NAHL SÛRESİ Bu mübarek sûre Kur'ân-ı Kerîm'in on altıncı süresidir. Mekke'de nazil olmuştur. 128 âyettir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan gelen bir rivayete göre 95, 96 ve 97'nci âyetleri Hazret-i Hamza'nın şehadetinden sonra Medine'de nazil olmuştur. Diğer bir rivayete göre ise, 110 ve 126'ncı âyetleri Medine'de inmiştir. Nahl sûresinde birçok lâtif, bedii kudret eserleri gözler önüne serilmekte, tabiat alemindeki bütün varlıkların insanların emrine verildiği, insanın ise güzide bir mahlûk olup mümtaz bir varlığa sahip olduğu beyan edilmektedir. Böyle olmakl-a beraber beşeriyetin saadeti ve hidâyeti için peygamberlere, ve kitablara ihtiyaçları olduğu bildirilmektedir. Yüce Allah bu sûrede nimetlerini zikrederek insanları, bu nimetlerin şükrünü ifaya davet etmekte, amellerinden sorumlu tutulacaklarını ihtar buyurmaktadır. Yüce Allah, sûreye isim olan arının kendisine verdiği büyük bir kabiliyetle yaptıkları peteklere verdikleri hendesi şekillerin ne kadar önemli ve ne kadar dikkate şayan olduğunu gözler önüne sermekte ve ibret almamızı emretmektedir. Küçük bir varlığın, ilâhî ilham eseri, hârika bir san at ile maddi hayatımız için pek çok faydası olan bir gıdayı meydana getirmesine dikkatlerimizi çekmektedir. Allahü teâlâ bütün nimetlerini yeryüzünde bizim için sergilemekte ve bunlar için şükretmemizi emretmektedir. Bu sûre-i celilede bal arısından ve hünerlerinden bahsedildiği için, Nahl sûresi olarak isimlendirilmiştir. 1 «Allah'ın emri geldi. Artık onu vaktinden önce istemeyin. O, onların eş tutmakta oldukları şeylerden münezzehdir, yücedir.» İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şöyledir: Enbiyâ süresiyle Kamer sûresinin birinci âyetleri nazil olduğu zaman Mekkeli müşrikler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şöyle derler: «Yâ Muhammed! Sen kıyametin yaklaştığını söylüyorsun. Halbuki biz bugüne kadar hiçbir izine rastlamadık.» O zaman Allahü teâlâ yukarıdaki âyeti inzal eder ve şöyle buyurur: «Allah'ın emri geldi. Artık onu vaktinden önce istemeyin. O, onların eş tutmakta oldukları şeylerden münezzehdir, yücedir.» Kıyametin vakti ve kâfirlerin azab göreceği gün yaklaştı. Zira gelecek olan her şey yakındır. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah kıyamet vakti yaklaştığı için «geldi» buyurmuştur. Nahl sûresinin bu âyeti gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın benzi sararır, yerinden sıçrar, Cebrail'in azab ile geldiğini zanneder, telâşa kapılır. O zaman Yüce Allah şöyle buyurur: «Yâ Muhammed! Onun acele gelmesini boşuna istemeyin. Onun vukuu yakındır.» Allahü teâlâ kâfirlerin eş tutmakta oldukları şeylerden münezzehdir, yücedir. Ortağa ve çocuğa ihtiyacı yoktur. Zira her şeyi yoktan var eden O'dur, O, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır. 2 «O, kendi emriyle kullarından kimi dilerse ona vahiy ile melekleri indirir. Ve "Benden başka tanrı yoktur, benden sakının" der.» Allahü teâlâ dilediği kullarına Cebrail vasıtasıyla vahyedip emirlerini bildirir. Allah'ın insanların içinden peygamberlik vermek suretiyle seçtiği mümtaz kişiler, gönderildikleri toplumlara Allah'ın emirlerini ve yasaklarını bildirmekle mükelleftirler. Peygamberlerin görevi, insanları Allah'ın birliğine iman etmeye davet edip azabından korkutmaktır. Zira Allah'tan başka ilâh yoktur. Mutlak ma'bûd O'dur. 3 «O, gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Onların ortak koştukları şeyden münezzehdir.» 4 «İnsanı bir damla sudan yarattı. Böyleyken o nasıl da açıkça hasım kesildi.» Allahü teâlâ azametini ve kudretini beyan edip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, sizi yok iken bir damla sudan yaratan Halik, hakkı izhar etmek için gökleri ve yerleri yaratmıştır. Bunlar Allahü teâlâ'nın birliğine, yüceliğine delâlet etmektedir. O'nun şeriki yoktur. Böyle olmakla beraber insan bize karşı açıkça hasımlık yapar. Kudretimizi inkâr edip bize ortak koşar.» Ne gariptir ki, insan bir damla sudan yaratıldığını unutur, Yüce Allah'ın kudretini inkâr eder, ortak koşar. Übey b. Halef bir gün çürümüş bir kemik parçası alır, elinde iyice ufalar ve saçar. Sonra şöyle konuşur: «Yâ Muhammed! Sen ne acaip konuşuyorsun, çürümüş, toz haline gelmiş kemik kıyamet günü nasıl dirilecektir? Böyle bir şeyin gerçekleşmesi asla mümkün değildir. Sen hayal kuruyorsun.» Zâlim Übey b. Halef bu sözleriyle Yüce Allah'ın kudretini inkâr eder. 5 «Hayvanları da O yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Onların etlerini de yersiniz.» 6 «Akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken onlarda sizin için güzel bir zinet vardır.» 7 «Kendi kendinize zor varacağınız memleketlere yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz ki, Rabbiniz çok merhamet edicidir, çok merhamet edicidir.» Allahü teâlâ göklerdeki ve yerdeki bütün nimetleri insan için yaratmıştır. İnsanların maişetlerini te’ınin etmek için, yeryüzünü etinden, sütünden, derisinden, yününden ve diğer özelliklerinden istifade etmek için hayvanlar halketmiştir. Bütün bu hayvanların etin den ve sütünden istifade edildiği gibi, derisinden ve yününden de çeşit çeşit elbiseler yapılır, yünlerinden insanların mübrem ihtiyacı olan yatak yorgan gibi şeyler de elde edilir. Ayrıca bazı hayvanlar da insanların üzerlerine binmeleri ve yüklerini taşımalar için yaratılmıştır. İnsanlar gıda ihtiyaçlarını bunların etlerinder sütlerinden ve yağlarından istifade etmek suretiyle, giyim ihtiyaç larını derilerinden ve yünlerinden yararlanmak suretiyle, nakliya ihtiyaçlarını da güçlerinden istifade etmek suretiyle giderirler. Bütün bunlar Allah'ın kullarına bir lütfudur. Bu hayvanların sabahleyin otlaklarına gidip akşam yerlerine dönmelerinde bile insanlar için zevk veren birçok özellikler vardır. Bütün bunlar Allah'ın vahdaniyetine delâlet etmektedir. Düşünebilenler bütün bunlardan ibret alır, Allah'a şirk koşmaktan sakınır, verdiği nimetlere karşı şükreder. Zira bu nimetlerin hiçbiri tesadüfen verilmediği gibi, boşun, da yaratılmış değillerdir. İnsanların bütün bunlardan istifade ederek Rablerine karşı olan kulluk görevlerini hakkıyla yapmaları istenmektedir. Daha sonra Allahü teâlâ verdiği nimetlerin bir kısmını zikretmiştir. 8 «Atları, katırları ve merkepleri de sizin için binek ve süs hayvanı olarak yaratmıştır. O daha bilmediğiniz nice şeyleri de yaratır.» Allahü teâlâ, en üstün varlık olarak yarattığı insanın yeryüzündeki ihtiyaçlarını gidermek için binek hayvanları olarak at, katır, merkepler yaratmıştır. Ta ki, insanlar bunların vasıtasıyla uzak yerlerdeki ihtiyaçlarını gidersinler, yüklerini taşısınlar, savaş esnasında harb malzemelerini bir yerden diğer yere nakletsinler ve bunlara bakarak Allah'ın kudretini anlasınlar. Böylece Allahü teâlâ'nın her şeye kadir olduğunu, ortağı ve yardımcısı bulunmadığını bilsinler ve tasdik etsinler. Dolayısıyla Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükretsinler, nankörlükte bulunmasınlar. Çünkü Yüce Allah bütün nimetlerini kullarının dünyada huzur ve rahat içinde yaşamaları için emirlerine âmâde kılmıştır. Durum böyle olunca bütün bu nimetleri kullarına takdim eden Yüce varlığın birliğini tasdik edip nimetlerine şükretmek gerekir. İşte o zaman Rezzâk-ı âlem olan Allah, kullarına verdiği nimetleri daha da artırır, âhiret nimetleriyle de mükâfatlandırır. Kulun görevi zaten verilen nimetlere şükretmektir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'a at etinin yenilip yenilmeyeceğini sorarlar. O da at etinin yenmesini çirkin görür ve yukardaki âyeti delil getirir ve şöyle der: «Bunlar binek ve zinet için yaratılmıştır. Dolayısıyla etlerinin yenilmesi çirkindir.» İmam-ı A'zam Hazretleri de İbn Abbas Hazretleri'nin kavline uyarak at etinin yenilmesinin tahrimen mekruh olduğunu söylemiştir. İnsanoğlunun Allah'ın yaratmış olduğu her şeyi bilmesi ve anlaması mümkün değildir. Nitekim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Allahü teâlâ, içinde yaşadığımız dünyadan otuz kat daha büyük bir arz yaratmıştır. Ve içi mahlûkatla doludur. Onlar yeryüzündekilerin göz açıp kapayıncaya kadar bile Yüce Allah'a isyan edebileceklerini düşünemezler. Çünkü kendileri için isyan asla söz konusu değildir.» Resûlüllah'a o yaratıkların insan olup olmadığı sorulur. Peygamberimiz de «Onlar, Allahü teâlâ'nın yeryüzünde insan yarattığını bilmezler» diye cevap verir.- Ey Allah'ın Resulü, şeytan onları Allah'a isyan etmeye sevketmiyor mu, diye sorulduğunda Peygamberimiz «Onların şeytanın yaratıldığından haberleri yoktur» cevabını verir. Ve şu âyeti okur: «Daha bilmediğiniz nice şeyleri de yaratır.» 9 «Doğru yolu bildirmek Allah'a aittir. Onun eğri olanı da vardır. Allah dileseydi, hepinizi birlikte doğru yola iletirdi.» Allahü teâlâ kullarına hem hidâyet hem de dalâlet yollarını göstermiş, onları peygamberleri vasıtasıyla hidâyete davet etmiştir. Fakat Yüce Allah doğru yolu göstermesine rağmen insanların birçoğu hakikati kabul etmeyerek dalâlete sapmışlardır. Yahudiler ve Hıristiyanlar bunlardandır. Allahü teâlâ imana lâyık olanları hidâyete erdirir, olmayanları ise dalâlette bırakır. Çünkü Yüce Allah kimin iman edeceğini, kimin etmeyeceğini ilm-i ezelîsinde bilir ve ona göre ya imanı nasip eder veya dalâlette bırakır. 10 «Size semadan su indiren O'dur. Ondan içersiniz. Ve hayvanlarınızı otlattığınız bitki de onunla biter.» 11 «Onunla sizin için ekinler, zeytinler, hurma ağaçları, üzümler ve türlü türlü mahsuller yetiştirir. Düşünen kimseler için bunda ibretler vardır.» Allahü teâlâ, bulutlar vasıtasıyla gökten yağmur indirir, insanların istifade etmesi için göller, nehirler, pınarlar oluşturur. Böylece su ihtiyacınızı da giderirsiniz. Yine yağmur sayesinde yeryüzünde otlaklar, ormanlar, çeşit çeşit sebzeler, türlü türlü meyveler, cins cins mahsuller meydana gelir. Bütün bunların tatları, kokuları, renkleri, birbirinden farklıdır. Hiçbiri diğerine benzemez. Düşünebilen kimseler için bunlarda ibretler vardır. Ve herbiri Allahü teâlâ'nın varlığını, birliğini, kudretini ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını isbat etmektedir. 12 «Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi. Yıldızlar da onun emrine boyun eğmişlerdir. Bunların herbirinde aklını kullanacaklar için ibretler vardır.» Yüce Allah gündüzü kullarının maişetlerini te’ınin etmeleri, geceyi ise istirahat etmeleri için yaratmıştır. Güneşi, ayı ve yıldızları da kudretine delâlet eden birer alâmet olarak vücûda getirmiştir. Geceyle gündüz birbirini takip ettiği gibi, güneş, ay ve yıldızlar da kendilerine ayrılan daire içinde hareketlerini sürdürürler. Ve hepsi bir hesaba göre hareket etmektedir. Geceyle gündüzün birbirini takip etmesinde, güneşin ve ayın doğmasında ve batmasında, yıldızların ve gezegenlerin gökyüzünü kandiller" gibi süslemesinde düşünebilenler için büyük hikmetler ve ibretler vardır. Bütün bunların hepsi Allah'ın varlığının ve kudretinin açık birer delili değil midir? Selim akıl sahibi kimselerin bundan şüphe etmesi asla mümkün değildir. 13 «Yeryüzünde rengârenk şeyleri sizin için O yaratmıştır. Öğüt alan kimseler için bunda ibretler vardır.» Bütün nimetleri kullan için yaratan Yüce Allah, yeryüzünde de rengârenk meyvaları, çeşit çeşit sebzeleri, cins cins ürünleri istifade etmeleri için emirlerine vermiştir. Öğüt alan kimseler için bunlarda ibretler vardır. Bunların hepsi, Allah'ın kudretine delâlet etmektedir. 14 «Taze et yemeniz, giyeceğiniz süs eşyanızı çıkarmanız ve Allah'ın bol nimetinden istifade etmeniz için denize boyun eğdiren O'dur. Nitekim gemilerin onu yara yara gittiğini görürsünüz. Belki artık şükredersiniz.» Allahü teâlâ, denizleri de kullarının emrine vermiştir. Denizlerin insanlara birçok faydası vardır. Et ihtiyaçlarının büyük bir kısmı, deniz ürünü olan balıklarla giderilir.. Ayrıca denizlerden inci, yakut ve mercan gibi zinet eşyaları elde edilir. Kara yoluyla ulaşamayacakları yerlere denizde hareket eden gemiler vasıtasıyla gidilip gelinir. Böylece insanlar uzak me saf elerdeki ihtiyaçlarını da karşılamış olurlar. İşte bütün bu nimetler Allah'a şükretmek için verilmiştir. Akıl sahipleri bu nimetlere bakarak Allah'ın azametini ve kudretini anlarlar. O her şeye kadirdir. 15 «Yeryüzünde sarsılmayasınız diye sabit dağlar, nehirler ve yollar koymuştur. Belki onunla doğru yolu bulasınız diye.» 16 «Yıldızlarla da, alâmetlerle de onlar yollarını bulurlar.» 17 «Hiç yaratan yaratmayan gibi midir? Hâlâ ibret almaz mısınız?» Allahü teâlâ yeryüzünü yaratıp suyun üzerine döşek gibi yaydıktan sonra sarsılmasını önlemek için koca koca dağları üzerine dikmiştir. Bu dağlar vasıtasıyla yerkürenin dengesi sağlanmıştır. Yine kullarının istifade etmesi için yeryüzünde ırmaklar akıtıp yollar meydana getirmiştir. Bütün bunların maksadı insanların doğru yolu bulmasıdır. Bütün bunları yaratan Hâlik-ı Zülcelâl ile hiçbir şey yaratamayan bir olur mu? Elbette bir olmaz. İşte bütün bunlar Allah'ın varlığının birer delilidir. İbadete lâyık ancak Allah'tır. O'ndan başkasına ibadet edenler, sapıklığa düşüp helak olmuşlardır. 18 «Allah'ın nimetini birer birer saysanız icmal suretiyle bile sayamazsınız. Seksiz şüphesiz Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» Allahü teâlâ göklerdeki ve yerdeki bütün nimetleri insanlar için yaratmıştır. İnsanlar, Allah'ın verdiği bütün bu nimetleri saymaya kalksalar ne kadar olduğunu icmalen bile sayamazlar ve bir tesbitte bulunamazlar. Allah'ın nimetlerinin sayısı o kadar büyüktür ki insanın ömrü bunları saymaya yetmez. Yüce Allah bu kadar nimeti kullarının dünya ve âhiret saadetini te’ınin etmeleri için yaratmıştır. Ne kadar şükredersek edelim, Allah'ın vermiş olduğu nimetlerden sadece birinin bile şükrünü hakkıyla yapmamız mümkün değildir. Bütün bu nimetler kendisine verilen ve bir tekinin bile şükrünü eda etmekten aciz olan insan, nasıl oluyor da böyle bir nankörlükte bulunabiliyor? Halbuki kulun asıl vazifesi, yaratana kulluk etmek ve nimetlerine karşı şükürde bulunmaktır. Çünkü Allah gafurdur, küfürden dönmek suretiyle tevbe edenlerin günahlarını bağışlar, kusurlarını afveder. 19 «Allah gizlediklerinizi de, açığa vurduğunuzu da bilir.» 20 «Allah'ı bırakıp taptıkları şeyler hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların kendileri yaratılmıştır.» 