TA-HA SURESİ

Bu sûre-i celile Kur'ân-ı Kerim'in 20. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur ve 135 âyetten ibarettir. İhtiva ettiği başlıca hususlar Allahü teâlâ'nın vahdaniyeti, birliği, azameti, Hazret-i Âdem'in ve Hazret-i Musa'nın kıssaları, Firavun'un helaki, İsrailoğullarının kurtuluşu, şeytanın hilesi, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in teselli buyurulması ve beşeriyetin tefekküre davet edilmesidir.

1

«Tâ-Hâ.»

2

«Kur'an'ı sana sıkıntıya düşesin diye değil»

3

«Ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olarak indirdik.»

4

«Yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir kitap olarak indirdik.»

5

«Rahmân arşa hükmetmektedir.»

6

«Göklerde ve yerde ikisinin arasında ve nemli toprağın altında bulunanlar O'nundur.»

7

«Sen sesini yükseltsen de, yükseltmesen de, çünkü O, gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir.»

8

«Allah'tan başka ilâh yoktur ve en güzel isimler O'nundur.»

Tefsirciler, sûrenin başındaki Hurûf-u mukattaanın müteşâbihattan olduğunda ittifak etmekle beraber, mânâsında ihtilâf etmişlerdir. Bunlardan birkaç tanesini saymakta fayda vardır: 1- Allahü teâlâ'nın isimlerinden biridir. 2- Peygamberimizin mübarek ismidir. 3- Kasemdir. 4- Ey recül demektir. 5- Ey insan demektir. 6- Yâ Tâhir. 7- Mânâsı sırdır. 8- Hususi mânâlara delâlet eder. Hazret-i Cabir ise şu açıklamayı yapmıştır: Tâ, Yüce Allah'ın Tâhir adının anahtarıdır, ona işaret eder. Hâ, Hadi adının anahtarı olup ona işaret eder.

İmam-ı Kelbî (radıyallahü anh)'ye göre bu sûrenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de gece ibadetini çok yapardı, öyle ki namazda uzun müddet, kalmaktan ayakları şişerdi. Allahü teâlâ sevgili Peygamberine gece ibadetlerini azaltmak için bu âyetleri inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, biz bu Kur'an'ı sana sıkıntı ve zahmet vermek için indirmedik. Kendine bu kadar zahmet verme. Biz bunu ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olarak indirdik. Yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir kitap olarak indirdik. O'nun isimlerinden birisi de Rahmân'dır ve O, arşa hükmetmektedir. Göklerde ve yerde, ikisi arasında ve nemli toprağın altında bulunanların hepsi O'nundur. Hiç kimsenin onlar üzerinde bir tasarrufu yoktur. Sen sesini yükseltsen de, yükseltmesen de O, bilir. Çünkü O, gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Hem Allah'tan başka ilâh yoktur, en güzel isimler de O'nundur.» Yüce Allah ilmini beyan ettikten sonra Musa (aleyhisselâm)'nın kıssasını beyan buyurmuştur.

9

«Musa'nın haberi sana geldi mi?»

10

«Hani o, bir ateş görmüştü de ailesine: 'Durun, ben bir ateş gördüm. Size ya ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum' demişti.»

11

«Ateşin yanına gelince kendisine: 'Ey Musa' diye seslenildi.»

Allahü teâlâ sevgili peygamberini teselli etmek için Musa (aleyhisselâm)'nın başına gelenleri vahyederek şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, Musa'nın haberi sana gelmedi mi?» Musa (aleyhisselâm) uzun müddet kayınpederi Şuayb (aleyhisselâm)'in yanında kaldıktan sonra Mısır'da bulunan anasının ve kavminin yanına dönmek için izin ister. İzin aldıktan sonra aile efradı ve davarlarıyla beraber yola çıkar. Mevsim kış ve çok soğuktur. Yol kesicilerin şerrinden emin olmak için ana yoldan gitmez ve bilmediği bir bölgede yoluna devam eder, yolu şaşırır fakat yine de devam eder. Soğuğun şiddetli olduğu karanlık bir gecede Tur dağının bulunduğu Tuvâ vadisine gelirler. Hanımı da hamiledir ve doğumu yaklaşmıştır. Oraya gelince şiddetli soğuğun ve karanlığın hâkim olduğu cuma gecesi bir oğlu dünyaya gelir. Bazılarına göre, Musa (aleyhisselâm) kendisini tanıtmamak için yolda çok dikkatli hareket eder, gündüz yalnız gider, gece aile efradıyla devam ederdi. Soğuğun şiddetli olduğu karanlık bir gecede yolunu kaybeder, yolu bulmak ve ateş yakmak için elindeki çakmağı çakar, uğraşmasına rağmen tutuşturamaz. Ümitsiz bir vaziyette sağa sola bakmaya başlar, tam o sırada Tur dağında bir ateş görür ve yanındakilere «siz burada bekleyin, ben gidip oradan ateş alayım veya ateşin yanında bulunanlardan yolumuzu öğrenip geleyim» der ve ateşin bulunduğu istikamete doğru gider. Ateşe yaklaştığı zaman yeşil bir ağacın parlak nûr ile kaplandığını görür. Gördüğü bu parlaklığın ateş olmadığım anlar. Çünkü bu ziya ağaçta hiçbir değişiklik yapmamıştır. Şayet ateş olsaydı ağaçta bir değişiklik yapacak, yeşilliği yok olacaktı. Tefsircilere göre Musa (aleyhisselâm)'nın gördüğü nurdur. Fakat o ateş zannettiği için «nâr» lafzıyla zikredilmiştir. Halbuki gördüğü nûr, nûr-u ilâhîdir.

Said ibn Cabir de şu açıklamayı yapmıştır: Musa (aleyhisselâm)'nın ateş demesinin hikmeti Yüce Allah'ın hicablarından birisinin de nâr olmasındandır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «Allahü teâlâ'nın hicablarından biri de nârdır.» buyurmuştur. Eğer o nârı hicab örtmeseydi O'nun mukaddes zatının nuru nazar edenleri yakardı. Musa (aleyhisselâm) onu görünce ateş zannetmiş ve ondan ateş almaya gitmişti. Ona yaklaştığı zaman kendisinden uzaklaştığını, uzaklaşınca da kendisine yaklaştığını görür. Bu olay karşısında şaşakalır ve o anda meleklerin sesini işitir. Kendisine «Ey Musa» diye seslenilir, Yüce Allah «şüphesiz ki ben senin Rabbinim. Pabuçlarını çıkar. Zira sen mukaddes vadide, Tuvâ'dasın» buyurmuştur. Bu ses Musa (aleyhisselâm)'yı kaplamıştı, o bu sesin hangi taraftan geldiğini anlayamamıştı. O sesin nereden geldiğini öğrenmek için şöyle diyordu «ben senin sesini işitiyorum, fakat bulunduğun yeri bilmiyorum, bana nereden nida ediyorsun» Allahü teâlâ tekrar nida edip şöyle buyurmuştur: «Ben senin fevkindeyim, seninle beraberim ve sana canından daha yakınım.» Musa (aleyhisselâm) nidanın Allah'tan geldiğini anlar şek ve şüphesi gider, o zaman sakinleşir. .

12

«Şüphesiz ki ben senin Rabbinim. Pabuçlarını çıkar. Zira sen mukaddes vadide, Tuvâ'dasın.»

Musa (aleyhisselâm)'ya «pabuçlarını çıkar» diye nida edilmesinin hikmeti, ayağındaki pabuçların halislenmemiş hımar derisinden olduğu içindir. İkrime ile İmam-ı Mücahid'e göre «pabuçlarını çıkar» emrinden maksad, iki ayağı ile Arz-ı Mukaddes'e basarak oranın, bereketinin Musa (aleyhisselâm)'ya isabet etmesi içindir. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) pabuçlarını çıkarır ve Yüce Allah «Yâ Musa, şüphesiz mukaddes bir vadide, Tuvâ'dasm» buyurmuştur. Musa (aleyhisselâm)'ın ateş suretinde tecelliye mazhar olmasının ve o vasıta ile hitaba muhatab kılınmasının hikmeti şudur: O anda Hazret-i Musa'nın ateşe ihtiyacı vardı. Cenâb-ı Allah, Musa'nın kendisine yönelmesi için matlubu içinde tecelli etmişti. Eğer ihtiyacı olan şeyden başka suretle tecelli etseydi belki Hazret-i Musa yüz çevirirdi.

13

«Ben seni seçtim. Şu halde vahyolunanları dinle.»

14

«Şüphesiz ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir tanrı yoktur. Öyleyse bana ibadet et, beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl.»

15

«Kıyamet muhakkak gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığım görsün diye onu hemen açıklayacağım geliyor.»

16

«Binâenaleyh ona inanmayan ve hevesine uyan kimse seni bundan alıkoymasın, yoksa helak olursun.»

Allahü teâlâ, Musa (aleyhisselâm)'yı peygamber olarak seçmiş ve ona şöyle vahyetmiştir: «Ey Musa, ben seni peygamber olarak seçtim. Şu halde sana vahyolanları dinle, şüphesiz ki, Allah benim, benden başka ma'bud yoktur. Bana ibadet et, beni hatırlaman ve anman için dosdoğru namaz kıl, bana münâcat et. Muhakkak kıyamet gelecek ve herkes yaptığının karşılığını görecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye onu hemen açıklayacağım geliyor. Kıyametin ne zaman kopacağını bildirmem em in sebebi insanların her zaman onun vuku'undan korkmaları ve hazırlık yapmaları içindir. Çünkü kıyamet günü herkes dünyada yaptığının karşılığını görecektir. Ya Musa, ona inanmayan ve hevesine uyan kimse seni bundan alıkoymasın. Şayet sen de onlar gibi nefsinin nevasına uyarsan helak olursun. Zira inanmayanlar hüsrana uğrayıp helak olacaklardır.» Âyette ifade edildiği gibi iman etmeyenlerin sonu daima hüsran ve helaktir. İman edenler mükafatını, iman etmeyenler ise cezasını göreceklerdir.

17

«Ey Musa, o sağ elindeki nedir?»

18

«O benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla davarıma yaprak silkerim ve daha birçok işlerde faydalanırım, dedi.»

19

«Buyurdu ki: Ey Musa, onu bırak.»

20

«O da bıraktı ve bir de gördü ki, hemen koşan bir yılan oluvermiş.»

