MERYEM SURESİ

Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Azimüşşan’ın 19. süresidir, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur, doksan sekiz âyetten ibarettir. Hazret-i İsa'nın muhterem validesinden bahsettiği için Meryem adını almıştır. Sûre-i celile başlıca altı mühim esası ihtiva etmektedir:

1- Hazret-i Zekeriya'nın Rabbine münâcaatı,

2- Hazret-i Meryem ile Hazret-i İsa'nın kıssası,

3- Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in kıssası,

4- Musa (aleyhisselâm)’nın hikâyesi,

İsmail (aleyhisselâm)'in kıssası,

İdris (aleyhisselâm)'in kıssası.

1

«Kef, Hâ, Yâ, Ayın, Sad.»

2

«Bu, kulu Zekeriya'ya Rabbinin rahmetini amşıdır.»

3

«Hani o Rabbine içinden yalvarmıştı.»

İslam bilginleri (......) hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh) bunların Allah'ın isimlerinden biri olduğunu söylerken, İmam-ı Katade Kur'an’ın isimlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Tefsircilerin bazısı Kur'an’ın ismi olduğunu, bazısı da kasem olduğunu ve Allahü teâlâ'nın bununla kasem ettiğini söylemişlerdir. Hazret-i Said'in Cabir (radıyallahü anh)'den, onun da İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivâyetiyle bu harfler hakkında şu bilgiyi vermişlerdir: her harfi Allahü teâlâ'nın isimlerinden birine işaret eder. «Kef» kâfiden ve kerimden, «Hâ» Hâdî'den, «Yâ» Rahîm'den, «Ayın» âlimden, «Sâd» sadıktan alınmıştır. Buna göre mânâ şöyle olur: Yüce Allah, kullarının işlerini muhafaza ve idare etmeye, onları hidayete erdirmeye, tevbe edenlerin günahlarını affetmeye, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gidermeye, emrine itaat edip yasaklarından kaçınanların mükâfatlarını vermeye kadirdir. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine şöyle hitap ediyor: «Ya Muhammed, bu, kulu Zekeriya'ya Rabbinin rahmetini anışıdır. Ki o, Rabbine içinden yalvarmıştı.» Zekeriya (aleyhisselâm), kavminden çekindiği için Rabbine içinden yalvarıp niyazda bulunmuştu.

4

«Ve demişti ki: Rabbim, gerçekten kemiklerim yıprandı, saçlarım ağardı. Rabbim, şimdiye kadar sana yalvarmakla bir şeyden mahrum olmadım.»

5

«Doğrusu ben, kendimden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla.»

6

«Ki bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim, onu rızana da kavuştur.»

Hazret-i Zekeriya yaşlanmış, kemikleri incelmiş, saçları ağarmış, dişleri dökülmüştü. O yaşa kadar da çocuğu olmamıştı. Üstelik hanımı da kısırdı. Kendisinden sonra yerine geçecek bir çocuğu olmadığı için üzülüyordu. Amcazadeleri de bu işe liyakatli değildi. Fakat o, Rabbinden hiçbir zaman ümidini kesmiyor ve bu ümid içinde şöyle niyaz ve dua ediyordu: “Ey Rabbim, ben ihtiyarladım, kemiklerim inceldi, saçlarım ağardı, dişlerim döküldü. Şimdiye kadar sana yapmış olduğum dua ve niyazımı boşa çıkarmadın, istediklerimi verdin. Beni imana davet ettin, ben de davetine icabet ettim. Doğrusu ben öldükten sonra yerime geçecek yakınlarımın halka iyi muamele etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Bana ve Yakub oğullarına vâris olacak katından bir oğul ihsan et. O oğul vasıtasıyla bu din ve nübüvvet devam etsin, arası kesilmesin. Ey Rabbim, bana ihsan edeceğin o çocuğu da rızana kavuştur.» Hazret-i Zekeriya, Rabbine böyle niyazda bulunur. Yüce Halik da onun, gönülden yapmış olduğu dua ve niyazı kabul eder.

7

«Allah buyurdu ki: Ey Zekeriya, sana Yahya adında bir oğlan müjdeliyoruz. Daha önce bu ismi hiç kimseye vermemiştik.»

8

«Rabbim, karım kısır ve ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olur ki? dedi.»

9

«Öyledir dedi. Rabbin buyurdu ki: Bu bana çok kolaydır. Daha önce sen yokken, seni de yaratmıştık.»

Hazret-i Zekeriya, Rabbine gönülden niyaz edip yalvarınca, Rabbi de onun dua ve niyazını kabul edip şöyle vahyeder; «Ey Zekeriya, sana Yahya adında bir oğlan çocuğu müjdeliyoruz ki, daha önce bu ismi hiç kimseye vermemiştik.» Hazret-i Zekeriya bu ilâhî müjdeyi alınca şöyle der: «Ey Rabbim, karım kısır ve ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olur?» Hazret-i Zekeriya, Allahü teâlâ'nın her şeye kadir olduğuna asla şüphe etmiyor, fakat Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) gibi kalben mutmain olmak istiyordu. Bunun için «karım kısır ve ben de son derece kocamışım» demiştir. Hâlik-ı Mutlak da ona şöyle cevap verir: «Gerçek öyledir, Rabbin buyurdu ki: Bu bana çok kolaydır. Daha önce sen yokken, seni de yaratmıştık. Rabbin kuru ağaca hayat verir ve ondan taze meyveler oldurur. Ölüleri diriltir, yoktan var eder, varı da yok eder. Rabbin her şeye kadirdir.» Hazret-i Zekeriya bu defa çocuğu olacağına dair Rabbinden bir alâmet istemiştir.

10

«'Öyleyse, Rabbim bana bir nişan ver' dedi. Senin nişanın birbiri ardısıra üç gün üç gece insanlarla konuşmamandır' buyurdu.»

11

«Bunun üzerine mabedden çıkıp kavmine: 'Sabah akşam Allah'ı tesbih edin' diye işaret etti.»

Hazret-i Zekeriya, Allahü teâlâ'dan bir oğlu olacağına dair bir nişan ister ve şöyle der: «Rabbim, bana bir nişan ver, onunla hanımımın hamile olduğunu bileyim.» Yüce Halik da ona şöyle vahyeder: «Senin nişanın birbiri ardısıra üç gün üç gece insanlarla konuşmamandır.» Bunun üzerine Hazret-i Zekeriya mabedden çıkar. Kavmi de mabedin önünde toplanmış, namaz kılmaları için Hazret-i Zekeriya'nın mabedden çıkmasını bekliyorlardı. Tam o sırada Hazret-i Zekeriya çıkar, renginin sarardığını ve konuşamadığını görürler. Halk buna bir anlam veremez. Zekeriya «bir şeyin üzerine sabah akşam Allah'a ibadet edin ve namaz kılın» diye yazar ve onlara işaretle gösterir. Kendi de bu iki vakitte mabedden çıkar, halkla beraber namaz kılar. Bu durum üç gün üç gece devam eder, bu meyanda hanımı da hamile olur. Hamilelik müddeti bittikten sonra Yahya (aleyhisselâm) dünyaya gelir ve daha çocuk yaşta iken babası tarafından Beyt-i Makdis'e götürülür, orada ibadet edenlerle beraber ibadet eder. Muayyen bir yaşa geldikten sonra Allah tarafından kendisine vahiy gelir.