21 «Onlar ölüdürler. Diri değillerdir. Ne zaman dirileceklerini de fark edemezler.» Bunca nimet kentlisine verilen insanoğlunun Rabbine şükredip etmediğini Yüce Allah zaten bilir. Zira hiçbir şey O'nun bilgisinin dışında değildir. Ne yazık ki, Allah'ın kendilerine bu kadar değer verdiği insanlardan bir kısmı Rablerini bırakır, elleriyle yaptıkları putlara taparlar. Halbuki taptıkları o putların hiçbir şey yaratmaya veya yok etmeye güçleri yetmez. Çünkü onların kendisi de yaratıktır. Üstelik onlar ölüdürler. Nitekim Yüce Allah bu hususu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın nimetini birer birer saysanız, icmal suretiyle bile sayamazsınız. Seksiz şüphesiz Allah çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir. Allah, gizlediklerinizi de, açığa vurduğunuzu da bilir. Allah'ı bırakıp taptıkları şeyler hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların kendileri yaratılmıştır. Onlar ölüdürler. Diri değillerdir. Ne zaman dirileceklerini de fark edemezler.» 22 «Sizin tanrınız tek bir Tanrı'dır. Ahirete inanmayanların kalbleri inkâr edicidir ve onlar büyüklük taslarlar.» 23 «Şüphesiz Allah onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. Hakikat O, büyüklük taslayanları sevmez.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede kendisinin vahdaniyetini beyan edip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, sizin tanrınız tek bir Tanrı'dır. O'na kulluk yapın. Çünkü O'nun bir benzeri, bir ortağı yoktur. O'ndan başka edinmiş olduğunuz ma'budların hepsi bâtıldır.» Ancak âhirete inanmayanlar Yüce Allah'a eş koşarlar ve ibadet etme hususunda büyüklenirler. Halbuki Allahü teâlâ onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. Yüce Allah iman nimetinden yüz çevirmek suretiyle yeryüzünde kibirlik taslayanları asla sevmez. Zira kibirlenmek şeytanın sıfatıdır. Nitekim, bu özelliğinden dolayı ilâhî rahmetten uzaklaştırılmıştır." Durum böyle olunca kibirlilik taslayanlar şeytanın sıfatıyla sıfatlandıklarından Allah'ın sevgisinden uzak olurlar. Übey b. Kâ'b (radıyallahü anh)'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Dünyada kibirlilik taslayanlar, kıyamet günü mahşer yerine zelil ve hakir olarak getirilecektir. Onlara her taraftan hakaret edilir.» 24 «Onlara: "Size Rabbiniz ne indirdi?" denildiği zaman "Evvelkilerin masallarını" derler.» 25 «Bununla onlar kıyamet günü kendilerinin bütün yüklerini taşıdıktan başka bilgisizlikle baştan çıkardıklarının yüklerini de sırtlarlar. Dikkat edin, ne kötüdür, yüklendikleri yük.» İmam-ı Süddî (radıyallahü anh) şöyle rivayet etmiştir: «Kureyş'in ileri gelenleri bir yere toplanırlar ve aralarında şöyle konuşurlar: Muhammed, çok tatlı dilli birisidir. Kiminle konuşsa etkisi altına alır ve kendi dinini kabul ettirir. Dinini yaymaması için bütün yolları keselim, onunla kimseyi görüştürmeyelim.» Mekkeli müşrikler, aralarında almış oldukları bu kararı tatbik etmeye başlarlar. Bir gün Mekke'nin dışında bulunan kabilelerden biri Peygamberimizle görüşmek üzere elçiler gönderir. Elçiler Mekke'ye gelip daha Peygamber (aleyhisselâm)’ın yanına varmadan müşrikler tarafından yolları kesilir, niçin geldikleri sorulur. Elçiler ise cevaben Muhammed'i görmeye gittiklerini söylerler. Müşrikler de kendilerinin Mekke'nin eşrafı olduklarını bildirirler. Niyetleri psikolojik baskı yapıp, kendilerinin güvenilir kimseler olduğu intibaını vermekti. Maksat, elçilerin Muhammed hakkında kendilerinden bilgi edinmeleriydi. Ve onların Muhammed'üı yanına gitmelerine engel olmaktı. Yüce Allah, bu olay üzerine yukarıdaki âyeti indirmiş ve hallerini beyan ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, o yalancılara Rabbinizden Muhammed'e ne indirildi diye sorulsa onlar, Muhammed'e evvelkilerin masalları indirildi derler. O kâfirler seni ve Kur'an'ı inkâr ettikleri için kıyamet günü kendi günahlarını yüklendikleri gibi, iman etmelerine engel oldukları kimselerin günahlarını da taşıyacaklardır. Çünkü onlar kendileri iman etmedikleri gibi, iman etmek isteyenlere de engel olup küfürde kalmalarına vesile olmuşlardır. Bir insanı hayra teşvik etmek, o hayrı yapmış gibi mükâfat elde etmeye, şerre teşvik etmek ise o şerri işlemiş gibi cezalandırılmaya sebeb olur. O günah yükü ne kötü bir yüktür ki, onlar onu taşırlar. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Kim İslâm'a aykırı bir şey ihdas ederse, ona tâbi olanların herbirinin işlemiş olduğu günahların aynısı ihdas eden kimsenin üzerine yazılır. Kıyamete kadar o ameli işleyenlerin günahlarına ortak olur. Mü’minlerin günlük günahları beş vakit namazla, haftalık günahları kıldıkları Cuma namazıyla, yıllık günahları da tuttukları oruçla silinir. Bütün bu ibadetler mü’minlerin işledikleri günahların keffaretidir. Kâfirlere gelince, onlar ne kadar iyi amel yaparlarsa yapsınlar, günahları asla bağışlanmaz. Çünkü günahın bağışlanması için ilk şart imandır. Halbuki onlar imandan yüz çevirmek suretiyle küfre girmişlerdir. Dolayısı ile yaptıkları her amel boşa gitmektedir. Mekkeli müşrikler elçilere şöyle derler: «Muhammed yalancının biridir. Ona tâbi olanlar, fakirler ve kölelerdir. Onlarda ise hayır yoktur. Bizlerden hiç kimse Muhammed'e tâbi olmadı. Siz onlara sakın yaklaşmayın.» Müşriklerin bu şekilde konuştuğunu gören bazı elçiler Peygamberimiz'e uğramadan döner gider. Bir kısmı ise şöyle der: «Biz uzak bir yerden geldik. Onu görmeden gitmeyiz. Hakkında bilgi edinmeden kavmimize dönersek, kendilerine ne cevap vereceğiz? Muhammed hakkında bilgi sahibi olmalıyız ki, kavmimizin sorduğu sorulara cevap verebilelim.» Bu şekilde konuşan elçiler müşrikleri dinlemezler ve Müslümanlarla görüşürler, Resûlüllah hakkındaki düşüncelerini sorarlar. Müslümanlar da elçilere şöyle cevap verirler: «Muhammed bizi bir olan Allah'a iman etmeye çağırıyor, putlara tapmayı yasaklıyor, herkese iyiliği emrediyor, kötülüklerden sakındırıyor, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi ortadan kaldırıyor, bizi dünya ve âhiret mutluluğuna çağırıyor.» Bu sözleri duyan elçiler derhal İslâm'ı kabul ederler, memleketlerine döndükleri zaman kavimlerini de İslâm'a davet ederler. 26 «Kendilerinden öncekiler de düzen kurmuşlardı. Bunun üzeririne Allah binalarının temelini çökertti de tavanları başlarına yıkıldı. Hem bu azab onlara şuurlarının ermeyeceği taraftan gelmişti.» Hazret-i Peygamber'in yanına gelmek isteyenlere engel oldukları gibi, daha önceki peygamberlerin iman etmeyen kavimleri de peygamberlerinin yanına gelen kimselere engel olmuşlardır. Allah da onların bu hilelerini başlarına geçirmiştir. Yüce Mevlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Kendilerinden öncekiler de düzen kurmuşlardı Bunun üzerine Allah binalarının temelini çökertti de tavanları başlarına yıkıldı. Hem bu azab onlara şuurlarının ermeyeceği bir taraftan gelmişti.» Nemrud b. Kenan, Allahü teâlâ ile mücadele etmek maksadıyla yüksekliği sekiz bin arşın olan bir kule yaptırır. Aklınca Allah ile mücadele etmek için oraya çıkar. O mücadele ededursun Cebrail gelir, kanadıyla kuleye vurur ve yerle bir eder. Böylece Nemrud lâyık olduğu cezayı görür. 27 «Sonra da kıyamet gününde onları rezil eder. Ve der ki: "Haklarında tartıştığınız benim ortaklarım nerede?" Kendilerine ilim verilenler derler ki: "Bugün doğrusu rezillik ve zillet kâfirlerindir".» 28 «Melekler kendilerine zulmetmiş olanların canım alırken "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" diyerek teslim olurlar. Hayır, Allah sizin neler yaptığınızı bilir.» 29 «O halde, ebedî içinde kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük tamlayanların durağı ne kötüdür.» Allahü teâlâ, iman etmeyenleri sadece dünyada azaba uğratmakla bırakmaz, âhirette de inkâr ve küfürlerinin karşılığı olarak onları ebedî cehennem azabı ile cezalandırır. Ve şöyle der: «Hani, mü’minlerle haklarında tartıştığınız benim ortaklarım nerede? Neden onları yardımınıza çağırmıyorsunuz? Halbuki siz dünyada iken onlara tapıyor ve bize ortak koşuyordunuz.» Bu ilâhî hitap karşısında kâfirlerden hiçbir ses çıkmaz, mahşer yerinde rezil rezil bek-;«rler. Fakat meleklerden veya mü’minlerden kendilerine ilim verilen ehl-i ma'rifet ise şöyle derler: «Doğrusu bugün rezillik ve zillet kâfirlerindir.» Onlar dünyada iken, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayarak kendilerine zulmetmişlerdir. Kendilerine zulmedenlerin canlarını Azrail alırken, gözlerinin önünden perde kalkar azabı görürler ve şöyle derler. «Biz hiçbir kötülük yapmıyor ve Allah'a şirk koşmuyorduk.» O zaman Yüce Allah -Hayır, siz Allah'a şirk koşuyordunuz, O, sizin neler yaptığınızı bilir. Ona göre mükâfat ve mücâzatmızı verir. Herkes amelinin karşılığını görecektir.» Bütün mahlûkat mahşer yerine gelip sorguya çekildikten sonra, cehennemin bekçileri kâfirlere şöyle derler: «Ey iman etmeyenler, burası size vaad olunan cezanızı çekeceğiniz cehennemdir. Şimdi içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin, işte burası büyüklük taslayanların durağıdır. İmandan yüz çevirip büyüklük taslayanların durağı ne kötüdür.» Böylece iman etmeyenler ebedî kalacakları cehenneme girerler. 30 «Müttakilere: "Rabbiniz ne indirdi" denildiği vakit onlar da "Hayır" derler. Bu dünyada iyi davrananlara iyilik vardır, âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu hakikat ne güzeldir.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekkeli müşrikler dışarıdan gelen elçilerin Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüşmelerine engel olmak için yollara adamlar yerleştirirler. Bunun üzerine Peygamberimiz, elçileri karşılamaları için bazı mü’minleri görevlendirir. Müşriklerin Peygamberimizle görüşmeden geri çevirdikleri elçileri görevli mü’minler yakalarlar ve şöyle derler: «Müşrikler, Muhammed hakkında yalan söyleyerek "Onunla görüşmenize engel oluyorlar. Halbuki Muhammed hak Peygamber'dir. İnsanları Allah'a iman etmeye davet ediyor. Putlara tapmayı yasaklıyor. Akrabayı ziyaret etmeyi emrediyor. Kötülüklerden sakındırıyor".» Bu hâdise üzerine yukarıdaki âyet-i celile nazil olur ve şöyle buyurulur: «Müttakilere "Rabbiniz ne indirdi" denildiği vakit onlar da "Hayır" derler. Bu dünyada iyi davrananlara iyilik vardır, âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu hakikat ne güzeldir. Zira âhiret yurdu ebedîdir, dünya hayatı gibi geçici değildir. Daha sonra Yüce Allah âhirette müttakilere verilecek olan makamları vasıflandırmıştır.' 31 «Adn cennetlerine girerler. Onların altlarından ırmaklar akar. Orada diledikleri kendilerinedir. Allah, müttakileri işte böyle mükâfatlandırır.» 32 «Ki bunlar meleklerin pak ve asude olarak canlarını alacakları kimselerdir. "Selâm size, yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin" derler.» Allahü teâlâ, bu âyet-i celilede muttaki kullarına âhirette vereceği nimetleri bir kere daha beyan ediyor. Müttakilere, imanlarının ve güzel amellerinin karşılığı olarak içinde ebedi olarak kalacakları cennetler verilir. Öyle cennetler ki, köşklerinin altından baldan ve sütten ırmaklar akar. Orada ne dilerlerse kendilerine verilecektir. Allah muttaki kullarını işte böyle mükâfatlandırır. Allah'ın dostları olan muttaki kullar dünya hayatım terk edip âhiret yolculuğuna çıkarken Azrail (aleyhisselâm) kendilerini incitmeden ruhlarını pâk ve asude bir şekilde alır. Ölümün acısını asla hissetmezler. Bütün yaratıklar mahşer yerine toplanıp herkes hesaba çekildikten sonra, cennetin bekçileri onlara «Selâm size, ey Allah'ın muttaki kulları. Dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak haydi cennete girin» diye nida ederler. İşte, Allah'ın muttaki kullarına kıyamet günü verilecek olan mükâfat budur. Bundan daha büyük bir mükâfat düşünülebilir mi? 33 «Onlar kendilerine meleklerin veya senin Rabbinin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, ancak onlar kendilerine zulmettiler.» Yâ Muhammed! Kâfirler ölüm meleğinin kendilerine gelip canlarını almasını mı veya Rabbinin emrinin üzerlerine gelmesini mi bekliyorlar? Hâlâ küfürlerinde ısrar mı ediyorlar? Kendilerinden önceki kavimler de peygamberlerini yalanlamışlar, küfürde ısrar etmişler, neticede helak olmuşlardı. Onların helak oluşu inkârlarının bir cezasıdır. Yoksa Allah onlara asla zulmetmemiş, onlar inkâr etmek suretiyle kendilerine zulmetmişlerdir. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor «Onlar kendilerine meleklerin veya senin Rabbinin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardır. Allah onlara zulmetmedi, ancak onlar kendilerine zulmettiler.» Allah hiçbir kuluna zulmetmez. Kul zulmü kendi ister. Allah kullarını, zulmetmek için yaratmamıştır. 34 «Bunun için işledikleri kötülüklere uğradılar ve alay ettikleri şey onları kuşattı.» Bu âyet-i celîlede de ifade edildiği gibi, Yüce Allah hiçbir kuluna azab etmez. Kulun karşılaştığı ceza amellerinin mukabilidir. İyi amel işleyenler mükâfatlarını, kötü işler yapanlar da cezalarını göreceklerdir. Nitekim .Yüce Allah kâfirler hakkında şöyle buyuruyor: «Bunun için işledikleri kötülüklere uğradılar ve alay ettikleri şey onları kuşattı.» Allah mükâfat yeri olan cenneti, mücâzat mahalli olan cehennemi kulları için yaratmıştır. 35 «Şirk koşanlar dediler ki; "Eğer Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başka hiçbri şeye tapmaz, onun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne düşer?» Allah'a eş koşanlar şöyle demişlerdi: 'Eğer Allah dileseydi, biz de atalarımızla birlikte Allah'a şirk koşup putlara tapmazdık. O'nun emirlerinin dışına çıkmazdık. Haram kıldığını haram, helâl kıldığını helâl sayardık. O'nun dilediğini yapar, dilemediğinden kaçınırdık.» Halbuki kendilerinden öncekiler de aynı yalanları söylemişler, aynı iftirada bulunmuşlardı. Haklı olduklarını isbat etmek için de kendilerine göre deliller ileri sürmüşlerdi. Allah'a isnad ettikleri yalanlar kendilerini hidâyete değil, felâkete götürmüştü. Yüce Allah, kullarının hidâyete ermesi için peygamberler göndermiş, emirlerini ve yasaklarını o peygamberler vasıtasıyla bildirmiştir. Allah'ın emirlerine itaat edip peygamberlere tâbi olanlar hidâyete ermiş, karşı çıkıp isyan edenler ise sapıklığa düşüp helak olmuşlardır. Peygamberlerin görevi sadece Allah'ın emirlerini insanlara tebliğ etmekten ibarettir. Hidâyet ancak Allah'tandır. Allah'ın emrine, Peygamber'in getirdiklerine muhalefet edenler asla kurtuluşa ulaşamayacaklardır. Bu, inanmayanlara Allah'ın vaadidir. Allah, vaadinden asla dönmez. Aklı olanların ibret alıp Allah'ın ve Besûlü'nün emirlerine itaat etmeleri, yasaklarından kaçınmaları gerekir. 