İBRAHİM SURESİ

Kur'ân-ı Kerim'in on dördüncü sûresi olup Mekke'de nazil olmuştur. 52 âyettir. İçinde İbrahim (aleyhisselâm)'in duaları ve yalvarışları geçtiğinden dolayı bu ismi almıştır. Ra'd sûresinde mücmel olarak ifade edilen hususlar, bu sûrede mufassal olarak beyan edilmiştir. Allah'ın azametini, mükevvenâtm ahvâlim ve ilâhî nimetleri açıklayan âyetler bulunmaktadır.

1

«Elif, Lâm, Râ. Bu, Öyle bir kitabtır ki, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip, hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.»

Kur'ân-ı Kerim'in bütün âyetleri bir gayeye mebni olarak indirilmiştir. Yüce Allah bu hususu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, biz bu Kur'an'ı sana Cebrail vasıtasıyla indirdik ki, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, yani küfürden imana, sapıklıktan hidâyete, her şeye galip, hamde lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.» Yüce Allah küfrü karanlığa, imam da aydınlığa benzetmiştir. İman edenler aydınlığa, nûra, hidâyete, rahmete, kurtuluşa ve saadete kavuşur. Bunun karşılığı olarak cennet nimetiyîe mükâfatlandırılır. İman etmeyenler ise sapıklığa, zulmete, felâkete, sefalete, zillete düşer. Bunun neticesi olarak da, Allah'ın küfredenlere vaad ettiği cehenneme girer. Yüce Allah bu hususu Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, insanları Rablerine imana davet et, O'na iman edip emirlerine itaat etsinler. O, Azîz'dir, Peygamberinin davetine icabet etmeyenlerden intikamını alır. Hamîd'dir, Peygamberine itaat edenlere sonsuz ihsan ve ikramda bulunur.» Âyette ifade edildiği gibi, iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir.

2

«O Allah ki göklerde ve yerde olan O'nundur. Uğrayacakları şiddetli azabtan dolayı vay kâfirlerin haline.»

3

«Ki onlar dünya hayatını âhirete tercih ederler. Allah yolundan alıkoyarlar ve onun eğrilmesini isterler. İşte onlar derin bir sapıklık içindedirler.»

Ey insanlar, göklerde ve yerde olan her şeyi yaratan Allah'tır. Hiç kimsenin onlarda bir ortaklığı yoktur. Yerleri, gökleri ve bunların içindekileri yoktan var eden, rızıklandıran, besleyen, koruyan, terbiye eden, muhafaza eden, onları tanzim eden, sevk ve idare eden Allah'tır. Böyle iken Allah'a şirk koşup vahdaniyetini inkâr ettikleri için uğrayacakları şiddetli azabtan dolayı vay kâfirlerin haline. Onlar dünya hayatını âhirete tercih ettiler, âhireti unuttular. Allah'ın dinine girmek isteyenleri ondan alıkoymaya çalıştılar ve hak dinin eğrilip yok olmasını istediler. İşte onlar derin bir sapıklık içindedirler, onlar için elîm bir azab vardır. Gidecekleri yer cehennemdir, orada ebedi kalacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.

4

«Her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bundan sonra Allah dilediğini sapıtır, dilediğini doğru yola götürür. O, yegâne galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.»

Allahü teâlâ bütün peygamberleri kendi kavimleri içinden seçip, onların diliyle göndermiştir. Her peygamber, Allah tarafından kendisine vahyedüeni kavminin diliyle onlara anlatmış, imanı, küfrü, hakkı, bâtılı, iyiyi kötüyü, helâli haramı, hayrı ve şerri, hidâyeti ve dalâleti, mükâfatı ve mücâzatı apaçık anlatmış ve iman edenlerin mükâfata, iman etmeyenlerin ise en şiddetli cezaya uğrayacaklarını da bildirmiştir. Bundan sonra Allah dilediğini saptırır, yani iman etmeyenleri sapıtır, iman edenleri ise doğru yola götürür. O, iman edecek kullarını da, iman etmeyecek kullarını da bilir. Ona göre iman edecekleri hidâyete, iman etmeyecekleri de sapıklığa götürür. Çünkü O, yegâne galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bundan sonra Allah dilediğini sapıtır, dilediğini doğru yola götürür. O, yegâne galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.»

5

«Yemin olsun ki, biz Musa'yı "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın gösterdiği günleri onlara hatırlat" diye gönderdik. Şüphesiz bunda sabreden ve şükreden herkes için dersler vardır.»

Allahü teâlâ, Mûsâ (aleyhisselâm)'yı da diğer peygamberler gibi, kavmini karanlıklardan aydınlığa, yani küfürden imana, bâtıldan hakka davet etmek için göndermiştir. Musa (aleyhisselâm) kavmini imana davet etmiş, iman etmeyenlerin uğradıkları felâketi ve musibeti onlara haber vermiş, Allah'ın nimetlerine şükretmelerini söylemiştir. Belki onlar bunlardan ibret alıp iman ederler.

Rivayete göre Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle buyurmuştur: «Yâ Musa, beni kullarıma sevdir.» Musa (aleyhisselâm) «Ey Rabbim, ben seni kullarına nasıl sevdiririm? Yerlerin ve göklerin hâkimi sensin, bütün hazinelerin anahtarları senin elindedir» der. Yüce Allah, Musâ (aleyhisselâm)'ya vahyederek şöyle buyurur: -Benim kendilerine verdiğim nimetlere şükretmeleri, beni sevmeleridir. Eğer nimetlerime şükrederlerse beni sevmiş olurlar.» Allahü teâlâ'nın önceki kavimleri helak etmesinde akıl sahipleri için ders alınacak ibretler vardır. Yüce Allah onları niçin helak etti, iman ettikleri için mi, yoksa iman etmedikleri için mi? Bunun üzerinde düşünüp ders almak gerekir. Onlar inkâr ve küfürlerinden dolayı helak olmuşlardır. Allah, iman etmeyip azanlardan intikamını böyle alır.

Allah'tan gelen şeylere sabredenler «sabirînler» mertebesine yükselir, nimetlerine şükredenler de «şâkirin» defterine kayıt edilir ve nimeti artar, nankörlük edenlerin ise elindekiler de yok olur.

6

«Hani Musa kavmine: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, çünkü O, sizi kötü azaba sokan, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştır ve bunda Rabbinizden büyük bir imtihan vardır" demişti.»

Musa (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'nın emrini yerine getirmek için kavmine: «Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın, hiçbir zaman bu nimetleri unutmayın. O, sizi Firavun'un zulmünden Ve baskısından kurtardı. Firavun, kızlarınızı sağ bırakıyor, oğullarınızı öldürüyordu, sizi en ağır işlerde çalıştırıyor, kadınlarınızı da hizmetçi olarak kullanıyordu. Bu zulümden sizi kurtaran Allah'a iman edip, emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının, O'na asla şirk koşmayın. Bunda sizin için büyük bir imtihan vardır.» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hani Musa kavmine: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, çünkü O, sizi kötü azaba sokan, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştır. Ve bunda Rabbinizden büyük bir imtihan vardır" demişti.»

7

«Hatırlayın ki, Rabbiniz şunu bildirmişti: "Şükrederseniz yemin olsun ki size karşılığını artırırım. Nankörlük ederseniz bilin ki azabım çok şiddetlidir" diye bildirmişti.»

