürür. Çünkü O, Alim'dir, onların nerede ve ne durumda olduklarını bilir, lûtfu keremiyle onları bana döndürmeye hükmeder.» Mahzun mahzun oğullarının yanından ayrılır, hücresine çekilir. 84 «Onlardan yüz çevirdi. "Vah Yusuf'a yazık oldu" dedi. Ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyoordu.» Yâkub (aleyhisselâm), mahzun mahzun oğullarının yanından ayrılır, hücresine çeküir, hüzün ve keder onu kaplar, göz yaşlarını tutamaz, evlât acısı yüreğini deler ve «Vâh Yusuf'a» der. Ağlamaktan gözlerine perde çebilir, üzüntüsünü kimseye açıp şikâyet etmez, hep içinde saklar. Fakat Yusuf'un ateşi onu yakmıştı. Nitekim Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle demiştir: «Yâkub (aleyhisselâm) seksen yıl Yusuf'un ateşi ile yanmıştır, seksen yıl hiç gözünün yaşı dinmemiştir. O sırada Allahü teâlâ katında Yâkub (aleyhisselâm)'dan daha izzetli ve daha ikramlı bir kul yoktu. Yusuf (aleyhisselâm) yedi yaşında kuyuya atıldı, seksen yıl babasından ayrı kaldı.» Oğulları, Yâkub (aleyhisselâm)'un ağlamasına dayanamazlar, ağlamamasını, böyle giderse helak olacağını söylerler. 85 «Dediler ki: "Hâlâ Yusuf'u anıp duruyorsun. Yemin olsun ki sonunda, ya kederinden hastalanıp eriyeceksin, yahut helake uğrayanlardan olacaksın”.» 86 «Yâkub: "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Ben Allah tarafından sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.» Oğulları, Yâkub (aleyhisselâm) 'un devamlı Yusuf (aleyhisselâm)'a ağladığını görünce «Hâlâ Yusuf'u anıp duruyorsun, yemin olsun ki, sonunda ya kederinden hastalanıp delireceksin, yahut kendini öldüreceksin. Artık ağlamaktan vazgeç, kendine gel» demişlerdir. Yûsuf'un ateşi ile yanan Yâkub (aleyhisselâm), oğullarına şu cevabı verir: «Oğullarım, bana olur-olmaz konuşmayın. Ben size bir şikâyette bulunmuyorum, üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a arz ederim. Benim halimi ancak O bilir. Allah tarafından bana sizin bilmedikleriniz bildirilmiştir. Benim bildiklerimi siz bilemezsiniz. Yusuf ölmedi, çünkü o peygamberdir, peygamberlerin görmüş oldukları rüyalar asla boşa çıkmaz.» Bazı tefsircilere göre Yâkub (aleyhisselâm) Azrail'i rüyasında görür, Yusuf'un ruhunu kabzedip etmediğini sorar. Azrail kabzetmediğini söyler. Bundan sonra Yâkub (aleyhisselâm), Yusuf'un ölmediğine kanaat getirir. Sonra Yâkub (aleyhisselâm), oğullarına Yusufu ve kardeşini aramasını emreder. 87 «Ey oğullarım, gidin. Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın yardımından (rahmetinden) ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah'ın yardımından ümidini kesmez.» Yâkub (aleyhisselâm)'un oğulları, babalarının hüzün ve kederine çok üzülürler, yaptıklarına pişman olurlar, büyük bir şaşkınlık içinde babalarını teselliye çalışırlar. O zaman Yâkub (aleyhisselâm) onlara 'Ey oğullarım, Mısır'a gidin, Yusuf ve kardeşini arayın, ola ki hayırlı bir müjde ile gelirsiniz» der. Bunun üzerine oğulları -Ey babamız, Bünyamin'i kurtarmak için Mısır'lılarla mücadele edelim, onun yeri belli, fakat Yusuf'u nerede bulacağız, o çoktan öldü. Onu ölüler arasından mı çıkaracağız» derler. Allah'ın rahmetinden hiçbir zaman ümidini kesmeyen Yâkub (aleyhisselâm) oğullarına şöyle der: «Ey oğullarım Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah'ın rahmetinden ancak kâfirler ümidini keserler.» Bunun üzerine Yâkub (aleyhisselâm)'un oğulları Mısır'a dönerler. 88 «Kardeşleri vezirin yanına vardıklarında! "Ey vezir, bizi de, çoluk çocuğumuzu da darlık sardı. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi tam ölç, fazlasını sadaka say. Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır" dediler.» Yâkub (aleyhisselâm) 'un oğulları, babalarının isteği üzere tekrar Mısır'a dönerler, kralın huzuruna çıkarlar ve «Ey vezir, bizi de, çoluk çocuğumuzu da kıtlık ve yokluk sardı. Bu defa çok cüz'i bir sermaye ile geldik. Bizim bu sermayemizi kabul et, fakat ölçümüzü tam yap, sermayemizden fazlasını da sadaka olarak say. Zira Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır» derler. Kardeşleri, Yûsuf (aleyhisselâm) 'u kuyudan çıkaran sucuya sattıkları zaman, ona bir de satış mukavelesi yazıp vermişlerdi. Yusuf (aleyhisselâm) da bu satış mukavelesini sucudan alıp saklamıştı. Kardeşleri gelip ondan tekrar zahire isteyince, onlara şöyle der: «Bizde İbranice yazılı kıymetli bir evrak var. Bunu okuyabilir misiniz?» Onlar da «Yehûzâ okuma-yazma biliyor, o okur derler. Yusuf (aleyhisselâm), Yehûzâ'ya satış mukavelesini verir, eline alınca kendi yazısı olduğunu anlar, rengi sararır ve «Koyunlarımızı otlatan bir kölemiz vardı, bu onun satış mukavelesi» der. Yusuf (aleyhisselâm) «Hayır, yalan söylüyorsunuz, sizin sattığınız köle değildi» der. Ve cellâtlarına hepsinin kafasını vurmasını emreder. Kardeşleri korkudan yere kapanır, yalvararak şöyle derler: «Ey melik, bize acımıyorsan yaşlı bir babamız var, ona olsun acı, bizi ona bağışla. Babamız bir oğlunun yok olmasından dolayı yıllarca göz yaşı döktü, ya hepimiz, helak olursak onun hali ne olur?» Yusuf (aleyhisselâm)'un niyeti kardeşlerinin başını vurdurmak değildi, kendisini tanıtmak için bu taktiği kullanmıştı. Bundan sonra onlara bir soru sorar. 89 «Siz câhil kimseler iken Yusuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?» Yusuf (aleyhisselâm), kardeşlerine kendisinin Yusuf olduğunu ifade etmek için şöyle demiştir: 'Siz câhil kimseler iken Yusuf ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz? Yusuf'u kuyuya attınız, kardeşini de hırsızlıkla itham ettiniz. Yaptıklarınıza tevbe-i istiğfar da etmediniz, böylece âsilerden oldunuz. Yusuf'u kuyuya attınız, gömleğini yalancı kana bulayıp -Kurt yedi» diyerek babanıza götürdünüz, ona yalan söylediniz. Sonra sucu Yusuf'u kuyudan çıkarınca «Bizim kölemiz» diyerek sattınız, parasını aranızda bölüştünüz. Daha sonra Bünyamini hırsızlıkla itham ettiniz ve «Râhil'in oğullarından hiçbir hayır görmedik» dediniz. Halbuki onların size hiçbir kötülüğü dokunmadı. Sizin onlara kötülüğünüz dokundu. Sonra yaptıklarınıza tevbe-i istiğfar da etmediniz.» Bu konuşmadan sonra Yusuf (aleyhisselâm), cellâtlara kardeşlerinin ellerini ve ayaklarını kesmelerini emreder. Onlar bunu gerçek zannederek ağlamaya ve yalvarmaya başlarlar. Melikten kendilerinin bağışlanmasını isterler, yaptıkları açığa çıkınca da birbirlerini suçlarlar. Yehûzâ, kardeşlerini Yusuf (aleyhisselâm)u kuyuya atmaktan ve öldürmekten men etmeye çalışmıştı. Fakat onlar Yehûzâ'yı dinlememişlerdi. Bu defa Yehûzâ onlara şöyle der: «Ben, size Yusuf'u kuyuya atmayın, bir gün bu meydana çıkar dememiş miydim? Siz beni dinlemediniz, hatta bana kızdınız. İşte şimdi yaptıklarınız meydana çıktı.- Yusuf (aleyhisselâm) kardeşlerinin bu haline dayanamaz ağlar, göz yaşları üstünü ıslatır. Sonra şöyle der: «Eğer yaptıklarınıza tevbe ederseniz sizi yaşlı babanıza bağışlayacağım.» Onlar Yusuf (aleyhisselâm)'tan bu müjdeyi duyunca gözyaşları bir anda sevinç naralarına dönüşür; Kendilerini affettiği için teşekkürlerini bildirmek üzere kralın yüzüne baktıklarında Yusuf olduğunu anlarlar ve 'Sen Yusuf değil misin?» derler. 90 «"Yoksa sen Yusuf müsün?" dediler. "Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülüklerden sakınır ve sabr ederse bilsin ki, Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez" dedi.» Kardeşleri ancak üçüncü gelişlerinde Yusuf (aleyhisselâm)'u tanımışlardı. Yakinen bilgi sahibi olmaları için «Sen Yusuf musun?» demişlerdi. O da «Ben Yusuf'um, bu da kardeşim Bünyamin. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülükten sakınır, Allah'a sığınır ve sabrederse bilsin ki, Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez. Onu dünya ve âhiret saadetine kavuşturur» der. Kardeşleri Yusuf (aleyhisselâm)'tan bu gerçekleri işitince yaptıklarına pişman olurlar, ondan özür dilerler. 91 «"Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni hakikaten bizden üstün kılmıştır. Doğrusu biz suç işlemiştik" dediler.» Kardeşleri, Yusuf (aleyhisselâm)'u tanıyınca yaptıklarına pişman olurlar, özür dilerler ve şöyle derler: -Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni hakikaten bizden üstün kılmıştır. Biz, seni kuyuya atmakla Allah'a âsi olduk, suçumuzu, affet. Sen kerem ve ihsan sahibisin, biz ise hâin insanlarız.» 92 «Yusuf: "Bugün, başınıza kakılacak, ayıplanacak değilsiniz. Allah sizi yarlığasın. O, merhamet edicilerden daha merhamet edicidir" dedi.» Yaptıklarına pişman olup, af dileyen kardeşlerine Yusuf (aleyhisselâm) şöyle der: «Siz, üzülüp, mahcup olmayın, bugün yaptıklarınız başınıza kakılacak ve ayıplanacak değilsiniz. Benim tarafımdan bağışlandınız. Allahü teâlâ lütuf ve fazliyle sizi yarlığar. O, merhamet edicilerin en hayırlısıdır.» Yusuf (aleyhisselâm) böylece kardeşlerinin üzüntü ve mahcubiyetlerini giderdikten sonra, yıllarca ayrı kaldığı babasının kederini ve hasretini gidermek için kardeşlerini müjde ile ona gönderir. Bir zamanlar Yusuf (aleyhisselâm)'un gömleği ile mateme boğulan babası, bu defa Yusuf'un gömleği ile sevince gark olacaktı. 93 «"Gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeye başlar. Bütün çoluk çocuğunuzla bana gelin" dedi.» Yusuf (aleyhisselâm) hayatta olduğunu isbat için gömleğini kardeşlerine verir ve «Gidin bunu babamın yüzüne koyun, gözleri eskisi gibi görmeye başlar» der. Bu gömlek cennet libasmdandı. İbrahim (aleyhisselâm); Nemrud tarafından ateşe atıldığı zaman Cebrail onu cennetten getirip Hazret-i İbrahim'e giydirmişti. Hazret-i İbrahim o gömlekle ateşe atılmıştı. Ateş onu yakmaz, olduğu yer gül bahçesine dönüşür. Bu gömlek İbrahim (aleyhisselâm)'den oğlu İshak'a, ondan da Yâkub (aleyhisselâm)'a intikal eder. Yâkub (aleyhisselâm) da o gömleğe bir kap diker, o kap ile beraber Yusuf (aleyhisselâm)'un boynuna asar. Yusuf (aleyhisselâm) kuyuya atıldığı zaman Cebrail tarafından o gömlek kendisine giydirilir. İşte Yusuf (aleyhisselâm)'un babasına gönderdiği gömlek budur. Kardeşlerinin her biri gömleği babalarına kendisi götürmek ister, bu ihtilâfı önlemek için Yusuf (aleyhisselâm) «Daha önce kanlı gömleğimi babama kim götürdü ise, "bunu da o götürecektir» der. Yusuf (aleyhisselâm)'u kardeşleri kuyuya attıkları zaman kanlı gömleğini babasına Yehûzâ götürmüştü. O, Yusuf (aleyhisselâm)'a şöyle der: «Seni kuyuya attığımız zaman kanlı gömleğini babama ben götürüp, onu kedere boğmuştum, şimdi de, bu gömleği götürüp onu sevince boğacağım.» Bunun üzerine Yusuf (aleyhisselâm) gömleği Yehûzâ'ya verir, kardeşlerine de çeşitli hediyeler ve binekler verip memleketlerine gönderir. Ve şöyle der: «Orada bulunan bütün çoluk çocuğunuzu alın buraya getirin, sülâleden orada kimse kalmasın.» Kardeşleri büyük bir sevinçle Mısır'dan çıkarlar, memleketlerinin yoluna revan olurlar. Onlar yola koyulunca, Yâkub (aleyhisselâm), Yusuf (aleyhisselâm)'un kokusunu hisseder. 94 «Kervan, memleketlerine dönmek üzere Mısır'dan ayrıldığında babaları: "İnan olsun ki, ben Yusuf'un kokusunu duyuyorum, ne olur bana bunak demeyin" dedi.» 95 «Çevresindekiler: "Allah'a yemin ederiz ki sen, hâlâ eski şaşkınlığındasm" dediler.» Yusuf (aleyhisselâm)'un kardeşleri memleketlerine dönmek üzere Mısır'dan yola çıkınca, Yâkub (aleyhisselâm), Yusuf (aleyhisselâm)'un kokusunu hissetmeye başlar ve yanında bulunan torunlarına: «İnan olsun ki ben, Yusuf'un kokusunu hissediyorum, ne olur beni ayıplayıp, bana bunak demeyin» der. Çevresindekiler, Yâkub (aleyhisselâm)'u ayıplayarak «Allah'a yemin ederiz ki, sen hâlâ eski şaşkınlığındasın, ne söylediğini bilmiyorsun, aklın gidip-geliyor, halbuki Yusuf çoktan öldü» derler. Yâkup (aleyhisselâm) onlara cevap vermez, sükût eder, birkaç gün sonra oğulları gelip müjdeyi verirler. 