HİCR SURESİ

Kur'ân-ı Kerîm'in 15. sûresi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. 99 âyettir. Bu sûrede Allah'ın kudretine, akaide, ahlâka, cinlerin ve insanların yaratılışına, Lût, İbrahim, Şuayb ve Salih (aleyhisselâm)'in menkıbelerine dair beyanat bulunmaktadır. Sûre-i celîle HİCR adındaki ülkenin halkının başına gelen ilâhî azabı bildirmekte olduğundan HİCR adını almıştır.

Hicr, Medine ile Şam arasında bir yerdir. Burası Semûd kavminin yaşadığı bir vadidir. Sûredeki âyetler beşeriyeti bir takım fenalıklardan, kötülüklerden men ettiği ve onları ikaz ederek himayede bulunduğu için Hıcr adını almış olması da mümkündür.

1

«Elif, Lâm, Râ. Bunlar kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın âyetleridir.»

Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Ey insanlar, ben sizin yaptıklarınızı gören, söylediklerinizi işiten, bütün mevcudatı yoktan var eden Rabbinizim. Hiçbir şey benim görüp ve işitmemden gizli değildir. Bunlar kitabın ve apaçık Kur'an'ın âyetleridir. O Kur'an haramı helâlden, hakkı bâtıldan, hayrı şerden, iyiyi kötüden ayırır ve hidâyet yollarını gösterir.» Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın birçok özelliklerinden bazılarını yukarıda sıraladık. Kur'an'ı okuyup emirlerine ittiba edenler, yasaklarından sakınanlar dünya ve âhiret saâdetine kavuşurlar. Uzaklaşanlar ise, her ıkı cihan saadetinden mahrum olurlar.

2

«Kâfirler nice zaman Müslüman olmayı isteyeceklerdir.»

Kâfirler, kıyamet günü mü’minlerin cennetteki makamlarını, kendilerinin de cehennemdeki azablarını gördükleri zaman «Keşke biz de, Müslüman olsaydık» diyeceklerdir. Veya kâfirler bu itirafta şu vakit bulunacaklardır: Günahkâr mü’minler cehennemdeki cezalarını çekip, sonra oradan çıkarılarak cennete götürüldükleri zaman kâfirler de azabtan kurtulmak için cehennemden çıkmak isteyeceklerdir. Fakat cehennemin kapısı yüzlerine kapanacak, o zaman «Keşke biz de, Müslüman olsaydık, cezamızı çeker, buradan kurtulurduk» diyeceklerdir. Onlar için cehennemden kurtuluş yoktur. Çünkü cehennem kâfirlerin, cennet ise mü’minlerin yeridir.

3

«Bırak onları, yesinler, eğlensinler. Onları emel oyalayadursun, sonra öğreneceklerdir.»

4

«Biz hiçbir kasabayı, onun ma'lûm bir yazısı olmaksızın helak etmedik.»

5

«Hiçbir ümmet ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar bunu geciktirebilirler.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirleri kendi hallerine bırak. Onlar dünyada diğer mahlûklar gibi yesinler, içsinler, eğlensinler, arzu ve emelleri onları oyalayadursun. Başlarına ne geleceğini bilmezler. Fakat kıyamet günü göreceklerdir, arzu ve emelleri onları Allah'a iman ve itaatten alıkoyarak, ölümü de unutturmuştur. Kıyamet günü azabı gördükleri zaman gerçeği anlayacaklardır. Biz hiçbir kasaba halkını muayyen bir müddet yeryüzünde tutmadıkça helak etmedik. Ancak iman edip itaat etmeleri için muayyen bir zamana kadar kendilerini te'hir ettik. Fakat yine onlar iman etmediler, işte o zaman inkâr ve küfürlerinin cezası olarak helak ettik. Hiçbir millet ecelini ne bir saat öne alabilir ve ne de bir saat geciktirebilir. Belirlenen vakit geldiği zaman, göz açıp yumana kadar bile müsaade etmeyiz.»

6

«Dediler ki: "Ey kendisine kitab indirilen kimse, sen mutlaka delisin.»

7

«Doğru söyleyenlerden sen bize melekleri getirmeli değil misin?"»

8

«Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez.»

9

«Kur'an'ı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da, şüphesiz ki biziz.»

Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah tarafından kendisine kitab gönderildiğini söyleyince, kâfirler kendisini yalanlayıp şöyle demişlerdir: «Ey kendisine kitab indirilen kimse, sen şüphesiz ki delisin. Eğer gerçekten doğru söylüyorsan azab meleklerini getir, bize azab etsin, o zaman senin peygamber olduğuna inanırız.» Yüce Allah onların bu bâtıl iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Biz melekleri ancak vahiy ile peygamberlerimize indiririz veya bir kavmi helak etmek için azab ile göndeririz. Azab ile gönderdiğimiz zaman asla o kavme mühlet vermeyiz. Ey kâfirler, siz peygamber misiniz ki, size melek gelsin. Size ancak azab ile melek göndeririz. O zaman size göz açıp yumacak kadar bile mühlet vermeyiz. Kur'an'ı biz indirdik, onun koruyucusu da biziz, hiç kimse onun bir harfini bile değiştiremez. «Kur'an, gönüllere huzur, okuyanlara saadet, okunan evlere bereket, ölülere rahmet, hastalara şifa, dertlere deva, gözlere nur, mü’minlere rahmet, kâfirlere azabtır. O. paslanmış kafaları, kararmış gönülleri Allah'ın nuru ile aydınlatır. Çalışmayan kafaları çalıştırır, düşünemeyen gönülleri düşündürür. Ümitsizliğe düşenleri ümitsizlikten kurtarır. Yolunu sapıtanları hidâyete, felâkete düşenleri kurtuluşa, kâfirleri imana, iman edenleri de Allah'a götürür. O, Allah kelâmıdır, ona dil uzatanların dili, el uzatanların eli kurur.

10

«Yemin olsun ki, senden önce geçen çeşitli milletlere de peygamberler göndermiştik.»

11

«Onlara gelen her peygamberle istihza ediyorlardı.»

12

«Biz böylece o günahkârların kalblerine sokarız.»

13

«Ama ona yine de inanmazlar. Halbuki kendilerinden öncekilerin uğradıkları ortadadır.»

Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderildiği zaman, müşrikler risaletini yalanlamışlardı. Allah, buna çok üzülen Peygamberimizi teselli etmek için yukarıdaki âyet-i celîleyi göndererek şöyle buyurmuştu: «Ey Muhammed! Senden önceki gelip geçen nice ümmetlere de peygamberler gönderdik, onlar da kendilerine gönderilen peygamberlerle alay ettiler. Biz o kâfirlerin kalblerine küfrü, öyle yerleştiririz ki, onlar iman edip Hakk'a dönemezler. Çünkü âyetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlamak onlara hoş görünür. Halbuki onlar kendilerinden önce gelip geçen kavimlerin neden azaba uğradıklarını biliyorlardı. Onlar inkârları ve küfürleri yüzünden helak olmuşlardı. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar, onların uğradıkları azaba uğrayacaklardır.»