12

«Ey Yahya, Kitaba kuvvetle sarıl. Biz daha çocuk iken ona hikmet verdik.»

13

«Ve katımızdan kalb yumuşaklığı ile safiyet verdik. O, Allah'tan sakınan birisiydi.»

14

«Anasına ve babasına karşı iyi davrandı. Başkaldıran bir zorba değildi»

15

«Doğduğu gün de, öleceği gün de ve dirileceği gün de ona selâm olsun.»

Yahya (aleyhisselâm) muayyen bir yaşa geldikten sonra Allahü teâlâ ona şöyle vahyeder: «Ey Yahya! Tevrat'a kuvvetle- sarıl ve onunla amel et.» Yüce Allah, ona daha çocuk yaşta iken hikmet, şefkat ve nübüvvet vermiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh) bunu şöyle açıklar: «Allahü teâlâ, Yahya'ya üç yaşında hikmet ve nübüvvet vermiştir. İnsanları Rablerine imana davet için Allah ona şefkat, merhamet ve kalb yumuşaklığı bağışlamıştır.» O, ihlâsla Rabbine ibadet eder ve O'ndan sakınır. Hiçbir zaman O'nun emirlerine isyan edip günah işlemez. Yahya (aleyhisselâm) anasına babasına karşı da hürmet ve tevâzûda asla kusur etmemiş, onlara ihsanda bulunmuş ve gönüllerini almıştır. Yüce Allah onu şöyle taltif etmiştir: «Doğduğu gün de, öleceği gün de ve dirileceği gün de ona selâm olsun.»

Süfyan ibn Uyeyne şöyle demiştir: İnsanoğlu için en dehşetli an bu üç vakittir. Doğum ile bir mekândan başka bir mekâna çıkar ve yeni bir hayat başlar. Öleceği an da en zor anıdır. Çünkü can bedenden ayrılmaktadır, bu iki sevgilinin birbirinden ayrılması elbette kolay bir şey değildir. Bir sineğin bile can verirken ne kadar ızdırap çektiği hepimizin malûmudur. İnsan kıyamet günü dirildiği zaman en dehşetli anı o vakittir. Çünkü herkes kendi başının derdine düşer. Yaptıkları karşısına çıkar, ameliyle başbaşa kalır. İşte insanın en dehşetli anı bu üç vakittir. Bundan dolayı Yüce Halik «doğduğu gün de, öleceği gün de ve dirileceği gün de ona selâm olsun» buyurmuştur. Bundan sonra Hazret-i Meryem'in kıssasını zikretmiştir.

16

«Kitapta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti.»

17

«Onlardan gizlenmek için de bir perde germişti. Derken biz de ona ruhumuzu göndermiştik de, tam bir insan olarak görünmüştü.»

18

«(Meryem) dedi ki: Eğer Allah'tan sakınan birisi isen, senden Kahmân'a sığınırım.»

Kur'ân-ı Kerîm'de insanların ibret almaları için birçok hikmetler, geçmiş peygamberlere ve ümmetlere dair birçok kıssalar vardır. Hazret-i Meryem'in kıssası da bunlardan biridir. Yüce Allah sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan, etmiştir: «Ya Muhammed, Kur'an'da Meryem'i de an. Hani o, kavminden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti.» Hazret-i Meryem, bir kış günü ay halinden temizlendikten sonra yıkanmak için evinin doğu köşesine çekilir, kavminin kendisini görmemesi için araya bir perde çeker. Yıkanmak için soyunur. Tam o sırada Cebrail genç bir delikanlı kılığında gelir. Onu gören Meryem telâşlanır ve «eğer Allah'tan sakınan birisi isen, bana yaklaşma, senden Rahmân'a sığınırım» der. «Onlardan gizlenmek için de bir perde germişti. Derken biz de ona ruhumuzu göndermiştik de, tam bir insan olarak görünmüştü. Meryem dedi ki: «Eğer Allah'tan sakınan birisi isen, senden Rahmân'a sığınırım.» Hazret-i Meryem kendisine yaklaşanın kim olduğunu bilmez, ona «senden Rahmân'a sığınırım» deyince, Cebrail de şöyle cevap verir.

19

«O da: 'Ben Rabbimin sana tertemiz bir oğul vermek için gönderdiği bir elçiden başka bir şey değilim' dedi.»

20

«Meryem: 'Benim nasıl oğlum olabilir ki, bir insan temas etmemişken ve ben kötü bir kadın da değilken dedi.»

21

«Bu böyledir. Zira: 'Rabbin buyurdu ki, bu bana kolaydır. Onu insanlar için bir mucize ve katımızdan bir rahmet kılacağız.' Zaten iş olup bitmiştir.»

Hazret-i Meryem yıkanmak için soyunduğu zaman genç delikanlı kıyafetinde Cebrail'i görünce korkar ve ona «eğer Allah'tan korkan birisi isen bana yaklaşma, senden Rahmân'a sığınırım» der. Cebrail de ona şöyle cevap verir: «Ben Rabbimin sana tertemiz bir oğul vermek için gönderdiği bir elçiden başka bir şey değilim, benden korkma.» Cebrail'den bu cevabı alan Hazret-i Meryem hayretini şöyle açıklar: «Benim nasıl oğlum olabilir ki? Bugüne kadar bana hiçbir erkek eli değmedi. Çocuk ya insanın helâllisinden olur veya zinadan olur. Bunların hiçbiri bende yok, hem ben ahlâksız, kötü bir kadın da değilim." Cebrail, Hazret-i Meryem'e şöyle cevap verir: «Bu böyledir. Zira Rabbin buyurdu ki, bu bana kolaydır. Onu insanlar için bir mucize ve kudretimize delâlet eden bir alâmet ve bir rahmet kılacağız. İnsanları imana davet etmek için onu hak peygamber olarak göndereceğiz. Zaten olan olmuştur.»

22

«Nihayet ona gebe kaldı ve bununla uzak bir yere çekildi.»

23

«Doğum sancısıyla bir hurma ağacının dibine sığındı. 'Keşke' dedi, 'bundan evvel öteydim de unutulup gideydim'.»

24

«Altından ona şu nida geldi: Sakın üzülme, Rabbin senin ayağının altından bir ırmak akıttı.»

25

«Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün.»

Cebrail, Hazret-i Meryem'in gömleğinin yakasından üfürür, bu üfürmeden Meryem hamile kalır. Bazı tefsirciler Cebrail'in Meryem'e yan vurmasıyla hamile kaldığını söylemişlerdir. Bazıları da, uzaktan Meryem'e dokunmak suretiyle hamile kaldığını ifade etmişlerdir. Hazret-i Meryem'in hamileliği belli olunca kavminden kaçar, bir derenin kenarına gider, oraya «Beyt-i Lahım» denir.