36 «Yemin olsun ki, her ümmete: "Allah'a ibadet edin ve putlardan kaçının" diye peygamberler göndermişizdir. İçlerinden kimini Allah hidâyete erdirdi, kinli de sapıklığı hak etti. Yeryüzünde gezin de peygamberleri yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün.» Allahü teâlâ emir ve yasaklarını insanlara bildirmek için her ümmete peygamber göndermiştir. Önce peygamberleri vasıtasıyla onlara imanı, küfrü, iyiyi kötüyü, hakkı bâtılı, helâli haramı, hayrı ve şerri bildirmiştir. Peygamberler insanları Allah'a ibadete ve O'na eş koşmamaya davet etmiştir. Onların davetine uyanlar hidâyete kavuşmuş, uymayanlar ise dalâlete düşüp helak olmuştur. Allah, peygamber göndermeden hiçbir toplumu helak etmemiştir. Kendilerine peygamber gelen toplumların içlerinden, kimi iman etmiş, kimi iman etmemiştir. İman etmeyip peygamberlerim yalanlayanlar inkâr ve küfürlerinin cezasını görmüşlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: '«Yemin olsun ki, her ümmete: "Allah'a ibadet edin ve putlardan kaçının" diye peygamberler göndermişizdir. Sonra Allah içlerinden kimine hidâyet vermiş, kiminin üzerine de sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde gezin de peygamberleri yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün.» 37 «Onların hidâyeti bulmalarını ne kadar özlesen ve bunun için çalışsan muhakkak ki, Allah dalâlete saptırdığım hidâyete erdirmez. Onların bir yardımcıları da olmaz.» Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, iman etmeyenlerin hidâyeti bulmalarını ne kadar özlesen ve bunun için ne kadar çalışsan muhakkak ki, Allah'ın dalâlete saptırdığını asla hidâyete erdiremezsin. Çünkü onların kalbleri mühürlenmiştir. Onları Allah'ın azabından kurtaracak hiçbir yardımcıları da yoktur.» Allahü teâlâ ilm-i ezelisinde kimin hidâyete ereceğini, kimin de dalâlette kalacağını biliyordu. Buna rağmen kendilerine önce peygamberler göndermiş, onları hakka davet" etmiştir. Peygamberlerin davetine uyanlar hidâyete kavuşmuş, uymayanlar ise dalâlete düşüp helak olmuşlardır. . 38 «Onlar: "Ölecek kimseyi Allah diriltmez" diye olanca güçleriyle yemin ettiler. Hayır, bu, O'nun dosdoğoru bir vaadidir. Fakat insanların çoğu bilmezler.» Kâfirler öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr etmişlerdir. Allahü teâlâ kıyamet günü bütün canlıları dirilteceğini, hepsini mahşer yerine toplayıp hesaba çekeceğini vaadetmiştir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Öldükten sonra dirilmeyi, hesaba çekilmeyi, cennet ve cehennemi inkâr etmişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar: "Ölecek kimseyi Allah diriltmez" diye olanca güçleriyle yemin ettiler. Hayır, bu O'nun üzerinde hak bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.» 39 «Üzerinde ihtilâfa düştükleri şeyi onlara açıklasın ve küfredenler gerçekten yalancı olduklarını bilsinler dîye dirilteçektir.» 40 «Bîr şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece «ol» demekten ibarettir. O da derhal oluverir.» Allahü teâlâ kıyamet günü bütün insanları üzerinde ihtilâfa düştükleri şeyi kendilerine açıklasın ve küfredenler gerçekten yalancı olduklarını bilsinler diye dirütecektir. Kıyamet günü bütün canlıları tekrar diriltmek Yüce Allah için çok kolaydır. O, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece «ol» der, o da derhal oluverir. Zira Hâlik-ı Mutlak her şeyi yoktan var etmiştir. Kıyamet günü bütün canlıları diriltmek elbette yoktan var etmekten daha kolaydır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece «ol» demekten ibarettir. O da derhal oluverir.» 41 «Zulmedildikten sonra Allah yolunda hicret eden kimseleri andolsun ki, dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür, şayet bilselerdi.» İlk Müslümanlar müşrikler tarafından Mekke'de çeşitli zulüm ve işkencelere uğramışlardır. Onlar, kendilerine yapılan zulüm ve işkencelere göğüs gererek mallarını ve mülklerini Mekke'de bırakıp Allah yolunda hicret etmişlerdir. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Zulmedildikten sonra Allah yolunda hicret eden kimseleri yemin olsun ki, dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür şayet bilselerdi. Onlar sabreden ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.» Mekke'den hicret eden mü’minler Medine'nin en mümbit yerine yerleşmişler, orada çeşitli nimetlere ve ganimet mallarına nail olmuşlardır. Oradaki yaşantıları Mekke'dekinden daha üstün ve daha müreffehtir. Bu, onların dünyada sahip oldukları mükâfattır. Âhiret mükâfatı ise elbet daha büyük ve daha güzeldir. 42 «Onlar sabreden ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.» Bu âyet-i celile şu zatlar hakkında nazil olmuştur: Bilâl, Süheyl, Habbab, Ammar, Abis ve Ebû Cendel. Bunlar hicretten sonra Mekke'de kalmışlar, dinlerinden dönmeleri için kendilerine müşrikler tarafından büyük zulüm ve işkence yapılmıştır. Onlar kendilerine yapılan bunca zulüm ve işkenceye rağmen dinlerinden dönmemişler, müşriklerin yaptıklarına göğüs germişlerdir. Süheyl, bütün servetini vererek müşriklerin elinden kurtulmuş, Medine'ye hicret etmiştir. Diğer mü’minler ise müşriklere verecek bir şey bulamadıkları için, onların dediklerini yapmışlar, sonra bir fırsatını bulup gizlice Medine'ye hicret etmişlerdir. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Kendilerine yapılan zulme sabredip, yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir, onlar.» Onlar dinleri uğruna her şeylerini feda edip hicret eden ve sadece. Allah ve Resûlü'nün rızasını kazanmak için cihad edenlerdir. Bunun için de her şeye katlanmışlardır. 43 «Senden evvel kendilerine vahyeder olduğumuz erkeklerden başkasını biz peygamber göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilgi sahiplerine sorunuz.» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkeli müşriklere peygamber olduğunu söyleyip kendilerini İslama davet edince, onlar da peygamberimizin risaletini inkâr edip şöyle demişlerdir: «Allahü teâlâ bize insandan peygamber göndermez. Eğer peygamber göndermek isteseydi meleklerden peygamber gönderirdi.» Bunun üzerine Allahü teâlâ onların bu iddialarını reddetmek için bu âyeti' inzal edip şöyle buyurmuştur-. «Yâ Muhammed, biz senden evvel de kendilerine vahyeder olduğumuz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Senin peygamber olduğunu tasdik ederlerse ne âlâ, eğer peygamber olduğunda şüpheleri varsa, Tevrat ve İncil bilginlerine sorsunlar. Zira Tevrat'ta ve İncil'de senin vasıfların ve sıfatların mevcuttur. Biz, senden önceki peygamberleri de açık mucizeler ve kitaplarla gönderdik. Onlar da senin gibi birer insandı, hiçbiri melek değildi. Biz hiçbir meleği insanlara peygamber olarak göndermedik. Sana da, insanlara indirilen hükümleri açıklayasın diye Kur'an'ı indirdik. Belki onlar bunu düşünüp, maksadını anlayarak iman ederler.» 44 «O peygamberleri açık mucizeler ve kîtablarla gönderdik. Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye Kur'an'ı indirdik, belki düşünürler.» Yüce Allah bütün peygamberleri kavimlerine açık mucizeler ve delillerle göndermiştir. Peygamberleri vasıtasıyle insanlara hakkı -batılı, helâli-haramı, imanı-küfrü, hayrı-şerri, iyiyi-kötüyü bildirmiştir. Bunları düşünüp iman edenler hidâyete, iman etmeyenler ise dalâlete düşüp helak olmuşlardır. 45 «Kötü işler düzenleyenler Allah'ın kendilerini yere batırmasından, yahut haberleri yok iken üzerlerine ansızın azap gelmesinden emin mi bulunuyorlar?» Yeryüzünde fesad çıkarıp kötü işler yapanlar, Allah'ın kendilerini Karun gibi yere batırmasından, yahut haberleri yok iken üzerlerine ansızın azabın gelmesinden emin olduklarını mı zannediyorlar? Onlar Allah'ın azabından asla emin olduklarını zannetmesinler. Yüce Allah, belki insafa gelip iman ederler diye, onların azabını bir müddet te'hir etmiştir. Çünkü O, rahimdir, kullarını esirger, yaptıklarının cezasını hemen vermez. 46 «Yahut onlar dönüp dolaşırken kendilerini yakalamasından mı? Ki Allah'ı âciz bırakacak değillerdir.» 47 «Yahut yok olmak endişesinde iken yakalamasından mı? Muhakkak ki Rabbin çok merhamet edici, çok merhamet edicidir.» Ey kâfirler, siz yeryüzünde çeşitli nimetlere sahip, istediğiniz her şeye mâlik olduğunuz halde gezip dolaşırken Allahü teâlâ'nın azabının ansızın sizi yakalamasından emin misiniz? Böyle bir akıbete uğrayacağınızı hiç aklınıza getirmediniz mi? Siz, Allah'ın bunca nimetlerinden istifade ediyor ve yine O'na şirk koşuyorsunuz. Siz yeryüzünde gezin-tozun ne yaparsanız yapınız Allah'ı asla âciz bırakamazsınız. Muhakkak ki O, çok merhamet edici, çok merhametlidir. Kullarının işlemiş olduğu günahları yüzünden hemen onları helak etmez. 48 «Onlar Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye bakmadılar mı ki, onların gölgeleri bile zelil zelil Allah'a secde ederek durmadan sağa sola dönerler.» Ey insanlar, siz Allah'ın yarattığı şeylere bakıp onlardan ibret almaz mısınız? Onların gölgeleri bile Allah'a boyun eğip secde ederek durmadan sağa-sola dönerler. Ağaçların, taşların ve bütün varlıkların gölgeleri gündüzün evvelinde, sağa, sonunda sola dönerler. Bunların sağa ve sola dönmeleri Allah'ın emirlerine boyun eğip, O'na secde etmeleridir. Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamaksızm Allah'a secde ederler. Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar. Asla Allah'ın emrinden dışarı çıkamazlar. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilmiştir. 49 «Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamaksızın Allah'a secde ederler» 50 «Üzerlerinde hâkim olan Rablerinden "korkarlar ve emir olundukları şeyleri yaparlar.» «Allahü teâlâ yedinci kat gökte öyle melekler yaratmıştır ki, bunlar yaratıldığı andan itibaren ta kıyamete kadar secde halindedirler. Kıyamet kopup secdeden kalktıkları zaman «Ey Rabbimiz, biz sana lâyıkı ile secde edemedik» derler. Âdemoğlu bunlardan utansın, ihlâssız, samimiyetsiz yapmış oldukları ibadetlerle «Biz Allah'a ibadet ediyoruz» derler. Halbuki onların bir ömür boyu yaptıkları ibadetler meleklerin bir secdesi kadar bile yoktur. Buna rağmen melekler «Ey Rabbimiz, biz sana lâyıkı ile secde edemedik» diyerek acziyetlerini ortaya koymuşlardır. Aklı olanların bundan ibret alıp düşünmesi gerekir. 51 «Allah buyurdu ki: "İki tanrı edinmeyin. O, ancak bir tek Tanrıdır ve yalnız benden korkun".» 52 «Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İtaat da daima O'nadır. Böyle iken hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?» Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Ateşe tapanlardan bir gurup Allah'ın iki olduğunu söylemişlerdir. Yüce Allah onların bu iddialarını reddetmek için bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, Allah birdir. O'nun şeriki ve ortağı yoktur, siz O'ndan başka tanrı edinmeyin. O, birdir, ibadete lâyık ancak O'dur. O'ndan başka ibadete lâyık mâbud yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini yaratan O'dur. O'ndan başka Hâlık yoktur. İtaat da daima O'nadır. Böyle iken siz hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyor ve ibadet ediyorsunuz? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nun yaratmasıyle vücuda gelmiştir. Hâlik-ı Mutlak yalnız O'dur. O'nun yaratmış olduğu şeylerin hiçbiri ma'bûd olamaz. Çünkü yaratılan her şey mahlûktur, mahlûk ise asla hâlık olamaz. Bütün insanların O'nun dininden başka bir dine uyması ve başka bir varlığa tapması asla caiz değildir. Allah'tan başkasına tapanlar hüsrana uğrayıp helak olmuşlardır. O'na iman edenler ise rahmetine nail olup kurtuluşa ermişlerdir. 53 «Sizdeki her nimet Allah'tandır. Sonra bir sıkıntıya uğradığınızda yalnız O'na sığınırsınız.» 54 «Sonra sıkıntınızı giderince de içinizden bazıları Rablerine şirk koşarlar.» Ey insanlar, Yüce Allah bütün nimetleri sizin için yaratmış ve emrinize vermiştir. Bunların hiçbiri kendiliğinden olmamıştır. Bunca nimetler size verildikten sonra, tekrar alınır bir sıkıntıya düşer, fakirliğe mübtelâ olur, hastalığa mâruz kaldığınız zaman bunlardan kurtulmanız için Rabbinize tazarru ile yalvarıp, sığınırsınız. Allahü teâlâ sizi, içine düştüğünüz sıkıntılardan ve ızdıraplardan kurtarıp huzura ve rahata kavuşturduğu zaman içinizden bazıları O'na şirk koşarlar, nimetlerine nankörlük ederler ve şükrü terk edip isyan ederler. Sanki hiçbir musibete uğramamış gibi hareket ederler. Rablerini unuturlar, çektiklerini akıllarına bile getirmezler. İnsan ne kadar da nankördür. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 55 «Kendilerine verdiğimiz nimete nankörlük etmeleri için yaparlar. Şimdi zevk edip keyfinize bakın; fakat pek yakında bileceksiniz.» «Kendilerine verdiğimize karşı nankörlük etmeleri için geçinin bakalım, yakında bileceksiniz.» O nankörlük yapanlar dünyada yesinler-içsinler, ömürlerini nefs-i hevaları peşinde geçirsinler, Allahü teâlâ elbette bunun hesabını kendilerine soracaktır. Bu nimetler onlara Allah'a şirk koşsunlar ve nankörlük yapsınlar diye verilmedi. Şükrünü eda etsinler ve Rablerine kulluk yapsınlar diye verildi. Allah'ın nimetlerine şükredenler rahmetine, şükretmeyenler ise azabına uğrayacaklardır. 56 «Kendilerine verdiğimiz rızıktan bilmediklerine hisse çıkarırlar. Allah'a yemin olsun ki uydurup durduğunuz şeylerden muhakkak suale çekileceksiniz.» 57 «Onlar Allah'a kızlar isnad ederler. O'nun şanı münezzehtir. Kendileri de dilediklerine nail olmak isterler.» İslâm'ın zuhurundan önce kâfirler putları için koyundan, sığırdan ve deveden kurbanlar keserler ve çeşitli yiyecekler ikram ederlerdi. Halbuki onların ne kesilen kurbandan ve ne de kendileri için ayrılan yiyeceklerden haberleri vardı. Buna rağmen putlarına karşı böyle bir ikramda bulunuyorlar ve yalan söyleyerek «Bunu bize Allah emretti» diyorlardı. Allahü teâlâ onların bu iftiralarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Kendilerine verdiğimiz rızıktan bilmediklerine hisse çıkarırlar. Allah'a yemin olsun ki, uydurduğunuz şeylerden muhakkak suale çekileceksiniz.» Kâfirler, Allah'a kızlar isnad ederler. Allah her şeyden münezzeh ve sânı yücedir. O'nun oğula, kıza ve yardımcıya asla ihtiyacı yoktur. Oğul, kız, aile ancak yardıma muhtaç olanlara mahsustur. 58 «Onlardan birine bir kızı olduğu müjdelenirse içi kederle dolarak yüzü simsiyah kesilir.» 59 «Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Utana utana onu tutsun mu, yoksa toprağa gömsün mü? Bakınız ne kötü hükmediyorlar.» İslâm'dan önce Araplarda kız çocukları uğursuz addediliyor ve diri diri toprağa gömülüyordu. Onlardan birinin kızı olduğu zaman mateme bürünüyor, kederinden yüzü simsiyah kesiliyordu. Kendisini âdeta suçlu kabul ederek, halktan gizleniyordu. Aslında kızı olanlar topluma kabul edilmiyor, toplumun içine girse bile kendilerine söz hakkı verilmiyor ve hor görülüyordu. Toplumda söz sahibi olmaları ve hor görülmemeleri için kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri gerekiyordu. Bunu yapanlar takdir görüyor, yapamayanlar ise kınanıyordu. Kendileri kız çocuklarını uğursuz kabul ederken, Yüce Allah'a kızlar isnad ediyorlardı. Halbuki kızı veren de, oğlanı veren de O'dur. O'nun oğula, kıza asla ihtiyacı yoktur. «Onlardan birine bir kızı olduğu müjdelenirse içi kederle dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Utana utana onu tutsun mu, yoksa toprağa gömsün mü? Bakınız ne kötü hükmediyorlar.» 