RA'D SÛRESİ

Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın on üçüncü sûresi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Kırk üç âyettir. Bu sûrede yıldırım ve şimşekten bahsedildiğinden dolayı, yıldırım anlamına gelen «RA'D» ile isimlendirilmiştir.

1

«Elif, Lâm, Mim, Râ. Bunlar kitabın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır. Fakat insanların çoğu inanmazlar.»

İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre bu âyet-i celîlenin anlamı şudur: Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: «Göklerin ve yerin Halikı benim. Göklerde, yerde ve bu ikisinin arasında ne varsa, insanların bilmedikleri ve görmediklerini ben bilir ve görürüm. Benim bilgimden hiçbir şey gizli kalmaz.» Bazı tefsircilere göre, Elif, Lâm, Mim, Râ, bir kasemdir. Allahü teâlâ bunlarla yemin etmiştir. Elif, Allah'a; Lâm, Cebrail'e; Mîm, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Kur'an'a işarettir. Buna göre mânâ şöyle olur: Allah, Cebrail'i Muhammed'e hak ile gönderdi. Bunlar kitabın âyetleridir. Yâ Muhammed, sana Rabbinden indirilen haktır. Sen onunla amel et ve hükümlerine tâbi ol. Fakat insanların çoğu bunun Allah kelâmı olduğunu tasdik edip inanmazlar. Allahü teâlâ, bundan sonra akıl sahiplerinin, kendisinin Hâlik-ı Zülcelâl olduğunu anlayıp tasdik etmeleri için kudretine delâlet eden delilleri zikretmiştir.

2

«Allah O'dur ki, gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükseltmiştir. Sonra arşa hükmetmiş, güneşi ve ayı buyruğu altına almıştır. Bunların herbiri belli bir süreye kadar hareket edecektir. İşleri yürütür, Rabbinizle karşılaşacağınıza kesin olarak inanmanız için âyetleri uzun uzun açıklar.»

Ey insanlar, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratan. Allah'tır. O, semayı direksiz yaratıp, yıldızlarla süslemiş, yeri döşek gibi yayıp her çeşit nimetlerle bezemiştir. Sonra arşa hükmetmiştir. Güneşi ve ayı insanoğlunun istifadesi için onlara müsahhar kılmıştır. Gündüz güneşin ziyasından, gece de ayın nurundan istifade ederler. Bunların her biri belli bir zamana kadar kendilerine tahsis edilen bölgede hareket ederler. Hiçbiri yörüngesinden ayrılmaz, kendisine tahsis edilen istikamette hareket eder. Bu hareket neticesinde mevsimler, gece ve gündüz meydana gelir. Bazan günler uzun, geceler kısa, bazan da geceler uzun gündüz kısa olur. Bazı bölgelerde altı ay gece, altı ay gündüz olur, bazı bölgelerde ise on iki saat gece, on iki saat gündüz olur. Bazı bölgelerde ise güneş batmadan doğar. Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın kudretine ve birliğine delâlet eder. Peygamberine vahiy ile Kur'an'da varlığına ve birliğine delâlet eden alâmetleri ve hükümleri beyan etmiştir. Kıyamet günü Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için âyetlerini uzun uzun size açıklamıştır. Kudretine delâlet eden gökteki delilleri zikrettikten sonra, yerdeki delilleri de beyan etmiştir.

3

«O'dur yeri düzenleyen ve orada dağlar, nehirler var eden, her türlü mahsûlden çift çift yetiştiren ve gündüzü gece ile bürüyen. Şüphesiz ki bunlarda düşünen kimseler için ibretler vardır.»

Allahü teâlâ, kullarının muayyen bir müddet yaşamaları için yeryüzünü düzenleyip orada dağlar, ovalar, otlaklar, bağlar bahçeler, ekinler, çeşit çeşit meyveler, sebzeler ve ırmaklar yaratmıştır. Bu ırmakların kiminin suyu tatlı, kiminin acı, kiminin soğuk, kiminin sıcak, kiminin tuzlu, kiminin şifalıdır, kimi de dertlere devadır. Meyveler de öyledir, kimi tatlı, kimi ekşi, kimi acı, kimi siyah, kimi beyaz, kimi kırmızıdır. Hepsinin renkleri, tatları ve kokuları başka başkadır, hiçbirinin tadı diğerine benzemez, bunlardan kimi yaş, kimi kuru yenir, bazıları sıhhate zararlı, bazıları ise devadır, bazılarında bol bol vitamin vardır. Her birinde ayrı ayrı özellikler bulunur. Yine kullarının istifadesi için yeryüzünde çift çift hayvanlar yaratmıştır. İnsanlar, bunların etinden, sütünden, derisinden, yağından, gübresinden, boynuzlarından ve tırnaklarından istifade ederler. Hepsinin renkleri, vücutları, derileri, tırnakları, boynuzları, etleri, sütleri ve yağları birbirinden farklıdır. Hiçbiri diğerinin aynı değildir. İnsanların maişetlerini te'min ve istirahatlerini te’ınin için gece ile gündüzü yaratmıştır. Gecenin birinin gelip, diğerinin gitmesinde hiç şüphesiz akıl sahipleri için ibretler vardır. Bu sayılanların her biri Allahü teâlâ'nın varlığına ve birliğine delildir. Bütün bunlar bir yaratıcının varlığını isbat ederler. Daha sonra Yüce Allah, birliğini ve kudretini, isbat için birçok deliller ve alâmetler beyan etmiştir.

4

«Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları, tek ve çok köklü üzüm bağları, ekinler ve hurma ağaçları vardır. Hepsi de aynı su ile sulanır. Buna rağmen lezzetçe onları birbirinden farklı kılmışızdır. Şüphesiz ki bunlarda düşünenler için ibretler vardır.»

Allahü teâlâ yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları yaratmıştır. Bu toprak parçalarından kimi ziraata elverişli, kimi değildir. Kimi bozkır, kimi ormanlıktır, kimi çeşit çeşit meyvelerle donatılmıştır, kimi kayalıktır. Kimi gül bahçesi, kimi dikenliktir. Kimi yer çoraktır, kimi yer münbittir. Bazı yerler düz, bazı yerler yamaçtır, kimi yerlerin rengi siyah, kimi yerlerin beyaz, kimi yerlerin kırmızıdır. Kimi yerden soğuk, kimi yerden sıcak, kimi yerden tatlı, kimi yerden acı, kimi yerden de tuzlu su çıkar. Kimi yerde tek ve çok köklü üzüm bağları, meyve bahçeleri, hurma ağaçları, ekin tarlaları, gül bahçeleri, otlaklar vardır. Bunların hepsi de aynı su ile sulamr. Buna rağmen Yüce Allah onları lezzetçe birbirinden farklı kılmıştır. Bu meyvelerin, yemişlerin tatları, 'lezzetleri, renkleri başka başkadır. Birinin tadı diğerine asla benzemez. Ağaçların bile şekli başka başkadır, kimi meyve verir, kimi vermez, kimi uzundur, kimi bodur, kimi serttir, kimi yumuşak, kiminden zinet eşyası olur, kiminden odun. Bütün bunların birbirinden farklı oluşunda ne suyun ve ne de toprağın bir rolü vardır. Su bunları niçin suladığını, yer niçin bitirdiğini bilmez. Bütün bunlar Hâlik-ı Zülcelâl'in yaratmasıyla vücûda gelmiştir. Aklı olanlar bunların Allah'ın kudretiyle meydana geldiğini anlar. Çünkü bunların hiçbiri tesadüfen olmamıştır, herbiri bir yaratıcının varlığını isbat etmektedir. Bunlar Allah'ın birliğine ve kudretine delildir. O, dilediğini yaratır, bir şeye ol dedi mi o şey olur. Âdemoğlu da tıpkı toprak gibidir. Aslı bir olmasına rağmen renkleri, karakterleri, hareketleri, şekilleri, konuşmaları, fiziksel görünümleri, ahlâkları, ahlâksızlıkları, cehaletleri, bilgileri, akılları, düşünceleri, becerileri beceriksizlikleri birbirinden farklıdır. Yeryüzündeki insanların hepsi bir araya gelseler, birbirinin aynı iki insan bulmak mümkün değildir. Çok küçük de olsa birbirlerinden farklı yönleri mutlaka vardır. Bu insanların kimi kâfir, kimi mü’min. Mü’minlerin de kimi asi, kimi muti, kimi cahil, kimi âlim, kimi de Salih'lerdendir. Bütün bunların farklı oluşu Allahü teâlâ'nın varlığına ve birliğine delâlet etmektedir. Düşünebilenler için bunlarda büyük ibretler vardır. Aklı olanlar bunlardan ibret alıp Allah'ın varlığına ve birliğine iman ederler.