8

«Musa: Siz de, yeryüzünde bulunanların hepsi de nankörlük etseler yine de Allah müstağni ve hamde lâyık olandır" demişti.»

Musa (aleyhisselâm) kavmine: «Ey kavmim, Allahü teâlâ size nimetlerini bildirdi. Eğer siz bu nimetlere şükrederseniz, size verdiği nimetleri artırır. Nankörlük ederseniz size verdiği nimetleri alır, bilin ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. Ey kavmim, siz de, yeryüzünde bulunanların hepsi de Allahü teâlâ'nın nimetlerine nankörlük, etseniz, O'nun varlığını ve birliğini inkâr da etseniz, O'na hiçbir şey yapamazsınız. Çünkü O'nun sizin imanınıza ve ibadetinize asla ihtiyacı yoktur. O, bunlardan müstağnidir. Sizin imanınızın ve inkârınızın O'na ne bir faydası olur ve ne de bir zararı. İmanınızın da, inkârınızın da faydası ve zararı sizedir. İman ederseniz mükâfatını, iman etmezseniz cezasını görürsünüz.»

Ebû’l-Leys Semerkandî Hazretleri, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edildiğini nakletmiştir: «Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kime şu altı şey verilirse o kimse altı şeyden mahrum kalmaz.

1- Bir kimse Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükrediyorsa, o kimse nimetten mahrum kalmaz, rızkı artar, eksilmez.

2- Allah'a itaat etmek için masiyetten uzak durmaya sabreden kimse, sevaptan mahrum kalmaz, mükâfatı verilir.

3-4- Tevbe ve istiğfar eden kimse de mağfiret olunmaktan mahrum kalmaz.

5- Duâ edenin duası asla geri çevrilmez, kabul olur.

6- Kim Allah yolunda infak ederse, fazlasıyla kendisine verilir, infak ettiği karşılıksız kalmaz. Bütün bunlar ihlâs üzere olursa Allah katında kabul olur, ihlâs üzere olmazsa kabul olmaz.»

9

«Sizden önce geçenlerin Nûh, Âd, Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra Allah'tan başka kimsenin bilmediği kavimlerin haberi size gelmedi mi? Peygamberleri onlara âyetlerle geldiler de, onlar ellerini ağızlarına itip: "Biz size gönderileni inkâr ettik, bizi çağırdığınız şeyden şüphe ve endişe içindeyiz" dediler.»

Ey insanlar, size Kur'an'da geçmiş ümmetlerden peygamberlerini yalanlayanların nasıl azaba uğratılarak helak edildiğinin haberi gelmedi mi? Allahü teâlâ, inkâr ve azgınlıkları yüzünden Nuh'un kavmini tufanda boğarak, Âd'ın kavmini kasırga ile, Semûd'un kavmini sayha (Cebrail'in narası) ile helak etmedi mi? Onlardan sonra Allah'tan başka kimsenin bilmediği nice kavimleri de helak etmiştir. Onların hepsine peygamberler gelip kendilerini imana davet ederek şirkten men etmiştir. Fakat onlar peygamberlerini kabul etmeyip reddetmişlerdir. Sonra da ellerini ağızlarına koyarak peygamberlerine «Siz yalancılardansınız, bize böyle bir şey söylemeyin. Bizim üzerimize azab gelmez, hem biz, sizin davetinize de icabet etmeyiz. Söyledikleriniz de bizi tatmin etmiyor, bundan dolayı şüphe ve endişe içindeyiz» demişlerdir. Geçmiş peygamberlerin ümmetleri inkâr ve yalanları yüzünden helak olmuşlardır. Yüce Allah iman edenleri iki cihan saadetine kavuşturmuş, iman etmeyenleri ise, inkârları yüzünden helak etmiştir.

10

«Peygamberleri de onlara demişlerdi ki: "Gökleri ve yeri yaratan, günahınızı bağışlamak, belirli bir süreye kadar, meydan vermek için çağıran Allah'tan mı şüphe ediyorsunuz?" Onlar da: "Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin" demişlerdi.»

Bütün peygamberler gönderildikleri toplumları imana davet etmiştir. Bu davet neticesinde içlerinden kimi iman etmiş, kimi etmemiştir. Peygamberleri iman etmeyenlere şöyle demişlerdir: «Ey kavmimiz, siz gökleri ve yeri yaratan Allah'a mı eş koşuyorsunuz? Gökler, yer ve bu ikisi arasındaki çeşit çeşit varlıklar O'nun birliğine ve Hâlik-ı Mutlak olduğuna delil değil midir? Sizi O'na imana davet ediyoruz. Eğer iman ederseniz günahlarınızı bağışlar, eceliniz gelene kadar ömrünüzü uzatır, dünyada üzerinize azab gönderip sizi helak etmez.» Bu davete karşılık onlar da peygamberlerine şöyle demişlerdir: «Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Hiçbir surette bizden üstünlüğünüz yoktur. Siz bizi atalarımızın dininden döndürmek istiyorsunuz. Peygamber olduğunuza dair bize apaçık delil getirin, görelim.»

11

«Peygamberleri onlara demişlerdi ki: "Biz de sizin gibi birer insanız ama Allah kullarından dilediklerine ihsanda bulunur. Allah'ın izni olmadıkça biz size delil de getiremeyiz. Mü’minler ancak Allah'a güvenip dayansınlar.»

Geçmiş kavimler, peygamberlerinin davetini kabul etmeyerek «Siz de bizim gibi birer insansınız, bizden hiçbir üstünlüğünüz yok. Şayet peygamber iseniz, bize peygamber olduğunuza dair bir alâmet getirin» demişlerdir. Bunun üzerine peygamberleri de onlara şöyle demiştir: «Evet, biz de sizin gibi birer insanız ama, Allah kullarından dilediğine nübüvvet ve risalet verip ihsanda bulunur. Böylece onları diğerlerinin üzerine üstün kılar ve onlarla kullarını imana davet ettirir. Ey kavmimiz, Allah'ın izni olmadıkça biz size delil de getiremeyiz. Ancak Allahü teâlâ'nın izniyle size delil getiririz. Çünkü bütün işler O'nun kudretiyle ve dilemesiyle meydana, gelir. Mü’minlere yakışan da, bütün işlerinde Allah'a güvenip dayanmalarıdır.»

12

«Hem biz ne diye Allah'a güvenip dayanmayalım ki, bize dosdoğru yolları O göstermiştir. Bize yaptığınız eziyetlere elbette katlanacağız. Tevekkül edenler de yalnız Allah'a tevekkül etsinler.»

Geçmiş kavimlerin peygamberleri kendilerine şöyle demişlerdir: «Ey kavmimiz, biz neden Allah'a güvenip dayanmayalım. O, bizi peygamber olarak size gönderdi. Dosdoğru yolları gösterdi. Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredip katlanacağız. Ve hakkı size tebliğ etmekten asla çekinmeyeceğiz. Tevekkül edenler de yalnız Allah'a tevekkül etsinler.»

Bu âyetler, gerçek mü’minin bir kötülük ve ahlâksızlık gördüğü zaman, Allah'a güvenerek ve hiçbir korku duymadan ona engel olması gerektiğine delâlet etmektedir. Zira Allah doğruların yardımcısıdır.

13

«Küfredenler peygamberlerine dediler ki: "Ya bizim dinimize dönersiniz veya sizi memleketimizden çıkarırız." Rableri de peygamberlerine vahyetti ki: "Biz, zâlimleri helak edeceğiz".»