96 «Müjdeci gelince, gömleği Yâkub'un yüzüne koydu, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yâkub: "Ben sîzin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim demedim mi?" dedi.» Yâkub (aleyhisselâm)'un oğullarından Yehûzâ Yusuf (aleyhisselâm)'un gömleğini getirip babasına verir. Babası, gömleği alır yüzüne-gözüne sürer, o anda gözleri açılır. Yıllarca süren matem böylece biter. Bunun üzerine Yâkub (aleyhisselâm) oğullarına: «Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim demedim mi? Ben size Yusuf'un ölmediğini söylemiştim, fakat siz inanmamıştınız» der. Oğullarının yaptıkları ortaya çıkınca, onlar babalarından suçlarının bağışlanmasını isterler. 97 «Oğulları: "Ey babamız, suçlarımızın bağışlanmasını dile. Bizler hiç şüphesiz suçluyuz" dediler.» 98 «Yâkub: "Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim. Hakikat şudur ki O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir" dedi.» Yâkub (aleyhisselâm) 'un oğullarının yaptıkları meydana çıkınca, babalarından özür dileyerek şöyle derler: «Ey babamız, biz hiç şüphesiz suçluyuz, günahkârız, hata işleyip, Allah'a âsi olduk. Bizim affımız için Allahü teâlâ'dan mağfiret dile. Sen de bize hakkını helâl et. Senin bizden razı olmanla belki Yüce Allah günahlarımızı ve kusurlarımızı bağışlar.» Artık onlar yaptıklarına pişman olup tevbe istiğfar etmişlerdi. Babalarından da suçlarının bağışlanmasını dilemişlerdi. Yâkub (aleyhisselâm) oğullarının bu isteğini geri çevirmeyerek onlara şöyle der: «Ey oğullarım, sabredin, ben sizin için Allahü teâlâ'dan mağfiret dileyeceğim. Rabbim Gafurdur, tevbe edenleri bağışlar, Rahimdir, kullarını esirger. Yâkub (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'dan oğulları için mağfiret dilemeyi Mısır'a gidene kadar tehir etmiştir. Mısır'a vardıklarında bir cuma gecesi seher vakti oğulları için dua eder ve Rabbinden mağfiret diler. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın rivayetine göre, Yâkub (aleyhisselâm)'un oğulları, torunları ve bütün sülâlesi yetmiş üç kişi olup, Yusuf (aleyhisselâm) ile Mısır'a yerleşirler, Musa (aleyhisselâm) ile de Mısır'dan çıkarlar. Mısır'dan çıktıkları zaman sayıları altıyüz bin kişi idi. Yetmiş bin kişi de Firavun, tarafından esir edilmişti. Yâkub (aleyhisselâm) Mısır'a yaklaştığı zaman, Yusuf (aleyhisselâm) şehir halkına babasını karşılamasını emreder, kendisi, başta olmak üzere bütün şehir halkı babasını karşılarlar. 99 «Yusuf'un yanına geldiklerinde, o ana-babasım bağrına bastı. "Allah'ın iradesiyle hepiniz güven içinde Mısır'a yerleşin" dedi.» 100 «Babasını ve anasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde eğildiler. O zaman Yusuf: '"Babacığım, işte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın tahakkukudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benim ile kardeşlerimin arasım bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkârdır. Şüphesiz ki O, hakkıyle bilen, tam hikmet sahibi olandır" dedi.» Yâkub (aleyhisselâm) aile efrâdiyle Mısır'a gelince, Yusuf (aleyhisselâm) ana -babasını bağrına basar ve şöyle der: «Allah'ın iradesiyle hepiniz Mısır'a girin, şimdiden sonra açlık, hüzün ve korkudan eminsiniz.» Yusuf (aleyhisselâm), babasını büyük bir merasimle karşılar ve onları alır tahtına çıkar. Babasını sağ tarafına, anasını da sol