21

«Buyurdu ki: Onu tut, korkma, biz yine onu eski durumuna çevireceğiz.»

Musa (aleyhisselâm)'nın elinde bir değnek vardı, birçok ihtiyaçlarını onunla görüyordu. Yüce Mevlâ, ona vahyederek «Ey Musa, sağ elindeki nedir?» diye sorar. Hâlik-ı Mutlak onun ne olduğunu biliyordu. O değnek vasıtasıyla Musa (aleyhisselâm)'nın birçok mucizeler göstereceğinden Allahü teâlâ elindekinin bir değnek olduğunu yakmen bildirmek için, ona bunun ne olduğunu sormuştur. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) 'o benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla davarıma yaprak, silkerim ve daha birçok işlerde ondan faydalanırım» diye cevap verir. Musa (aleyhisselâm)'nın âsâsı baston gibi olup birçok özellikleri vardı. Yolda yürürken, ayakta dururken ona dayanır, hayvanlarına onunla yaprak döker, onları sürer, azığını taşır, kuyudan su çıkarmak için kova bulunmadığı zaman onu kova olarak kullanarak kuyudan su çıkarır, yırtıcı hayvanları kovalar, onunla akrepleri öldürür, sıcağın şiddetli olduğu zamanlar şemsiye olarak kullanır, yalnız kaldığı zaman onunla konuşur, su bulamadığı zaman onu yere vurmak suretiyle yerden su çıkarır ve ihtiyacını giderir, arzu ettiği zaman onu yere diker ve bir anda yeşillenir, istediği meyveyi verir o da yerdi. Bu âsâ aynı zamanda gece karanlığında lâmba gibi ışık verirdi, düşmanına karşı onunla mücadele ederdi, her işinde onu kullanırdı. Yüce Allah, Musa (aleyhisselâm)'ya vahyedip şöyle buyurmuştur: «Yâ Musa, âsânı bırak.» Bu ilâhî emir gereği Musa (aleyhisselâm) asasını yere atar, o anda sapsarı büyük bir yılan olur, sağa sola hareket etmeye başlar. Asanın eğri kısmı boynu, iki budağı da iki çenesi olur. Gözleri ateş gibi yanar, her haliyle görenleri dehşete düşürür. Kocaman ağaçları azı dişleriyle keser devirir. Büyük kaya parçalarını bir lokmada yutar. Dişlerini birbirine dokundurduğu zaman büyük bir gürültü çıkarır. Musa (aleyhisselâm) asasını böyle korkunç bir şekilde görünce korkar, kaçar. O anda kendisine «Ya Musa, geri dön» diye nida olunur. O da, korku içinde geri döner ve Allahü teâlâ «Ey Musa, sağ elinle onu tut, korkma biz onu eski haline döndürürüz» buyurur. Bu ilâhi emir karşısında Musa (aleyhisselâm) gömleğinin yelesini eline dolayarak asasına yaklaşır, o anda bir melek kendisine «Ey Musa, eğer onun sana zarar vermesi Allahü teâlâ'nın emri ise, seni onun zararından hiçbir şey kurtaramaz. Şayet onu tutman Allah'ın emri ise korkma tut, sana ondan bir zarar gelmez.» der. Musa (aleyhisselâm) bunun üzerine elini açar «ben zayıf bir insanım ve zayıf bir şeyden yaratıldım» der, sonra yılanı yakalar. O anda yılan eski haline döner.

22

«Bir de elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak kusursuz bembeyaz çıksın.»

23

«Bununla sana daha büyük mucizelerimizi gösterelim.»

24

«Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.»

25

«Rabbim, benim gönlüme genişlik ver, dedi.»

26

«İşimi kolaylaştır.»

27

«Dilimin de düğümünü çöz ki.»

28

«Sözümü iyi anlasınlar.»

Musa (aleyhisselâm) ilâhi emir gereği elindeki âsâyı yere atınca âsâ büyük bir yılan olur. Onun yılan olduğunu gören Musa (aleyhisselâm) korkar, kaçar. Bu, Allah tarafından kendisine verilen bir mucizedir. Görenleri dehşete düşüren bu mucizeye ilâveten Yüce Halik ona başka bir mucize daha verir ve şöyle buyurur: «Ey Musa, bir de elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak kusursuz bembeyaz çıksın. Böylece sana daha büyük mucizelerimizi gösterelim.» Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) sağ elini sol koltuğunun altına koyar tekrar çıkardığı zaman etrafa ışık saçan ay gibi parlamaya başlar. Musa (aleyhisselâm) bu manzara karşısında şaşa kalır. Bu, ona verilen üçüncü mucizedir. Birincisi âsânın yılan oluşu, ikincisi o âsânın tekrar eski haline dönmesidir.

İbn Abbas (radıyallahü anh) bunu şöyle beyan eder: Musa (aleyhisselâm) sağ elini sol koltuğunun altına sokar, çıkardığı zaman elinin ay gibi parladığını görür. Bu, onun peygamberliğinin alâmeti olan büyük bir mucizedir. Bu mucizelerden sonra Yüce Allah ona risalet verip şöyle buyurur: «Yâ Musa, Firavun'a git. Onu imana davet et, doğrusu o azmıştır.» Bu ilâhî emir karşısında Musa (aleyhisselâm) Rabbine şöyle niyaz eder: «Rabbim, gönlüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimin de düğümünü çöz ki, beni dinleyenler sözümü iyi anlasınlar.» Musa (aleyhisselâm) kendisine verilen görevin ne kadar büyük ve ehemmiyetli olduğunu anladığı için önce Rabbinden yardım talep eder. Çünkü Allah'ın yardımı olmadan kimse bir şey yapamaz.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'a göre, Musa (aleyhisselâm)'nın «Rabbim, gönlüme genişlik ver» demesinin hikmeti «Rabbim, gönlüme öyle ferahlık ver ki, senden başkasından korkum olmasın» demektir. Zira Musa (aleyhisselâm) tek başına Firavun'u imana davet etmekten endişe duyuyordu. Çünkü Firavun'un avanesi ve ordusu çoktu. Onlardan korkmamak için Yüce Mevlâ'ya niyaz edip şöyle dua etmiştir: «Rabbim, buyurduğun emri bana kolay et ki, risâletini Firavun'a ulaştırıp onu imana davet edeyim. Dilimdeki düğümü de çöz ki, beni dinleyenler sözümü iyi anlasınlar.»

Musa (aleyhisselâm)'nın dilinin kekeme olmasının sebebi şudur: Kâhinler, Firavun'a İsrailoğullarından birinin gelip tahtına hâkim olacağım söyler. Bunun üzerine Firavun İsrailoğullarının dünyaya gelen erkek çocuklarını öldürtür. Musa (aleyhisselâm) da o sırada dünyaya gelir, annesi çocuğunun öldürülmesinden korkar. Onu gizleyecek bir yer bulamaz. Son çare olarak Hazret-i Musa'yı bir sandukaya koyar ve Nil nehrine bırakır. Nehir Firavun'un sarayının, önünden geçer. Sarayın önünden geçen nehir sandukayı oraya götürür. Musa (aleyhisselâm) 'yi götüren sanduka Firavun'un adamları tarafından alınır ve kendisine takdim, edilir. Sandukayı açarlar, içinden nûr topu gibi bir erkek çocuğu çıkar, Firavun ve ailesi Âsiye çocuğu kendilerine evlâtlık alırlar, sarayda büyütmeye başlarlar. Bir gün Firavun, Musa (aleyhisselâm) ile oynarken, Firavun'un sakalından bir tutam tüyü koparır. Firavun buna çok kızar, küçük Musa'yı öldürmek ister, ailesi buna mani olur ve «bunu çocukluğundan yaptı, onun sana bir garezi yoktu. Şayet dilersen bir deneyelim» der. Sonra bir kap altın, bir kap da ateşin korunu alıp küçük Musa'nın yanına getirir. Musa (aleyhisselâm) elini altın olan kaba uzatır, o anda Cebrail gelip elini ateş olan kaba sokar ve ondan ateş alıp ağzına koyar, derhal dilini yakar. Bu yanmadan mütevellid dilinde bir arıza meydana gelir ve kekeme olur. Bunun için «Rabbim, dilimin düğümünü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar» demiştir. Musa (aleyhisselâm)'nın Rabbine nasıl dua ve niyazda bulunduğu âyet-i celilede şöyle bildirilmiştir.

29

«Bana kendi ailemden bir de vezir ver.»

30

«Kardeşim Harun'u.»

31

«Beni onunla destekle.»

32

«Onu işimde ortak yap.»

33

«Tâ ki seni çok tesbih edelim.»

34

«Ve seni daha çok analım.»

35

«Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyle görensin.»

Musa (aleyhisselâm)’nın dilinin kekeme olmasından ilâhi emri hakkıyle tebliğ edemeyeceği korkusuyla kardeşi Harun'un da kendisine yardımcı olarak gönderilmesini Rabbinden niyaz edip şöyle dua etmiştir: «Rabbim, bana kendi ailemden kardeşim Harun'u vezir ver. Ve beni onunla destekle, onu işimde ortak yap. Tâ ki seni çok tesbih edelim ve seni daha çok analım. Şüphe yok ki sen bizi hakkıyle görensin.» Yüce Halik, Musa (aleyhisselâm)'nın duasını kabul eder.

36

«Buyurdu ki: Ey Musa, istediğin sana verilmiştir.»

37

«Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuştuk.»

38

«Hani annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik.»

39

«Onu bir sandığa koy da denize bırak. Deniz onu kıyıya atar. Bana da, ona da düşman biri onu alır. Gözümün önünde yetişesüı diye seni de sevgili kıldım.»

40

«Hani kız kardeşin gidip diyordu ki: Ona bakacak birini size göstereyim mi? İşte böylece annen üzülmesin de sevinsin diye seni ona geri vermiştik. Sen bir de adam öldürmüştün de, biz seni o gamdan kurtarmıştık. Hem seni birçok musibetlerle denemiştik. Böylece Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra da takdire göre geldin, ey Musa.»