Yüce Allah hiçbir topluma azab etmez. Önce o topluma peygamberler gönderir, emir ve yasaklarını bildirir. Toplumlar ve fertler emirlere uymadığı, yasaklardan kaçınmadığı takdirde üzerlerine azabım gönderir.

14

«Onlara gökten bir kapı açsak da çıkmaya koyulsalar,»

15

«şöyle derler: "Gözlerimiz döndü, biz herhalde büyülendik".»

Yüce Allah, kâfirler hakkında şöyle buyuruyor: «Biz onların üzerine gökten bir kapı açsak, o kapıdan melekler inip çıksalar, onlar da meleklerin inip çıktığını görseler yine iman etmezler ve şöyle derler: "Herhalde bize sihir yapıldı ki, gözlerimiz yanlış görüyor".» İman etmeyen o kimseler ayın ikiye bölündüğünü görmelerine rağmen inanmamışlardı.

Müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelirler ve «Ey Muhammed, eğer gerçek peygambersen ayı ikiye böl, gözlerimizle görelim ve sana inanalım» derler. Bunun üzerine Resûlüllah mübarek şehadet parmağıyla aya işaret eder, ay ikiye bölünür, bir parçası doğuya, diğer parçası batıya gider. Müşrikler bu açık mucizeyi kendi gözleriyle görürler. Ama yine inanmazlar ve «Muhammed'in sihri göklere de te'sir etti» derler. Halbuki ayın ikiye bölünme olayı bugün aya çıkan astronotlar tarafından bile müşahede edilmiştir.

16

«Yemin olsun ki biz gökte burçlar yarattık ve onları bakanlar için süsledik.»

17

«Biz onları kovulmuş her şeytandan koruduk.»

18

«Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa apaçık görülen bir ateş onu kovar.»

Allahü teâlâ gökleri ve yeri bir nizam içinde yaratmış, insanların ibret alması için semayı yıldızlarla, burç ve gezegenlerle, ay ve güneşle süslemiştir. Yüce Allah rahmetinden uzaklaştırılmış şeytanların yıldızlara yaklaşmalarına izin vermemiş, yaklaşmak isteyenleri de açık bir ateşle kovmuştur. Haliyle o şeytanların göğe çıkmaları hiçbir zaman mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah onları rahmetinden uzaklaştırmıştır. İşte kâfirlerin yaptığı işler de böyledir, onlar da hiçbir zaman Allah'ın katına yükselemezler. Allah indinde ancak iman edenlerin ihlâslı amelleri makbuldür.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre cahiliye devrinde her taraf gaipten haber veren kâhinlerle doluydu. Her kâhinin ise şeytandan bir arkadaşı bulunuyordu. O şeytanlar göğe çıkıyor, meleklerin konuşmalarını dinliyor, yerdekilerle ilgili olanları öğreniyorlar, kâhinlere gelip haber veriyorlardı. Kâhinler de şeytanların kendilerine getirdiği haberleri insanlara bildiriyor, bu haberlerin bazısı doğru, bazısı ise yalan çıkıyordu.

Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilmeden önce göğün katlarına çıkmaları henüz yasaklanmamıştı. Daha önceki peygamberler Allah'tan aldıkları vahiyleri kavimlerine bildirirken kâhinler araya girerler ve «Biz onları daha önceden biliyorduk» derlerdi. Çünkü o zamana kadar şeytanların göklere çıkması henüz yasaklanmamıştı. Dolayısıyla şeytanlar öğrendikleri sırları kâhinlere haber verdikleri için kâhinler peygamberlere gelen bazı hükümleri önceden biliyorlardı. Ancak Hazret-i İsa (aleyhisselâm) zamanında üçüncü kat semadan yukarısına çıkmaları yasaklanmıştır. Son Peygamber Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in teşrifleriyle şeytanların birinci kat semaya bile yaklaşmaları yasaklanmıştır.

Yüce Allah bu hususu âyet-i celilesinde şöyle beyan ediyor: «Andolsun ki, biz gökte burçlar yarattık ve onları bakanlar için süsledik. Biz onları kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, apaçık bir ateş onu kovar.»

19

«Yeri de döşeyip yaydık. Oraya sabit dağlar yerleştirdik. Ve orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik.»

20

«Orada hem sizin için, hem rızıklarını te’min edemeyeceğiniz kimseler için birçok geçimlikler yarattık.»

Yüce Allah önce göklerden haber verdi, içindekileri beyan etti, sonra vahdaniyetinin delili olan yeryüzünden haber verdi ve şöyle buyurdu: «Biz yeri bir döşek gibi suyun üzerine yaydık. Beşik gibi sallanmaması için üstüne koca koca dağlar diktik. İnsanların istifadesi için içlerinde çeşit çeşit madenler yarattık. Maişetlerini te’ınin etmeleri için türlü türlü mahsuller yarattık. Öyle ki hiçbirinin tadı, rengi, kokusu, lezzeti birbirine benzemez. Ey insanlar, Allah'ın vahdaniyetini kabul edip verdiği nimetlere şükretmeniz için, bütün bu nimetler size ve beslenmesinden aciz olduğunuz hayvanlara verilmiştir.»

İnsan o kadar nankör bir yaratıktır ki, bütün bu nimetlerden istifade ettiği halde Allah'a şükretmez, küfran-ı nimette bulunur! Halbuki kendisinin bir zerre yaratması mümkün olmadığı gibi, rızkını vermesi de söz konusu değildir. Nitekim bu husus aşağıdaki âyet-i kerimeyle en güzel şekilde dile getirilmektedir:

21

«Hiçbir şey yoktur ki hazinesi bizim yanımızda olmasın ve biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.»

Bütün yaratıkların rızkını veren Yüce Allah'tır. Çünkü O rezzâk-ı âlemdir. Hiçbir canlı gittiği yere rızkını sırtında taşımaz. Nereye giderse gitsin, rızkı orada karşısına çıkar. Çünkü rızık hazinelerinin anahtarı Allah'ın katındadır. Bu rızıklardan biri de yağmur olup Yüce Allah onu istediği mekâna, istediği miktarda yağdırır. Yağmur büyük bir nizam ve intizâm içinde yağar, Allah'ın izni olmadan bir damla bile yere düşmez. O, her damladan haberdardır.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan şöyle rivayet edilmiştir:

Ne kadar yağdığını, kaç damladan ibaret olduğunu bu işe memur tayin edilen melek bilir. Yağmurun yağışı tesadüfi değil, bilâkis ince ve hassas bir ölçünün eseridir. Ancak Nûh tufanı müstesnadır. O zaman kırk gün, kırk gece kâfirlerin helak olması için ölçüsüz yağmur yağmıştır. Öyle ki bütün yeryüzü suların altında kalmış, küfür ehli cezasını bulmuş, iman ehli ise Nûh (aleyhisselâm)’ın gemisine girmek suretiyle kurtulmuşlardır.

22

«Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderdik. Gökten su indirip onunla sizi suladık. Yoksa siz onu biriktiremezdiniz.»