tarafına oturtur. Onbir kardeşi onların karşısında ihtiram edip secdeye kapanırlar. O zamanın âdetine göre büyüklere secde edilerek saygı duyulurdu. Bundan dolayı kardeşleri ihtiram secdesine kapanmışlardır. Kardeşleri ihtiram secdesine kapanınca, O, babasına şöyle der: «Ey babacığım, işte bu, vaktiyle gördüğün rüyanın tahakkukudur, Rabbim onu gerçekleştirdi, doğrusu O, dilediğine lütufkârdır.» Bazı tefsircilere göre, Yusuf (aleyhisselâm) rüya gördüğü zaman yedi yaşındaydı, kırk yaşında da bu olay vuku' bulmuştur. Yusuf (aleyhisselâm) Allahü teâlâ’nın kendisine ihsan ettiği nimetleri şöyle sıralamıştır: «Rabbim, bana ihsan edip ceza evinden çıkardı, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, sizi kıtlık bir araziden bolluk ve bereketli bir yere getirdi. Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu, O bütün işlerinde lâtiftir. Dilediğine nimetlerini lütfeder, dilediğinden de alır. O, Alimdir kardeşlerimin ne yaptıkların bilir, Hakimdir, benimle babamın ve kardeşlerim arasındaki ayrılığı kaldırıp birleşmemizi hükmetti. Rabbim bütün arzularımızı gerçekleştirdi.» Yusuf (aleyhisselâm)'un bütün arzuları yerine gelince gördü ki, bunlar baki değil, fâni olan şeylerdir. O, fani olanı bırakıp, baki olanı talep etti. 101 «Rabbim, sen bana hükümranlık verdin, ve rüyaların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan, dünyada da, âhirette de yârim, yardımcım sensin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihler zümresine kat.» Allahü teâlâ, Yusuf (aleyhisselâm)'a nübüvvet, saltanat verip, rüyaların yorumunu öğretmiştir. O, "bu nimetlere nail olunca Rabbine şöyle niyazda bulunur: «Ey Rabbim, beni Mısır'a hükümdar ettin ve bana rüyaların yorumunu öğrettin. Gökleri ve yeri yaratan Rabbim dünyada da, âhirette de benim yârim ve yardımcım sensin. Bütün lütuf ve nimetler sendendir, benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihler zümresine dahil et. Sen o salih kullarına nübüvvet verip peygamber olarak gönderdin.» Mısır saltanatına sahip olan Yusuf (aleyhisselâm) Rabbine böyle niyazda bulunur. Çünkü o, dünya saltanatının fani, âhiret nimetlerinin ise baki olduğunu biliyordu. Bundan dolayı o fani olanı değil, baki olanı tercih ediyordu. Rivayete göre, Yâkub (aleyhisselâm) Mısır'da on yedi yıl kalır ve on yedi yıl sonra ölür. Öldüğü zaman yüz kırk yaşındaydı. Ölümünden önce Yusuf (aleyhisselâm)'a, babası İshak (aleyhisselâm)'ın yanına defnedilmesi için vasiyet eder. İshak (aleyhisselâm)'ın kabri Şam'dadır. Yâkub (aleyhisselâm) öldüğü zaman vasiyeti üzerine babası İshak (aleyhisselâm) 'in yanına defnedilir. Yâkub (aleyhisselâm), öldüğü gün ikiz kardeşi olan Ays de vefat eder, o da Yâkub (aleyhisselâm)'un kabrine defnedilir. Yâkub (aleyhisselâm)'dan sonra Yusuf (aleyhisselâm) yirmi üç yıl yaşar ve yüz yirmi yaşında ölür. Yakınları onu babasının yanına defnetmeyi arzu ederler. Fakat Mısır'ın yerli halkı buna müsaade etmezler, her mahalle halkı kendi mahallesine defnedilmesini isterler. Bu yüzden aralarında büyük bir ihtilâf çıkar, işin daha kötüye gitmesini önlemek için aralarındaki ihtilâfı bertaraf ederek, mermerden bir sanduka yapıp şehrin girişinde Nil nehrinin ikiye ayrıldığı yere gömerler. Hazret-i Musa zamanına kadar orda kalır. Musa (aleyhisselâm) İsrâil oğullarıyla Mısır'dan çıkarken Yusuf (aleyhisselâm) 'un sandukasını da beraberlerinde götürürler. Daha sonra Şam'a babasının yanına defn ederler. 102 «(Ey Muhammed), bu kıssa, sana vahyede geldiğimiz gaip haberlerdendir. Yoksa onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen yanlarında değildin.» 