Yüce Allah, Musa (aleyhisselâm)'ya vahyedip şöyle buyurmuştur: «Ey Musa, senin bütün isteklerini yerine getirdik. Dünyaya geldiğin zaman annen Firavun'un seni öldürmesinden korkmuştu. Biz ona ilham edip «seni bir sandığa koyup Nil nehrine atmasını bildirdik.» Musa (aleyhisselâm)'nın annesi de öyle yapmıştı. Annesi çocuğunu bir sandukaya koyar, içine su girmemesi için her tarafını mumla kapatır ve Nil nehrine bırakır. Onu takip için kızı Meryem'i de arkasından gönderir. Nehir sandukayı alıp götürür ve Firavun'un sarayının önünde kenara çıkarır. Çocuk, Firavun'un adamları tarafından alınır, kendisine getirilir. Sandukayı açarlar, içinden nûr topu gibi bir çocuk çıkar. Firavun onu görür görmez derhal muhabbet besler. Nitekim «Ya Musa, biz senin sevgini Firavun'un gönlüne attık ve seni ona sevdirdik. Gözümün önünde yetişesin diye seni de sevgili kıldım. Kız kardeşin gelip diyordu ki: «Ona bakacak birini size göstereyim mi?» İşte böylece kimsenin sütünü sana enızirtmeyerek annen üzülmesin de sevinsin diye seni ona geri vermiştik.»

Firavun küçük Musa'yı sarayına alınca, onu enızirtmek için bir süt anne arar. Süt vermek için birçok kadın gelir, fakat küçük Musa hiçbirisinin sütünü almaz. Bu durumu öğrenen ablası Meryem saraya sokulur ve «size, buna süt verecek birisini getireyim mi?» der. Çaresiz kalan Firavun ve ailesi derhal kabul ederler. Bunun üzerine Meryem, annesini getirir. Kimse gelen kadının Hazret-i Musa'nın annesi olduğunu bilmez. Kadın sütünü verince küçük Musa derhal alır, saraydakiler bundan çok memnun kalır. Ona dolgun bir ücret vererek çocuğa süt vermesini temin ederler. Anne de son derece memnundur. Böylece ölümün kucağına attığı yavrusuna tekrar kavuşmanın mutluluğunu yaşamakta üstelik süt bedeli olarak dolgun bir ücret almaktadır. İşte Yüce Allah, Peygamberini düşmanın evinde hem korur hem de ona baktırtır. Musa (aleyhisselâm) büyük bir itina ile Firavun'un sarayında büyütülür, delikanlılık çağına geldiği zaman kendi kavminden birisi ile Firavun'un yakınlarından bir Kıbti'nin kavga ettiğini görür, dayanamaz. Kıbtî'yi eliyle iter, yere düşen Kıbtî o anda ölür. Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm) saraydan kaçar ve şehri terk edip Şuayb (aleyhisselâm)'in bulunduğu Medyen şehrine gider. «Ey Musa, sen bir de adam öldürmüştün de biz senin suçunu affedip bağışladık ve seni o gamdan kurtardık. Hem seni birçok musibetlerle denemiştik. Böylece Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra da takdire göre geldin, ey Musa.»

Musa (aleyhisselâm) Medyen'e geldikten sonra Hazret-i Şuayb (aleyhisselâm) ile buluşur ve himayesine girer. Bir müddet sonra da kızı ile evlenir. Kırk yaşma kadar Medyen'de kalır, sonra aile efradı ile kavminin bulunduğu Mısır'a gider. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Böylece Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra insanları imana davet etsin diye sana risalet verip emirlerimizi vahyettik.» Musa (aleyhisselâm) kırk yaşına geldikten sonra kendisine risalet verilmiştir.

41

«Ben seni kendim için seçtim.»

42

«Sen ve kardeşin âyetlerimle git. Beni anlamakta gevşek davranmayın.»

43

«Firavun'a gidin, doğrusu o azmıştır.»

44

«Ve ona yumuşak söz söyleyin, belki nasihat dinler veya korkar.»

Yüce Allah, Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle buyuruyor: «Seni peygamber olarak seçtim. Sen ve kardeşin Harun âyetlerimle Firavun'a gidin, beni anlatmakta gevşek davranmayın. Doğrusu o çok azmıştır. Ona emirlerimizi yumuşak bir şekilde söyleyin, belki nasihat dinler veya azabımızdan korkar da imana gelir.»

Bu âyet-i celilede emr-i bi’l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker yapanlara tembih vardır. Allah'ın emirlerini bildirenler, yasaklarından sakmdıranlar daima yumuşak sözlerle konuşmalıdırlar, kaba ve sert hareketlerden kaçınmalıdırlar. Muhatapları nefret ettirmekten sakınmalıdırlar ve Harun (aleyhisselâm) gibi peygamberlerini gönderirken «ona yumuşak sözle söyleyin, belki nasihat dinler veya korkar» buyurmuştur. Yüce Allah, Firavun'un imana gelmeyeceğini bildiği halde emirlerinin yumuşak sözle söylenmesini buyurmuştur. Bu, İslâm'daki tevazünün ifadesidir. Zira tevazu ve vakar İslâm'ın şiarıdır.

45

«Dediler ki: Ey Rabbimiz, onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız.»

46

«Buyurdu ki: Korkmayın, ben sizinle beraberim, hem görür, hem de işitirim.»

47

«Hemen gidin ve ona deyin ki: Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. Artık İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara azap etme. Hem biz Rabbinden sana bir mucize getirdik. Selâm olsun doğru yolda gidenlere.»

48

«Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap edileceği vahyolundu.»

Yüce Allah, Musa (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm)'a Firavun'u imana davet görevini verince, onlar Firavun'un şerrinden endişe ederek şöyle derler: «Ey Rabbimiz, onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız.» Çünkü Firavun ilâhlık iddiasında bulunup azdıkça azmıştı. Onlar, bunun daha da azmasından korkmuşlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ onlara şöyle buyurmuştur: «Korkmayın, ben sizinle beraberim. Yaptığınız dua ve niyazları işitir, icabet eder ve yaptıklarınızı da görürüm. Hemen Firavun'a gidin ve deyin ki: «Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. Artık İsrailoğulîarını bizimle gönder ve onlara azap etme. Hem biz Rabbinden sana bir mucize getirdik. Artık sen O'nun birliğini tasdik et ve bize tâbi ol. Allah'a eş koşup hakkı inkâr edenlere ve O'ndan yüz çevirenlere ebedî olarak azap edileceği bize vahyedildi. Selâm doğru yolda gidenlerin üzerinedir.» Musa (aleyhisselâm)'dan bu gerçekleri duyan Firavun, hangi âyet ve mucizelerle gönderildiğini kendisine sorar. Musa (aleyhisselâm) da, ona cevap olarak elini koltuğunun altına sokar, tekrar çıkarır ve eli ay gibi parlamaya başlar. Bunu gören Firavun şaşırır, hayretler içinde kalır, söyleyecek bir şey bulamaz. Sonra Musa (aleyhisselâm)'ya Rabbinin kim olduğunu sorar.

49

«O, ey Musa, sizin Rabbiniz kimdir? dedi.»

50

«Musa da: Rabbimiz her şeye varlık veren, sonra doğru yola eriştirendir, dedi.»

51

«Firavun: Öyle ise önceki nesillerin durumu nedir? dedi.»

52

«Musa dedi ki: Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz da, unutmaz da.»

53

«Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O'dur. Biz o su ile türlü türlü ve çifter çifter bitkiler yetiştirdik.»

Musa (aleyhisselâm) ile kardeşi Harun (aleyhisselâm), Firavun'u imana davet edince, o şöyle demiştir: -Ey Musa, sizin Rabbiniz kimdir?» Musa (aleyhisselâm) da ona şu cevabı verir: «Bizim Rabbimiz her şeyi yoktan var eden ve canlılara, görmek için göz, tutmak için el, yürümek için ayak, yemek için ağız, işitmek için kulak, konuşmak için dil, iyiyi kötüden ayırmak için akıl veren ve sonra onları doğru yola iletendir.» Bunun üzerine Firavun «önceki ümmetlerin halini sorar ve şöyle der: «Ey Musa, bizden önceki insanların durumu nedir' Sen, bizi Allah'a imana davet ediyorsun, halbuki önceki ümmetler Allah'ı ve âhireti inkâr edip putlara tapıyorlardı. Onların durumuna ne dersin?» Musa (aleyhisselâm) da şöyle der: «Onların bütün yaptıkları ameller Rabbimin katında bir kitapta yazılmıştır. Ona göre mükâfat ve mücâzatîarını göreceklerdir. Benim Rabbim herkesin ne yaptığını bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O, mü’minlerin intikamını kâfirlerden alır. Mazlumun hakkım zâlimlerde asla bırakmaz. Benim Rabbim, sizin için yeryüzünü çeşit çeşit bitkilerle donatan, selâmetiniz için dağlar arasından yollar açan, gökten bulutlar vasıtasıyla su indiren ve o su ile türlü türlü, çifter çifter bitkiler, bağlar, bahçeler, meyveler yetiştirendir. O, her şeyi bir anda var eden ve bir anda yok edendir.»

Musa (aleyhisselâm)'nın Firavun'a «onların bilgisi Rabbimin katındadır» demesinin sebebi, o zaman henüz daha kendisine Tevrat indirilmediği için bu hususta bilgisi olmadığındandır. Çünkü Tevrat Hazret-i Musa'ya Firavun'un helakinden sonra indirilmiştir.

54

«Hem siz yiyin, hem davarlarınıza yedirin. Şüphe yok ki, bunda selim akıl sahipleri için ibretler vardır.»

55

«Sizi ondan yarattık ve oraya döndüreceğiz. Tekrar oradan da çıkaracağız.»

56

«Yemin olsun ki ona bütün âyetlerimizi gösterdik, ama yalanlayıp kabulden çekindi.»

Yüce Allah, şöyle buyuruyor: «Ey insanlar, bizim, yeryüzünde çeşit çeşit bitirdiğimiz bitkilerden, meyvelerden, sebzelerden hem siz yiyin, hem davarlarınıza yedirin. Şüphe yok ki bunda, gerçek akıl sahipleri için Allah'ın birliğine delâlet eden birçok ibretler ve alâmetler vardır. Ey insanlar, sizi topraktan yarattık, oraya döndüreceğiz ve tekrar oradan da çıkaracağız. Sizi kabirlerinizden kaldırıp hasrettiğimiz zaman yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. Andolsun ki, biz Musa'ya vermiş olduğumuz mucizelerin hepsini Firavun'a gösterdik. Fakat o yine bizim âyetlerimizi yalanladı, kabul etmedi.»