Allahü teâlâ bulutları rüzgârlar vasıtasıyla bir yerden başka bir yere sevkedip taşıdıkları yağmuru yeryüzüne indirmiştir. Bu yağmur vasıtasıyla mahlûkatın ihtiyacını gidermiş, bağları, bahçeleri, meyva ve sebzeleri" sulamıştır. Yağmur yağmasaydı hiçbir canlı yaşayamaz, yeşillik namına bir şey olmazdı. Eğer Allahü teâlâ yağmuru yağdırın asaydı, hiçbir kuvvet onu yere indiremezdi. Zira yağmurun hazinesinin anahtarı insanların değil, Allahü teâlâ'nın elindedir. O her şeye kadirdir.

23

«Doğrusu biz hem diriltiriz, hem öldürürüz. Hepsinin gerisinde de biz kalırız.»

24

«Yemin olsun ki sizden önce geçenleri de biz biliriz, geri kalanları da biz biliriz.»

25

«Şüphe yok ki, Rabbin onları toplayacaktır. Hakikat o, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. Hakkıyla bilendir.»

Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: «Yeryüzünü yağmurlarla diriltip çeşitli bitkilerle, sebzelerle, meyvalarla, çiçeklerle süsleyen biziz. Bütün bunları insanların ibret almaları için kışın öldüren yine biziz. Tıpkı bunun gibi bütün canlıları da öldürüp kıyamet günü tekrar dirilteceğiz. Bütün mevcudatın mâliki ve halikı biziz. Göklerde ve yerdekilerin yaratıcısı biziz. Ve onlar bizim emrimize âmâde yaratıklardır. Sonunda onların hepsi bize döndürülecektir. Yerler ve gökler hiç kimseye baki kalmayacaktır. Çünkü onların gerçek sahibi ve mâliki biziz. Bütün canlıları mahşer günü toplayacağız, amellerine göre mükâfat veya mücâzat vereceğiz. Mü’minlere imanlarının karşılığı olmak üzere cenneti, kâfirlere ise inkârlarının cezası olarak cehennemi vereceğiz. Böylece iman edenler mükâfata, inkâr edenler ise mücâzata kavuşmuş olacaktır. Çünkü Allah hakimdir. Ne dilerse onu hükmeder; alimdir, kullarının yaptığı her şeyi bilir, ona göre mükâfat veya mücâzat verir.»

Bazı tefsircilere göre bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şöyledir: Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabelerine cemaatle kılman namazlarda ön safta bulunanların diğer saftakilere göre daha çok sevap kazandıklarını söyler. Evi mescide yakın olan sahabeler bunu duyduktan sonra erkenden gelip ön safı dolduruyorlardı. Evi mescide uzak olanlar ise haliyle arka saflarda kalıyorlardı. Evi mescide uzak olanlar da ön safta yer almak için uzaktaki evlerini satıp mescide yakın bir yerde ev almak için karar verirler. Ve mescide uzak olanlar evlerini terkederler, daha yakın yerlerde kendilerine mesken edinirler. Böylece uzak bölgedeki evler boş kalmış olur. Durumu gören Peygamberimiz şöyle buyururlar: «İbadet maksadıyla camiye gelen mü’minlerin adımları sayısınca kendilerine sevap verilir ve cennetteki dereceleri yükseltilir. Resûlüllah'ın ağzından bu müjdeyi duyanlar, uzaktaki evlerini yeniden satın alırlar ve oradan mescide gelmeye başlarlar. Bu hâdise üzerine Yüce Allah yukarıdaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yemin olsun ki sizden önce geçenleri de biz biliriz. Geri kalanları da biz biliriz. Şüphe yok ki, Rabbin onları toplayacaktır. Hakikat O, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. Hakkıyla bilendir. Hiçbir şey Allah'ın bilgisinden gizli değildir. O, kullarının niyetlerini ve amellerini en iyi bilendir. Kıyamet günü ona göre mükâfat ve mücâzat verecek olan da O'dur.»

26

«Yemin olsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.»

Yüce Allah bu âyet-i celilede Âdem (aleyhisselâm)’ın neden yaratıldığını beyan ediyor ve şöyle buyuruyor:

«Biz Âdem'i ateş görmemiş kuru bir balçıktan yarattık. Ona şekil verip insan haline getirdik. Ondan önce cinlerin atası olan Cân'ı da alevli ateşten yarattık.»

27

«Daha önce de cinleri alevli ateşten yarattık.»

Cinlerin yaratılışı insanların yaratılışından çok öncedir. Yeryüzü daha ateş halindeyken Yüce Mevlâ cinleri - o ortamda yaşayacak şekilde- alevli ateşten yaratmış, onlar da Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'in yaratılışına kadar uzun süre yeryüzünde hüküm sürmüşlerdir. Ne zaman ki, yer küre soğumaya başlamış ve insan neslinin yaşamasına elverişli hale gelmiş, işte o zaman Yüce Allah halifem diye vasıflandırdığı Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'ı balçıktan yaratmıştır. Bu iki varlığı Yüce Allah ancak kendisine ibadet etmekle mükellef kılmıştır. Cinler öyle varlıklardır ki, dumansız ateşten yaratıldıkları için insandan başka her şekle girerler. Ancak bazı insanların cinleri gördüğü de bir gerçektir. Cinler hakkında Kur'ân-ı Kerim'de başlıbaşına bir sürenin bulunduğu ise bir vakıadır. Yüce Allah gündüzleri insanlara, geceleri ise cinlere tahsis etmiştir. Onlar da insanlar gibi dünyanın sonuna kadar nesillerini sürdüreceklerdir.

28

«Hani Rabbin meleklere demişti ki, ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım.»

29

«Onu yapıp ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın.»

30

«Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde ettiler.»

31

«Ancak İblis secde edenlerle beraber olmaktan çekinerek dayattı.»

Yüce Allah, meleklerine «Ben yeryüzünde bana kulluk yapacak, emirlerimi yerine getirecek, yasaklarımdan kaçınacak, kuru balçıktan bir insan yaratacağım» demişti. Allahü teâlâ, Âdem (aleyhisselâm)'ı balçıktan insan şekline getirmiş, kendi ruhundan ona üfürerek hayat vermiş ve meleklere, Adem'e secde etmelerini emretmiştir. Bu emre muhatab olan melekler, derhal secde etmişler, ancak İblis secdeden kaçınmıştır. Meleklerin Âdem'e yapmış olduğu bu secde tahiyat secdesi olup onun şahsında Allah'a secde edilmiştir. Âdem'e secde etmekten kaçınan İblis'e Yüce Allah bunun sebebini sorar.

32

«Allah: "Ey iblis, sen neden secde edenlerle beraber değildin?" dedi.»

33

«Ben; "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde edemem" dedi.»

İblis, Âdem (aleyhisselâm)'a secde etmekten kaçınınca, Allahü teâlâ bunun sebebini sorar ve şöyle buyurur: «Ey İblis, sana ne oldu ki, meleklerle beraber Âdem'e secde etmedin?» İblis de Yüce Allah'a secde etmeyişini şöyle açıklar: «Sen onu kuru bir balçıktan, beni ise ateşten yarattın. Yaratılış itibariyle ondan üstün olduğum için secde etmedim.»