14

«Onlardan sonra da yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlar içindir.»

İman etmeyen kavimler peygamberlerine şöyle demişlerdir: «Ya bizim dinimize dönersiniz veya sizi memleketimizden çıkarırız, başka şekilde sizi barındırmayız.» Onların bu tehdidine karşı Allahü teâlâ peygamberlerine şöyle buyurmuştur: «Yemin olsun ki, biz o kâfirleri helak edeceğiz. Onları helak ettikten sonra sizi onların yerlerine ve yurtlarına yerleştireceğiz. Bu mükâfat iman edip emirlerimize itaat edenler içindir.» Yüce Allah iman etmeyenleri helak edip, iman edenleri onların yerlerine ve yurtlarına yerleştirmiştir. Bu lütuflar, iman edip Allah'tan korkanlar içindir, işte Allahü teâlâ iman edenleri hem dünyada, hem de âhirette böyle mükâfatlandırır.

Ubey ibn Kâ'b (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «İman etmeyenler kıyamet günü hesap vermeden önce üç yüz yıl ayakta bekleyeceklerdir. Onlara asla oturma müsaadesi verilmeyecektir. Mü’minlerin hesabı ise ancak bir namaz vakti kadar sürecek, hesapları hemen görülecektir.»

Mansûr (radıyallahü anh) da şöyle rivayet etmiştir: «Bir gün Abdullah ibn Ömer'in yanındaydık. Abdullah ibn Mes'ûd'un şöyle dediğini söyledi: «Kıyamet günü halk o kadar terleyecek ki, ter dudaklarına kadar çıkacak ve o terin içinde yüzeceklerdir.» Abdullah bin Ömer, bu kafirlerin halidir, mü’minlerin nasıl olduğunu biliyor musunuz?» der. Biz de «Allah bilir» dedik. Abdullah -Allah, Abdurrahman’ın babasına rahmet etsin. O, size hadîsin evvelini haber vermiş, sonunu haber vermemiştir. Kıyamet günü mü’minler seriyyeler üstünde otururlar. Üzerlerine bulut gelip onları gölgeler, onlar kıyametin dehşetinden ve sıcaklığından asla etkilenmezler.» Yüce Allah bundan sonra kafirlerin başlarına gelecek olan durumları şöyle beyan etmiştir.

15

«Peygamberler yardım istediler. Bütün inatçı zorbalar da hüsrana uğradılar.»

16

«Onun önünde cehennem vardır. Ona irinli sudan içirilecektir.»

17

«Onu yudum yudum alacak ama yutamayacaktır. Her taraftan ona ölüm geldiği halde ölemeyecektir. Ve arkasından ölümden daha da ağır bir azab gelecektir.»

Peygamberler Allahü teâlâ'dan kavimlerine karşı yardım isterler. Kavimleri de Allah'tan yardım talep ederek şöyle derler: «Ey Rabbimiz, peygamberlerin bize haber, verdiği azab gerçekse, o azabı gönder ki görelim.» Bu durum karşısında her iki taife de, yani peygamberler ve kavimlerinden olup kendilerine iman etmeyenler Allah'tan yardım isterler. Fakat kavimleri azgın ve inatçı oldukları için iman etmediklerinden dolayı en büyük ziyana uğrarlar ve istedikleri azab üzerlerine gelir, onları helak eder.

Onlar kibirlerinden dolayı kendilerini üstün kabul ederek peygamberlerine iman etmemişler, iman edenleri de hor görmüşlerdir, İşte bundan dolayı hüsrana uğramışlar, inkâr ve küfürlerinin cezalarını daha dünyada iken dünyada görmüşlerdir. Yüce Allah onları dünyada helak ettiği gibi, âhirette de içinde ebedî kalacakları cehennemi hazırlamıştır. Orada içecekleri irinli sudur. Onu yudum yudum alacaklar, fakat içemeyeceklerdir. Her taraftan kendilerine ölüm geldiği halde ölemeyeceklerdir. İşte kıyamet günü kâfirlere verilecek olan ceza budur.

Âyet-i celîlede geçen «anid» kelimesinden maksat, Allah'ın emirlerine itaat etmeyerek hak yoldan çıkmaktır, İşte ilâhî azab bunlar için hazırlanmıştır.

Kâfirler cehennem azabı içinde iken kurtulmak için her an ölümü arzu edecekler, fakat cennet ve cehennemde ölüm olmadığı için arzuları yerine gelmeyecek ve bu cezayı ebedî olarak çekeceklerdir. İçinde bulundukları bu azabtan bir an bile kurtulamayacaklardır. Bu ceza kâfirlerin işlemiş oldukları amellerin karşılığıdır. Nitekim Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de bunu şöyle beyan ediyor: «Onu yudum yudum alacaklar ama yutamayacaklardır. Her taraftan onlara ölüm geldiği halde ölemeyeçeklerdir. Ölümden daha ağır bir azab gelecektir.»

18

«Rablerine küfredenlerin hali fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte bu uzak sapıklığın ta kendisidir.»

Yüce Allah bu âyet-i kerîmede mü’minlerin ibret alması için kâfirlerin durumunu bir teşbihle gözler önüne seriyor ve şöyle buyuruyor: «Ey iman edenler, kâfirlerin yaptığı amellerin benzeri fırtınalı bir havada şiddetli bir rüzgâr ile havaya savrulan kül gibidir. Rüzgârın savurduğu külden hiçbir "eser kalmadığa gibi, onların amellerinin de kendilerine hiçbir faydası yoktur. Kâfirler ne kadar hayırlı işler yaparlarsa yapsınlar, bu hayırlı işlerinin ve amellerinin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Çünkü ameller Allah katında ancak iman ile değer kazanır. Kâfirler de iman etmediklerine göre amellerinin herhangi bir değeri söz konusu değildir. Denizin köpüğü bir anlam ifade etmediği gibi, inanmayanların yaptıkları amellerin de bir değeri yoktur. Onlar âhirette dünyada yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Çünkü Hakk'ı inkâr etmekten daha büyük bir günah yoktur.

19

«Gökleri ve yeri gerçekten Allah'ın yarattığını görmedin mi? Eğer dilerse sizi yok edip yeni bir varlık getirir.»

20

«Bu, Allah'a göre güç değildir.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, gökleri ve yeri Allah'ın yarattığını görmüyor musun?» O, gökleri ve yeri varlığına ve birliğine delâlet etsin diye büyük bir nizam ve intizam içinde yaratmıştır. Kulların vazifesi, Allah'ın varlığına ve birliğine iman edip emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmaktır. Eğer insanlar Allah'ın emirlerine itaat etmeyip yasaklarından sakınmazlarsa Yüce Hâlık onları helak edip yerlerine kendine iman edip emirlerine itaat eden yasaklarından kaçınan başka bir millet getirir. Bu ise Halik için güç değildir, Allah'ın emirlerine muhalefet edenler, hiçbir zaman azabından emin olamazlar. Bir gün ilâhî azab kendilerini mutlaka yakalar. Yukarıda geçen âyette «Yâ Muhammed, gökleri ve yeri Allah'ın yarattığını görmüyor musun?» buyurularak bu noktaya insanların dikkati çekilmiştir. Halbuki Peygamberimiz yerlerin ve göklerin Allah tarafından yaratıldığını hiç şüphesiz biliyordu. Bu hitap O'nun şahsında bütün insanlara yöneliktir. Maksat, Allah'ın her şeye kadir olduğunu kullarının bilmesidir.