İslâm bilginleri, Hazret-i Meryem'in hamilelik müddeti hakkında farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbas (radıyallahü anh), hamilelik müddeti ile doğumun bir saat içinde olduğunu, tefsircilerden bazısı diğer kadınlar gibi dokuz ay sürdüğünü söylemişlerdir. İmam-ı Mukatil ise bir saat hamile, bir saat çocuğun gelişmesi ve bir saat de doğum müddeti olduğunu söylemiştir. Bu doğum zeval vaktinden sonra vuku bulmuştur. O zaman Hazret-i Meryem on beş yaşında idi ve iki defa da ay hali olmuştu. Kendisine doğum sancısı vurunca sığınacak bir yer bulamaz, kuru bir hurma ağacının altına sığınır. Mevsim kış, soğuk çok şiddetlidir. Sancı artınca hurma ağacına sarılır ve şöyle der: «Keşke ben bu duruma düşmeden önce ölseydim de unutulup gitşeydim.» Hazret-i Meryem böyle söyleyince Cebrail ona şöyle seslenir: «Ey Meryem! Sakın üzülme, Rabbin senin ayağının altından bir ırmak akıttı. Hurma ağacını da kendine doğru silkele, üzerine taze hurma dökülsün..» Bazı tefsirciler bu şekilde Hazret-i Meryem'e nida edenin kuru hurma ağacı olduğunu, bazıları da Hazret-i İsa olduğunu ifade etmişlerdir. Hazret-i İsa doğduğu zaman kuru hurma ağacı yeşermiş, taze ve olgun meyve vermiştir. Kışın ortasında kuru bir ağacın yeşerip bir anda taze ve olgun meyve vermesi ilâhi kudretin bir tecellisidir. Yüce Halik mümtaz kullarını böyle mükâfatlandırır. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Doğum sancısıyla bir hurma ağacının dibine sığındı. 'Keşke' dedi, 'bundan evvel öleydim de unutulup gideydim'.» Altından ona şu nida geldi: «Üzülme sakın, Rabbin senin ayağının altından bir ırmak akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze hurma dökülsün.»

26

«Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, 'ben, O çok merhamet edici Allah'a oruç adadım. O'nun için bugün hiç kimseyle konuşamayacağım' de.»

Hazret-i Meryem, İsa (aleyhisselâm)'yı doğurunca Allah tarafından kendisine şöyle vahyedilir: «Ey Meryem! Üzerine düşen hurmalardan ye, ayağının altından çıkan sudan iç, gözün aydın olsun, gönlünü hoş tut. Şayet insanlardan biri sana bu çocuk hakkında bir şey soracak olursa, onlara cevap verme ve 'ben, O çok merhamet edici Allah'a oruç adadım. O'nun için bugün hiç kimseyle konuşamayacağım.' de.» Hazret-i Meryem de öyle yapmıştır, İsa (aleyhisselâm)'yi doğurduğu gün hiç kimseyle konuşmamış, sorulan sorulara cevap vermemiştir. O günün şeriatına göre konuşmamak için nezredenler, tıpkı oruç tutanlar gibi akşama kadar kimseyle konuşmazlardı. Bazılarına göre Hazret-i Meryem o gün sadece insanlarla konuşmamış, meleklerle konuşmuştur.

27

«Derken çocuğu alıp kavmine getirdi. (Kavmi) 'Ey Meryem, and olsun ki utanılacak bir şey yaptın' dediler.»

28

«Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü birisi değildi, annen de iffetsiz değildi' dediler.»

29

«Bunun üzerine o çocuğu gösterdi. 'Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz' dediler.»

Hazret-i Meryem, İsa (aleyhisselâm)'yi dünyaya getirince alır, kavminin yanına gelir. Kavmi onun babasız çocuk dünyaya getirmesini çok yadırgar ve «Ey Meryem! Yemin olsun ki, kötü ve utanılacak bir şey yaptın ey Harun'un kız kardeşi, baban İmran âbid ve sâlih birisi idi, annen de saliha bir kadındı.. Onlardan böyle bir şey zuhur etmedi, sen kime benzedin?» derler. Bunun üzerine Hazret-i Meryem beşikteki çocuğa işaret eder. Kavmi de «biz beşikteki çocukla mı konuşacağız? O bir çocuktur, konuşmasını ne bilir?» derler.

İmam-ı Kelbî (radıyallahü anh) şöyle der: «Hazret-i Meryem, İsa (aleyhisselâm)'yi doğurunca bir mağaraya götürür. Orada, nifastan kesilene kadar kırk gün kalır, nifastan kesildikten sonra oğlunu alır, kavminin yanına gelir. Yolda gelirken İsa, annesine şöyle der: Ey anne, sana müjdeler olsun, ben Allah'ın kulu ve Mesihiyim. Şayet ölüleri elimle mes edersem dirilir, hastalar iyi olur, körler görür.» Hazret-i Meryem bundan son derece sevinç duyar, kavminin yanına geldiği zaman bundan dolayı beşikteki çocuğu gösterir. Tefsirciler Hazret-i Meryem'e kavminin «ey Harun'un kız kardeşi» demelerini şöyle açıklamışlardır. İsrailoğulları içinde Harun adında çok âbid, sâlih ve takva bir zat varmış, Hazret-i Meryem'i de âbid, sâlih ve takvâlıkta ona benzetiyorlardı, bundan dolayı «ey Harun'un kız kardeşi» demişlerdir. Bazı tefsirciler ise aksini söylemişlerdir. Babasız çocuk doğurduğu için ahlâksızlığı ile meşhur Harun adında birisine benzetmişlerdir. Kavmi kendisini ayıplayınca onlara cevap vermez ve beşikteki çocuğu gösterir. Çünkü kendisinin suçsuz olduğunu ortaya koyacak olan çocuğudur. Kavmi de kendisine inanmayarak «bizi beşikteki çocukla konuşmaya sevk ediyor» demişlerdir. Onlar aralarında böyle konuşurken Hazret-i İsa kendilerine şöyle seslenir.

30

«Çocuk dedi ki: Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.»

31

«Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.»

32

«Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht yapmadı.»

33

«Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de selâm benim üzerimedir.»

Hazret-i Meryem, İsa'nın doğumundan kırk gün sonra kavminin yanına gelince, kavmi kendisini çok ayıplar. Meryem ise, kavmine bir şey söylemez, beşikteki çocuğu gösterir. O zaman Hazret-i İsa kırk günlüktür, sağ elinin şehadet parmağı ile işaret ederek kavmine şöyle der: «Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Rabbim bana kitap verdi ve beni peygamber olarak seçti. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.» İsa (aleyhisselâm), kendisine ma'budluk isnad edilmemesi' için önce Allah'ın kulu olduğunu ve peygamberlik vazifesiyle görevlendirildiğini söylemiştir. Tefsircilerin çoğunluğu İsa (aleyhisselâm)'ya ana rahminde Tevrat ilham edildiği, sabi iken de İncil verildiği görüşünde birleşmektedirler. Kendisine Allah' tarafından kitap verildiğini ve peygamber olarak gönderildiğini kavmine haber verdikten sonra şöyle der: «Nerede olursam olayım; Allah, kullarını imana davet etmem için beni mübarek kıldı. Bana uyanların akıbeti hayırlı ve mübarek olur. Beni anama hürmetkar kıldı. Beni bir zorba ve bir bedbaht yapmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kalkacağım gün de selâm benim üzerime olsun.» Kavmi, Hazret-i İsa'nın kendileriyle böyle konuşmasına şaşa kalırlar.

34

«İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa, hak söze göre budur.»

35

«Bir oğul edinmek Allah'a asla yakışmaz. O, münezzehtir. Bir işin olmasını istedi mi ona sadece 'ol' der, o da olur.»

36

«Şüphesiz ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.»