Musa (aleyhisselâm), Allahü teâlâ'nın kendisine vermiş olduğu bütün mucizeleri ve âyetleri Firavun'un imana gelmesi için gösterir. Fakat o, bütün bu gerçekleri gözleriyle görmesine rağmen küfründe inat eder, imana gelmez. Kendisine gösterilen mucizelerin ve âyetlerin gerçek olduğuna inanmaz, sihir olduğunu söyler.

57

«Dedi ki: Ey Musa, sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin?»

58

«Şimdi biz de seninkine benzeyen bir sihir göstereceğiz sana. Bizimle senin aranda bir vakit tayin et ki, sen de, biz de düz bir yerde bulunalım ve caymayalım.»

59

«(Musa) da dedi ki: Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir.»

Musa (aleyhisselâm) mucizelerini Firavun'a gösterince, o şöyle der: «Ey Musa, sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Şimdi biz de, seninkine benzeyen bir sihir göstereceğiz sana. Bizimle senin aranda bir vakit tayin et ki, sen de, biz de düz bir yerde bulunalım ve hiçbirimiz bu müsabakadan caymayalım. Bakalım kimin sihri galip gelecektir.» Zaten Musa (aleyhisselâm) da mucizelerini Firavun'un kavmine göstermek için böyle bir ortam bekliyordu. Bu ortam da kendiliğinden oluşunca, halkın en kalabalık olduğu bir zamanı seçer ve şöyle der: «Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir. Sen adamlarına haber ver, bayram günü, kuşluk vakti meydanda toplansınlar. Bakalım kiminki hak, kiminki bâtıl o zaman belli olur.» Bunun üzerine Firavun kavmini ve sihirbazları haberdar etmek üzere Musa (aleyhisselâm)'dan ayrılır.

60

«Bunun üzerine Firavun dönüp gitti ve bilâhare bütün hilesini toplayıp geldi.»

61

«Musa onlara dedi ki: Yazıklar olsun size. Allah'a karşı yalan uydurmayın. Sonra azapla sizi yok eder. Doğrusu Allah'a iftira eden hüsrana uğrar.»

Firavun kavmim ve sihirbazları haberdar etmek için Musa (aleyhisselâm)'dan ayrılır ve belirtilen günde onları toplar, getirir. Musa (aleyhisselâm) da belirtilen günde müsabaka meydanına gelir, kâhinler ve sihirbazlar maharetlerini göstermek için hazırlıklarını yaparlar. Maksatları Musa (aleyhisselâm)'ya galip gelip kendilerine vaad edilen mükâfatı almaktı. Musa (aleyhisselâm) onların bu hareketini görünce kendilerine şöyle der: «Yazıklar olsun size. Allah'a karşı yalan uydurmayın. Eğer Allah'a karşı yalan uydurarsanız sizi azabıyla yok eder. Doğrusu Allah'a iftira eden ebedî hüsrana uğrar.»

Sihirbazların sayısı hakkında tefsircilerin görüşü farklıdır. Kimine göre sayıları iki, kimine göre dört yüz, kimine göre ise on iki bindir. Sayılarının iki olması çok zayıf ihtimaldir. Çünkü Firavun şehrin bütün kâhin ve sihirbazlarını Musa (aleyhisselâm)'ya karşı toplamıştı. Onlardan her biri maharetlerini göstermek için iplerini ve değneklerini getirmişlerdi. Zira Firavun kendilerine büyük vaadlerde bulunmuştu.

62

«Derken onlar işi aralarında tartıştılar. Ve gizlice müşavere ettiler.»

63

«Dediler ki: Bu iki sihirbaz sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak, en şerefli ve üstün olan dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar.»

64

«Onun için tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra da sırayla gelin. Bugün üstün gelen başarıya ulaşacaktır.»

Firavun'un kâhinleri ve sihirbazları gizlice aralarında tartışıp müşavere ederek birbirlerine şöyle derler: «Bu iki sihirbaz, sihirleriyle bizi yurdumuzdan çıkarıp en şerefli ve en üstün olan dinimizi ortadan kaldırmak, yerimize ve yurdumuza hâkim olmak istiyorlar. Onların sihirlerini boşa çıkarmak için tuzaklarınızı biraraya getirin ve sonra da sırayla gelin. Böylece onlar sizin heybetinizden ve sihrinizden korksunlar. Çünkü bugün üstün gelen başarıya ulaşacaktır.» Kâhinler ve sihirbazlar sonra halkın toplandığı bayram yerine gelirler.

65

«Dediler ki: Ey Musa, marifetini ya sen ortaya koy veya biz önce koyalım.»

66

«O da: Hayır, siz koyun, dedi. Bir de ne görsün, ipleri ve değnekleri büyüleri yüzünden kendisine gerçekten yürüyorlarmış gibi geldi.»

67

«Bunun için Musa, içinde bir korku hissetti.»

68

«Biz: Korkma, muhakkak sen daha üstünsün, dedik.»

69

«Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Nereden gelirse gelsin, sihirbaz asla basan kazanamaz.»

Sihirbazlar, Musa ve Harun (aleyhisselâm) ile karşılaşmak için marifetlerini göstermek üzere halkın toplandığı müsabaka meydanına gelirler ve «ey Musa, ya önce marifetini sen ortaya koy veya önce biz koyalım» derler. Musa (aleyhisselâm) da önce kendilerinin marifetlerini ortaya koymasını ister. Bunun üzerine onlar ellerindeki ipleri ve değnekleri büyüleyerek yere atarlar. Yere attıkları ipler ve değnekler birer ejderha olup sağa-sola hareket etmeye başlarlar. Musa (aleyhisselâm) bunları görünce içinde bir ürperti ve bir korku belirir. İmam-ı Mukatil'e göre, Musa (aleyhisselâm)'nın yılanları görünce korkmasının sebebi, halkın kendisinden yüz çevirip sihirbazlara tâbi olmasındandır. Asıl korku sebebi budur. Yoksa bizzat sihirbazların marifetleriyle yaptıkları yılanlardan korkmamıştır. Çünkü onların sihir mahsulü olduğunu biliyor, halkın onlara aldanarak haktan yüz çevirmelerinden endişe ediyordu. Musa (aleyhisselâm)’nın gönlüne korku düşünce Allahü teâlâ vahyedip şöyle buyurmuştur: «Ey Musa, korkma muhakkak sen onlardan daha üstünsün. Sağ elindekini yere at da, onların yaptıklarını yutup yok etsin. Yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Nereden gelirse gelsin, sihirbaz asla başarı kazanamaz. Ancak hakka tâbi olanlar başarıya ulaşırlar.»

İlâhi emir gereği Musa (aleyhisselâm) elindeki değneği yere atınca değnek büyük bir ejderha oluverir ve sihirbazların yaptıkları yılanları yutar, yok eder. Bunu gören sihirbazlar Musa (aleyhisselâm)'nın yaptığının sihir olmadığını anlarlar ve birlikte iman edip secdeye kapanırlar.

70

«Sonunda sihirbazlar secdeye kapanarak dediler ki: Biz Musa ve Harun'un Rabbine inandık.»

71

«(Firavun) dedi ki: Ben size izin vermeden mi ona inandınız? Doğrusu size büyü öğreten büyüğünüz odur. Yemin olsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama olarak keseceğim. Sizi muhakkak hurma dallarına asacağım. O zaman hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu bileceksiniz,»

Musa (aleyhisselâm) ile sihirbazlar halkın huzurunda, müsabaka meydanında karşılaşırlar. Musa (aleyhisselâm)'nın âsâsı onların yapmış oldukları yılanlarını ve tuzaklarını yutup yok eder. Bunu gören Firavun ve avanesi şaşakalır. Sihirbazlar ise bunun sihir olmadığını, ancak Allah tarafından Musa (aleyhisselâm)'ya verilmiş bir mucize olduğunu anlarlar ve derhal iman edip secdeye kapanarak «biz Musa'nın ve Harun'un Rabbine iman ettik» derler. Sihirbazların halkın huzurunda iman edip secdeye kapandığını gören Firavun çok kızar ve şöyle der: «Ben size izin vermeden mi ona inandınız? Yemin olsun ki, ben de ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama olarak keseceğim. Sonra sizi hurma dallarına asacağım. O zaman hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu bilip göreceksiniz.» Onlar Firavun'un tehdidine aldırmayarak şöyle cevap verirler.

72

«Onlar dediler ki: Seni, bize gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.»

73

«Doğrusu biz hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah'ın vereceği mükâfat daha iyi ve daha devamlıdır.»

Sihirbazlar, Musa (aleyhisselâm)'nın mucizesini görünce derhal iman ederler. Onların iman ettiğini gören Firavun kendilerini en şiddetli azap ile tehdit eder. Bu tehdide aldırmayan sihirbazlar, Firavun'a şöyle derler: «Ey Firavun, seni bize gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratan Allah'a asla üstün tutmayacağız. Şimdi bizim hakkımızda ne hüküm verirsen ver. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Doğrusu biz hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Çünkü Allah'ın vereceği mükâfat daha iyi ve daha devamlıdır.»

Bazı tefsircilere göre, Yüce Allah sihirbazlara gidecekleri yer olan cehennemi gösterdiği zaman, onun dehşetinden korkup secdeye kapanmışlar ve Firavun'a «seni, bize gelen apaçık mucizelere ve Rabbimize üstün tutmayacağız» demişlerdir.

74

«Gerçek odur ki, kim Rabbine suçlu olarak gelirse şüphesiz ki cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de yaşar.»

75

«Kim de O'na iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olarak gelirse işte onlara en üstün dereceler vardır.»

76

«Altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, arınanların mükâfatıdır.»

Yüce Allah bu âyet-i celilelerde cehennem ehli ile cennet ehlinin nail olacakları mükâfat ve mücâzatı bildirmektedir. Allah'a şirk koşup imandan yüz çeviren ve emirlerine isyan edip suçlu olarak Allah'a dönen kimseler içindir cehennem. Orada ne ölürler ve ne de kendilerine menfaat veren bir hayata kavuşurlar. Kimler de iman edip sâlih amel işlerse, işte onlar için de altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Bu, onların iman ve amellerinin bir karşılığıdır. İman edip amel-i sâlih işleyenler, orada ebedi olarak kalacaklar ve kendilerine en üstün dereceler verilecektir. Allahü teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçek odur ki, kim Rabbine suçlu olarak gelirse, şüphesiz ki cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de yaşar. Kim de O'na iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olarak gelirse, işte onlara en üstün dereceler vardır. Altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu arınanların mükâfatıdır.» Âyette de ifade edildiği gibi iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de mücâzatım göreceklerdir.