60 «Âhirete inanmayanlar kötülük örneğidirler. En yüce örnek ise Allah'ındır. O, mutlak kadirdir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.» Allahü teâlâ canlıların oluşması, yaşaması, çoğalması, yiyip içmesi ve nimetlerindenistifade etmesi için bu mükevvenâtı yaratmıştır. Canlılar arasında en mükemmel olarak insanoğlu yaratılmış, göklerdeki ve yerdeki bütün nimetler emrine verilmiştir. Bütün bu nimetlere karşılık yaratılışının gereği olarak kendisine bazı yükümlülükler yüklenmiştir. Yüce Allah bu yükümlülükleri yerine getirenlere mükâfat, getirmeyenlere ise mücâzat vereceğini bildirmiştir. İnsanlara bu mükâfat ve mücâzat dünyada verileceği gibi, asıl uygulanacağı yer âhirettir. İşte orada insanlar bu dünyada yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Âhirete inanmayanlar ne kötüdürler. Onlar sağırdırlar, hakkı işitmezler; kördürler, hakkı görmezler, dilsizdirler, hakkı söylemezler. Taptıkları putlar da hiçbir şeye muktedir değildir. Görmezler, işitmezler, söylemezler ve her şeyden habersizdirler. En yüce vasıflar Allah'ındır. O, Ma'bûd-ı hakikîdir, var eden de, yok eden de O'dur. O, her şeye'kadirdir, şeriki ve benzeri yoktur. O'nun için uzak-yakın, gizli ve aşikâr söz konusu değildir. Doğmamıştır, doğurulmamıştır, hiçbir varlık O'na denk değildir. 61 «Şayet Allah zulümlerinden dolayı insanları yakalayacak olsa idi yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir müddete kadar te'hir eder. Müddetleri dolunca onu ne bir saat geciktirebilirler, ne de bir saat öne alabilirler.» Allahü teâlâ mülkünde azizdir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Dilediğine rahmetiyle, dilediğine de kahriyle ve gadabiyle hükmeder. O'nun hükmüne kimse mani olamaz, karışamaz, ibadete lâyık olan yalnız O'dur. Bunlar Yüce Allah'ın sıfatlarıdır. Fakat kâfirler O'nun sıfatlarını inkâr edip şirk koşmuşlardır. Kâfirler O'na şirk koşmakla aslında kendilerine yazık etmişlerdir. Çünkü Allah'a şirk koşmalarının cezasını kendileri çekeceklerdir. Zira Allah her şeyden münezzehtir. Fakat Yüce Allah onları şirk ve zulümlerinden dolayı hemen helak etmez. Şayet insanları yaptıkları zulüm ve kötülüklerden dolayı hemen cezalandırsaydı yeryüzünde hiçbir canlı bırakmaz, hepsini helak ederdi. Onlara muayyen bir zamana kadar mühlet vermiştir, o zaman gelince ne bir saat te'hir edilir ve ne de bir saat öne alınır. Yüce Hâlık, Rezzâk-ı âlem olduğu için kendisine şirk koşanların bile rızkını kesmemiş, bu dünyada istediklerini vermiştir. Ahirette ise bütün nimetlerini mü’min kullarına, verecektir. Aklı olanlar bunlardan ibret alıp her an Allah'tan korkmalı, emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmalıdırlar. Aksi takdirde Yüce Allah'ın bütün nimetlerinden mahrum kalırlar. 62 «Beğenmediklerini Allah'a mal ederler. Güzel şeylerin kendilerinde olduğunu dilleri yalan yere söyler durur. Şüphesiz cehennem onlarındır. Ve onlar gerçekten aşırı gidenlerdir.» Kâfirler kendileri için kötü gördükleri ve kendilerine yakıştıramadıkları şeyleri Allah'a isnad ederler. Buna karşılık güzel şeylerin kendilerinde olduğunu yalan yere söylerler. Allahü teâlâ'ya iftira edip yalan söyledikleri için şüphesiz cehennem onlarındır. Çünkü onlar Allah'a iftira etmekle çok aşırı gitmişlerdir. İşte bu aşırılıklarının cezası ebedi cehennemdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor : «Beğenmediklerini Allah'a mal ederler. Güzel şeylerin kendilerinde olduğunu dilleri yalan yere söyler durur. Şüphesiz cehennem onlarındır. Ve onlar gerçekten aşırı gidenlerdir.» 63 «Allah'a yemin olsun ki senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi. Bugün de onların dostu odur. Ve onlar için can yakıcı azap vardır.» Allahü teâlâ zâtına yemin edip sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur : «Ya Muhammed, seni kavmine peygamber gönderdiğimiz gibi, yemin olsun ki, önceki kavimlere de kendilerini imana davet etmek için peygamberler gönderdik. Fakat şeytan onlara sapıklıklarını güzel gösterdi de, ona tâbi oldular, peygamberleri yalanladılar. Kıyamet günü, şeytan da onlarla beraber cehennemde aynı azabı görecektir. Çünkü onlar şeytanı dost tutup kendine tâbi olmuşlar, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlamışlardır. Bu âyet-i celile şeytana tâbi olup Allah'ın emirlerine itaat etmeyenleri tehdit etmektedir. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlamak suretiyle şeytana tâbi olanlar, önceki peygamberlerin ümmetlerinin uğradıkları akıbete uğrayacaklar ve âhirette de ebedi azaba müstahak olacaklardır. Yüce Allah sevgili Peygamberini teselli etmiş ve şöyle buyurmuştur: 64 «Sana kitabı sırf ihtilâfa düştükleri şeyleri onlara açıklayasın diye, inananlar güruhuna da hidayet ve rahmet olmak üzere indirdik.» «Ya Muhammed! Kâfirlerin yaptıklarına sabret. İhtilâfa düştükleri şeyleri açıklaman için biz sana Kur'ân'ı indirdik. Onlar Hakk'tan uzaklaşmışlar ve kendilerine göre ayrı ayrı yollar tutmuşlardı.» Onlara doğru yolu göstermesi ve hakkı batıldan ayırması için Allahü teâlâ Peygamberine kitap göndermiştir. Peygamber de onları doğru yola davet etmiş, icabet edenler hidâyete ermişler, reddedenler ise dalâlete düşmek suretiyle helak olmuşlardır. Çünkü Kur'an insanlar için hidayet kaynağı, inananlar için ise rahmettir. Ona uyanlar kurtuluşa erecekler, karşı gelenler ise ebedi hüsrana uğrayacaklardır. «Sana kitabı sırf ihtilâfa düştükleri şeyleri onlara açıklayasın diye, inananlar güruhuna da hidayet ve rahmet olmak üzere indirdik.» 65 «Allah gökten su indirir ve onunla yeryüzünü öldükten sonra tekrar diriltir. Muhakkak ki bunda dinleyen topluluklar için ibret vardır.» İnsanlar için yaratılan her şey ibretlerle doludur. Yüce Allah bulutlar vasıtasıyla gökten yağmur indirir ve ölü araziyi diriltir. Yeryüzünde insanların yararlanması için çeşit çeşit, renk renk bitkiler, sebzeler ve meyvalar bitirir. Bütün bunlar Yüce Allah'ın varlığının ve birliğinin delilleridir. Dinleyenler ve görenler için bunlarda birçok ibretler vardır. Yeryüzünü süsleyen bitkiler, sebzeler, meyvalar birer ibret manzarası oluşturduğu gibi hayvanlarda da insanlar için birçok ibretler ve hikmetler vardır. 66 «Sizin için hayvanlarda da ibretler vardır. Size onların karınlarındaki fışkı ile kan arasında, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen dupduru süt içiririz.» Yüce Yaratıcı, sizin için onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından tertemiz, tadı ve lezzeti hoş, içenlere en yararlı bir gıda olan sütü vermiştir. Süt denilen gıda öyle bir kudret eliyle hazırlanmıştır ki, içinde başka birçok gıda bulunduğu gibi yanyana olduğu dışkı ve kan damarlarından kendisinde bir eser görülmez. Elbette bütün bunları tanzim eden bir kuvvet ve bir kudret vardır. Bütün bu ince ve hârika işlerin hiçbiri tesadüfen meydana gelmemiştir. Her şey bir yaratıcının yaratmasıyla vücud bulmuştur. Her varlığın bir görevi vardır. Dolayısıyla hayvanlardaki organların da kendilerine mahsus görevleri vardır. Bütün bu organları kendilerine ait görevi hakkıyla yapar, biri diğerinin işine müdahale etmez. Haliyle süt damarından kanın, kan damarından da sütün gelmesi mümkün değildir. Bütün bunlar aklı olanlar için ibret ve hikmet tablolarını oluşturmaktadır. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hayvanın ağzından içeri giren yiyecek maddesi midesine iner, orada öğütülür, bir kısmı kana dönüşür, bir kısmı ise süt olur, işe yaramayan kısmı da dışkı halinde dışarı atılır. Kan hayvan için et ve kuvvet olur. Süt ise insanlar için önemli bir gıdadır.» 67 «Hurma ağaçlarının meyvalarmdan ve üzümlerden, şerbet, şıra ve güzel rızık elde edersiniz. Aklı eren topluluklar için bunda ibretler vardır.» Allahü teâlâ'nın yaratmış olduğu her nimet insanlar için rızıktır. Hurma ve üzüm de Allah'ın nimetlerindendir. İnsanlar onlardan şerbetler, şıralar ve başka gıdalar elde ederler. Aklı olanlar için bunlarda ibretler vardır. Allahü teâlâ insanların ibret almaları, varlığına ve birliğine iman etmeleri için çeşitli misaller vermiştir. Düşünebilenler bunlardan ibret alıp Allah'ın varlığına ve birliğine iman ederler. Bu âyet-i celile içkinin yasaklanmasından önce nazil olduğu için şırayı nimet olarak zikretmiş ve güzel bir rızık olarak vasıflandırmıştır. Âyette geçen içki kuru üzüm ve hurmadan imal edilmiş olup sarhoş edici bir özelliği yoktur. Böyle bir özelliği bulunmuş olsaydı, rızık olarak vasıflandınlmazdı. İşte bütün bunlarda aklı olanlar için Allah'ın varlığına ve mutlak halik olduğuna dair deliller vardır. 68 «Rabbin bal arısına "dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış koğanlarda yuva edin" diye vahyetti.» Allahü teâlâ bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış olan kovanlarda yuva yapıp bütün meyvalardan, çiçeklerden yemesini ve bal yapmasını emretmiştir. Sonra da Rabbinin kolaylık gösterdiği yaylım yollarına gitmesini emir buyurmuştur. Bal arıları Allah'ın emirlerine itaat ederek dağlarda, ağaçlarda ve kendileri için hazırlanmış olan kovanlarda yuva yapmışlar, çeşit çeşit meyvalardan, renk renk çiçeklerden yemişler ve bala çevirmişlerdir. Meyvelerden ve çiçeklerden yaptıkları balları kendi maharetleriyle meydana getirdikleri petekçiklere doldurmuşlardır. Arıların özelliklerine göre kimi bal beyaz, kimi bal sarı, kimi bal da kırmızı olur. Genç arıların balı beyaz, orta yaşlılarınla, san, yaşlı arıların balı ise kırmızıdır. Kudret eliyle arılara yaptırılan balda insanlar için sayılamayacak kadar faydalar ve şifalar vardır. Bir sineğin böyle mahirane koğanlar yapıp içini şifa hazinesiyle doldurması îlâhî kudretin eseri değilse nedir? Yukarıdan aşağı sayılan bütün bu nimetler insanoğluna verilmiş, ilâhi kudrete dikkati çekilmiştir. İşte bütün bunlarda düşünen topluluklar için Allah'ın birliğine deliller vardır. Aklı olanlar, bunlardan ibret alıp Allah'ın emrine bal arısı gibi itaat etmelidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin diye vahyetti. Sonra her çeşit mahsulden ye, Rabbinin kolaylıklar gösterdiği yaylım yollarına git. Karınlarından insanlara şifa olan bal çıkar. Düşünen topluluklar için bunda deliller vardır.» 69 «"Sonra her çeşit mahsulden ye. Rabbinin kolaylıklar gösterdiği yaylım yollarına git. Karınlarından insanlara şifa olan bal çıkar. Düşünen topluluklar için bunda deliller vardır.» Ebu Saidi'l-Hudrî (radıyallahü anh)'nin rivayetine göre bir kişi Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelir ve şöyle der: «Ey Allah'ın Resulü, kardeşim ishal oldu." Peygamberimiz ona şöyle cevap verir: «Kardeşine bal şerbeti içir.» O zat gider, kardeşine bal şerbeti içirir, fakat kardeşinin ishali kesilmez. Aksine artar. Tekrar Peygamberimize gelir: «Ey Allah'ın Resulü, dediğinizi yaptım. Ancak kardeşimin ishali kesilmedi, üstelik daha arttı» der. Peygamberimiz o zata tekrar «Kardeşine bal şerbeti içir» der. O zat yine gider, kardeşine bal şerbeti içirir, ishali kesilmez. Peygamberimize tekrar gelir ve: «Ey Allah'ın Resulü, dediklerinizi yaptım. Fakat ishal kesilmedi» der. O zaman Peygamberimiz «Kardeşine bal şerbeti içir, Allah'ın sözü gerçektir. Kardeşinin karnı yalancıdır» buyurur. O zat tekrar kardeşine döner, söylenilenleri yerine getirir ve kardeşi şifa bulur.» Ebu’l-Leys Semerkandî Hazretleri şöyle demiştir: İnsanlar balın ne kadar yenileceğini ve hangi hastalığa iyi geldiğini bilirlerse kendileri için şifa olur. Ne kadar yenileceğini bilmezlerse o zaman şifa yerine zarar verir. Nitekim su, canlıların hayat damarlarından biri olmasına rağmen aşırı kullanıldığı takdirde zarar verir.» İbn Abbas (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: «İki şey bütün hastalıklara şifadır. Biri bal, diğeri Kur'ân-ı Kerîm. Bal maddi hastalıkların, Kur'ân-ı Kerîm de manevî hastalıkların şifasıdır.» Görülüyor ki, bir sinek, hiçbir kimyagerin ve fabrikanın meydana getirmesi mümkün olmayan bir maddeyi ince bir maharetle deva, şifa ve gıda olarak imal ediyor. Ve ürününü insanlara sunuyor. Allah'ın bunca nimetinden istifade ettikleri halde, iman ederek nimetlerine karşı şükürde bulunmayanlar ne kadar nankördürler. Allah bir sinek vasıtasıyla kendilerine tonlarca şifa hazinesi ihsan ediyor, lâkin onlar bundan bile ibret almıyorlar. 70 «Allah sizi yaratmıştır, sonra da öldürecektir. İçinizden bir kısmı da ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bilmez olur. Allah hakkıyla bilen, kemâliyle kadir olandır.» Allahü teâlâ insanlara verdiği nimetleri zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, Allah sizi yoktan var etmiştir, sonra da öldürecektir. İçinizden bir kısmını da ömürlerinin en son noktasına ulaştırmıştır ki, bilirken bilmez, gezerken gezemez, yerken yiyemez, düşünürken düşünemez, akıllı iken akılsız olur.» Onu halden hale sokarak çocuklaştırır. Ne söylediğini, ne konuştuğunu, ne yaptığım ve ne de okuduğunu bilir. Artık hiçbir şeyden tad alamaz. Zevk duyamaz hale gelir. Allah'tan başka hiçbir kimsenin gücü buna yetmez. Ey kâfirler, Allah'a eş koştuklarınızdan hiçbirinin gücü bunlara yetmez. Eş koştuklarınızın size en küçük bir faydası yoktur. Ancak sizi Allah'ın rahmetinden uzaklaştırır ve cehennemde ebedî olarak kalmanıza vesile olurlar. Allah'ın kudretine bakınız ki, güçlü ve kuvvetli bir insanı güçsüz, halsiz, dermansız, akılsız, bilgisiz bir hale getirir. Sağlığını, aklını, bilgisini, gücünü elinden alır ve onu âdeta çocuklaştırır, çaresiz bırakır. 