Kâfirler Hazret-i İsa hakkında aralarında ihtilâfa düşmüş, kimi Allah'ın oğlu olduğunu, kimi de kâhin olduğunu söylemiştir. Yüce Allah onların bu iddiasını reddederek şöyle buyurmuştur: «Bir oğul edinmek Allah'a asla yakışmaz. O, evlât edinmekten münezzehtir, birdir, şeriki ve benzeri yoktur. Bir işin olmasını istedi mi ona sadece 'ol' der, o da olur.» Hazret-i İsa bundan sonra kavmine şöyle der: 'Ey kavmim, şüphesiz ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin, başkasına tapmayın. Şeriki, ortağı ve benzeri olmayan Allah'a tapın. Çünkü O'ndan başka ibadete lâyık yoktur. İşte size beyan ettiğim yol en doğru yoldur. Eğer ihlâsla ona sarılırsanız Hakk'a ulaşırsınız, ondan ayrılırsanız ebedî sapıklığa düşersiniz.

37

«Fırkalar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Vay o büyük günü görecek kâfirlerin haline.»

38

«Bize gelecekleri gün neler görüp neler işitecekler. Ne var ki, zalimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.»

39

«Sen onları hasret günü ile korkut. O gün iş bitmiş olacağı zaman onlar hâlâ gaflet içinde bulunup inanmazlar.»

40

«Şüphe yok ki bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara biz vâris olacağız. Ve onlar bize döndürülecektir.»

Hazret-i İsa hakkında Hıristiyanlar üç guruba ayrılmışlardır. Nastûriye, İsa (aleyhisselâm)'nın Allah'ın oğlu olduğunu, Yakubiye Mesih olduğunu, Melikâniye üçün üçüncüsü olduğunu söylemişlerdir. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Vay o büyük günü görecek kâfirlerin haline, bize gelecekleri gün neler görüp neler işiteceklerdir. Gördükleri ve işittikleri o gün kendilerine asla fayda vermeyecektir. Ne var ki, zalimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler. Yâ Muhammed, sen onları hasret günü ile korkut. O gün iş bitmiş olacağı zaman, onlar hâlâ gaflet içinde bulunup inanmazlar. Şüphe yok ki bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara biz vâris olacağız. Ve onlar bize döndürüleceklerdir.» Kıyamet günü bütün insanlar Allah'a döndürülüp hesaba çekileceklerdir. Hesaba çekildikten sonra cennetliklerle cehennemlikler birbirinden ayrılacaklar, cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gidecekler ve orada ebedî olarak kalacaklardır. Çünkü ölüm diye bir şey olmayacaktır. Ölüm de bir koç suretinde cennet ile cehennem arasında kesilecektir. İşte o zaman kâfirler yaptıklarına pişman olacaklar, fakat o günkü nedâmot asla fayda vermeyecektir.

41

«Kitapta İbrahim'e dair anlattıklarımızı da hatırla. Şüphesiz o dosdoğru bir peygamberdi.»

42

«Hani babasına demişti ki: Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?»

43

«Babacığını doğrusu bana, sana gelmemiş olan bir ilim gelmiştir. Öyleyse bana uy da, seni dosdoğru bir yola çıkarayım.»

44

«Babacığım, şeytana tapma. Çünkü şeytan Rahmân'a baş kaldırmıştır.»

45

«Babacığım, doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum. Böylece şeytanın dostu olarak kalırsın.»

Bu âyet-i celilelerde İbrahim (aleyhisselâm) 'in babası ile arasında geçen hususlar anlatılmaktadır. O, Allah'ın halilidir, sıdkı bütün bir peygamberdir. Yüce Allah, İbrahim (aleyhisselâm)'e «halilim» demiştir. Babası putperesttir, asıl ismi «Tarih» tir, fakat Azer olarak ma'ruftur. O, ilk önce babasını imana davet eder. Allahü teâlâ onun hakkında sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, kitapta İbrahim'e dair anlattıklarımızı hatırla. Şüphesiz o dosdoğru bir peygamberdir.» İbrahim (aleyhisselâm) babasını imana davet ederek, ona şöyle der: «Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım, doğrusu sana verilmeyen bir ilim bana verildi. Bana tâbi ol ve dinimi kabul et, seni doğru bir yola çıkarayım. Babacığım, şeytana tapma. Çünkü şeytan Rahmân'a baş kaldırmıştır. Eğer şeytana taparsan doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkarım. Böylece şeytanın dostu olur, ebedî bir azaba uğrarsın. Babası, İbrahim (aleyhisselâm)'den bu sözleri duyunca ona şöyle cevap verir.

46

«Babası dedi ki: Sen, benim tanrılarımı beğenmiyor musun ey İbrahim? Yemin olsun ki, bundan vazgeçmezsen seni taşlarım, uzun bir müddet benden ayrıl git.»

47

«İbrahim dedi ki: Selâm olsun sana, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Zira O, bana karşı çok Iütufkârdır.»

48

«Sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı bırakıp çekilirim ve Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum olmayacağımı umarını.»

İbrahim (aleyhisselâm)'in, kendisini imana ve kurtuluşa davet ettiği babası Azer, oğlunun davetini kabul etmez, ona şöyle der: «Ey İbrahim, sen benim tanrılarımı beğenmiyor musun? Şayet bizim tanrılarımızı beğenmez, onlar hakkında kötü konuşursan and olsun ki, seni taşlar öldürürüm ve sana beddua ederim. Kavmimden sana bir zarar dokunmadan uzun bir müddet benden ayrıl git.» İbrahim (aleyhisselâm), babasının ilâhî azaba uğramasından korktuğundan dolayı, onun tehdidine aldırış etmeden şöyle dua eder: «Selâm olsun sana, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı çok lütufkârdır, duamı kabul eder. Sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı bırakıp çekiliyorum. Ben ancak Rabbime ibadet eder, O'na yalvarırım. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı da umarım. Zira O, kendisine ibadet edip yalvaran kullarını asla mahrum bırakmaz. Siz putlara tapmakla kâfirlerden oldunuz.»

49

«Onları Allah'tan başka taptıklarıyla başbaşa bırakıp çekilince ona İshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Ve her birini peygamber yaptık.»

50

«Bunlara rahmetimizden lütfettik. Her birinin her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık.»

İbrahim (aleyhisselâm), kavminden ve taptıklarından ayrılıp Arz-ı Mukaddes'e gider, orada yerleşir. Yüce Halik, ona İshak ile Yakub'u verir. Yakub (aleyhisselâm), İbrahim (aleyhisselâm)'in torunudur. Yani Hazret-i İshak’ın oğludur, İshak (aleyhisselâm)'ın vefatından sonra peygamber olmuştur. Baba oğul peygamber oldukları için, Yüce Halik «ona İshak'ı ve Yakub'u bahşettik» buyurmuştur. İki oğlu ve torunu peygamber olduğu gibi, soyundan birçok peygamber gelmiş geçmiştir. Allahü teâlâ onlara dünya ve âhiret nimetlerinin hepsini ihsan etmiştir. Her birisinin bütün dillerde ve milletlerde en üstün şekilde tazim ve hürmetle anılmalarını sağlamıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bunlara rahmetimizden lütfettik. Her birinin her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık.»

51

«Kitapta Musa'ya dair anlattıklarımızı da hatırla. O, halis bir insan ve katımızdan gönderilmiş bir peygamberdir.»