İblis, Âdem (aleyhisselâm)'a secde etmemek suretiyle Allah'ın emrine karşı geldiği için Yüce Mevlâ ona şöyle buyurmuştur:

34

«Allah buyurdu ki öyle ise oradan çık. Sen artık kovulmuş birisin.»

35

«Muhakkak ki ceza gününe kadar lanet sanadır.»

«Öyle ise oradan çık. Zira sen artık kovulmuş birisin. Kıyamet gününe kadar Allah'ın laneti senin üzerinedir.»

Allah'ın rahmetinden kovulan İblis, dünyanın sonuna kadar, Âdem'in zürriyetini de Allah'a secde ettirmemek için mühlet ister. Yüce Allah da istediği mühleti kendine verir.

36

«"Rabbim, hiç olmazsa tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi.»

37

«Allah "Şüphesiz sen mühlet verilenlerdensin" dedi.»

38

«Bilinen gün gelene kadar.»

39

«Dedi ki, "Rabbim, beni saptırdığın için yemin olsun ki, ben de onlara yeryüzündeki fenalıkları güzel göstereceğim. Ve onların hepsini saptıracağım.»

40

«Ancak hâlis kıldığın kulların müstesnadır".»

İblis, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılınca dünyanın sonuna kadar kendisine mühlet verilmesini ister. Maksadı, Âdem (aleyhisselâm)’ın zürriyetini de kendisi gibi Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmaktır. Çünkü Âdem (aleyhisselâm)'ın yüzünden ilâhi rahmetten uzaklaşmıştı. İşte mühlet istemesinin sebebi, Âdem (aleyhisselâm)'ın zürriyetinden intikam almaktı. Yüce Allah da isteğini kabul eder ve kendisine kıyamete kadar mühlet verir. Bunun üzerine Yüce Mevlâ'ya şöyle der:

«Ey Rabbim, beni Âdem'in yüzünden rahmetinden kovup dalalette bıraktığın gibi ben de yemin ederim ki onun zürriyetini senir yolundan alıkoyup dalâlete sevkedeceğim. Onlara yeryüzündeki şehvetleri, lezzetleri, yasakladıklarını güzel gösterip hepsini azdıraca ğım ve sana isyan ettireceğim. Ancak amellerini ihlâslı yapan kullarını sapıklığa düşüremeyeceğim. Çünkü onlar ihlâs ve samimi yetle sana kulluk yapıyorlar.»

Hasan-ı Basri'den şöyle rivayet edilmiştir: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

«İblis, Allah'ın rahmetinden kovulmak suretiyle lânetlendiği zaman şöyle demiştir:

"Ey Rabbim, senin izzetin hakkı için Âdemoğullarını sana isyan ettirinceye kadar kalblerinden vesveseyi çıkarmayacağım".» Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurur:

«Ey mel'un, ben de kullarım ruhlarını teslim edene kadar tevbelerini kabul eder, günahlarını bağışlarım.»

41

«Allah buyurdu ki: "İşte benim taahhüt ettiğim dosdoğru yol budur.»

42

«Muhakkak ki, kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olmaz. Ancak sana uyan sapıklar müstesnadır.»

43

«Şüphesiz onların hepsine vaat olunan yer cehennemdir.»

İblis, Âdem (aleyhisselâm)’ın zürriyetini hak yolundan sapıtmak için dünyanın sonuna kadar mühlet ister. Yüce Allah da istediği mühleti verir ve şöyle buyurur: «Benim doğru yolum İslâm'dır. Ona girenler hidâyete erip rahmete nail olurlar. Hidâyete erdirmek senin değil, benim elimdedir. Hidâyet verdiğim kullarımı asla dalâlete düşüremezsin. Zira senin onların üzerinde bir saltanatın ve bir hükümranlığın yoktur. Sana ancak iman etmeyenler tâbi olurlar ve yolundan giderler. Sen onlardan başkasına vesvese verip kandıramazsın. Senin ve onların gidecekleri yer cehennemdir.»

44

«Onun yedi kapısı vardır ve her kapıdan onların gidecekleri bir kısım vardır".»

Cehennemin yedi kapısı vardır ve hepsinden ayrı ayrı yerlere gidilir. Her mekânda ayrı bir grub azab görür. Cehennemin yedi kapılı oluşunun hikmeti şudur: Kâfirler ve günahkârlar durumlarına göre cehennemin değişik kapılarından gireceklerdir. Merhum müellif Ebû’l-Leys Semerkandî Hazretleri cehennemin tabakalarını şöyle sıralamaktadır:

1- Haviye: Cehennemin en aşağı tabakasıdır. Firavun ve benzerleri, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'a Allah'ın oğlu diyenler, münafıklar burada azab göreceklerdir.

2- Lâza: Ateşe tapanların ve Yüce Allah'ın iki olduğunu söyleyenlerin yeridir.

3- Bakar: Müşriklerin ve puta tapanların cezalandırılacaklan kısımdır.

4- Canim: Allah'ın peygamberlerini yalanlayan ve kendilerine gönderilen peygamberleri öldüren Yahudilerin mekânıdır.

5- Hutame: Âhirzaman Nebisi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlayan ve iftira eden Nasranîlerin azab görecekleri kısımdır.

6- Saîr: Sabülerin, yani yıldızlara ve diğer varlıklara tapanların yeridir.

7- Cehennem: Dünyadayken büyük günah işleyip tevbe etmeden ölen mü’minlerin azab görecekleri yerdir. Onlar orada günahlarının karşılığı olan cezalarını çekecekler, daha sonra Allah’ın lütfuyla cennete gireceklerdir.

İsimleri bu şekilde sıralanan cehennemin tabakalarının kapıları ayrı ayrıdır. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle beyan etmiştir «Onun yedi kapısı vardır ve her kapıdan onların girecekleri bir kısım vardır.»

45

«Müttakiler ise muhakkak ki, cennetlerde pınar başındadırlar.»

46

«Selâmetle ve korkusuz korkusuz girin oraya.»

47

«Biz onların gönüllerindeki kini çıkardık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde karşılıklı otururlar.»

48

«Onlara orada hiçbir yorgunluk ve zahmet değmez. Oradan çıkarılacak da değillerdir.»

Yüce Allah iman etmeyenlere vereceği cezaları beyan ettikten sonra mü’minlere hazırladığı mükafatları da bu âyet-i kerîmelerle bildirmektedir:

«îman edip güzel amel işleyenler Allah’ın kendilerine vaad ettiği cennetlere girip içindeki bütün nimetlerden istifade edeceklerdir. Kıyamet günü onlar için hiçbir korku ve hüzün yoktur. Onlar selâmet idinde Allah'ın cennetlerine gireceklerdir. Aralarında en küçük bir düşmanlık olmayacak, kalblerinde zerre kadar kin bulunmayacaktır. Hepsi birbiriyle kardeş olacak, en küçük bir yorgunluk hissetmeyeceklerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Dünyada iken iman edip sâlih amel işleyenlere kıyamet günü verilecek olan mükâfatlar işte bunlardır.»

49

«Kullarıma bildir ki, muhakkak ben gafur, rahîm olanım.»