103 «Sen ne kadar hırs göstersen yine insanların çoğu iman etmezler.» Allahü teâlâ, Yûsuf (aleyhisselâm)'un kıssasını sevgili Peygamberine haber verip şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, bu kıssa, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen yanlarında değildin. Sen, insanların iman etmesi için ne kadar hırs göstersen de, yine onların çoğu iman etmezler. Çünkü biz geçmişte onlara küfrü takdir ettik, bu yüzden onlar iman etmezler.» Yüce Allah, kâfirlerin iman etmeyeceklerini ezelî ilminde biliyordu. Bunun için «Biz geçmişte onlara küfrü takdir ettik» buyurmuştur. 104 «Halbuki sen buna karşılık onlardan hiçbir ücret de istemiyorsun. O, Kur'an âlemlere nasihatten başka bir şey değildir.» Bütün peygamberler insanları Allah'a imana davet için gönderilmiştir. Buna mukabil insanlardan hiçbir ücret istememişlerdir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de, insanları Allah'a imana davet ederken onlardan maddî olarak bir şey istememiştir. Dünya ve âhiret saadetini kazanmaları için Allah'a imana davet etmiştir. Allah tarafından Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'e vahyedilen bu Kur'an, insanlara bir öğüt ve bir nasihattir. Onun emirlerine uyup, yasaklarından sakınanlar kurtuluşa ulaşırlar. Öğüt ve nasihatini dinlemeyenler ise helak olurlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Halbuki sen buna karşılık onlardan hiçbir ücret istemiyorsun. O Kur'an âlemlere nasihatten başka bir şey değildir.» 105 «Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler.» 106 «Onların çoğu, ortak koşmadan Allah'a iman etmezler.» Allahü teâlâ'nın varlığına ve birliğine delâlet eden göklerde ve yerde nice âyetler vardır. Gökte güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, yağmur, bulut, şimşek, yıldırım. Yeryüzünde çeşitli bitkiler, meyveler, canlılar, ağaçlar bunların hepsi Allah'ın birliğine ve varlığına delâlet ederler. İnsanlar bunlara bakıp ibret almazlar mı? Bunların hiçbiri kendiliğinden olmamıştır, hepsi Allah'ın kudretiyle vücuda gelmiştir. Böyle olmasına rağmen insanların çoğu imandan yüz çevirip, Allah'a şirk koşarlar. 107 «Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan, kıyamet saatinin ansızın gelmesinden güvende midirler?» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, bu Mekke halkı Allah'ın azabından emin midirler? Nitekim onlardan önceki kavimler de küfür ve inkârları yüzünden Allah'ın azabına uğrayarak helak olmuşlardır. Eğer bunlar da onlar gibi şirk ve küfürlerinden dönmezlerse Allah'ın azabı ansızın onları yakalayacaktır. Allah'ın vaadi haktır, mutlaka vuku bulacaktır.» Böylece inkâr ve küfredenler dünyada da, âhirette de cezalarını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah tarafından onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan, kıyamet saatinin ansızın gelmesinden güvende midirler?» Ancak iman edenler Allah'ın azabından emindirler, onlar Allah'ın rahmetine nail olacaklardır. İman etmeyenler ise ilâhî azaba uğrayacaklardır. 108 «De ki: "Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı her türlü ortaktan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim".» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Mekkeli müşriklere de ki: "Benim dinim İslâm, yolum da budur. Ben, insanları küfürden imana, masiyetten itaate, şirkten tevhide davet ediyorum. Ben ve benim dinime tâbi olanlar, şirk ve küfürden uzaktırlar. Onlar Allah'ın varlığına ve birliğine bilerek iman ederler. Bu imanlarında da asla tereddüt etmezler. Ben, Allahü teâlâ'yı her türlü ortaktan tenzih ederim ve ben, Allah'a eş koşanlardan değilim. Hiçbir zaman müşriklerin dinine de tâbi olmam".» Mekkeli müşrikler peygamberlerdi meleklerden olması gerektiğini söyleyerek, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini kabul etmemişlerdir. 109 «Senden önce kasabalar halkının içinden, şüphesiz, vahyettiğimiz bir takım insanlar gönderdik. Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce geçenlerin sonlarının ne olduğunu görsünler? Âhiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için elbet daha hayırlıdır. Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?» Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilince Mekkeli müşrikler peygamberlerin meleklerden olması gerektiğini ileri sürerek onun peygamberliğini kabul etmemişlerdir. Yüce Allah bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan buyurmuştun «Yâ Muhammed!, senden önce de kasabalar halkının içinden, şüphesiz, kendilerine vahyedip birtakım insanları peygamber olarak gönderdik. Hiçbir meleği insanlara peygamber olarak göndermedik. Bütün peygamberleri kendi kavimleri içinden seçip onlara gönderdik. İnanmayanlar yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce geçen milletlerin inkâr ve küfürleri yüzünden akıbetlerinin ne olduğunu görmüyorlar mı? Onların şehirleri harap olup, kendileri helak olmadılar mı? Onlar şirk ve küfürleri yüzünden helak oldular. Şirkten sakınıp iman edenler için âhiret yurdu elbet daha hayırlıdır. Bu insanlar dünyanın fâni, âhiretin ise baki ve ebedî olduğunu bilmiyorlar mı? Ebedî olan elbet, fâni ve geçici olandan daha üstün ve daha hayırlıdır. Ne oluyor bu insanlara ki ebedî olanı bırakıp da, fâni olanı tercih ediyorlar? İnsanların çoğu geçici dünya nimetleri için ebedî olan âhiret nimetlerini terk ederler. Onlar dünyaya olan hırs ve tamahlarından dolayı hem dünyalarını zindan ederler, hem de âhiret nimetlerinden mahrum olup ebedî azaba duçar olurlar. 110 «Öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız günahkârlar güruhundan asla geri döndürülmeye çektir.» Allahü teâlâ peygamberlerini asla yardımsız bırakmaz. Allah'ın yardımı her an onlarla beraberdir. Kavimleri tarafından yalanlandıkları zaman, derhal Allah'ın yardımı onlara ulaşmıştır. Yüce Allah böylece istediğini kurtarır. İman edenler hidâyete erip, azaba uğramaktan kurtulmuşlardır, iman etmeyenler ise iki cihan saadetinden mahrum olup ebedî azaba uğrayacaklardır. «Öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız günahkârlar güruhundan asla geri döndürülmeyecektir.» Günahkârlar işlemiş oldukları suçun cezasını çekeceklerdir. Allah'ın azabı onlardan asla döndürülmeyecektir. 111 «Yemin olsun ki, peygamberlerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır. Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir. Ancak kendinden önceki kitablan tasdik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.» Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Azimüşşân'da Yûsuf (aleyhisselâm)'un, kardeşlerinin ve babalarının kıssalarını zikretmesinde akıl sahipleri için ibretler vardır. Yûsuf (aleyhisselâm), kendisine kötülük yapan kardeşlerini afvedip, suçlarını bağışlamıştır. Onlardan intikam almayı hiç düşünmemiştir. Akıl sahipleri için bunlarda ibretler vardır. Mü’minin Allah'dan gelen musibetlere sabretmesi gerekir. Zira Yûsuf (aleyhisselâm), kardeşlerinin kendisine yaptıklarına sabredip, onların suçlarını bağışlayarak kendilerine ihsan ve ikramda bulunmuştur. Mü’min, şehevî arzularına gem vurup, nefsine muhalefet ederek Allah'a asi olmaktan sakınmalıdır. Bundan dolayı hakir görülse de, zulmedilse de ve zindana atılsa da Allah'a asi olmaktan çekinmelidir. Yûsuf (aleyhisselâm), Rabbine asi olmamak için nefsine muhalefet edip, Züleyha'nın bütün arzularını reddetmiştir.. Bundan dolayı da zindana atılmış ve yıllarca orada kalmıştır. Ey insan, Allah'dan başkasından medet bekleme. Medet ve yardımı yalnız Allah'dan bekle. Yûsuf (aleyhisselâm), bir an önce zindandan kurtulmak işin Allah'ı hatırlamadan sucuya «Efendinin yanında beni an» dediğinden