21

«İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna toplanıp çıkarlar. Zayıflar büyüklük taslayanlara: "Doğrusu biz size uymuştuk. Allah'ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?" derler. Onlar da, "Allah bizi doğru yola eriştirseydi biz de sizi eriştirirdik. Şu halde artık sızlansak da, katlansak da birdir. Bizim için kaçacak hiçbir yer yoktur" derler.»

Kıyamet günü bütün mahlûkat hesaba çekilmek üzere mahşer yerinde Allah'ın huzurunda toplanırlar. Kâfirler kendilerinin iman etmesine mani olan reislerine şöyle derler: «Biz dünyada iken size tâbi olduk, emirlerinize uyduk ve Allah'a iman etmedik. Şimdi siz de Allah'ın azabından bizi kurtarın bakalım.» Bunun üzerine reisleri onlara şöyle cevap verir: «Eğer Allah, bize hidâyet verseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Biz dünyada iken ne yaptıksa siz de onu yaptınız. Bize uydunuz. Şimdi biz de, siz de aynı azabı tadacağız. Bugün bizim kendimize bir hayrımız yok ki, size olsun.»

İmam-ı Süddi (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Kâfirler kıyamet günü hesaba çekilip cehenneme atıldıktan sonra birbirlerine şöyle derler: "Biz bu azaba sabredelim. Birbirimizle nizalaşmayalım. Belki Yüce Allah göstermiş olduğumuz sabırdan dolayı bize rahmetiyle muamele eder ve bu azabtan kurtarır." Onlar bir müddet bu azaba sabrederler. Cezalarında herhangi bir değişiklik olmayınca aralarında şöyle konuşurlar: "Biz bu azaba sabretsek de, etmesek de bir şey değişmez. Çünkü bu azab dünyadaki işlerimizin ve amellerimizin karşılığıdır. Bu azabtan kurtulmak asla mümkün değildir".»

22

«İş olup bitince şeytan "Gerçekten Allah size sözün doğrusunu söylemişti. Ben de size söz verdim ama sonra caydım. Sizi zorlayacak hiçbir nüfuzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni değil, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam. Siz de beni kurtaramazsınız. Esasen daha önce beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azab vardır" der.»

Hasan-ı Basri (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir:

«Kıyamet günü insanlar mahşer yerinde toplanıp hesaba çekildikten sonra cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme sevk edilir. Kâfirlerle birlikte cehenneme giren şeytan, ateşten bir kürsünün üzerine çıkar ve cehennem ehline şöyle hitap eder: Ey cehennem ehli, Allahü teâlâ size dünyada iken öldükten sonra tekrar dirileceğinizi, yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinizi, iman edenlerin cennete, etmeyenlerin ise cehenneme gireceğini kitabında açıkça bildirmişti. Siz, bütün bunlara rağmen Allah'a iman etmediniz. Benim söylediğim yalanlara, verdiğim, vesveselere aldandınız. Halbuki sizi kandırmak için benim elimde hiçbir delil yoktu.

Hatta beni görmüyordunuz da. Ben sizi sadece çağırdım. Siz de hemen geldiniz. Allah'ın bunca vaadine, peygamberlerine, kitablarına inanmadınız. Şimdi beni kınıyorsunuz. Beni değil, kendinizi kınayın. Niçin dünyada iken Allah'a inanmadınız da bana kandınız? Şimdi Allah'ın azabını tadın. Sizi bu azabtan ne ben kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz.»

Şeytanın cehennem ehline söyleyeceği sözleri Cehâb-ı Hak şöyle beyan ediyor: «İş olup bitince şeytan "Gerçekten Allah size sözün doğrusunu söylemişti. Ben de size söz verdim. Ama sonra caydım. Sizi zorlayacak hiçbir nüfuzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım. Siz de geldiniz. O halde beni değil, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam. Siz de beni kurtaramazsınız. Esasen daha önce beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azab vardır" der.»

Yüce Allah bu âyette aklı olanların ibret alması ve şeytanın hilesine kapılmaması için kıyamet günü cehennem ehline neler söyleyeceğini beyan etmiştir. Her insanın bundan ibret alarak Allah'ın emirlerine iman edip yasaklarından sakınması ve şeytanın hilesine aldanmaması gerekir. Aksi takdirde elim bir azaba uğrar. Çünkü Yüce Allah kullarının şeytanın vesvesesine kapılmaması için peygamberler göndermiş, kendilerine kitablar vermiş, şeytanın insanın en büyük düşmanı olduğunu bildirmiştir. Bütün bu gerçekler ortada iken şeytanın hilelerine ve vesveselerine kapılarak Allah'a isyan edenlerin elim bir azaba uğrayacakları muhakkaktır.

23

«İman edenler, ameli sâlih işleyenler altlarından ırmaklar akan cennetlere konulurlar. Rablerinin izniyle orada ebediyen kalırlar. Onların birbirine sağlık temennileri 'Selâm'dır.»

Allahü teâlâ iman edip sâlih ameller işleyen kullarını mükâfat olarak âhirette altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Öyle ırmaklar ki kiminden bal, kiminden cennet şarabı, kiminden süt, kiminden zencefil akar. Hepsinin tadı, kokusu, rengi, lezzeti ayrı ayrıdır. Bütün bu nimetler Allah'a iman edip emirlerini yerine getiren, yasaklarından sakınan, peygamberlerin gösterdiği yoldan giden, sâlih ameller işleyen kimselere verilecektir. Onların cennette birbirlerine karşı sağlık temennisinde bulunmaları «Allah'ın selâmı üzerinize olsun» şeklindedir. Çünkü selâmda rahmet, bereket, huzur, sağlık, afiyet ve selâmet vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «îman edenler, sâlih amel işleyenler altlarından ırmaklar akan cennetlere konulurlar. Rablerinin izniyle orada ebediyen kalırlar. Onların birbirlerine sağlık temennileri 'Selâm'dır.» İşte bu, dünyada Allah'a iman edip sâlih amel işleyenlerin mükâfatıdır. Yüce Allah iman eden kullarına hem dünyada, hem de âhirette rahmetiyle muamele eder.

24

«Görmedin mi, Allah sana nasıl bir misâl vermiştir. Güzel bir kelime, kökü sabit ve dalları semada olan bir ağaç gibidir.»

25

«O ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyva verir. İnsanlar ibret alsınlar diye Allah onlara misâller veriyor.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Allahü teâlâ'nın sana nasıl bir misâl getirdiğini görmüyor musun? Yüce Allah bu âyet-i kerîmesiyle insanların en iyi şekilde anlamaları için, kelimelerin en güzeli olan kelime-i tevhidi kökü yerin derinliklerinde, dalları semaya doğru yükselmiş kıymetli bir ağaca benzetmiştir. O kelime-i tevhid ki, insan ancak onunla Allah'ın rızasını, Peygamber'in sevgisini kazanır, ameli de onunla değer bulur. Mü’min o kelime-i tevhid ile yücelir, manen ve maddeten olgunlaşır, Allah'ın sâlih kulları arasına girer, yaratanın rızasından başka bir şey düşünmez. Kelime-i tevhid nimetinden yoksun olanlar ise, Allah'ın rızasını ve Peygamber'in muhabbetini kazanamazlar.