71 «Allah rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. O üstün kılınanlar buyrukları altında bulunanların rızıklarını vermezler. Halbuki bunda hepsi eşittir. Yoksa onlar Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?» Allahü teâlâ rızık hususunda kullarından kimini kiminden üstün kılmış, onlardan kimini padişah, kimini köle, kimini zengin, kimini fakir yapmıştır. O üstün kılınanlar emirleri altındakilerin haklarını vermezler ve onları kendileriyle bir tutmazlar. Halbuki kulluk bakımından hepsi eşittir, birinin diğerine bir üstünlüğü yoktur. Allah katındaki üstünlük ancak takvadadır. Padişahın da, kölenin de, zenginin de, fakirin de rızkını veren Allah'tır. Allah kullarını imtihan için onlara farklı rızık tayin etmiştir. O, dilediğine dilediğini verir. Yoksa onlar Allah'a şirk koşarak nimetlerini bile bile inkâr mı ediyorlar? Halbuki her nimet sahibine şükrü ve itaati gerektirir. Allah zenginleri fakirler için bir sebep yaratmıştır. Padişahlar ve zenginler zannetmesinler ki, emirleri altındakilerin ve fakirlerin rızkını kendileri veriyor. Kimse kimsenin rızkını veremez, her canimin rızkını veren Allah'tır. Ancak rızık hususunda kullarını birbirine vasıta kılıyor. Durum bu olunca herkes bulunduğu hale hamd ve şükrederek yaratanına kulluk görevini yapmakla yükümlüdür. Çünkü Hâlik-ı Mutlak onu yoktan var edip, kendisine sayılamayacak kadar nimetler bahsetmiştir. İnsan kendi vücuduna baktığı zaman nasıl bir nimet içinde yüzdüğünü görür. Aklı ve gözü düşünün, bunlar Allah'ın insana bahşettiği birer nimet değil midir? Bunlarsız insanı tasavvur edebilir misiniz? Yeryüzü hep sizin olsa bunlarsız ne kıymeti var? Yüce Hâlık bunları bize vermeye mecbur muydu? Vücûdun diğer organlarını düşünün, onların hepsi birer nimet değil midir? İnsan hayatı boyunca alnını secdeden, hiç kaldırmasa bu nimetlerden sadece birinin şükrünü bile yerine getiremez. İnsan bunları gördüğü halde, nasıl olur da sahibine şükretmez? İnsan çok nankördür. «Allah rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. O üstün kılınanlar buyrukları altında bulunanların rızıklarını vermezler. Halbuki bunda hepsi eşittir. Yoksa onlar Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?» 72 «Allah sizin için kendinizden eşler yarattı. Eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar var etti. Temiz şeylerden size rızık verdi. Böyleyken bâtıla inanıyorlar da, Allah'ın nimetine onlar küfür mü ediyorlar?» Yüce Allah, insan neslinin devamı için onlara kendi cinsinden zevceler yaratmıştır. O zevcelerden de oğullar, kızlar ve torunlar vermiştir. Onlar dünya işlerinde kendilerine yardımcıdırlar. Onları yaratmakla bırakmamış, kendilerine helâl ve temiz olan şeylerden rızık vermiştir. Yüce Allah kullarının şanına yakışır şekilde rızıklarını da diğer canlılarınkinden daha temiz, daha üstün ve daha leziz yaratmış ve şanına yaraşmayanları ise yasaklamıştır. Böyleyken hâlâ onlar Allah'ın nimetlerine küfür mü ediyorlar? Halbuki onların Allah'a eş koştukları kendilerinden ne bir kötülüğü giderebilir ve ne de kendilerine bir iyiliği dokunur. Sadece onları Allah'tan uzaklaştırır. «Allah sizin için kendinizden eşler yarattı. Eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar var etti. Temiz şeylerden size rızık verdi. Böyleyken bâtıla inanıyorlar da, Allah'ın nimetine onlar küfür mü ediyorlar?» Küfredenler elbette inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. 73 «Onlar Allah'ı bırakarak göklerden ve yerden kendilerine verecek rızıkları olmayan, olsa bile veremeyen şeylere mi tapıyorlar?» 74 «Allah'ı bir şeye benzetmeye kalkmayın. Şüphesiz Allah bilir, siz bilmezsiniz.» Kâfirler Allah'ı bırakıp göklerden ve yerden kendilerine en küçük bir rızık dahi veremeyecek olan putlara tapınışlardır. Halbuki bunları kendi elleriyle yapmışlardır. Ey kâfirler siz hiçbir şeye gücü yetmeyenleri mi Allah'a eş koşuyorsunuz? Hiçbir şeyi Allah'a teşbih etmeyin. Zira ondan başka ilâh yoktur. Şüphesiz Allah her şeyi bilir. Fakat siz bilmezsiniz. Onun şeriki, benzeri ve yardımcısı yoktur. 75 «Allah şöyle bir misal îrad etti: "Başkasının malı olan ve hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle ile, tarafımızdan güzel bir rızka nail olup gizli veya açık sarfeden hiç bir olur mu?". Bütün hamd Allah'ındır. Hayır, onların çoğu bilmezler.» Allahü teâlâ kâfirleri hiçbir şeye malik olmayan köleye, mü’minleri ise hür ve herşeye sahip olan zengine benzetmiştir. Her şeye malik, hür ve zengin olan kişi kendi servetinden Allah yolunda gizli ve aşikâr tasarruf eder. Malının tükeneceğinden korkmaz. Çünkü o malı ve mülkü kimin verdiğini bilir. Kâfir de kendisine verilen malı sarf etme hususunda tıpkı bir köle gibidir. Köle efendisinin malını muhafaza etmekle mükelleftir, harcama yetkisi yoktur. Kâfir de böyledir. Onun küfrü kendisine Allah yolunda harcamaya izin vermez. O, malı elde tutar. Asla Allah yolunda tasarruf edemez. Dünyada o malın ancak hamallığını yapar. Biriktirmiş olduğu mal kendisi için bir vebalden başka bir şey değildir. Gizli ve açık Allah yolunda infakta bulunan kimse ile bulunmayan kimse bir midir? Elbette bir değildir. Mü’minin Allah'ın kendisine verdiği nimetlere hamd edip O'nun yolunda malının bir kısmını tasadduk etmesi gerekir. Fakat insanların birçoğu Allah'a hamd edip nimetlerine şükretmezler. Allahü teâlâ bu misalle kullarına tenbihatta bulunuyor. İman eden de etmeyen de Allah'ın kuludur. Fakat iman edenler Allah yolunda infakta bulunurlar ve verdiği nimetlere şükrederler, iman etmeyenler ise Allah'a eş koşarlar ve nimetlerine karşı nankörlükte bulunurlar. İman eden kimseyle, etmeyen elbette bir değildir. Biri Allah'ın rahmetini kazanmış, diğeri ise azabına müstehak olmuştur. Bu ikisi bir olmadığı gibi, hiçbir şeyden haberi olmayan putlarla, bütün kâinatı yoktan var eden mutlak yaratıcı da bir değildir. Aklı başında olan kimselerin bu misallerden ibret alması, Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmesi gerekir. Yüce Allah, anlayanların ders alması için ikinci bir misal daha vermiştir. 76 «Allah iki adamı misal veriyor: Bunlardan biri hiçbir şeye gücü yetmez bir dilsizdir ki, efendisine yüktür. Nereye gönderse bir hayır çıkmaz. Bununla, doğru yolda olup adaletle emreden bir olur mu hiç?» Kullarının düşünmeleri ve ibret almaları için Yüce Allah iki kişiyi misal vermiştir. Bunlardan birini dilsize, diğerini ise adaletle hükmeden insana benzetmiştir. Bu teşbihte düşünebilenler için ders alınması gereken büyük ibretler vardır. Dilsiz olan insanın elinden hiçbir şey gelmiyor, meramını karşısındakine anlatamıyor. Bu adanı kendi kavmi için yükten başka bir şey değildir. Nereye gitse zarar etmiş olarak dönüyor, kavmini sıkıntıya sokuyor. Haliyle kavmi de kendisinden hiç memnun olmuyor. Diğeri ise, kavminin yüzünü her yerde ak çıkarıyor, insanları doğru yola çağırıyor, kavmi için devamlı olarak hayır ve hasenatta bulunuyor, böylece her zaman kendisinden istifade ediliyor. Bu adamın elinden hiçbir şey gelmeyen, üstelik kavmine yük olan dilsiz adamla bir olması mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Puta tapanlar da tıpkı o dilsiz gibidir. Taptıkları putlar kendilerine zarardan başka bir şey vermez. Onları Allah'tan uzaklaştırır. İman edenler ise adaletle hükmeden, gören, işiten ve hakkı kabul eden kimse gibidir. Hakkı kabul edenle etmeyen, görenle görmeyen, işitenle işitmeyen, iman edenle, etmeyen hiç bir olur mu? Elbette bir olmaz. İman eden Allah'ın dostu, etmeyen ise şeytanın arkadaşıdır. İman edenlerin yeri cennet, etmeyenlerinki ise cehennemdir. Yüce Allah bütün mevcudatın halikı, mâliki ve Rabbidir. Putlar ise hiçbir şeyden haberi olmayan, görmeyen, işitmeyen ve hareket etmeyen âciz varlıklardır. Böyle âciz bir varlık bütün kâinatı yoktan var eden mutlak Hâlik'a ortak koşulur mu? Akıl sahipleri için bunun dışında başka bir misal var mıdır? Düşünebilenlerin bundan ibret almaları, Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmeleri ve emirlerini yerine getirmeleri gerekir. 77 «Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyamet hâdisesi ise ancak bir göz kırpma gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.» Göklerde ve yerde olan her şeyin Halikı ve mürebbisi Yüce Allah'tır. Bunların hepsi Allah'ın mülküdür. Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsini insanların bilmesi mümkün değildir. Zira onların hepsi Allah'ın kudret elindedir. Zamanı geldiğinde kıyameti koparmak, ölüleri diriltmek Allahü teâlâ için bir göz kırpma gibidir. Veya ondan daha sür'atlidir. Çünkü Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Dilediği anında olur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyamet hâdisesi ise ancak bir göz kırpma gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.» 78 «Allah sizi analarınızın karınlarından, kendiniz hiçbir şey bilmiyorken çıkardı. Size, şükredesîniz diye kulaklar, gözler, gönüller verdi.» Ey insanlar, sizi hiçbir şey bilmezken analarınızın karnından çıkarıp dünyaya getiren Yüce Allah'tır. Vermiş olduğu nimetlere şükretmeniz için göz, kulak, el, ayak, akıl ve vücud nimeti vermiştir. Bütün bunların size bahşedilişi Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmek, nimetlerine şükretmek içindir. Çünkü her nimet sahibine şükrü ve itaati gerektirir. Şükür, nimeti ziyadeleştirir. Nankörlük ise nimetin yok olmasına sebebiyet verir. 79 «Göğün boşluğunda Allah'ın buyruğuna boyun eğerek uçan kuşlara bakmıyorlar mı? Onları Allah'tan başka kimse tutamaz. İnanan bir topluluk için muhakkak ki, bunda da nice âyetler vardır.» Ey insanlar, siz göğün boşluğunda Allah'ın buyruğuna boyun eğerek uçan kuşlara bakıp onlardan ibret almıyor musunuz? Onlar Allah'ın emirlerine boyun eğip kanatlarını vurmak suretiyle uçarlar ve yere düşmezler. Onları havada uçuran kanatları değil, Allah'ın kudretidir. Onları Allah'tan başka kimse havada tutamaz. İman edecek bir topluluk için bunda birçok hikmetler ve ibretler vardır. Kuşların havada uçması ve yere düşmemesi Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet etmektedir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor .-«Göğün boşluğunda Allah'ın buyruğuna boyun eğerek uçan kuşlara bakmıyorlar mı? Onları Allah'tan başka kimse tutamaz. İnanan bir toplum için muhakkak ki bunda nice âyetler vardır.» 80 «Allah evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı. Sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerek konduğunuz günde hafifçe taşıyacağınız evler, yünlerinden, yağlarından, kıllarından bir zamana kadar giyimlik, döşemelik ve ticaret kumaşı verdi.» Allahü teâlâ kullarının selâmeti, rahatı, huzuru için evlerini kendilerine bir istirahat yeri yapmıştır. Yine kullarının istifadesi için koyunların, keçilerin yünlerinden seferde ve hazarda kullanmaları için çadırlar, keçeler yaratmıştır. İnsanoğlunun içinde bulunduğu tabiat şartlarında yaşayabilmesi için Yüce Allah koyunun ve keçinin yününden, deve ve sığırın derilerinden istifade etmelerini emretmiştir. İnsanların elbiseleri ve sair giyim eşyaları, yatakları ve yorganları, yiyecekleri ve içecekleri bugüne kadar hayvanlardan elde edildiği gibi bundan sonra da yine hayvanlardan temin edilecektir. Çünkü bu ilâhi bir kanundur. Yüce Allah, ihtiyaçlarını en iyi şekilde gidermek için hayvanları ve diğer varlıkları insanın emrine vermiştir. Hayvanın etinden, sütünden, yağından ve derisinden en iyi şekilde istifade eden insandır. Hattâ insanın onsuz yaşaması düşünülemez. Görülüyor ki, Yüce Allah bütün nimetlerini insanın emrine âmâde kılmıştır. Aklı olanların bütün bunlardan ibret alması gerekir. 81 «Allah yarattıklarından size gölgeler yapmış, dağlarda sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, savaşta muhafaza edecek zırhlar vermiştir. Müslüman olasınız diye sîze olan nimetini işte böylece tamamlamıştır.» Allahü teâlâ bütün nimetlerini kulları için yaratmış ve onların emrine vermiştir. Âyette de ifade edildiği gibi kullarının gölgelenmesi için çeşit çeşit ağaçlar, asmalar, sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler, düşmanın silâhından emin kılacak zırhlar yaratmıştır. Yüce Allah bütün bunları kullarının ihlâşla kendisine ibadet yapmaları ir;in yaratmıştır. Bunca nimetlerin insanoğluna verilişi onun Allah katındaki şerefine işaret etmektedir. Böyle bir şerefi haiz olan "irasıl olur da Allah'tan başkasına ibadet eder. Halbuki Allah katında insandan daha değerli ve daha üstün bir varlık yoktur. Hal böyleyken insanın Yüce Allah'ı bırakıp edna bir varlığa tapması yaratılışına zıt bir hareket olur. 82 «Eğer yine yüz çevirirlerse sana ancak açıkça tebliğ etmek düşer.» Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed! Eğer kâfirler imandan yüz çevirip inkârlarından vazgeçmezlerse, bunun sana bir zararı yoktur. Sen onların Hakk'ı inkâr etmelerine üzülme. Zira senin görevin emirlerimizi ve yasaklarımızı onlara tebliğ etmektir. Onların hesabını görmek ancak bize aittir. Bütün mevcudatın ve bütün nimetlerin sahibinin Allah olduğunu onlar da bilirler. Buna rağmen yine inkâr ederler.» 83 «Allah'ın nimetini hem bilirler, hem de inkâr ederler. Zaten onların çoğu kâfirlerdir.» Peygamberler Allahü teâlâ'nın kendilerine bildirmiş olduğu emirleri ve yasakları insanlara tebliğ etmek için gönderilmişlerdir. Onlar ilâhî emirleri insanlara tebliğ etmek suretiyle imanı ve küfrü, hakkı ve bâtılı, hidayeti ve dalâleti, iyiyi ve kötüyü, helâli ve haramı insanlara bildirirler. Onlara tâbi olanlar hidâyete, yüz çevirenler ise sapıklığa düşerler ve helak olurlar. Peygamberlerin bütün bu uyarılarına rağmen insanların birçoğu Allah'ın varlığını, birliğini, âyetlerini ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olmuşlardır. O inkarcılara, yerleri ve gökleri kimin yarattığı sorulsa hiç tereddüt etmeden yaratıcının Allah olduğunu söyleyeceklerdir. Bunu söylemelerine rağmen yine de Allah'a eş koşup putlara tapınışlardır. Puta tapanlar ise inkârlarının cezasını mutlaka göreceklerdir. 84 «Bir gün her ümmetten birer şahit getiririz. İnkar edenlere itiraz için izin de verilmez. Ve onların özürleri de dinlenmez.» 85 «O zalimler azabı görünce kendilerinden hafifletilmeyeceği gibi, mühlet de verilmez.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: Yâ Muhammed! Kâfirlere kıyametin kopacağını haber ver. O gün biz her ümmete peygamber gönderdiğimize dair peygamberlerini şahit tutarız. Peygamberler, kavimlerine peygamber olarak gönderildiklerine dair tanıklık yaparlar. Onların yaptığı tanıklık karşısında kâfirler özür beyan edemezler. Kendilerine peygamber geldiğini de inkâr edemezler. Çünkü Yüce Allah her topluluğa bir peygamber göndermiş emir ve yasaklarım, kıyametin kopacağını, bütün canlıların mahşer yerinde toplanacağını, Allah'ın huzurunda hesaba çekileceklerini, sonunda bir kısmının cennete, bir kısmının ise cehenneme gideceğini bildirmiştir. Kâfirler kıyamet günü, ilâhî azabı gözleriyle gördükleri zaman bir an kendilerinden uzaklaşmasını isteseler bile asla uzaklaşmayacak ve kendileri de o elîm azaptan kurtulamayacaklardır. Onlara devamlı azap edilecektir. Çünkü bu azap, inkârlarının ve küfürlerinin cezasıdır. Allahü teâlâ bu azabı onlara vaad etmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: Bir gün her ümmetten birer şahit getiririz, inkâr edenlere itiraz için izin de verilmez. Onların özürleri de dinlenmez. O zalimler azabı görünce kendilerinden hafifletilmeyeceği gibi mühlet de verilmez.» 