dolayı yıllarca zindanda kalmıştır. Çünkü o, yardımı Allah'dan başkasından beklemiştir. Bundan dolayı da şeytan, sucuya Yûsuf (aleyhisselâm)'u unutturmuş, haksız yere yedi yıl dafra zindanda kalmıştır. Aklı olanlar bundan ibret alıp Allah'dan başkasından yardım beklemezler. Çünkü O, her şeye kadirdir. Elinin altındakilere iyilikte bulun, insanların arasında adaletle hükmet, kimseye kin, garez ve düşmanlık besleme. Yûsuf (aleyhisselâm)'dan ibret al. O, eli altındakilere adaletle hükmetti, kimseye zulmetmedi. Kendisine zulüm ve haksızlık yapanları bağışladı. Onlara ihsan ve ikramda bulundu. Kendisine zulmeden kardeşlerinden intikam almayı ve onlara zulmetmeyi düşünmedi. Onlar Yûsuf (aleyhisselâm)'un karşısında yaptıklarından pişman oldular, özür dilediler, kendilerine zulmettiklerini anladılar. Bundan ibret al, kimseye hased etme. Eğer hased edersen her zaman zarara uğrayanlardan olursun. Dünyada huzur bulmak istiyorsan Allah'ın sana verdiklerine razı ol, başkalarının elindekilere tamah etme. Yûsuf (aleyhisselâm) 'un kardeşleri hased ettikleri için Allah'a asi oldular, babaları nezdinde de mahcup olup, kendilerine yazık ettiler. Sonunda Yûsuf (aleyhisselâm)'a hizmetkâr oldular. Eğer haset etmeselerdi Allah'a asi olmayacaklar ve babalarını da üzmeyeceklerdi. Haset, insanı zillete, iyilik ise izzete götürür. Ey insan, Allahü teâlâ'ya asi olma ki, isyan insanı dünyada da, âhirette de zillete götürür. Tevbe ve istiğfar etmeyenlerin sonu felâkettir. Allahü teâlâ, dört büyük kitabda Yûsuf (aleyhisselâm)'un kardeşlerinin kıssasını nakletmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'i okuyanlar dünyanın sonuna kadar onların kıssalarını okuyacaktır. Ey insan, bundan ibret alarak kötülükten vazgeç. Sonra onlar yaptıklarına pişman olarak tevbe-i istiğfar edip, Allah'dan af dilemişlerdir. Bununla yetinmeyerek babalarını da Allahü teâlâ'dan kendileri için af dileme hususunda şefaatçi tutmuşlardır. Allah'a asi olanlar bunların hallerinden ibret alıp, günahlarından tevbe-i istiğfar ederek sâlih bir kimseyi Allah katında şefaatçi tutmalıdırlar. Tevbe etmeyip sâlihlerin duasını almayanlar afvolunmazlar. Ancak yaptıklarına pişman olup, tevbe-i istiğfar ederek sâlihlerin duasını alanlar afvolunurlar. Yakub (aleyhisselâm)'dan ibret al, kalbinde Allah sevgisinden başka bir şey bulundurma. Eğer Hâlik’ın sevgisi ile mahlûkun sevgisini bir tutarsan kendine yazık etmiş olursun. İşte o zaman boş hayâller peşinde koşup Rahmân’ın rahmetinden mahrum olursun. Yakub (aleyhisselâm), Allah sevgisini her şeyden üstün tuttuğu için, Yüce Halik onu sevgilisine kavuşturdu. O, hiçbir zaman Rabbinden ümidini kesmedi. Bundan dolayı arzusuna nail oldu. Sen de Rabbinden ümidini kesme ki, arzularına nail olasın. Akıl sahipleri için Yûsuf (aleyhisselâm) 'un kıssasında büyük ibretler vardır. Kardeşlerinin hasetleri, Yûsuf (aleyhisselâm)'un cömertliği ve afvediciliği, Yâkub (aleyhisselâm)'un sabrı ve Allah'a teslimiyeti. İşte bütün bunlar düşünebilenler için birer ibret levhasıdır. Bu Kur'an Allah kelâmıdır. İnsan sözü değildir. Kendisinden önceki kitabların Allah tarafından gönderildiğini tasdik eder. Helâl ve haramı beyan eder, hakkı bâtıldan ayırır, iman ve küfrü bildirir, hidâyet ve dalâlet yollarını gösterir. İman edenlerin mükâfata, etmeyenlerin de ebedî azaba uğrayacaklarını haber verir. İnsanları hidâyete ve kurtuluşa çağırır. Bu kitab ile amel edenler iki cihanın saadet ve mutluluğuna kavuşurlar. Amel etmeyenler ise iki cihan saadetinden mahrum olurlar. Allahü teâlâ bizleri Kur'an’ın hükmüyle amel eden ve iki cihan saadetine nail olan kullarından etsin. Kitabıyla amel eden, Peygamberinin sünnetinden ayrılmayan, bütün bu kıssalardan ibret alanlardan eylesin. |
﴾ 0 ﴿