Yüce Allah kelime-i tevhidi kökü yerin derinliklerinde, dalları semaya yükselmiş, üzerinde her an taze ve lezzetli meyva bulunan bir ağaca benzetmiştir. İşte mü’minin kalbinde bulunan tevhid kelimesi de böyle olup sahibini her an yüceltir, Allah katındaki derecesini artırır, sözlerini lezzetli bir meyve gibi herkesin istifade edeceği bir şekle sokar. Yüce Allah'ın kelime-i tevhidi ağaca benr zetmesinin hikmeti şudur-. Toprağın derinliklerinde kök salan bir ağacı yerinden çıkarmak kolay olmadığı gibi mü’minin kalbine yerleşen kelime-i tevhidin de oradan çıkarılması mümkün değildir. Ağaç belki yerinden koparılabilir, fakat mü’minin kalbindeki marifet ağacını yerinden koparmaya kimsenin gücü yetmez. Balık susuz yaşayamadığı gibi, mü’min de kelime-i tevhidsiz yaşayamaz. Ağacın dalları semaya yükseldiği gibi, sadık mü’minin amelleri de Allah'a yükselir. Köksüz bir ağacın dalları ve meyvaları olamayacağı gibi, imansız bir kalbin de amel meyvası söz konusu değildir. Bundan dolayıdır ki, Yüce Allah mü’minin kalbindeki kelime-i tevhidi dalları semaya yükselen bir ağaca benzetmiştir.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre bu ağaçtan maksat, sabah ve akşam üzerinde meyva bulunan ağaçtır. Bazı tefsircilerin görüşü ise şöyledir: Ağacın hem sabah hem akşam meyvalı oluşuyla, kelime-i tevhidin mü’mini hem dünyada hem âhirette huzura kavuşturacağı kastedilmektedir. Yüce Allah insanların ibret almaları ve düşünmeleri için böyle misâller vermiştir.

26

«Çirkin bir söz, yerden koparılmış kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.»

Yüce Allah yukarıda geçen âyet-i kerimeleriyle kelime-i tevhidi kökü yerin derinliklerinde, dalları semaya yükselen bir ağaca benzetmiş, bu âyet-i celilede ise küfrü kötü, köksüz, kokusu çirkin, meyvası yenmeyen bir ağaca teşbih etmiştir. İnsanların ibret alması için Yüce Allah böyle misâller vermiştir. Bu çirkin ve köksüz ağacın meyvalarının insanlara hiçbir yararı olmadığı gibi, şirk koşanların yaptığı amellerin de Allah katında hiçbir değeri yoktur. Yukarıda da ifade edildiği gibi ameller ancak iman ile değer kazanır, İşte bundan dolayıdır ki, Yüce Allah mü’mini, insanların lezzetli meyvalarmdan her an istifade ettiği bir ağaca, kâfiri ise kötü koku saç'an, meyvası zararlı olan çirkin bir ağaca benzetmiştir.

27

«Allah inananları, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar, zâlimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.»

Allahü teâlâ, iman eden kullarının kalbinde ve dilinde kelime-i tevhidi ruhunu teslim edene kadar sabit kılar, o iman üzere ruhunu kabzeder. Hatta kabirde bile sual meleklerine kelime-i tevhid ile cevap verdirir. Nitekim İmam-ı Dahhak'dan şöyle rivayet edilmiştir: Mü’min kabre konulduktan ve başındaki cemaat dağıldıktan sonra iki melek gelir, şu soruları sorar:

Rabbin kimdir?

Peygamberin kimdir?

Dinin nedir?

Kitabın nedir?

Kıblen neresidir?

O zaman Yüce Allah mü’min kulunun gönlüne ve diline kelime-i tevhidin nurunu ihsan eder, mü’min kul da kelime-i tevhidin vasıtasıyla meleklerin sorularına cevap verir. Kâfirlerin durumuna gelince, kabre konulduklarında aynı sual melekleri onlara da gelir, mü’mine sordukları soruları onlara da sorarlar. Fakat kâfirler cevap veremezler ve melekler tarafından en ağır şekilde cezalandırılırlar. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Kâfir ve münafık kabre konulduğu zaman iki sual meleği gelir, Rabbin kimdir, peygamberin kimdir, dinin nedir diye sorar. Onlar ise bilmiyoruz diye cevap verirler. Melekler niçin bilmediklerini sorarlar, cevap alamayınca çomaklarıyla vururlar. Onların bu esnada çıkardığı feryat ve figânı, insanlar ve cinler hariç, doğuyla batı arasındaki bütün yaratıklar duyar.» Kâfirlerin kabir azabı kıyamete kadar devam edecektir. Akıl sahipleri bütün bunlardan ibret almalı, kelime-i tevhidi gönlüne yerleştirmeli, dilinden düşürmemeli ve Allah'ın yasaklarından kaçınmalıdır. Ancak o zaman dünyadan iman ile gider, kabir azabından emin olur, mü’minler için hazırlanan ilâhî nimetlere kavuşur.

28

«Allah'ın verdiği nimeti küfre çevirip değiştirenleri ve kavimlerini helak olacakları yere götürenleri görmüyor musun?»

29

«Bir cehennem ki hepsi oraya atılacaklar. O ne kötü bir karargâhtır?»

30

«Onlar Allah'ın yolundan saptırmak için, O'na eşler koşmuşlardı. De ki, eğlenin, bakalım varacağınız yer ateş olacaktır şüphesiz.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Allah'ın nimetlerini küfürle değiştirenleri görmedin mi?» Halbuki onları aç iken doyurdu, küfürlerine mukabil hemen helak etmedi, hakkı ve bâtılı kendilerine bildirmek için içlerinden peygamberler gönderdi. Buna rağmen onlar verilen nimetlere şükretmediler, nankörlükte bulundular. Yüce Allah da onları, inkârlarından ve küfürlerinden dolayı dünyada helak edecek, âhirette ise ebedi azaba uğratacaktır. Çünkü onlar dünyada iken Allah'a ortak koşup putlara tapmışlar, peygamberlerin davetine icabet etmemişler, edenlere ise engel olmuşlardı.

Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşmuşlardı. De ki, yaşayın bakalım, varacağınız ateş olacaktır şüphesiz.»

31

«İman eden kullanma söyle: "Namazlarını kılsınlar, alışveriş ve dostluğun olmayacağı gün gelmezden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr intak etsinler.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, iman eden kullarıma söyle, namazlarını vaktinde ta'dil-i erkân ile dosdoğru kılsınlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden fakirlere, durumlarını kimseye bildirmeyen yoksullara gizli ve aşikâr infak etsinler. Alışverişin ve dostluğun fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce hazırlıklarını yapsınlar.- Eğer hazırlıklarını yapmazlarsa, o gün kendilerine şefaat edecek ne bir dost bulabilirler ve ne de infakta bulunabilirler.» Yüce Allah kullarını ikaz ederek kıyamet günü gelmeden önce hazırlıklarını yapmalarını emrediyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, iman eden kullarıma söyle: "Namazlarını kılsınlar, alışveriş ve dostluğun olmayacağı gün gelmezden önce kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikâr infak etsinler".»