50

«Ve muhakkak ki, benim azabım can yakıcı bir azabtır.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, tevbe eden kullarıma benim merhamet edici ve bağışlayıcı olduğumu haber ver. Çünkü ben afvedici ve bağışlayıcıyım. Şirki ve küfrü bırakıp iman etmeyenler için ise can yakıcı bir azabım vardır.»

Görülüyor ki, Yüce Allah iman edenleri ve işledikleri günahlar için tevbe edenleri afvediyor, iman etmeyenleri ise küfürlerinin, karşılığı olarak elim bir azaba uğratıyor. Demek ki, Yüce Allah kullarından hiç kimseye azab etmiyor, ancak kul, Rabbine şirk koşar ve nimetlerine karşı nankörlük ederse cezaya müstehak oluyor.

Atâ (radıyallahü anh)'dan şöyle rivayet edilmiştir;

Bir gün Benî Şeybe kapısına yakın bir yerde oturmuş, arkadaşlarla konuşup gülüşüyorduk. Tam bu sırada Resûlüllah yanımıza geldi, «Ne oldu size ki böyle gülüyorsunuz? Keşke ben sizi bu vaziyette görmeseydim» dedi ve Hacerü'l-Esved'in bulunduğu yere gitti. Bu arada başımızın üzerinde gök gürlemesi gibi bir ses duyduk. Hazret-i Peygamber'in bize doğru geldiğini gördük. Yanımıza yaklaştı ve dedi ki: «Cebrail şimdi bana geldi ve şunları söyledi: "Yâ Muhammed, Allahü teâlâ'nın sana selâmı var. Niçin kullarımı ümitsizliğe düşürüp korkutuyorsun? Onlar ne kadar günah işlerlerse işlesinler, eğer samimi bir şekilde tevbe ederlerse günahlarını bağışlar, kendilerini afvederim. Onlar rahmetimden ümitlerini kesip azabımdan korkmasınlar. Ancak tevbeyi terk etmek suretiyle azabımdan emin olmasınlar, zira azabım kafidir".' Bu âyet-i celîle, mü’minin Allah'ın rahmetini ümit ederek ibadet etmesine, azabından korkarak günahlardan uzak durmasına delâlet eder. İnsanların ibret alması için Yüce Allah, İbrahim ve Lût kıssalarını haber veriyor.

51

«Onlara İbrahim'in misafirlerinden haber ver.»

52

«Onun yanına girip "Selâm" demişlerdi. O da, "Doğrusu biz, sizden endişe ediyoruz" demişti.»

53

«Onlar da: "Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağım müjdelemeye geldik" demişlerdi.»

Allahü teâlâ insanların ibret alması için geçmiş peygamberlerden ve kavimlerinden kıssalar beyan etmiştir. Bu âyet-i celilede de İbrahim (aleyhisselâm)’ın kıssasından haber verip sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, İbrahim'e misafir olarak Cebrail ile birlikte on melek gönderdiğimizi bildir.»

Cebrail ile birlikte gelen on melek İbrahim (aleyhisselâm)’ın yanına girerler, selam verirler. İbrahim (aleyhisselâm) da selâmlarını alır ve heybetlerinden korkar. Çünkü onların melek olduğunu bilmiyordu, zira onlar insan suretinde gelmişlerdi. Beklenmedik misafirler karşısında dehşete kapılan İbrahim (aleyhisselâm) şöyle konuşur: «Ey kavmim, biz sizden endişe ediyoruz.» Onlar da İbrahim (aleyhisselâm)’ın endişeye kapılmâması için şöyle derler-. «Bizden korkma. Biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik.» Meleklerin insan suretine girip İbrahim (aleyhisselâm)'a gelerek müjdelemiş oldukları oğlan Sâre Validemizden doğan İshak (aleyhisselâm)'dır.

54

«Ben kocamışken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?»

55

«Dediler ki: "Seni gerçekten müjdeliyoruz. Öyle ise ümidini kesenlerden olma".»

56

«"Zaten sapıklardan başka Rabbinin rahmetinden kim ümidini keser?" dedi.»

Melekler İbrahim (aleyhisselâm)'ı bir oğlan çocuğuyla müjdeleyince İbrahim (aleyhisselâm) şöyle der: «Ben yaşlanmış, güçsüz kalmış, zayıflamış bir haldeyken nasıl bir çocuğum, olabilir? Bana böyle bir müjdeyi nasıl verebilirsiniz?» Melekler ise şöyle cevap verirler: «Biz gerçekten seni bir oğlan çocuğuyla müjdeliyoruz. Sözümüz haktır. Sen Yüce Allah'tan ümidini kesenlerden olma. Çünkü Allahü teâlâ'nın rahmeti çok geniştir. Neyi dilerse ona kudreti yeter.» İbrahim (aleyhisselâm) meleklerin bu cevabı karşısında Rabbine şöyle niyazda bulunur: «Rabbim, rahmetinden ümidimi asla kesmem. Rahmetinden ancak kâfirler ümidini keser.»

57

«"Ey elçiler, işiniz nedir?" dedi.»

58

«Dediler ki, "Biz günahkâr bir kavme gönderildik.»

59

«Şu kadar ki, Lût ailesi bunların dışındadır. Biz onların hepsini behemehal kurtaracağız.»

60

«Karısı müstesna. Karısının geride kalanlar arasında bulunmasını gerekli bulduk".»

İbrahim (aleyhisselâm) meleklere niçin geldiklerini ve maksatlarının ne olduğunu sorar. Onlar ,da cevaben «Biz müşrik ve mücrim olan Lût'un kavmini helak etmeye geldik» derler. Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) «Lût'un da içinde bulunduğu kavmi mi helak edeceksiniz?» diye sorar. Cebrail (aleyhisselâm), şöyle cevap verir: «Lût, kızları, iman eden karısı ve mü’minler müstesna olmak üzere bütün kavmini ve iman etmeyen karısını helak edeceğiz.» Cebrail (aleyhisselâm), İbrahim (aleyhisselâm)'a bu haberi verdikten sonra yanından ayrılır ve Lût (aleyhisselâm)'ın bulunduğu beldeye gelir. Nitekim

61

«Elçiler Lût ailesine varınca»

62

«Lût "Doğrusu siz tanınmamış kimselersiniz" dedi.»

63

«Onlar da "Hayır, biz sana, onların hakkında şüphe edip durdukları azabı getirdik" dediler.»

64

«Sana hak ile geldik. Biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.»

Melekler Lût (aleyhisselâm)'a insan şeklinde gelince Hazret-i Lût görür görmez dehşete kapılır. Ve şöyle der: «Siz nasıl bir kavimsiniz ki, ben bugüne kadar sizi görmedim? Doğrusu sizden çekindim.» Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselâm) «Biz korkulacak bir kavim değiliz. Kavminin kâfirleri üzerine Allah'ın azabını getirdik. Çünkü onlar Allah'ın azabına inanmıyorlardı, işte inanmadıkları azabı onlara getirdik. Sana hak ile geldik. Biz onları şüphesiz helak edeceğiz. Ancak sana iman edenler müstesnadır» şeklinde cevap verir Aralarında geçen bu konuşmadan sonra Cebrail, Lût (aleyhisselâm)'a şu tenbihatta bulunur:

65

«"O halde geceleyin bir ara, aileni yola çıkar. Sen de arkalarından git. Hiçbiriniz arkaya bakmasın. Ve emrolunduğunuz yere doğru yürüyün" demişlerdi.»