52

«Biz ona Tur'un sağ yanından seslenmiştik. Hususi bir konuşmada bulunmak için, onu yaklaştırmıştık da.»

53

«Onu esirgediğimizden dolayı kardeşi Harun'u da bir peygamber olarak ona bağışladık.»

Yüce Allah sevgili Peygamberine Hazret-i Musa hakkında şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed!! Kur'an'da Musa'ya dair anlattıklarımızı hatırla. O, halis bir insan ve katımızdan gönderilmiş bir peygamberdir. Medyen'den Mısır'a giderken Tur'da gördüğü ateşi talep ettiği zaman onu kendimize yaklaştırıp dağın sağ tarafından «ben âlemlerin Hâlik'ı ve Mâlik'i olan Allah'ım» diye nida edip kelâmımızı işittirmiştik. O, kardeşi Harun'u da kendisine yoldaş yapmamız için dua ve niyaz etti. Biz de duasını kabul edip Harun'u bir peygamber olarak ona bağışladık.» Musa (aleyhisselâm), kardeşi Harun'un kendisine yardımcı olarak gönderilmesini Rabbinden niyaz etmiştir. Rabbi de onun dua ve niyazını kabul ederek Harun (aleyhisselâm)'u bir peygamber olarak ona göndermiştir. Çünkü Musa (aleyhisselâm)'nın dilinde bir ukde (tutukluk) vardı. Bundan dolayı net ve beliğ konuşamıyordu. Harun (aleyhisselâm) ise gayet fasih ve net konuşuyordu. Zira tebliğdeki en önemli husus hatibin muhatabına karşı tesirli ve net konuşmasıdır. Bu olmadan istenilen neticeye ulaşılamaz.

Harun (aleyhisselâm), Musa (aleyhisselâm)’nın büyük kardeşidir. Mısır'da dünyaya gelmiştir, fasih bir lisana sahiptir. Musa (aleyhisselâm)'nın duası üzerine kendisine nübüvvet verilmiştir. Hazret-i Musa ile Tih vadisine geçip orada ikamet etmişlerdir. Musa (aleyhisselâm) ilâhi hitaba mazhar olmak üzere Tur dağına gidince Harun'u yerine bırakmıştır. İsrailoğulları onu dinlemeyerek Samirî adında bir münafığın yapmış olduğu buzağıya tapınışlardır. Musa (aleyhisselâm) Tur'dan dönünce kavminin bu haline çok üzülmüş, kardeşinin mazur olduğunu anlamıştır. İsrailoğulları yaptıklarına pişman olmuşlar, fakat yaptıklarının cezası olarak kırk yıl kadar Tih vadisinde kalmışlardır. Harun (aleyhisselâm), Musa (aleyhisselâm)'dan üç yıl önce 123 yaşında vefat etmiş, Tur-i Sina civarında Mürren dağındaki bir mağaraya defnedilmiştir.

54

«Kitapta İsmail'e dair anlattıklarımızı da hatırla. Zira o, sözünde sadık bir kişi ve katımızdan gönderilmiş bir peygamberdir.»

55

«Kavmine namaz kılmalarını ve zekât vermelerini emrederdi. O, Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.»

Allahü teâlâ sevgili Peygamberine İsmail (aleyhisselâm) hakkında şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, Kur'an'da İsmail'e dair anlattıklarımızı da hatırladı. Zira o sözünde sadık, ahdinde vefa gösteren bir kişi ve katımızdan gönderilmiş bir peygamberdir. O, kavmine namaz kılmalarını ve zekât vermelerini emrederdi. O, Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.» İsmail (aleyhisselâm), İbrahim (aleyhisselâm)'in büyük oğlu olup Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dedesidir. Cürhüm kabilesine peygamber olarak gönderilmiştir. Sözüne çok sadıktı, asla sözünden dönmezdi. Hatta bir defasında verdiği sözü yerine getirmek için bir yerde üç gün beklediği rivayet edilmektedir.

56

«Kitapta İdris'e dair anlattıklarımızı da hatırla. Çünkü o, dosdoğru bir peygamberdir.»

57

«Onu yüce bîr yere yükselttik.»

58

«İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Âdem'in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden, hidayete erdirdiğimiz seçkin kimselerdendir. Rahmân'ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.»

Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, kitapta İdris'e dair anlattıklarımızı hatırla. Çünkü o dosdoğru bir peygamberdir. Biz ona dünyada yüce bir makam ve mertebe verdik, sonra yüce bir yere yükselttik.» İdris (aleyhisselâm), Hazret-i Nuh'un dedesidir. Şît (aleyhisselâm)'den sonra kendisine peygamberlik verilmiştir. Asıl adının «Unnûh» olduğu rivayet edilmektedir. Çok kitap okuduğu için İdris adım almıştır. İlk önce kalemle yazan, hesap ve yıldız ilimleriyle uğraşan, silâhı icad eden ve elbise diken o olmuştur. Ondan önceki insanlar deriden elbise giyerlerdi, deriden başka şeylerden elbise yapmayı bilmezlerdi. Allahü teâlâ onun için şöyle buyurmuştur: «Onu yüce bir yere yükselttik. İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden, hidayete erdirdiğimiz seçkin kimselerdendir. Rahmân'ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.»

59

«Sonra, arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır.»

60

«Ancak tevbe edip iman ederek sâlih amel işleyenler müstesnadır. Onlar hiçbir haksızlığa uğratılmadan cennete girerler.»

Peygamberlerden sonra arkalarından öyle bir nesil gelmiştir ki, onlar namazlarını terk edip şehvetlerine uymuşlar, namaz kılanlar da vaktinde kılmamışlardır. Onlar içki, kumar, zina ve haram gibi günahları işleyerek çeşitli masiyetlerde bulunmuşlar, birbirlerinin, ırzlarına ve namuslarına göz dikmişlerdir. Böylece dünyayı tercih edip âhireti unutmuşlardır. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını yakında göreceklerdir. Yerleri cehennemin en aşağı tabakası olan gayyadır.

Gay, şer demektir. Cehennemin en aşağı tabakası ve azabı en şiddetli olan kısmıdır.

İbn Abbas (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: Gay, cehennemde bir nehrin adıdır. Cehennem onun ateşinin şiddetinden Allah'a sığınır. O nehrin içinde çok derin «Benime» adında bir kuyu vardır. Cehennemin ateşi biraz hafiflediği zaman oradan çıkan ateş tekrar tutuşturur. Allah'ın emrinden yüz çevirenler böylece cezalarını görürler. Ancak tevbe edip iman ederek sâlih amel işleyenler müstesnadır. Onlar hiçbir haksızlığa uğratılmadan cennete gireceklerdir, yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: 'Sonra, arkalarından öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır. Ancak tevbe edip iman ederek sâlih amel işleyenler müstesnadır. Onlar hiçbir haksızlığa uğratılmadan cennete girerler.» Bundan sonra cennetin vasıflarını beyan etmiştir.

61

«Rahmân’ın gaybda kullarına vaadettiği Adn cennetlerine gireceklerdir. Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır.»

62

«Orada boş sözler değil, sadece selâm sözü işitirler. Ve onlar sabah akşam rızıklarmı hazır bulurlar.»

63

«İşte bu cennetlere kullarımızdan Allah'a karşı gelmekten sakınanları mirasçı kılacağız.»