86 «Allah'a şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördüklerinde derler ki, "Rabbimiz, seni bırakıp taptığımız şeriklerimizdir." Bunlar da onlara, "Doğrusu siz haksızsınız" diyerek söz atarlar.» Müşrikler kıyamet günü Allah'a ortak koştukları putları gördükleri zaman şöyle diyeceklerdir: «Ey Rabbimiz, seni bırakıp taptığımız şeriklerimiz bunlardır. Dünyada iken reislerimiz ve ileri gelenlerimiz siz Allah'ı bırakın, bunlara tapın ve bize tabi olun dediler. Biz de onların sözüne uyarak sana ibadet etmedik ve onları sana eş koştuk.» Reisler ve ileri gelenleri bunun üzerine şöyle derler: «Doğrusu siz bize haksızlık yapıyorsunuz. Biz hiçbir zaman Allah'ı bırakın da putlara tapın demedik. Kendiniz arzu ettiniz, putlara tapıp bize tabi oldunuz. Siz bize iftira edip yalan söylüyorsunuz.» Kıyamet günü putlara, tapanlar, putlarını ve onları bu yola teşvik eden reislerini itham edeceklerdir. Putları ve reisleri ise bu ithamı kabul etmeyerek bizzat puta tapanları yalancılıkla suçlayacaklardır. Yüce Allah onların bu halini şöyle beyan ediyor: «Allah'a şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördüklerinde derler ki, "Rabbimiz, seni bırakıp taptığımız şeriklerimizdir." Bunlar da onlara "Doğrusu siz haksızsınız" diyerek söz atarlar.» 87 «O gün Allah'a arz-ı teslimiyet ederler. Uydurdukları şeyler onlardan uzaklaşırlar.» 88 «Küfredip, Allah yolundan alıkoyanlara, bozgunculuk yaptıklarından dolayı azap üstüne bir azap daha artırırız.» Puta tapanlar kıyamet günü Allahü teâlâ'ya teslim olup, boyun eğerler ve taptıkları putlarından uzaklaşırlar. Putları da onlardan uzaklaşır gider. Putlarının, kıyamet günü kendilerine zarardan başka bir faydası olmaz. Bunu gören müşrikler yaptıklarına pişman olurlar, fakat bu pişmanlıkları kendilerine asla fayda vermez. Çünkü onlar dünyada iken Allah'ın birliğini inkâr etmişler, peygamberlerini yalanlamışlar, İslâm dinine girmek isteyenlere mâni olmuşlardır. Bundan dolayı Yüce Allah onların azabım iki misli verir. Biri küfür ve inkârlarından dolayı, diğeri ise İslama girmek isteyenlere mâni olduklarından dolayıdır. İnsanları Allah'ın yolundan alıkoyanların azabı kıyamet günü iki kat olacaktır. Onlar hem kendi küfür ve isyanlarının cezasını, hem de Allah yolundan alıkoyduklarının cezasını göreceklerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Cehennemde azapları iki misli olanlar, insanları hak yoldan alıkoyanlardır. Onlar cehennemde azaplarını çekerken üzerlerine dünyadaki yaptıkları kötülükleri de musallat olur. Onların kötü amelleri cehennemde büyük bir hurma ağacı gibi yılan olur, başlarına vurur ve başlarının etini ayaklarına kadar indirir. Böylece onlara azap üzerine azap yapılmış olur. Bazıları da şöyle demişlerdir: Cehennem ehli, cehennemin şiddetli ateşinden kurtulmak için üzerlerine, yağmur yağmasını isterler. O anda üzerlerinde bir bulut belirir, bulutu görünce yağmur yağacağını zannederler. Fakat o buluttan üzerlerine yağmur yerine yılan-akrep yağar. O yılan ve akrep onlara çok şiddetli bir azap verir. Böylece onların azabı iki misline çıkar. Bu onların dünyadaki amellerinin karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 'O gün Allah'a arz-ı teslimiyet ederler. Uydurdukları şeyler onlardan uzaklaşırlar. Küfredip, Allah yolundan alıkoyanlara, bozgunculuk yaptıklarından dolayı azap üstüne bir azap daha artırırız.» 89 «O gün her ümmetten bir kişiyi aleyhlerine şahit tutarız. Seni de onların üzerine tastamam şahit olarak getirdik. Sana her şeyi açıklayan, hidayet ve rahmet, müslümanlara da müjde olan kitabı indirdik.» Allahü teâlâ, kıyamet günü her kavmin peygamberlerini kendilerine şahit tutar. Artık onlar. «Bize peygamber gelmedi, biz bunu bilmiyoruz, duymadık, bunları bize kimse haber vermedi» diyemezler ve özür de beyan edemezler. Çünkü peygamberleri, kavimlerini Allah'ın varlığına ve birliğine imana davet etmiş, putlara tapmayı yasaklamış, kıyametin kopacağını ve herkesin dünyada yaptıklarıyle karşı karşıya geleceğini bildirmiştir. Peygamberlerin gönderiliş sebebi de budur. Yani Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara bildirmek, onları doğru yola davet edip, hidâyete çağırmaktır. Yüce Allah her kavme peygamber gönderdiği gibi, Hazret-i Muhammed'i de son peygamber olarak bütün insanlığa göndermiş, onları küfürden imana, dalâletten hidâyete, azaptan kurtuluşa, kötülüklerden iyiliğe, batıldan hakka davet etmek için Kur'ân'ı indirmiştir. Yüce Halik, Kur'an'da her şeyi beyan etmiş, insanların iyice anlamaları için kimi âyetlerin mânasını açık, yine onların üzerinde iyiden iyiye düşünmeleri için kimi âyetlerin mânalarını da mücmel bırakmıştır. Göklerde ve yerde olan her şey Kur'an'da mevcuttur. O öyle ilâhî bir kelâmdır ki, kimse onun sırrını çözemez ve mânasını hakkıyle anlayamaz. O, kâfirlere hidâyet, mü’minlere rahmet, hasta gönüllere şifa, kararmış kalblere nur, ölü gönüllere hayat ve müslümanlara müjdedir. Kurtuluş onda, hayat onda, huzur ve saadet onda, iman ve ibadet onda, birlik ve kardeşlik onda, sevgi ve adalet onda, birlik ve beraberlik onda, hayır ondadır. İşte Kur'an budur. Ona uyanlar kurtuluşa, uymayanlar ise hüsrana uğrayacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O gün her ümmetten bir kişiyi aleyhlerine şahit tutarız. Seni de onların üzerine tastamam şahit olarak getirdik. Sana her şeyi açıklayan, hidâyet ve rahmet, müslümanlara da müjde olan kitabı indirdik.» 90 «Muhakkak ki Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder. Hayâsızlığı, fenalığı ve taşkınlığı yasaklar. İyice dinleyip tutasınız diye öğüt verir.» Allahü teâlâ kullarının iki cihan saadetini kazanmaları için, onlara adaleti emretmiştir. Adalet, kelime-i tevhiddir. Bunun zıddı ise kelime-i şirk olup küfür ve zulümdür. Sonra birbirlerine karşı iyilik yapmayı emretmiştir. Yüce Allah kullarına ihsanla muamele edip suçlarını bağışlar, emirlerine itaat edenlerin günahlarını affeder. İhsan, Yüce Mevlâ'nın şâmndandır. Bundan dolayı kullarının da birbirlerine karşı ihsanla muamele etmelerini emretmiştir. Sonra da sıla-i rahmi ve akrabaya yardımı emretmiştir. Bu üç husus fertlerin toplumların, huzurunu, sükûnunu, bekasım, yükselmesini, kuvvetlenmesini temin eder. Bu hasletlerden yoksun olan toplumlar ve fertler eninde-sonunda yıkılmaya, yok olmaya mahkûmdurlar. Yüce Hâ-Ak ailelerin ve toplumların ahlâklarının bozulmasına, yıkılmasına ve yok olmasına sebep olan zinayı, fenalığı ve taşkınlığı yasaklamıştır. Zina, âyette hayâsızlık olarak vasıflandırılmış olup, ahlâkın bozulmasına, ailelerin yıkılmasına, toplumun temelden sarsılmasına, nesillerin dejenere olmasına, asaletin bozulmasına, ana, baba arasındaki sevgi ve bağlılığın yok olmasına sebep olan en kötü bir illettir. Âyette geçen münker ise, fenalıktır. Fenalık Allahü teâlâ'nın yasaklamış olduğu şeylerdir. Bunlar da, içki, kumar, yalan, hırsızlık, dolandırıcılık, faiz, adam öldürme ve benzeri olan şeylerdir. Âyette geçen bağy kelimesi ise, taşkınlıktır. Taşkınlık, kibir ve büyüklenmedir. Bu da en kötü bir illettir. Büyük sadece Yüce Allah'tır, O'ndan başka büyük yoktur. Tekebbür şeytanın sıfatıdır, mü’mine asla yakışmaz. Mü’mine yakışan tevazudur, alçak gönüllülüktür, vakardır. Hem insan eşref-i mahlûktur, yaratılanların en üstünü ve en hayırlısıdır. Onun şanına tekebbür yakışmaz. Aileleri ve toplumları temelinden yıkacak olan bu üç illeti Allahü teâlâ yasaklamış tır. Bu âyet-i celîlede insanların huzur ve saadeti için üç şeyin yapılması ve üç şeyin de yapılmaması emredilmiştir. Bu emir ve yasağa uyanlar kurtuluşa, uymayanlar ise felâkete uğrayacaklardır. Allah, iyice dinleyip tutasınız diye size böyle öğüt verir. Yüce Hâlık bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve taşkınlığı yasaklar. İyice dinleyip tutasınız diye öğüt verir.» 91 «Ahitleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin. Pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil yapmışsınızdır. Muhakkak ki Allah yaptıklarınızı bilir.» Ey mü’minler, siz ahitleştiğiniz zaman Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin. Yeminle pekiştirdiğiniz ahidlerinizi bozmayın. Çünkü siz, bu ahidleriniz üzerine Allah'ı tanık tutup, kefil yapmışsınızdır. Yüce Hâlık, sizin ahidlerinize vefa gösterdiğinizi de, bozduğunuzu da bilir. Ona göre size mükafat ve mücâzat verir. Ahde vefa göstermek toplumun birbirine olan itimadını temin eder. Birlik ve beraberliği sağlar. Ahdi bozmak ise toplumun birlik ve beraberliğini zedeler, itimadı sarsar, fertleri birbirine düşman yapar. Bu bakımdan Yüce Allah ahidlerin yerine getirilmesini emretmiştir. «Ahitleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin. Pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil yapmışsınızdır. Muhakkak ki Allah yaptıklarınızı bilir.» 92 «İpliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve fesad vasıtası edinir misiniz? Herhalde Allah sizi bununla imtihan eder. Hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri O size kıyamet günü elbette beyan edecektir.» Bu âyet-i celilede akıl sahipleri için çok anlamlı bir teşbih vardır. Yüce Hâlık mü’minlerin dikkatini çekerek «Siz ahitleştiğiniz zaman, ahdinizi bozma hususunda ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın gibi olmayın» buyurmuştur. Bu ifade çok anlamlıdır. Sözü edilen kadın, Amr ibn Kâa'b'ın kızı Rita'dır. Bu kadın her gün öğleye kadar yünden ip eğirir, onu iyice büker, öğleden sonra kendisine arız olan bir vesveseden dolayı yaptığını bozar, hiç yapmamış gibi olur. Böylece bütün emeği ve uğraşısı boşa gider. Allahü teâlâ ahidlerini sağlam yaptıktan sonra tekrar bozanları o kadına benzetiyor ve şöyle buyuruyor: . «Ey iman edenler, siz ahidlerinizi sağlam yaptıktan sonra tekrar bozarak, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve fesad vasıtası edinir misiniz? Herhalde Allah sizi bu çokluğunuzla imtihan eder. Hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri O, size kıyamet günü elbette beyan edecektir.» Ahde vefa göstermek İslâm'ın emridir. Yüce Allah, kullarına ahidlerinde durmayı emrediyor. Bu ilâhi emre uyanlara mükâfat, uymayanlara ise nıücâzat vardır. Yukarda da ifade edildiği gibi, toplumların ve ailelerin ayakta durması aralarında adaletle hükmedip, verdikleri sözde durmakla mümkündür. Adaletsiz ve ahde vefasız toplumların ve ailelerin yaşaması mümkün değildir. Nitekim tarihte bunun bir çok acı örnekleri görülmüştür. 93 «Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola iletir. İşlediklerinizden muhakkak sorumlu tutulacaksınız.» Ey insanlar, eğer Allahü teâlâ dileseydi sizin hepinizi Müslüman bir millet kılardı. Fakat O, İslama lâyık olanları Müslüman, lâyık olmayanları ise saptırır kâfir yapar. Yüce Allah iman hususunda kullarını muhayyer bırakmıştır. Bununla beraber onlara peygamber göndererek hak ile bâtılı, iman ile küfrü, iyi ile kötüyü, helâl ile haramı, hayır ile şerri, mükâfat ile mücâzâtı bildirmiş ve iman edenlere mükâfat, iman etmeyenlere ise mücâzat vereceğini haber vermiştir. Peygamber göndermeden hiçbir toplumu müâhaze etmemiştir. İman edip, peygamberlere tâbi olanlar hidâyete, imandan yüz çevirip peygamberlere tâbi olmayanlar da sapıklığa düşüp helak olmuşlardır. Yüce Allah Peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirdikten sonra kullarını yaptıklarından sorumlu tutmuştur. «Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola iletir. İşlediklerinizden muhakkak sorumlu tutulacaksınız.» Yüce Allah kullarına irade-i cüz'iyye vermiş ve onları serbest bırakmıştır. Bununla beraber emir ve yasaklarını da bildirmiştir. İradesini iyiye kullanıp emirlerine itaat edenler hidâyete, iradesini kötüye kullanıp emirlerine uymayanlar ise sapıklığa düşmüşlerdir. Allahü teâlâ tercih hakkını kullarına bırakmıştır. Dileyen imanı, dileyen küfrü tercih etsin. Fakat imanı tercih edenlere mükâfat, küfrü tercih edenlere ise mücâzat vereceğini peygamberleri vasıtası ile de bildirmiştir. Bundan dolayı bütün kullarını Müslüman yapmamış, tercih hakkını onlara bırakmıştır. Artık kıyamet günü onlardan hiç biri «Ey Rabbim, ben Müslüman olacaktım, beni kafir yaptın veya ben kâfir olacaktım, beni Müslüman yaptın» diyemeyeceklerdir. Çünkü imam da, küfrü de kullar kendi iradesiyle seçmişlerdir. Bundan dolayı işlediklerinden sorumlu tutulacaklardır. İşte kullarının hepsini bir tek ümmet yapmayışının hikmeti de budur. 94 «Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin. Çünkü bu yüzden sağlamca yere basmakta olan ayak sürçebilir. Allah yolundan alıkoyduğunuz için kötü bir azap tadarsınız. Ve sîzin için büyük bir azap vardır.» Kur'ân-ı Azîmüşşân’ın her âyetinde ve her kelimesinde düşünebilenler için ayrı ayrı hikmetler ve ibret alınması gereken hususlar vardır. Her biri insanların dünya ve âhiret mutluluğunu temin için birer kanun-u ilâhîdir. Bakın Yüce Allah ne buyuruyor: «Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin. Çünkü bu yüzdün sağlamca yere basmakta olan ayak sürçebilir, Allah yolundan alıkoyduğun için kötü bir azap tadarsınız.» Ahdini bozup, yemin ederek birbirini aldatanlara ve insanları Allah yolundan alıkoyanlara kötü bir azap vardır. Bu azap onların fiil ve amellerinin karşılığıdır. Zira Yüce Allah yalan yere yemini, ahdi bozmayı ve Allah yolundan alıkoymayı kesinlikle yasaklamıştır. Bunları yapanlara elbette elim bir azap vardır. 95 «Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.» 96 «Sizin yanınızdaki tükenir, Allah'ın katında olanlar ise sonsuzdur. Sabredenlere mükâfatlarını yaptıklarının daha güzeli ile ödeyeceğiz.» Ey iman edenler! Allah'ın dinini dünya menfaati elde etmek için satmayın. Allah'a verdiğiniz sözde durun. Dünya menfaatleri geçici ve kıymetsizdir. Halbuki âhiret nimetleri devamlıdır. Devamlı olan âhiret nimetleri, elbette geçici olan dünya nimetlerinden daha üstün ve daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz, Allah katındaki sizin için daha hayırlıdır. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır. Sizin yanınızdaki tükenir. Allah'ın katında olanlar ise sonsuzdur. Sabredenlere mükâfatlarını yaptıklarının daha güzeli ile ödeyeceğiz.» Bu âyet-i celîle Hadramut'ta Abzan ibn Üsbu' hakkında nazil olmuştur. Bu zat Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelir ve şöyle der: «Ey Allah'ın Resulü, İmrü'ül Kays sınırdaşımdır. Benim yerimden bir miktar toprak alıp kendininkine kattı. Bütün ikazlarıma rağmen, beni dinlemedi ve bana galip geldi.» Bunun üzerine Allah'ın Resulü o zata şöyle der: «İmrü'ül Kays'ın senin toprağına tecavüz ettiğine dair şahidin var mıdır?» Abzan şöyle cevap verir: «Ey Allah'ın Resulü, bütün herkes o yerin benim olduğunu bilir. Fakat halkın nazarında o benden daha nüfuzlu biri olduğu için onun tarafını tutmuşlardır. Böylece bana ait bir yeri ona mal etmişlerdir.» Abzan'dan bu sözleri işiten Peygamberimiz İmrü'ül- Kays'ı yemine davet eder. Abzan «Ey Allah'ın Resulü, o facir biridir. Yemin etmekten çekinmez» der. Peygamberimiz vuzuha kavuşması için Abzan'a «Senin tanıkların olmadığı için yemin etmek sana düşer» buyurur. Abzan yemin etmekten çekinir ve Efendimize «Ey Allah'ın Resulü, benim bundan başka yapacak bir şeyim yok mudur?» der. Peygamberimiz «Yoktur» cevabını verir. Sonra İmrü'ül Kays'ı yemin etmesi için çağırır. İmrü'ül Kays yemin etmek üzere Peygamberimize gelir. Efendimiz hemen yemin ettirmez, bir müddet beklemesini söyler. Bunun üzerine ikisi birlikte Peygamber'in huzurundan ayrılırlar. O zaman bu iki âyet nazil olur. Peygamberimiz de kendilerini çağırır ve âyetleri onlara okur. İmrü'ül Kays bu âyetleri dinledikten sonra şöyle der: «Allah katında hiçbir değer ifade etmeyen ve fenaya mahkûm olan bendedir. Baki olan ise Allah katındandır. Ey Rabbim, Abzan’ın dediği doğrudur. Ben onun yerini aldım. Fakat miktarının ne kadar olduğunu bilmiyorum. Gitsin, yerimden ne kadar diliyor ise alsın. Hattâ bir o kadar da alsın. Geri kalanı da bana yeter.» Sahabe-i kiramın kul hakkından ne kadar korktuğuna bakınız ki, Allah katındaki sorumluluktan kurtulmak için malının hepsini vermekten çekinmiyor. Müslümanlar da onları örnek alıp aynı şekilde hareket etmelidirler. Çünkü Allah katında en büyük hak, kul hakkıdır. 97 «Kadın olsun, erkek olsun her kim inanmış olarak iyi amel işler ise, hiç şüphesiz onu çok güzel bir hayatla yaşatırız. Mükâfatlarını yaptıklarından daha güzeli ile öderiz.» Erkek ve kadından her kim iman edip, anıel-i salih işlerse hiç şüphesiz Yüce Allah onu en güzel bir hayatla dünyada da, âhirette de yaşatır. Ona işlemiş olduğu şeylerin daha güzelini verir, günahlarını affeder, kusurlarını bağışlar. Dünyada huzur ve saadet bahşeder, âhirette ise cennet nimetleriyle mükâfatlandırır. İman edip Allah'ın emirlerine itaat ederek güzel amel işleyenleri, Allah böyle mükâfatlandırır. İman etmeyenleri ise inkâr ve küfürlerinin cezası olarak dünyada rüsvay eder, âhirette de elim bir azap ile cezalandırır. Zira iman etmeyenlerin yapmış oldukları ameller Allah katında asla makbul değildir. Çünkü amel Allah katında ancak iman ile değer kazanır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kadın olsun, erkek olsun her kim inanmış olarak iyi amel işlerse, hiç şüphesiz onu çok güzel bir hayatla yaşatırız. Mükâfatlarını yaptıklarından daha güzeli ile öderiz.» 98 «Kur'an okuduğun zaman koğulmuş şeytandan' Allah'a sığın.» 99 «Doğrusu onun inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur.» 100 «Onun nüfuzu sadece onu dost edinenler ve Allah'a şirk koşanlar üzerindedir.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Kur'an okuduğun zaman koğulmuş şeytanın vesvesesinden Allah'a sığın. O, sana vesvese vererek mânasını anlamaktan men etmesin. Onun, iman edenler ve yalnız Allah'a güvenenler üzerinde asla bir nüfuzu yoktur. Şeytanın nüfuzu sadece onu dost edinip, yolundan gidenler ve Allah'a şirk koşanlar üzerindedir.» Şeytanın dostu iman etmeyenlerdir ve ancak onlar üzerinde nüfuz sahibidir. İman edenler üzerinde ise asla nüfuz sahibi değildir. Yalnız mü’minin her işe başlarken şeytanın şerrinden Allah'a sığınması şarttır. Çünkü şeytan, mü’minin en büyük düşmanıdır. Onu her zaman hayırlı bir işten alıkoymaya çalışır. Kendisi gibi Allah'a isyana davet eder. Mü’min her hayırlı işinde «eûzü-besmele» ile Allah'a sığındığı zaman Yüce Allah şeytanın şerrinden onu korur ve şeytanı ona yaklaştırmaz. Çünkü Yüce Allah, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberine, Kur'ân'ı okuduğu zaman Rabbine sığınmasını emrediyor. Kur'an'ı okumak ibadet olduğu gibi, bütün hayırların başıdır. Böyle bir ibadete besmelesiz müsaade edilmediğine göre, bütün hayırlı işlere besmele ile başlamak şarttır. Bu emir Peygamberimizin şahsında bütün mü’minleredir. Daha geniş bilgi edinmek isteyenler besmele kısmına müracaat etsinler. 101 «Bir âyetin yerini başka bir âyetle değiştirdiğimiz zaman, Allah ne indirdiğini gayet iyi bilirken, onlar: "Sen sadece uyduruyorsun" derler. Hayır, onların çoğu bunu bilmezler.» 102 «De ki: "Onu Rûhülkudüs, mü’minlerin imanını pekiştirmek, Müslümanlara hidâyet ve müjde olmak üzere Rabbin katından hak ile indirmiştir.» İbn Abbas (radıyallahü anh) bu âyetin nüzulü hakkında şöyle demiştir: «Allahü teâlâ, mü’minlerin amel etmesi için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirmiş olduğu hüküm onlara ağır gelince, mü’minlere kolay gelen başka bir hüküm ile öncekini değiştirir ve âyetin mânasını nesh eder. Bunu gören Kureyş kâfirleri «Muhammed, arkadaşlarıyle alay ediyor, onlara bir gün başka söylüyor, bir gün başka söylüyor. Kimini onlardan gizliyor, kimini onlara haber veriyor» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek, onların iddialarını reddedip şöyle buyurmuştu!": «Bir âyetin yerini başka bir âyetle değiştirdiğimiz zaman, Allah ne indirdiğini gayet iyi bilirken, onlar, «Sen sadece uyduruyorsun» derler. Hayır, onların çoğu onu Allah'ın değiştirdiğini bilmezler. Yâ Muhammed, de ki: «Onu Rûhülkudüs, mü’minlerin imanım pekiştirmek, müslümanlara hidâyet ve müjde olmak üzere Rabbin katından hak ile indirmiştir.» Kur'ân-ı Azîmüş-şân, mü’minler için hidayet ve müjdedir, onların imanım pekiştirmek için Allah tarafından gönderilmiştir. 103 «Yemin olsun ki "ona elbette bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kasdettiklerinin dili yabancıdır. Kur'an ise apaçık Arapçadır.» Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlayarak, Allah tarafından kendisine gönderilen vahiyleri inkâr etmişler ve «Bunlar geçmiş ümmetlerin masallarıdır, bunları Muhammed'e bir insan öğretiyor» demişlerdir. Yahudi ve Hıristiyanlar arasında geçmiş ümmetlerin hikâyelerini ve masallarını çok iyi bilenler vardı. Cabir ile Yasir de bunlardandı. Hazret-i Fatıma bazan Cabir'in evine gider çocuklarıyle oynardı. Bunu gören kâfirler, Peygamberimize iftira ederek «Muhammed söylediklerini kızı vasıtasıyle Cabir'den öğreniyor» demişlerdir. Halbuki onlar îbrânice konuşuyorlar, Arapça okuma, yazma bilmiyorlardı. Yüce Allah bu âyeti inzal ederek onların iddialarını reddedip şöyle buyurmuştur: «Yemin olsun ki: "Ona elbette bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kasdettiklerinin dili yabancıdır. Kur'an ise apaçık Arapçadır. Bu âyet-i celîle Kur'ân-ı Kerîmin Allah kelâmı olduğunu ve Arapça indirildiğini bildiriyor, aksini iddia edenleri ise reddediyor. Bugüne kadar aklı başında hiç kimse Kur'ân-ı Azimüşşân’ın insan sözü olduğunu söylememiştir. Akl-ı selimin söylemesi de mümkün değildir. 104 «Muhakkak ki Allah'ın âyetlerine inanmayanları Allah doğru yola eriştirmez. Onlara can yakıcı azap vardır.» 105 «Allah'ın âyetlerine inanmayanlar ancak yalan uydururlar. İşte yalancıların tâ kendileri de onlardır.» Bu âyet-i celîlede kimlerin hidâyete erişeceği, kimlerin erişmeyeceği bildiriliyor. Allahü teâlâ, âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanları asla hidâyete erdirmez. Çünkü hidâyete ve kurtuluşa giden yol imandan geçer, iman olmayınca hidâyet olmaz. Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerden daha zâlim ve daha yalancı kimse yoktur. Onlar için çok şiddetli bir azap vardır. Allah'ın âyetlerini inkâr edip, peygamberlerini yalanlayanlar, inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Zira onlar yalancıların ta kendileridir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki Allah'ın âyetlerine inanmayanları Allah doğru yola eriştirmez. Onlara can yakıcı azap vardır. Allah'ın âyetlerine inanmayanlar ancak yalan uydururlar. İşte yalancıların tâ kendileri de onlardır.» 106 «Kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlananların dışında her kim imanından sonra Allah'ı tanımayıp da küfre göğüs açarsa, işte Allah'ın gazabı o gibilerin basınadır. Onlar için en büyük bir azap vardır.» İman bir nurdur, iman edenler, kurtuluşa, hidâyete, saadete ve Allah'ın rahmetine kavuşurlar. İman etmeyenler ise gadabma uğrarlar. İman ettikten sonra tekrar kendi arzularıyle kâfir olanların üzerine Allah'ın gadabı vardır. Ancak kendilerine baskı yapılmak suretiyle küfür lâfzını söyleyenler müstesnadır. Onlar kalben inkâr etmedikleri müddetçe mü’mindirler. Kendilerine yapılan baskı neticesi dilleriyle küfür lâfzını söylemeleri imanlarına halel getirmez. Fakat kalben buna rıza gösterirlerse o zaman dinden çıkarlar. Bu âyet-i celile Ammar ibn Yâsir hakkında nazil olmuştur. Bu ve birkaç arkadaşı Müslüman olmuşlar, Peygamberimizin yanına gitmek için Mekke'den çıkıp Medine'ye hareket etmişlerdi. Kureyş'liler onların Medine'ye gittiğini öğrenince yakalamak için arkalarından adamlar gönderip yakalatmışlardır. Dinlerinden dönmeleri için kendilerine işkence yapmışlar, onlar da işkenceden kurtulmak için küfür kelimesini sadece dilleriyle söylemişlerdir. Fakat kalben asla kabul etmemişlerdir. Böylece onların işkencesinden kurtulmuşlardır. İmam-ı Mücahid (radıyallahü anh)'in rivayetine göre, Ammar ibn Yasir'i Müslüman olduğu için Benî Nasr kabilesi yakalamış, bir mağaraya hapsetmiş ve «Ey Ammar, eğer Muhammed'i inkâr eder, Allah'a şirk koşarsan seni serbest bırakırız» demişlerdir. O da şerlerinden kurtulmak için sadece küfür kelimesini diliyle söyler. Onlar da, Ammar bizim dinimize döndü zannederek tekrar serbest bırakırlar. Ellerinden kurtulan Ammar kaçıp doğruca Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelir, ağlayarak başından geçenleri nakleder. O anda bu âyet-i celile nazil olur ve Peygamberimiz «Ey Ammar, küfür söylediğin zaman kalbin nasıldı?» der. Cevaben Ammar «Ey Allah'ın Resulü, kalbim iman üzereydi» der. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Kâfirler yine seni tehdit edip işkence yaparlarsa aynısını söyle» buyurur. Çünkü Ammar (radıyallahü anh)’ın, küfür kelimesini sadece diliyle söylemesi imanına asla halel getirmemiştir. O, küfür kelimesini kalben değil, sadece onları aldatmak için dilden söylemiştir. Ancak kendi arzusu ile küfür kelimesini söyleyenlerin imanı gider. Abdullah ibn Sâid gibi. Abdullah ibn Said önce Müslüman olmuş, bilâhare irtidat edip dinden çıkmıştı. Allah'ın gadabı dünyada kâfirlerin üzerine olup, âhirette de onlar için çok şiddetli bir azap hazırlanmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlananların dışında her kim imanından sonra Allah'ı tanımayıp da küfre göğüs açarsa, işte Allah'ın gazabı o gibilerin basınadır. Onlar için en büyük bir azap vardır.» Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını göreceklerdir. 107 «Bunun sebebi şudur: Onların dünya hayatını âhirete tercih etmeleri ve Allah'ın kâfirler topluluğunu hidâyete eriştirmemesinden ötürüdür.» 108 «İşte bunlardır, Allah'ın kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler. İşte onlar gafillerin tâ kendileridir.» 109 «Şüphesiz ki âhiret gününde hüsrana uğrayacaklar da bunlardır.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlelerde en büyük azaba kimlerin uğrayacağını bildiriyor. Âhirette en büyük azaba uğrayacak olanlar, Allah'ın âyetlerini ve âhireti inkâr ederek kâfir olanlardır. Allah kâfirler topluluğunu inkârlarından vazgeçip imana dönmedikçe asla hidâyete erdirmez. Allah, onların kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. İşte onlar gafillerin tâ kendileridir ve âhiret günü hüsrana uğrayacaklar da onlardır. Yukarda geçen âyetlerde de ifade edildiği gibi, iman etmeyenler inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Onlar için çok şiddetli bir azap vardır. 110 «Sonra senin Rabbin işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerledir. Muhakkak ki Rabbin bunların ardından da cidden çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir.» İbn Abbas (radıyallahü anh)’ın rivayetine göre, bu âyette Ammar ibn Yâsir, ebeveyni, Hazret-i Bilâl ve Süheyb hakkında nazil olmuştur. Bunlar Müslüman oldukları için müşrikler tarafından çeşitli işkenceye uğramışlar, bilâhare ellerinden kurtulup Medine'ye Peygamberimizin yanına hicret edip, orada toplanmışlardır. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, senin Rabbin işkenceye uğradıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerledir. Muhakkak ki Rabbin bunların ardından da cidden çok yarlığayıcıdır, çok merhamet edicidir.» Allahü teâlâ kendi yolunda cihad edenlerin günahlarını affeder, kusurlarını bağışlar, amellerini kat kat yapar. 111 «O gün herkes öz canı için uğraşacaktır. Herkes ne yaptıysa kendisine eksiksiz olarak verilecek. Onlar asla haksızlığa uğratılmayacaklardır.» Allahü teâlâ bu âyet-i celîlede kıyametin dehşetim haber veriyor. Kıyamet günü insanlar mahşer yerine toplanırlar, amel defterleri ellerine verilir, herkesin yaptığı karşısına çıkar. Cehennem kükreyip azabı gördükleri zaman, herkes «Nefsi, nefsi!» diye feryad ederek öz canını azaptan kurtarmaya uğraşır. İşte o zaman herkese yaptığının karşılığı eksiksiz olarak verilir, kimseye haksızlık yapılmaz. Hayır işleyenlere mükâfat, şer işleyenlere i,se mücâzat verilir, iyiler cennete, kötüler cehenneme sevk edilir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O gün herkes öz canı için uğraşacaktır. Herkes ne yaptıysa kendisine eksiksiz olarak verilecektir. Onlar asla haksızlığa uğratmayacaklardır.» Görülüyor ki kıyamet günü herkes dünyada yaptığının karşılığını görecektir. 112 «Allah size huzur ve güven içinde olan bir kasabayı misal olarak verir. Her yandan oraya bol bol rızık geliyordu. Ama Allah'ın nimetine küfrettiler de yaptıklarından dolayı Allah onlara açlık ve korku belâsını tattırdı.» Allahü teâlâ, size halkı huzur ve güven içinde olan, her taraftan oraya bol bol rızık gelen Mekke'yi misal olarak vermiştir. Allah oranın halkını her türlü musibetten korumuş, rızkını bol etmiştir. Buna rağmen onlar Allah'ın bunca nimetlerine şükretmeyip, küfretmislerdir. Yüce Allah, bu yaptıklarına karşılık onları açlık ve korku belâsıyle cezalandırmıştır. Mekke'liler, peygamberlerini yalanlayıp, Allah'ın âyetlerini inkâr ettikleri için, inkâr ve küfürlerinin cezası olarak Allah onlara yedi yıl açlık ve korku belâsını tattırmıştır. Açlıktan ölü hayvan ve köpek eti yemeye başlamışlardır. Onlar âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberi yalanlamışlar, Allah'ın âyetlerini inkâr etmişler ve Müslümanlara çeşitli işkence yapmışlardır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabesine yapılan işkenceye dayanamıyarak, Rabbine şöyle niyazda bulunmuştun «Ey Rabbim, bu muzır kavmin üzerinden rahmetini kaldır, Yusuf'un zamanındaki gibi onlara da kıtlık ver.