66

«Böylece ona, bunların sonlarının sabaha çıkarken kesilmiş olacaklarını bildirdik.»

Cebrail, Lût (aleyhisselâm)'a gelir, «Ey Lût, iman edenleri, kızlarını, mü’mine olan karını gecenin bir kısmında kâfirlerin içinden çıkar, sana emredilen istikamete gönder. Sen de arkalarından git Hiçbiriniz geriye dönüp bakmasın» der.

Lût (aleyhisselâm)'ın, Zağra denilen şehre gitmesi istenilmektedir. Arkanıza bakmayın diye ikaz edilmelerinin sebebi, geride vuku bulan azabın kendilerine isabet etmemesi veya onu görmemeleridir. Yüce Allah bu hususu şöyle beyan ediyor: «Biz ona şu kafi emri vahyettik. Sabaha çıkarlarken onların arkası behemehal kesilmiş olacaktır.»

67

«Şehir halkı sevinerek geldiler.»

Cebrail (aleyhisselâm) ve beraberindeki melekler Lût (aleyhisselâm)'a insan şeklinde geldikleri zaman, kendilerini gören kavminin sapıkları kötü fiillerini icra etmek maksadıyla sevinç içinde Hazret-i Lût'un evine gelirler. Sapıkların misafirlerine bir zarar vermemesi için Allah'ın Nebisi kendileriyle mücadele eder. Fakat sapıklar güruhunun gözü o kadar dönmüştü ki, Lüt (aleyhisselâm)’ın bütün ısrarlarına rağmen o şen'i fiillerinden ve kötü emellerinden vazgeçmezler. Onlar çirkin işlerine devam ededursunlar, sabaha doğru ilâhî azab kendilerini yakalar ve hepsini yerle bir eder. O kadar ki içinde bulundukları belde üzerinde hiçbir canlının yaşamadığı bir görünüme bürünür. Sapık kavmi, Lüt (aleyhisselâm)’ın evine gelip misafirlerine sarkıntılık etmeye yeltenince kendilerine şöyle der.

68

«Dedi ki: "Hakikat bunlar benim misafirlerimdir. Onlara karşı benî mahcup etmeyin.»

69

«Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin".»

70

«"Biz seni elâleme karışmaktan men etmedik mi?" dediler.»

71

«"Alacaksanız işte bunlar benim kızlarımdır" dedi.»

Lût (aleyhisselâm) kavmine şöyle der: «Bunlar benim misafirlerimdir, yanlarında beni mahcup etmeyin. Allah'tan korkun. Bu kötü fiilinizden vazgeçin.» Bunun üzerine onlar Lût (aleyhisselâm)'a şöyle derler: «Biz seni yabancıları misafir etmekten men etmedik mi? Bunları niçin misafir ettin?» Lût (aleyhisselâm) onlara şöyle cevap verir: «Eğer siz gerçekten evlenmek istiyorsanız bu kavmin kızlarını size nikâhlıyayım. Allahü teâlâ size kadınları helâl, erkekleri haram kıldı. Siz kadınlar için, kadınlar da sizin için yaratılmıştır.»

Lût (aleyhisselâm)’ın evinin etrafında toplanan sapık kavmi, yapılan bütün ikazları dinlemeyerek içeri girmeye zorlarlar. Tam o sırada Cebrail kanadıyla yüzlerine vurur, hepsinin gözü kör olur. Bu konuda daha çok bilgi edinmek isteyenler Hûd sûresine bakmalıdırlar.

72

«Senin yâdı cemiline yemin ederim ki, onlar sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.»

73

«Tan yeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi.»

74

«Ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine sert taş yağdırdık.»

75

«Bunda görebilenler için ibretler vardır.»

76

«O yerler işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadırlar.»

77

«Bunda iman edenler için muhakkak ibretler vardır.»

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed! Senin yâd-ı cemiline yemin ederim ki, Mekke halkı cehaletleri yüzünden sapılmışlardır. Onlar kendilerinden önce meydana gelen olaylardan ibret alıp Hakk'a dönmezler, kendilerini helak ettiğimiz kavimler gibi küfürlerinde ısrar ederler.»

Yüce Allah daha sonra Lût (aleyhisselâm)'ın kavminin başına gelenleri haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: «Onlar çirkin fiillerini kendilerine yapılan bütün uyarılara rağmen terk etmediler. Bunun neticesi olmak üzere Cebrail bizim emrimizle tan yeri ağarırken beldelerinin altını üstüne getirdi. Biz de üzerlerine taş yağdırdık.» Âyet-i celîlede ifade edildiği gibi, Cebrail onları helak edeceği zaman korkunç bir çığlık atar, beldelerinin altını üstüne getirir, üzerlerine taş yağar.

Düşünebilen kimseler için Lût (aleyhisselâm)'ın kıssasında birçok ibret vardır. Yüce Allah'ın halkını helak ettiği beldelerin izleri birer ibret numunesi olarak bugün bile görülmektedir. Onlar inkâr ettikleri ve sapıklığa düştükleri için helak oldular. Allah tarafından kendilerine gönderilen peygamberlerin emirlerini dinlemeyen, inkârda ve sapıklıkta ısrar eden her kavim onların akıbetine uğramaya mahkûmdur. Nitekim Kur'ân-ı Azîmüşşân bunların örnekleriyle doludur.

78

«Ormanlık yerde oturanlar da gerçekten zâlim kimselerdi.»

79

«Bunun için onlardan intikam aldık. Her ikisi de hâlâ işlek bir yol üzerindedir.»

Allahü teâlâ bu âyet-i celîlelerde de Şuayb (aleyhisselâm)’ın kavminin kıssasını beyan etmektedir.

Şuayb (aleyhisselâm)’ın kavmi Medyen'de sık ve gür ormanlarla kaplı bir beldede yaşıyorlardı. Onlar da Lût (aleyhisselâm)’ın kavmi gibi peygamberlerini dinlememişler, küfre dalmışlardı. Şuayb (aleyhisselâm)’ın bütün ikazlarına rağmen iman etmemişlerdi. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz o iman etmeyen kavimden intikamımızı aldık. Üzerlerine azabımızı gönderip onları helak ettik. O kavmini helak ettiğimiz yerler, işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Gelip geçenler kendilerini nasıl helak ettiğimizi gördükleri halde ibret almazlar.» Âyet-i kerîmede geçen «Hicr» halkından maksat, Salih (aleyhisselâm)’ın kavmidir. Salih (aleyhisselâm)’ın kavmi de diğer peygamberlerin kavimleri gibi, kendisini yalanlamışlarda.

80

«Yemin olsun ki, Hicr ahalisi de peygamberleri yalanlamışlardı.»

81

«Onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde yüz çevirmişlerdi.»