5

«Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan şey onların "Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacağız?" demelerine şaşmak gerekir. İşte onlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebediyyen kalacaklardır.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer kâfirlerin Allah'ı inkâr etmesine ve seni yalanlamasına şaşıyorsan, asla şaşma, asıl şaşılacak olan şey, onların "Biz toprak olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız» demeleridir. İşte onlar Rablerini inkâr ederler. İnkârlarının cezası olarak kıyamet günü boyunlarına demirden halkalar vurulur, elleri de boyunlarına bağlanır. Onlar cehennemliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.»

6

«Senden iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler. Halbuki onlardan önce nice ibret alınacak örnekler geçmiştir. Doğrusu insanların zulümlerine rağmen Rabbin mağfiret sahibidir. Şüphesiz ki Rabbinin cezalandırması şiddetlidir.»

İbn Abbas (radıyallahü anh), bu âyetin nüzulü hakkında şöyle demiştir: Kafirler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip istihza ederek «Yâ Muhammed, bize vaadettiğin azab ne zaman gelecek?» diye sorarlar. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuşutr: «Yâ Muhammed, kâfirler senden iyilikten önce üzerlerine çarçabuk azabın gelmesini isterler. Üzerlerine hemen azabımız gelmeyince onu inkâr ederler. Halbuki kendilerinden önce nice ibret alınacak örnekler geçmiştir. Nice kavimler inkâr ve küfürleri yüzünden helak olmuştur. Doğrusu insanların zulümlerine rağmen senin Rabbin mağfiret sahibidir. Eğer onlar küfür ve şirklerinden vazgeçip tevbe ederlerse, günahları bağışlanır. Şayet tevbe etmezlerse hiç şüphesiz Rabbinin cezalandırması şiddetlidir.»'

7

«Küfredenler derler ki, "O'na Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi?" Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir yol göstereni vardır.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik gelip, halkı imana davet edince kâfirler «Muhammed'in peygamber olduğuna dair niçin bir nişan, bir alâmet indirilmedi?» derler. Yüce Allah, kâfirlerin bu sözlerini reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur; «Yâ Muhammed, sen uyarıcı ve onları sapıklıktan hidâyete, doğru yola, hayra davet edensin. Onları sapıklıktan hidâyete, şirkten imana davet etmeleri için biz her kavme bir yol gösterici ve bir uyarıcı gönderdik. Fakat hidâyete erdiren biziz, kimi dilersek onu hidâyete erdiririz.» Peygamberler yol gösterici ve uyarıcıdır. Allahü teâlâ her kavme bir peygamber göndermiş, peygamberleri vasıtasıyla onlara imanı, küfrü, helâl ve haramı, hakkı, bâtılı, dalaleti ve hidâyeti, hayrı ve şerri, iyiyi, kötüyü bildirmiştir. Peygamberlere tâbi olup iman edenler hidâyete, tâbi olmayanlar ise dalâlete düşmüşlerdir.

8

«Allah her dişinin rahminde ne taşıdığım, rahimlerin ne düşürdüğünü ve ne alıkoyduğunu bilir. O'nun katında her şey bir ölçüye göredir.»

9

«O, görüleni de, görülmeyeni de bilir. O, yücelerin yücesidir.»

Allahü teâlâ her dişinin karnındakinin erkek veya dişi olduğunu, hilkatinin tam veya noksan olduğunu ve ne zaman doğacağını bilir. Yüce Allah her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır. Hiçbir şey kendiliğinden veya tesadüfen olmamıştır. Hepsi Allah'ın takdir ve dilemesiyle olmuştur. Allah görüleni de, görülmeyeni de, olmuşu da, olacağı da bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O'nun şeriki, ortağı olmadığı gibi, çoluk-çocuğu da yoktur. O, "bunlardan münezzehtir. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. O, yücelerin yücesidir.

10

«Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa vursun, ister geceye bürünerek gizlesin, ister gündüzün ortaya çıksın hiç fark yoktur.»

11

«Ardından ve önünden onu takip edenler vardır. Allah'ın emriyle onu gözetlerler. Şüphesiz ki, bir millet kendini değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Allah'tan başka onları koruyacak birisi de bulunmaz.»

Allahü teâlâ, kullarının gizli ve aşikâr yapmış olduğu amelleri bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. İçinizden birisi ibadetlerini, dualarını ve diğer amellerini ister gizli yapsın, ister aşikar, ister gecenin karanlığında yapsın, ister gündüzün aydınlığında, ister kendisini birisi görsün, ister görmesin, hiç farkı yoktur. Allahü teâlâ onların hepsini bilir. Çünkü onu ardından ve önünden takip edenler vardır. Yüce Hâlik’ın emriyle kullarının yapmış olduklarını muhafaza edip, gözetlerler. İnsanların amelleri vücûda gelince, onun cinsine göre ya amel-i sâlih defterine veya amel-i seyyie defterine kayıt ederler. Bazı tefsirciler âyette geçen müakkıbâtün kelimesine hafaza melekleri demişlerdir. Bunların bir kısmı gece, bir kısmı gündüz görev yaparlar. Gece görev yapanlar ikindi vakti gündüz görev yapanlardan vazifeyi teslim alırlar, seher vaktine kadar devam ederler, seher vakti tekrar gündüz görev yapanlara teslim ederler. Onlar görevi seher vakti alır, ikindi vaktine kadar devam, ederler, ikindi vakti tekrar gece görev yapanlara teslim ederler. Her biri kendi görevleri sırasında kulların yapmış oldukları amelleri, hayır ve şerri muhafaza ederler. Görevleri bittikten sonra Yüce Allah'a arzederler. Bir kısım tefsirciler ise, Müakkıbâtün'ün mü’minlerin amel-i sâlihleri olduğunu söylemişlerdir. Bu ameller mü’minleri Allahü teâlâ'nın azabından korur.