Âyette başlıca iki husus zikredilmiştir. Biri dinin direği olan namaz, diğeri de canın yongası ve dünya zineti olan mal. Mü’min namaz kılmakla Allah'ın kulu olduğunu, malından infak etmekle de, O'nun nimetlerine şükrettiğini ifade etmektedir. Çünkü namaz mü’minin imanının, Allah yolunda infak ise şükrün alâmetidir. Bundan dolayı Yüce Allah bu ikisini zikretmiştir.

32

«Allah, gökleri ve yeri yaratandır. Gökten su indirip, onunla size rızık olarak türlü mahsûller, meyveler çıkardı. Emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri ve nehirleri sizin emrinize verdi.»

33

«Devamlı olarak yörüngelerinde yürüyen güneşi ve ayı size müsahhar kıldı. Geceyi ve gündüzü de size tahsis etti.»

34

«O, size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız,. Hakikat insan pek zâlim ve nankördür.»

Ey insanlar, yerleri ve gökleri yaratan Allah'tır. O, gökten yağmur indirerek sizin istifadeniz için yerden çeşit çeşit meyveler, sebzeler, mahsûller ve hububat çıkarmıştır. Bunların renkleri, kokuları, tatları ayrı ayrıdır. Hepsinde sizin için faydalar ve menfaatler vardır. Bir yerden diğer yere kolayca gitmeniz için denizde yüzen gemileri ve nehirleri emrinize vermiştir. O gemiler Allah'ın emriyle denizde yüzerler. Yüce Allah, ırmakları da, ekinlerini, bağ ve bahçelerini, meyve ve sebzelerini ve mahsûllerini sulamaları, hayvanlarının ve kendilerinin içmeleri, ihtiyaçlarını gidermeleri için kullarının emrine müsahhar kılmıştır. Ayı, güneşi ve bütün gezegenleri de kullarının emrine amade kılmıştır. Bunlar yaratıldıkları andan itibaren yörüngelerinde seyrederler, hiçbir zaman yörüngelerinden ayrılmazlar. Şayet bir milim yörüngelerinden ayrılacak olurlarsa o zaman ilâhî nizam bozulur, her şey alt-üst olur, işte o zaman kıyamet kopar. Gündüzü maişetinizi kazanmak, geceyi de istirahatinizi te’min için yaratmıştır. O, size istediğiniz şeylerin hepsini bahsetmiştir. Bütün bunlar Allahü teâlâ'nın size lütfedip ihsan ettiği nimetleridir. Siz, Allah'ın nimetlerini bir bir saymaya kalksanız asla sayamazsınız ve şükrünü de asla ödeyemezsiniz. Buna rağmen insanlar Rabbini inkâr edip, nimetlerine nankörlük etmiştir. Doğrusu insan pek zâlim ve pek nankördür. O, Allah'ı inkâr edip nimetlerine nankörlük etmekle kendine yazık etmiştir. Onlar küfür ve nankörlüklerinin cezasını göreceklerdir.

35

«Hani İbrahim demişti ki: "Rabbim, bu şehri emniyetli kıl. Beni de, oğullarımı da puta tapmaktan uzak tut.»

36

«Rabbim, çünkü onlar insanlardan birçoğunu baştan çıkardılar. Bundan sonra bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi de sana terk ederim. Sen bağışlarsın, merhamet edersin.»

İbrahim (aleyhisselâm)'in Kâbe-i Muazzama'yı inşâ ettikten sonra, Rabbine nasıl duâ ettiğini Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Rabbim, bu şehrin halkını öldürülmekten, mallarını talan olmaktan, semavi ve arzî her türlü afattan emniyetli kıl. Beni de, oğullarımı da puta tapmaktan uzak, tut.» İbrahim (aleyhisselâm) Beytullah'ın inşaatını tamamladıktan sonra Rabbine böyle niyazda bulunur. Mü’min de imanının tehlikeye düşmesinden her an korku içinde olmalıdır. Bunun için her zaman Allahü teâlâ'ya tazarru ile yalvarıp iman üzere sabit olmasını dilemelidir. Nitekim İbrahim (aleyhisselâm), kendisinin ve oğullarının daima iman üzere olmalarını Yüce Allah'tan niyaz etmiştir. Yahya ibn Muaz da şöyle duâ etmiştir: «Ey Rabbim, bütün korkum İslâm'ı benden almandır. Benim korkum bu olduğuna göre, umarım beni imandan mahrum etmezsin.» İbrahim (aleyhisselâm) kendisi ve oğulları için duâ ve niyazda bulunduktan sonra Rabbine şöyle yalvarır: «Ey Rabbim, bu putlar sebebiyle senin kullarından çoğu sapıtmışlardır. Bundan sonra bana tâbi olanlar, benim ümmetimdir. Bana tâbi olmayanları da sana terk ederim, sen gafursun, tevbe edenlerin günahlarını bağışlar, kusurlarını afvedersin. Yahut onlara hidâyet verip İslâm'ı nasip edersin.» İbrahim (aleyhisselâm) insanların sapıtmasını putlara nisbet etmiştir. Bunun sebebi şeytan putların içine girerek oradan kâfirlere seslenirdi. Kâfirler de putların konuştuklarını zannederek onlara taparlardı. Bundan dolayı İbrahim (aleyhisselâm) «İnsanların çoğunu putlar azdırmıştır» demiştir. Eğer şeytan putların içine girip oradan kâfirlere seslenmeseydi belki de onlar putlara tapmayacaklardı. Kâfirler putların ses çıkarmasına aldanarak onlarda ulûhiyet hassası olduğuna inanıp tapınışlardır.

37

«Ey Rabbimiz, ben evlâtlarımdan kimini senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabbimiz, dosdoğru namaz kılsınlar, artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları meyvalarla rızıklandır.»

İbrahim (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'ya duâ ve niyazda bulunup şöyle der: «Ey Rabbimiz, çocuklarımdan oğlum. İsmail'i ekin ve yemişten mahrum, çorak bir arazide bulunan mukaddes evinin yanına yerleştirdim.» Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)’ın oğlu İsmail'i yukarıda özellikleri belirtilen mevkiye yerleştirmesinin sebebi şudur: Yüce Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmak suretiyle emredildiği şekilde namaz kılmaları içindir. İbadetlerin ilk başta geleni, fazilet bakımından en üstün olanı namaz olduğu için Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), «Ey Rabbim, ta'dil-i erkân üzere namaz kılmaları için oğlumu senin mukaddes evinin yanına yerleştirdim» ifadesini kullanmıştır. Hazret-i İbrahim, Rabbine dua etmeye devam eder ve şöyle der: «Ey Rabbim, kullarından bazılarına onları sevdir. Ve sana şükretmeleri için onları çeşitli meyvalarınla, nimetlerinde rızıklandır. Ta ki nimetlerine şükretsinler ve şâkirler zümresine dahil olsunlar.»