77

«Yemin olsun ki, biz Musa'ya: Kullarımı geceleyin yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç. Düşmanların yetişmesinden korkma ve endişe etme, dedik.»

78

« Firavun da ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları nasıl kapîadıysa öylece kapladı.»

79

«Firavun kavmini saptırdı ve onlara doğru yolu göstermedi.»

Musa (aleyhisselâm) ile karşılaşan sihirbazlar kendi yaptıklarının sihir, Musa (aleyhisselâm)'nın göstermiş olduğunun ise Allah tarafından kendisine verilen mucize olduğunu görürler ve derhal iman edip secdeye kapanırlar. Manzarayı gören Firavun çok kızar ve iman edenleri cezalandıracağını söyler. Bununla da kalmayarak İsrailoğullarına karşı zulmünü daha da artırır. Bu zulme tahammül edemeyen Musa (aleyhisselâm) Israiloğullarını bir gece gizlice Mısır'dan çıkarır ve Kızıldeniz istikametine doğru hareket eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, biz Musa'ya: Kullarımı geceleyin yürüt, denizde onlara kuru bir yol aç. Düşmanların yetişmesinden korkma ve endişe etme, dedik.» Firavun, Musa (aleyhisselâm)'nın İsrailoğullarıyla beraber Mısır'dan çıkıp gittiğini öğrenince onları yakalamak için ordusuyla beraber arkasından yola çıkar ve Kızıldeniz'in kenarında Musa (aleyhisselâm)'ya kavuşur. Hazret-i Musa İsrailoğullarıyla beraber düşman ile deniz arasında kalır. O anda ilâhi emir gereği elindeki âsâyı denize vurur, denizden on iki yol açılır. Her kol ayrı ayn yollardan denize girerler, açılan yollar kupkuru kesilmiştir. Musa (aleyhisselâm) ve kavmi denizi geçip selâmete çıkarlar. Onları gören Firavun ve ordusu aynı yollardan denize girerler, ordunun tamamı denize girince açılan yollar kapanır, Firavun ve ordusu boğularak helak olurlar. «Firavun da ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları nasıl kapladıysa öylece kapladı. Firavun kavmini saptırdı ve onlara doğru yolu göstermedi.» Böylece iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezasını görmüşlerdir.

80

«Ey İsrailoğulları, sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tur'un sağ yanmı size vaadettik. Kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.»

81

«Size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin. Bunda aşırı gitmeyin. Sonra üstünüze gazabım vacip olur. Gazabımı hak eden kimse muhakkak mahvolur.»

82

«Şüphesiz ki ben tevbe edip iman ederek sâlih amel işleyeni ve sonra doğru yola gireni muhakkak bağışlarım.»

Yüce Allah, İsrailoğullarını Firavun'un zulmünden kurtarıp üzerlerine kudret helvasıyla bıldırcın eti yağdırmıştır. «Ey İsrailoğulları, sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tur'un sağ yanını size vaadettik. Üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik. Size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin. Nimetlerime karşı nankörlük edip masiyet işlemeyin. Sonra üstünüze gazabım vacip olur. Gazabımı hak eden kimse muhakkak mahvolur. Şüphesiz ki, ben günahlarına tevbe edip iman ederek sâlih amel işleyeni ve sonra doğru yola gireni muhakkak bağışlarım.» İsrailoğulları Tih vadisindeyken her gün fecr-i sadıktan güneşin doğmasına kadar her insan için bir ölçek miktarı kudret helvası ve Selva denilen bıldırcın eti indirmiştir. Fakat İsrailoğulları bu nimetlerin ve mükâfatların kıymetini bilmeyerek yine sapıtmışl ardır.

83

«Ey Musa, seni kavminden daha çabuk gelmeye sevk eden nedir?»

84

«Dedi ki: Onlar ardimdadır. Rabbim, hoşnut olman için sana acele geldim.»

85

«Buyurdu ki: Doğrusu biz senden sonra milletini sınadık ve Samirî de onları saptırdı.»

86

«Musa kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü ve dedi ki: Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı aradan geçti, yoksa Rabbinizin gazabına uğramak mı istediniz de, bana verdiğiniz sözden caydınız'»

Allahü teâlâ'nın emriyle Musa (aleyhisselâm) Tevrat'ı alıp kavmine getirmek üzere yetmiş kişi ile Tur dağına gider. Oraya yaklaşınca yanındakilerden ayrılır tek başına dağa doğru ilerler ve onlara da ardından gelmesini söyler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ey Musa, seni kavminden daha önce buraya gelmeye sevk eden nedir?». Musa (aleyhisselâm) da Rabbine şöyle cevap verir: «Ey Rabbim, onların hepsi benim ardımdadır. Rabbim, hoşnut olman için sana acele geldim.» Bunun üzerine Allahü teâlâ ona şöyle vahyeder: «Ey Musa, doğrusu biz senden sonra kavmini sınadık, Samirî onları buzağıya taptırmak suretiyle saptırdı.»

Hazret-i Musa Tur'a giderken kavminin başına kardeşi Harun (aleyhisselâm)'u bırakmış ve ona itaat etmelerini söylemişti. O kavminin içinden ayrılınca altıyüz bin kadar olan İsrailoğulları, Samirî adında bir ustanın altından yapmış olduğu buzağıya taparak Harun (aleyhisselâm)'a karşı gelip isyan etmişlerdir. İçlerinden ancak on iki bin kadarı isyancılara tâbi olmamıştır. Kavminin buzağıya taparak kardeşine isyan edip Allah'a şirk koştuğunu öğrenen Musa (aleyhisselâm), Tur'dan kızgın ve üzgün olarak döner, onlara şöyle der: «Ey kavmim, Rabbiniz size okuyup amel etmeniz için Tevrat'ı indireceğini ve günahlarınızı bafışlayacağım vaadetmedi mi? Ben de, o vaad üzere Tevrat'ı alıp size getirmeye gittim. Aranızdan ayrılalı uzun bir zaman mı geçti ki, siz bu fitneye düştünüz? Yoksa Rabbinizin azabına uğramak mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?» Bunun üzerine kavmi de Musa (aleyhisselâm)'ya- şu cevabı verir.

87

«Onlar dediler ki: Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O milletin zinet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Ve biz onlan ateşe attık, Samirî de aynı şekilde attı.»

88

«Hülâsa o kendilerine böğüren bir buzağı heykeli çıkarmıştı. 'Bu sizin de, Musa'nın da tanrısıdır, ama o unuttu dediler.'»

89

«Görmüyorlar mıydı ki o, kendilerine ne söz söyleyebilirdi, ne zarar ve ne de fayda verebilirdi?»

Musa (aleyhisselâm) Tur'dan dönünce kavminin buzağıya taptığını görür ve neden ona taptıklarını sorar. Onlar da şöyle cevap verirler.-«Ey Musa, biz sana verdiğimiz sözden kendi başımıza dönmedik, Firavnn'un yükler dolusu zinetleri bize getirildi. Biz de onları bir çukur kazıp oraya doldurduk, Samiri de elindeki zinetleri bizimle beraber bıraktı.» İsrailoğullarının kadınları bayram günlerinde takınmak üzere Firavun'un kavminin kadınlarının zinetlerini ödünç olarak alırlar, onları bir daha geri iade etmeden Musa (aleyhisselâm)'nın emriyle Mısır'dan çıkıp giderler. Firavun da kavmi ve ordusuyla onları takip eder. Musa (aleyhisselâm) için Kızıldeniz'den açılan yollardan geçmeye çalışırken denizin birleşmesiyle boğularak helak olurlar. Kadınların yükler dolusu zinetleri ise Musa (aleyhisselâm)'nın kavminin elinde ganimet malı olarak kalır. O zamanın şeriatına göre ganimet malı helâl değildi ve bu malları ne yapacaklarını da bilmiyorlardı. Musa (aleyhisselâm)'yı da durumdan haberdar etmemişlerdi. O, Tur'a gidince Samirî, İsrailoğullarına şöyle demişti: «Elinizde bulunan ganimet mallarını taşımayın, bir kuyu kazın, oraya koyun. Musa Tur'dan dönünce kendisini durumdan haberdar edersiniz ve vereceği hükme göre hareket edersiniz.» Bunun üzerine Musa (aleyhisselâm)'nın kavmi bir kuyu kazarlar, ellerinde bulunan zinet mallarını toplayıp o kuyuya koyarlar, Samirî de aynısını yapar.

İbn Abbas (radıyallahü anh) bu hususta şu açıklamayı yapar: «Harun (aleyhisselâm) kavminin elinde bulunan ganimet malı olan zinetleri toplatır bir ateş yaktırarak içine attırır. Samiri de aynısını yapar. Sonra Cebrail gelip bir atın nalının altından bir avuç toprak alıp erimekte olan zinet eşyasının içine atar. Böylece erimekte olan altından bir buzağı meydana gelir. O buzağı bir hayvan gibi bağırmaya başlar.» Bazı tefsircilere göre, Harun (aleyhisselâm), Samirî'nin eriyen altınlardan bir buzağı yaptığını görür, ve onun ne olduğunu sorar. Samiri, yaptığı şeyin hiçbir zararı olmadığını ve kendisi için dua etmesini ister. Harun (aleyhisselâm) ise, onun art niyetli olduğunu bilmez ve «Ey Rabbim, Samirî'ye istediğini ver» diye dua eder. Samirî buzağıyı yapar, içine toprak doldurur ve «Harun'un duasıyla bir buzağı ol, bağır» der. Çünkü Harun (aleyhisselâm), Rabbine Samirî'nin istediğini ver diye dua etmişti. Allahü teâlâ İsrailoğullarını onunla denemiştir. Onlar buzağı vasıtasıyla sapıtıp fitneye düşmüşlerdir. Samiri buzağıyı yapıp bağırmaya başlayınca İsrailoğullarına «ey kavmim, bu sizin ilâhınız ve ma'budunuzdur, Musa'nın da ma'bududur. Fakat o, bunu bırakıp gitti, böylece de yolunu şaşırtıp haktan ayrıldı. Siz buna tapın, yolunuzu şaşırtmayın» der.

Yüce Allah onun hiçbir şeyden haberi olmadığını Musa (aleyhisselâm)'ya vahyedip şöyle buyurur: «İsrailoğulları, onun hiçbir şey yapamayacağını ve kendilerine hiçbir surette cevap veremeyeceğim görmüyorlar mı? Onların taptıkları cansız bir şeydir, nasıl ma'bud olabilir?» Halbuki Yüce Halik bununla İsrailoğull arını denemiştir.