Allahü teâlâ bir kavme, bir millete ve bir topluma vermiş olduğu nimeti alıp, yerine azab vermez. Ancak insanlar Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükretmez, nankörlük ederlerse o zaman Allahü teâlâ nimetini alır, azabını gönderir. Bir millet değişmedikçe Allah, onları değiştirmez. Nitekim Yüce Allah Mekke halkına Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kendi içlerinden seçip peygamber olarak göndermiştir. Mekke halkı onun bereketiyle açlıktan kurtulmuş, korkudan emin olmuşlardır. Buna rağmen o nimetin kıymetini bilmemişler, nankörlük etmişlerdir. Allahü teâlâ da, bu nimeti Mekke halkının elinden alıp Medine halkına ihsan etmiştir. Medineliler Allah'ın Resulü ile şereflenmişler, nimetlerine nail olmuşlar ve iki cihan saadetine kavuşmuşlardır.

Bu âyet-i celilede Allahü teâlâ'nın" vermiş olduğu nimetlere karşı bütün insanların şükretmesi için tembih vardır. Eğer insanlar Allah'ın vermiş olduğu nimetlere karşı şükretmezlerse, Yüce Allah vermiş olduğu nimetleri kendilerinden alır, lâyık oldukları cezayı verir. Şayet şükrederlerse onların üzerindeki nimetini artırır. Allah bir milleti helak edip, azab etmek istedi mi, O'nun hükmüne kimse mani olamaz. Çünkü Allah'tan başka onları koruyacak kimse yoktur. Ancak Allah'a sığınanlar azabından kurtulur. Aklı olanlar bunlardan ibret alıp, küfürden imana, masiyetten itaate, şerden hayra sığınmalıdırlar. İşte o zaman iki cihan saadetine kavuşurlar.

12

«Size korku ve ümit içinde şimşek gösteren, yağmur yüklü bulutları meydana getiren O'dur.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede azametini haber verip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, size korku ve ümid salarak gökteki yıldırımı ve şimşeği gösteren Allah'tır. Yağmurla yüklü bulutları meydana getiren, o yağmuru bu bulutlar vasıtasıyla istediği beldeye sevk edip orada yağdıran O'dur. O'nun emri olmadan bir damla düşmez, ancak Allah'ın emriyle yağar. Bu yağmur vasıtasıyla ölü arazi dirilir, bağ-bahçe ve mahsûl olgunlaşır, kaynaklar oluşur. Su bütün canlıların hayat damarıdır, onsuz hayat olmaz.

13

«Gök gürültüsü, Allah'a hamd ile, Melekler de, Allah'dan korkarak tesbih ederler. Allah yıldırımlar gönderip onunla dilediğini çarpar. Böyle iken o kâfirler, hadlerini bilmezler de Allah hakkında mücadele ederler. Halbuki Allah'ın karşılık darbesi pek şiddetlidir.»

Ra'd adındaki melek, Allahü teâlâ'yı hamd ve tesbih eder, bir an bile O'nun zikrinden hâli olmaz. Sahâbe-i kiram, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Ra'd’ın ne olduğunu sorarlar, o da şöyle cevap verin Ra'd, gökte bir meleğin adıdır. Onun sesi işitilir, yağmur yüklü bulutları bir yerden emrolunan diğer yere götürür. Melekler korku ile Allahü teâlâ'yı hamd ve tesbih ederler. Yüce Allah, gökten dumansız ateş (yıldırım) indirerek varlığını ve birliğini kabul etmeyen, yeryüzünde fesad çıkarıp, Allah'a asi olanları yakıp helak etmiştir. Çünkü Allahü teâlâ'nın azabı çok şiddetli, kuvvetli ve çok muhkemdir. Kimi tutarsa-o asla kurtulmaz.

İmam-ı Mücâhid (radıyallahü anh)'in rivayetine göre, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir Yahudi gelerek «Yâ Muhammed, senin Rabbin nedendir, inciden mi, yoksa cevherden mi?» der. Yüce Allah onun vasfettiklerinden münezzehtir, beridir. Yahudi bu suali Peygamberimize sorduktan sonra Allahü teâlâ bir saika (yıldırım) gönderip onu helak eder.

İmam-ı Mukatil (radıyallahü anh) de şöyle demiştir: Âmir ibn Tufeyl, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Ben Müslüman olacağım, fakat şartım var, o da şudur: Bu şehrin valisi sen ol, diğer şehirlerin valisi ben olayım, bu şartımı kabul edersen Müslüman olacağım» der. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle cevap verir: «Sen Müslüman olursan diğer Müslümanların istifade etmiş olduğu bütün nimet ve haklardan istifade edersin. Onlardan hiçbir üstünlüğün olamaz.» Âmir tekrar «Sen büyükleri idare et, ben de gençleri ve küçükleri idare edeyim» der. Peygamberimiz ona aynı cevabı verir. Âmir Müslümanların arasında fitne çıkarmak için tekrar şöyle der: «Yâ Muhammed, senden sonra ben vali olayım, eğer bu şartımı kabul edersen Müslüman olacağım» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yine aynı cevabı verir. Bunun üzerine Âmir büyük bir terbiyesizlikle «Ben senin saçlı, sakallı bin adamına ve bin gencine bedelim. Onlarla başa baş dövüşürüm» der ve Peygamberimizin yanından ayrılır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber onun bu sözlerine hiç aldırış etmez. Yolda giderken yandaşlarından Erid ibn Kays'a rastlar ve ona şöyle der: «Sen gel Muhammed'i lâfa tut, ben onu öldüreyim.» Erid «Hayır, sen onu lâfa tut, ben öldüreyim» der. İkisi birlikte tekrar Peygamberimizin yanına gelirler. Âmir, Peygamberimize «Senin Rabbin altından mıdır, yoksa gümüşten midir?» diye sorar. Bu münasebetsiz sözlerden sonra tekrar Peygamberimizin yanından ikisi birlikte çıkarlar.. Âmir «Neden Muhammed! öldürmedin» der. Erid «Ne kadar öldürmek istedimse, her defasında sen aramıza girdin» der. Cebrail, Peygamberimize gelip onların bu durumunu haber verir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlara beddua eder, o anda Âmir'e bir yıldırım çarpar ve helak eder. Bu âyet o zaman nazil olmuş ve bu olay zikredilmiştir.

14

«Hak olan davet, ancak Allah'adır. O'ndan başka taptıkları kendilerine hiçbir cevap veremezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan adam gibidir ki o, buna asla ulaşıcı değildir. Kâfirlerin yalvarışı da böyle boşunadır.»

Bu âyet-i celîlede akıl sahipleri için büyük bir teşbih vardır. Kâfirlerin taptıkları kendilerine hiçbir cevap veremezler. Yüce Allah, onları suya doğru iki avucunu açıp ağzına suyun gelmesini bekleyen adama benzetmiştir. Elini suya doğru uzatmakla ebediyyen ağzına su gelecek değildir. İşte kâfirlerin yalvarışı da böyledir, asla onlara fayda vermez. Bu bir misâldir, Araplar, elde edemeyeceği bir şeyi isteyen adam hakkında bu deyimi kullanmışlardır.

Hak kelime: Lâ ilahe illâllah'dır. Allahü teâlâ kullarını kendine bununla davet eder. Bu davete icabet edenler hidâyete erip kurtulurlar, icabet etmeyenler ise sapıklığa düşüp helak olurlar. Kâfirlerin putlarına yapmış oldukları ibadetler boşadır. Kıyamet günü bu ibadetlerinden kendilerine asla fayda yoktur. Çünkü onlar ilâhi davete icabet etmeyip, Allah'a eş koşmuşlardır. Bu bakımdan bütün amelleri boşadır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hak olan davet ancak Allah içindir. O'ndan başka taptıkları kendilerine hiçbir cevap veremezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan adam gibidir ki o, buna asla ulaşamaz. İşte kâfirlerin yalvarışı da böyle boşadır.»