Salih (aleyhisselâm)’ın kavmi kendisinin hak peygamber olduğunu isbat etmek için büyük bir kayadan deve çıkarmasını isterler. Bunun üzerine Salih (aleyhisselâm), Rabbine yalvarır. Allahü teâlâ duasını kabul eder ve Salih (aleyhisselâm)’ın işaretiyle kaya ikiye ayrılır, gözlerinin önünde içinden on bir aylık hamile bir deve çıkar. Salih (aleyhisselâm) kavmini ikaz eder ve der ki: «Bu deve, Allah'ın devesidir. Sakın dokunmayınız. Aksi takdirde Allah'ın azabı sizi yakalar.» Bu inkarcı toplum peygamberlerinin kendilerine yaptığı nasihati dinlemez, pusuya düşürmek suretiyle deveyi öldürürler. Bunun üzerine ilâhi azab kendilerini helak eder. Böylece inkârlarının cezasını görürler.

82

«Onlar dağlardan emin evler yontup oyarlardı.»

83

«Sabaha karşı çığlık onları da yakalayıverdi.»

84

«Yaptıkları da kendilerine bir fayda vermedi.»

Semûd kavmi, Allah'ın azabı kendilerine geldiği zaman içlerine girip kurtulmak için dağların ve kayaların içine sağlam ve emin evler yapmışlardı. Onlar Allahü teâlâ'nın kendilerine verdiği nimetlerin kıymetini bilmeyerek küfran-ı nimette bulunmuşlar, peygamberlerini yalanlamışlar, Allah'ın devesini öldürüp etini aralarında taksim edip yemişlerdir. Halbuki peygamberleri kendilerine «Bu Allah'ın devesidir, sakın onu öldürmeyin. Eğer öldürecek olursanız ilâhi azab sizi helak eder» demişti. O azgın ve sapık kavim peygamberlerini dinlemeyerek deveyi öldürürler. Yüce Allah deve ile onları tecrübe etmiş, ona dokunulmamasını emretmiştir. Fakat onlar bu yasağı dinlemeyerek Allah'ın emrine isyan edip deveyi öldürmüşlerdir. Allah'ın emrine muhalefet ettiklerinden dolayı Yüce Allah, Cebrail'i onları helak etmek için gönderir. Cebrail gelir, sabaha karşı korkunç bir çığlık atar, bir anda hepsi helak olur. Yaptıkları kendilerine bir fayda vermez. Böylece isyan ve küfürlerinin cezasını görürler. Küfredenler cezasını, iman edenler de mükâfatını göreceklerdir.

85

«Gökleri, yeri ve aralarmdakini ancak hak ile yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. O halde sen yumuşak ve iyi davran.»

86

«Şüphesiz ki, senin Rabbin hakkıyla yaratanın, kemâliyle bilenin kendisidir.»

Hâlik-ı Zülcelâl bu âyet-i celilede gökleri, yeri ve bu ikisiriin arasındaki her şeyi yoktan var ettiğini bir kez daha vurguluyor. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki her şeyi O yaratmıştır. Bunları yarattığı gibi kendi haline bırakmamış, akıllara durgunluk verecek şekilde bir nizam ve intizam, halinde yerleştirmiştir. Bir gün yine Allah'ın iradesiyle bu nizam bozulacak, kıyamet vuku bulacaktır. Ey inanmayanlar, kıyametin kopacağından şüphe mi ediyorsunuz? Siz bunlardan ibret alıp Allah'ın kudretini anlamaz mısınız? Kıyamet kopacak, mahşer kurulacak, bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen yumuşak ve iyi davran. Şüphesiz ki, senin Rabbin hakkıyla yaratanın, kemâliyle bilenin kendisidir.» O, kullarının ne yaptığını ve kıyametin ne zaman kopacağını bilir. Zira bütün mevcudat O'nun mülküdür.

87

«Yemin olsun ki, biz sana tekrarlanan yediyi ve şu büyük Kur'an'ı verdik.»

88

«Sakın bir takımlarını fâidelendirdiğimiz şeylere iki gözünü dikip uzatma. Onların karşısında tasalanma. Mü’minler için de şefkat kanadını indir.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, yemin olsun ki, biz sana tekrarlanan yediyi ve şu büyük Kur'an'ı verdik. Sakın bir takımlarını fâidelendirdiğimiz şeylere iki gözünü dikip uzatma ve onların karşısında tasalanma. Mü’minler için de şefkat kanadını indir.» Yedi âyet Fâtiha-i şerif olup, sünnet namazların bütün rekâtlarında, farz namazların da birinci ve ikinci rekâtlarında okunmaktadır. Allahü teâlâ, bu sûre ile sevgili Peygamberine lütufta bulunmuş, ihsanını zikretmiştir. Nitekim bu sûrenin faziletini açıklamak için Kur'an ile ihsanda bulunduğu gibi. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 'Yâ Muhammed, yemin olsun ki, biz sana bu sûrenin faziletini bildirmek için, Kur'an'ı bir nimet olarak indirdik. Onun bir harfi dünyadan ve içindekilerden daha üstündür. Sakın kâfirlere verdiğimiz şeylere göz açıp yumacak kadar bir zaman bile meyletme. Onlar birkaç gün dünyada bunlardan istifade edip oyalanadursunlar. Sonunda onları, bırakıp bize döndürüleceklerdir. Bizim katımızda kendilerini azabtan kurtaracak hiçbir delil yoktur. Halbuki sana verdiğimiz ilim ve din onların hepsinden çok daha hayırlıdır. Kâfirlerin imandan yüz çevirmesine üzülüp tasalanma. Çünkü onların kalbleri mühürlenmiştir, asla iman etmezler. Fakat sana iman edenlere şefkat kanatlarını aç, onlara tevazu ve yumuşaklıkla muamele et.»

89

«De ki: "Ben apaçık bir uyarıcıyım".»

90

«Nitekim bölüşenlere de indirmiştik.»

91

«Onlar ki Kur'an'ı parçalara ayırmışlardı.»

92

«Rabbine yemin olsun ki, onların topuna yapmakta oldukları şeyleri soracağız.»

93

«Rabbine yemin olsun ki, onların topuna yapmakta oldukları şeyleri soracağız.»

Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: 'Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: «Ben sizi, bana indirilen Kur'an ile apaçık bir uyarıcıyım. Allah tarafından Tevrat Musa'ya, İncil İsa'ya indirildiği gibi, Kur'an da bana indirilmiştir.» Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberimizden bahseden âyetleri Tevrat'tan ve İncil'den kaldırmışlardır. Böylece kitablârının bir kısmını inkâr edip, bir kısmını kabul etmişlerdir. Mekke müşrikleri de onlar gibi, Kur'ân-ı Kerîm'e, kimi sihir, kimi şiir, kimi de geçmiş kavimlerin kıssalarıdır demişlerdir. Müşriklerin ileri gelenleri kendileri iman etmedikleri gibi, iman etmek isteyenlere de mani olmuşlardır. Allahü teâlâ bunu Peygamberine şöyle haber veriyor: «Yâ Muhammed, Rabbine yemin olsun ki, onların topuna yapmakta oldukları şeyleri soracağız. Küfür ve şirklerinin cezasını kıyamet günü mutlaka kendilerine vereceğiz.» Yüce Allah iman edenlere mükâfatını, iman etmeyenlere de cezasını verecektir. Hiç kimsenin ameli karşılıksız kalmayacaktır.»