İbrahim (aleyhisselâm)'ın' Sâre isminde bir hanımı vardı. Sâre'nin de Hacer adında bir cariyesi bulunuyordu. Sâre, Hacer'i İbrahim (aleyhisselâm)'a hibe eder. Hacer'den İsmail isminde bir oğlu dünyaya gelir. İnsan fıtratının gereği olarak Sâre validemiz Hacer annemizi kıskanır ve İbrahim (aleyhisselâm)'dan Hacer validemizi Şam'dan uzaklaştırmasını ister. Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm), Hacer validemizle oğlu İsmail (aleyhisselâm)'ı alır, Kabe'nin bulunduğu yere getirir. O zamanlar Kabe'nin bulunduğu mevki, çorak, susuz, verimsiz, üzerinde hiçbir yeşilliğin ve insan namına bir ferdin bulunmadığı boş bir vadiden ibaretti. İşte İbrahim (aleyhisselâm) böyle bir yere hanımını ve çocuğunu bırakır, yanlarından ayrılır. İbrahim (aleyhisselâm) ayrıldıktan sonra Hacer validemiz çocuğuyla başbaşa kalır. Bir süre sonra, yavrucağın susuzluk ateşiyle kıvrandığını hisseder. Anne çaresizliğin telaşıyla sağa sola koşar, büyük bir ızdırap içinde su arar. Her gördüğü serabı su zannederek peşine koşar. Heyhat onların hiçbiri su değil, meğer serapmış. Hacer validemiz annelik şefkatiyle ve rikkatiyle sağa sola koşadursun, tam bu sırada Kudret-i İlâhî çölün ortasında tecelli eder. Bir de görür ki, küçük İsmail'in ayağını vurduğu yerden dertlere deva, hastalara şifa, açlara gıda olan zenızem fışkırıyor. Annenin bütün telâşı ve ızdırabı bir anda büyük bir sevince dönüşür. İlâhi kudretin gönderdiği o tatlı ve lezzetli sudan önce çocuğuna kanasıya içirir, sonra kendisi içer. Susuzlukları ve açlıkları gider. İşte yeryüzünde emsali olmayan zenızem, çölün ortasında böyle fışkırır.

İmam-ı Mücâhid (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

İbrahim (aleyhisselâm)’ın dua ederken «Yâ Rabbi, insanlardan bazılarına onları sevdir» demesinin hikmeti Müslümanların kastedilmesidir. Eğer Hazret-i İbrahim duâ ederken onları bütün insanlara sevdir ifadesini kullanmış olsa idi, iman eden de, etmeyen de o mukaddes makamı ziyaret etmeye gider, mü’minler büyük bir sıkıntıya, bir işkenceye maruz kalırlardı.

38

«Rabbimiz, doğrusu sen gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Zaten yerde ve gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz.»

39

«İhtiyarlığıma rağmen, bana İsmail'i ve İshak'ı bahşeden Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir.»

İbrahim (aleyhisselâm), Rabbine şöyle duâ eder: «Ey Rabbim, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Hacer ve İsmail'e duyduğum muhabbet sana malûmdur. Onları sana emanet ettim. Sen onların da halini biliyorsun. Çünkü senden hiçbir şey gizli değildir. Bu yaşlılığımda bana İsmail'i ve İshak'ı ihsan ettin. Sana sonsuz şükürler olsun. Sen samimiyetle yapılan duaları kabul edersin.»

İsmail (aleyhisselâm) dünyaya geldiği sırada babası İbrahim (aleyhisselâm) yüz yedi, başka bir rivayete göre ise doksan dokuz yaşında idi. Sâre validemizden doğan Hazret-i İshak ise ismail'den on üç yaş küçüktü.

40

«Rabbim, beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamı kabul buyur.»

41

«Rabbimiz, hesabın görüldüğü günde beni, anamı, babamı ve mü’minleri bağışla.»

Allahü teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de, İbrahim (aleyhisselâm)’ın şöyle duâ ettiğini haber vermiştir: «Ey Rabbim, namazlarımızı dosdoğru kılmak için bana ve çocuklarıma güç ve kuvvet ver. Amellerimizi ve samimiyetle yaptığımız duaları kabul buyur. Kabul olmayan duadan sana sığınırım. Rabbimiz, hesabın görüldüğü gün anamı, babamı ve bütün mü’min kullarının günahlarını bağışla. Onları cehennem azabından koru.»

42

«Sakın Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz zannetme. O, sadece gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları te'hir etmektedir.»

43

«O gün hepsi de başlarını dikerek koşacaklar. Gözleri kendilerine bir dönüp bakmayacak. Kalblerinin içi ise bomboştur.»

Ey insanlar, siz Allahü Teâlâ’nın kafirlerin ve zâlimlerin yaptıklarından habersiz olduğunu zannetmeyin. Allah, onların yaptıklarını ve neler söylediklerini bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz ve onları cezalandırmaktan da aciz değildir. Sadece cehennemin dehşetinden korkup gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onların azabını te'hir eder. Onlar da hiç azaba uğramayacaklarını zannederler. Fakat kâfirler ve zâlimler cehennem azabını gördükleri zaman korkudan gözleri yerinden fırlar, kalbleri âdeta kopar, cehennemin dehşetinden başlarını kaldırıp sağa-sola koşarlar, imdat ararlar. O gün kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak hiçbir dost ve yardımcı bulamazlar. Bu âyet mazlumlar için teselli, zâlimlere ise zulümden el çekmeleri için tehdittir. Mazlumlar sabredip, zâlimleri Allah'a havale ederlerse Yüce Allah zâlimlerden onların intikamını alır. Hiçbir zaman mazlumun ahını onlarda bırakmaz.

44

«İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zulmedenler derler ki: "Rabbimiz, bizi yakın bir müddete kadar te'hir et, davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım." Halbuki siz daha önce sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Allah'ın azabı kendilerine gelmeden önce insanlara o azabın geleceğini bildir ve onunla korkut. Onlar azab kendilerine gelmeden önce küfür ve zulümlerini terk etsinler. Allahü teâlâ’nın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınsınlar. Azab geldikten sonraki nedamet asla fayda vermez.»

Kıyamet günü kâfirler ve zâlimler derler ki: «Rabbimiz, bizim azabımızı bir müddet te'hir et. Biz de, senin davetine uyalım, peygamberlerine tâbi olalım.» İman etmeyenler kıyamet günü cehennem azabını görünce yaptıklarına pişman olacaklar ve Yüce Allah'tan azablarının te'hir edilerek tekrar dünyaya getirilmelerini isteyeceklerdir. O zaman kendilerine şöyle denecektir: «Ey kâfirler, halbuki siz daha önce sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz? Siz bu güne inanmıyordunuz, şimdi neden tekrar dünyaya dönmek istiyorsunuz?» Kâfirler, dünyada iken âhirete inanmıyorlardı, hatta peygamberlerle alay ederek «Öldükten sonra tekrar dirilmek varmış, hiç öyle şey olur mu?» diyorlardı. Allahü teâlâ kıyamet günü kâfirlerin isteklerini kabul etmeyerek onlara şöyle hitap edecektir: «Siz dünyada bunu inkâr ediyordunuz, şimdi gözünüzle gördükten sonra mı pişman oldunuz? Halbuki peygamberler bu günü size haber verdiler, cennet ve cehennemi bildirdiler, sizi küfürden imana davet ettiler. Fakat siz peygamberleri yalanladınız. Şimdi inkâr ve küfrünüzün cezasını çekin.» Allahü teâlâ, peygamberleri vasıtasıyle insanlara kıyametin vuku bulacağını, cennet ve cehennemin kurulacağım, iman edenlerin cennete, etmeyenlerin de cehenneme gideceğini bildirmiştir. Bundan dolayı kıyamet günü nedamet asla fayda vermeyecektir.

45

«Üstelik kendilerine zulmedenlerin yerlerine oturdunuz, onlara yaptıklarımız ise sizlere açıklanmıştı. Hem size birçok misâller de gösterdik.»