90

«Yemin olsun ki, daha önce Harun da onlara: 'Ey kavmim, siz bununla sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Bana uyun ve emrime itaat edin' demişti.»

91

«Onlar da: Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz' demişti.»

Musa (aleyhisselâm) Tur'dan dönmeden önce, Harun (aleyhisselâm) kavmine «ey kavmim, Allah tarafından siz bununla deneniyorsunuz. Bu sizin ilâhiniz değildir. Sizin ilâhınız ancak Rabbiniz olan Rahmân'dır. Buzağıya tapmayı terk edin, bana uyun ve dinime tâbi olun. İbadet yalnız Allah'a yapılır. O'ndan başkasına asla ibadet yapılmaz. Emrime itaat edin ve bâtıl olan şeylere tapmayın. Şayet buna tapmaya devam ederseniz, Allah'ın azabına uğrar helak olursunuz.» der. Kavmi Harun (aleyhisselâm)'un bu uyarısına aldırmaz ve şöyle cevap verir: «Ey Harun, Musa bize dönüp gelene kadar buna ibadetten asla vazgeçmeyiz.» Harun (aleyhisselâm)'un bütün ısrarına rağmen, kavmi kendisini dinlemez yine buzağıya tapmaya devam ederler. O da içlerinden ayrılır ve buzağıya tapmayanların yanına gider. Musa (aleyhisselâm) Tur'dan dönene kadar onlar da kendi hallerine kalır. Musa (aleyhisselâm) Tur'dan dönüp kavminin bulunduğu yere yaklaşınca, onların buzağının etrafında şarkı söyleyerek raksettiklerini görür ve yanında bulunan yetmiş kişiye «bunların şarkı söyleyip raksetmeleri fitneye düştüklerinin bir alâmetidir. Onlar fitneye düşüp haktan ayrılmışlardır» der.

92

«Musa dönünce dedi ki: Ey Harun, bunların saptıklarını görünce seni benim ardımdan gelmekten alıkoyan neydi?»

93

«Sen benim emrime karşı mı geldin?»

94

«O da dedi ki: Ey anamın oğlu, saçımdan sakalımdan tutma, doğrusu İsrailoğulları arasına ayrılık soktun, sözüme bakmadın demenden korktum.»

Musa (aleyhisselâm) Tur'dan dönüp kavminin buzağıya tapmak suretiyle Allah'a şirk koştuğunu görünce çok üzülür ve hiddete gelip yerine bırakmış olduğu kardeşi Harun'un saçını ve sakalını kuvvetlice tutar ve şöyle der: «Ey Harun, bunların saptıklarını görünce sen ardımdan gelip neden bana haber vermedin? Veya bunlarla niçin savaşmadın? Eğer bunlar benim yanımda Allah'a şirk koşsalardı, onları şirkten alıkoymak için kendileriyle savaşırdım. Şayet sen onlara karşı koysaydın elbette yaptıklarından dönerlerdi ve bu kötü fiili işlemezlerdi. Yoksa sen benim emrime karşı mı geldin?» Musa (aleyhisselâm)'dan bu sözleri işiten Harun (aleyhisselâm) şöyle' cevap verir: «Ey anamın oğlu, saçımdan, sakalımdan tutma, ben onların ikiye ayrılıp sa.-vaşmalarından ve senin «İsrailoğulları arasına ayrılık soktun, sözüme bakmadın, beni dinlemedin» demenden korktum. Bundan dolayı onların yaptıklarını ardından gelip sana haber vermedim, dönmeni bekledim.» Musa (aleyhisselâm) kardeşinin masum olduğunu anlayınca saçını sakalını bırakıp kavmini sapıklığa düşüren Samiri'yi azarlamaya başlar.

95

«(Musa): 'Senin zorun neydi ey Samirî?' dedi.»

96

«O da dedi ki: Onların görmedikleri bir şeyi gördüm ve o peygamberin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu eriyen zinet eşyasının içine attım. Nefsim bana böyle yaptırdı.»

97

«Musa da: 'Defol, çünkü senin hayatta bana dokunmayın' demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için hiç kaçamayacağın bir ceza vardır. Durup üzerine titrediğin tanrına bak, onu yakacağız. Sonra onu parça parça edip denize atacağız, dedi.»

Musa (aleyhisselâm) kardeşi Harun'un suçsuz olduğunu anlayınca onu bırakır, asıl bu fitneyi çıkaran Samiri'yi azarlayarak şöyle der: «Ey Samirî, senin bunu yapmaktan maksadın nedir? Sen bunu yapmakla insanları fitneye düşürdün.» Bunun üzerine Samiri, Musa (aleyhisselâm)'ya şöyle cevap verir: «Ben, kavminin bilmediği bazı şeyleri biliyor ve onların göremediği Cebrail'i ise görüyorum. Cebrail, Firavun'un kavmini helak etmeden önce bindiği atın bastığı yerden almış olduğum bir avuç toprağı yapmakta olduğum buzağının ağzına attım. Bu toprağı buzağının ağzına atınca o, hayvan gibi bağırmaya başladı. Onun bağırması benim çok hoşuma gitti, böylece bu da meydana gelmiş oldu.» Sonra Musa (aleyhisselâm) onu huzurundan ve kavminin içinden kovarak şöyle der: «Defol git, çünkü senin hayatta «bana dokunmayın» demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için hiç kaçamayacağın bir ceza vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına da bak, biz onu yakacağız ve sonra onu parça parça edip denize atacağız.» Musa (aleyhisselâm), fitneye sebep olan Samirî'yi böylece huzurundan kovduktan sonra, kavmine de onunla ilgilerini kesmelerini ve kendisine yaklaşmamalarını emreder. Bundan sonra Samiri kendisine kimsenin yaklaşmadığını ve hiç kimsenin konuşmadığını görünce, vahşi hayvanların bulunduğu ormana gider, onlara karışır adetâ hayvanlaşır. Artık insanlık şerefini ve özelliğini kaybeder. Çünkü Yüce Allah, insanları amellerine göre en yüksek makama ulaştırarak melekleştirir veya esfel-i sâfilîne indirerek hayvanlaştırır. Şu fâni âlemde isteyenin en yüksek makama çıkıp melekleşmesi, isteyenin de Samirî gibi esfel-i sâfilîne inip hayvanlaşması mümkündür. Allah'a iman edip sâlih ameller işleyenler en yüksek makama ulaşarak melekleşir, imandan yüz çevirenler ve sâlih amel yapmayanlar ise esfel-i sâfilîne inip hayvanlaşırlar.

Rivayete göre Musa (aleyhisselâm), Samiri'nin yapmış olduğu buzağıyı keser, canlı hayvan gibi kanı akar, bazılarına göre ise onu boğazladıktan sonra ateşte iyice kızartır, sonra denize atar ve kavmine dönüp şöyle der.

98

«Ancak sizin tanrınız kendisinden başka bir Tanrı bulunmayan Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.»

Musa (aleyhisselâm), Samiri'nin yapmış olduğu buzağıyı parçalayıp denize attıktan sonra kavmine şöyle der: 'Ey kavmim, sizin tanrınız ancak kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'tır. O'ndan başka ma'bud ve ilâh yoktur, onun ilmi her şeyi kuşatmıştır. O, gizli ve aşikâr her şeyi bilir.»

99

«İşte böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir kısmını anlatırız. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir de kitap verdik.»

100

«Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki kıyamet günü ağır bir günah yükünü yüklenecektir.»

101

«Onda ebediyen kalacaklardır. Kıyamet gününde onlar için bu ne kötü bir yüktür.»

Yüce Allah, insanların ibret alıp iman etmeleri için sevgili Peygamberine geçmiş peygamberlerin kıssalarından bazılarını vahyedip şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir kısmını anlatırız. Kavmin bunlardan ibret alıp onlar gibi küfürlerinde inat ederek hakkı inkâr etmesinler. Şüphe yok ki biz sana katımızdan bir de kitap indirdik. Kim ondan yüz çevirirse şüphesiz ki, kıyamet günü ağır bir günah yükünü yüklenecektir. İşte onlar ebediyen cehennemde kalacaklardır. Kıyamet günü onlar için bu ne kötü bir günah yüküdür. Âyetlerimizi yalanlayanları biz böyle cezalandırırız.» İman etmeyerek Allah'ın âyetlerinden yüz çevirenler kıyamet günü içinde ebedî olarak kalacakları elim bir azaba uğratılacaklardır. Bu, onların inkârlarının ve küfürlerinin cezasıdır. İman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.

102

«Sura üflendiği gün, işte o gün gözleri korkudan gövermiş olarak suçluları toplarız.»

103

«Aralarında gizli gizli konuşarak: 'Siz dünyada sadece on gün eğleştiniz' derler.»

104

«Söylediklerim biz daha iyi biliriz. En akıllıları da 'sadece bir gün eğleştiniz' der.»

“Dünya hayatı son bulup kıyamet koptuktan sonra canlıların tekrar dirilmesi için Allahü teâlâ'nın emriyle İsrafil adındaki melek sur düdüğüne üfürür. Sura üfürülmesiyle yerin altındaki bütün canlılar oldukları yerden kalkar ve hesaba çekilmek üzere mahşer yerine gelirler. İşte o gün, günahkârlar korkudan yüzlerinin rengi kaçmış, gözlerinin- feri sönmüş olarak mahşer yerine gelirler. Uğrayacakları azabı gördükleri vakit aralarında gizlice konuşarak birbirlerine «siz dünyada sadece oa gün kaldınız» derler. Onlar kıyametin dehşetini ve uğrayacakları azabı görünce dünyada çok az kaldıklarını söyleyeceklerdir. Halbuki Yüce Allah onların söylediklerini ve ne kadar kaldıklarını daha iyi bilir. «Sura üflendiği gün, işte o gün gözleri korkudan gövermiş olarak suçluları toplarız. Aralarında gizli gizli konuşarak «siz dünyada sadece on gün eğleştiniz» derler. Onların söylediklerini biz daha iyi biliriz. En akıllıları da «sadece bir gün eğleştiniz» der.»

105

«Sana dağlan sorarlar, de ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak.»

106

«Yerleri dümdüz, kuru bir toprak haline getirecek.»

107

«Orada ne çukur, ne de tümsek göreceksin.»