15

«Göklerde ve yerde kim varsa onlar da, gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.»

“Göklerdeki ve yerdeki bütün" mahlûkat Allahü teâlâ'ya secde ve ibadet ederler. Onların kimisi isteyerek itaatle, kimisi istemeyerek ibadet ederler. Mü’minler, Allah'ın emirlerine itaat ederek, kendi arzularıyla 'Rablerine secde ve ibadet ederler. Bunu gönül hoşluğu ve huzur içinde- yaparlar. Yüce Allah secdeyi umumi kılmıştır, göklerde ve yerde bulunan bütün mahlûkat O'na secde ederler. Bu âyet bütün mahlûkatın Allahü teâlâ'ya secde ettiğine delildir. Hiçbir yaratık yoktur ki O'na secde etmesin. Yerde ve göktekilerin hepsi O'na secde eder. Zira bütün bunlar O'nun yaratmasıyla meydana gelmiştir. Kâfirlerin aya, güneşe, putlara ve diğer şeylere taptıkları görülür. Ancak bu zahirde böyledir, Hak teâlâ'ya secde etmezler. Fakat onların da Allahü teâlâ'ya yalvardıkları, boyun eğdikleri bilinmektedir. İlim ehline göre buradaki secde, Allah'a boyun eğmek, yalvarmak ve tevazu göstermek anlammadır. Zira Arap lisanında secde çoğu kez bu mânâda kullanılmıştır. Kur'ân-ı Azîmüşşân da Arap lisanı üzere indiği için onların kullanmış oldukları bazı tabirleri kullanmıştır. Bu da, Kur'ân-ı Kerîm'in Allah kelâmı olduğunu gösterir. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur:

Göklerdeki ve yerdeki bütün mahlûkat kulluk yönünden Allahü teâlâ'ya boyun eğerler. Onlar isteseler de, istemeseler de yaratık oldukları için Rablerine tevazu ile boyun eğerler. Bütün bunlar bir şekle göre yaratılmıştır. Her birinin ayrı ayrı bir şekil alması, bir yaratıcının varlığını isbat eder. İşte O yaratıcı bunların Mevlâsı'dır, bunlar O'nun kuludur. Her ne kadar kâfirler dil ile O'nu inkâr etseler bile, yaratılışları Allahü teâlâ'yı isbat ediyor ve O'na tevazu ile boyun eğiyor. Çünkü kâfirler de, diğer varlıklar gibi mahlûktur ve mahlûk oluşları Allahü teâlâ'nın vahdaniyetini isbat eder, O'na tevazu ile boyun eğer, kendi acziyetini ortaya koyar. Kâfirlere yerleri ve gökleri kim yarattı diye sorulsa, hiç şüphesiz Allah yarattı diyeceklerdir. O'nun kudreti karşısında her an acizliklerini ortaya koyacaklardır. Nasıl koymasınlar? Yer ve gök ehli bir araya gelseler, bir zerreyi bile yaratamazlar, buna güçleri yetmez. İnsanlar ister aya, ister güneşe, ister yıldızlara, ister diğer varlıklara ve ister putlara tapsınlar, neye taparlarsa tapsınlar gönülleri Allahü teâlâ iledir. Bütün bu tapınmalar kendilerinden üstün bir varlığın mevcudiyetine inandıklarından dolayıdır. İşte O da, Yüce Allah'tır.

Bazı tefsirciler, âyette geçen gölgenin secdesinin de tevazu olduğunu söylemişlerdir. Secdenin sabah ve akşam vakitlerine tahsis edilmesinin sebebi, bu iki vaktin günün tamamına şamil olduğundan dolayıdır. Diğer bir görüşe göre ise, insanların bu iki vakitte daha fazla dünyaya tamah ettikleri içindir. İnsanlar dünyaya tamah ettikçe Rablerini unuturlar, Rablerini unutmamaları için bu iki vakit zikredilerek O'na secde etmeleri emredilmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Göklerde ve yerde kim varsa onlar da, gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.» (Bu secde âyetidir, okuyanların ve dinleyenlerin secde etmesi gerekir.)

16

«De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" "Allah'tır" de. "Yoksa O'nu bırakıp kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz," de. De ki: "Hiç körle gören bir olur mu? Yahut karanlık ile aydınlık bir midir?" Yoksa Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: "Her şeyi yaratan Allah'tır, O, birdir, kâinatın yegâne Halikı ve sahibidir".»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, yerleri ve gökleri kimin yarattığım kâfirlere sor. Eğei doğru cevap verirlerse ne âlâ, vermezlerse onlara yerleri ve gökleri Allahü teâlâ'nın yarattığını söyle. Ey kâfirler, siz Allah'ı bırakıp da kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz? Sizin taptıklarınızın kendilerine bir faydası yoktur ki, size nasıl faydası olsun? Kendisine faydası olmayanın hiç başkasına faydası olur mu? Ey kâfirler, hiç görenle kör, karanlıkla aydınlık bir olur mu? Elbette görenle görmeyen, karanlıkla aydınlık bir değildir.» Tıpkı iman edenlerle, iman etmeyenlerin bir olmadığı gibi. Allahü teâlâ bu âyette kâfirleri kör ve geceye, iman edenleri de gören insana ve aydınlığa benzetiyor. Kör ile gören, karanlıkla aydınlık bir olmadığı gibi, iman edenle iman etmeyen de bir değildir. İman edenler gündüz ve gören gibi, iman etmeyenler de kör ve karanlık gibidir. Eğer kâfirler kör olmasalardı Allah'ın davetine icabet eder, körlükten kurtulurlardı. Bilenlerle bilmeyenler de böyledir Bilenler gören ve gündüz gibidir, cahiller ise kör ve gece gibidirler. Kâinatın inceliklerini ve Allah'ın kudretini bilenle, hiçbir şeyden haberi olmayan elbette bir değildir.

Kâfirler, taptıklarının Allah gibi yaratmaya muktedir olduklarını mı zannediyorlar da, onları Allah'a ortak koşuyorlar? Onların taptıkları acaba bir şey yaratmaya veya bir varlığı yok etmeye muktedir midirler? Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, bütün mevcudatın Halikı ve Rabbi yalnız Allah'tır. O, birdir, şeriki benzeri yoktur. İnkarcıları ve nimetleri ne karşı nankörlük yapanları kahhar sıfatı ile dünyada kahreder âhirette de ebedî azaba mübtelâ eder.» Bundan sonra Yüce Allat hak ile bâtılı birbirinden ayırt etmek için misâller vermiştir. Arap lar, bir mes'eleyi anlatmak istedikleri zaman ona bir de misâl ge tirirlerdi. Yüce Allah, onların âdeti üzere hak ile bâtılı kendilerim açıklamıştır.

17

«O, gökten suyu indirir. Dereler ve vadiler onunla dolar taşar. Üste çıkan köpüğü sel alır götürür. Süslenmek veya istifade etmek için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer köpük vardır. Allah hak ile bâtıl için böyle misâl verir. Köpük, uçar gider. İnsanlara fayda veren ise yerde kalır. İşte böyle, Allah daha nice misâller verir.»