Allahü teâlâ iman edip sâlih amel işleyen kullarına mükâfat olarak Adn cennetleri vaadetmiştir. Yüce Allah'ın vaadi haktır, hiç şüphesiz sözü yerini bulacaktır. Onlara bunu dünyada iken vaadetmiştir, bu onların amellerinin karşılığıdır. Cennete girenler orda hoşlanmayacakları bir şey duymayacaklar, sadece gönüllerini ferahlandıracak sözler işiteceklerdir. Orada Allah'ın ve meleklerin selâmı kendilerine ulaştığı gibi, birbirleriyle de selâmlaşacaklardır. Her istediklerine nail olacakları gibi, gece gündüz rızıkları da önlerine gelecektir. Cennette gece ve karanlık diye bir şey söz konusu değildir, bundan maksad zaman mefhumu olmaksızın istedikleri o anda kendilerine takdim edilir. Allahü teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Rahmân'ın gaybda kullarına vaadettiği Adn cennetlerine girerler. Şüphesiz O'nun sözü yerini bulacaktır. Orada boş sözler değil, sadece selâm sözü işitirler. Ve onlar sabah akşam rızıklarını hazır bulurlar. İşte bu cennetlere, kullarımızdan Allah'a karşı gelmekten sakınanları mirasçı kılacağız.»

64

«Biz ancak senin Rabbinin emriyle ineriz. Geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek yalnız O'na mahsustur. Ve senin Rabbin unutkan değildir.»

65

«O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Şu halde O'na ibadet et ve bu ibadetinde sabırlı ol. Hiç O'na benzer bir şey bilir misin?»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Yahudilerden bir gurup Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek Zülkarneyn, Eshab-ı Kehf ve ruh hakkında sorular sorarlar. Peygamberimiz de «onlar hakkında ben size yarın bilgi veririm» der. Fakat «Allah nasip ederse veya inşaallah» demeyi unutur. Bunun üzerine Cebrail birkaç gün gelmez. Peygamberimiz, Cebrail'in gelmeyişinden çok müteessir olur. Yahur diler de Peygamberimiz hakkında ileri geri konuşmaya başlarlar. Birkaç gün sonra Cebrail gelir, Allah Resulü «ben seni çok özledim, neden geciktin» diye sorar. Cebrail de ona cevap olarak bu âyeti- celileyi getirir. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Biz ancak senin Rabbinin emriyle ineriz. O'nun emri olmadan asla memeyiz. Geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek yalnız Allah'a mahsustur. Bizim hiçbir şeye gücümüz yetmez ve hiçbir şeyi de bilemeyiz. Senin Rabbin asla unutkan değildir. O, her şeyi bilir, hiçbir şey bilgisinin dışında değildir, seni de unutmaz. O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Şu halde O'na ibadet et ve emri üzere de bu ibadetinde sabırlı ol. Hiçbir zaman O'nu aklından çıkarma, hiç O'na benzer bir şey bilir misin? Elbette onun benzeri, şeriki yoktur.» Yüce Allah sevgili Peygamberini böyle teselli eder.

Allahü teâlâ'nın her âyetinde kullarının ibret ve ders alması için birçok hikmetler vardır. Bu âyetlerde de mü’minler için ders alınması gereken hikmetler mevcuttur. Mü’min hiçbir zaman Allah’ın adını zikretmeden bir vaadde bulunmamalıdır. Ancak «Allah nasip ederse, Allah izin verirse bunu yapacağım» demelidir. Allah destur vermezse hiçbir şey yapamaz, hatta bir nefes bile alamaz. Bu bakımdan her zaman ve her işinin başında Rabbini anmalıdır. Bir de çok aceleci olmamalıdır, her işini hesaplı, ölçülü ve neticesini düşünerek yapmalıdır. Neticesini düşünmeden alelacele yapılan işler daima sonuçsuz kalır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «acele iş şeytandandır, teenni ise Allah'tandır» buyurmuştur.

66

«İnsan der ki: Ben öldüğüm zaman mı, her halde diri olarak çıkarılacağım?»

67

«İnsan hiç düşünmez mi ki, kendisi önceden bir şey değilken biz, onu yarattık.»

68

«Rabbine and olsun ki biz onları da, şeytanlarını da elbette beraber hasredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.»

Kâfirler, Allah'ın âyetlerini yalanladıkları gibi, öldükten sonra dirilmeyi de inkâr etmişlerdir. Bunların öncülüğünü yapan Übey ibn Kâ'b «ben öldükten sonra tekrar dirilip yerden geri mi çıkacağım?» diyerek öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmiştir. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «İnsan hiç düşünmez mi ki, kendisi önceden hiçbir şey değilken biz onu yoktan var ettik. Onu yoktan var ettiğimiz gibi, öldükten sonra tekrar dirilteceğiz." Hâlik-ı Mutlak her şeye kadirdir. O, yoktan var ettiği gibi, öldükten sonra da tekrar diriltmeye kadirdir. Bundan sonra zâtına yemin ederek şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, and olsun ki biz onları da, şeytanlarını da beraber hasredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.» İman etmeyenler cezasını böyle göreceklerdir. Bu onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.

69

«Sonra her toplumdan Rahmân'a karşı en çok kimin baş kaldırdığını ortaya koyacağız.»

70

«Cehenneme en çok lâyık olanları da biz biliriz.»

71

«içinizden ona uğramayacak kimse yoktur. Bu, Rabbimin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür.»

72

«Sonra biz, takvaya erenleri kurtaracağız, zâlimleri de orada diz üstü çökmüş olarak bırakırız.»

Allahü teâlâ kıyamet günü her toplumdan en çok kimin kendisine başkaldırdığını ve isyan ettiğim ortaya çıkarır. Cehenneme en çok lâyık, olanları da bilir. Ey insanlar, içinizden cehenneme uğramayacak bir kimse yoktur. Bu, Allah'ın yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükmüdür. Ancak oraya girdikten sonra çıkacak olanlar, iman edip şirk ve küfürden sakınıp Allah'ın emirlerini yerine getiren takva sahipleridir. Onlar hiçbir surette azap ve sıkıntı görmeden oradan çıkacaklardır. Bu âyet-i celile bütün insanların cehenneme gireceğine delâlet eder. İman etmeyenler orada kalır, iman edip takva sahibi olanlar hiçbir zarar görmeden oradan çıkarlar. Allahü teâlâ takva sahibi olan kullarını ordan çıkaracağını vaadediyor. Herkes cehennem ateşini görecek, fakat takva sahiplerine onun ateşi asla dokunmayacaktır. Çünkü takva sahiplerinin nuru cehennem ateşini söndürecektir. Yüce Allah «biz iman etmeyenleri, cehennemde ebedî bırakacağız» buyurmuştur. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de «lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlüllah» diyerek kalbinde zerre kadar imanı olan cehennemde ebedî kalmayacaktır» buyurmuştur.