108

«O gün hiçbir tarafa sapmadan, o davetçiye uyacaklardır.»

109

«O gün Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.»

Sakîf kabilesinden bir kişi Peygamberimiz, (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek 'siz kıyametin kopacağından ve dünyanın yıkılacağından bahsediyorsunuz, kıyamet kopunca dağlar ne olacak» der. Bunun üzerine yukardaki âyetler inzal edilerek şöyle buyurulmustur: «Ya Muhammed, sana dağları sorarlar, de ki: «Rabbim, onları ufalayıp toz haline getirecek, savuracak ve yerlerini dümdüz kuru bir toprak şekline sokacaktır. Sen onların yerlerinde ne bir çukur ve ne de bir tümsek görebilirsin. O gün bütün mahlûkat İsrafil'in suru üfürmesiyle yerlerinden kalkıp mahşer meydanına toplanacaktır. Hiç kimse başka bir tarafa sapmadan, o davetçiye uyacaklardır.» Kıyamet günü İsrafil (aleyhisselâm) suru üfürdüğü zaman şöyle nida olunacaktır: «Ey çürümüş ve dağılmış etler, kemikler kalkın, Rahmân’ın huzuruna gelin.» Bu daveti işiten bütün mahlûkat yerlerinden kalkıp hesaba çekilmek üzere mahşer yerine toplanacaktır. O zaman herkes kendi derdine düşecek, kimsenin kimseye asla faydası olmayacak, ancak Allahü teâlâ'nın şefaata izin verdikleri müstesnadır. Onların şefaat ettikleri kıyametin şiddetinden ve korkusundan kurtulup Allah'ın gölgesinde gölgeleneceklerdir.

İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Kıyamet günü insanların ayaklarının sesi duyulur, fakat söyledikleri işitilmez. Çünkü o zaman diller mühürlenir, eller ve ayaklar konuşturulur.

110

«O, onların önlerindekini de, arkalarmdakini de bilir. Onların hiçbirinin ilmi asla bunu kavrayamaz.»

111

«Artık bütün yüzler, diri ve her şeye hâkim olan Allah'a baş eğmiştir. Zulüm yükü taşıyanlar ise gerçekten hüsrana uğramışlardır.»

112

«Kim de mü’min olarak sâlih ameller işlerse o, ne zulme uğramaktan ve ne de sevabının eksilmesinden korkmaz.»

Allahü teâlâ kullarının âhiret için hazırladıklarını da, dünyada bıraktıklarını da bilir. Fakat insanların hiçbirinin ilmi bunu kavrayamaz, Çünkü insanların ilmi sınırlıdır. Yüce Hâlik’ın ilmi ise sonsuzdur, her şeyi kuşatır. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Kıyamet günü bütün yüzler, her şeye hâkim olan Allah'ın huzurunda baş eğer, secdeye kapanır. Allah'a şirk koşup isyan ederek günah işleyenler ise gerçekten hüsrana uğrayıp zelil ve hakir olacaklardır. Fakat iman edip sâlih ameller işleyenler ne zulme uğrayacaklar ve ne de sevaplarından bir şey eksilecektir. Onlar, içinde ebedî kalacakları cennet nimetlerine nail olacaklardır. Bu, onların iman ve amellerinin karşılığıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını Allah katında göreceklerdir. Herkes amelinin karşılığını görecektir. Çünkü O, kimseye zulmetmez, adliyle herkese yaptığı; amelin karşılığını verir. Dilerse fazlıyla ve insanıyla günahkâr olanları bağışlar, affeder. Amel-i sâlih işleyenlerin de mükâfatını kat kat artırır. Zerre kadar hayır yapan mükâfatını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir. Kimse O'nun hükmüne müdahale edemez.

113

«Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda türlü türlü tehditleri açıkladık. Belki sakınırlar yahut o, kendilerinde yeni bir hatıra ve ibret canlandırır.»

114

«Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. Kur'an sana vahyedilirken, vahiy bitmezden önce Kur'an'ı okumada acele etme ve 'Rabbim, benim ilmimi artır' de.»

Allahü teâlâ birçok âyetlerde beyan buyurduğu gibi, bu âyet-i celilede de Kur'ân-ı Kerim'i Arapça olarak indirdiğini bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik. Ve onda türlü türlü tehditleri açıkladık. Belki insanlar Allah'a şirk koşmaktan ve isyan etmekten sakınırlar veya kendilerinden önce geçen zalim milletlerin başlarına gelen felâketlerden ibret alıp iman ederler. Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir, şeriki ve benzeri yoktur. Ya Muhammed, Kur'an sana vahyedilirken unuturum korkusuyla vahiy bitmeden önce Kur'an'ı okumada acele etme, biz onu sana unutturmayız ve'«Rabbim, benim ilmimi artır» de.»

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuduğu zaman «Rabbim, benim imanımı ve ilmimi artır» diye dua ederdi. Bize düşen görev de Peygamberimizin yolundan gitmek, onun dua ettiği gibi, dua ve niyazda bulunmaktır. Bundan sonra Yüce Allah, Âdem (aleyhisselâm)'in kıssasını zikretmiştir.

115

«Yemin olsun ki, biz daha önce Âdem'e de tavsiyede bulunmuştuk. Fakat o unuttu. Biz onda bir azim bulamadık.»

116

«Hani meleklere demiştik ki: 'Âdem'e secde edin'. İblisten başka hepsi secde etmiş, o ise dayatmıştı.»

117

«Biz de demiştik ki: Ey Âdem, doğrusu bu hem senin, hem de eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun.»

118

«Çünkü cennette ne acıkırsın, ne çıplak kalırsın.»

119

«Orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın.»

Yüce Halik, Âdem (aleyhisselâm)'i yarattığı zaman, ona secde etmeleri için meleklere emir buyurmuş, melekler emir gereği derhal secde etmişler, fakat iblis secde etmemiştir. İblis hased ve kibrinden dolayı Âdem (aleyhisselâm)'e secde etmemiştir. Meleklerde ise böyle bir durum olmadığı için ilâhi emri derhal yerine getirmişlerdir. Allahü teâlâ, Âdem (aleyhisselâm)'i zevcesiyle birlikte cennete koymuş ve kendilerine yasak ağacın meyvesinden yememelerini tavsiye etmiştir. Fakat o, bu tavsiyeyi unutup yasak ağacın meyvesinden yemiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yemin olsun ki, biz daha önce Âdem'e de tavsiyede bulunmuştuk. Fakat o unuttu. Biz onu emredilen şeylere karşı sabredici, yasak edilenlerden sakınıcı bulamadık. Kendisine secde etmeyen iblise tâbi oldu. Biz onu yarattığımız zaman meleklere Âdem'e secde etmelerini emrettik de, iblisten başkası secde etti, fakat iblis secde etmemek için direnmişti. Biz de Âdem'e demiştik ki: “Ey Âdem, doğrusu bu hem senin, hem de eşinin düşmanıdır. Sakın sizi -cennetten çıkarmasın. Şayet cennetten çıkarırsa bedbaht olursunuz. Çünkü cennette ne acıkırsınız ve ne de çıplak kalırsınız. Ne susarsınız ne de güneşin sıcağında kalırsınız.» Buna rağmen Âdem (aleyhisselâm), şeytanın iğvasıyla yasak edilen meyveden yemiş, bunun neticesi olarak da zevcesiyle birlikte cennetten çıkarılmışlardır.

120

«Nihayet şeytan ona vesvese verip dedi ki: Ey Âdem, seni ebediyet ağacına ve zeval bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi?»

121

«Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Hemen ayıp yerleri açılıverdi. Ve cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Âdem, Rabbine âsî oldu ve şaşıp kaldı.»

122

«Sonra Rabbi yine onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.»

Şeytan cennette Âdem (aleyhisselâm) ile Havva anamıza vesvese verip şöyle demiştir: «Ey Âdem, seni ebedilik ağacına ve son bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi? Eğer bu ağacın meyvesinden yerseniz cennette ebedî olarak kalır ve son bulmayacak bir devlete sahip olursunuz.» Bunun üzerine Âdem (aleyhisselâm) ile eşi şeytanın hilesine aldanarak, Allahü teâlâ'nın kendilerine yasaklamış olduğu ağacın meyvesinden yerler. Yedikleri meyveyi daha yutmadan üzerlerindeki cennet elbisesi ve başlarındaki taç çıkarılır, her tarafları açılır. Mahrem yerlerini kapatmak için cennet ağaçlarının yaprakları vasıtasıyla örtünmeye çalışırlar. Fakat onlar yapraklara uzandıkça, ağaçların dalları yükselir, yapraklara erişemezler. Âdem (aleyhisselâm) hatasını anlar, yasak olan meyveden yemekle Rabbine âsî olur. Ebedî kalmak istediği cennetten kesin olarak çıkarılır, rahmetten zahmete düşer. Sonra Yüce Allah tevbesini kabul eder ve peygamberlik vazifesi verir, hatasını bağışlar ve ona doğru yolu gösterir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Nihayet şeytan onlara vesvese verip dedi ki: «Ey Âdem, seni ebediyet ağacına ve zeval bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi? Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Hemen ayıp yerleri açıldı ve cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Âdem, Rabbine âsi oldu ve şaşıp kaldı. Sonra Rabbi yine onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.»

Allahü teâlâ'nın emirlerine isyan edenler her zaman izzetten zillete, rahmetten azaba düşerler. Âdem (aleyhisselâm)'in cennette ebedî kalmak için yemiş olduğu yasak meyve cennetten çıkarılmasına sebep olmuştur. Görülüyor ki, Allahü teâlâ'nın emirlerine muhalefet edenler, lâyık oldukları cezayı görüyorlar. Bir peygamberden böyle küçük bir zellenin sadır olması cennetten çıkarılmasına sebep olmuştur. Halbuki,peygamberlerden günah sudur etmez, ancak ayak kayması anlamına gelen zelle meydana gelir. Zelle denen küçük bir hata böyle bir mahrumiyete sebep olursa, ya Allah'a isyan edenlerin hali ne olur? Elbette onlar elim bir azaba uğrayacaklardır. Dünya ve âhiretin saadeti ve mutluluğu ancak Allah'ın emirlerine itaatle mümkün olur.

123

«Buyurdu ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Artık ne zaman benden size bir hidayet gelir de, kim benim hidayetime uyarsa ne sapar, ne de bedbaht olur.»