Allahü teâlâ, bu âyet-i celîlede bâtıl ibadetleri ve puta tapanların amellerini su üzerindeki köpüğe benzetiyor. Bu köpükler nasıl hiçbir işe yaramıyorsa, bâtıl ameller de böyledir, hiçbir işe yaramaz ve sahibine asla faydası dokunmaz. Gökten bulutlar vasıtasıyla yağmuru indiren Allah'tır. Dereler ve vadiler onunla dolar. Suyun akmasıyle meydana gelen köpüğü sel alır götürür. O köpükten bir- fayda elde edilmez ve bir işe de yaramaz. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'i yağmura, gönlü derelere ve vadiye, nefs-i nevayı da köpüğe benzetmiştir. Nefs-i hevâ köpük gibidir, gönülde durmaz, fakat orada bulunur. Gönül dere gibidir, derenin suyu ne kadar çok olursa, köpüğü de o kadar fazla olur. Gönlün de hevâ ve arzuları ne kadar çok olursa, o kadar da bâtıl fiil ve sözleri çok olur. Tıpkı dere misâli. Çünkü köpüğün çokluğu suyun çokluğuna bağlıdır. Su ne kadar çok olursa köpük de o nisbette artar. Gönlün neva ve arzulan arttıkça ondan meydana gelen bâtıl fiiller ve sözler de artar. Derenin suyu arttıkça etrafındaki çöpleri ve diğer maddeleri alır götürür. Gönül de böyledir, arzuları çoğaldıkça haram, helâl dinlemez alır götürür. İnsanların nazarında köpüğün bir değeri ve bir ağırlığı olmadığı gibi, Allah katında da bâtıl amellerin hiçbir değeri yoktur. Köpüğün yok olduğu gibi, o ameller de yok olur gider.

Allahü teâlâ bundan sonra altın ve gümüşü misâl vermiştir.' Allah, kullarının istifadesi için altın ve gümüşü yaratmıştır. Onları ateşte eritip diğer maddelerden ayırarak zinet olarak kullansınlar diye. Bunların karışımındaki diğer maddeler ayrılıp altın, gümüş, bakır, demir, kalay ve diğerleri saf hale gelmedikçe kendilerinden istifade edilemez. Ancak bunlar diğerlerinden ayrılır, saf hale gelirse o zaman kimi zinet eşyası, kimi de diğer ihtiyaçlarda kullanılır. Tıpkı bunlar gibi karışık ve bâtıl olan ameller Allah katında asla makbul değildir. Sahibine fayda vermez ve istifade edilmez. Ancak iman edip, ihlâsla amel edenlerin ibadetleri Allah katında makbuldür. Diğerlerinin amelleri ise köpük gibi yok olup gidecektir. Allah böyle misâl verip hak ile bâtılı beyan etmiştir.

18

«Rablerine icabet edenlere en güzel karşılık vardır. O'na icabet etmeyenler ise, şayet yeryüzünde bulunan her şey ve daha bir katı onların olsa kurtulmak için onu fidye verirlerdi. İşte hesabın kötüsü onlarındır. Varacakları yer cehennemdir ve ne kötü konaktır.»

Allahü teâlâ, kullarını imana, hakka ve kurtuluşa davet ediyor. Bu davete icabet edenlere en güzel karşılık ve ebedî mükâfat vardır. Onların mükâfatı altlarından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Bu davete icabet etmeyenler ise, Allah'ı inkâr ettikleri ve şirk koştukları için içinde kalacakları yer, ebedi cehennemdir. Bu onların inkâr ve şirklerinin cezasıdır. Onlar bu azabtan kurtulmak için, dünyayı ve bir o kadarı daha kendilerinin olsa da fidye olarak verseler yine azabtan kurtulamazlar. Kıyamet günü kendilerine hiçbir şey fayda vermeyecektir. İşte en kötü hesap onlarındır ve varacakları yer cehennemdir. Ne kötü konaktır orası. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Rablerine icabet edenlere en güzel karşılık vardır. O'na icabet etmeyenler ise, şayet yeryüzünde bulunan her şey ve daha bir katı onların olsa kurtulmak için onu fidye 'verirlerdi. İşte onlarındır hesabın kötüsü. Varacakları yer cehennemdir ve ne kötü konaktır.»

19

«Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen hiç köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alır.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Rabbinden sana indirilenlerin hak olduğunu kabul edip iman edenlerle, haktan yüz çevirip gönülleri kör olanlar bir olur mu? Elbette bir olmazlar, iman edenler Allah'ın davetine icabet ettikleri için mükâfatlarını, iman etmeyenler de Allah'ın davetine icabet etmedikleri için, inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır ve Allah'ın davetine icabet eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sana Rabbinden indirilenlerin gerçek olduğunu bilen hiç köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alır.»

20

«Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler ve misâkı bozmazlar.»

21

«Onlar ki Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rablerinden korkarlar ve kötü hesaptan ürkerler.»

22

«Ve onlar ki, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizli ve aşikâr harcarlar. İyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırırlar. İşte onlar için dünyanın bir sonucu vardır.»

Allahü teâlâ Kur'an ile öğütlenen akıl sahiplerinin kimler olduğunu beyan edip şöyle buyurmuştur: «Onlar Allah ile aralarındaki ahdi bozmadılar ve misâk günü Allahü teâlâ'nın Rubûbiyyetini ve Hâlik-ı Mutlak olduğunu tasdik ettiler. Kendilerinin de O'nun kulu olduğunu izhar için emirlerine itaat edip yasaklarından kaçındılar. Rablerine asi olmadılar, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirdiler. Namazlarını kıldılar, ibadetlerini yaptılar, ilim meclislerinde ve sâlihlerin sohbetlerinde bulundular, Allah'ın rızık olarak kendilerine verdiği şeylerden gizli ve aşikâr tasadduk ederler, zekâtlarını verirler, hısım-akrabalarını ziyaret ederler, dünya ve âhiret için en hayırlı olanı tercih ederler. Kimse,için kötülük düşünmezler, kendilerine yapılan kötülüğü iyilikle giderirler. Haramdan kaçarlar, kimsenin hakkına göz dikmezler, Allah'tan korkarlar. Kıyametin dehşetinden ve orada hesap vermekten korkarlar, her şeyi Allah rızası için yaparlar, kötü amellerden sakınırlar. Müslümanları hakka davet ederler. İşte onların varacakları yer cennettir. Bu, onların dünyada yaptıkları amellerin karşılığıdır. Orası ne güzel bir yurttur.

23

«Adn cennetleridir. Oraya girerler. Babalarından, eşlerinden, çocuklarından iyi olanlar da oraya girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girip.»

24

«"Sabrettiğiniz için selâm size. Burası dünyanın ne güzel karşılığıdır" derler.»

Yukarda vasıfları zikredilen akıl sahipleri, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sahabesi ve onların yolunu takip eden mü’minlerdir. Onlar dinleri uğruna mallarını ve canlarını feda etmekten çekinmemişlerdir. Allah için birbirlerini sevmişler, Allah için birbirlerine buğz etmişlerdir. Dinleri uğrunda seve seve canlarını ve mallarını feda etmişlerdir. İşte bunların Allah katındaki mükâfatları Adn cennetleridir. Onların yolundan giden mü’minlerin de Allah katındaki mükâfatı budur. Onlar bu mükâfata nail oldukları gibi, babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi amel sahipleri de o nimete nail olacaklardır. Yani kendileri gibi, Adn cennetine gireceklerdir. Melekler cennetin her kapısından yanlarına girip, kendilerine Allahü teâlâ'dan hediye getirir ve «Selâm olsun, size ki, selâmet evine girdiniz. Allah'ın rahmetine nail oldunuz. Siz dünyada iman edip, her türlü musibetlere sabrettiniz, nefs-i hevânıza uymadınız. Allah'ın emirlerini yerine getirip, yasaklarından' sakındınız. İşte bu sizin imanınızın, güzel amellerinizin, sabrınızın ve Allah'ın, emirlerine itaatinizin karşılığıdır. Burası dünyanın ne güzel karşılığıdır. Yüce Allah davetine icabet edip, emirlerine itaat edenleri böyle mükâfatlandırır.» Allahü teâlâ davetine icabet edenlerin mükâfatını beyan ettikten sonra, davetine icabet etmeyenlerin uğrayacakları musibetleri ve cezala'rı zikretmiştir.