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberinin duasını kabul eder, onlara görülmemiş bir yokluk ve kıtlık verir. Yüce Hâlık her topluma dünyada da, âhirette de lâyık olduğu cezayı verir. Bazılarının cezasını dünyada muayyen bir zaman tehir eder. Bunun ise hikmetleri vardır. 113 «Yemin olsun ki onlara kendilerinden bîr peygamber gelmişti de onu yalancı saymışlardı. Zulüm ederken kendilerini azap yakalayavermişti.» Allahü teâlâ sevgili peygamberini Kureyş kabilesi içinden seçip göndermiştir. Onlar, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberi yalanlamışlar, onu yalanlamakla kendilerine zulmedip kâfir olmuşlardır. Yüce Allah onlara, inkâr ve küfürlerinin cezası olarak korku ve yokluk musibetini tattırmıştır. Yokluk ve kıtlık içinde bunalan Mekke liler Ebu Süfyan'ı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gönderip, bu musibetten kurtulmaları için kendilerine dua etmesini istemişlerdir. Ebu Süfyan, Peygamberimize gelerek: «Ya Muhammed! Sana düşmanlık yapanlar Mekke'nin yetişkin erkekleridirler. Kadınların ve çocukların ne suçu var, onlar da bu yokluk ve kıtlık belâsına mübtelâ oldular?» demiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke halkının kendisine yenecek bir şey getirmesini ister, Resûlüllah'ın isteği yerine getirilir. Rahmet Peygamberi onların bu musibetten kurtulması için Rabbine dua eder ve Mekke'liler içine düştükleri yokluk ve sıkıntıdan kurtulurlar. Görülüyor ki, çaresiz kalan kâfirlere, İslâmı sevdirmek maksadıyla yardım yapılmasında bir mahzur yoktur. 114 «Artık Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yeyin. Eğer O'na kulluk edecekseniz Allah'ın nimetlerine şükredin.» Ey iman edenler, Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerin helâl ve temiz olanlarından yeyin. Yasaklamış olduğu şeylere yaklaşmayın. Eğer O'na kulluk edecekseniz nimetlerine şükredin. Çünkü -her nimet şükrü gerektirir. Yüce Allah şükredenlerin rızkını artırır, nankörlük edenleri ise şiddetli azaba uğratır. Allahü teâlâ kullarının helâl ve temiz olanlardan yemesini, nimetlerine şükretmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor: «Artık Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak, yeyin. Eğer O'na kulluk edecekseniz Allah'ın nimetlerine şükredin.» 115 «O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah'tan başkası için kesilmiş olanı haram kıldı. Darda kalan aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartıyle bunun dışındadır. Çünkü Allah hakkiyle yarlığayıcıdır, kemâliyle merhamet edicidir.» Allahü teâlâ yarattığı varlıklar içinde en mükemmel ve en üstün olarak insan oğlunu yaratmıştır. Onun yiyeceklerini ve giyeceklerini de diğer varlıklarmkinden daha üstün ve şanına yakışır şekilde yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki kullarının şanına yaraşmayan bazı yiyecekleri yasaklamıştır. Bunları yemek dinen olduğu gibi, tıbben de mahzurludur. İslâm, insanın sadece dinini değil, sıhhatini, ahlâkını ve aile düzenini de koruyor. Bunun içinde Yüce Hâlık sıhhata ve ahlâka zarar veren her şeyi yasaklamıştır. Faydalı olanların ise yenmesini emretmiştir. Bu âyette yasak edilen şeylerden bazıları şöyle sıralanmıştır: Ölü hayvan, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar. Bunları yemek dinen haram olduğu gibi, sıhhate de zarardır. Ancak darda kalan, aşırı gitmemek şartıyle ölmeyecek kadar bunlardan yiyebilir. Bu ruhsat Allahü teâlâ'nın kullarına bir lütfudur. O, Gafurdur, kullarını bağışlar, Rahimdir onları esirger. 116 «Diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye: "Şu haramdır, bu helâldir" demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz ki Allah'a karşı yalan uyduranlar asla felah bulmazlar.» 117 «Az bir geçim ve arkadan can yakıcı bir azap onlarındır.» Ey kâfirler, diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye «Şu haramdır, bu helâldir» demeyin. Helâl ve haram olduğunu bilmediğiniz şeyleri söylemekle Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Hiç şüphesiz Allah'a karşı yalan uydurup, iftira edenler asla kurtuluşa eremezler. İslâmdan önce Yahudiler ve Hıristiyanlar, Allahü teâlâ'nın helâl kıldığı şeylerin bazılarını kendilerine haram, haranı kıldığı şeylerin bazılarını da helâl kılmışlardır. Hattâ daha da ileri giderek kendileri için helâl olan şeylerin bir kısmım da kadınlarına haram kılmışlardır. Bundan dolayı Yüce Allah onlara bazı şeyleri haram kılmış ve şöyle buyurmuştur: «Diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye: «Şu haramdır, bu helâldir» demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz ki Allah'a karşı yalan uyduranlar asla felah bulmazlar.» Onlar, Allah'a karşı iftira ederek delilsiz ve hüccetsiz olarak, Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl saymışlardır. Bundan dolabı onlara can yakıcı bir azap vardır. Bu âyet-i celilede, kadılara ve müftülere hüccetsiz ve delilsiz, kendi arzularına göre fetva vermemeleri hususunda tembih vardır. Hüccetsiz ve delilsiz verilen fetvalar geçerli olmadığı gibi, manevî mes'ûliyeti de muciptir. 118 «Sana anlattıklarımızı daha evvel Yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmemiştik, fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdi.» Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sana anlattıklarımızı daha evvel Yahudilere haram kılmıştık. Bunları haram kılmakla biz onlara zulmetmemişizdir. Fakat onlar Allah'a iftira etmekle kendilerine zulmetmişlerdir.» Allah, kullarına asla zulmetmez, ancak onlar Allah'a isyan etmekle kendilerine zulmetmişlerdir. İnsanların başlarına gelen bütün felâket ve musibetler, onların kendi isyanlarının cezasıdır. Hiçbir zaman hak etmedikleri ceza ile cezalandırılmazlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «... Biz onlara zulmetmemiştik, fakat onlar kendilerine zulm etmişlerdi.» 119 «Sonra Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyip de tevbe eden ve ıslâh olanlardan yanadır. Bundan sonra da Rabbin muhakkak çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir.» îman ettikten sonra, bilmeyerek kötülük işleyip de tevbe edip ıslâh olanların günahlarını Yüce Allah bağışlar, kusurlarını affeder. Çünkü Allah kusurları bağışlayan, günahları affedendir. O, çok yarlığayıcı, çok merhamet edicidir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Hakikî ilim sahipleri Allah'tan korkarlar, O'na asla isyan etmezler, günah işlemezler. Yaptıkları hatâlara karşılık derhal tevbe ederler, pişman olurlar. Ancak gerçek ilim sahibi olmayan cahiller Allah'a âsi olup günah işlerler, yaptıklarına pişman olmazlar. Bu gösteriyor ki hakikî ilim, sahipleri Allah'a asla âsi olmazlar, emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçınırlar. 120 «Muhakkak ki İbrahim tek başına bir ümmetti. Allah'a itaat ederdi ve muvahhid bir Müslümandı. O hiç bir zaman müşriklerden olmamıştır.» 121 «Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Onu beğenip seçmiş, kendisini doğru bir yola iletmiştir.» Allahü teâlâ'nın seçip gönderdiği peygamberlerden biri de Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'dir. O, ehl-i tevhidin reisi, zamanındaki beşeriyetin en birinci muvahhidi, Müslümam idi. İbrahim (aleyhisselâm) sahip olduğu faziletler ve kemâlât itibariyle başlıca ve müstekıl bir ümmetti. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı, her an Rabbinin nimetlerine şükrederdi. O, din olarak İslâmı beğenip seçmiş, kendisini doğru bir yola iletmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki İbrahim tek başına bir ümmetti. Allah'a itaat ederdi ve muvahhid bir Müslümandı. O hiç bir zaman müşriklerden olmamıştır. Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Onu beğenip seçmiş, kendisini doğru bir yola iletmiştir.» Allahü teâlâ'nın İbrahim (aleyhisselâm)'i «Tek başına bir ümmetti» diye zikretmesi, zamanında kendisinden başka Allah'a iman eden bulunmadığından dolayıdır. Aynı zamanda ulûl azim peygamberlerden olup, diğer peygamberlerdeki özelliklerin hepsi kendisinde bulunmaktadır. O, peygamber olmadan önce tevhid inancı unutulmuş, herkes puta tapmaya başlamıştır. Ancak peygamber olduktan sonra tevhid inancı yeniden doğmuş, gün geçtikçe iman edenlerin sayısı çoğalmıştır. 122 «Dünyada ona iyilik verdik, şüphesiz ki o, âhirette de mutlak salihlerdendir.» 123 «Sonra sana: "Muvahhid bir Müslüman olarak İbrahim'in dinine uy. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı" diye vahyettik.» Allahü teâlâ İbrahim (aleyhisselâm)'e, dünyada en güzel iyilik ve hayır vermiş, onu bütün insanlara sevdirmiş, İsmail ve İshak (aleyhisselâm) gibi salih evlâtlar vermiş, soyundan bir çok peygamber göndermiştir. Şüphesiz ki o, âhirette de salihlerdendir. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, muvahhid bir Müslüman olarak İbrahim'in dinine uy. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı.» Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olmadan önce de, peygamber olduktan sonra da asla puta tapıp müşriklerden olmamıştır. Zaten peygamber olmadan önce Hazret-i İbrahim'in dini olan Hanîf dinine (yani tevhid akidesine) mensuptu. Peygamber olduktan sonra ise puta tapması mümkün değildir, çünkü peygamberlerin görevi halkı tevhid inancına davet etmektir. Çünkü Allah katında İslâm'dan başka din geçerli değildir. Bu bakımdan hiçbir peygamberin İslâm dininden başka bir dini telkin etmesi düşünülemez. Her peygamber gönderilmiş olduğu toplumu tevhid dini olan İslâm'a davet etmiştir. İşte Hazret-i İbrahim'in dini de budur. Hazret-i Peygamber'in telkin ettiği din de budur. Bundan başkasına tâbi olanlar asla mü’min olamazlar. 124 «Cumartesi ancak o gün üzerinde ihtilâfa düşenlere farz kılındı. Şüphesiz ki Rabbin onların ihtilâf edegeldikleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.» Musa (aleyhisselâm), kavmine haftada bir gün dünya işlerini terk edip sadece ibadetle meşgul olmalarını ve geri kalan günlerde ise dünya işleriyle uğraşmalarını söylemiştir. İbadetle meşgul olacakları gününde cuma olmasını istemiştir. Fakat kavmi o günü kabul etmeyerek «Allah cuma günü çalıştı, cumartesi istirahata çekildi, biz de o günü istiyoruz» diyerek, cumayı kabul etmemişler, onun yerine cumartesini tercih etmişlerdir. Allahü teâlâ da onların isteklerini kabul etmiş, o günü İsrail oğulları için ibadet günü yapmıştır. Onlar cumayı kabul etmeyip, cumartesini tercih ettiklerinden dolayı, o gün diğer günlerde yasak edilmeyen bir çok şey yasak edilmiş ve bu yasağa uymayanlar şiddetli bir azaba uğratılarak helak olmuşlardır. Böylece peygamberlerine muhalefetlerinin cezasını görmüşlerdir. Musa (aleyhisselâm) 'dan sonra, İsa (aleyhisselâm) da kavminin cuma günü dünya işlerini terk edip haftada bir gün sadece ibadet ile meşgul olmasını istemiş, fakat onlar da cumaya kabul etmeyerek pazarı tercih etmişler ve «cumartesi Yahudilerin günüdür, pazar ise mükevvenâtm yaratılmaya başlandığı bir gündür, biz bu günü tercih ediyoruz» demişlerdir. Yüce Allah, onların arzularını kabul etmiş, pazar gününü de Hıristiyanlar için bir ibadet günü kılmıştır. Fakat diğer günlerde yasak edilmeyen bazı şeyler o gün yasak edilmiş, bu yasağa uyanlar kurtulmuş, uymayanlar ise elim bir azaba uğrayarak helak olmuşlardır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'nin rivayetine göre, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: «Biz dünyada peygamberlerin ve ümmetlerin sonuncusuyuz. Fakat âhirette cennete hepinizden önce gireceğiz. Çünkü cuma günü bize verildi, bizden öncekiler o günü ibadet için kabul etmediler. Yahudiler cumartesini, Hıristiyanlar da pazarı tercih ettiler. Bu bakımdan onların hepsi bize tabidirler.» Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, senin Rabbin kıyamet günü onlara ihtilâf ettikleri dini beyan eder ve hak dininin hangisi olduğunu hiç şüphesiz bildirir. 125 «Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Muhakkak ki Rabbin kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.» İslâm'ın davet ve terbiye metoduna bakınız. İnsanın karşısındaki ile mücadele ederken en güzel şekilde deliller ve hikmetlerle mücadele etmesini emrediyor. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, insanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır. Onlara iyi davran ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Muhakkak ki Rabbin kendi yolundan sapanları da, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.» Hiçbir şey Yüce Allah'ın bilgisinden gizli kalmaz. O, hidâyete erenleri de, sapıklığa düşenleri de bilir, kıyamet günü ona göre mükâfat ve mücâzat verir. 126 «Ceza verecek olursanız, sîze nasıl ceza verildi ise, siz de öylece ceza veriniz. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için daha iyidir.» 127 «Sabret. Senin sabrın ancak Allah içindir. Onlara üzülme. Kurdukları düzenlerden dolayı da endişe etme.» 128 «Şüphesiz ki Allah muttekilerle ve iyilik yapanlarla beraberdir.» İbn Abbas (radıyallahü anh)’ın rivayetine göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Müşrikler Uhud Muharebesinde Hazret-i Hamza'yı şehid edip parçalamışlardır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) amcasını bu şekilde görünce çok üzülmüş ve şöyle demiştir: «Eğer Allahü teâlâ bana fırsat verir, onlara galip gelirsem, erkeklerine ben de aynı şeyi yapacağım,» Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: (Yâ Muhammed) kâfirlere ceza verecek olursanız, size nasıl ceza verildi ise, siz de öylece ceza veriniz. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için daha iyidir. Sabret. Senin sabrın ancak Allah içindir. Onlara üzülme. Kurdukları düzenlerden dolayı da endişe etme. Onlar sana asla bir şey yapamazlar. Şüphesiz ki, Allah muttekilerle ve iyilik yapanlarla beraberdir.. Yüce Allah sabredip, iyilik yapan mutteki kullarının amellerini asla boşa çıkarmaz, onların mükâfatını kat kat verir. Bu âyetin hükmü umumidir. Kısas ve hakkı talep hususunda, kısastan vazgeçip afvetmek daha hayırlıdır. Zira kıyamet günü mükâfatı daha çoktur. Afv edenleri Allah sever. |
﴾ 0 ﴿