Halid ibn Ma'den şöyle demiştir: «Cennet ehli şöyle diyeceklerdir: Rabbimiz, bizim cehenneme gireceğimizi vaadetmemiş miydi ki, biz cehenneme girmedik?» Cevaben şöyle denecektir «evet, Allah sizin cehenneme gireceğinizi vaadetti, bu vaadini de yerine getirdi. Fakat sizin nurunuz onun ateşini söndürdü. Bundan dolayı size hiçbir zararı dokunmadı ve sizi yakmadı.» Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'den cehennemin şöyle nida ettiği rivayet edilmiştir: «Ey mü’min geç, senin nurun benim ateşimi söndürdü.» Görülüyor ki, mü’minin man nuru cehennem ateşini bile söndürüyor. İmam-ı Mücahid (radıyallahü anh) de şöyle demiştir: «Sıtma hastalığına yakalanan mü’min cehenneme girmiş gibi olur. Zira mü’minlerin cehennem ateşinden nasipleri sıtma hastalığına yakalanan mü’minin ateşinin derecesi kadardır. Çünkü sıtma hastalığının ateşi cehennem ateşinden bir parçadır.»

Âyet-i celilede ifade edildiği gibi Allahü teâlâ kıyamet günü bütün insanları cehenneme sokacaktır. İman edip takva sahibi olanları oradan çıkaracaktır. Cehennem kendilerine asla dokunmayacaktır, onlar için cehennem bir gül bahçesi olacaktır. Zira ateşe yakma özelliğini veren Hâlik-ı Mutlak'tır. Dilediği zaman ondaki özelliği yok eder. Nitekim Hazret-i İbrahim, Nemrut tarafından ateşe atıldığı zaman ateşteki yakma özelliğini yok ettiği gibi. Kâfirler ise cehennemde ebedî olarak kalacaklardır, bu onların inkâr ve küfürlerinin bir cezasıdır. «Sonra her toplumdan Rahmân'a karşı en çok kimin baş kaldırdığını ortaya koyacağım. Cehenneme en çok lâyık olanları da biz biliriz. İçinizden ona uğramayacak kimse yoktur. Bu, Rabbimin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükmüdür. Sonra biz takvaya erenleri kurtaracağız, zalimleri de, orada diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.»

73

«Âyetlerimiz kendilerine apaçık olarak okunduğu zaman küfreden o adamlar mü’minlere-. 'Bu iki zümrenin hangisinin makamı daha iyi ve yeri daha güzeldir?' derler.»

74

«Biz onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki, onlar varlıkça ve gösterişçe bunlardan daha üstündüler.»

75

«De ki: Rahman, sapıklıkta olanın günlerinin uzunluğunu uzattıkça uzatır. Nihayet tehdit edildikleri azap ile kıyamet gününü gördükleri zaman kimin yerinin daha kötü ve taraftarlarının daha güçsüz olduğunu bileceklerdir.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine nazil olan âyetleri Mekke'li müşriklere okuduğu zaman, ona cevap veremiyerek Müslümanların fakirleriyle alay etmeye başlamışlar ve şöyle demişlerdir: «Bu iki zümreden hangisinin makamı daha iyi ve daha güzeldir'» Kastedilen iki zümreden biri Müslümanlar, diğeri de kâfirlerdir. Onlar varlıklarına ve çokluklarına güvenerek kendilerini Müslümanlardan üstün görmüşlerdir. İslâm'ın ilk yıllarında genelde fakirler İslâm'ı kabul ediyor, zenginler ve ileri gelenler ise İslâm'ı kabule yanaşmıyorlardı. Hatta fakirler ve kölelerle bîrarada, bir mecliste oturmayı kendilerine zül kabul ediyorlar ve şöyle diyorlardı «biz halkın ileri gelenleri ve asalet sahibi insanlarız, bunlarla beraber birlikte oturup kalkamayız.» Halbuki İslâm'daki üstünlük madde ile değil, takva iledir. Allah katında en üstün olan insan Allah'tan en çok korkandır. Bu, dağbaşmdaki bir çoban da olabilir, devlet dairesindeki bir memur da, sokaktaki bir temizlik işçisi de. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Biz onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki, onlar varlıkça ve gösterişçe bunlardan daha üstündüler. Buna rağmen onları inkâr ve küfürleri yüzünden helak ettik. Ya Muhammed, o kâfirlere de ki: «Rahman, sapıklıkta olanın günlerinin uzunluğunu uzattıkça uzatır. Nihayet tehdit edildikleri azap ile kıyamet gününü gördükleri zaman kimin yerinin daha kötü ve taraftarlarının daha güçsüz olduğunu bileceklerdir.»

Kâfirler her ne kadar güçlü görünseler de, gerçekte onlar çok güçsüzdürler. Allah'a teslim olmayan her varlık güçsüzdür. Çünkü her varlığa güç kuvvet veren O'dur. O'nun izni olmadan bir yaprak bile kımıldamaz. Zahire bakıp kâfirlerin güçlü olduğunu zannetmek gaflettir. Belki maddeten onların varlıklı olmaları İlâhî kudretin eseri olarak çalıştıklarının karşılığıdır. Zira Rezzâk-ı Âlem Necm Sûresi'nin 39. âyetinde «ve insan için çalıştığından başkası yoktur- buyuruyor. Görülüyor ki, dünyevi işlerde iman edenlere de, etmeyenlere de ancak çalıştıklarının karşılığı veriliyor.

76

«Allah, hidayeti kabul edenlerin feyzini artırır. Baki kalacak iyi ameller Rabbimin nezdinde sevapça da hayırlıdır, akıbetçe de hayırlıdır.»

77

«Âyetlerimizi inkâr eden ve: 'Bana elbette mal ve çocuk verilecektir diyeni gördün mü?»

78

«O, görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rahman katından bir söz mü almış?»

79

«Hayır, söylediğim yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.»

80

«Söyledikleri şeyler size kalacaktır. Ve kendisi bize tek olarak gelecektir.»

Allahü teâlâ hidayete lâyık olanları, hidayete erdirir, imanlarını kat kat artırır. Bakî kalacak olan sâlih amel Allah katında mükâfat bakımından da, akıbet bakımından da daha hayırlıdır. Zira kıyamet günü zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed!, âyetlerimizi inkâr edip ve 'bana elbette mal ve çocuk verilecektir' diyeni gördün mü?» Bu âyetin nüzul sebebi şudur: Habbab (radıyallahü anh) demirci ustasıydı, müşriklerden Âs ibn Vâü'e birçok iş yapar ne var ki Vâil, Habbab'ın hakkını vermezdi. Habbab bir gün ona gider, hakkını ister. Vâil, Habbab'a (radıyallahü anh) «dininden döner, Muhammed! yalanlarsan sana hakkını veririm,» der. Habbab (radıyallahü anh) bunu asla kabul etmez ve «ben de sendeki hakkımı, öldükten sonra tekrar dirilince alırım» der. Vâil, Habbab'ı alaya alarak «ben öldükten sonra tekrar dirilecek miyim?" diye sorar. Habbab da «evet» cevabını verir. Vâil öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederek «benim o zaman oğlum, kızlarım ve çok malım olur, senin de hakkını veririm» der. Bunun üzerine Allahü teâlâ onların iddialarını reddederek bu âyetleri inzal eder ve şöyle buyurur: «Allah, hidayeti kabul edenlerin feyzini artırır. Bakî kalacak iyi ameller Rabbinin katında sevapça da hayırlıdır, akıbetçe de hayırlıdır. Âyetlerimizi inkâr eden ve 'bana elbette mal ve çocuk verilecektir' diyeni gördün mü? O, görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rahman katından bir söz mü almış? Hayır, söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız. Söyledikleri sözler bize kalacaktır ve kendisi bize tek olarak gelecektir. Mallan ve evlâtları kıyamet günü kendisine asla fayda vermeyecektir.» Kıyamet günü her insan amelinin karşılığını görecektir. Zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir.