25

«Allah'a verdikleri sözü kuvvetli teminat ile de destekledikten sonra bozanlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini ve ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara. Ve yurtların en kötüsü onlarındır.»

Kâfirler, Allah'a verdikleri sözü kuvvetli teminat ile de destekledikten sonra bozmuşlar, vahdaniyetini inkâr edip, O'na eş koşmuşlardır. Allah'ın emirlerine itaat etmeyip, peygamberlerini yalanlamışlar, yasaklarına tâbi olmuşlar ve putlara tapınışlardır. Bununla da kalmayarak yeryüzünde fesat çıkarıp, bozgunculuk yapmışlardır. İşte Allah'ın laneti bunların üzerinedir. Onların gidecekleri yer ebedî cehennemdir. Orası ne kötü bir yurttur. Bu onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Onlar Allah'a verdikleri sözü bozup küfre dalmışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'a verdikleri sözü kuvvetli teminat ile de destekledikten sonra bozanlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiğim ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara. Ve yurtların en kötüsü onlarındır.»

26

«Allah kimi dilerse onun rızkını genişletir, daraltır. Onlar dünya hayata ile sevindiler. Halbuki dünya hayatı âhiretin yanında sadece değersiz bir meta'dan ibarettir.»

Allahü teâlâ yaratmış olduğu bütün mahlûkatın rızkını verir, hiçbir varlık gitmiş olduğu yere rızkım sırtında götürmez. Gittiği her yerde Yüce Halik onun rızkını halk eder. Kullarından kimisinin rızkını genişletir, kimisininkmi daraltır. Bir bakarsınız ki, kâfire haddinden aşkın dünyalık vermiş, mi'min ihtiyaç içinde kıvranır. Bu, O'nun hikmetinin gereğidir, insanoğlu onu idrakten acizdir. Fakat kâfirler dünya hayatı ile böbürlendiler. Halbuki dünya hayatı âhiretin yanında sadece değersiz bir meta'dan ibarettir. Böyleyken onlar âhireti unutup dünyayı tercih ettiler. İşte onlar için elîm bir azab vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah kimi dilerse onun rızkını genişletir, daraltır. Onlar dünya hayatı ile sevindiler. Halbuki dünya hayatı âhiretin yanında sadece değersiz bir meta'dan ibarettir.»

27

«Küfredenler dediler ki: "Rabbinden kendisine bir âyet indirilmeli değil miydi?" De ki: "Allah dileyeni sapıtır ve kendisine yöneleni doğru yola eriştirir".»

Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında şöyle demişlerdir: «Muhammed'in peygamber olduğuna dair Rabbinden bir âyet ve bir alâmet indirilmeli değil miydi?» Halbuki Peygamberimizin peygamber olduğuna dair bir değil, binlerle alâmet ve âyet indirilmiştir. Bunun üzerine Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Allah dileyeni sapıtır, kendisine yöneleni de doğru yola iletir. Kul, Rabbinden neyi isterse Rabbi ona istediğini verir. Haktan yüz çevirenleri sapıklığa, hakka yönelenleri hidâyete erdirir".- Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Küfredenler dediler ki: "Rabbinden kendisine bir âyet indirilmeli değil miydi?" De ki: "Allah dileyeni sapıtır ve kendisine yöneleni doğru yola eriştirir".»

28

«Bunlar, iman edenlerdir ve Allah'ı anmakla kalbleri huzura kavuşmuştur. Dikkatli olun, kalbler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur.»

29

«İman edip de sâlih ameller işleyenler için hoş bir hayat ve güzel bir istikbal vardır.»

îman edenler ancak hidâyete ererler. İman etmeyenler ise asla hidâyete eremezler. Çünkü hidâyetin kapısı imandan geçer. İman insanı Allah'a götürür, kalbi huzura kavuşturur. Kalbler ancak Allah'ı anmakla ve zikirle huzura kavuşur, Allah'ı anmayan kalb ölüdür, huzur bulamaz ve ondan hayır-hasenât beklenmez. Kalbi huzura kavuşmayanlar düayada da, âhirette de ebedi huzur ve saadete eremezler. İman edip sâlih amel işleyenler dünyada da, âhirette de huzur ve saadete kavuşurlar. Onlar iki cihanda da mesud ve bahtiyar olacaklardır. Çünkü Allah'ı zikir bütün ibadetlerin, iyiliklerin, hayırların, mânevi güzelliklerin başıdır. Bu zikir insanı huzura, saadete, rahmete, iyiliğe, hayra götürür. Şerden, kötülüklerden, mâsiyetten, küfürden, haramdan ve Allah'ın yasaklamış olduğu şeylerden uzaklaştırır. Ruhu olgunlaştırır, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir. İşte onlar için hoş bir hayat ve güzel bir istikbal vardır. Cennet onlarındır, orada Tuba ağacının gölgesinde gölgeleneceklerdir. Bazı tefsircilere göre, Tuba'dan maksad, hayır ve saadet cennete girenlerindir. Tuba'yı hayır ve saadet mânâsında kullanmışlardır.

30

«İşte böyle, sana vahyettiğimizi okuman için seni de onlardan önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik. Onlar Rahmân'ı inkâr ederler. De ki: "O, benim Rabbimdir. O'ndan başka hiçbir Tanrı yoktur. Ben ancak O'na dayanıp güvendim. En son dönüşüm de yalnız O'nadır".»

Allahü teâlâ önceki ümmetlere peygamberler gönderdiği gibi, Hazret-i Muhammet! (sallallahü aleyhi ve sellem)'i de son Peygamber olarak bütün insanlığa göndermiştir. İnsanları hakka davet için kendisine Cebrail vasıtasıyla Kur'an'ı indirmiştir. Buna rağmen kâfirler Allah'ın rahman sıfatını inkâr etmişlerdir. Abdullah ibn Übey ve arkadaşları «Biz Müseyleme'den başka rahman tanımıyoruz» demişlerdir. Müseyleme, Yemenli olup kendisinin peygamber olduğunu söyleyen bir yalancıdır. Yüce Allah kâfirlerin bu iddialarını ve sözlerini reddetmek için sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhanv med, kâfirlere de ki: «O, benim Rabbimdir. O'ndan başka hiçbir Tanrı yoktur. Ben ancak O'na dayanıp güvendim. En son dönüşüm de yalnız O'nadır.»