124

«Kim de benim zikrimden yüz çevirirse bilsin ki, onun dar bir geçimi olur ve kıyamet gününde biz onu kör olarak hasrederiz.»

125

«Der ki: Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin? Halbuki ben gören birisiydim.»

Hazret-i Âdem ile Havva cennette şeytanın vesvesesiyle yasak meyveden yemek suretiyle Rablerine âsi olmuşlardır. Bunun üzerine Yüce Allah da onları bu makamdan çıkarmış ve şöyle buyurmuştur: 'Ey Âdem, birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Artık ne zaman benden size bir hidayet gelir de, kim benini hidayetime uyarsa, ne sapar, ne de bedbaht olur. Kim de benim zikrimden yüz çevirirse bilsin ki, onun dar bir geçimi olur ve kıyamet gününde biz onu kör olarak hasrederiz. O da der ki: «Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin? Halbuki ben dünyada gören birisiydim.»

Allahü teâlâ her kavme kendilerini doğru yola davet etmek için peygamber göndermiştir. Bu davete uyanlar hidayete erip dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşmuştur. Uymayanlar ise ilâhi azaba uğrayıp helâk olmuşlardır. Peygamberin davetine uyup Kur'ân-ı Kerîm'in hükmüne tâbi olanlar ne saparlar ve ne de ebedî bedbahtlığa mahkûm olurlar. Çünkü onlar Allah ve Resulünün dostlarıdırlar.

İbn Abbas (radıyallahü anh) bu hususta şöyle demiştir: «Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'e tâbi olanları dünyada ebedî sapıklığa düşüp bedbaht olmaktan korur. Ondan yüz çevirenleri ise dünyada darlığa, yokluğa ve sıkıntıya sokar. Âhirette de elim bir azaba uğratır. Onların gidecekleri yer cehennem, yiyecekleri ise zakkumdur. O, ne kötü bir yiyecektir. İşte Kur'ân-ı Kerîm'den yüz çevirenlerin akıbeti budur. İman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.» Kör olarak mahşer yerine getirilenlerin hali şöyle beyan ediliyor.

126

«Buyurdu ki: İşte öyledir. Sana âyetlerimiz gelmişti de, sen onları unutmuştun. Bugün de sen öylece unutulursun.»

127

«İşte haddi aşanları, Rabbinin âyetlerine inanmayanları biz böyle cezalandırırız. Âhiretin azabı ise elbet daha çetin ve daha süreklidir.»

128

«Biz onlardan evvel nice nesilleri helak etmiştik. Bu, onları irşad etmedi mi? Halbuki kendileri de onların yurtlarında yürüyüp duruyorlar. Şüphe yok ki gerçek akıl sahipleri için bunda ibretler vardır.»

Kıyamet günü kör olarak mahşer yerine getirilip «Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin?» diyenlere, Yüce Allah şöyle cevap' verecektir: «Siz dünyada iken benim âyetlerimden yüz çevirip unuttunuz. Bugün de siz öylece unutuldunuz. İşte haddi aşanları, Rabbinin âyetlerine inanmayanları, bugün biz böyle cezalandırırız. Âhiretin azabı ise elbette dünyanmkinden daha çetin ve daha şiddetlidir. Ya Muhammed, biz onlardan önce nice milletleri ve memleketleri helak etmiştik. Onlar, bunlardan ibret alıp, inkâr ve küfürlerinden vazgeçerek irşad olmadılar mı? Kendilerinden önce helak ettiklerimiz de, inkâr ve küfürlerinden dolayı helak olmuşlardır. Halbuki bugün kendileri de onların yurtlarında gezip dolaşıyorlar. Şüphe yok ki, gerçek akıl sahipleri için bunda ibretler vardır.» Akü sahipleri için en büyük ibret kendilerinden önce geçen insanların durumudur. Bugün onlardan kimisinin yerlerinde baykuş öter, kimisininkinde otlar biter, kimisininki ise hâk ile yeksan olmuştur. Bir gün bizim yerlerimiz, yurtlarımız da onlarınki gibi olacaktır. Bunun için Yüce Allah «şüphe yok ki gerçek akıl sahipleri için bunda ibretler vardır» buyurmuştur.

129

«Şayet Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir vakit olmasaydı hemen azaba uğrarlardı.»

130

«Onların söylediklerine sabret ve güneşin doğmasından, batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et ki, Rabbinin rızasına eresin.»

Yüce Allah'ın kâfirler için ezelde takdir ettiği bir vakit ve verilmiş bir sözü olmasaydı, inkâr ve küfürleri yüzünden onları hemen helak ederdi. Fakat bir rahmet eseri olarak inkâr ve küfürleri yüzünden onları hemen helak etmiyor, belki hidâyete erip iman ederler diye kendilerine mühlet veriyor. «Şayet Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir vakit olmasaydı hemen azaba uğrarlardı.» İnkâr ve küfürlerinden dönmeyenler, kıyamet günü elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey Rasülüm Muhammed, sen kâfirlerin söylediklerine aldırma, sabret ve onları bize bırak. Güneşin doğmasından ve batmasından önce namaz kıl ve Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatlerinde ve gündüzleri de namaz kılıp tesbih et ki, Rabbinin rızasına eresin.

Güneşin doğmasından önceki namaz sabah namazıdır. Batmasından önceki namaz ise ikindidir. Gece saatlerinde kılınan namazlar akşam ve yatsıdır. Âyette ifade edilen «gündüzün etrafında dahi Rabbini tesbih et»den kasıt öğle namazıdır. Allah'ın rızasını kazanmak ancak bu belirtilen vakitlerde namaz kılıp tesbih etmekle olur. Beş vakit namazı kılmayanlar rızayı ilâhiye nail olamazlar. Allah'ın rızasını kazanmak, emirlerine sarılıp yasaklarından sakınmakla mümkün olur. Beş vakit namaz da Yüce Allah'ın emridir, kılmayanlar emr-i ilâhiyeye muhalefet etmiş olurlar.

131

«Kendilerini denemek için hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselerin zinetlerine sakın göz dikme. Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.»

Bu âyet-i celilenin nüzul sebebini Ebû Râfî' şöyle nakleder: «Bir Recep ayında Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir misafir gelir, evinde ekmek yapacak un bulunmadığından beni bir yahudiye un almaya gönderdi. Yahudiye gidip ödünç veya parasıyla Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e un almak istediğimi söyledim. Yahudi «biz vallahi Muhammed'e ne ödünç un veririz, ne de parasıyla satarız» der. Ben de yahudinin söylediklerini gelip Peygamberimize naklettim. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) «şayet o yahudi ödünç veya parasıyla bize un satsaydı vallahi öderdim. Onların hepsi benim emin bir insan olduğumu bilirler. Şu demir zırhımı al, ona rehin bırak, karşılığında un al gel.» buyurdu. Bu hâdise üzerine Allahü teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, biz kâfirleri denemek için kendilerine bol bol, çeşit çeşit nimetler verdik. Sen onların elindekine göz dikme, bunlar dünya zinetleridir, sonu yoktur, bir gün yok olacaktır. Onların nimetleri arttıkça azgınlıkları da arttı, azgınlıkları kendilerini bizim rahmetimizden uzaklaştırıp azabımıza müstahak etmiştir. Biz de onların azabını kat kat artırırız. Hem Rabbinin sana verdiği risalet, rızık ve cennet nimetleri daha iyi ve daha devamlıdır. Sen aile efradına namaz kılmalarını emret. Kendin de ona sebat ile devam et. Çünkü namaz insanı her türlü kötülükten ve terbiyesizlikten alıkoyar. Geçim sıkıntısı seni namazdan alıkoymasın. Biz senden yarattıklarımıza rızık vermeni istemiyoruz. Senin rızkını da, onların rızkını da biz veriyoruz. Görevin, sana vahyettiklerimizi insanlara bildirmektir. Akıbet takva sahipler inindir.»

132

«Ehline namaz kılmalarını emret. Kendin de ona sebat ile devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırnız. Akıbet, takvaya erenlerindir.»

Bu âyet-i celilede namazın ne kadar mühim bir ibadet olduğu bir kez daha vurgulanmaktadır. Namaz, kulu Rabbine yaklaştırır, rızasını kazandırır, takvaya ulaştırır, peygambere dost eder. Rızkı ve bereketi artırır, kalbi yumuşatır, nuru artırır, hayır ve hasenata davet eder, kin ve düşmanlığı giderir, şeytandan uzaklaştırır, huzur ve saadeti temin eder, terbiyesizlikten alıkoyar. İşte bütün bu özellikler namaz vasıtasıyla elde edilir. Bunun için Peygamberimiz «namaz dinin direğidir» buyurmuştur.

133

«Dediler ki: 'O, bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi?' Onlara önceki kitaplardan apaçık belgeler gelmedi mi?»

134

«Eğer onları daha evvel azaba uğratarak yok etseydik: “Hey Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmazdan önce âyetlerine uysaydık olmaz mıydı?' diyeceklerdi.»

135

«De ki: Herkes gözetlemektedir, siz de gözetleyin. Şüphesiz kimlerin dosdoğru düz yolun sahipleri olduğunu ve kimlerin hidayete ermiş bulunduğunu bileceksiniz»

Kâfirler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında şöyle demişlerdir: «Muhammed, peygamber olduğuna dair bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi? Biz de o âyet vasıtasıyla kendisine tâbi olsaydık ya.» Halbuki Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara birçok mucizeler getirmiş, fakat onlar bu mucizelerin hiçbirine inanmamışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kâfirlere Tevrat'ta, İncil'de ve diğer kitaplarda apaçık belgeler gelmedi mi? Kendilerinden önceki milletlerin haberleri de kendilerine gelmiştir. Önceki ümmetleri inkâr ve azgınlıkları yüzünden nasıl helak ettiğimizi görmüyorlar mı? Eğer onları da daha evvel azaba uğratıp yok etseydik «hey Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmazdan önce âyetlerine uysaydık olmaz mıydı?» diyeceklerdi. Böyle dememeleri için kendilerine peygamber gönderip âyetlerimizi indirdik. Ya Muhammed, kâfirlere de ki: «Herkes gözetlemektedir, siz de gözetleyin. Şüphesiz kimlerin dosdoğru düz yolun sahipleri olduğunu ve kimlerin de hidayete ermiş bulunduğunu yakında bileceksiniz.» Her fert mahşer yerine gelip amelleri karşısına çıktığı zaman, kimin hidayette, kimin dalâlette olduğu anlaşılacaktır.

0 ﴿