81

«Onlar kendilerine güç kazandırsın diye Allah'ı bırakarak tanrılar edindiler.»

82

«Hayır, onlar kendilerinin ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine döneceklerdir.»

83

«Bilmiyor musun ki kâfirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdik.»

84

«Şu halde sen onlara karşı acele etme. Biz onların günlerini saydıkça sayacağız.»

Müşrikler, Allah katında putların kendilerine şefaat etmesi ve azaptan kurtarması için Allah'ı bırakıp onlara tapınışlardır. Halbuki Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir varlık yoktur. Başka bir varlığa ibadet etmek ve yardım beklemek Allah'a ortak koşmaktır. Allah'a ortak koşmak ise günahların en büyüğüdür. Yüce Allah müşriklerin bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Kâfirler kendilerine güç kazandırsın diye Allah'ı bırakarak tanrılar edindiler. Hayır, o ibadet ettikleri putları kıyamet günü ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine döneceklerdir. Ya Muhammed, bilmiyor musun ki kâfirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdik. Şu halde sen onların üzerine azabm çabuk gelmesini dilemede acele etme. Biz onların aylarını günlerini ve nefeslerini vaadettiğimiz azap zamanı gelene kadar sayarız. O müddet tamam olduktan sonra azaplarını veririz.» İşte kâfirler azaplarını böyle göreceklerdir.

85

«O gün müttakileri Rahmân'ın huzurunda, Ona gelmiş konuklar olarak toplarız.»

86

«Mücrimleri de suya götürür gibi cehenneme süreriz.»

87

«Rahmân'ın katında bir ahd almış olanlardan başkası asla şefaatta bulunmayacaktır.»

Bu âyet-i celilelerde iman edenlerle, iman etmeyenlerin kıyamet günü görecekleri mükâfat ve mücâzat bildirümektdir. Allahü teâlâ, muttaki kullarım kıyamet günü huzurunda toplar, onlar kıyametin dehşetinden ve cehennemin azabından asla korkmazlar, arzu ettikleri bütün nimetlere nail olurlar. Kendilerine vaadedilen cennetlere girerler. Çünkü Yüce Allah iman edip sâlih ameller işleyen kullarını cennet nimetleriyle mükâfatlandıracağını vaadetmiştir. Bu onların iman ve amellerinin karşılığıdır. İman etmeyenleri ise, inkâr ve küfürlerinden dolayı elim bir azaba uğratacak, içinde ebedî kalacakları cehenneme atacaktır. Zira Yüce Allah iman etmeyenler için cehennemi vaadetmiştir. Allah vaadinden asla dönmez, vaadi muhakkak vuku bulacaktır.

88

«Bir kısım kimseler: 'Rahman çocuk edindi' dediler.»

89

«Yemin olsun ki ortaya çok kötü bir şey attınız.»

Kâfirler, Allahü teâlâ'ya çocuk isnad ederek meleklerin O'nun kızları olduğunu söylemişlerdir. Yüce Allah evlât ve aileden münezzehtir. Çünkü evlât da, aile de, mal da, mülk de, bunların hepsi Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmiştir. Allah hiçbir zaman yarattığı şeye muhtaç olmaz, Mahlûka muhtaç olan da hiçbir zaman Halik olmaz. Allahü teâlâ onların iddialarını reddederek şöyle buyuruyor: «O gün müttakileri Rahmân'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar olarak toplarız. Mücrimleri de suya götürür gibi cehenneme süreriz. Rahmân'ın katında bir ahd almış olanlardan başkası asla şefaatta bulunmayacaktır. Bir kısım kimseler: «Rahman çocuk edindi» dediler. Yemin olsun ki ortaya çok kötü bir şey attınız.»

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) müttakiler için şöyle demiştir: Kıyamet günü Allahü teâlâ'nın muttaki kulları develer üzerinde mahşer yerine gelirler. Diledikleri zaman süvari olarak, diledikleri zaman da uçarak giderler. Develerinin eğeri yakuttan, özengisi de altındandır.

90

«Nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar çökecekti.»

91

«Rahmân'a çocuk isnad etmelerinden ötürü.»

92

«Oysa Rahmân'a çocuk edinmek yaraşmaz.»

93

«Çünkü göklerde ve yerde olan her şey Rahmân'a mutlaka kul olarak gelecektir.»

94

«Yemin olsun ki, O, bunları kuşatmış ve teker teker saymıştır.»

95

«Kıyamet günü hepsi O'na tek olarak gelecektir.»

Yahudiler ve Nasrâniler Allahü teâlâ'ya çocuk isnad etmişlerdir. Allah'a çocuk isnad etmek en büyük günahtır. O, aile ve çocuktan münezzehtir. Kâfirlerin, Rahmân'a çocuk isnad etmelerinden ötürü nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar çökecekti. Çünkü O, her şeyin halikı ve ma'bududur, çocuk edinmek O'na asla yaraşmaz. Göklerdeki ve yerdeki her şey Rahmân’ın kuludur. Hepsini O yaratmıştır. Kıyamet günü her varlık tek olarak O'nun huzuruna gelecektir. İman edip sâlih amel işleyenler mükâfatını, iman etmeyenler ise cezalarını göreceklerdir.

96

«Hakikat iman edip sâlih ameller işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır.»

Yüce Allah iman edip sâlih ameller işleyen kullarının gönüllerini kendi sevgisi ile doldurur. Onları kendisi sevdiği gibi, bütün mahlûkata da sevdirir. Allah, iman edip emirlerine itaat eden kullarını böyle mükâfatlandırır. Emirlerine itaat etmeyenleri ise asla sevmez. Allah'ın sevmediği kulu hiçbir mahlûk sevmez. Çünkü Allah o kulunun sevgisini bütün insanların kalbinden alır, sonra o insanı kimse sevmez.

97

«İşte biz bunu müttakileri müjdeleyesin ve inatçı bir kavmi uyarasın diye senin dilinle indirerek kolaylaştırdık.»

98

«Onlardan önce nice nesilleri yok ettik. Şimdi onlardan hiçbirisini duyuyor veya hiçbir ses işitiyor musun?»

Allahü teâlâ, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, iman edenleri müjdelemesi, iman etmeyenleri de uyarması için Kur'ân-ı Kerim'i indirmiştir. Onun herkes tarafından okunup mânâsının anlaşılabilmesi için Allah, Peygamber'in diliyle indirip kolaylaştırmıştır. Bu, Kur'an inananlara hidayet ve rahmet, inanmayanlara ise azaptır. Yüce Allah bunlardan önce nice nesilleri inkâr ve küfürleri yüzünden helak etmiştir. Şimdi onların hiçbirisini görmüyorlar ve duymuyorlar. «Hakikat iman edip sâlih ameller işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır. İşte biz bunu (Kur'ân'ı) müttakileri müjdeleyesin ve inatçı bir kavmi uyarasın diye senin dilinle indirerek kolaylaştırdık. Onlardan önce nice nesilleri yok ettik. Şimdi onlardan hiçbirisini duyuyor veya hiçbir ses işitiyor musun?»

0 ﴿