31

«Şayet Kur'an ile dağlar yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış, yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı kâfirler yine inanmazlardı. Halbuki bütün işler Allah'a aittir. Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Gerçeğini inananların aklı kesmedi mi? Ve hâlâ işlediklerinden dolayı küfredenlerin ya başına veya evlerinin yakınına Allah'ın vaadi yerine gelene kadar bir belâ gelir. Şüphesiz Allah vaadinden dönmez.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Abdullah ibn Übey ve arkadaşları, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Yâ Muhammed, gerçek peygamber isen, Musa'nın dağı yürüttüğü gibi, sen de Mekke dağlarından birini yürüt. Ya da Süleyman gibi uzak mesafeyi yakına getir veyahut İsa gibi ölüleri konuştur» demişlerdir. O zaman Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, şayet Kur'an ile dağlar yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış, yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı kâfirler yine inanmazlardı. Çünkü bunların istediklerini kendilerinden önce geçen kavimlere yaptık, onlar yine inanmadılar. Aynısını bunlara da yapsak bunlar da inanmazlardı. Bütün işler Allah'a aittir, hüküm O'nundur. O, hidâyete lâyık olana iman nasip eder, olmayana etmez. Allahü teâlâ dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. O zaman bu iman zoraki olurdu. İman edenler hâlâ bu gerçeği anlamadılar mı? Küfredenlerin başına veya evlerinin yakınına Al lah’ın vaadi yerine gelene kadar bir belâ gelir. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır, Allah vaadinden asla dönmez. Nitekim Yüce Allah Mekke'nin fethini sevgili Peygamberine vaadetmişti. Zamanı gelince Mekke fethedildi, Allahü teâlâ'nın vaadi vuku buldu. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ordusu ile Mekke üzerine yürüyüp Kasfan denen mevkiye gelince, öncü olarak iki yüz süvari gönderir. Onlar Mekke'nin yakınına geldikleri zaman bu âyet nazil olur. Mekkeli müşrikler iki yüz kişilik öncü birliği görünce telâşa kapılmışlardır. «....Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Gerçeğini inananların aklı kesmedi mi? Ve hâlâ işlediklerinden dolayı küfredenlerin ya başına veya evlerinin yakınma Allah'ın vaadi yerine gelene kadar bir belâ gelir. Şüphesiz Alla)ı vaadinden dönmez.»

32

«Yemin olsun ki, senden önce de nice peygamberlerle istihza edilmiştir. Küfredenlere önce mühlet verdim, sonra onları yakaladım. Cezalandırmam nasıldı?»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kavmin seninle istihza ettiği gibi, senden önceki nice peygamberlerle de kavimleri istihza etmişlerdi. Sen onların istihzalarına aldırma. Peygamberleri yalanlamalarından ve istihzalarından ötürü hemen cezalarını vermedik, belki iman ederler diye bir müddet te'hir ettik. Sonra istihza ve yalanlarından dolayı onları azabımız ile yakaladık. Onları nasıl cezai andırdığımızı görmedin mi?» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâ'nın onları nasıl cezalandırdığını görmedi, fakat Kur'ân-ı Kerîm'de onları nasıl cezalandırdığını bildirdi. İşte bu onların nasıl cezalandırıldığını görmüş gibidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, senden önce de nice peygamberlerle istihza edilmiştir. Küfredenlere önce mühlet verdim, sonra onları yakaladım. Cezalandırmam nasıldı?»

33

«Her nefsin bütün kazandığına nazır olan Allah (böyle olmayan gibi midir?). Onlar Allah'a ortak koştular. De ki: "Bunlara bir ad bulun bakalım. Yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? Yoksa kuru sözlere mi aldanıyorsunuz? Küfredenlere kurdukları düzenler güzel gösterildi. Ve doğru yoldan alıkonuldular. Allah kimi sapıtırsa ona doğru yolu gösteren bulunmaz.»

34

«Onlara dünya hayatında azab vardır. Âhiret azabı ise daha zorludur. Allah'a karşı onları koruyacak kimse de yoktur.»

Bütün mevcudatı yoktan var eden, onları besleyen, rızıklandıran, büyüten, koruyan, vardan yok, yoktan var eden Hâlik-ı Zülcelâl ile, hiçbir şeye gücü yetmeyen bir midir? Elbette bir değildir. Zira Hâlik-ı Mutlak her şeye kadirdir. Buna rağmen kafirler putlarını Allah'a ortak koşmuşlardır. Ey kafirler, hiçbir şeye muktedir olmayan putlara mı tapmak daha hayırlıdır, yoksa her şeyi yoktan var eden Allah'a mı ibadet daha hayırlıdır? Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Taptığınız putlara bir ad bulun bakalım. Bunların ilâh olduklarına deliliniz nedir? Yoksa yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? Halbuki sizin taptıklarınız her şeyden habersizdir. Yoksa siz boş sözlere mi aldanıyorsunuz?"» Kâfirlere taptıkları, şeytan tarafından hoş gösterildi. Bundan dolayı bâtıl dinlerini bırakıp hak dine giremediler. Allah kimi saptırırsa onu kimse doğru yola iletemez. Allah hidâyete lâyık olanları doğru yola iletir, lâyık olmayanları da saptırır, zelil ve hakir kılar.

35

«Müttekilere vaadolunan cennetin içinden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgeleri daimîdir. Bu, Allah'tan sakınanların mükâfatıdır. Kâfirlerin cezası ise ateştir.»

Allahü teâlâ iman edip sâlih ameller işleyen mütteki kullarına vaadettiği nimetleri beyan etmiştir. Müttekilere vaadolunan cennetin köşklerinin altından ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgeleri dâimidir. Bu, Allah'tan sakınanların mükâfatıdır. Kâfirlerin cezası ise cehennemdir, onlar orada ebedi kalacaklardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Müttekilere vaad olunan cennetin içinden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgeleri dâimidir. Bu, Allah'tan sakınanların mükâfatıdır. Kâfirlerin cezası ise ateştir.»

36

«Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler sana indirilen ile sevinirler. Fakat karşı gurublar içinde de onun bir kısmını inkâr edenler vardır. De ki: "Ben ancak Allah'a kulluk etmek ve ona şirk koşmamakla emrolundum. Hepinizi O'na çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kendilerine Tevrat verdiğimiz ve ona iman edenler, sana indirdiğimiz ile de sevinirler. Fakat Mekke halkının bir kısmı Allah'ın Rahman sıfatını inkâr ederler.» Abdullah ibn Übey ve arkadaşları Allah'ın Rahman sıfatını inkâr ederek, Yemenli Müseylemetü'l-Kezzâb'a «Rahman» demişlerdir. Müseyleme yukarda da ifade edildiği gibi, kendisinin peygamber olduğunu ilân eden yalancı bir kâfirdir. Yüce Allah, onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Ben ancak Allah'a kulluk etmek ve O'na eş koşmamakla emrolundum. Hepinizi O'na imana çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır, sizin dönüşünüz de O'nadır. Hepiniz O'na döndürüleceksiniz".»

İman edenler de, iman etmeyenler de kıyamet günü Allah'a döndürülecektir. Her fert bu dünyada yaptığından hesaba çekilecektir.

İman edip sâlih ameller işleyenler mükâfatını, iman etmeyenler de inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir.

37

«İşte biz onu böylece Arapça bir hüküm olarak indirdik. Yemin olsun ki, sana gelen ilimden sonra onların nevalarına uyarsan, Allah'tan senin için ne bir yardımcı, ne de bir koruyucu vardır.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, biz sana Kur'an'ı Arapça bir hüküm olarak indirdik ve onu bütün kitablar üzerine muhkem kıldık. Kimse onun hükümlerini değiştiremez. Onların anlaması kolay olsun diye Arapça olarak indirdik. Sana gelen ilimden sonra eğer onların dinine ve kıblesine uyarsan Allah tarafından senin için bir yardımcı ve bir koruyucu yoktur.» Bu hitap Peygamberimizin şahsında mü’minleredir. Eğer mü’minler, kâfirlerin davetine uyarlarsa, Allah'ın yardımı üzerlerinden kalkar, Allah tarafından bir yardımcı ve bir koruyucu bulamazlar.