Kıyamet günü tekrar dünyaya gelip Allah'ın davetine icabet etmek için mühlet isteyen kâfirlere Allahü teâlâ şöyle diyecektir: «Siz dünyada iken kendilerine zulmedilenlerin yerlerine oturdunuz. Onlara yaptıklarımızı sizlere açıkladık. Onlar bize şirk koşup, peygamberlerimizi yalanlamışlardı. Bundan dolayı da kendilerini helak ettiğimizi biliyorsunuz. Hatta geçmiş ümmetlerden de size nice nice misâller verdik,. Fakat siz bütün bunlardan ibret alıp iman etmediniz. Halbuki bu misâlleri size iman etmeniz için vermiştik. Siz bunların hiçbirinden ibret almadınız ve onlar gibi siz de şirk ve küfre daldınız. Tekrar sizi dünyaya getirsek yine aynısını yapacaksınız. Şimdi inkâr ve küfrünüzün cezası olarak cehenneme girin, dünyada yaptıklarınızın cezasını çekin.»

46

«Hakikat onlar bir takım tuzaklar kurmuşlardı. Halbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah katında onlara nice cezalar vardır.»

Kâfirler, İslâm'ın nurunu söndürmek için bir takım tuzaklar kurmuşlardır. Allahü teâlâ onların kurdukları tuzakları bilir. Kurdukları tuzakların maharetinden dolayı dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile, hiçbir kıymeti yoktur, Allah katında onlara büyük bir azab vardır. Onlar Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de tuzak hazırlamışlardı. Yüce Allah, sevgili Peygamberine bunu şöyle haber veriyor: «Yâ Muhammed, kâfirler seni yakalayıp hapsetmek için tuzaklar hazırlamışlardı da, Allah onların tuzaklarını boşa çıkarmıştı. Onların hile ve tuzaklarının cezasını en ağır şekilde kendilerine verecektir. Allah, peygamberlerim yalanlayıp, İslâm'ı yıkmak isteyenleri dünyada ve âhirette elim bir azab ile cezalandıracaktır.

47

«Sakın Allah'ın, peygamberlerine verdiği vaadinden cayacağını sanma. Şüphesiz ki Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Allahü teâlâ peygamberlerine yardım edeceğini vaadetmiştir. O, peygamberlerine nusret edip İslâm'ı ve Kelime-i Tevhid'i yücelteceğini, küfrü ise zelil kılacağım vaadetmiştir. Allah vaadinden asla dönmez. Küfredip, peygamberlerini yalanlayanlardan intikamını alır. Öyle bir günde ki, o gün yer başka bir yer ile, gökler de başka göklerle değiştirilir. Yerin içindekiler meydana çıkar, ameller göz önüne serilir, insanlar Allah'ın huzurunda toplanırlar. İşte o gün Yüce Allah inkarcılardan azabıyla intikamım alır. Onlar için ebedî olmak üzere elim bir azab vardır.» Allahü teâlâ asla intikam sahibi değildir. Fakat zerre kadar hayır yapana mükâfatını, zerre kadar şer yapana da cezasını vereceğini vaadediyor. Bundan dolayı iman edip hayır yapan mükâfatını, iman etmeyip küfredenler de cezalarını göreceklerdir.

48

«O gün yer başka bir yer ile değiştirilir. Gökler de başka göklerle. (İnsanlar) bir ve Kahhar olan Allah'ın huzurunda toplanacaklardır.»

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh)'nin, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle sorduğu rivayet edilmiştir: «Ey Allah'ın Resulü, kıyamet günü aile efradınızı hatırlayabilecek misiniz?» Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Üç yerde hatırlayamam. Biri sıratta, biri beratları verilirken, biri de amelleri tartılırken» buyurmuştur. Tekrar Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) «Ey Allah'ın Resulü, Allahü teâlâ "Kıyamet günü bu yerler başka bir yerle değiştirilir» buyuruyor, o zaman insanlar nerede olacaklardır?» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ey Âişe, sen bana bugüne kadar kimsenin sormadığı bir soruyu sordun. O zaman insanlar sırat üstünde olacaklardır, kıyamet günü insanlar kabirlerinden kalkıp Allahü teâlâ'nın huzurunda toplanacaklardır. O, Vâhidü'l-Kahhar'dır, kâfirleri, zâlimleri, azgınları, mütekebbirleri kahhar sıfatı ile kahreder. Hiç kimsenin O'nun huzurunda konuşmaya ve bir şey söylemeye takati kalmaz, dili tutulur» buyurmuştur.

49

«O gün mücrimleri zincirlere vurulmuş olarak görürsün.»

50

«Gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir.»

51

«Bu, Allah'ın herkese yaptığının karşılığım vermesi içindir. Muhakkak ki Allah hesabı çabuk görendir.»

Yüce Allah bu âyet-i celîlelerde kıyamet günü kâfirlerin nasıl cezalandırılacağını haber veriyor ve sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kıyamet günü kâfirleri zincirlere vurulmuş olarak görürsün. Onların elbiseleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürüyecektir. Bu, onların dünyada yaptıklarının karşılığıdır. Allah, onlara dünyada yaptıklarının karşılığım verecektir. Muhakkak ki, Allah hesabı çabuk görendir, mü’minlerin hesabı bir namaz vakti kadar sürecektir.» Bazı tefsirciler de, kâfirlerin elbiselerinin kızdırılmış bakırdan olduğunu söylemişlerdir. Kâfirlerin yüzlerinden mâada her tarafları katrandan veya bakırdan kızdırılmış elbise ile örtülüdür. Sadece yüzleri açıktır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Kâfirler ateşte yağ gibi eriyecekler, fakat asla yanmakla bitmeyeceklerdir. Bu, onların dünyada yaptıkları amellerin karşılığıdır. İşte küfredenler böyle cezalandırılacaklardır.

52

«Bu, uyarılsınlar, yalnız ve yalnız tek bir ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir.»

Ey insanlar, bu Kur'an öğüt almanız için Allah tarafından size gönderilmiştir. Bunda iman ve küfür, emir ve yasaklar, haram ve helâl, hayır ve şer, iyilik ve kötülük, itaat ve ibadet, cennet ve cehennem bildirilmiştir. Bu Kur'an, sizi Allah'ın azabından korkutup, mâsiyet ve şirkten uzaklaştırarak Allah'a iman etmeniz için gönderilmiştir. O Kur'an, size Allah'ın bir olduğunu, şeriki olmadığını, ibadete lâyık yalnız O, olduğunu, O'ndan başka ilâh olmadığım, hayır ve şerrin O'ndan olduğunu ve vaadinden asla dönmediğini bildirir. Aklı olanlar Kur'an’ın emir ve yasaklarına itaat edip, güzel ameller yaparlar, Allah'a şirk koşmazlar. Kur'an’ın emirlerine uyanlar iki cihan saadetine nail olurlar. Kur'an’ın emir ve yasaklarına uymayanlar ise ilâhi azaba uğrayarak helak olurlar. Onlar dünyada rezil oldukları gibi âhirette de ebedi azaba uğrayacaklardır. Çünkü Kur'an, beşeriyetin dünya ve âhiret hayatını tanzim için Allah tarafından gönderilen ilâhî bir nizamdır. Kim bu nizamdan yüz çevirirse iki cihan saadetini tadamaz. Buna sarılanlar dünya ve âhiret mutluluğuna nail olmuşlardır.

0 ﴿