94

«Sana buyurulanı açıktan açığa bildir. Ve müşriklere aldırış etme.»

95

«O islihzacılara karşı muhakkak ki biz sana yeteriz.»

96

«Onlar ki Allah'la beraber başka bir tanrı tanırlar. Onlar yakında bileceklerdir.»

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah tarafından kendisine gelen vahiyleri halka tebliğ ederken, kâfirler kendisi ile alay etmişlerdir. Bununla da kalmayarak iman etmek isteyenlere mani olup, imandan alıkoymaya çalışmışlardır.- Onların iman etmeyişlerine ve yaptıklarına Peygamberimiz çok üzülür. Bunun üzerine Yüce Allah, sevgili Peygamberini teselli için bu âyeti inzal edip şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, sana bildirileni açıktan açığa bildir. Müşriklerin sözlerine aldırış etme, onları kendi haline bırak.' O istihzacılara karşı muhakkak ki biz sana yeteriz. Onlar ki Allah'la beraber başka bir tanrı tanırlar. Onlar yakında azabımızı görecek ve bileceklerdir.»

Mekkeli müşrikler içinde Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile en çok alay eden ve iman etmek isteyenleri imandan alıkoymaya çalışan beş kişi vardır. Allahü teâlâ bunların hepsini bir gün ve bir gecede helak etmiştir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hac mevsiminde halkı İslâm'a davet için çıkar. O beş müşrik, âlemlere rahmet olarak gönderilen cihan Peygamberi ile alay ederler ve bütün yolları keserler, kimseyi onun yanına yaklaştırmazlar. Küfürlerini bütün şiddetiyle sergilerler. Cihan Peygamberine bir şey sormak isteyenlere de «Bu sihirbazdır, kâhindir, sakın söylediklerine inanmayın» diyerek iman etmek isteyenlere mani olurlardı. Hazret-i Muhammed onların yaptıklarına çok üzülür, üzüntülü bir halde iken Cebrail gelir, Velid ibn Mugire ile arasının nasıl olduğunu sorar. O beş kişiden biri Velid ibn Mugire idi. Peygamberimiz onun çok şerir birisi olduğunu söyler. Cebrail «Onun şerrini ben yok ederim» der. Tam o sırada Velid de hırkasını eline almış, sallana sallana gider. Yolda ok yapan birine uğrar, onunla muhabbet ederken hırkasının koluna bir ok takılır, farkına varmadan hırkayı giyerken ok koluna saplanır bir damarı keser. Kesilen damardan kan fışkırır, kanı bir türlü dindiremezler, bütün uğranmaları boşa çıkar, kan kesilmez. Büyük bir ızdırap içinde bağıra bağıra kısa zamanda can verir.

Onlardan biri de Vâil oğlu Âs'dır. Cebrail, Peygamberimize «Yâ Muhammed, Âs ibn Vâil ile aran nasıldır?» der. Peygamberimiz, Mugire gibi onun da çok şerir birisi olduğunu söyler. Cebrail «Ben onun şerrine mani olurum» der ve gider. O sırada Âs da bir yere gitmek için yola koyulur. Giderken ayağına bir diken batar, dikenin battığı yer hemen yara olur ve oradan başlayarak bütün gövdesi şişer, etleri lime lime çürüyüp dökülür. O da, Mugîre gibi büyük bir ızdırap içinde helak olur. Onlardan biri de Haris ibn Gaytala'dır. Onun da yolda giderken ayak topuğuna bir şey batar, gövdesi şişer, derdine kimse çare bulamaz, ızdırabı gittikçe artar, öylece geberip gider." Cihan Peygamberinin amansız düşmanlarından biri de Esved ibn Abdiyegûs'dur, onu da çok şiddetli bir hararet basar, ne kadar su içerse harareti bir türlü kesilmez, gittikçe artar, o da durmadan su içer ve aşırı su içtiğinden dolayı karnı patlar, böylece lâyık olduğu cezayı bulur. Onlardan biri de Abdülmuttalib'in oğlu Esved'dir. Kölesi ile bir gün yolculuğa çıkar, bir müddet gittikten sonra yoldaki bir ağacın altında otururlar. Cebrail gelip kafasını ağaca çarpar, yüzünü dikenlere batırır, bütün şiddetiyle bağırmaya başlar. Kölesinden kendisini kurtarmasını ister, kölesi «Seni kimden kurtaracağım, yanında kimse yok» der. Canı çıkana kadar Cebrail onun kafasını ağaca vurmaya devam eder. Ölürken «Beni Muhammed'in Tanrısı öldürdü» der. Böylece onlar lâyık oldukları cezayı görürler. O zaman Yüce Allah, bu âyet-i celileyi inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, o istihzacılara karşı muhakkak ki biz sana yeteriz. Onlar ki Allah'la beraber başka bir tanrı tanırlar ve onlar yakında bileceklerdir.»

Bu ilâhi kelâm bütün kâfirlere ve zâlimlere ta vâiddir. Bundan ibret alıp öğütlenmeyenleri ve imandan yüz çevirenleri mutlaka Allah'ın azabı yakalayacaktır.

97

«Yemin olsun ki, onların dediklerinden göğsünün daraldığını biliyoruz.»

98

«Sen hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.»

99

«Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ibadet et.»

Mekkeli müşrikler Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Peygamberliğini kabul etmeyerek hakkında olur-olmaz konuşurlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr ederler. Onların bu hareketine çok üzülen Peygamberimiz, Yüce Allah teselli için bu âyetleri inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, yemin olsun ki, onların dediklerinden göğsünün daraldığını biliyoruz. Onların inkâr ve seni yalanlamalarına aldırma. Onların bu hareketi seni meşgul edip üzmesin. Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ihlâsla ibadet et.» Yüce Allah, sevgili Peygamberine dünya işlerinin kendisini meşgul etmememesini ve ölene kadar Rabbine ibadet etmesini emrediyor. Bu emir onun şahsında bütün mü'minleredir. Bundan dolayı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Allahü teâlâ, bana hamd ve tesbih ile kendisine secde ve ibadet edenlerden olmamı vahyetti. Mal biriktirip tacirlerden olmamı emretmedi.» Yüce Halik, Peygamberine, mal biriktirip tacir olmasını emretmemiş, İslâm'ın özü ve imanın sembolü olan hamd ile tesbih edip secde edenlerden olmasını emretmiştir. Hazret-i Peygamber'in ümmetine yakışan da odur. Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçınarak, Peygamberine tâbi olmaktır. Resûlüllah'ın şefaatine ancak böyle nail olunur. Onun yolundan gitmeyenler şefaatine nail olamadıkları gibi, Allah'ın rahmetinden de istifade edemezler. Allah'ın rahmetine ve Peyğamber'in şefaatine nailiyet ancak Peygamber'e tâbi olup, yolundan gitmekle mümkün olur. Onun yolundan gidenler, ebedi saadete ve mutluluğa kavuşurlar.

0 ﴿