38

«Yemin olsun ki, senden önce nice peygamberler gönderdik. Onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir âyet getiremez. Her zamanın yazılmış hükmü vardır.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Yahudiler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında hayâsızca lâflar edip şöyle demişlerdir: «Muhammed gerçekten peygamber ise niçin kadınlarla evleniyor?» Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, yemin olsun ki, biz senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler, çocuklar verdik.» Hiçbir peygamber melek değildir, insandır. İnsan olduğuna göre onun da diğer insanlar gibi, tabiî ihtiyaçları vardır, o ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Yemek, içmek, uyumak, evlenmek, gezmek, çalışmak, istirahat etmek bunlardan bazılarıdır.

İmam-ı Kelbi (radıyallahü anh), Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)’ın üçyüz nikâhlı hanımı, yüz cariyesi olduğunu ve nübüvvet kuvveti ile bunların hepsine eriştiğini, babası Dâvud (aleyhisselâm)'un da yüz nikâhlı hanımı olduğunu söylemiştir. Her peygamber, Allah'ın izniyle ümmetine birçok alâmet getirmiştir. Hiçbir peygamber kendiliğinden Allah'ın izni olmadan ümmetine bir şey getirmemiştir.

39

«Allah dilediğini siler. Dilediğini bırakır. Ana kitab O'nun katındadır.»

Allahü teâlâ her insanın ecelini takdir etmiş, onu Levh-i Mahfûz'daki kitaba yazmıştır. Bu bakımdan insanın ömrü ne uzar, ne de kısalır, vakti gelince son bulur. Allah dilediğini mahv u perişan eder, dilediğini de bırakır.

Bu âyetin nüzul sebebi şudur: Kâfirler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek «Yâ Muhammed, biz senin bir şeye mâlik olmadığını görüyoruz» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey kâfirler, biz dilediğimizi siler, mahvederiz, dilediğimizi de bırakırız.» Eğer bir insanın amel defterinin başında ve sonunda sâlih ameller bulunursa, Allahü teâlâ bu ikisi arasındaki kötü amelleri, siler yok eder. Şayet amel defterinin başında ve sonunda kötü ameller bulunursa bu defa ikisi arasındaki iyi amelleri siler yok eder. Böylece sâlih ameli kötü amele tebdil eder.

Bazı tefsirciler de şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ dilediğinin gönlünden marifet nurunu siler, onu imansız gönderir. Dilediğinin gönlünde de sabit kılar onu iman ile gönderir. Kitabın aslı Allah katındadır ki, olmuş ve olacak her şey onda yazılmıştır, mahfuzdur.

40

«Onlara vaad ettiğimizin bir kısmım sana göstersek de, yahut seni öldürsek de, senin vazifen sadece tebliğ etmektir. Hesap görmekse bize aittir.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, seni yalanlayanlara vaadettiğimiz azablardan, zelzelelerden ve musibetlerden onlara dünyada erişecektir. Bu azabların bir kısmını onların üzerine gönderip sana gösteririz. Yahut senden sonra onlara azabımızı veririz görmezsin. Onların iman etmediklerine üzülme, senin vazifen sadece bizim emirlerimizi onlara tebliğ etmektir. Hesapları ve cezaları bize aittir, lâyık oldukları cezayı kendilerine veririz.»

41

«O kâfirler görmüyorlar mı ki, biz arazîlerini etrafından azaltıp duruyoruz. Allah öyle hüküm verir ki, onun hükmünü takip edecek yoktur. Allah hesabı çok çabuk görendir.»

İslâm'ın intişâriyle kâfirlerin ellerindeki araziler yavaş yavaş Müslümanların eline geçmeye başladı, her geçen gün ümitsizliğe düşen kâfirler kurtuluş çareleri arıyorlardı. Yüce Allah bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan etmiştir: «Yâ Muhammed, kâfirler görmüyorlar mı? Biz onların arazilerini, bağ-bahçelerini, yerlerini, yurtlarını, mallarını, köylerini ellerinden alıp senin sahabene veriyoruz. Bunu görmüyorlar mı? Onlar galip olduklarını zannediyorlar, mağlûp olduklarını hiç görmüyorlar mı?»

Bazıları yerin eksilmesini, o beldedeki âlimlerin, vakfiyelerin ve sâlih kimselerin azalması olarak ifade etmişlerdir. Çünkü bir yerin eksilmesi içindeki âlim ve sâlihlerin eksilmesiyle olur. Yoksa bir toprak parçası önce neyse, sonra da odur, cüz'î bir değişiklik olsa bile bu önemli sayılmaz.

Maneviyat ehli de şöyle demişlerdir: Allahü teâlâ’nın «yer» dediği, Âdemoğlunun cismidir, etrafı onun azalarıdır. Eksilmekten maksat o azaların zayıflaması ve iş görmez' hale gelmesidir. İnsan yaşlandıkça azaları zayıflar, kuvvetten düşer, son anlarına doğru hiçbir şey yapmaya mecali kalmaz. Yemeden, içmeden, gezip, yürümeden kesilir. Hiçbir şey bitirmeyen çorak ve virane arazi gibi olur.

Allahü teâlâ Hakim'dir, dilediğini hükmeder. Kimse O'nun hükmüne mani olamaz ve değiştiremez. O, kullarından dilediğine nusretiyle, dilediğine de hezimetiyle hükmeder. Kime afiyet dilerse o sıhhat bulur, afiyet dilemedikleri sıhhat bulamaz. O, hesabı pek çabuk görendir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Görmüyorlar mı ki yeryüzünün etrafından gitgide eksiltmekteyiz. Allah hükmünü verir. O'nun hükmünü bozacak yoktur. O, hesabı pek çabuk görendir.»

42

«Onlardan öncekiler de tuzaklar kurmuştu. Fakat binnetice bütün tuzaklar Allah'ındır. Herkesin ne kazanacağım O bilir. Dünyanın sonunun kimin olduğunu yakında kâfirler bilecektir.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirler sana kurdukları tuzakları, senden önceki peygamberlere de kurmuşlardı. Allah onların tuzaklarının cezasını kendi başlarına verdi. Peygamberlere yardım edip, kâfirlerin tuzaklarını boşa çıkarmıştır. Allah kullarının hayır ve şerden neler yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. Kâfirler de yakında kimin cennete, kimin cehenneme gireceklerini bileceklerdir.»

43

«Küfredenler: "Sen peygamber değilsin" derler. De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Ve kitabın bilgisi yanında olanlar".»

Yahudiler, bir peygamberin geleceğini biliyorlardı, fakat bu peygamberi kendi soylarından bekliyorlardı. Son peygamber kendi soylarından gelmeyince onun peygamberliğini kabul etmemişler ve Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e «Sen peygamber değilsin» demişlerdir. Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Benimle sizin aranızda şâhid olarak Allah yeter. O, benim peygamber olduğumu, sizin de yalan söylediğinizi biliyor. Ve Tevrat'ı okuyanlar da benim peygamber olduğumu biliyor".» Kâ'b ibn Eşref, Hay ibn Ahtab ve arkadaşları, Peygamberimizi yalanlamışlardır. Fakat Yahudilerden Abdullah ibn Selâm ve arkadaşları, Tevrat'ta Peygamberimizin sıfatlarını okumuşlar, hak Peygamber olduğunu kabul edip iman etmişlerdir. Diğerleri ise Peygamberimizin sıfatlarını Tevrat'tan çıkarmışlar, küfür ve inatlarında ısrar etmişlerdir.

0 ﴿